15 Nisan 2018 Pazar

DİN EĞİTİMİ İÇİN HANGİ ÇOCUKLARIMIZI SEÇİYORUZ...GÜZEL VE GERÇEK BİR ANALİZ...

GÜZEL VE GERÇEK BİR ANALİZ...

İngiliz büyükelçisi Jane Marriot , İngiliz Avam Kamarasına sunduğu Arap dünyasında eğitim konulu raporunda mezunlar arasındaki farkların korkunç olduğunu vurgulayarak şöyle devam etti;
“En zeki öğrenciler tıp ve mühendisliğe gidiyorlar.

İkinci derece mezunlar ise iş idaresi ve iktisat gibi bölümlere giderek birinci derece mezunların yöneticisi oluyorlar.

Üçüncü derece mezunlar ise siyasete yöneliyorlar ve ülkenin siyasetçileri olarak birinci ve ikinci derece mezunlara hükmediyorlar.

Fakat eğitimde tamamen başarısız olanlar ise ordu ve emniyete katılarak siyaset ve iktisata tahakküm ederek, onları mevkilerinden indirip, isterlerse öldürüyorlar.

Gerçekten dehşet verici olansa asla hiçbir okula gitmeyenler DİN ADAMI  oluyorlar ve herkesin kendilerine itaat etmesini sağlıyorlar“

12 Nisan 2018 Perşembe

KIRK HADÎS-İ ŞERÎF ARAPÇA VE TÜRKÇESİYLE BİRLİKTE (DİYANET KARTELASINDAN)

KIRK HADÎS-İ ŞERÎF ARAPÇA VE TÜRKÇESİYLE BİRLİKTE (DİYANET KARTELASINDAN)
“Kim ümmetime dini işlerine dair kırk hadis hıfzediverirse, Allah Teâlâ onu alimler zümresinde haşreder…. Ben de kıyamet gününde ona şahid ve şefaatçi olurum”buyurulmuştur.

