25 Mart 2013 Pazartesi

HUDEYBİYE BARIŞ ANTLAŞMASI--- ... باب صلح الحديبية في الحديبية ...


... باب صلح الحديبية في الحديبية ...

HUDEYBİYE BARIŞ ANTLAŞMASI


(Zilka’de 6 H./Mart 628 M.)

﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ. اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُب۪ينًاۙ [سورة الفتح:٤٨/١]

“Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik.”[1]

A-       MÜSLÜMANLARIN KA’BE-Yİ ZİYÂRET ARZUSU


 
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Medîne-i Münevvere’ye hicret edeli 6 yıl olmuştu. Bu süre içinde Mekke müşrikleriyle, Medîne-i münevvere ‘de bulunan Müslümanlar arasında, sırasıyla Bedir, Uhud ve Hendek Savaşları oldu. Mekke müşrikleri Medîne-i Münevvere’yi basmak, Hz. Rasûlüllâh (s.a.v.)’i öldürmek, Müslümanlığı yok etmek için her çâreye başvurdular. Bütün imkân ve güçlerini ortaya koydular; fakat amaçlarına ulaşamadılar. Müslümanların günden güne güçlenmelerine, sayılarının artmasına engel olamadılar.

 
Ancak Medîne-i Münevvere dışındaki kabîleler, Müslümanlığın ne olduğunu yeterince bilmiyorlardı. Ka’be-nin komşusu ve koruyucusu olduğu için saygı duydukları Kureyş kabîlesi, kendi içlerinden çıktığı halde Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamberliğini kabûl etmemiş, hattâ O’nu yurdundan çıkarmışlardı. Bu yüzden, Müslümanlığın Medîne-i Münevvere dışındaki kabîlelere tanıtılabilmesi ve geniş ölçüde yayılmasının sağlanabilmesi için, Mekkelilerle barış yapılmasına ihtiyaç vardı. Rasûlüllâh (s.a.v.), geçici de olsa Mekkelilerle barış yaparak, diğer kabîlelerle serbestçe ilişkiler kurmayı arzu ediyordu.

 
Diğer taraftan, Mekkeli Müslümanlar, doğup büyüdükleri ve her şeylerini bırakıp ayrıldıkları yurtlarını çok özlemişlerdi. Her namazda yöneldikleri kutsâl Ka’be-yi 6 yıldan beri ziyâret edemiyorlardı. Ka’be-yi ziyâret, bütün Müslümanların en büyük ortak özlemleri olmuştu.
 

B-       RASÛLÜLLÂH (S.A.V.)’İN RÜYÂSI

 

Hicretin 6’ıncı yılı, Rasûlüllâh (s.a.v.), gördüğü bir rüyâ üzerine[2]hep birlikte Ka’be-yi ziyâret edeceklerini ashâbına müjdeledi.[3]Hazırlıklar tamamlandı. Savaş yapılması yasak olan aylardan Zilka’de-nin ilk pazartesi günü (2 Zilkade 6 H./14 Mart 628 M.), yerine Mektûm oğlu Abdullah’ı vekil (kaymakam) bırakarak, ashâbından 1400 kişi ile[4]Medîne-i Münevvere’den ayrıldı. Hanımlarından Ümmü Seleme de berâberinde bulunuyordu. Maksadı savaş olmayıp, yalnızca Ka’be-yi ziyâret etmekti. Mekkelileri telâşlandırmamak için, ashâbının silah taşımalarına izin vermemiş, sadece yolcu silâhı olarak birer kılıç almışlardı.[5]Hac için Mekke’ye gelecek düşman kabîlelerle yolda karşılaşmamak için, Ka’be ziyâretini hac günlerinden önce yapmayı uygun görmüştü. Yanlarındaki 70 kurbanlık deveyi kılâde-lediler[6]ve Zû’l-Huleyfe’de “umre” niyetiyle ihrâma girdiler.[7]Yol güvenliğini sağlamak için 20 kadar süvâriyi öncü olarak gönderdiler.
 

C-        MEKKELİLERİN TEPKİSİ

 

Mekkeliler, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Ka’be-yi ziyâret için yola çıktığını duyunca telâşlandılar. Müslümanları Mekke’ye sokmamağa karar verdiler. Velîd oğlu Hâlid ve Ebû Cehil’in oğluyum (Kerime) 200 süvâri ile öncü olarak gönderdiler.

 Rasûlüllâh (s.a.v.), Mekkelilerin bu karârını önden gönderdiği gözcüleri vasıtasıyla öğrendi. Sağ tarafa sapıp, yol güzergâhını değiştirerek, Hudeybiye’ye kadar ilerledi.[8]  Rasûlüllâh (s.a.v.)’in bindiği “Kasvâ”adlı deve burada çöktü, bütün gayretlere rağmen kalkmadı. Müslümanlar:

--- “Kasvâ harın[9] oldu, çöktü kalkmıyor” diye söylenmeğe başladılar.

Rasûlüllâh (s.a.v.): --- “Kasvâ harın-leşmez, onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle Fil’in Mekke’ye girmesine engel olan ilâhi kudret, şimdi de Kasvâ’yı ilerletmiyor. Allâh’a yemîn olsun ki, Kureyş Cenâb-ı Hakk’ın kutsâl kıldığı şeylere hürmet ve tâzim kastiyle benden her ne isterse, ne kadar ağır olursa olsun, istediklerini kabûl edeceğim...”  buyurdu.[10]


D-       BARIŞ MÜZÂKERELERİ


Bu sırada Huzâa kabîlesi reisi Büdeyl çıkageldi. Kureyşin, Müslümanları Mekke’ye sokmamak için müşrik kabilelerle anlaştığını ve savaş hazırlığı içinde olduklarını haber verdi.[11]

 

Rasûlüllâh (s.a.v.) savaş maksadıyla değil, sâdece Ka’be-yi ziyâret için geldiklerini, daha önce yapılan savaşlarda Kureyş’in uğradığı kayıpları anlattı.

