30 Mart 2015 Pazartesi

ÖLENİN GÖZLERİNİ YUMDURMA VE CAN BOĞAZA GELDİĞİ VAKİT ONA DUÂDA BULUNMA BÂBI ... KABİR HAYÂTI KABİR EHLİ...

  ÖLENİN GÖZLERİNİ YUMDURMA VE CAN BOĞAZA GELDİĞİ VAKİT ONA DUÂDA BULUNMA BÂBI

KABİR AZÂBINDAN ALLÂH-Ü TE'ÂLÂ-YA SIĞINIRIM... 

 Ey Allâh-ım! Kabir azâbından Sana sığınırım. Deccâl Mesîh fitnesinden Sana sığınırım. Hayâtın ve ölümün fitnelerinden Sana sığınırım. Ey Allâh-ım! Ben günâh işlemekten ve borçlu olmaktan da Sana sığınırım!”[1]

3- Hastanın ve Ölen Kimsenin Yanında Söylenecek Söz Bâbı.

6- (919) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet et­tiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Şakîk'den, o da Ümmü Seleme'den naklen rivayet etti. Ümmü Seleme şöyle demiş: Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem):

--- “Hastanın veya ölen kimsenin yanında bulunursanız hayır söyleyin. Zîrâ melekler sizin söylediklerinize: Âmîn, derler.” buyurdu,

Ebû Seleme vefat ettiği zaman ben Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in yanına giderek:

  “Yâ Rasûlellâh! Ebû Seleme vefat etti.” dedim, Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem):

  “Allâh'ım beni de, onu da affet ve bana onun ardından güzel bir be­del ihsân et, de!”[2] Buyurdular.

Ben de öyle duâ ettim. Bunun üzerine Al­lâh bana Ebû Seleme'den daha hayırlısını, Muhammed (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’i ihsân buyurdu.

Bu hadîs, hasta dolaşmanın âdabını bildirmektedir. Bu husûsdaki umûmî delîllerden anlaşıldığına göre hastanın hâl-ü hâtırını sorduk­tan sonra yanında fazla oturmamak, oturduğu müddetçe dahî onu ye’se düşürecek şeyler değil, bil’akis ümîd verecek sözler konuşmak âdâbdandır. Konuşulan sözler duâ yerine geçeceği için, orada bulunan me­leklerin bu sözlere-. Âmîn!, diyecekleri bildirilmiştir.

Hülâsâ bu Hâdis-i Şerîf şu hükümleri ihtivâ eder:

1-        Hasta yanında bulunan bir kimsenin hastaya hayır duâ etmesi, onun nâmına istiğfârda bulunması müstahâbdır.

2-        Hasta dolaşan kimselerle birlikte melekler de bulunarak, onların söylediklerine: Âmîn, derler.

Ölenin Gözlerini Yumdurma ve Can Boğaza Geldiği Vakit Ona Duâda Bulunma Bâbı.

7- (920) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti (Dedi ki): Bize Mu’âviyetü'bn-ü Amr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû İshâk-ı Fezârî, Hâlid-İ Hazza'ddan, o da Ebû Kılâbe'den, o da Kabîsatü[3] İbn-ü Züeyb'den, o da Ümmü Seleme'den naklen rivayet etti. Ümmü Seleme şöyle demiş: Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem), Ebû Seleme'nin yanına girdi, gözleri açık kalmıştı; onları kapadı. Sonra şöyle buyurdu;

--- “Şüphesiz ki rûh kabzedildiği vakit göz onu tâkîb eder.”

