25 Şubat 2016 Perşembe

GÜNÂH HASTALIĞININ İLÂCI NE OLA Kİ!...


GÜNÂH HASTALIĞININ İLÂCI NE OLA Kİ!


 

--- … Bayezid-i Bistâmî hazretleri bir gün akıl hastanesinin önünden geçerken birinin tokmakla bir şeyler dövdüğünü görüp sordu:

--- Ne yapıyorsun?

--- Delilere ilaç yapıyorum.

--- Benim hastalığıma da bir ilaç tavsiye eder misin?

--- Nedir hastalığın?

--- Günah işlemek.

--- Ben günah hastalığından anlamam... Ben delilere ilaç hazırlıyorum.

Tam bu sırada konuşulanları duyan bir deli, Bayezid-i Bistâmî hazretlerine seslendi:

--- Senin hastalığının çaresini ben söyleyeyim.

--- ... Tevbe kökünü istiğfar yaprağıyla karıştırıp... Gönül (Kalb) havanına koyduktan sonra tevhid tokmağı ile döveceksin…

İnsaf eleğinden eledikten sonra, gözyaşı ile yoğurarak hamur edip, aşk ateşinde (fırınında) pişireceksin…

Muhabbet balından da birazcık karıştırıp, sabah-akşam kanaat kaşığıyla azar-azar yiyeceksin…

O zaman göreceksin senin hastalığından eser kalmaz.

--- Bistâmî hazretleri, (Hey gidi dünya hey! Demek, seni de deli diye buraya getirmişler) diyerek oradan ayrıldı.



TARÎKAT VE ÜÇ KALB:


--- … TARÎKAT: Suretten hakîkate geçmek içindir...


--- … Bir kavanoz bal var... Kavanozu ne kadar yalarsan yala aslâ balın tadını alamazsın...


--- … Kapağı açıp ta içinden küçücük bir çay kaşığı alıp yerseniz, balın ne kadar tatlı olduğunu hem anlar hem tadarsınız...


TARÎKAT FARZ DEĞİLDİR... ANCAK İHLÂS FARZDIR... İHLÂS TARÎKATTAN BAŞKA BİR ŞEYLE OLMAZ... (Hızır Efendi)

CİHÂD

 

Düşmanla                           Nefisle                     Şeytanla

ZÜHD EHL-İ BUYURDU Kİ;

ÜÇ KALB BİR ARAYA GELİRSE DUÂLAR MUTLAKÂ KABÛL OLUNUR...

1-     Ku’ân-ı Kerîm’in Kalbi (Yâ-Sîn),

2-     Gecenin Kalbi (Teheccüd),

3-     Mü’minin Kalbi… ş.g.






 

24 Şubat 2016 Çarşamba

BUĞDAY’IN HİKÂYESİ....


BUĞDAY’IN HİKÂYESİ
Hemi yorgun hemi argın durursunuz canlar…

 

Biz mi harman savurduk… Yoğ ise buğday derdine düştük de harman mı bizi savurdu…

 

Ekini biç, harmanı kaldır, kağnıya yükle…

 

Sür değirmene un elettir… Al beri hamuru yoğur, ateşi yak… Yufkayı aç… Ocağa ver…

 

Ekmek ola!..

 

Buğday'ın Ekmek olması için yürüdüğü yola, geçtiği bâdirelere bakı ver hele;

 

Var mı öyle Değirmen taşında ezilmeden,

Elden ele yoğrulmadan, Ataşlarda yanmadan olu vermek,

 

Kolay mı öyle adam olmak.

 

… İşte buğday şu âlem içinde insan olmaya en yakın olan.

 

O sebepten olsa gerek buğday Âdem’i yani Adam olmaklığı temsîl eder...

 

Mâdem harman vakti… Burada buğdayın hikâyesini tas-tamam anlatı vereyim o vakit!..

 

Anlatı vereyim de dinleyin hele bir…

 

Bir şeyin bitmesi için ekilmesi îcâb eder… Yâni her şey bir tohumdan meydana gelir…

 

Gerisi başka mesele! Tohum bu! Kimi yiter… Kimi biter…

 

Ammâ buğdayın bi zâtihî kendisi tohum… Çükü o ilk vâr olan mevcûdâttan…

 

Eyi ammâ! Bir şeyin neslinin devâmı için bir erkeğe bir de dişiye ihtiyâç vardır… Böl şu buğday dânesini ikiye…

 

Bir yanı Âdem (‘aleyhi’s-selâm), bir yanı Havvâ (‘aleyhe’s-selâm)…

 

