25 Ağustos 2016 Perşembe

KIYAMETTE, ALLÂH-Ü TE’ÂLÂ’NIN YÜZLERİNE BAKMADIĞI KİŞİLER...



وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌ اِلٰى رَبِّهَا نَاظَةٌ

“O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakarlar.”  Kıyâmet 22-23

Cennet ehline verilen nimetlerin en büyüğü: Allâh’ın Cemaline bakmaktır.

Rabbim  bize ve bütün halis  Mü’minlere bu nimeti nasip etsin…

KIYAMETTE, ALLÂH-Ü TE’ÂLÂ’NIN YÜZLERİNE BAKMADIĞI KİŞİLER

1-YALAN YEMİN
اِنَّ الَّذينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَليلًا اُولٰـئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِى الْاٰخِرَةِ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ

 

“Şüphesiz, Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.” Âli Imrân – 77

 

2-HALKA İLGİ GÖSTERMEYEN VE İHTİYAÇLARINI GİDERMEYE ÇALIŞMAYAN HÜKÜMDAR

 

وعن أبى مريم الأزدى رضي الله عنه أنه قال لمعاوية رضي الله عنه سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول‏:‏ “من ولاه الله شيئاً من أمور المسلمين، فاحتجب دون حاجتهم وخلتهم وفقرهم، احتجب الله دون حاجته وخلته وفقره يوم القيامة” فجعل معاوية رجلا على حوائج الناس‏.‏ ‏(‏‏(‏رواه أبو داود والترمذي‏)‏‏)‏‏.‏

 

Ebû Meryem El–Ezdî (r.’a.)’den rivayet edildiğine göre, kendisi Mu’âviye (r.’a.)’a şöyle dedi:
Ben Resûlullah sallelâh-ü aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim:


– “Allah Teâlâ bir kimseyi Müslümanların başına idareci yapar, o da halkın işlerinin bitirilmesine, ihtiyaç ve sıkıntılarının giderilmesine engel olmaya kalkarsa, kıyamet gününde Allah Teâlâ da onun işlerinin bitirilmesine, ihtiyaç ve sıkıntılarının giderilmesine engel olur.”


Bunun üzerine Mu’âviye, halkın ihtiyaçlarını tesbit etmek için bir adamını görevlendirdi.

İdareci halktan kopuk vaziyette yaşamamalı onlarla iç içe olup dertlerini sıkıntılarını öğrenip yardımlarına koşmalıdır. Topluma kapılarını kapayan onlarla ilgilenmeyen idareciler kıyamette Allâh’dan hiç bir yardım göremeyeceklerdir.

 

3-ZİNA EDEN YAŞLI


 قال رسول الله صلى الله عليه وسلم ‏:‏ ‏"‏ثلاثة لا يكلمهم الله يوم القيامة، ولا يزكيهم، ولا ينظر إليهم ، ولهم عذاب أليم‏:‏ شيخ زان، وملك كذاب، وعائل مستكبر‏"‏ ‏(‏‏(‏رواه مسلم‏)‏‏)‏‏.

 

Ebû Hüreyre (r.’a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallelâh-ü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:


“Allah Teâlâ kıyamet gününde üç kişiyle konuşmaz, onları temize çıkarmaz, suratlarına bile bakmaz; onlar için acıklı azâb vardır: --- “Bunlar zina eden ihtiyar, yalan söyleyen hükümdar, kibirlenen fakirdir.”

 

4-YALAN SÖYLEYEN TÜCCAR

 

عن أبى ذر رضى الله عنه عن النبي صلى الله عليه وسلم قال‏:‏ ‏"‏ثلاثة لا يكلمهم الله يوم القيامة، ولا ينظر إليهم ، ولا يزكيهم، ولهم عذاب أليم‏"‏ قال‏:‏ فقرأها رسول الله صلى الله عليه وسلم ثلاث مرار‏.‏ قال أبو ذر ‏:‏ خابوا وخسروا ‍ من هم يا رسول الله ‏؟‏ قال‏:‏ ‏"‏المسبل، والمنان، والمنفق سلعته بالحلف الكاذب‏"‏ ‏‏‏.‏ وفى رواية له‏:‏ ‏"‏المسبل إزاره

 

Rasûlüllâh sallelâh-ü aleyhi ve sellem buyuruyor: --- “Üç sınıf insan vardır ki kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz yüzlerine bakmaz onları temize çıkarmaz. Hem de onlar için can yakıcı bir azâb vardır.”

Râvî dedi ki Resûlullah sallelâh-ü aleyhi ve sellem bu cümleyi üç kere tekrarladı.

Ebû Zer: --- “Bu kimseler tam bir mahrumiyete ve hüsrana uğramışlar. Bunlar kimlerdir Ey Allah’ın Rasûlü?” diye sordu.

Rasûl-i Ekrem (sav) de: --- “Elbisesini kibirle yerlerde sürüyen yaptığı iyiliği başa kakan ve yalan yere yemin ederek ticaret malını iyi bir fiyatla satmaya çalışandır" cevabını verdi.

 

5-YALAN SÖYLEYEN MELİK

 

“Üç sınıf insan var ki, Allah onlarla konuşmaz, onlara bakmaz ve onları azâb–ı elim içinde bırakır.


“İhtiyar zinakâr, yalancı melik ve kibirli fakir”.

 

6-KİBİRLENEN FAKİR

 

“Allâh’ü Teâlâ’nın buğzettiği üç kimse: Zâni ihtiyar, kibirli fakir ve zalim lider.” [Tirmizi, Nesâî]

 

7-YANINDAKİ SUYUN FAZLASINI YOLCUYA VERMEYEN KİŞİ

 

Ebû Hüreyre (r.’a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallelâh-ü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:


“Allah Teâlâ kıyamet gününde üç kişiyle konuşmaz, yüzlerine bakmaz ve kendilerini temize çıkarmaz; onlar için acıklı azâb vardır:
Biri, yolculuk sırasında ihtiyacından fazla suyu olup da onu öteki yolculardan esirgeyen kimse.


Diğeri, ticaret malını ikindiden sonra satarken, onu şu kadar fiyata aldım diye yemin eden, gerçek hiç de öyle olmadığı halde müşteri kendine inanan kimse.
Öteki de, bir devlet başkanına dünyalık hatırına biat sözü veren, kendisine para pul verirse sözünde duran, vermezse sözünden cayan kimsedir.”

 

8-DÜNYA ÇIKARLARI İÇİN BİAT EDEN


في روايه للبخاري: ( ورجل بايع إماماً لايبايعه إلا للدنيا، فإن أعطاه منها وفى له ، وإن لم يعطه لم يف له) اخرجه البخاري ومسلم

 

“Öteki de, bir devlet başkanına dünyalık hatırına biat sözü veren, kendisine para pul verirse sözünde duran, vermezse sözünden cayan kimsedir.”

 

9-ANA-BABAYA KARŞI GELEN

 

عن عبدالله بن عمر رضي الله عنه قال : قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : ( ثلاثة لاينظر الله عز وجل إليهم يوم القيامة :العاق لوالديه ، والمرأة المترجلة المشتبهة بالرجال والديوث) صحيح أخرجه أحمد والنسائي


Üç Kişi Vardır ki Kıyamette Allah Onlara Bakmaz:

 

“Ana-Babaya Karşı gelenler, erkeklere benzemeye kalkışan kadınlar, Deyyus.”

 

10-ERKEKLERE BENZEMEYE KALKIŞAN KADINLAR

 

عن عبدالله بن عمر رضي الله عنه قال : قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : ( ثلاثة لاينظر الله عز وجل إليهم يوم القيامة :العاق لوالديه ، والمرأة المترجلة المشتبهة بالرجال والديوث) صحيح أخرجه أحمد والنسائي


Abdullah b. Ömer Allah elçisinin şöyle dediğini nakletmiştir: "Üç kimse vardır ki, cennete giremez ve kıyamet günü Allah onlara rahmet bakışı ile bakmaz. Ana-babasını dinlemeyen kimse, erkeklere benzemeye çalışan kadın ve eşini kıskanmayan koca." (Ahmed b.)

Tabi ki bu durum kadınlara benzemeye çalışan erkeler için de geçerlidir.

 

11- DEYYUS

 

"Karısının veya kendisine çok yakın bir kadının iffetsizliğine göz yuman kimse"

 

Deyyus, Allah’ın yarattığı en alçak mahlûktur.

 

12- LİVATA

 

عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُمَا أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: لاَ يَنْظُرُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ إِلَى رَجُلٍ أَتَى رَجُلاً أَوِ امْرَأَةً فِي  دُبُرِهَا. رواه الترمذي والنسائي وابن حبان في صحيحه.

 

İbn-i Abbas (r.’a.) Hz. Peygamber sallelâh-ü aleyhi ve sellem’in: --- “Allah, erkekle cinsi temas kuran veya kadına arkadan yaklaşan adamın yüzüne bakmaz. (onu rahmetinden kovar)” dediğini nakletti.

 

13-YAPTIĞI İYİLİĞİ BAŞA KAKAN

 

يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰى كَالَّذٖى يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ

Yüce Allah  şöyle buyurmaktadır: “Allah’a ve ahiret gününe inanmayanlar gibi başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle yaptığınız iyiliği ve hayırlarınızı iptal etmeyiniz” (Bakara, 2:264)


عن ابي ذر رضي الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم ثلاثة : ( لايكلمهم الله يوم القيامة ، ولايزكيهم ، ولهم عذاب أليم ) فقالها رسول الله صلى الله عليه وسلم ثلاث مرار ، فقلت : خابوا وخسروا من هم يارسول الله قال: المنان والمنفق سلعته بالحلف والمسبل ازاره ) اخرجه مسلم

 

Ebû Zer (r.’a.)’den rivayet edildiğine göre Nebî sallelâh-ü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:


"Üç sınıf insan vardır ki kıyamet günü Allah, onlarla konuşmaz, yüzlerine bakmaz, onları temize çıkarmaz. Hem de onlar için can yakıcı bir azâb vardır."
Râvî dedi ki, Resûlullah sallelâh-ü aleyhi ve sellem bu cümleyi üç kere tekrarladı.