--- “İsterlerse belirli bir süre onlarla barış yapalım. Benimle diğer kabîlelerin arasını serbest bıraksınlar (karışmasınlar). Eğer ben üstün gelirde, Arablar İslâmiyeti kabûl ederlerse, Mekkeliler de isterlerse bu dîne girebilirler. Şâyet Araplar bana üstün gelirlerse, Kureyş savaş külfeti çekmeden istediğini elde etmiş olur. Aksi halde, Allâh’a yemin ederim ki, O’nun yolunda ölünceye kadar onlarla savaşırım, Allâh da yardımını gerçekleştirir, dînini üstün kılar”buyurdu.[12]

 
Büdeyl, Rasûlüllâh (s.a.v.)’den duyduklarını Kureyş’e iletti. Kureyş ileri gelenleri de savaşa taraftar değildi. Sakîf kabîlesi reisi Tâifli Mes’ûd oğlu Urve’yi Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gönderdiler. Rasûlüllâh (s.a.v.) Büdeyl’e söylediklerini Urve’ye de anlattı. Urve hem Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’le konuşuyor, hem de Müslümanların durumunu ve bütün davranışlarını dikkatle tâkîb ediyordu. Dönüşünde gördüklerini özetle şöyle anlattı:

--- “Bilirsiniz ki ben birçok devlet başkanını ziyâret ettim, Rum Kayseri, Fars Kisrâsı, Habeş Necâşi’sinin huzurunda elçi olarak bulundum. Yemîn ederim ki, Müslümanların Muhammed (s.a.v.)’e gösterdikleri hürmet, sevgi ve bağlılığı bunların hiçbirinin sarayında görmedim... Sözlerini dikkatle dinliyorlar. Bir şey sorunca, alçak (hafif) sesle cevâb veriyorlar. İsteklerini derhâl yerine getiriyorlar. Saygılarından yüzüne dikkâtle bakamıyorlar. Abdestinden artan suyu bile,-teberrük için-aralarında paylaşıyorlar... Mâdemki, bize barış teklif ediyor, kabûl edelim” dedi.

Mekkeliler, Urve’nin sözlerinden hoşlanmadılar. Bir iki elçi daha gidip geldi, fakat hiç bir sonuca varılamadı. Rasûlüllâh (s.a.v.), Kureyş’ten gelen elçilerle sonuca ulaşılamadığını gördü. Kureyş’le görüşmek üzere Hz. Ömer’i Mekke’ye göndermeyi düşündü. Ömer:
 

--- “Yâ Rasûlellâh, Mekkeliler benim kendilerine olan düşmanlığımı bilirler, himâyesine sığınabileceğim bir yakınım da yok. Osman’ın Mekke’de akrabası çok, Ebû Süfyân ile amcazâde. Osman bu işi benden daha iyi başarır” dedi.
 

Hz. Osman Mekke’ye gitti. Ebû Süfyân ve diğer Kureyş ileri gelenleriyle görüştü. Maksatlarının sâdece Ka’be-yi ziyâret olduğunu anlattı. Mekkeliler:
 

--- “Hepinizi Mekke’ye bırakırsak, Arablar, “Kureyş Müslümanlardan korktu,” derler. Fakât istersen Ka’be-yi sen tavâf et, hepiniz birden olmaz”dediler. Hz. Osman, Ka’be-yi Müslümanlardan ayrı olarak ziyâret etmeği kabûl etmedi.
 

--- “Rasûlüllâh (s.a.v.) tavâf etmedikçe, ben de etmem”diyerek tekliflerini reddetti. O’nun bu davranışı Mekkelileri kızdırdı, göz hapsine aldılar ve dönmesine izin vermediler.
 

E-        RIDVÂN BÎATI:



﴿ لَقَدْ رَضِىَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا ف۪ى قُلُوبِهِمْ فَاَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ عَلَيْهِمْ وَاَثَابَهُمْ فَتْحًا قَر۪يبًاۙ ﴿١٨﴾ وَمَغَانِمَ كَث۪يرَةً يَأْخُذُونَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزًا حَك۪يمًا [سورة الفتح:٤٨/١٨-١٩]

“Şüphesiz Allâh, ağaç altında sana bîat ederlerken inananlardan hoşnûd olmuştur. Gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur, güven duygusu vermiş ve onlara yakın bir fetih[13] ve elde edecekleri birçok ganîmetler nasîb etmiştir. Allâh mutlâk güç sâhibidir, hüküm ve hikmet sâhibidir.”[14]

Hz. Osman’ın gecikmesi, Müslümanları telâşlandırdı. Öldürüleceğine dâir söylentiler çıktı. Böyle bir ihtimâle karşı Rasûlüllâh (s.a.v.) gereken tedbirleri aldı. Müslümanları Allâh yolunda yapacakları savaşta, canlarını fedâ etmekten çekinmeyeceklerine dâir, kendisine bîat etmeğe çağırdı.

--- “Artık bunlarla vuruşmadan buradan ayrılamayız”buyurdu.

İlk bîat eden Ebû Sinân el-Esedî oldu. --- “Rasûlüllâh (s.a.v.)’in gönlündeki murâdı ne ise, onun gerçekleşmesi üzerine bîat ediyorum.” dedi.

Hudeybiye’de bodur bir ağacın altında,[15]bütün Müslümanlar sırayla Rasûlüllâh (s.a.v.)’in ellerini tutarak bîat ettiler. Allâh yolunda ölünceye kadar savaşmağa, düşmandan kaçmamaya söz verdiler. Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Osman adına da bir elini diğeriyle tuttu, onu da böylece bîata kattı. Yalnızca Cedd b. Kays adlı münâfık, devesinin arkasında gizlendi, bîata katılmadı.

Cenâb-ı Hak, Kur’an-ı Kerîm’de, Hudeybiye’de Rasûlüllâh (s.a.v.)’e bîat eden mü’minlerden hoşnûd olduğunu bildirmiştir.[16]Bu sebeble, İslâm Târihinde bu bîata “Rıdvân Bîatı” adı verilmiştir.

Müslümanların karârlılığını ve Rasûlüllâh (s.a.v.)’e bağlılıklarını gösteren bu bîatın Mekkeliler üzerindeki etkisi büyük oldu. Derhâl Hz. Osman’ı serbest bıraktılar ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’le barış yapmak üzere Amr oğlu Süheyl başkanlığında bir hey’et gönderdiler.