Derken Ebû Seleme'nin âilesi efrâdından bâzıları feryâd-ü figân ettiler. Bunun üzerine Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem):

— “Kendinize hayırdan başka duâ etmeyin. Çünkü melekler söyledik­lerinize: Âmîn, derler.” buyurdu. Sonra şunu da ilâve etti:

--- “Allâh-ım! Ebû Seleme'yi affet, derecesini hidâyete erenler meyânına yükselt. Arkasında kalanları içinde ona sen halef ol; bize de, ona da mağ­firet buyur! Ey Âlemlerin Rabbi! Kabrini genişlet ve kendisine orada nûr halk eyle.”[4]

"اَللّهُمَّ اغْفِرْ وَارْفَعْ دَرَجَتَهُ فِي الْمَهْدِيّـِينَ وَاخْلُفْهُ فِي عَقِبِهِ في الْغَابِرِينَ وَاغْفِرْ لَنَا وَلَهُ يَا رَبَّ الْعَالَمِينَ وَافْسَحْ لَهُ فِي قـَـبْـرِهِ وَنـَوِّرْ لَـهُ فِيهِ."

“Allâh’ım! Bu kulunun (ölenin ismi söylenir) günâhlarını bağışla, af ve mağfiret eyle, hidâyetine mazhar olan kullarla beraber derecesini yükselt ve arkasında kendisine hayırlı olacak sâlih kişiler bırak. Ey âlemlerin Rabbi olan Allâh’ım! Bizim ve onun günahlarını af ve mağfiret eyle, kabrini genişlet ve nurlandır (kabrini cennet bahçelerinden bir bahçe eyle)!”[5]

“Allahım, (ölünün adını söyleyerek) falanı bağışla, hidayete erenler içinde derecesini yükselt, geriye kalanlar içinde kendisine hayırlı bir halef ihsân eyle. Ey Âlemlerin Rabbi! Bizi ve onu bağışla, kabrini genişlet ve kabrinde onu nûrlandır.”

Sonra da Yâ-Sîn Sûresi okunur.

فقد قال الحافظ ابن حجر رحمه الله: - وَعَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اَللَّهِ : - "اِسْتَنْزِهُوا مِنْ اَلْبَوْلِ، فَإِنَّ عَامَّةَ عَذَابِ اَلْقَبْرِ مِنْهُ." رَوَاهُ: اَلدَّارَقُطْنِيّ، وَلِلْحَاكِم: "أَكْثَرُ عَذَابِ اَلْقَبْرِ مِنْ البَوْلِ."[6]

Peygamber Efendimiz (s.a.v.): --- "Bevl-den (ayakta küçük abdest bozarak üzerinize pislik sıçramasından) kaçınınız. Çünkü kabir azâbının ekserîsi bevl-dendir." buyurmuşlardır.

Ayakta bevl-etmenin; böbrekleri tahriş ettiği ve prostat kanserini körüklediği tıp ilmi tarafından da yayınlandı. İsveç, erkeklere tuvâlette oturma zorunluluğu getiriyormuş.

"اللهم إنا نسألك النجاة من عذاب القبر،

اللهم أجعل قبورنا روضة من رياض الجنة لا حفرة من خفر النار."

Allâh-ım! Senden kabir azâbından kurtulmayı taleb ediyorum –kabir azâbından bizi kurtar/koru-, Allâh-ım! Kabrimi Cennet bahçelerinden bir bahçe eyle, Yâ Rabbî! Kabrimi Cehennem çukurlarından bir çukur eyleme!.. (Âmîn!)






 