Ebû Zer: --- Bu kimseler tam bir mahrumiyete ve hüsrana uğramışlar. Bunlar kimlerdir, Ey Allah’ın Rasûlü? Diye sordu. Rasûl–i Ekrem sallelâh-ü aleyhi ve sellem de:


– "Elbisesini kibirle yerlerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve yalan yere yemin ederek ticaret malını iyi bir fiyatla satmaya çalışandır" cevabını verdi.


14-BÜYÜKLÜK TASLAYARAK ELBİSESİNİN ETEĞİNİ YERDE SÜRÜYEN


عن عبدالله بن عمر رضي الله عنهما أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال : ( لاينظر الله تعالى إلى من جرَ ثوبه خيلاء ) أخرجه البخاري

 

İbni Ömer r.’anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallelâh-ü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ kibirlenip büyüklük taslayarak elbisesinin eteğini yerde sürüyen kimsenin kıyamet gününde yüzüne bakmaz. ” Bunun üzerine Ebû Bekir:
– Yâ Rasûlellâh! Dikkat etmediğimde benim de elbisemin eteği yerde sürünüyor, dedi. Resûlullah sallellâh-ü aleyhi ve sellem:
– “Şüphesiz sen bunu büyüklük taslamak için yapmıyorsun” buyurdular.

 

15-KOCASINA MUHTAÇ OLDUĞU HALDE ONA TEŞEKKÜR ETMEYEN KADIN


عن عبد الله بن عمرو رضي الله عنهما قال : قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: ( لاينظر الله إلى امرأة لاتشكر لزوجها وهي لاتستغني عنه ) صحيح أخرجه النسائي وصححه الالباني


Peygamberimiz (sav) “Kocasına muhtaç olduğu halde ona teşekkür etmeyen kadına Allah rahmet nazarı ile bakmaz” (Nesâî, Isra, 249) buyurmuşlardır.






 

İNDİRİLEN DİN---UYDURULAN DİN!


22 Ağustos 2016 Pazartesi

ÖMER NASUHİ BİLMEN AMERİKALILARI ŞOK ETTİ----ACBÜ’Z-ZENB NEDİR?



ÖMER NASUHİ BİLMEN AMERİKALILARI ŞOK ETTİ!

1940’lı yıllarda Amerika’da yaşanan bir olay sonrasında İslam’ın konuyla ilgili görüşünü öğrenmek üzere Ömer Nasuhi Bilmen’in kapısını çalan Amerikalı bilim adamları, çıkan sonuç karşısında şok geçirirler.
1940’ların sonuna doğru Amerika’da bir olay cereyan ediyor. Zengin bir adamın ölümünden birkaç yıl sonra bir kadın yanında bir çocukla mahkemeye başvuruyor. Çocuğun ölen adamdan olduğunu iddia ediyor.
Ölüden DNA testi yapılamayan bir dönem dünya için. Amerika hukuk sistemlerinde bu olayın bir karşılığını bulamayınca başka sistemlere müracaat ediyorlar. Roma hukukuna bakıyorlar yok. Yunan, Hint, Uzakdoğu’da yok. Bir heyet Türkiye’ye geliyor.
AMERİKALILAR İSLAM’A GÖRE TEST YAPTI ŞOK OLDU
Dönemin İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’e yönlendiriliyorlar. İlk başta anlam veremiyor gelen ekip. Gönülsüz de olsa görüşüyorlar. Bilmen onlara ölen adamın kemiklerinin durup durmadığını sorduğunda şaşkınlıkları iyice büyüyor. Durduğunu söylüyorlar. Ömer Nasuhi onlara kuyruk sokumu kemiğinden bir yer tarif ediyor. Tarif ettiği yere çocuğun bir damla kanını damlatmalarını, eğer o kemik kanı emerse çocuğun o adamdan olduğunu aksi olursa kadının yalancı olduğunu ve buna göre hüküm verebileceklerini anlatıyor. Gelen ekip görüşmeden memnun olmaksızın şaşkınlıklarını da yanlarına alıp ülkelerine dönüyorlar.
Bir müftünün böyle bir tıp bilgisine nasıl hâkim olabileceğine ihtimal veremiyorlar. Ekipteki bir doktorun ise kafasını kurcalıyor bu mesele. Müftünün yanlışlığını ispat etmek için mezar açtırılıp adamın bedeni çıkarılıyor. Tarif edilen kemiğin üzerine önce kendi kanını damlatıyor. Kan akıp gidiyor kemiğin üzerinden. Sonra çocuğun kanını döktüğünde gözleri fal taşı gibi açılıyor. Kemiğin kanı emdiğini gördüğünde hayretini gizlemiyor.
Görüşmede Ömer Nasuhi’nin yanında olanlar da ilk duymuş olacaklar ki heyet gittikten sonra bu meseleyi nereden bildiğini soruyorlar. Adı geçen kemiğin sadece kendi neslini kabul ettiğini uzun uzun anlatıyor. Oradaki küçük bir parçanın önemine değiniyor. Vücuda ne yaparsanız yapın o kemiği yok edemediğinizi, kıyamete kadar hiçbir gücün de buna muktedir olamayacağını, zira mahşerde insanlar o kemik parçasından yeniden diriltileceğini anlatıyor.

4814--- … el-A'meş tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Salih'ten işittim, şöyle dedi: Ben Ebû Hureyre (r.’a.)'den işittim, Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İki nefhâ kırk vardır."


Ebû Hureyre’ nin arkadaşları:

  Yâ Ebâ Hureyre: Kırk gün mü? Diye sordular.


Ebû Hureyre dedi ki: Ben cevâb vermekten çekindim.


Birisi: —  Kırk sene mi? diye sordu.

Ebû Hureyre dedi ki: Ben yine cevâb vermekten çekindim.


Bir başkası: — Kırk ay mı? Diye sordu.


Ebû Hureyre dedi ki: --- “Ben buna da cevâb vermekten çekindim. (Çünkü günlerle, aylarla, yıllarla müddet ta’yîn edecek bilgim yok­tu. Ebû Hureyre dedi ki:)


Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem):   "İnsandan her parça çürür, yalnız kuyruk sokumundaki bir parçası (‘Acbü’z-Zenb) çürümez, ikinci yaratma o parça içinde terkîb edilir." Buyurdu. (Buhari, Tefsir, Zümer Sûresi (39) Hadis no: 4814.)


1/1- Bâb: Nebe Sûresi 78/18.

“O gün sûra üfürülecek de hepiniz bölük-bölük geleceksiniz” (Âyet: 18).

4935--- ... Hureyre (r.’a.) şöyle demiştir:

 Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): —  "Sûra iki üfleme arasında kırk vardır" buyurdu.

Arkadaşlarından biri Ebû Hureyre’ ye: —  Bu, kırk gün mü? Diye sordu.

Ebû Hureyre dedi ki: Ben cevâb vermekten çekindim.

O kimse: —  Kırk ay mı? Dedi.


Ebû Hureyre dedi ki: Ben cevâb vermekten çekindim.

 O soran: —  Kırk yıl mı? Dedi.

Ebû Hureyre: Ben yine cevâb vermekten çekindim, dedi.

Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem):  "Sonra Allah semâdan bir su İndirir de (ölü olan) sizler yeşil otun bitmesi gibi -kabirlerinizden- bitersiniz. İnsan bedeninden her-şey çürür, yalnız bir tek kemik parçası çürümez. O da kuyruk soku­mu kemiğidir. (‘Acbü’z-Zenb)  Kıyamet günündeki (ikinci) yaratma, bu parçadan terkîb olunur" buyurdu. (Buhari, Tefsir, Nebe Sûresi (78), Hadis no: 4935.)





ACBÜ’Z-ZENB NEDİR? 
Kuyruk sokumu kemiği olarak bilinen acbü’z-zeneb, insansanın bedeni çürüyüp yok olsa bile çürümeyen tek parçasıdır. Hadis-i şerifte Allah Teâla’nın insanı yeniden yaratmasına acbü’z-zenebten başlayacağı bildirilmiştir.
ACBÜ’Z-ZENEB HAKKINDA HADİS-İ ŞERİF
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sûra iki üfleme arasında kırk vardır.” Ashâb-ı kirâm:
– Ebû Hüreyre! Kırk gün mü? diye sordular.
– Bir şey diyemem, dedi. Sahâbîler:
– Kırk yıl mı? diye sordular.
– Bir şey diyemem, dedi.
– Kırk ay mı? diye sordular.
– Bir şey diyemem, dedi. (Sonra hadisi şöyle tamamladı) “Sonra Allah Teâlâ gökten bir su indirir, herkes bitkiler gibi yeniden canlanır."