40 Hadis-i Şerif

Arapça ve Türkçe Metinleri

1 –  اَلدّ۪ينُ النَّص۪يحَةُ قُلْنَا: لِمَنْ (يَا رَسُولَ اللّٰهِ؟) قَالَ: لِلّٰهِ وَلِكِتَابِهِ وَلِرَسُولِهِ وَلِأَئِمَّةِ الْمُسْلِم۪ينَ وَعَامَّتِهِمْ
(Allah Rasûlü) “Din nasihattır/samimiyettir” buyurdu. “Kime Yâ Rasûlallah?” diye sorduk. O da; “Allah’a, Kitabına, Peygamberine, Müslümanların yöneticilerine ve bütün müslümanlara” diye cevap verdi.
(Müslim, İmân, 95 )
2 – اَلْإِسْلاََمُ حُسْنُ الْخُلُقِ
İslâm, güzel ahlâktır.
(Kenzü’l-Ummâl, 3/17, HadisNo: 5225)
3 –  يَسِّرُوا وَلَا تُعَسِّرُوا، وَبَشِّرُوا وَلَا تُـنَـفِّرُوا
Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.
(Buhârî, İ lm, 12; Müslim, Cihâd, 6.)
4 –  اَلْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ
وَالْمُؤْمِنُ مَنْ أَمِنَهُ النَّاسُ عَلٰى دِمَائِهِمْ وَأَمْوَالِهِمْ
Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. Mü’min ise, insanların canları ve malları konusunda kendisinden emin olduğu kimsedir.
(Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8.)
5 –  اِتَّقِ اللّٰهَ حَيْثُمَا كُنْتَ، وَأَتْبِعِ السَّيِّـئَةَ الْحَسَنَةَ تَمْحُهَا، وَخَالِقِ النَّاسَ بِخُلُقٍ حَسَنٍ
Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğine göre davran.
(Tirmizî, Birr, 55)
6 – مَنْ لاَ يَرْحَمِ النَّاسَ لاَ يَرْحَمْهُ اللّٰهُ
İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.
(Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16)
7 –  اِنَّ الدَّالَ عَلَى الْخَيْرِ كَفَاعِلِهِ
Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.
(Tirmizî, İlm, 14.)
8 –  إِنَّ اللّٰهََ تَعَالٰى يُحِبُّ إِذَا عَمِلَ أَحَدُكُمْ عَمَلًا أَنْ يُتْقِنَهُ
Allah, sizden birinizin yaptığı işi, ameli ve görevi sağlam ve iyi yapmasından hoşnut olur.
(Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, 1/275; Beyhakî,.)
9 –  اَلْإ۪يمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ شُعْبَةً أَفْضَلُهَا، قَوْلُ لٰا إِلٰهَ إِلَّااللّٰهُ وَأَدْنَاهَا إِمَاطَةُ اْلأَذَى عَنِ الطَّر۪يقِ، وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ الْإ۪يمَانِ
İman, yetmiş küsur derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır.
(Buhârî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 57, 58).
10 –  لَا يُلْدَغُ اْلمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ وَاحِدٍ مَرَّتَيْنِ
Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz. (Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez)
(Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63.)
11 –  : إِنَّ مِمَّا أَدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلَامِ النُّبُوَّةِ
إِذَا لَمْ تَسْتَحِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ
İnsanların Peygamberlerden öğrene geldikleri sözlerden biri de: “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” sözüdür.
(Buhârî, Enbiyâ, 54; EbuDâvûd, Edeb, 6. )
12 –   لَا تُمَارِ أَخَاكَ، وَلَا تُمَازِحْهُ، وَلَا تَعِدْهُ مَوْعِدَةً فَتُخْلِفَهُ
(Mümin) kardeşinle münakaşa etme, onun hoşuna gitmeyecek şakalar yapma ve ona yerine getirmeyeceğin bir söz verme.
(Tirmizî, Birr, 58.)
13 –  مَنْ رَأٰى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِلِسَانِه،ِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِقَلْبِهِ، وَذٰلِكَ أَضْعَفُ الْإ۪يمَانِ
Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.
(Müslim, Îmân, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 248.)
14-  لَا ضَرَرَ وَلَا ضِرَارَ
Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.
(İbn Mâce, Ahkâm, 17; Muvatta’, Akdıye, 31.)
15-  عَيْنَانِ لَا تَمَسُّهُمَا النَّارُ: عَيْنٌ بَـكَتْ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِ، وَعَيْنٌ بَاتَتْ تَحْرُسُ ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ
İki göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz, bir de gecesini Allah yolunda, nöbet tutarak geçiren göz.
(Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 12.)
16 –  لَا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتّٰى يُحِبَّ لِأَخ۪يهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ
Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü’min) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz.
(Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71.)
17-  لَا تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى تُؤْمِنُوا، وَلَا تُؤْمِنُوا حَتّٰى تَحَابُّوا
İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.
(Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56.)
18-   اَلْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ لَا يَظْلِمُهُ وَلَا يُسْلِمُهُ، مَنْ كَانَ ف۪ى حَاجَةِ أَخ۪يهِ، كَانَ اللّٰهُ ف۪ى حَاجَتِهِ، وَمَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً فَرَّجَ اللّٰهُ عَنْهُ بِهَا كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ، وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı (kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onun( kusurunu) örter.
(Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58.)
19 –  مَنْ غَشَّنَا فَلَيْسَ مِنَّا
Bizi aldatan bizden değildir.
(Müslim, Îmân, 164.)
20 –  تَبَسُّمُكَ ف۪ى وَجْهِ أَخ۪يكَ لَكَ صَدَقَةٌ، وَأَمْرُكَ بِالْمَعْرُوفِ وَ نَهْيُكَ عَنِ الْمُنْكَرِ صَدَقَةٌ، وَإِرْشَادُكَ الرَّجُلَ ف۪ى أَرْضِ الضَّلَالِ لَكَ صَدَقَةٌ، وَبَصَرُكَ لِلرَّجُلِ الرَّدِىءِ الْبَصَرِ لَكَ صَدَقَةٌ وَإِمَاطَتُكَ الْحَجَرَ وَالشَّوْكَةَ وَالْعَظْمَ عَنِ الطَّر۪يقِ لَكَ صَدَقَةٌ
(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.
(Tirmizî, Birr, 36.)
21 –  اِتَّقُوا اللّٰهَ رَبَّـكُمْ، وَصَلُّوا خَمْسَكُمْ، وَصُومُوا شَهْرَكُمْ، وَأَدُّوا زَكَاةَ أَمْوَالِكُمْ، وَأَط۪يعُوا ذَا أَمْرِكُمْ، تَدْخُلُوا جَنَّةَ رَبِّكُمْ
Rabbinize karşı gelmekten sakının, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, mallarınızın zekatını verin, yöneticilerinize itaat edin. (Böylelikle) Rabbinizin cennetine girersiniz.
(Tirmizî, Cum’a, 80.)
22 –  إِنَّ الصِّدْقَ يَهْد۪ى إِلَى الْبِرِّ، وَ إِنَّ الْبِرَّ يَهْد۪ى إِلَى الْجَنَّةِ، وَإِنَّ الرَّجُلَ لَيَصْدُقُ حَتّٰى يُكْتَبَ صِدّ۪يقًا، وَ إِنَّ الْكَذِبَ يَهْد۪ى إِلَى الْفُجُورِ، وَ إِنَّ الْفُجُورَ يَهْد۪ى إِلَى النَّارِ، وَ إِنَّ الرَّجُلَ لَيَكْذِبُ حَتّٰى يُكْتَبَ كَذَّابًا
Hiç şüphe yok ki doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğru sözlü) diye yazılır. Yalancılık kötüye götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında kezzâb (çok yalancı) diye yazılır.
(Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103, 104.)
23 –  إِنَّ اللّٰهَ لَا يَنْظُرُ إِلٰى صُوَرِكُمْ وَأَمْوَالِكُمْ وَلٰـكِنْ يَنْظُرُ إِلٰى قُلُوبِكُمْ وَأَعْمَالِكُمْ
Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.
(Müslim, Birr, 33; ‹bn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539.)
24 –  رِضَى الرَّبِّ ف۪ى رِضَى الْـوَالِدِ، وَسَخَطُ الرَّبِّ ف۪ى سَخَطِ الْـوَالِدِ
Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır. Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.
(Tirmizî, Birr, 3.)
25 –  ثَلَاثُ دَعَوَاتٍ يُسْتَجَابُ لَهُنَّ لَا شَكَّ ف۪يهِنَّ: دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ، وَدَعْوَةُ الْمُسَافِرِ، وَدَعْوَةُ الْوَالِدِ لِوَلَدِهِ
Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin duası ve babanın evladına duası.
(İbn Mâce, Dua, 11.)
26 – مَا نَحَلَ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ أَدَبٍ حَسَنٍ
Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez.
(Tirmizî, Birr, 33.)
27 –   لَيْسَ مِنَّا مَنْ لَمْ يَرْحَمْ صَغ۪يرَنَا وَيُوَقِّرْ كَب۪يرَنَا
Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.
(Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 66)
28 –   خِيَارُكُمْ خِيَارُكُمْ لِنِسَائِهِمْ
Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.
(Tirmizî, Radâ’, 11; ‹bn Mâce, Nikâh, 50. Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 66.)
29-    كَافِلُ الْيَتِيمِ لَهُ أوْ لِغَيْرِهِ أنَا وَ هُوَ كَهَاتَيْنِ فيِ الْجَنَّةِ وَأشَارَ بِالسَّبَّابَةِ وَالْوُسْطَى