[1] Sahîh-ı Buhârî, Selâmdan Önce Duâ Etmek Bâbı (fi’s-Salah) -149-300-, Hadîs No: 832; 149-300--- (Teşehüd’den -Ettehıyyâtü- Sonra) Selâmdan Önce Duâ Etmek Bâbı. 832- ....... Bize Urve İbnü'z-Zübeyr, Peygamber'in zevcesi Âişe (r.’anhümâ)'den haber verdi. Âişe (r.’anhümâ) ona şöyle haber vermiştir. Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) namazın içinde (yânî sonunda) Fi's-Salât=Namazda" demekle, namazın hangi rüknünde bu duanın okunacağı kat'î olarak bilinemese de duâ yerinin namazın sonunda teşehhüdden sonra selâmdan evvel olmak lâzım geleceği aklî karinelerden başka bâzı haberler ile de sabit oluyor. Nitekim bundan sonraki bâbda zikredilecek bu hadîsin diğer rivayetinin sonunda "Sonra dilediği duayı seçer" buyurulmuştur. Hadîsler bir­birini tefsir edicidir. Binâenaleyh duâ yerinin son teşehhüdden sonrası olduğu taayyün ediyor. Bu konuda başka hadîsler de vardır.  “Allâhümme innî e’ûzü bike min ‘azâbi’l-kabr. Ve e’ûzü bike min fitneti’l-Mesîhı’d-Deccâl Ve e’ûzü bike min fitneti’l-Mahyâ ve fitneti’l-Memât. Allâhümme innî e’ûzü bike mine1-me'semi vel-mağrami= Mesîh. ‘Îsâ ibn Meryem'e de, Deccâl'e de denir. Lâkin ikincisi dâima Deccâl kaydıyla birinciden ayırd edilir. Deccâl'e Mesîh denilmesi, kendisinden hayır silindiği, yâhud gözlerinden biri silik olup tek gözlü olduğu, yâhud yeryüzünü kısa zaman içinde dolaşacağı içindir. Meryem oğlu Îsâ’ya Mesîh denmesi hakkında türlü türlü vecihler beyân edil­miş ise de, kelimenin İbrânîce "Meşîha" dan alındığına dâir olan vecih, hepsinden kuvvetli görünüyor. Buhârî bu fıkrada, o zâtın Mesîh ve Messîh isimleri arasında fark görmediğini hikâye ediyor. Bu iki isim arasında fark olduğu görüşleri de vardır. diye duâ ederdi. Bir sözcü kendisine: Borçtan Allâh'a sığınmayı neden çok söylüyorsun? Dedi. Bunun üzerine Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) --- “Borçlandığı vakit söz söyler de yalan uydurur; söz verir de sözünde duramaz” buyurdu. Yine ez-Zuhrî’den; Şöyle demiştir: Bana Urve haber verdi ki, Âişe: Ben Rasûlüllâh’dan, namazının içinde Deccâl fitnesinden Allâh'a sığınmakta olduğunu işittim, demiştir. Muhammed İbn-i Yûsuf şöyle dedi: Ben Halef ibn Âmir'den işittim; o, şeddesiz el-Mesîh ile şeddelenmiş el-Messîh isimleri hakkında: Bu ikisi arasında hiçbir fark yoktur; bunların biri ‘Îsâ -‘aleyhi's-selâm-, diğeri de Deccâl’dir, diyordu.

[2] Sahîh-ı Müslim, Kitâbü’l-Cenâiz (11), Hastanın ve Ölen Kimsenin Yanında Söylenecek Söz Bâbı (3), Hadîs no: 6/919; Tirmizî, Cenâiz 7.

[3] Ebû İshak Kabîsate İbn-ü Züeyb (? - 86) Medinelidir. Şam'da yaşamıştır. Fukahâdan bir zâttır.

[4] Sahîh-ı Müslim, Kitâbü’l-Cenâiz (11), Ölenin Gözlerini Yumdurma ve Can Boğaza Geldiği Vakit Ona Duâda Bulunma Bâbı, (4), Hadîs no: 7/920; Nevevî, Ezkâr, s.131.

[5] Müslim, Cenâiz 7. Nevevî, Ezkâr, s.131.

[6] وَهُوَ صَحِيحُ اَلْإِسْنَاد ِ شرح كتاب: بلوغ المرام.

KABİR HAYÂTI KABİR EHLİ

 
 
 
Allah izin verirse, “kabir hayâtı ve kabir ehlinin durumu” başlığı altında, bir kaç bölüm hâlinde; kabir hayâtı, kabir ehlinin durumu ve dünyâdakilerin kabir ehli (vefat etmiş bulunan anne-baba başta olmak üzere, sevdikleri) için yapacakları faydalı şeylerin, onları sevindirecek en güzel hediyelerin neler olduğu husûsunda Mubir-i Sâdık olan (gaybe, âhiret âlemine âit en güvenilir haberleri getiren, en doğru bilgileri veren) Allah Rasûlü (s.a.v.) ve Peygamber vârisi büyik İslâm âlimlerinin beyanlarına dayanarak ifâde etmeye çalışacağız.