İnsan bedeninden her-şey çürür, yalnız bir tek kemik parçası çürümez. O da kuyruk soku­mu kemiğidir. (‘Acbü’z-Zenb)  Kıyamet günündeki (ikinci) yaratma, bu parçadan terkîb olunur" buyurdu.  Müslim, Fiten 28]

Açıklamalar
Bir gün Ebû Hüreyre, kıyamet koptuktan sonra insanın yeniden dirilişi konusunda Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’den duyduğu bir hadisi rivayet ediyordu. Kâinatta bulunan her şeyin yok olacağı birinci sûr ile, insanların yeniden dirileceği ikinci sûr arasında kırk, bu kadar zaman olduğunu söyledi. “Sûra iki üfleme arasında kırk vardır” sözü kapalı olduğu için, sahâbîler bunun ne kadar bir zaman dilimi olduğunu merak ettiler ve kırk gün mü, kırk yıl mı, kırk ay mı diye sordular. Ancak Ebû Hüreyre hadîs-i şerîfi Resûl-i Ekrem Efendimiz’den böyle müphem bir ifadeyle duyduğu için, kendiliğinden bir yorum getirmeyi doğru bulmadı ve bu konuda bir şey diyemeyeceğini söyledi.
Hadisimizde yeniden diriliş konusunda çok önemli bir bilgi verilmektedir. Toprak, insanın bütün cesedini yiyip tüketecek, ama Efendimiz’in teşbihiyle, bir hardal tanesi gibi olan (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 28) ve dolayısıyla insan bedeninin çekirdeği sayılan acbü’z-zeneb denen kuyruk sokumu çürümeyecektir. Bazı hadislerden öğrendiğimize göre insan acbü’z-zenebden yaratılmıştır; tekrar ondan diriltilip hayat bulacaktır (Müslim, Fiten 142). Kâinattaki her şeyin çürüyüp tükeneceğini, bu sebeple acbü’z-zenebin de çürüyüp yok olacağını söyleyen âlimler vardır. Onlara göre acbü’z-zeneb, uzun süre çürümeden durduğu ve en son çürüyen uzuv olduğu için hiç çürümeyeceğinden bahsedilmiştir.
Acbü’z-zenebin hiç çürümeyeceğinden bahseden hadisler son derece güvenilir ve sağlamdır. Bu hadisleri zâhirî mânalarıyla kabul etmek istemeyenlerin ise hiçbir geçerli delili yoktur. Demek oluyor ki, İsrâfil aleyhisselâm’ın sûra üflemesiyle bu kâinatta var olan her şey yok olup gidecek, bazı rivayetlerde daha açık olarak belirtildiği üzere, kırk yıl sonra gökten bir nevi hayat suyu yağacak ve sûra ikinci defa üflenecek, bu sesi duyan bütün insanlar, bir hardal tanesini andıran kuyruk sokumu kemiğinden bitkiler gibi yeniden diriltileceklerdir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
  1. Büyük meleklerden olan İsrâfil’in sûra birinci üflemesiyle bütün kâinât yok olacaktır.
  2. Muhtemelen kırk yıl sonra, Allah Teâlâ’nın yağdıracağı bir nevi hayat suyunun ardından İsrâfil sûra ikinci defa üfleyecek, o zaman bütün insanlar, kuyruk sokumu demek olan acbü’z-zenebdeki küçücük bir kemikten, bitkiler gibi yeniden diriltileceklerdir.
Kaynak: Erkam Yayınları, Riyâzü’s-sâlihîn
Zümer Suresi, Ayet 68:
"Ve sûra üflenmiştir. Göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır. Ancak Allah'ın dilediği müstesna. Sonra ona bir daha üflenmiştir. Bu defa da hep onlar kalkmışlar bakıyorlardır."

Ayetin Açıklaması:

Ayette geçen "sa'ika" fiili tefsirlerde çoğunlukla "korkudan düşüp ölecek" şeklinde yorumlanmıştır. (meselâ bk. Râzî, XXVII, 18; Şevkânî, IV, 544) Sûrun etkisinden istisna edilenlerin, Cebrail, Mikâİl ve Azrail isimli büyük melekler olduğu belirtilir; bazı rivayetlerde bunlara Rıdvan isimli melek ile Arş'ı taşıyanlar, cennet ve cehennemde bekçilik görevi yapanlar gibi başka melekler de ilave edilmiştir. (bk. Kurtubî, XV, 268-269; Şevkânî, IV, 544) (Bk. Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu: IV/550.)

İlgili Hadisler:

«İki Üfürme Arası Kırk...dır.»

Bunun üzerine Ebû Hüreyre (R.A.)den soruldu :

—  Kırk gün müdür?

—  Bilmiyorum, dedi.

—  Kırk yıl mıdır?

—  Bilmiyorum, dedi.

—  Kırk ay mıdır?

—  Bilmiyorum, dedi.

«Artık insanın her yanı çürüyüp ufalanacak, ancak kuyruk sokumundaki (küçücük bilyamsı) kemik çürümeyecektir. İnsanlar o kemikten oluşup meydana gelecek.» (Buharî/tefsîr:  3/39, 1/78- Müslim/fiten: 141)

Yine Ebû Hüreyre (R.A.)'ın rivayetine göre, Resûlüllah (A.S.) şöyle buyurmuştur:

«Melek Cebrail'e, 68. âyette «Allah'ın dilediğinden başka» sözünden maksat kimlerdir? diye sorduğumda, «onlar şehitlerdir...» diye cevap verdi.» (Ebû Ya'lâ/hadîs zayıftır.) (bk. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 10/5278.)

Neml Suresi, Ayet 87– 89:

87. Sûr'a üfürüldüğü gün Allah'ın diledikleri müstesna göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılır. Hepsi boyunları bükük olarak O'na gelirler.

88. Sen dağları görürsün de, yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah'ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.

89. Kim iyilikle gelirse, ona daha iyisi verilir ve onlar o gün korkudan da emin kalırlar.

İlgili Ayetin Açıklaması:

Sûr'a üfürüldüğü gün, büyük kıyamet!

SÛR, bazıları bunu "vâv" harfinin fethi ile "suver" gibi "suret" kelimesinin çoğulu, nefhi de suretlere ruh üflemek diye kabul etmişlerdir. Eğer böyle olsaydı zamirinde denilmesi gerekirdi. Halbuki diğer bir âyette "Sonra, ona bir daha üflenince" (Zümer, 39/68) diye müfred müzekker zamiri gönderildiğinden bu mânâ doğru olamaz. Bazıları da bunu temsilî kabul etmişler, ölülerin kabirlerinden mahşere çağırılışları halini bir orduyu harekete geçirmek için boru çalınması haline benzetmek suretiyle temsili istiare yapıldığını söylemişlerdir.

Tefsircilerin çoğuna göre ise bazı hadislerde rivayet edildiği üzere Sûr, büyük boru gibi bir şeydir ki, üç defa üfürülecektir:
Birincisi, "nefha-i feza',"yani dayanamama, korku üfürmesi.
İkincisi, "nefha-i saık" yani yok olma üfürmesi.
Üçüncüsü ise "nefha-i kıyam", yani kalkma üfürmesidir.
Ve buna memur olan melek İsrafil'dir. Bu âyette açıklandığı üzere birincisi olan nefha-i feza'da göklerde ve yerde kim varsa, yüce Allah'ın dilediklerinden başkası, hep dehşetten sarsılacak.

Zümer Sûresi'ndeki "Sûr'a üflenince, Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzeri göklerde ve yerde, kim varsa düşüp ölmüş olacaktır." (Zümer, 39/68) âyeti gereğince ikinci olan nefha-i saık'ta ise Allah'ın dilediklerinden başka hepsi yıkılıp ölecek. "Sonra ona bir defa daha üflenince, hemen ayağa kalkıp bakakalacaklar." (Zümer, 39/68) ve "Bir de ne göresin! Onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rabblerine giderler." (Yasin, 36/51) âyetleri gereğince üçüncüsü olan nefha-i kıyamda kabirlerinden kalkıp mahşere koşuşacaklardır.

Tirmizî'nin Ebu Saîd-i Hudrî (r.a) den rivayet edip hasen dediği hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.v): "Nasıl zevk ve neşe içinde olurum, Sûr sahibi boruyu ağzına almış, ne zaman üfürmesi emredilecek diye izin bekliyor." buyurmuştu. Bu, ashabı kirama pek ağır geldi. O zaman Peygamber Efendimiz:

" "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir." (Âli İmran, 3/173) deyiniz" buyurdu.

FEZA: Korkunç bir şeyden insanda meydana gelen tutukluk ve ürkeklik, yani şiddetli korku ile sarsılıp belinlemek demektir. Ancak Allah'ın dilediği kimseler müstesna olarak korkudan emindirler. Bunların kim olduğu hakkında değişik sözler söylenmiş ise de kesin bir bilgi yoktur. En uygunu, bundan sonraki ikinci âyette "Ve onlar o gün korkudan da emin kalırlar." (Neml, 27/89) ifadesinin, bunun bir açıklaması şeklinde olmasıdır.

Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır. Her kim bir iyilikle gelirse ona ondan daha hayırlısı var, hem onlar o iyilikle gelenler o günkü bir feza'dan, yani o üfürülme günü veya tekrar dirilme günü dehşetli bir korkudan emin kalırlar. (bk. Elmalılı Tefsiri)

"Sur'a üfürüldüğü gün, Allah'ın diledikleri bir yana göklerde olanlar da korku içinde kalırlar. Hepsi Allah'a boyun eğmiş olarak gelirler."
(en-Neml, 27/87) âyeti Sur'un varlığına bir delildir. Bunun dışında Hz. Peygamber (asm)'den nakledilen bazı hadisler onun mahiyetini ayrıntılı bir şekilde açıklar.

Ebû Ya'la el-Mavsıli'nin Müsned adlı hadis kitabında Ebû Hüreyre (r.a)'den nakledilen bir hadis-i şerif Sur'u açıklar: Ebû Hüreyre der ki: Bir gün Peygamber (s.a.s) bizimle oturuyor sohbet ediyordu. Etrafında sahabelerden büyük bir topluluk vardı. Bize şöyle dedi: "Yüce Allah gökleri yarattıktan sonra, Sur'u yarattı. Ve onu İsrâfil (a.s)'a verdi. İsrâfil ağzını Sur'a dayamış ve gözlerini de Arş'a dikmiştir. Sur'a üfürmesi için verilen emri beklemektedir." Ebû Hüreyre diyor ki; ben, "Ey Allah'ın Rasûlü Sur nedir?" diye sordum. O da, "Boynuza benzeyen bir alettir." diye cevap verdi. Ben yine, "O nasıl bir şeydir?" diye sordum. O da, "O, çok büyük bir şeydir. Beni hakkı tebliğ etmek üzere gönderen Yüce Allah'a yemin olsun ki, yerler ve gökler onun yanında küçük kalır. Hepsi onun içine sığabilir." diye cevap verdi... Bu hadisi şerif uzayıp gidiyor. Ayrıntısıyla her şeyi açıklıyor. Bu hadise göre:

Sur'a üfürülüş üç kez olacak. Birinci üfürüşte korku ve dehşetten bütün yaratıklar sarsılacak. İkinci üfürülüşte bütün kâinat alt üst olup, bütün canlılar ölecek. Allah yeni bir düzen (ahiret yurdu) kurup hesap günü gelince, üçüncü bir üfürülüşle bütün ölülerin ruhlan bedenlerine girerek yeniden dirilecekler. Ve ardından hesap, kitap, mizan, şefaat, sırat, Cennet, Cehennem... kıyamet olayları olacak.