Peygamberimiz işaret parmağı ve orta parmağıyla işaret ederek: “ Gerek kendisine ve gerekse başkasına ait herhangi bir yetimi görüp gözetmeyi üzerine alan kimse ile ben, cennette işte böyle yanyanayız” buyurmuştur.
(Buhârî, Talâk, 25, Edeb, 24; Müslim, Zühd, 42.)
30 –  لَا تَبَاغَضُوا وَلَا تَحَاسَدُوا وَلَا تَدَابَرُوا، وَكُونُوا عِبَادَ اللّٰهِ إِخْوَانًا، وَلَا يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أَنْ يَهْجُرَ أَخَاهُ فَوْقَ ثَلَاثَةِ اَيَّامٍ
Birbirinize buğuz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal olmaz.
(Buhârî, Edeb, 57, 58.)
31 –   مَا زَالَ جِبْر۪يلُ يُوص۪ين۪ى بِالْجَارِ، حَتّٰى ظَنَنْتُ أَنَّهُ سَيُوَرِّثُهُ
Cebrâil bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki; ben ( Allah Teâlâ) komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.
(Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140, 141)
32 –     مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَلَا يُؤْذِ جَارَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ، وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أَوْ لِيَصْمُتْ
Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret gününe imân eden misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun.
(Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75)
33 –   اِجْتَنِبُوا السَّبْعَ الْمُوبِقَاتِ: اَلشِّرْكَ بِاللّٰهِ، وَالسِّحْرُ، وَ قَتْلُ النَّفْسِ الَّتِى حَرَّمَ اللّٰهُ إِلَّا بِالْحَقِّ، وَأَكْلُ الرِّبَا، وَأَكْلُ مَالِ اْليَت۪يمِ، وَالتَّوَلَّى يَوْمَ الزَّحْفِ وَقَذْفُ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ
(İnsanı) helâk eden şu yedi şeyden kaçının. Onlar nelerdir ya Resulullah dediler. Bunun üzerine: Allah’a şirk koşmak, sihir, Allah’ın haram kıldığı cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, suçsuz ve namuslu mümin kadınlara iftirada bulunmak buyurdu.
(Buhârî, Vasâyâ, 23, Tıbb, 48; Müslim, Îmân, 144)
34 –   لَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ نَمَّامٌ
Söz taşıyanlar (cezalarını çekmeden yada affedilmedikçe) cennete giremezler.
(Müslim, Îmân, 168; Tirmizî, Birr, 79.)
35 –   اَلسَّاع۪ى عَلَى الْأَرْمَلَةِ وَالْمِسْك۪ينِ كَالْمُجَاهِدِ ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ أَوِ الْقَائِمِ اللَّيْلَ الصَّائِمِ النَّهَارَ
Dul ve fakirlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihad eden veya gündüzleri (nafile) oruç tutup, gecelerini (nafile) ibadetle geçiren kimse gibidir.
(Buhârî, Nafakât, 1; Müslim, Zühd, 41; Tirmizî, Birr, 44; Nesâî, Zekât, 78)
36 –   كُلُّ بَن۪ى اٰدَمَ خَطَّاءٌ، وَخَيْرُ الْخَطَّائ۪ينَ التَّوَّابُونَ
Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.
(Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30.)
37 –    إِنَّ فِى الْجَسَدِ مُضْغَةً، إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّه،ُ وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ، أَلَا وَهِىَ الْقَلْبُ
İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.
(Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107.)
38 –   عَجَبًا لِأَمْرِ الْمُؤْمِنِ، إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ ، وَلَيْسَ ذَاكَ لِأَحَدٍ إِلَّا لِلْمُؤْمِنِ: إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَـكَرَ، فَـكَانَ خَيْرًا لَهُ، وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ، فَكَانَ خَيْرًا لَهُ
Mü’minin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hali vardır; O’nun her işi hayırdır.
Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.
(Müslim, Zühd, 64; Dârim”, Rikâk, 61.)
39 –   مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَغْرِسُ غَرْسًا أَوْ يَزْرَعُ زَرْعًا فَيَأْكُلُ مِنْهُ طَيْرٌ أَوْ إِنْسَانٌ أَوْ بَه۪يمَةٌ إِلَّا كَانَ لَهُ بِهِ صَدَقَةٌ
Bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o müslüman için birer sadakadır.
(Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Müsâkât, 7, 10.)
40 –     أَعْطُوا الْأَج۪يرَ أَجْرَهُ قَبْلَ أَنْ يَجِفَّ عَرَقُهُ
İşçiye ücretini, (alnının) teri kurumadan veriniz.
(İbn Mâce, Ruhûn, 4 .)