وقال يونس بن بكير، عن ابن إسحاق، حدثني الزهري، عن عروة، عن المسور بن مخرمة، ومروان في قصة الحديبية قالا: فدعت قريش سهيل بن عمرو قالوا: اذهب إلى هذا الرجل فصالحه ولا يكونن في صلحه إلا أن يرجع عنا عامة هذا، لا تحدث العرب أنه دخلها علينا عنوة. فخرج سهيل من عندهم، فلما رآه رسول الله صلى الله عليه وسلم مقبلاً قال: قد أراد القوم الصلح حين بعثوا هذا الرجل.


بنود الاتّفاقية --- جاء في الاتّفاقية:


١- فوقع الصلح على أن توضع الحرب بنيهما عشر سنين،


٢- التخيير بين الدخول في عهد رسول الله (صلى الله عليه وآله)، أو الدخول في عهد قريش،


٣- أن يرجع رسول الله (صلى الله عليه وآله) هذا العام،


٤- وأن يخلوا بينه وبين مكة من العام المقبل، فيقيم بها ثلاثًا،


٥- وأنه لا يدخلها إلا بسلاح الراكب والسيوف في القرب،


٦- وأنه من أتانا من أصحابك بغير إذن وليه لم نرده عليك،


٧- ومن أتاك منا بغير إذن وليه رددته علينا،


٨- وأن بيننا وبينك عيبة مكفوفة،


٩- وأنه لا إسلال ولا إغلال.


وذكر الحديث. الاسلال الخفية وقيل الغارة وقيل سل السيوف و الإغلال الغارة وقال شعبة، عن أبي إسحاق، عن البراء قال: لما صالح رسول الله صلى الله عليه وسلم مشركي مكة كتب كتاباً: هذا ما صالح عليه محمد رسول الله. قالوا: لو علمنا أنك رسول الله لم نقاتلك. قال لعلي: امحه. فأبى، فمحاه رسول الله صلى الله عليه وسلم بيده، وكتب: هذا ما صالح عليه محمد بن عبد الله. واشترطوا عليه أن يقيموا ثلاثاً، وأن لا يدخلوا مكة بسلاح إلا جلبان السلاح، يعني السيف بقرابه. متفق عليه. وقال حماد بن سلمة عن ثابت، عن أنس نحوه أو قريباً منه. أخرجه مسلم. تاريخ الإسلام للذهبي، الجزء الثاني الصفحة: ٣٩٠. الكتاب: تاريخ الإسلام ووفيات المشاهير والأعلام تأليف: شمس الدين محمد بن أحمد بن عثمان الذهبي. دار النشر: دار الكتاب العربي. مكان النشر: لبنان/ بيروت. سنة النشر: ١٤٠٧هـ - ١٩٨٧م. الطبعة: الأولى تحقيق: د. عمر عبد السلام تدمري. ملاحظات حول الكتاب: الكتاب موافق للمطبوع كاملاً.


F-         HUDEYBİYE SULHUNUN YAPILIŞI:



Yûnus b. Bükeyr, İbn-i İshâk’tan naklediyor: Bana Zührî, Urve yolu ile Misver b. Mahrame ve Mervan b. Hakem’in Hudeybiye olayı hak­kında şöyle dediklerim haber verdi. Kureyşliler, Süheyl b. Amr’ı çağırıp: --- “Şu adama git de onunla sulh yap ama sakın bu sulh anlaşmasında; --- “Muhammed’in bu yıl Mekke’ye gireceği maddesi”olmasın, bu yıl dönüp gitsin de, arablar: --- “O bize harble zorla girdi”demesinler. Diye tenbîh ettiler. Süheyl’de çıkıp Hudeybiye’ye geldi. Rasûlüllâh O’nun geldiğini görünce:

--- “Kureyş bu adamı yolladığına göre demek sulh istiyorlar” de­di. Süheyl, Efendimiz (s.a.v.)’in yanına gelince bu mevzûyu aralarında gö­rüştüler. Sonunda şu şartlarda mutâbık kalınarak sulh yapıldı:

1- On yıl birbirleriyle savaşmayacaklar.

2- İnsanlar birbirine karşılıklı güven verecekler.

3- Bu yıl hac edilmeden Hudeybiye’den geri dönülecek.

4- Gelecek yıl müşrikler aradan çekilip Mekke’ye Umre müsâdesi verecekler ve orada üç gün kalacaklar.

5- Oraya giderken Müslümanlar yanlarında sâdece yolcu silâhı olan kılıç taşıyabilecek oda kınında olmak şartıyla Harem’e girebilecekler.

6- Ashâb’dan biri velîsinin izni olmadan Mekke’ye kaçar gelirse müşrikler onu geri yollamayacak.

7- Müşriklerden biri kaçıp Medîne’ye gelirse Peygamber onu geri verecek.

8- Bizimle senin aranda içinde hîle ve düzenbazlık olmayan kapalı bir heybe (saf bir gönül) olacak.

9- Aramızda ne îslâl nede iğlâl olacak.[17]

Râvî Hadîs’in gerisini tâ başta geçtiği gibi naklediyor.[18] Hadîs’te geçen “El-İslâl” gizli hırsızlık demektir. “Hücûm” ve “Kılıç Sıyırma”anlamına geldiği de söylenir. “El-İğlâl” da hücûm ve ihânet anlamındadır.[19] Şu’be, Ebû İshâk vâsıtasıyla Berâe b. Âzıb (r.a)’dan naklediyor: --- “Rasûlüllâh (s.a.v.), Mekke müşrikleriyle sulh yaptığında bu anlaş­mayı “işte bu -vesika- Allâh Rasûlü Muhammed’in üzerine sulh anlaş­ması yaptığı bir belgedir…” diye başlayan bir metin yazmıştı. Müş­rikler: --- “Biz senin gerçekten Allâh’ın Rasûlü olduğunu bilmiş olsaydık zâten seninle savaşmazdık” diye i’tirâz etiler. Nebî (s.a.v.) de Hz. ‘Ali (r.a.)’a: --- “Sen “Rasûlüllâh”kelimesini sil” buyurdu. Lâkin Hz. ‘Ali: --- “Ben silemem”diyerek bu işe yanaşmadı. O zaman bizzât Peygamber (s.a.v.) kendi eliyle silip; --- “İşte şu metin ‘Abdullâh-oğlu Muhammed’in üzerinde anlaşma yaptığı metindir…” diye başla­yan anlaşmayı yazdı. Müşrikler Ona orada ancak üç gün kalma, Mek­ke’ye silâhla değil ancak içine silâh ve eşyâ konulan torba içinde ol­mak kaydıyla girileceği, şartını öne sürdüler.