                Kabir hayâtı; fânî (geçici, sona ermeye mahkum) dünya hayâtı ile, ebedî (sona ermeyecek) âhiret hayatı arasında köprü mesâbesinde bir durak olarak ifâde edilebilir.
                Inanan- inanmayan herkes için bilinen bir gerçektir ki, dünya hayatında insan için takdir olunan ömür sermayesi tükenip sayılı nefesler nihâyete erdiği zaman, o kimse dünyada iken yaptığı iyi veya kötü ameller ile nurlandırıp süslediği veya inançsızlığı ve kötü amelleri sebebiyle kendi elleri ile tahrip ettiği kabir evine kavuşacaktır.
                Ölüm diye ifâde edilen, geçici dünya hayâtının sona erdiği andan i’tibaren; vaktini, saatini ancak Yüce Allah’ın bildiği kıyâmetin kopacağı vakte kadar, yine müddetini ancak Yüce Allah’ın bildiği ve dilediği süre zarfında geçecek olan zaman dilimi; Peygamberî ifâde ile: “ya cennet bahçelerinden bir bahçe olarak, ya da cehennem çukurlarından bir çukur olarak” kabir evinde geçecek tir ki, geçici dünya hayâtı ile, sona ermeyecek ebedî âhiret hayatı arasında bir durak olan bu merhale’ye âlem-i berzah yani kabir hayatı denir.
                Dünya’da mükellef yaşa kadar yaşamış her insan, kabre konulduğunda, arkada bıraktığı dünya hayatında nasıl bir inanç sahibi olduğundan ve ömrünü ne gibi işlerle tamamladığından, (Münker ve Nekir adında iki melek tarafından) suâle tâbi tutulacaktır ki, bu suallere de kabir süâli adı verilir.
                Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) ve Eshâbının (r.a.) yolu üzere Müslüman olmak demek olan, Ehl-i Sünnet i’tikadına göre; Kabir süâli haktır. Kabir süâlinin ve azâb veya mükâfatının hak olduğuna dair bir çok şer’î delil de mevcuttur.
                 Muhbir-i Sâdık olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir mübârek sözünde kabir hayâtı ve suâli hakkında şöyle buyurmuştur.
                 "Mü'min bir kul vefat edip kabrine konulunca bir (vazifeli) Melek gelir ve ona şöyle suâl eder: "Kime kulluk ediyordun?" Yüce Allah,  o kuluna cevab vermesinde nusretini ihsan eder ve O mü'min şöyle cevab verir: "Allah'a kulluk ediyordum."
                (Vazifeli) Melek senin böyle cevap vereceğini zâten biliyorduk der. Sonra: "(Rasûlüllah’ı s.a.v.)'i kasdederek) bu zât hakkında ne söylüyordun? diye sorarlar." O Mü'min: "O Allah'ın kulu ve Rasûlüdür" der.  Artık ona başka bir şey sorulmaz. Bundan sonra o kul Cehennem’e götürülür ve: "Burası senin idi. Fakat Allah (c.c.) seni ondan kurtardı. Onun yerine sana Cennette bir yer verdi." denilir. Cennetteki yerini görünce: "Beni bırakın da gidip âileme müjde vereyim" der. Fakat ona: "Burada kal." denilir. Küfür üzerine ölenler ile, münâfık kabrine konulunca ona da (vazifeli) bir Melek gelir ve azarlayarak: "Neye kulluk ediyordun?" diye sorar. O da: "Bilmiyorum." der.
Melek: "Bilemeyesin, söyleyemeyesin." Böyle cevap vereceğini zâten biliyorduk der. Sonra, (Rasûlüllah’ı s.a.v)  kasdederek): "Şu zât hakkında ne söylüyordun? diye sorar. O münkir de: "Insanların dediği gibi derdim." deyince: "O na ... öyle bir vuruş vurulur ki, insanlar ve cinlerden başka bütün mahlûkat onun feryâdını duyar”.
                İnsanlar olarak unutmamalıyız ki; Dünya hayatında yapacağımız her iyi ve sâlih amel (Rabbimizin lütuf ve rahmeti ile) kabir azabımızın hafiflemesine veya hiç azab görmememize sebeb olacağı gibi, tam aksine işlediğimiz her kötü ve çirkin amel de kabir azâbı görmemize sebeb olacaktır. 
                Nitekim; Rasûlüllah Efendimiz Hazretleri (s.a.v.); Dünyada Mü’min olarak yaşamış, son nefesinde de imanını korumuş ve iman üzere ölmüş günahkar Müslümanlardan, özellikle iki sınıfın şiddetli kabir azabına ma’ruz kalacağını haber vermiştir.