Kur'ân-ı Kerim Sur'un üfürülüşü anında yaşanacak dehşeti, Tekvir, İnfitar, İnşikak ve daha başka sürelerde genişçe haber vermektedir:

"O gün güneş dürülür, yıldızlar kararıp dökülür, dağlar yürütülür, en değer verilen on aylık develer terkedilir, denizler kaynatılır" (et-Tekvir, 81/1-4,6);

"Gök yarılır, yıldızlar etrafa saçılır, denizler akıtılır" (el-İnfitar, 82/1-3);

"Gök yarılıp Rabbinin emrine boyun eğer, yer uzatılır, içinde olanları atıp tamamen boşalır ve Rabbine boyun eğer." (el-İnşikak, 83/1-4); "Büyük bir gürültü koparır, o gün insanlar ateş etrafında çırpınıp dökülen pervaneler gibi olur, dağlar atılmış renkli yüne benzer." (el-Karia, 101/1-5);

"Yer dehşetle sarsılır, ağırlıklarını dışarıya, çıkarır ve insan, "ne oluyor" diye korkusunu dile getirir" (ez-Zilzâl, 99/1-3); "O gün bir sarsıntı sarsar, peşinden bir diğeri gelir kalpler titrer, insanların gözleri yere döner ve "biz ufalmış kemik olduğumuz zaman eski halimize mi döneceğiz" (yoksa). O takdirde bu zararına bir dönüştür diye düşünecekler. Tek bir çığlıkla hepsi bir düzlüğe dökülecekler" (en-Nâziat, 79/6-14); "Surâ üfürüldüğü gün herkes bölük bölük gelecek, gökler kapı kapı açılacak, dağlar yürütülüp serap olacak" (en-Nebe; 78/18-20); "Yıldızların ışığı giderilecek, gök yarılacak, dağlar pamuk gibi atılacak" (el-Mürselât, 77/8-10); "Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın bir araya getirildiği zaman insan "kaçacak yer neresi" diyecek, ama sığınak yoktur o gün." (el-Kıyâmet, 75/7-11); "Arslandan ürkerek kaçan yabani merkeplere benzerler" (el-Müddessir, 74/50-51); "Yer yüzü ve dağlar sarsılır, dağlar yumuşak kum yığını hâline gelir" (el-Müzzemmil, 73/14);

"Gökyüzü erimiş maden gibi olur, dağlar da atılmış pamuğa döner; hiçbir dost dostunu soramaz." (el-Meâric, 70/8-10); "Sarsıntıyı gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür, insanlar adeta sarhoş gibidir. Onlar sarhoş değildir ama Allah'ın azabının şiddeti onları o hâle koyar." (el-Hac 22/1-2).

Ölü bedenlere ruhların verileceği üçüncü üfürülüş anında ise, "Gözleri dalgın dalgın, çekirgeler gibi yayılmış olarak, o çağırana koçarak kabirlerinden çıkarlar. Kafirler 'bu ne zorlu bir gün' derler." (el-Kamer, 51/8-9). "Kabirlerinden çabuk çabuk çıkacakları gün, gözleri dönmüş, yüzlerini zillet bürümüş olarak sanki dikili taşlara doğru koşarlar. İşte bu, söz verilmiş olan gündür." (el-Mearic, 70/43-44).

Yukarıdaki hadis-i şerifte Hz. Peygamberimize (asm); Sur'a üfürüldüğü gün, Allah'ın diledikleri bir yana, göklerde olanlar da yerde olanlar da korku içinde kalırlar. Hepsi Allah'a boyunları bükülmüş olarak gelirler" (en-Neml, 27/87) âyetindeki Âllah'ın diledikleri bir yana" kelamı ile kastedilen kişilerin kimler olduğu Ebu Hüreyre tarafından soruldu. Rasûlüllah cevaben: "Onlar şehidlerdir. Çünkü şehidler Yüce Allah'ın katında diridirler. Allah onları, kıyamet gününün dehşetinden, korku ve endişesinden korumuştur. O günün korku ve endişesi sadece inanmayan âsi ve günâhkâr kullar içindir" karşılığını verdi. Peygamberimiz daha sonra kıyâmet ve sur konusunda özetle şu bilgileri verdi:

"Bütün canlılar öldükten sonra ölüm meleği Azrâil Allah'ın huzuruna çıkar ve Ey Allah'ım, yaşamasını dilediğin kimselerden başka, yerde ve gökte canlı olarak yarayan bütün varlıklar öldü, der. Allah ise, geride kalanları herkesten daha iyi bildiği halde, ölüm meleğine "Geride canlı kalan kimse var mıdır?" diye sorar. Azrâil, Ey Allah'ım, ölmeyen ve daima diri olan Zât-ı Celâlin kaldı. Sen bâkisin ve dirisin. Bir de kalmasını dilediğin Arş'ı ayakta tutan melekler, Cebrâil, Mikâil ve ben kaldım " cevabını verir. Daha sonra Allah'ın emriyle geride kalan melekler de ölür, Azrâile dönen Yüce Allah Ey meleğim, sen de diğer yaratıklarım gibisin. Bütün yaratıklarım öldü, sana ihtiyaç kalmadı. Yaratan ve öldüren benim. Artık sen de öl" buyurur ve Azrâil de ölür. Sonra Yüce Allah "Bugün mülk kimindir?" diye seslenecek ama cevap verecek hiç bir canlı olmayacak; cevabı Allah kendisi verecektir. "Bugün mülk, tek ve herşeye gücü yeten Allah'ındır?"
Yüce Allah, yerleri ve gökleri değiştirecek, yeni bir âlem yaratacak, her yer dümdüz olacak. Allah'ın seslenmesiyle bütün varlıklar tekrar eski haline gelecek; yerin altındakiler altta, üstündekiler üstte olmak üzere dirilme anını bekleyecekler. Allah'ın emriyle gökler kırk gün yağmur yağdıracak, her taraf sularla kaplanacak. Ardından Allah cesetlere yeniden dirilmelerini emredecek. Cesetler bitkilerin yeşermesi gibi yerden çıkacak. Bu arada Cebrâil ve Mikâil de yeniden diriltilecek. Ardından Allah bütün ruhları çağıracak. O gün mü'min ruhlar ışık hâlinde, kâfirlerinki ise karanlık halde gelir. Allah bu ruhları Sur'a doldurup İsrafile emreder. İsrafil emri yerine getirir ve Sur'u üfler. Surdan çıkan ruhlar yerle gök arasını doldurur; ardından Allah, her ruhun kendi cesedine girmesini emreder. Ruhların cesetlere girmesinden sonra yer yarılır ve herkes kabrinden çıkıp ilâhî huzura doğru yürümeye başlar. "Gözleri dalgın dalgın, çekirgeler gibi yayılmış olarak o çağırana kabirlerinden koşarak çıkarlar." (el-Kamer, 54/8).

Buna göre Sur, İsrâfil (a.s)'ın kıyâmet anında canların toptan öldürülmesi, kainatın düzeninin bozulması, ardından yeni bir âlemin kurulması ve nihâyet canlıların tekrar dirilmeleri için toplam üç kez üfleyeceği, mahiyetini bilmediğimiz, dünyadaki aletlere benzemeyen, ancak hadislerde boru diye tanımlanan bir âlettir. (bk. Fedakar KlZMAZ, Şamil İslam Ansiklopedisi)

 
الكتب » مُحَمَّدُ بْنُ نَصْرِ اللَّهِ بْنِ عَلِيِّ بْنِ هِبَةِ ... » مُحَمَّدُ بْنُ نَصْرِ اللَّهِ بْنِ عَلِيِّ بْنِ هِبَةِ ...

رقم الحديث: ٣٠٤.