Şu’be derki: --- “Ebû İshâk’a bu “Cülûbbân’ı-Silâh silâh torbası da ne?” diye sorunca bana; --- “Kab içindeki kılıç” dedi. Hadîsi, Buhârî ve Müs­lim rivâyet ediyor.[20]

G-       HUDEYBİYE ANTLAŞMASI:

 
Başka bir deyişle Hudeybiye Barışı, 628 Mart’ında Medîneli Müslümanlarla Mekkeli Müşrikler arasında yapılan barış antlaşmasıdır.

Maddeleri:

1- Müslümanlarla karşı taraf arasında 10 yıl savaş olmayacak, iki tarafın hiçbiri diğerinin malına ve canına el atmayacak,

2-Müslümanlar bu yıl Beytüllâh’ı ziyâret etmeksizin geri dönecekler. Gelecek yıl üç günden fazla olmamak üzere Mekke-i Mükerreme’ye gelip Beytüllâh’ı (Ka’be-yi)ziyâret edecekler. Bu üç gün süresince Mekkeliler şehir dışına çıkacaklar,

3- Müslümanlardan biri Kureyş’e sığınacak olursa geri döndürülmeyecek, fakat onlardan Müslümanlara sığınanlar geri döndürülecek,

4- Müslümanlardan Hac, Umre ve ticâret için Mekke-i Mükerreme’ye gideceklerin canları ve malları güven altında olacak,

5- Kureyş tarafında Mısır’a ve Şam’a gidenlerle ticârette bulunmak üzere Medîne-i Münevvere’ye gelenlerin de canları ve malları güven altında bulunacak,

6- Kureyş’den başka diğer kabîleler isterlerse Müslümanların, isterlerse Kureyş’in koruması altına girebilecek.

Önemi:

ü Bu antlaşma ile Mekkeliler, Müslümanların siyâsî varlığını (İslam Devleti’ni) resmen (hukûken) kabûl ettikleri ilk belgedir.
ü Barış ortamının oluşması İslâmiyet’e geçişi hızlandırdı.
ü Mekke-i Mükerreme’nin fethi kolaylaştı.

 

H-       BARIŞ ŞARTLARI



UZUN MÜZÂKERE VE TARTIŞMALARDAN SONRA KABÛL EDİLEN BARIŞ ŞARTLARI ŞUNLARDIR:

1-      Müslümanlar bu sene Ka’be-yi ziyâret etmeden dönecekler, bir yıl sonra ziyâret edecekler.

2-      Müslümanlar Ka’be-yi ziyâret için geldiklerinde, Mekke’de üç günden çok kalmayacaklar ve yanlarında birer kılıçtan başka silah bulundurmayacaklar.

3-      Müslümanların Mekke’de bulunduğu günlerde, Kureyşliler Mekke dışına çıkacaklar, Müslümanlarla temâs etmeyecekler.

4-      Mekkelilerden biri Müslümanlara sığınırsa, Müslüman bile olsa, geri verilecek; fakat Müslümanlardan Mekkelilere sığınan olursa, geri istenmeyecek.

5-      Kureyş dışında kalan diğer kabileler, iki taraftan istediklerinin himâyesine girmekte ve anlaşma yapmakta serbest olacaklar.

6-      Bu anlaşma on yıl geçerli olacak, bu müddet içinde iki taraf arasında tecâvüz ve savaş olmayacak.

باب صلح الحديبية في الحديبية ... [١٧٨٤] ( فقال النبي صلى الله عليه و سلم لعلي رضي الله عنه اكتب بسم الله الرحمن الرحيم قال سهيل أما بسم الله فما ندري ما بسم الله الرحمن الرحيم ولكن اكتب ما نعرف باسمك اللهم ) قال العلماء وافقهم النبي صلى الله عليه و سلم في ترك كتابة بسم الله الرحمن الرحيم وأنه كتب باسمك اللهم وكذا وافقهم في محمد بن عبد الله وترك كتابة رسول الله صلى الله عليه و سلم وكذا وافقهم في رد من جاء منهم إلينا دون من ذهب منا إليهم وإنما وافقهم في هذه الأمور للمصلحة المهمة الحاصلة بالصلح مع أنه لا مفسدة في هذه الأمور أما البسملة وباسمك اللهم فمعناهما واحد وكذا قوله محمد بن عبد الله هو أيضا رسول الله صلى الله عليه و سلم وليس في ترك وصف الله سبحانه وتعالى في هذا الموضع بالرحمن الرحيم ما ينفي ذلك ولا في ترك وصفه أيضا صلى الله عليه و سلم هنا بالرسالة ما ينفيها فلا مفسدة فيما طلبوه وإنما كانت المفسدة تكون لو طلبوا أن يكتب مالا يحل من تعظيم آلهتهم ونحو ذلك وأما شرط رد من جاء منهم ومنع من ذهب إليهم فقد بين النبي صلى الله عليه و سلم الحكمة فيهم في هذا الحديث بقوله من ذهب منا إليهم فأبعده الله ومن جاءنا منهم سيجعل الله له فرجا ومخرجا ثم كان كما قال صلى الله عليه و سلم فجعل الله للذين جاءونا منهم وردهم إليهم فرجا ومخرجا ولله الحمد وهذا من المعجزات قال العلماء والمصلحة المترتبة على إتمام هذا الصلح ما ظهر من ثمراته الباهرة وفوائده المتظاهرة التي كانت عاقبتها فتح مكة وإسلام أهلها كلها ودخول الناس في دين الله أفواجا وذلك أنهم قبل الصلح لم يكونوا يختلطون بالمسلمين ولا تتظاهر عندهم أمور النبي صلى الله عليه و سلم كما هي ولا يحلون بمن يعلمهم بها مفصلة فلما حصل صلح الحديبية اختلطوا بالمسلمين وجاءوا إلى المدينة وذهب المسلمون إلى مكة وحلوا بأهلهم وأصدقائهم وغيرهم ممن يستنصحونه وسمعوا منهم أحوال النبي صلى الله عليه و سلم مفصلة بجزئياتها ومعجزاته الظاهرة وأعلام نبوته المتظاهرة وحسن سيرته وجميل طريقته وعاينوا بأنفسهم كثيرا من ذلك فما زلت نفوسهم إلى الإيمان حتى بادر خلق منهم إلى الإسلام قبل فتح مكة فأسلموا بين صلح الحديبية وفتح مكة وازداد الآخرون ميلا إلى الإسلام... ---شرح النووي على صحيح مسلم الكتاب: المنهاج شرح صحيح مسلم بن الحجاج المؤلف: أبو زكريا يحيى بن شرف بن مري النووي الناشر: دار إحياء التراث العربي-بيروت الطبعة الطبعة الثانية، ١٣٩٢- عدد الأجزاء: ١٨، رقم الحديث: ١٧٨٤.