Erenler derler ki; Buğday-ın ELİF sırrı karnındadır… Ne ola bu ELİF sırrı…  Cevâb “VAHDET” tir… Elif gibi deriz ya!.. Yâni hem arı hem duru hem bir… Çokluktan arınmış! Biz okumak yazmak bilmeyiz… Ammâ bu nedir? Der iseniz… Deriz ki; Rabbimin “KÜN=OL” dediği yerde mesele noktalanmıştır…

 

“KÜN=OL” nokta!  … Olur! Bunu tartışmak ahmak işidir… Bunlar hep birer sır işidir… Hak etmeyene ifşâ etmek kişiye kötülüktür…

 

Ne derler atalar; Süt çocuğuna bulgur verilmez… Çünkü dişi kırılır…

 

Aşksız kişi hayvân olur… İşte buğdayın ortasındaki bu elif toprağa düşende, ulu bir ekinliğe dönüşür…

 

Nasıl ki Âdem (‘aleyhi’s-selâm) la Havvâ (‘aleyhe’s-selâm) anamızdan ulu bir insanlık çınarı doğar… İşte tam öyle… Bunlar kitaplarda yazmaz canlar… Bilen söylemez… Söyleyen bilmez…

 

Demem odur ki; Âdem (‘aleyhi’s-selâm) ile Havvâ (‘aleyhe’s-selâm) bir buğday dânesinin iki yarısıdır…

 

Nefsi tefsil eden Hz. Âdem (‘aleyhi’s-selâm)’dan sonra ve Hz. Âdem’in nefsinden yaratıldı… Âmennâ…  

 

İşte o Havvâ (‘aleyhe’s-selâm) yâni dişi Âdem’e ayna olmuş… Âdem o aynada kendini görüp nefsinin güzelliğine hayrân olmuştur…

 

O kadar ki; nefsinin güzelliği, Rabbi’nin emrini yâni kendi hakîkatini unutmasına sebeb oldu… Nefsine tâbî olunca da Cennet’ten uzağa düştü…

 

Âdem’in Cennet’i kendi hakîkati idi…

 

Eee o vakit… Hele söyle anlatılan bu buğday hikâyesi de neyin nesi ola… Ne der bu kıssa bize… Öyle ya! Hissesiz kıssa olmaz… Olsa da boş laftır deriz… Mâdem onu da deyivereyim! Uzattık zâten…

 

Buğday ekmek olur nefsi doyurur… Nefsin arzularının remzidir buğday… Her kim ki; nefsinin arzularına tabiî olur da, kendi hakîkatini unutur ise, Cennet’ten de kovulur işte… TRT’nin Videosundan Hazırlayan Şaban GÜNBEY...



TESBÎH: Birlemektir… Tevhıddir… 33’ü, 99’u bir etmektir…
 
 

13 Şubat 2016 Cumartesi

MURÂDINA ERMEK VE NASIL ERECEĞİNİ RÜYÂDA GÖRMEK İÇİN OKUNAN VE RASÛLÜLLÂH (SALLELLÂH-Ü ‘ALEYH-İ VE SELLEM)’İN HER GÜN OKUDUĞU RİVÂYET OLUNAN EŞSİZ BİR DUÂ


MURÂDINA ERMEK VE NASIL ERECEĞİNİ RÜYÂDA GÖRMEK İÇİN OKUNAN VE RASÛLÜLLÂH (SALLELLÂH-Ü ‘ALEYH-İ VE SELLEM)’İN HER GÜN OKUDUĞU RİVÂYET OLUNAN EŞSİZ BİR DUÂ

(Akâid Metni’nin sahibi) İmam Necmü’d-Dîn en-Nesefî (Rahımehüllâh) senedini tek tek sayarak Yûsuf İbn-i Ya’kûb İbn-i Süleyman (r.’a)’a dayandırdığı bir isnâd ile onun şöyle anlattı­ğını zikretmiştir:

 

Kendisinin Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)den on yaş büyük olduğunu ve yaşının çok iler­lemiş olduğunu bildiren Vadiye (r.’anhâ) Şam topraklarının serhad boylarında bulundu­ğum bir sırada bana:

--- “Ben Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)in bu duayı her gün okuduğunu işittim ve bunu Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’den ezberledim” diye anlattı ki o dua da şudur:

--- “Allâh’ın adıyla (duama başlarım) ki, bütün başlangıçlar âhiretin ve dünyanın Rabbi olan, en yüce göklerde dâhî Kendisi için bir nihâî nokta bulunmayan o Allâh’ın ismiyle (olursa mübarek kabul edilmekte) dir. Rahman (şekilden münezzeh olarak, şânına layık olacak veçhile) Arş’a istiva etmiştir.