1 Nisan 2018 Pazar

AKLIN HAYÂSI --- ZEKÂT VE CİHÂD HAKKINDA MÂNİDÂR BİR HADÎS-İ ŞERÎF --- HZ. EBÛ BEKİR SIDDÎK (R.’A.)’IN ZAMÂNI TİTRETEN SÖZÜ!


ZEKÂT VE CİHÂD HAKKINDA MÂNİDÂR BİR HADÎS-İ ŞERÎF

AKLIN HAYÂSI
٢٤٥٨- حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ مُوسَى، قَالَ: حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عُبَيْدٍ، عَنْ أَبَانَ بْنِ إِسْحَاقَ، عَنِ الصَّبَّاحِ بْنِ مُحَمَّدٍ، عَنْ مُرَّةَ الهَمْدَانِيِّ، عَنْ عَبْدِ اللهِ بْنِ مَسْعُودٍ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اسْتَحْيُوا مِنَ اللهِ حَقَّ الحَيَاءِ. قَالَ: قُلْنَا: يَا رَسُولَ اللهِ إِنَّا نَسْتَحْيِي وَالحَمْدُ لِلَّهِ، قَالَ: لَيْسَ ذَاكَ، وَلَكِنَّ الاِسْتِحْيَاءَ مِنَ اللهِ حَقَّ الحَيَاءِ أَنْ تَحْفَظَ الرَّأْسَ وَمَا وَعَى، وَالبَطْنَ وَمَا حَوَى، وَلْتَذْكُرِ الْمَوْتَ وَالبِلَى، وَمَنْ أَرَادَ الآخِرَةَ تَرَكَ زِينَةَ الدُّنْيَا، فَمَنْ فَعَلَ ذَلِكَ فَقَدْ اسْتَحْيَا مِنَ اللهِ حَقَّ الحَيَاءِ. هَذَا حَدِيثٌ غَرِيبٌ إِنَّمَا نَعْرِفُهُ مِنْ هَذَا الوَجْهِ مِنْ حَدِيثِ أَبَانَ بْنِ إِسْحَاقَ عَنِ الصَّبَّاحِ بْنِ مُحَمَّدٍ." [1]
2458- Abdullah b. Mes’ûd (r.’a.)’den rivâyete göre; Rasûlüllâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

--- “Allâh’dan gereği biçimde hayâ edin!”

Bunun üzerine --- “Ey Allâh’ın Peygamberi!” dedik, --- “Zaten; hayâlı davranıyoruz Elhamdülillah!”

Buyurdu ki: --- “O si­zin anladığınız utanma hissi değildir! Allâh’dan gereği biçimde hayâ et­mek demek; baş ve başta bulunan organlarla, karın ve karının içeresine aldığı organları her türlü günâh ve harâmlardan korumak, ölümü ve toprak altında çürümeyi dâima hatırlamaktır. Âhireti isteyen dünyânın süsünü bırakır. Kim bu şekilde davranırsa Allâh’dan gereği biçimde hayâ etmiş olur.”[2]

﴿ أَمْ حَسِبْتُمْ أَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الّ۪ذِينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِر۪ينَ  [سورة آل عمران:٣/١٤٢]
“Yoksa siz; Allâh, içinizden cihâd edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?”[3]