(حديث قدسي) حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدَةَ الضَّبِّيُّ ، حَدَّثَنَا دَاوُدُ بْنُ حَمَّادِ بْنِ الْفُرَافِصَةِ أَبُو حَاتِمٍ ، حَدَّثَنَا عَبْدَةُ بْنُ سُلَيْمَانَ الرُّؤَاسِيُّ ، حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ رَافِعٍ ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ يَزِيدَ ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ كَعْبٍ ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، قَالَ : حَدَّثَنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ فِي طَائِفَةٍ مِنْ أَصْحَابِهِ ، فَقَالَ : " إِنَّ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى لَمَّا فَرَغَ مِنْ خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ ، خَلَقَ الصُّورَ فَأَعْطَاهُ إِسْرَافِيلَ عَلَيْهِ السَّلامُ فَهُوَ وَاضِعُهُ عَلَى فِيهِ شَاخِصٌ بَصَرُهُ إِلَى الْعَرْشِ يَنْتَظِرُ مَتَى يُؤْمَرُ ، فَقَالَ أَبُو هُرَيْرَةَ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، وَمَا الصُّورُ ؟ قَالَ : الْقَرْنُ ، قُلْتُ : كَيْفَ هُوَ ؟ قَالَ : عَظِيمٌ وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ ، إِنَّ عِظَمَ دَارَةٍ فِيهِ كَعَرْضِ السَّمَاوَاتِ ، وَقَالَ غَيْرُهُ : إِنَّهُ قَالَ : وَالأَرْضِ ، يَنْفُخُ فِيهِ ثَلاثَ نَفَخَاتٍ ، الأُولَى : نَفْخَةُ الْفَزَعِ وَالثَّانِيَةُ : نَفْخَةُ الصَّعْقِ ، وَالثَّالِثَةُ : نَفْخَةُ الْقِيَامِ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ ، يَأْمُرُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ إِسْرَافِيلَ بِالنَّفْخَةِ الأُولَى ، فَيَقُولُ لَهُ : انْفُخُ نَفْخَةَ الْفَزَعِ فَيَفْزَعُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ إِلا مَنْ شَاءَ اللَّهُ ، ويَأْمُرُهُ فَيُدِيمُهَا وَيُطَوِّلُهَا فَلا يَفْتُرُ ، وَهِيَ الَّتِي يَقُولُ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى : وَمَا يَنْظُرُ هَؤُلاءِ إِلا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ سورة ص آية 15 ، فَيُسَيِّرُ اللَّهُ الْجِبَالَ فَتَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ ، ثُمَّ تَكُونُ تُرَابًا ، وَتَرْتَجُّ الأَرْضُ بِأَهْلِهَا رَجًّا ، وَهِيَ الَّتِي يَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ : يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُ { 6 } تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُ { 7 } قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌ سورة النازعات آية 6-8 ، فَتَكُونُ الأَرْضُ كَالسَّفِينَةِ الْمُرْتَفِعَةِ فِي الْبَحْرِ تَضْرِبُهَا الأَمْوَاجُ تُكْفَأُ بِأَهْلِهَا ، وَكَالْقِنْدِيلِ الْمُعَلَّقِ بِالْعَرْشِ تُرَجِّحُهُ الأَرْوَاحُ ، فَيَبِيدُ النَّاسُ عَنْ ظَهْرِهَا فَتَذْهَلُ الْمَرَاضِعُ ، وَتَضَعُ الْحَوَامِلُ ، وَيَشِيبُ الْوِلْدَانُ ، وَتَطِيرُ الشَّيَاطِينُ هَارِبَةً حَتَّى تَأْتِيَ الأَقْطَارَ ، فَتَلَقَّاهَا الْمَلائِكَةُ فَتَضْرِبُ وُجُوهَهَا ، وَيُوَلِّي النَّاسُ مُدْبِرِينَ ، فَبَيْنَا هُمْ عَلَى ذَلِكَ إِذْ تَصَدَّعَتِ الأَرْضُ فَانْصَدَعَتْ مِنْ قُطْرٍ إِلَى قُطْرٍ فَرَأَوْا أَمْرًا عَظِيمًا ، فَأَخَذَهُمْ لِذَلِكَ مِنَ الْكَرْبِ مَا اللَّهُ بِهِ عَلِيمٌ ، ثُمَّ نَظَرُوا إِلَى السَّمَاءِ فَإِذَا هِيَ كَالْمُهْلِ ، ثُمَّ انْشَقَّتْ مِنْ قُطْرٍ إِلَى قُطْرٍ ، ثُمَّ انْخَسَفَتْ شَمْسُهَا وَقَمَرُهَا ، وَتَنَاثَرَتْ نُجُومُهَا ، ثُمَّ كُشِطَتِ السَّمَاءُ عَنْهُمْ ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : وَالأَمْوَاتُ لا يَعْلَمُونَ بِشَيْءٍ مِنْ ذَلِكَ ، قَالَ أَبُو هُرَيْرَةَ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، فَمَنِ اسْتَثْنَى اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ حِينَ يَقُولُ : فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِي الأَرْضِ إِلا مَنْ شَاءَ اللَّهُ سورة النمل آية 87 ؟ قَالَ : أُولَئِكَ الشُّهَدَاءُ ، وَهُمْ أَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ ، وَإِنَّمَا يَصِلُ الْفَزَعُ إِلَى الأَحْيَاءِ ، فَوَقَاهُمُ اللَّهُ فَزَعَ ذَلِكَ الْيَوْمِ وَأَمَّنَهُمْ مِنْهُ ، وَهُوَ عَذَابُ اللَّهِ يَبْعَثُهُ عَلَى شِرَارِ خَلْقِهِ ، وَهُوَ الَّذِي يَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ : يَأَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظِيمٌ { 1 } يَوْمَ تَرَوْنَهَا تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّا أَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وَتَرَى النَّاسَ سُكَارَى وَمَا هُمْ بِسُكَارَى وَلَكِنَّ عَذَابَ اللَّهِ شَدِيدٌ سورة الحج آية 1-2 فَيَمْكُثُونَ فِي ذَلِكَ الْبَلاءِ مَا شَاءَ اللَّهُ إِلا أَنَّهُ يَطُولُ ذَلِكَ ، ثُمَّ يَأْمُرُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ إِسْرَافِيلَ فَيَأْمُرُهُ بِنَفْخَةِ الصَّعْقِ ، فَيَنْفُخُ نَفْخَةَ الصَّعْقِ ، فَيَصْعَقُ أَهْلُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ إِلا مَنْ شَاءَ اللَّهُ فَإِذَا هُمْ خَمَدُوا ، جَاءَ مَلَكُ الْمَوْتِ عَلَيْهِ السَّلامُ إِلَى الْجَبَّارِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى ، فَيَقُولُ : يَا رَبِّ ، قَدْ مَاتَ أَهْلُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ إِلا مَنْ شِئْتَ . فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ وَهُوَ أَعْلَمُ : فَمَنْ بَقِيَ ؟ فَيَقُولُ : يَا رَبِّ بَقِيتَ أَنْتَ الْحَيُّ الَّذِي لا تَمُوتُ وَبَقِيَ حَمَلَةُ عَرْشِكَ ، وَبَقِيَ جِبْرِيلُ ، وَمِيكَائِيلُ وَأَنَا . فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ : لِيَمُتْ جِبْرِيلُ ، وَمِيكَائِيلُ . فَيَتَكَلَّمُ الْعَرْشُ ، فَيَقُولُ : يَا رَبِّ ، تُمِيتُ جِبْرِيلَ ، وَمِيكَائِيلَ ؟ ، فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ : اسْكُتْ ، إِنِّي كَتَبْتُ عَلَى كُلِّ مَنْ تَحْتَ عَرْشِي الْمَوْتَ . فَيَمُوتَانِ ، وَيَأْتِي مَلَكُ الْمَوْتِ عَلَيْهِ السَّلامُ إِلَى الْجَبَّارِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى فَيَقُولُ : قَدْ مَاتَ جِبْرِيلُ ، وَمِيكَائِيلُ فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ وَاللَّهُ أَعْلَمُ : فَمَنْ بَقِيَ ؟ فَيَقُولُ : يَا رَبِّ ، بَقِيتَ أَنْتَ الْحَيُّ الَّذِي لا تَمُوتُ وَبَقِيَ حَمَلَةُ عَرْشِكَ وَبَقِيَتُ أَنَا ، فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ : لِيَمُتْ حَمَلَةُ عَرْشِي ، فَيَمُوتُونَ ، ثُمَّ يَأْتِي مَلَكُ الْمَوْتِ إِلَى الْجَبَّارِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى فَيَقُولُ : يَا رَبِّ ، قَدْ مَاتَ حَمَلَةُ عَرْشِكَ . فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ وَهُوَ أَعْلَمُ : فَمَنْ بَقِيَ ؟ فَيَقُولُ : يَا رَبِّ بَقِيتَ أَنْتَ الْحَيُّ الَّذِي لا تَمُوتُ وَبَقِيتُ أَنَا ، فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ لَهُ : أَنْتَ خَلْقٌ مِنْ خَلْقِي ، خَلَقْتُكَ لِمَا رَأَيْتَ فَمُتْ . فَيَمُوتُ ، فَإِذَا لَمْ يَبْقَ إِلا اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى الْوَاحِدُ الأَحَدُ الصَّمَدُ لَيْسَ بِوَالِدٍ وَلا وَلَدٍ كَانَ آخِرًا كَمَا كَانَ أَوَّلا قَالَ : لا مَوْتَ عَلَى أَهْلِ الْجَنَّةِ ، وَلا مَوْتَ لأَهْلِ النَّارِ ، ثُمَّ يَطْوِي اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ كَطَيِّ السِّجِلِّ ، ثُمَّ دَحَاهَا ، ثُمَّ يَلْفُفُهَا ، ثُمَّ قَالَ : أَنَا الْجَبَّارُ ، ثُمَّ هَتَفَ بِصَوْتِهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى وَتَقَدَّسَ ، فَقَالَ : لِمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ سورة غافر آية 16 ؟ ثُمَّ قَالَ : لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ سورة غافر آية 16 ، ثُمَّ نَادَى أَلا مَنْ كَانَ لِي شَرِيكًا فَلْيَأْتِ ، أَلا مَنِ الَّذِيِ كَانَ لِي شَرِيكًا ؟ أَلا مَنِ الَّذِيِ كَانَ لِي شَرِيكًا فَلْيَأْتِ ؟ فَلا يَأْتِيهِ أَحَدٌ ، ثُمَّ يُبَدِّلُ اللَّهُ السَّمَاءَ وَالأَرْضَ غَيْرَ الأَرْضِ ، فَيَبْسُطُهَا وَيُسْطِحُهَا وَيَمُدُّهَا مَدَّ الأَدِيمِ الْعُكَاظِيِّ لا تَرَى فِيهَا عِوَجًا وَلا أَمْتًا ، ثُمَّ يَزْجُرُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ الْخَلْقَ زَجْرَةً ، فَإِذَا هُمْ فِي هَذِهِ الْمُبَدَّلَةِ فِي مِثْلِ مَوَاضِعِهِمْ مِنَ الأَوَّلِ فِي بَطْنِهَا وَعَلَى ظَهْرِهَا ، ثُمَّ يُنْزِلُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ عَلَيْكُمْ مَاءً مِنْ تَحْتِ الْعَرْشِ يُقَالُ لَهُ الْحَيَوَانُ فَتُمْطِرُ السَّمَاءُ عَلَيْكُمْ أَرْبَعِينَ يَوْمًا حَتَّى يَكُونَ الْمَاءُ فَوْقَكُمُ اثْنَيْ عَشَرَ ذِرَاعًا ، وَيَأْمُرُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ الأَجْسَادَ أَنْ تَنْبُتَ ، فَتَنْبُتَ كَنَبَاتِ الطَّرَاثِيثِ وَكَنَبَاتِ الْبَقْلِ ، حَتَّى إِذَا تَكَامَلَتْ أَجْسَادُهُمْ فَكَانَتْ كَمَا كَانَتْ قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ : لِيَحْيَ حَمَلَةُ عَرْشِي . فَيَحْيَوْنَ فَيَأْمُرُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ إِسْرَافِيلَ عَلَيْهِ السَّلامُ فَيَأْخُذُ الصُّورَ ، ثُمَّ يَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ : لِيَحْيَ جِبْرِيلُ ، وَمِيكَائِيلُ . فَيَحْيَيَانِ ، ثُمَّ يَدْعُو اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ الأَرْوَاحَ فَيُؤْتَى بِهَا تَتَوَهَّجُ أَرْوَاحُ الْمُسْلِمِينَ نُورًا وَالأُخْرَى ظُلْمَةً ، ثُمَّ يُلْقِيهَا اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ فِي الصُّورِ ، ثُمَّ يَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ لإِسْرَافِيلَ : انْفُخْ نَفْخَةَ الْبَعْثِ . فَتَخْرُجُ الأَرْوَاحُ كَأَنَّهَا النَّحْلُ قَدْ مَلأَتْ مَا بَيْنَ السَّمَاءِ وَالأَرْضِ ، فَيَقُولُ الْجَبَّارُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى : وَعِزَّتِي وَجَلالِي لَيَرْجِعَنَّ كُلُّ رُوحٍ إِلَى جَسَدِهِ ، فَتَدْخُلُ الأَرْوَاحُ فِي الأَرْضِ عَلَى الأَجْسَادِ ، ثُمَّ تَدْخُلُ فِي الْخَيَاشِيمِ فَتَمْشِي فِي الأَجْسَادِ كَمَشْيِ السُّمِّ فِي اللَّدِيغِ ، ثُمَّ تَنْشَقُّ الأَرْضُ عَنْكُمْ ، وَأَنَا أَوَّلُ مَنْ تَنْشَقُّ عَنْهُ الأَرْضُ ، فَتَخْرُجُونَ سِرَاعًا إِلَى رَبِّكُمْ تَنْسِلُونَ ، كُلُّكُمْ عَلَى سِنِّ الثَّلاثِينَ وَاللِّسَانُ يَوْمَئِذٍ سُرْيَانِيُّ سِرَاعًا إِلَى رَبِّكُمْ تَنْسِلُونَ مُهْطِعِينَ إِلَى الدَّاعِ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هَذَا يَوْمٌ عَسِرٌ سورة القمر آية 8 ، ذَلِكَ يَوْمُ الْخُرُوجِ وَحَشَرْنَاكُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْكُمْ أَحَدًا ، فَيُوقَفُونَ فِي مَوْقِفٍ وَاحِدٍ مِقْدَارَ سَبْعِينَ عَامًا لا يُنْظَرُ إِلَيْكُمْ وَلا يُقْضَى بَيْنَكُمْ ، فَتَبْكِي الْخَلائِقُ حَتَّى يَنْقَطِعَ الدَّمْعُ ، ثُمَّ يَدْمَعُونَ دَمًا وَيَغْرَقُونَ حَتَّى يَبْلُغَ ذَلِكَ مِنْهُمُ الأَذْقَانَ أَوْ يُلْجِمَهُمْ ، ثُمَّ يَضِجُّونَ فَيَقُولُونَ : مَنْ يَشْفَعُ لَنَا إِلَى رَبِّنَا لِيَقْضِيَ بَيْنَنَا ؟ فَيَقُولُونَ : وَمَنْ أَحَقُّ بِذَلِكَ مِنْ أَبِيكُمْ آدَمَ ، خَلَقَهُ اللَّهُ بِيَدِهِ وَنَفَخَ فِيهِ مِنْ رُوحِهِ وَكَلَّمَهُ قُبُلا ، فَيُؤْتَى آدَمُ فَيُطْلَبُ ذَلِكَ إِلَيْهِ فَيَأْبَى ، ثُمَّ يَسْتَبِقُونَ إِلَى الأَنْبِيَاءِ نَبِيًّا نَبِيًّا ، كُلَّمَا جَاءُوا نَبِيًّا أَبَى ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : حَتَّى يَأْتُونِي ، فَإِذَا جَاءُونِي انْطَلَقْتُ حَتَّى آتِيَ الْفَحْصَ فَأَخِرَّ قُدَّامَ الْعَرْشِ سَاجِدًا حَتَّى يَبْعَثَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ إِلَيَّ مَلَكًا فَيَأْخُذَ بِعَضُدِي فَيَرْفَعَنِي ، قَالَ أَبُو هُرَيْرَةَ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، وَمَا الْفَحْصُ ؟ قَالَ : قُدَّامَ الْعَرْشِ ، فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ : مَا شَأْنُكَ يَا مُحَمَّدُ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ؟ وَهُوَ أَعْلَمُ ، فَأَقُولُ : يَا رَبِّ وَعَدْتَنِي الشَّفَاعَةَ فَشَفِّعْنِي فِي خَلْقِكَ ، وَاقْضِ بَيْنَهُمْ ، فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ : قَدْ شَفَّعْتُكَ ، أَنَا آتِيكُمْ فَأَقْضِي بَيْنَكُمْ ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : فَأَرْجِعُ فَأَقِفُ مَعَ النَّاسِ ، فَبَيْنَا نَحْنُ وُقُوفٌ سَمِعْنَا حِسًّا مِنَ السَّمَاءِ شَدِيدًا فَهَالَنَا فَنَزَلَ أَهْلُ السَّمَاءِ الدُّنْيَا بِمِثْلَيْ مَنْ فِيهَا مِنَ الْجِنِّ وَالإِنْسِ ، حَتَّى إِذَا دَنَوْا مِنَ الأَرْضِ أَشْرَقَتِ الأَرْضُ بِنُورِهِمْ وَأَخَذُوا مَصَافَّهُمْ وَقُلْنَا لَهُمْ : أَفِيكُمْ رَبُّنَا ؟ قَالُوا : لا وَهُوَ آتٍ ، ثُمَّ يَنْزِلُ أَهْلُ السَّمَاءِ الثَّانِيَةِ بِمِثْلَيْ مَنْ نَزَلَ مِنَ الْمَلائِكَةِ وَمِثْلَيْ مَنْ فِيهَا مِنَ الْجِنِّ وَالإِنْسِ ، حَتَّى إِذَا دَنَوْا مِنَ الأَرْضِ أَشْرَقَتِ الأَرْضُ بِنُورِهِمْ وَأَخَذُوا مَصَافَّهُمْ ، وَقُلْنَا لَهُمْ : أَفِيكُمْ رَبُّنَا ؟ قَالُوا : لا وَهُوَ آتٍ ، ثُمَّ يَنْزِلُ أَهْلُ السَّمَاءِ الثَّالِثَةِ بِمِثْلَيْ مَنْ نَزَلَ مِنَ الْمَلائِكَةِ وَمِثْلَيْ مَنْ فِيهَا مِنَ الْجِنِّ وَالإِنْسِ ، حَتَّى إِذَا دَنَوْا مِنَ الأَرْضِ أَشْرَقَتِ الأَرْضُ بِنُورِهِمْ وَأَخَذُوا مَصَافَّهُمْ وَقُلْنَا لَهُمْ : أَفِيكُمْ رَبُّنَا ؟ قَالُوا : لا وَهُوَ آتٍ ، ثُمَّ يَنْزِلُونَ عَلَى قَدْرِ ذَلِكَ مِنَ التَّضْعِيفِ حَتَّى يَنْزِلَ الْجَبَّارُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى فِي ظُلَلٍ مِنَ الْغَمَامِ وَالْمَلائِكَةِ يَحْمِلُ عَرْشَهُ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَةٌ ، وَهُمُ الْيَوْمَ أَرْبَعَةٌ ، أَقْدَامُهُمْ عَلَى تُخُومِ الأَرْضِ السُّفْلَى ، وَالأَرْضُونَ وَالسَّمَاوَاتُ إِلَى حُجُزِهِمْ عَلَى مَنَاكِبِهِمْ ، لَهُمْ زَجَلٌ بِالتَّسْبِيحِ ، وَتَسْبِيحُهُمْ أَنْ يَقُولُوا : سُبْحَانَ ذِي الْمُلْكِ وَالْمَلَكُوتِ ، سُبْحَانَ ذِي الْعِزِّ وَالْجَبَرُوتِ ، سُبْحَانَ الْحَيِّ الَّذِي لا يَمُوتُ ، سُبْحَانَ الَّذِي يُمِيتُ الْخَلائِقَ وَلا يَمُوتُ ، سُبُّوحٌ قُدُّوسٌ رَبُّ الْمَلائِكَةِ وَالرُّوحِ ، قُدُّوسٌ قُدُّوسٌ ، سُبْحَانَ رَبِّنَا الأَعْلَى ، سُبْحَانَ ذِي الْمَلَكُوتِ وَالْجَبَرُوتِ وَالْكِبْرِيَاءِ وَالسُّلْطَانِ وَالْعَظَمَةِ ، سُبْحَانَهُ أَبَدَ الأَبَدِ . ثُمَّ يَضَعُ اللَّهُ تَعَالَى عَرْشَهُ حَيْثُ يَشَاءُ مِنَ الأَرْضِ ، ثُمَّ يَقُولُ : وَعِزَّتِي وَجَلالِي لا يُجَاوِرُنِي الْيَوْمَ أَحَدٌ بِظُلْمٍ ، ثُمَّ يُنَادِي نِدَاءً يُسْمِعُ الْخَلْقَ فَيَقُولُ : يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالإِنْسِ ، إِنِّي قَدْ أَنْصَتُّ لَكُمْ مُنْذُ يَوْمِ خَلَقْتُكُمْ إِلَى يَوْمِكُمْ هَذَا أُبْصِرُ أَعْمَالَكُمْ وَأَسْمَعُ قَوْلَكُمْ فَأَنْصِتُوا لِي فَإِنَّمَا هِيَ صُحُفُكُمْ وَأَعْمَالُكُمْ تُقْرَأُ عَلَيْكُمْ ، فَمَنْ وَجَدَ خَيْرًا فَلْيَحْمَدِ اللَّهَ وَمَنْ وَجَدَ غَيْرَ ذَلِكَ فَلا يَلُومَنَّ إِلا نَفْسَهُ ، ثُمَّ يَأْمُرُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ جَهَنَّمَ فَيَخْرُجُ مِنْهَا عُنُقٌ سَاطِعٌ مُظْلِمٌ ، ثُمَّ يَقُولُ : وَامْتَازُوا الْيَوْمَ أَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ { 59 } أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَنْ لا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ سورة يس آية 59-60 إِلَى آخِرِ الآيَةِ ، ثُمَّ يَقْضِي اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ بَيْنَ خَلْقِهِ كُلِّهِمْ إِلا الثَّقَلَيْنِ الْجِنَّ وَالإِنْسَ ، يُقِيدُ بَعْضَهُمْ مِنْ بَعْضٍ ، حَتَّى إِنَّهُ لَيُقِيدُ الْجَمَّاءَ مِنْ ذَاتِ الْقَرْنِ ، حَتَّى إِذَا لَمْ تَبْقَ تَبِعَةٌ لِوَاحِدَةٍ عِنْدَ أُخْرَى قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ : كُونِي تُرَابًا ، فَعِنْدَ ذَلِكَ يَقُولُ الْكَافِرُ : يَا لَيْتَنِي كُنْتُ تُرَابًا سورة النبأ آية 40 . ثُمَّ يَقْضِي اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ بَيْنَ الثَّقَلَيْنِ ، فَيَكُونُ أَوَّلُ مَا يَقْضِي فِيهِ الدِّمَاءَ ، فَيُؤْتَى بِالَّذِي كَانَ يَقْتُلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ بِأَمْرِ اللَّهِ وَكِتَابِهِ وَيَأْتِي مَنْ قُتِلَ كُلُّهُمْ تَشْخَبُ أَوْدَاجُهُ دَمًا يَقُولُونَ : يَا رَبَّنَا ، قَتَلَنَا هَذَا ، فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ وَهُوَ أَعْلَمُ : لِمَ قَتَلْتَهُمْ ؟ فَيَقُولُ : يَا رَبِّ ، قَتَلْتُهُمْ لِتَكُونَ الْعِزَّةُ لَكَ ، فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ : صَدَقْتَ فَيَجْعَلُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ وَجْهَهُ مِثْلَ نُورِ الشَّمْسِ ، ثُمَّ تُشَيِّعُهُ الْمَلائِكَةُ إِلَى الْجَنَّةِ ، ثُمَّ يُؤْتَى بِالَّذِي كَانَ يَقْتُلُ فِي الدُّنْيَا عَلَى غَيْرِ طَاعَةِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ وَغَيْرِ أَمْرِ اللَّهِ تَعَزُّزًا فِي الدُّنْيَا ، وَيَأْتِي مَنْ قَتَلَ كُلُّهُمْ يَحْمِلُ رَأْسَهُ تَشْخَبُ أَوْدَاجُهُ دَمًا فَيَقُولُونَ : رَبَّنَا قَتَلَنَا هَذَا ، فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ وَهُوَ أَعْلَمُ : لِمَ قَتَلْتَهُمْ ؟ فَيَقُولُ : يَا رَبِّ قَتَلْتُهُمْ لِتَكُونَ الْعِزَّةُ لِي ، فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ : تَعِسْتَ ، فَيُسَوِّدُ اللَّهُ وَجْهَهُ وَتَزْرَقُّ عَيْنَاهُ ، ثُمَّ لا تَبْقَى نَفْسٌ قَتَلَهَا إِلا قُتِلَ بِهَا ، ثُمَّ يَقْضِي بَيْنَ مَنْ بَقِيَ مِنْ خَلْقِهِ إِنَّهُ لَيُكَلِّفُ يَوْمَئِذٍ شَائِبَ اللَّبَنِ بِالْمَاءِ ثُمَّ يَبِيعُهُ أَنْ يُخَلِّصَ الْمَاءَ مِنَ اللَّبَنِ ، حَتَّى إِذَا لَمْ يَبْقَ لأَحَدٍ عِنْدَ أَحَدٍ تَبِعَةٌ نَادَى مُنَادٍ فَأَسْمَعَ الْخَلْقَ كُلَّهُمْ فَقَالَ : أَلا لِيَلْحَقْ كُلُّ قَوْمٍ بِآلِهَتِهِمْ وَمَا كَانُوا يَعَبْدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ ، وَلا يَبْقَى أَحَدٌ عَبْدَ دُونَ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ شَيْئًا إِلا مَثُلَتْ لَهُ آلِهَةٌ بَيْنَ يَدَيْهِ ، وَيُجْعَلُ يَوْمَئِذٍ مَلَكٌ مِنَ الْمَلائِكَةِ عَلَى صُورَةِ عِيسَى فَيَتَّبِعُهُ النَّصَارَى ، وَيُجْعَلُ مَلَكٌ مِنَ الْمَلائِكَةِ عَلَى صُورَةِ عُزَيْرٍ فَيَتَّبِعُهُ الْيَهُودُ ، ثُمَّ تَقُودُهُمْ آلِهَتُهُمْ إِلَى النَّارِ وَهِيَ الَّتِي يَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ : لَوْ كَانَ هَؤُلاءِ آلِهَةً مَا وَرَدُوهَا وَكُلٌّ فِيهَا خَالِدُونَ سورة الأنبياء آية 99 ، حَتَّى إِذَا لَمْ يَبْقَ إِلا الْمُؤْمِنُونَ فِيهِمُ الْمُنَافِقُونَ ، جَاءَهُمُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ فِيمَا شَاءَ مِنْ هَيْبَتِهِ ، فَقَالَ : يَا أَيُّهَا النَّاسُ الْحَقُوا بِآلِهَتِكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَعَبْدُونَ . فَيَقُولُونَ : وَاللَّهِ مَا لَنَا مِنْ إِلَهٍ إِلا اللَّهُ وَمَا كُنَّا نَعْبُدُ غَيْرَهُ ، ثُمَّ يَنْصَرِفُ عَنْهُمْ وَهُوَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ فَيُثَبِّتُهُمْ فَيَمْكُثُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَمْكُثَ ، ثُمَّ يَأْتِيهِمْ فِيمَا شَاءَ مِنْ هَيْبَتِهِ فَيَقُولُ : يَا أَيُّهَا النَّاسُ ذَهَبَ النَّاسُ فَالْحَقُوا بِآلِهَتِكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَعَبْدُونَ . فَيَقُولُونَ : وَاللَّهِ مَا لَنَا مِنْ إِلَهٍ إِلا اللَّهُ ، وَمَا كُنَّا نَعْبُدُ غَيْرَهُ ، فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ : أَنَا رَبُّكُمْ ، فَيَقُولُونَ : إِنَّا نَعُوذُ بِاللَّهِ مِنْكَ حَتَّى إِنَّهُمْ لَيُهَمُّونَ فَيَقُولُ : هَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ رَبِّكُمْ مِنْ آيَةٍ تَعْرِفُونَهَا ؟ فَيَقُولُونَ : نَعَمْ ، فَيَكْشِفُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ لَهُمْ عَنْ سَاقِهِ ، وَيَتَجَلَّى لَهُمْ مِنْ عَظَمَةِ اللَّهِ مَا يَعْرِفُونَ بِهِ رَبَّهُمْ ، فَيَخِرُّونَ سُجَّدًا فَيَسْجُدُونَ مَا شَاءَ اللَّهُ ، وَيَجْعَلُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ أَصْلابَ الْمُنَافِقِينَ كَصَيَاصِيِّ الْبَقَرِ ، وَيَخِرُّونَ عَلَى أَقْفِيَتِهِمْ ، ثُمَّ يَأْذَنُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ لَهُمْ فَيَرْفَعُونَ ، ثُمَّ يُضْرَبُ بِالصِّرَاطِ فَيُجْعَلُ بَيْنَ ظَهْرَيْ جَهَنَّمَ كَحَدِّ الشَّعَرَةِ أَوْ كَحَدِّ السَّيْفِ عَلَيْهِ كَلالِيبُ وَخَطَاطِيفُ وَحَسَكٌ كَحَسَكِ السَّعْدَانِ دُونَ جَسْرٍ دَحْضٍ ، مُزِلَّةٍ أَوْ مُزْلِقَةٍ ، فَيَمُرُّونَ كَطَرْفِ الْعَيْنِ أَوْ كَلَمْحِ الْبَصَرِ وَكَمَرِّ الرِّيحِ وَكَأَجَاوِيدِ الْخَيْلِ وَكَأَجَاوِيدِ الرِّكَابِ وَكَأَجَاوِيدِ الرِّجَالِ فَنَاجٍ سَالِمٌ ، وَنَاجٍ مَخْدُوشٌ وَمَكْدُوشٌ عَلَى وَجْهِهِ فِي جَهَنَّمَ ، فَيَقَعُ فِي جَهَنَّمَ خَلْقٌ مِنْ خَلْقِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ أَوْبَقَتْهُمْ أَعْمَالُهُمْ ، فَمِنْهُمْ مَنْ تَأْخُذُ قَدَمَيْهِ لا تَجَاوَزُ ذَلِكَ ، وَمِنْهُمْ مَنْ تَأْخُذُ إِلَى نِصْفِ سَاقَيْهِ ، وَمِنْهُمْ مَنْ تَأْخُذُ إِلَى حَقْوَيْهِ وَمِنْهُمْ مَنْ تَأْخُذُ خَدَّهُ أَوْ جَسَدَهُ إِلا صُوَرَهُمْ يُحَرِّمُهَا اللَّهُ تَعَالَى عَلَيْهَا ، فَإِذَا أَفْضَى أَهْلُ الْجَنَّةِ ، قَالُوا : مَنْ يَشْفَعُ لَنَا إِلَى رَبِّنَا لِنَدْخُلَ الْجَنَّةَ ؟ فَيَقُولُونَ : مَنْ أَحَقُّ بِذَلِكَ مِنْ أَبِيكُمْ آدَمَ عَلَيْهِ السَّلامُ خَلَقَهُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ بِيَدِهِ وَنَفَخَ فِيهِ مِنْ رُوحِهِ وَكَلَّمَهُ قُبُلا فَيُؤْتَى آدَمُ فَيُطْلَبُ ذَلِكَ إِلَيْهِ فَيَتَذَكَّرُ ذَنْبًا فَيَقُولُ : مَا أَنَا بِصَاحِبِ ذَلِكَ ، وَلَكِنْ عَلَيْكُمْ بِنُوحٍ فَإِنَّهُ أَوَّلُ رَسُولٍ أَرْسَلَهُ اللَّهُ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، فَيَأْتُونَ نُوحًا فَيُطْلَبُ ذَلِكَ إِلَيْهِ ، فَيَقُولُ : مَا أَنَا بِصَاحِبِ ذَلِكَ وَلَكِنْ عَلَيْكُمْ بِإِبْرَاهِيمَ فَإِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ اتَّخَذَهُ خَلِيلا فَيُؤْتَى إِبْرَاهِيمُ فَيُطْلَبُ ذَلِكَ إِلَيْهِ فَيَقُولُ : مَا أَنَا بِصَاحِبِ ذَلِكَ ، وَلَكِنْ عَلَيْكُمْ بِمُوسَى فَإِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ قَرَّبَهُ نَجِيًّا ، وَأَنْزَلَ عَلَيْهِ التَّوْرَاةَ . فَيُؤْتَى مُوسَى عَلَيْهِ السَّلامُ فَيُطْلَبُ ذَلِكَ إِلَيْهِ فَيَقُولُ : مَا أَنَا بِصَاحِبِ ذَلِكَ ، وَلَكِنْ عَلَيْكُمْ بِرُوحِ اللَّهِ وَكَلِمَتِهِ عِيسَى بْنِ مَرْيَمَ . فَيُؤْتَى عِيسَى فَيُطْلَبُ ذَلِكَ إِلَيْهِ فَيَقُولُ : مَا أَنَا بِصَاحِبِ ذَلِكَ وَلَكِنْ سَأَدُلُّكُمْ عَلَى صَاحِبِ ذَلِكَ عَلَيْكُمْ بِمُحَمَّدٍ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : فَيَأْتُونَنِي وَلِي عِنْدَ رَبِّي ثَلاثُ شَفَاعَاتٍ وَعَدَنِيهِنَّ حَتَّى آتِيَ الْجَنَّةَ فَآخُذَ بِحَلْقَةِ الْبَابِ فَأَسْتَفْتِحَ فَيُفْتَحَ لِي أُحَيَّا وَيُرَحَّبُ بِي ، فَإِذَا دَخَلْتُ الْجَنَّةَ نَظَرْتُ إِلَى رَبِّي عَزَّ وَجَلَّ عَلَى عَرْشِهِ فَخَرَرْتُ سَاجِدًا فَأَسْجُدُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ أَسْجُدَ ، قَالَ : وَيَأْذَنُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ لِي مِنْ حَمْدِهِ وَتَمْجِيدِهِ شَيْئًا مَا أَذِنَ بِهِ لأَحَدٍ مِنْ خَلْقِهِ حَتَّى يَقُولَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ لِي : ارْفَعْ يَا مُحَمَّدُ ، وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ وَسَلْ تُعْطَ ، فَإِذَا رَفَعْتُ رَأْسِي قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ لِي : مَا شَأْنُكَ ؟ وَهُوَ أَعْلَمُ فَأَقُولُ : أَيْ رَبِّ وَعَدْتَنِي الشَّفَاعَةَ فَشَفِّعْنِي فِي أَهْلِ الْجَنَّةِ ، فَيَقُولُ : قَدْ شَفَّعْتُكَ ، قَدْ أَذِنْتُ لَهُمْ بِدُخُولِ الْجَنَّةِ فَيَدْخُلُونَ ، فَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ : وَالَّذِي بَعَثَنِي بِالْحَقِّ مَا أَنْتُمْ فِي الدُّنْيَا بِأَعْرَفَ بِمَسَاكِنِكُمْ وَأَزْوَاجِكُمْ مِنْ أَهْلِ الْجَنَّةِ إِذَا دَخَلُوا الْجَنَّةَ بِمَسَاكِنِهِمْ وَأَزْوَاجِهِمْ ، ثُمَّ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : أُشَفَّعُ فَأَقُولُ : أَيْ رَبِّ مَنْ وَقَعَ فِي النَّارِ مِنْ أُمَّتِي ؟ فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ : اذْهَبُوا فَأَخْرِجُوا مَنْ عَرَفْتُمْ صُورَتَهُ فَأَخْرِجُوهُ مِنَ النَّارِ ، فَيَخْرُجُ أُولَئِكَ حَتَّى لا يَبْقَى أَحَدٌ ، ثُمَّ يَأْذَنُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ فِي الشَّفَاعَةِ فَلا يَبْقَى نَبِيُّ وَلا شَهِيدٌ وَلا مُؤْمِنٌ إِلا يَشْفَعُ إِلا اللَّعَّانَ فَإِنَّهُ لا يُكْتَبُ شَهِيدًا ، وَلا يُؤْذَنُ لَهُ فِي الشَّفَاعَةِ ، فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ : اذْهَبُوا فَمَنْ وَجَدْتُمْ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالَ دِينَارٍ مِنْ إِيمَانٍ فَأَخْرِجُوهُ مِنَ النَّارِ ، ثُمَّ يَقُولُ : ثُلُثَيْ دِينَارٍ ، ثُمَّ يَقُولُ : نِصْفَ دِينَارٍ ، ثُمَّ يَقُولُ : ثُلُثَ دِينَارٍ ، ثُمَّ أَوْ حَتَّى يَقُولَ : قِيرَاطًا ، ثُمَّ يَقُولُ : مَنْ وَجَدْتُمْ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ مِنْ إِيمَانٍ فَأَخْرِجُوهُ ، وَإِنَّ إِبْلِيسَ لَعَنَهُ اللَّهُ يَوْمَئِذٍ لَيَتَطَاوَلُ لِمَا يَرَى مِنْ رَحْمَةِ اللَّهِ رَجَاءَ أَنْ يُشْفَعَ لَهُ ، فَإِذَا لَمْ يَبْقَ أَحَدٌ لَهُ شَفَاعَةٌ إِلا شَفَعَ وَلَمْ يَبْقَ فِي النَّارِ أَحَدٌ عَمِلَ لِلَّهِ خَيْرًا قَطُّ قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ : بَقِيتُ أَنَا وَأَنَا أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ يُدْخِلُ كَفَّهُ فِي جَهَنَّمَ فَيُخْرِجُ مَا لا يُحْصِي عَدَدَهُ أَحَدٌ إِلا هُوَ كَأَنَّهُمْ خُشُبٌ مُحْتَرِقَةٌ ، فَيَبَثُّهُمُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ عَلَى نَهْرٍ يُقَالُ لَهُ نَهْرُ الْحَيَوَانِ فَيَنْبُتُونَ كَمَا تَنْبُتُ الْحَبَّةُ فِي حَمِيلِ السَّيْلِ ، مَا يَلِي الشَّمْسَ أُخَيْضِرٌ وَمَا يَلِي الظِّلَّ مِنْهَا أُصَيْفِرٌ ، فَكَانَتِ الْعَرَبُ إِذَا سَمِعُوا بِذَلِكَ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُونَ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، كَأَنَّكَ كُنْتَ فِي الْبَادِيَةِ . فَيَنْبُتُونَ فِي جِيَفِهِمْ حَتَّى يَكُونُوا أَمْثَالَ الذَّرِّ مَكْتُوبٌ فِي رِقَابِهِمُ الْجَهَنَّمِيُّونَ ، وَعُتَقَاءُ الرَّحْمَنِ يَعْرِفُهُمْ أَهْلُ الْجَنَّةِ بِذَلِكَ الْكِتَابِ فَيَمْكُثُونَ فِي الْجَنَّةِ مَا شَاءَ اللَّهُ كَذَلِكَ ، ثُمَّ يَقُولُونَ : يَا رَبَّنَا امْحُ عَنَّا هَذَا الْكِتَابَ فَيَمْحُو اللَّهُ تَعَالَى عَنْهُمْ ذَلِكَ " ، حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ بْنُ أَبَانَ ، حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ ، حَدَّثَنَا أَبُو عَاصِمٍ وَأَشُكُّ فِي بَعْضِهِ حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ رَافِعٍ ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ أَبِي زِيَادٍ ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ كَعْبٍ الْقُرَظِيِّ ، عَنْ رَجُلٍ مِنَ الأَنْصَارِ ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، حَدَّثَنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي طَائِفَةٍ مِنْ أَصْحَابِهِ فَذَكَرَ الْحَدِيثَ . حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ ، حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ سُفْيَانَ ، قَالَ : قَرَأْتُ عَلَى مَكِّيِّ بْنِ إِبْرَاهِيمَ قُلْتُ : أَخْبَرَكُمْ إِسْمَاعِيلُ بْنُ رَافِعٍ ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ يَزِيدَ ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، قَالَ : حَدَّثَنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَنَحْنُ عِصَابَةٌ مِنْ أَصْحَابِهِ . فَذَكَرَ الْحَدِيثَ .

تخريج الحديث

 م
 طرف الحديث
الصحابي
اسم الكتاب
أفق
العزو
المصنف
سنة الوفاة
1
عبد الله بن عمر
المعجم الأوسط للطبراني
6489
6319
سليمان بن أحمد الطبراني
360
2
عبد الله بن عمر
العظمة
1
1
أبو الشيخ الأصبهاني
369
3
عبد الله بن عمر
شرح أصول اعتقاد أهل السنة والجماعة للالكائي
745
927
هبة الله اللالكائي
418
4
عبد الله بن عمر
شعب الإيمان للبيهقي
109
---
البيهقي
458
5
عبد الله بن عمر
الأربعين في دلائل التوحيد لعبد الله الأنصاري
38
41
عبد الله بن محمد الأنصاري
481
6
عبد الله بن عمر
تفسير ابن أبي حاتم
12960
12111
ابن أبي حاتم الرازي
327
7
عبد الله بن عمر
التدوين في أخبار قزوين للرافعي
1121
---
عبد الكريم الرافعي


https://sorularlaislamiyet.com/zumer-suresi-68-ayette-sura-uflendiginde-allahin-diledigi-mustesna-yer-ve-gokte-bulunanlar-dusup-0