Ey lütufları büyük olan, nîmetleri daim olan, düşmanları kahreden, rızkını (yaratıklarına) lütfede­rek acıyan, lütufkâr muâmeleleriyle tanınan, hükümlerinde âdil olan. Mülkünde (cereyan eden her şey hakkında) âlim olan, acıyanların en merhametlisi olarak Rahîm olan, bütün âlimlerden daha ziyade bilen, bütün bağışlayanlardan daha çok bağışlayan, tüm görenlerden daha çok gören, peygam­berlerin sahibi olan ve her dilediğine hakkıyla kadir olan Allâh-ım!

Hanide layık olan o yüce padişahı, o ulu ‘Arş’ın sahibini, her dilediğini hakkıyla yapanı, Rablerin Rabbini, sebeplerin sahibini, ileri geçenlerin en ilerisini, rızıkları vereni, mahlûkatı yaratanı, dile­diklerini yapmaya güçlü olanı tesbîh ederiz. Takdir edilen her şeyin mukaddirini, kahredilmeye layık olanların kahirini, haşr ve neşr gününün âdilini, ilahların ilâhını, vâkı’a (kıyamet) gününün yegâne mâlikini (bütün noksan sıfatlardan tenzih ve) tesbîh ederiz ki o çok acıyandır. Ziyade bağışlayandır, hiç acele etmeyendir, şükürleri hakkıyla kabul edendir.

O büyük ‘Arş’ın Rabbi Allâh’a hamdolsun. O evveli olmayan, ezelî olan, ‘Arş’ın ve göklerin yara­tıcısı, rahmetli padişaha hamdolsun ki o, hakkıyla işiten ve ziyade bilendir. Tevbeleri kabul eden, iyi amellere teşekkür eden ve acele ceza vermeyendir, en öncedir, en sonradır, (eserleriyle) görünendir, (Zâtıyla) gizlidir, süreklidir. Hayvanlara rızık verendir, lütuf sahibidir, belaları engelleyendir, hastala­ra şifa verir, hatâkârları bağışlar, (günah işleyip) kaçanları (hemen cezaya çarptırmayıp) görmezden gelir, sâlih kullları sever, nadim (pişman) kullarının tevbesini kabul eder, günahkârların suçlarını) örter ve korkanlara güvence verir.

Biz Seni teşbih ederiz, Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Sen kerem sahibisin, ibadet olunmayı hak edensin, hataları çokça bağışlayansın, ayıpları örtensin, şükürleri kabul edensin, ceza vermekte acele etmezsin, (her şeyin sınırlarını ve) hadleri (ni) bilensin, otları ve ağaçları yerden bitirensin, (toprağa atılan) tanelerin (çürümeyip yeşermelerinin) sahibisin. Mahlûkattan müstağnisin (ihtiyaçsızsın), rızıkları taksim edensin, gayb (gizli)leri çok iyi bilensin.

Sen öyle bir Zâtsın ki mislin (benzerin) yoktur. Senin böyle olduğun şahitlidir (ispatlıdır), gizli-yi-âşikârı ve kalplerde (gizli) olanları bilirsin, günahlarda boğulduktan sonra âsîleri affeden Sensin, Sen ki her şeyi kudretinle yarattın ve nihayet her şey mensûbiyetiyle (tâbi olduğu ve bağlı bulunduğu dîne ve imama göre) Sana dönecektir.

Sen benim günahımı mağfiret et ve hacetimi yerine getir, nitekim Sen ‘Bana dua edin size icabet edeyim’ buyurdun, Senin vaadin (sözün) doğrulanmıştır, Sen beni sıkıntıdan, dertten, darlıktan, zor­luktan, zahmetten ve meşakkatten kurtar. Sen her belaya düşenin yardımcısısın, Sen ki ‘Rahmetim­den ümit kesmeyin’ buyurdun ve Sen bu sözünde asla yalanlanmadın. Sen beni dünya âfetlerinden, mahşerin ve kabirlerin korkusundan muhafaza eyle. Ey benim Mevlâm! Sen beni dünyada ve vaad edilmiş olan (kıyamet) gün(ün)de yaratıklarının gözü önünde rezil etme.

Allâh-ım! Sen en büyüksün. Allâh-ım! Sen en büyüksün. Allâh-ım! Sen en büyüksün. Allâh-ım! Sen en büyüksün. Allâh-ım! Sen en büyüksün. Allâh-ım! Sen en büyüksün. Allâh-ım! Sen en büyüksün. Tekbir Sana mahsustur, Allâh-ım! Sana çokça hamdolsun. Senin zıddın yoktur, Senin ortağın yoktur. Senin benzerin yoktur, Senin nihayetin yoktur, Senin sınırların yoktur, Senin mislin yoktur. Senin dengin yoktur, mülkünde Senin şerîkin yoktur, Senin vezirin yoktur.