          Hammâd b. Seleme, Sâbit el-Bünânî yolu ile Enes (r.a.)’den buna yakın olarak şu bilgiyi verir: --- “Hudeybiye’de Rasûlüllâh (s.a.v.), müşriklerle sulh ettiğinde, Ali’ye; --- “Bismillâhirrahmâni’r-Rahîm” diye yaz, emrini verince Süheyl b. Amr: --- “Biz, Rahmân ve Rahîm ne demek bilmiyoruz, sen “Bismikellâhümme”diye yaz” dedi. Nebî (s.a.v.) de, Hz. Ali’ye böyle yazmasını söyle­yip --- “İşte bu Allâh Rasûlü Muhammed’in üzerine anlaşma yaptığı me­tindir” diye yaz, deyince Süheyl: --- “Biz senin Allâh Rasûlü olduğunu bilseydik seni doğrulardık, yalanlamazdık, sen kendinin ve babanın adını yaz” dedi. Nebî (s.a.v.); --- “Öyle yaz” deyip --- “Sizden biri kaçıp geleni size geri vereceğiz. Bizden size kaçıp geleni size bırakacağız” diye yazdırınca Ashâb; --- “Yâ Rasûlellâh, biz bu şartı kabul edeceğiz hâ!”de­diler. Efendimiz de: --- “Bizden kaçıpta müşriklere gideni Allâh uzak etsin. Onlardan bize gelipte geri gönderdiğimize Allâh bir genişlik bir çıkış kapısı verecektir” buyurdu.[21] Hadîsi Müslim naklediyor.

Yûnus b. Bükeyr, İbn-i İshâk’dan naklediyor: Bana Yezîd b. Süfyân, Muhammed b. Ka’b-dan şöyle dediğini haber verdi: --- “Hudeybiye anlaşmasında Peygamber Efendimizin kâtibi Hz. ‘Ali idi. Efendimiz: --- “İşte şu Muhammed b. Abdillâh ve Süheyl b. Amr’ın üzerinde anlaştıkları sulh metnidir!” diye yazbuyurdu. Hz. ‘Ali ise du­raklayıp ancak; --- “Allâh Rasûlü Muhammed” olarak yazarım, diye di­rendi. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.) ona: --- “Yaz. Zîrâ senin verdiğin bir misli de sana verilecektir” buyur­du. O da: --- “İşte bu Muhammed b. Abdillâh’ın üzerinde, anlaşma yaptık­ları sulh metnidir”diye yazdı.[22]

İ-           BARIŞ ANLAŞMASININ YAZILMASI


Barış şartlarını Rasûlüllâh (s.a.v) Hz. Ali’ye yazdırdı. “Bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm. Bu anlaşma, Muhammed Rasûlüllâh ile Kureyş elçisi Süheyl arasında yapılmıştır.” diye yazılmasına Süheyl itiraz etti.

--- “Rahmân” sözünü anlamıyoruz, ayrıca senin Rasûlüllâh olduğunu kabûl etseydik, bu anlaşmaya gerek yoktu “Bismike’llâhümme (Allâh’ım, senin adınla). Bu anlaşma Abdullah’ın oğlu Muhammed ile Kureyş elçisi Süheyl arasında yapılmıştır.” diye yazılmasını istedi.[23]

--- “Rasûlüllâh (s.a.v) mutlaka barışı sağlamak istiyordu. Daha işin başında, “Allâh’a yemin olsun ki Kureyş benden Cenâb-ı Hakk’ın kutsal kıldığı şeylere hürmet kastiyle her ne isterse, ne kadar ağır olursa olsun, isteklerini kabûl edeceğim,” buyurmuştu. Bu sebeble, bütün bu ağır şartları kabûl etti.

Fakat Müslümanlar son derece üzgündüler. Büyük bir ümit ve heyecanla gelmişlerdi. Oysa şimdi Ka’be-yi ziyâret edemeden döneceklerdi.

Anlaşmanın yazılması henüz bitmişti ki, Süheyl’in oğlu Ebû Cendel, ayağındaki zinciri sürükleyerek çıkageldi. Babası onu Müslüman olduğu için, zincire vurarak hapsetmişti. Her nasılsa kurtulmuş, bin bir güçlükle Mekke’den kaçmış, Müslümanlara sığınmağa gelmişti.

Süheyl oğlunun geri verilmesinde isrâr etti. Aksi halde anlaşmayı imzalamadan döneceğini söyledi. Bütün çabalara rağmen, inadından dönmedi. Barışın sağlanabilmesi için, Ebû Cendel’in müşriklere teslimi gerekiyordu. Çektiği işkenceleri ve acıklı hâlini anlatarak müşriklerin elinde bırakılmamasını isteyen Ebû Cendel’i Rasûlüllâh (s.a.v):

--- “Ey Ebû Cendel, biraz daha sabret, pek yakında Yüce Rabbim sana ve senin gibilere kurtuluş yolunu açacaktır, diye teselli etti.