٢٤٢١- حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرٍ أَحْمَدُ بْنُ سَلْمَانَ بْنِ الْحَسَنِ الْفَقِيهُ إِمْلَاءً، ثنا هِلَالُ بْنُ الْعَلَاءِ الرَّقِّيُّ، ثنا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ جَعْفَرٍ الرَّقِّيُّ، ثنا عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ عَمْرٍو الرَّقِّيُّ، عَنْ زَيْدِ بْنِ أَبِي أُنَيْسَةَ، عَنْ جَبَلَةَ بْنِ سُحَيْمٍ، ثنا أَبُو الْمُثَنَّى الْعَبْدِيُّ، قَالَ: سَمِعْتُ ابْنَ الْخَصَاصِيَةِ، يَقُولُ: أَتَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ ﷺ لِأُبَايِعَهُ عَلَى الْإِسْلَامِ، فَاشْتَرَطَ عَلَيَّ "تَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ، وَتُصَلِّيَ الْخَمْسَ، وَتَصُومَ رَمَضَانَ، وَتُؤَدِّي الزَّكَاةَ، وَتَحُجَّ الْبَيْتَ، وَتُجَاهِدَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ" قَالَ: قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، أَمَّا اثْنَتَانِ فَلَا أُطِيقُهُمَا، أَمَّا الزَّكَاةُ فَمَالِي إِلَّا عَشْرُ ذَوْدٍ، هُنَّ رُسُلُ أَهْلِي وَحَمُولَتُهُمْ وَأَمَّا الْجِهَادُ فَيَزْعُمُونَ أَنَّهُ مَنْ وَلَّى، فَقَدْ بَاءَ بِغَضَبٍ مِنَ اللَّهِ، فَأَخَافُ إِذَا حَضَرَنِي قِتَالٌ كَرِهْتُ الْمَوْتَ، وَخَشَعَتْ نَفْسِي، قَالَ: فَقَبَضَ رَسُولُ اللَّهِ ﷺ يَدَهُ ثُمَّ حَرَّكَهَا ثُمَّ قَالَ: "لَا صَدَقَةَ وَلَا جِهَادَ فَبِمَ تَدْخُلُ الْجَنَّةَ؟" قَالَ: ثُمَّ قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، أُبَايِعُكَ فَبَايَعَنِي عَلَيْهِنَّ كُلِّهِنَّ." [4]
2421--- … “Beşîr bin Hasâsiyye (r.’a) dedi ki: --- “Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’e bey’at etmek için geldim. Bana, --- “Allâh’dan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed’in de O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şehâdet etmemi, beş vakit namaz kılmamı, Ramazân (-ı Şerîf) orucunu tutmamı, zekât vermemi, Beyt-i (Ka’be-i Mu’azama-yı) hacc etmemi ve Allah yolunda cihâd etmemi” şart koştular.

Ben şöyle dedim: --- “Ey Allâh’ın Rasûlü! Vallâh-i bunlardan ikisine gücüm yetmez. Onlar da cihâd ve sadakadır. “Müslümanlar, cepheden kaçan kimsenin Allâh’ın gazâbına uğramış olarak döneceğini” söylüyorlar.[5] Ben ise cihâd meydanına varınca, nefsimin korkuya kapılıp ölmeyi istememesinden endîşe ediyorum.”

--- “Sadakaya gelince, Vallâh-i benim küçük bir koyun sürüsü ve on deveden başka bir şeyim yoktur. Onlar da âilemin maîşet kaynağı ve binek hayvanlarıdır.”

Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) elini yumdu, salladı ve şöyle buyurdular: --- “Cihâd yok, sadaka yok, peki ne ile Cennet’e gireceksin?”

Ben hemen: --- “Yâ Rasûlellâh, sana bey’at ediyorum!” dedim ve koştuğu bütün şartlar üzerine bey’at ettim.”[6]

﴿ وَلَمَّا بَرَزُوا لِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ قَالُوا رَبَّنَآ أَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَۜ[سورة البقرة:٢/٢٥٠]
(Tâlût’un askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.”[7]
HZ. EBÛ BEKİR SIDDÎK (R.’A.)’IN ZAMÂNI TİTRETEN SÖZÜ!

"قَدِ انْقَطَعَ الْوَحْيُ وَتَمَّ الدِّينُ، أَيَنْقُصُ الدِّينُ وَأَنَا حَيٌّ."
Hz. Ebû Bekir (r.’a.) dedi ki: ---- “Vahiy kesildi ve din tamamlandı, ben hayatta iken din eksilir mi?”