Yâ ‘Azîz, Yâ ‘Azîz, Yâ ‘Azîz (ey ulu ve kavî)! Yâ Allâh, Allâh, Allâh! Senden umduğum şey­leri (nasıl elde edeceğimi) rüyamda bana göstermeni Senden istiyorum. Benim günahlarımı mağfiret ederek bana ikramda bulun, şüphesiz ki Sen dilediğin her şeye güç yetirensin. Ey azametli ve büyük olan Allâh-ım! Senin yardımın olmadan hiçbir günahtan dönüş ve hiçbir ibâdete kuvvet yoktur.

Yâ Hannân (ey çok acıyan)! Yâ Mennân (ey çok bağış yapan)! Yâ Burhan (ey yol gösteren)! Ey celâl, cemâl, behâ, azamet, sena (övgü) ve ikram (heybet, iyilik, güzellik, büyüklük, övgü ve lütuf) sahibi (olan Allâh-ım!) Şüphesiz ben şehâdet ederim ki Allâh-ü Te’âlâ her şeye hakkıyla gücü yetendir ve şüphesiz Allâh-ü Te’âlâ her şeyi ilmiyle gerçekten kuşatmıştır. Yine şahitlik ederim ki (mekân­dan münezzeh olan) keremli Zâtının hâricinde kalan, Senin Arşının altından yerlerin dibine kadarki tüm mabudlar bâtıldır (kendisine tapınılan her şey boştur). Ben Sana îmân ettim, Senden başka hiçbir ilâh yoktur.

Ey benim Mevlâm! Kıyamet gününün tüm kötülüklerinden ve korkularından beni kurtar. Ben Sen­den cömertliğin, ululuğun, keremin, saltanatın, büyüklüğün, acele etmemen ve bağışlaman hürmeti­ne isterim.

Yine o gayb ilminde gizlenmiş ve Senin katında yazılmış olup kendisiyle Senden bir şey istendiği zaman kabul etmek Senin üzerine (aldığın bir) hak olan o ismin hürmetine ve yine o büyük, o en büyük ismin, en yüce itibarın hürmeti­ne isterim.

İyi ya da kötü kimsenin kendilerini geçemeyeceği o kurtarıcı, koruyucu, seçilmiş ve tastamam olan mübarek kelimelerin hürmetine ve bir de:

‘Sen, Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allansın, teksin, ortaksızsın’ (şeklinde vârid olan) ism-i (âzamı)’n bahsi için Senden dilerim ki Efendimiz Muhammed (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’e salât edesin ve hacetimi yeri­ne getiresin. Ey acıyanların en merhametlisi! Rahmetinle (bu duamı kabul eyle. Âmîn!)”[1]

 









[1] Necmü’d-Dîn Ömer en-Nesefî, el-Kand fî zikri Ulemâi Semerkand no:325, sh:204-206. (Lâlegül Aylık İlim-Kültür Ve Fikir Dergisi, Yıl:3, Sayı:36, Şubat 2016 sayısı, sh:94-96.)

“ALLÂH HER KİMİN HAYRINI İSTERSE ONA DÎN HUSÛSUNDA BÜYÜK BİR ANLAYIŞ VERİR.” --- مَنْ يُرِدِ اللّٰهُ بِه خَيْرًا يُفَقِّهْهُ فِي الدّينِ


“ALLÂH HER KİMİN HAYRINI İSTERSE ONA DÎN HUSÛSUNDA BÜYÜK BİR ANLAYIŞ VERİR.” --- مَنْ يُرِدِ اللّٰهُ بِه خَيْرًا يُفَقِّهْهُ فِي الدّينِ

٧١- حَدَّثَنَا سَعيدُ بْنُ عُفَيْرٍ، قَالَ: حَدَّثَنَا ابْنُ وَهْبٍ، عَنْ يُونُسَ، عَنِ ابْنِ شِهَابٍ، قَالَ: قَالَ حُمَيْدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمٰنِ، سَمِعْتُ مُعَاوِيَةَ، خَطيبًا يَقُولُ سَمِعْتُ النَّبِيَّ يَقُولُ: "مَنْ يُرِدِ اللّٰهُ بِه خَيْرًا يُفَقِّهْهُ فِي الدّينِ، وَإِنَّمَا أَنَا قَاسِمٌ وَاللّٰهُ يُعْط۪ي، وَلَنْ تَزَالَ هٰذِهِ الْاُمَّةُ قَائِمَةً عَلٰى أَمْرِ اللّٰهِ، لاَ يَضُرُّهُمْ مَنْ خَالَفَهُمْ، حَتّٰى يَأْتِيَ أَمْرُ اللّٰهِ"[1]