                Kabir azâbına şiddetli olmasına sebeb teşkil eden birçok husus olmakla beraber, özellikle günümüz insanları tarafından dikkat edilmeyen ve en çok işlenen iki çirkin husûsa dikkat çekilmiş, şiddetli kabir azabına sebep olacağına işâret burulmuştur. 
                Bunlardan birincisi bevil sıçramasından (küçük abdest bozarken üzerine sıçraması muhtemel pislikten) sakınmamak, ikincisi gıybet (insanların aleyhinde konuşmak) ve koğuculuk yapmak (insanların arasını bozmak, fitne çıkarmak için laf taşımak, asıllı, asılsız söz getirip, götürmek). 
                Peygamber Efendimiz (s.a.v.): "Bevilden (ayakta küçük abdest bozarak üzerinize pislik sıçramasından) kaçınınız. Çünkü kabir azâbının ekserisi bevildendir." buyurmuşlardır.
                Bu hususu asr-ı saâdette yaşanmış bir hâdiseyi naklederek delillendirelim.
                Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor. "Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ile birlikte yürüyorduk. Iki kabrin yanına varınca durdu. Bizde durduk. Birden Rasûlüllah’ın (s.a.v.) hâli ve yüzü değişti. Öyleki gömleğinin kolu titredi.
                Bunun üzerine: "Sana ne oldu Ey Allah'ın Resûlü" dedik. Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.): "Benim duyduğumu duymuyormusunuz?" buyurdu. Biz de: "Ey Allah'ın Rasûlü! Ne oldu?" diye sorduk.
                Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.): "Bu iki adam kabirlerinde küçük bir hatadan dolayı şiddetli azâb görüyorlar." diye cevab verdi.
                Biz: "Nedir o yâ RasûlAllah?" dedik. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bunlardan birisi idrardan kaçınmazdı.  Diğeri ise, diliyle insanları incitir ve onların arasında koğuculuk yapardı." Buyurdular. Sonra, bana  iki yeşil hurma dalı getirin buyurdular ve her kabre birer tane diktiler. Biz: yâ RasûlAllah "Bunun onlara faydası olur mu?" diye sorduk. Peygamber Efendimiz (s.av.): "Evet, yeşil kaldıkça onların azâbını hafifletir." buyurdular.
                Bu bakımdan kabirler üzerine yeşil bitki, husûsiyle de ağaç dikmek sünnettir ve kabir ehline menfaatlidir.
                Îzah etmeye çalıştığımız hususları hülâsa edecek olur isek; Eğer insan münkir veya münâfık olarak son nefesini tamamlamış ise hem kabirde hem de daha sonraki Âhiret âleminde ebediyyen İlâhî azâba düçâr olacaktır.
                Eğer Mü'min olarak ömrünü tamamlamış ve Allah'ın rahmet ve mağfireti ile îmânını götürebilmiş usât-ı Mü’minîn (Müslümanların günahkârları) den ise, bu kimse de günahları nisbetinde İlâhî azâba müstehak olacak, cezâsını tamamladıktan sonra Rabbımız'ın kendisi için hazırladığı mükâfâtlara nâil olacaktır.
                İnanç ve itikadımız odur ki; Mü'min bir kimsenin Allâh'ın lütuf ve keremi ile başta Peygamberimiz Efendimiz'in (s.a.v.) şefâati uzması olmak üzere Cenâb-ı Hak'kın kendilerine şefâat selâhiyeti verdiği dostlarının şefâatleri, himmet ve teveccühleri sâyesinde hiç kabir suâli ve azâbı görmemesi veya o suâllere çok kolay bir şekilde cevab verebilmesi de mümkündür.
                Bunun için Yüce Rabbimiz’e her dâim duâ ve niyazda bulunmalı, başta, mâhiyeti kötülükleri emretmek olan nefs-i emmârenin sonra şeytân-ı laîn’in ve şeytanlaşmış insanların şerlerinden Allah’a sığınmalıyız.
                Nitekim, Allah’ın Rasûlü sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v.) dahi her namazında: “Kabir azâbından, cehennem azâbından , deccalin fitnesinden (şeytanlaşmış insanlar şerlerinden) Yüce Allah’a sığındığını  görmekteyiz.
                Bu husûsun delîli; Ümmül-Mü’minîn Aişe-i Sıddîka (r.anha)’nın rivâtet ettiği, Rasûlüllah (s.a.v.) her namazın son rekatinde selâm vermeden önce: “Allahım! Kabir azâbından, cehennem azâbından, deccalin fitnesinden, hayat ve ölüm fitnesinden Sana sığınıyorum”... diye duâ ederdi hadis-i şerîfidir.