"أَيَنْقُصُ شَيْئٌ فِي دِنِي وَنَحْنُ حَيٌّ."
Hz. Ebû Bekir (r.’a.) dedi ki: ---- “Biz hayatta iken (bu) dînin hiçbir şeyini kimse eksiltemez!” (=Hiçbir kimse; Dîn-i Mübîn-i İslâm’dan olmayan hiçbir hükmü ne ona sokabilir, İslâm’dan olan bir hükmü de aslâ ondan çıkaramaz!)[8]


[1] الكتاب: سنن أبي داود، كتاب اللباس (٢٦/٢٦)، باب: فيما تبدي المرأة من زينتها (٣١)، رقم الحديث:٤١٠٤، ص:٧٦٣؛ [حكم الألباني] : صحيح.
[2] Tirmizî, Kitâb-ü Sıfetü’l-Kıyâme (24), Allah İçin Gereği Biçimde Hayâ Etmek Ne Demektir? Bâbı  (24), Hadîs no:2458, s:401-402; Müsned: 3489; (Tirmizî: Bu hadis garibtir. Bu hadisi sâdece, Ebân b. İshâk’ın Sabbah b. Muhammed’den rivâyetiyle bilmekteyiz.)
[3] Âl-i ‘Imrân, 3/142.
[4] الكتاب: المستدرك على الصحيحين، المؤلف: أبو عبد الله الحاكم محمد بن عبد الله بن محمد بن حمدويه بن نُعيم بن الحكم الضبي الطهماني النيسابوري، المعروف بابن البيع (المتوفى: ٤٠٥ هـ)، تحقيق: مصطفى عبد القادر عطا، الناشر: دار الكتب العلمية – بيروت، الطبعة: الأولى، ١٤١١ – ١٩٩٠، عدد الأجزاء: ٤، كتاب الجهاد، رقم الحديث:٢٤٢١، ص:٢/٨٩، "هَذَا حَدِيثٌ صَحِيحُ الْإِسْنَادِ وَلَمْ يُخَرِّجَاهُ وَبَشِيرُ بْنُ الْخَصَاصِيَةِ مِنَ الْمَذْكُورِينَ فِي الصَّحَابَةِ مِنَ الْأَنْصَارِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ"، [التعليق - من تلخيص الذهبي]، صحيح؛ الكتاب: السنن الكبرى، المؤلف: أحمد بن الحسين بن علي بن موسى الخُسْرَوْجِردي الخراساني، أبو بكر البيهقي (المتوفى: ٤٥٨ هـ)، المحقق: محمد عبد القادر عطا، الناشر: دار الكتب العلمية، بيروت – لبنات، الطبعة: الثالثة، ١٤٢٤ هـ - ٢٠٠٣ م، باب أصل فرض الجهاد، رقم الحديث:١٧٧٩٦، ص:٩/٣٥.
[5] Sahâbe-i Kirâm efendilerimiz burada şu Âyet-i Kerîme’ye telmîhte bulunmaktadır: ﴿ وَمَنْ يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُ اِلَّا مُتَحَرِّفًا لِقِتَالٍ اَوْ مُتَحَيِّزًا اِلَى فِئَةٍ فَقَدْ بَاءَ بِغَضَبٍ مِنَ اللَّهِ وَمَاْوَيهُ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ [سورة الأنفال:٨/١٦]؛  “-Savaş taktiği olarak düşmanı vurmak için çekilme, ya da diğer bir birliğe katılmak durumu hâriç- böyle bir günde her kim onlara arkasını dönerse mutlakâ o, Allâh’ın gazâbına uğramış olur. Onun varacağı yer de cehennemdir. Ne kötü varılacak yerdir orası!” (Enfâl Sûresi, 8/16)
[6] Ahmed, V, 224; Hâkim, II, 89/2421; Beyhakî, Şü’âb, V, 8; Heysemî, I, 42; İbn-i Kesîr, Tefsîr, II, 306, (el-Enfâl Sûresi, 8/16).
[7] Bakara Sûresi, 2/250.
[8] Abdü’l-Metin Balkanlıoğlu Hoca efendinin 20 Mar 2018 tarihli Youtube videosu, 13:02-13:09.