71--- ... İbn Şihâb dedi ki: Humeyd İbn Abdirrahmân şöyle dedi: Ben Mu‘âviye İbn Ebî Süfyân’dan hutbe yaparken işittim; şöyle di­yordu: --- Ben Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’den işittim, şöyle buyuruyordu:

 

--- “Allâh her kimin hayrını isterse ona dîn husûsunda büyük bir anlayış verir. Ben (verici değil) yalnız taksîm ediciyim. Veren ise Allâh’tır. Bu ümmet Allâh’ın (kıyâmet) emri zuhûr edinceye kadar Allâh’ın dîni üze­rinde hep sebat edip duracak ve kendilerine muhâlefet edenler onlara zarar veremeyecektir.”[2]
 

 
KÂBE-İ MU’AZZAMA’NIN İÇİNDEKİ ÜÇ DİREK VE İSİMLERİ

(1)       يا حنان HANNÂN! Sonsuz merhamet sâhibi olan, çok acıyan.

(2)       يا منان MENNÂN! Hakîki iyilik ve ihsân sâhibi olan, çok bağış yapan.

(3)       يا ديان DEYYÂN!  Kullarının hiçbir amelini zâyi etmeden karşılığı veren.





[1] الكتاب: صحيح البخاري، كتاب العلم (٣)، باب، من يرد الله به خيرا يفقهه في الدين (١٠)، رقم الحديث: ٧١، ص:١٨؛ كتاب فرض الخمس (٥٧)، باب قول الله تعالى: ﴿ فأن لله خمسه وللرسول ﴾ [الأنفال:٤١] (٧)، رقم الحديث: ٣١١٦، ص:٤٢١. الكتاب الإعتصام بالكتاب و السنة (٩٦)، باب قول النبي صلى الله عليه وسلم: "لا تزال طائفة من أمتي ظاهرين على الحق" يقاتلون وهم أهل العلم (١٠)، رقم الحديث: ٧٣١٢، ص:١٠٠٥؛ الكتاب: صحيح مسلم، كتاب الزكاة (١٢)، باب النهي عن المسألة (٣٣)، رقم الحديث: ١٠٠ – (١٠٣٧)، ص:٣٩٩.
[2] Sahîh-ı Buhârî, Kitâbü’l-‘Ilm (3), “Allâh her kimin hayrını isterse ona dîn husûsunda büyük bir anlayış verir." Bâbı (10), Hadîs no:71, s.18; Sahîh-ı Müslim, Kitâbü’z-Zekât (12), Dilenmekten Nehi Bâbı (33), Hadîs no:100- (1037), s.399.

9 Şubat 2016 Salı

--- “MUHAKKAK Kİ GÜZELLERİN EN GÜZELİ GÜZEL AHLÂKTIR."---أَنَّ أَحْسَنَ الْحَسَنِ الْخُلُقُ الْحَسَنُ


... جَلَالُ الدِّينِ السُّيُوطِيُّ: إِنَّهُ حَدِيثٌ حَسَنٌ. رَوَاهُ الْحَسَنُ عَنِ الْحَسَنِ عَنْ أَبِي الْحَسَنِ عَنْ جَدِّ الْحَسَنِ "أَنَّ أَحْسَنَ الْحَسَنِ الْخُلُقُ الْحَسَنُ."[1]

... أبو الحسن نا محمد بن زكريا الغلابي نا الحسن عن الحسن بن أبي الحسن البصري عن الحسن أن النبي (صلى الله عليه وسلم) قال: "إن أحسن الحسن الخلق الحسن."[2]

HAT SANATI - Mehmet Şevki Efendi, Sülüs Hadîs-i Şerîf.

OKUNUŞU: Rave’l-Hasen ‘an Ebi’l-Hasen ‘an Ceddi’l-Hasen: --- “İnne Ehsene’l-Hasen el-Hulugu’l-Hasen.”

MÂNÂSI: --- “Bize Hasan rivâyet etti, o da Hasan'ın babasından rivâyet etti, o da Hasan'ın ceddinden rivâyet etti: --- “Muhakkak ki güzellerin en güzeli güzel ahlâktır."[3]