J-           ASHÂBIN ÜZÜNTÜSÜ


Fakat bu son durum, artık Müslümanların üzüntülerini dayanılmaz hâle getirmişti. Hepsinin sinirleri gergindi. Hz. Ömer dayanamadı. Rasûlüllâh (s.a.v)’ın huzûruna gelerek:

--- “Sen Allâh’ın Peygamberi değil misin? Bizim dinimiz hak değil mi? Neden bu zilleti kabûl ediyoruz, neden? Diye söylendi.

Hz. Peygamber (s.a.v):

--- “Evet, ben Allâh’ın Peygamberiyim. Bu yaptığım işlerde Allâh’a isyan etmiş de değilim. O, benim yardımcımdır, diye cevap verdi. Fakat Ömer’in üzüntü ve öfkesi devâm ediyordu.

--- “Sen bize Ka’be-yi tavaf edeceğiz., demedin mi? diye sordu. Rasûlüllâh (s.a.v):

--- “Evet, dedim. Fakat bu sene ziyâret edeceğimizi söylemedim, Tekrâr ediyorum, Ka’be-yi hep berâber tavâf ve ziyâret edeceğiz, buyurdu.[24]Anlaşmanın imzalanmasından sonra Rasûlüllâh (s.a.v) ashâbına:

--- “Haydi, artık kurbanlarınızı kesiniz, sonra tıraş olup ihrâmdan çıkınız, emrini üç defa tekrarladığı halde, hiç kimse yerinden kıpırdamamıştı.[25]Hz Peygamber (s.a.v), ashâbının bu ilgisizliğine üzülerek, eşi Ümmü Seleme’nin yanına gitti. Ümmü Seleme:

--- “Yâ Rasûlellâh, onlar üzüntülerinden ilgisiz görünüyorlar. Siz kimseyle konuşmadan kendiniz kurbanınızı kesin, tıraş olun. Onlar size uyacaklardır, dedi.

Ashâb, Hz. Peygamber (s.a.v) ‘in kurbanını kesip tıraş olduğunu görünce, hemen onlar da kurbanlarını kesip, birbirlerini tıraş etmeğe başladılar.[26]

K-       HUDEYBİYE BARIŞI ASLINDA ZAFERDİ.


Hudeybiye Barışı’nın hemen bütün şartları, Müslümanların aleyhine görünüyordu. Fakat barışın Müslümanların yararına ve sonucun lehlerine olacağını Rasûlüllâh (s.a.v) biliyordu. Bu sebeble, barışı sağlamak için, aleyhlerinde görünen en ağır şartları kabûl etmişti.

Rasûlüllâh (s.a.v) barış anlaşmasının imzalanmasından üç gün sonra Medîne-i Münevvere’ye döndü. Böylece Müslümanlar Hudeybiye’de 19-20 gün kalmış oldular.

Dönüşte yolda “Fetih Sûresi” indi, Cenâb-ı Hakk Hudeybiye anlaşmasının Müslümanlar için zillet ve yenilgi değil, aksine zafer olduğunu bildiriyordu.[27]

Gerçekten Hudeybiye anlaşması, Müslümanlığın Medîne-i Münevvere dışında yayılmasına bir başlangıç oldu. Mekkeliler o zamana kadar Müslümanlara, dağılıp yok olmağa mahkûm, derme-çatma bir topluluk gözü ile bakıyorlardı. Bu anlaşma ile Müslümanları bir devlet olarak tanımış oldular.

Anlaşmadan sonra Müslümanlarla müşrikler arasında görüşme ve temâslar arttı. Hz. Peygamber (s.a.v) İslâm’ı serbestçe yaymağa başladı. Hudeybiye musâlahasından Mekke’nin fethine kadar geçen 21 aylık devrede Müslüman olanların sayısı, İslâm’ın doğuşundan, Hudeybiye Barışına kadar geçen 19 yılda Müslüman olanların sayısından kat kat fazla oldu. Hayber’in ve Mekke’nin fethi gibi zaferler, Hudeybiye musâlahasını takip etti. Dört yıl sonra, Rasûlüllâh (s.a.v)’ın vefâtında Müslümanlık bütün Arab yarımadasına yayılmış bulunuyordu.

L-         BARIŞ ŞARTLARININ MÜSLÜMANLAR LEHİNE DÖNMESİ


Hz. Peygamber (s.a.v.) anlaşmaya bağlı kaldı. Mekkeliler istemedikçe, hiç bir hükmünü tek taraflı kaldırmadı. Kısa bir süre sonra, Kureyş’le aralarında anlaşma bulunan Sakîf kabîlesinden Ebû Basîr adında biri, Medîne-i Münevvere’ye gelip Müslümanlara sığındı. Ebû Basîr de Ebû Cendel gibi işkence gören Müslümanlardandı. Mekkeliler, arkasından hemen iki kişi gönderip Ebû Basîr’in iâdesini istediler. Rasûlüllâh (s.a.v):

--- “Ey Ebû Basîr, biliyorsun ki, biz Kureyşle bir sözleşme yaptık, ahdimizi bozamayız. Biraz daha sabret, Rabb’im yakında bir kurtuluş yolu açacaktır, diyerek Ebû Basîr’i Kureyşlilere teslim etti.

Ebû Basîr, Mekke’ye ölüme götürüldüğünü biliyordu. Bu sebeble, bu adamların elinden kurtulması gerekiyordu. Yolda, Zû’l-Huleyfe’de[28]yemek için oturdular. Ebû Basîr, bunlara saf ve samîmî göründü. Bir ara:

--- “Kılıcın ne kadar da güzelmiş, bakmama müsaade eder misin? Diyerek, birinin elinden kılıcı aldı, hemen üzerine atılıp onu öldürdü; diğeri ise kaçıp kurtuldu.