28 Mart 2015 Cumartesi

KUDSİ HADÎS-İ ŞERÎF-TE RABB TE’ÂLÂ ŞÖYLE BUYURMUŞTUR... يَا عِبَادِي إِنِّي حَرَّمْتُ


KUDSİ HADÎS-İ ŞERÎF-TE RABB TE’ÂLÂ ŞÖYLE BUYURMUŞTUR:

وعن أبي إدْرىسِ الْخَوْلاَنِى عَنْ أَب۪ي ذَرٍّ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْه قال: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ٦    فِيمَا يَرْوِى عَنْ ربِّه۪ عَزَّ وَجَلَّ أَنَّهُ قَالَ: يَا عِبَادِي إِنِّي حَرَّمْتُ الظُّلْمَ عَلٰى نَفْسِي، وَجَعلْتُهُ بَيْنَكُمْ مُحَرَّماً، فَلاَ تَظَالَمُوا. يَا عِبَادِي كُلُّكُمْ ضَآلٌّ إِلاَّمَنْ هَدَيْتُهُ فَاسْتَهْدُونِي أَهْدِكُمْ. يَا عِبَادِى كُلُّكُمْ جَائِعٌ اِلاَّ مَنْ أَطْعَمْتُهُ، فَاسْتَطْعِمُونِي أَطْعِمُكُمْ. يَا عِبَادِي كُلُّكُمْ عَارٍ إِلاَّمَنْ كَسَوْتُهُ، فَاسْتَكْسُونِي أَكَسِكُمْ. يَا عِبَادِي إِنَّكُمْ تُخْطِئُونَ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ، وَأَنَا أَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً فَاسْتَغْفِرُونِى أَغْفِرْ لَكُمْ. يَا عِبَادِى، إنَّكُمْ لَنْ تَبْلُغُوا ضُرِّي فَتَضُرُّونِي. وَلَنْ تَبْلُغُوا نَفْعِي فَتَنْفَعُونِي. يَا عِبَادِي، لَوْ أَنَّ أَوَّلَكُمْ وَاٰخِرَكُمْ وَإِنْسَكُمْ وَجِنَّكُمْ كَانُوا عَلٰى أَتْقِى قَلْبِ رَجُلٍ وَاحِدٍ مِنْكُمْ مَازَادَ ذٰلِكَ فِي مُلْكِي شَيْئاً. يَا عِبَادِي لَوْ أَنَّ أَوَّلَكُمْ وَاٰخِرَكُمْ وَإِنْسَكُمْ وِجِنَّكُمْ كَانُوا عَلٰى أَفْجَرِ قَلْبِ رَجُلٍ وَاحِدٍ مِنْكُمْ مَا نَقَصَ ذٰلِكَ مِنْ مُلْكِي شَيْئاً. يَا عِبَادِي، لَوْ أَنَّ أَوَّلَكُمْ وَاٰخِرَكُمْ وَإِنْسَكُمْ  وَجِنَّكُمْ قَامُوا فِي صَعِيدٍ وَاحِدٍ وَسَأَ لُونِى، فَأَعْطَيْتُ كُلَّ إِنْسَانٍ مَسْأَ لَتَهُ، مَا نَقَصَ ذٰلِكَ مِمَّا عِنْدِي إِلاَّ كَمَا يَنْقُصُ الْمِخْيَطُ إِذَا أُدْخِلَ فِي الْبَحْرِ. يَا عِبَادِي، إِنَّمَا هِيَ أَعْمَالُكُمْ أُحْصِيهَا لَكُمْ، ثُمَّ أُوَفِّيَكُمْ إِيَّاهَا. فَمَنْ وَجَدَ خَيْراً فَلْيَحْمَدَ اللّٰهَ وَمَنْ وَجَدَ غَيْرَ ذٰلِكَ فَلاَ يَلُومَنَّ إِلاَّنَفْسَهُ.