[1] الكتاب: مرقاة المفاتيح شرح مشكاة المصابيح، المؤلف: علي بن (سلطان) محمد، أبو الحسن نور الدين الملا الهروي القاري (المتوفى: ١٠١٤ هـ)، الناشر: دار الفكر، بيروت – لبنان، الطبعة: الأولى، ١٤٢٢ هـ - ٢٠٠٢ م، عدد الأجزاء ٩، ص:١/١١٩؛ الكتاب: الفتح، الكبير في ضم الزيادة إلى الجامع الصغير، المؤلف: عبد الرحمن بن أبي بكر، جلال الدين السيوطي (المتوفى: ٩١١ هـ)، المحقق: يوسف النبهاني، الناشر: دار الفكر - بيروت / لبنان، الطبعة: الأولى، ١٤٢٣ هـ - ٢٠٠٣ م، عدد الأجزاء: ٣، ص:١/٢٦٧؛ الكتاب: كنز العمال، في سنن الأقوال والأفعال، المؤلف: علاء الدين علي بن حسام الدين ابن قاضي خان القادري الشاذلي الهندي البرهانفوري ثم المدني، فالمكي الشهير بالمتقي الهندي (المتوفى: ٩٧٥ هـ)، المحقق: بكري حياني - صفوة السقا، الناشر: مؤسسة الرسالة، الطبعة: الطبعة، الخامسة، ١٤٠١ هـ/١٩٨١ م، ص:٣/٥؛ الكتاب: كشف الخفاء ومزيل الإلباس، المؤلف: إسماعيل بن محمد بن عبد الهادي الجراحي العجلوني الدمشقي، أبو الفداء (المتوفى: ١١٦٢ هـ)، الناشر: المكتبة العصرية، تحقيق: عبد الحميد بن أحمد بن يوسف بن هنداوي، الطبعة: الأولى، ١٤٢٠ هـ - ٢٠٠٠ م، عدد الأجزاء: ٢، ص:١/٢٥٦؛ الكتاب: صحيح وضعيف الجامع الصغير وزيادته، المؤلف: عبد الرحمن بن أبي بكر، جلال الدين السيوطي (المتوفى: ٩١١ هـ)، مع الكتاب: أحكام محمد ناصر الدين الألباني، ١/٣٢٩٧؛ الكتاب: جامع الأحاديث (ويشتمل على جمع الجوامع للسيوطى والجامع الأزهر وكنوز الحقائق للمناوى، والفتح الكبير للنبهانى)، المؤلف: عبد الرحمن بن أبي بكر، جلال الدين السيوطي (المتوفى: ٩١١ هـ)، ضبط نصوصه وخرج أحاديثه: فريق من الباحثين بإشراف د على جمعة (مفتي الديار المصرية)، طبع على نفقة: د حسن عباس زكى، عدد الأجزاء: ١٣، ص:١/١٤١؛ الكتاب: مختصر تاريخ دمشق لابن عساكر، المؤلف: محمد بن مكرم بن على، أبو الفضل، جمال الدين ابن منظور الانصاري الرويفعى الإفريقى (المتوفى: ٧١١ هـ)، المحقق: روحية النحاس، رياض عبد الحميد مراد، محمد مطيع، دار النشر: دار الفكر للطباعة والتوزيع والنشر، دمشق – سوريا، الطبعة: الأولى، ١٤٠٢ هـ - ١٩٨٤ م، عدد الأجزاء: ٢٩، ص:٦/٣٤٣.
[2] الكتاب: تاريخ دمشق، المؤلف: أبو القاسم علي بن الحسن بن هبة الله المعروف بابن عساكر (المتوفى: ٥٧١ هـ)، المحقق: عمرو بن غرامة العمروي، الناشر: دار الفكر للطباعة والنشر والتوزيع، عام النشر: ١٤١٥ هـ - ١٩٩٥ م، عدد الأجزاء: ٨٠ (٧٤ و ٦ مجلدات فهارس)، ص:١٣/١١٦.
[3] Mirkatü’l-Mefâtîh, Nûreddîn Molla Kârî, 1/119; Fethu’l-Kebîr, Celâleddîn es-Suyûtî, 1/267; Kenzü’l-‘Ummâl, Kâdî Han; Câmi’u’l-Ehâdîs, Suyûtî, 3/5; Târîh-u Dimeşk, Cemâleddîn İbn-i Menzûr, 6/343, 13/116.

5 Şubat 2016 Cuma

AMEL DEFTERLERİNİN VERİLME ÂNI --- VÜCÛDU ATMIŞ ZİR’Â' GENİŞLETİLİR/BÜYÜTÜLÜR, YÜZÜ BEYAZLAŞTIRILIR--- في قَوْلِ اللّٰهِ: ﴿ يَوْمَ نَدْعُو كُلَّ أُنَاسٍ بِإِمَامِهِمْ فَمَنْ اُوتِىَ كِتَابَهُ بِيَمينِه فَاُولٰئِكَ يَقْرَؤُنَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَتيلًا ﴾ [سورة الإسرآء:١٧/٧١] قَالَ: "يُدْعٰى أَحَدُهُمْ فَيُعْطٰى كِتَابَهُ بِيَمينِه، وَيُمَدُّ لَهُ ف۪ي جِسْمِه سِتُّونَ ذِرَاعًا،