Ebû Basîr öldürdüğü Kureyşlinin atına bindi, silahını kuşandı, tekrâr Medîne-i Münevvere’ye döndü. Rasûlüllâh (s.a.v)’ın huzuruna çıkıp:

--- “Ey Allâh’ın Rasûlü, siz sözünüzü yerine getirdiniz. Beni onlara teslim ettiniz. Fakat Allâh beni kurtardı, dedi. Hz. Peygamber (s.a.v) ona anlaşma şartlarına göre Medîne-i Münevvere’de kalmasının mümkün olmadığını anlattı. Ebû Basîr Medîne-i Münevvere’den çıktı. Mekke’ye dönemezdi. Medîne-i Münevvere’de kalamıyordu. Deniz kıyısında, Mekke- Şam yolu üzerinde “İys” denilen bir yere yerleşti. Mekke’de Müslümanlıklarını gizleyenler ve işkence görenler, birer, ikişer kaçıp, Ebû Basîr’in yanında toplandılar. Ebû Cendel de kaçıp buraya geldi. Kısa zamanda sayıları 70’e yükseldi, daha sonra 300 oldular. Mekkelilerin Şam ticâretini önleyecek bir kuvvet hâline geldiler.

Ebû Basîr’in yanında toplananlar, Hudeybiye anlaşması hükümlerine bağlı değildiler. Kureyşin Şam ticâret yolu tehlikeye girmişti. Mekkeliler telâşlandılar. Anlaşmanın, Medîne-i Münevvere’ye sığınan Mekkelilerin geri verilmesiyle ilgili maddesini hükümsüz saymaktan başka çâre yoktu. Baskı ile Müslümanlığın önlenemeyeceğini anladılar. Hemen, Hz Peygamber (s.a.v)’e Ebû Süfyân’ı elçi olarak gönderip, bu maddenin kaldırılmasını ve Mekke’den kaçan bütün Müslümanların Medîne-i Münevvere’ye kabûlünü istediler. Anlaşma yapılırken en çok ısrar gösterdikleri bu madde, gene onların isteğiyle kaldırılmış oldu.

Peygamber (s.a.v.), Ebû Basîr ve arkadaşlarını Medîne-i Münevvere’ye çağırdı. Bu sırada Ebû Basîr ölüm yatağında idi. Vefât edince orada defnettiler. Arkadaşlarını Ebû Cendel toplayıp Medîne-i Münevvere’ye götürdü. Böylece Kureyşin Şam ticâret yolu açıldı. Müslümanlar da anlaşmanın en ağır hükmünden kurtulmuş oldular.

Hudeybiye Barışı 2 yıl devâm etti. Anlaşmayı Kureyş bozdu. İki yıl sonra Mekke, Müslümanlar tarafından fethedildi.[29]

M-     RASÛLÜLLÂH (S.A.V.)’IN ÜMMÜ HABÎBE’YLE EVLENMESİ


Ümmü Habîbe Ebû Süfyân’ın kızıdır. Mekke Devrinde Müslüman olmuş ve kocası Ubeydullah b. Cahş’la birlikte Habeşistan’a hicret eden ikinci kafileye katılmıştı. Alkolik bir adam olan kocası, Habeşistan’da Hristiyan oldu. Ümmü Habîbe Müslümanlıkta sebât edip kocasından ayrıldı. Bu yüzden, yabancı bir ülkede kimsesiz ve himâyesiz kaldı. Henüz müşrik olan babasının yanına da dönemezdi.

Rasûlüllâh (s.a.v), Hicretin 6’ıncı yılı Habeşistan’a bir elçi gönderdi. Habeş Necâşi’sini vekil yaparak Ümmü Habîbe’yi nikâhladı.[30]Nikâh merâsiminde Câfer Tayyar ve diğer Müslümanlar da bulundu. Nikâhtan sonra Necâşi Ümmü Habîbe’yi Medîne-i Münevvere’ye gönderdi. Bu evlilikten önce şu Âyet-i Kerîme nâzîl olmuştu:

﴿ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَجْعَلَ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ عَادَيْتُمْ مِنْهُمْ مَوَدَّةًۜ وَاللّٰهُ قَد۪يرٌ وَاللّٰهُ غَفُورٌرَح۪يمٌ [سورة الممتحنة:٦٠/٧]

“Ola ki Allâh sizinle, içlerinden düşman olduğunuz kimseler arasına bir sevgi (ve yakınlık) koyar. Allâh, hakkıyla gücü yetendir. Allâh çok bağışlayandır, çok merhametlidir.”[31]

Gerçekten bu evlilikten sonra Ebû Süfyân’ın, Hz. Peygamber (s.a.v)’e olan düşmanlığında bir yumuşama başlamıştır.
















 