أخرجه مسلم والترمذي .”الصَّعيدُ” وجه الأرض، وقيل التراب وحده.و “الخيطُ” بكسر الميم الإبرة .

Ebû İdrîs el-Havlânî, Ebû Zerr (r.a.)’den anlatıyor: “Resulullah (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), azîz ve celîl olan Rabbinden naklen anlattığına göre,

 Rabb Teâlâ şöyle buyurmuştur:

 “--- Ey kullarım! Ben nefsime zulmü haram ettim, onu sizin aranızda da haram kıldım. Öyleyse birbirinize zulmetmeyin.

 “--- Ey kullarım! Hidâyet verdiklerim dışında hepiniz dâll (doğru yoldan sapmışlar) sınız. Öyleyse benden hidâyet isteyin de sizi hidâyet edeyim!

“--- Ey kullarım! Benim yedirdiklerim hâriç,  hepiniz açlarsınız. Öyleyse benden yiyecek isteyin de size yiyecek vereyim!

“--- Ey kullarım! Benim giydirdiklerim hâriç hepiniz çıplaklarsınız! Öyleyse benden giyinme taleb edin de sizleri giydireyim!

 “--- Ey kullarım! Sizler gece ve gündüz hatâ işliyorsunuz. Ben ise bütün günâhları affederim. Öyleyse benden mağfiret taleb edin de sizleri bağışlayayım.

“--- Ey kullarım! Bana zarar verme mevkiine ulaşamazsınız ki bana zarar veresiniz! Bana fayda sağlama mertebesine de ulaşamazsınız ki bana menfaat sağlayasınız.

“--- Ey kullarım! Şâyet sizlerin öncekileri, sonrakileri; insî olanları, cinnî olanları hepsi de sizden en muttakî bir insanın kalbi üzere olsaydınız, bu benim mülkümde hiç bir şeyi zerre miktâr artırmazdı.

“--- Ey kullarım! Eğer sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz, insî olanlarınız, cinnî olanlarınız sizden en fâcir bir kimsenin kalbi üzere olsaydınız, bu benim mülkümden zerre kadar bir eksiklik hâsıl etmezdi.

 “--- Ey kullarım! Eğer sizlerin öncekileri ve sonrakileri insî olanları, cinnî olanları bir düzlükte toplanıp bana talebde bulunsaydınız, ben de her insana istediğini verseydim, bu, benim nezdimde olandan, iğnenin denize batırıldığı zaman hâsıl ettiği eksilme kadar bir noksanlık ancak meydâna getirirdi.

“--- Ey kullarım! Bunlar sizin amelleriniz, onları sizin için sayıyorum. Sonra bunların karşılığını size ödeyeceğim. Öyleyse sizden kim bir hayırla karşılaşırsa Allâh’a hamd etsin. Kim de hayır değil de başka bir şey bulursa, kendinden başka bir şeyi levm etmesin (kınamasın, başına geleni kendinden bilsin).”[1]



[1] Kütüb-i Sitte 15/169 (Müslim, Birr 55, (2577); Tirmizî,  Kıyamet 49, (2497)