AMEL DEFTERLERİNİN VERİLME ÂNI --- VÜCÛDU ATMIŞ ZİR’Â' GENİŞLETİLİR/BÜYÜTÜLÜR, YÜZÜ BEYAZLAŞTIRILIR--- في قَوْلِ اللّٰهِ: ﴿ يَوْمَ نَدْعُو كُلَّ أُنَاسٍ بِإِمَامِهِمْ فَمَنْ اُوتِىَ كِتَابَهُ بِيَمينِه فَاُولٰئِكَ يَقْرَؤُنَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَتيلًا ﴾ [سورة الإسرآء:١٧/٧١] قَالَ: "يُدْعٰى أَحَدُهُمْ فَيُعْطٰى كِتَابَهُ بِيَمينِه، وَيُمَدُّ لَهُ في جِسْمِه سِتُّونَ ذِرَاعًا،

٣١٣٦- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللّٰهِ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمٰنِ قَالَ: أَخْبَرَنَا عُبَيْدُ اللّٰهِ بْنُ مُوسٰى، عَنْ إِسْرَائ۪يلَ، عَنْ السُّدِّيِّ، عَنْ أَب۪يهِ، عَنْ أَب۪ي هُرَيْرَةَ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ف۪ي قَوْلِ اللّٰهِ: ﴿ يَوْمَ نَدْعُو كُلَّ أُنَاسٍ بِإِمَامِهِمْۚ فَمَنْ اُوتِىَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ٓ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَقْرَؤُ۫نَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلًا [سورة الإسرآء:١٧/٧١] قَالَ: "يُدْعٰى أَحَدُهُمْ فَيُعْطٰى كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪، وَيُمَدُّ لَهُ ف۪ي جِسْمِه۪ سِتُّونَ ذِرَاعًا، وَيُبَيَّضُ وَجْهُهُ، وَيُجْعَلُ عَلٰى رَأْسِه۪ تَاجٌ مِنْ لُؤْلُؤٍ يَتَلَاْ لَاُ، فَيَنْطَلِقُ إِلٰى أَصْحَابِه۪ فَيَرَوْنَهُ مِنْ بُعْدٍ فَيَقُولُونَ: اَللّٰهُمَّ ائْتِنَا بِهٰذَا وَبَارِكْ لَنَا ف۪ي هٰذَا، حَتّٰى يَأْتِيَهُمْ فَيَقُولُ لَهُمْ: أَبْشِرُوا لِكُلِّ رَجُلٍ مِنْكُمْ مِثْلُ هٰذَا، " قَالَ: " وَأَمَّا الكَافِرُ فَيُسَوَّدُ وَجْهُهُ، وَيُمَدُّ لَهُ ف۪ي جِسْمِه۪ سِتُّونَ ذِرَاعًا عَلٰى صُورَةِ اٰدَمَ فَيُلْبَسُ تَاجًا، فَيَرَاهُ أَصْحَابُهُ فَيَقُولُونَ: نَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنْ شَرِّ هٰذَا، اللّٰهُمَّ لَا تَأْتِنَا بِهٰذَا "، قَالَ: " فَيَأْت۪يهِمْ فَيَقُولُونَ: اَللّٰهُمَّ أَخْزِه۪، فَيَقُولُ: أَبْعَدَكُمُ اللّٰهُ فَإِنَّ لِكُلِّ رَجُلٍ مِنْكُمْ مِثْلَ هٰذَا."[1]

الكتاب: سنن الترمذي، المؤلف: محمد بن عيسى بن سَوْرة بن موسى بن الضحاك، الترمذي، أبو عيسى (المتوفى:٢٧٩ هـ)، تحقيق وتعليق: أحمد محمد شاكر (جـ ١، ٢)، ومحمد فؤاد عبد الباقي (جـ٣)، وإبراهيم عطوة عوض المدرس في الأزهر الشريف (جـ ٤، ٥)، الناشر: شركة مكتبة ومطبعة مصطفى البابي الحلبي – مصر، الطبعة: الثانية، ١٣٩٥ هـ - ١٩٧٥ م، عدد الأجزاء:٥ أجزاء، كتاب التفسير القرآن (٤٤)،  باب: ومن سورة بني إسرائيل (١٨)، رقم الحديث:٣١٣٦، ص:٧٠٤.

3136- Ebû Hüreyre (r.’a.)’den rivâyete göre, Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) “O gün her toplumu, uydukları kişilerle berâber çağıracağız. Gerçekten de kitâbı sağ eline verilenler, tutanaklarını sevinçle okuyacaklardır. Bununla birlikte, kimseye de kıl kadar haksızlık yapılmayacaktır.”[2] İsrâ Sûresi, 17/71. Âyette sözü edilen bu kitap, aynı sûrenin 13 ve 14. âyetlerinde söz konusu edilen, amellerin yazıldığı kitaptır.