[1] Fetih Sûresi, 48/1. Âyet-i Kerîme’deki, “FETİH” ile daha sonra gerçekleşecek Mekke-i Mükerreme’nin fethi kastedilmektedir. Ayrıca Sûre’nin inmesinden önce gerçekleşen ve Mekke-i Mükerreme’nin fethine zemin hazırlamış olan Hudeybiye barışının kastedilmiş olması da mümkündür.
[2]“And-olsun ki, Allah peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik etmiştir. Allah dilerse, siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan, Mescid-i Haram'a gireceksiniz..” (el-Fetih Sûresi, 27)
[3] Medîne-i Münevvere civârındaki henüz Müslüman olmayan Müzeyne, Cüheyne, Gıfâr, Eslem, Eşca', gibi kabileler de birlikte Ka’be-yi ziyâret için dâvet edilmişlerse de, bunlar Kureyş'ten çekindikleri için, Müslümanlara katılmadılar. (Tecrid Tercemesi, 8/177, 1164 numaralı hadisin izâhı)
[4]el-Buhârî, 5/62-63; Tecrid Tercemesi, 8/ 264 (Hadis No: 1599)
[5](248) O devirde, çölde yırtıcı hayvanlara ve çapulculara karşı her yolcunun bir kılıç bulundurması âdet ve zarûri idi.
[6]Kılâde: Takılan şey. Takı. Kurbanlık olduğunu bildirir bir takı.
[7] (249) Umre, ihrâmlı olarak Ka’be-yi tavâf ve ziyâret etmek, Safâ ile Merve arasında Sa'y yaptıktan sonra tıraş olarak ihramdan çıkmaktan ibârettir. Umre için belirli bir zaman yoktur, her zaman yapılabilir. Hac ise belirli zamanda (ancak hac mevsiminde) yapılır.
[8](250) Hudeybiye, Medîne-i Münevvere'ye 9 konak, Mekke'ye ise 1 günlük mesâfede küçük bir köydür. Adını, buradaki aynı adı taşıyan bir kuyudan almıştır. (Tecrid Tercemesi, 10/258)
[9]Harın: Bir şeyden huylanıp yürümeyen, geri geri giden (hayvan); huysuz.
[10](251) Bkz. el-Buhârî, 3/178; Tercid Tercemesi, 8/178 (Hadis No: 1164) Müslümanların indiği yerdeki “Samed” adlı kuyuda çok az su vardı. Herkes almaya başlayınca, bir anda suyu tükeniverdi. Susuzluktan şikâyet başladı. Rasûlüllah (s.a.v.) ok torbasından çıkardığı bir oku, kuyunun dibine koymalarını emretti. Artık oradan ayrılıncaya kadar su sıkıntısı çekmediler. (bkz. el-Buhârî 3/178 ve 5/62; Tecrid Ter. 8/179 Hadis No: 1164 ve 10/261 Hadis No:1598)
[11](252) Huzâa kabîlesiyle, Hâşimoğulları arasında câhiliyyet devrinde dostluk vardı. Huzâalılar bu dostluğu İslâmdan sonra da devâm ettirdiler. Müslüman olsun müşrik olsun, bütün Huzâalılar, Mekke'de olup biteni Rasûlüllah (s.a.v. )'den gizlemezler, gizlice O'na bildirirlerdi.
[12](253) Bkz. el-Buhârî, 3/79; Tecrid Tercemesi, 8/181 (Hadis No: 1164)
[13]Âyet-i Kerîme’de sözü edilen fetih, Hudeybiye barışından hemen sonra gerçekleşen Hayber’in fethi olayıdır. Daha sonraki Âyetler’de sözü edilen ganîmetler de burada elde edilen ganîmetlerdir.
[14]Feth Sûresi, 48/18-19.
[15]Bu ağaç, Müslümanlar arasında zamanla kutsâl sayılabilir, düşüncesiyle halîfeliği sırasında Hz. Ömer’in emriyle kesilmiştir. (Tecrîd Ter., 10/260)
[16]Feth Sûresi, 48/18.
[17]İmâm Zehebî, Târîhu’l-İslâm, c:4, Bölüm:1. Metinde geçen maddesi fiilinden türemişe benzemiyor.  El-‘Aybe heybedir.   Hem “ağzı örtülü” anlamına hemde “eşit” anlamına geliyor. O zaman bu Cümle: --- “Seninle bizim aramızda iki tarafı eşit ağırlıkta bir heybe olsun” anlamınada gelir. İbn-i Esîr bunun mecâzen göğüs anlamına geldiği ve arabların bu “’Aybetü’n-Mekfûfetün” cümlesini “insanların aralarında yaptıkları anlaşmadan son¬ra artık kalblerinde aslâ gizli bir tuzak ve aldatma olmayacak; şekilde saf olması” anlamına darb-ı misâl getirildiğini anlatır. Bu konuda Kâmusü’l-Muhit mütercimi Asım Efendi (kabri nûr olsun) şu îzâhı yapar (‘A+y+b): El-Aybetû, Temratü vez¬ninde, küçük zenbile denir, meşinden ve yünden yapılır. İçine elbise konan Camdan’ada denir. Türkçede Heğbe ta’bîr olunur. Her hâlde “Aybe” bu “Heğbe” den bozma olsa gerek.
[18]İbn-i Hişâm, Sîre, 4/28; Beyhekî Delâil 4/145; Hadîsin aslı Buhârî’de Ma’mer, Zührî-Urve isnâdıyla Mişver ve Mervân’dan nakl-edilir. Bak Buhârî Şuruf, 54/15.
[19]İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fî Ğarîbü’l Hadîs, “Ğall" maddesi ve “seli” maddesi.
[20]64 Buhârî, Sulh-53/6; Müslim, Cihâd h. no 1783; İbn-i Hişâm, 4/28, 29; İbni Sa’d, 2/101,103; Müsned, 1/432, 4/86, 320; Beyhekî Delâil, 4/146; Sünen-i Kübrâ, 9/227, 5/69; Taberî, 13/101, 26/59.
[21]Müslim, Cihâd ve Siyer, h. no: 1783; Zehebî, sâdece senedi verip metni atlamış, biz, metni Müslim’den terceme ettik. Beyhekî Sünen-i Kübrâ, 9/4/147; Delâî, 4/147.
[22]İmâm Zehebî, Târîhu’l-İslâm, c:4, Bölüm:1.; Beyhekî Delâil, 4/147; Müsned, 1/342,4/87; Taberî, 13/101.
[23](256/1) Bkz. Tecrid Tercemesi, 8/136-141 (Hadis No: 1158)
[24](256/2) Hz. Ömer, daha sonra Rasûlüllah (s.a.v.) 'e karşı saygısız davrandım diye bu sözlerinden pişmanlık duymuştur. (el-Buhârî, 5/67; Tecrid Tercemesi, 10/267; Asr-ı Saâdet, 1/427)
[25](257) Rasûlüllah (s.a.v.)'in emrini ashâbın hemen yerine getirmemesi, muhâlefet için değildi. Şartları ağır olan bu anlaşmanın vahiy ile kaldırılacağını, böylece Ka’be-yi ziyâret edebileceklerini ümit ediyorlardı.
[26](258) İslâm bilginleri bu olaydan, fiilî sünnetin, kavlî (sözlü) sünnetden daha kuvvetli olduğu sonucuna varmışlardır.
[27] (259) (Ey Muhammed, Hudeybiye anlaşmasıyla) Biz sana apaçık bir fetih (zafer) verdik. (el-Fetih Sûresi, 1)
[28]Zû’l-Huleyfe Medîne-i Münevvere'ye bir konak, yaklaşık 10 km. mesâfede bir yerdir. Medîne-i Münevvereliler ve Medîne-i Münevvere'ye uğrayarak hac veyâ umre için Mekke'ye gidenler ihrâma burada girerler. Şimdi bu yere “Abâr-ı Ali” denilmektedir.
[29] 20 Ramazan 8 H./11 Ocak 630 M.
[30] Zâdü'l-Meâd, 2/120.
[31] Mümtehıne Sûresi, 60/7.