 

Âyet-i hakkında şöyle demişti:

 

§  --- “Onlardan biri çağrılır (amellerin yazıldığı) defter sağ eline verilir. Vücûdu atmış zir’â' genişletilir/büyütülür, yüzü beyazlaştırılır. Başına pırıl-pırıl parlayan/yanan inciden bir taç giydirilir ve bu haliyle arkadaşlarının yanına döner.

 

--- “Arkadaşları onu uzaktan görürler ve şöyle derler: Allâh’ım bu kardeşimizi bize ulaştır ve onu bizim için hakkımızda mübârek kıl.” Derler.

Nihâyet onların yanına gelir ve: --- Müjdeler olsun sizlere. Her biriniz için aynı mükâfaat bir misli vardır.” Der.

 

§  --- Kâfire gelince; -çağrılır (amellerin yazıldığı) defter sol eline verilir.-  onun yüzü/suratı karartılır. Onun da vücûdu atmış zir’â genişletilir/büyütülür, başına da bir taç giydirilir.”

 

--- “Arkadaşları onu uzaktan görürler ve şöyle derler: Bunun şerrinden Allâh’a sığınırız, “Allâh’ım bizi onunla bir araya getirme” Derler.

 

Nihâyet arkadaşlarının yanına gelir. Arkadaşları da onu görür ve şöyle derler: --- “Allâh’ım onu rezîl et.” Derler.

Bunun üzerine O da:  “Allâh sizi rahmetinden uzak tuttu, sizden herkese bunun bir misli verilmiştir" der.”[3]

 

Sünenü’t-Tirmizî, Kitâbü’t-Tefsîru’l-Kur’ân (44), Benî İsrâîl (İsrâ) Sûresi’nden tefsîr edilen âyetler (18), Hadîs no:3136, s.704; Kütüb-i Sitte, 4/52-54.

﴿ وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَٓائِرَهُ ف۪ى عُنُقِه۪ۜ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ كِتَابًا يَلْقٰيهُ مَنْشُورًا ﴿١٣﴾ اِقْرَاْ كِتَابَكَۜۜ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَس۪يبًاۜ [سورة الإسرآء:١٧/١٣-١٤]

“Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyâmet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız.” (13) “Oku kitâbını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter” denilecektir.”[4] İsrâ Sûresi, 17/13-14.

﴿ اِنَّا نَحْنُ نُحْيِ الْمَوْت۪ى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْۜ وَكُلَّ شَىْءٍ اَحْصَيْنَاهُ ف۪ىٓ اِمَامٍ مُب۪ينٍ۟ [سورة يٰسٓ:٣٦/١٢]

“Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) bir-bir kaydetmişizdir.”[5] Yâ-Sîn Sûresi, 36/12.

﴿ وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا ف۪يهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۜ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًاۜ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَدًا۟ [سورة الكهف:١٨/٤٩]

“Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. “Eyvâh bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.”[6] Kehf Sûresi, 18/49.

 



[1] الكتاب: سنن الترمذي، المؤلف: محمد بن عيسى بن سَوْرة بن موسى بن الضحاك، الترمذي، أبو عيسى (المتوفى:٢٧٩ هـ)، تحقيق وتعليق: أحمد محمد شاكر (جـ ١، ٢)، ومحمد فؤاد عبد الباقي (جـ٣)، وإبراهيم عطوة عوض المدرس في الأزهر الشريف (جـ ٤، ٥)، الناشر: شركة مكتبة ومطبعة مصطفى البابي الحلبي – مصر، الطبعة: الثانية، ١٣٩٥ هـ - ١٩٧٥ م، عدد الأجزاء:٥ أجزاء، كتاب التفسير القرآن (٤٤)،  باب: ومن سورة بني إسرائيل (١٨)، رقم الحديث:٣١٣٦، ص:٧٠٤.
[2] İsrâ Sûresi, 17/71. Âyette sözü edilen bu kitap, aynı sûrenin 13 ve 14. âyetlerinde söz konusu edilen, amellerin yazıldığı kitaptır.
[3] Sünenü’t-Tirmizî, Kitâbü’t-Tefsîru’l-Kur’ân (44), Benî İsrâîl (İsrâ) Sûresi’nden tefsîr edilen âyetler (18), Hadîs no:3136, s.704; Kütüb-i Sitte, 4/52-54.
[4] İsrâ Sûresi, 17/13-14.
[5] Yâ-Sîn Sûresi, 36/12.
[6] Kehf Sûresi, 18/49.