16 Şubat 2019 Cumartesi

BU BÂRİZ OLAN ALTI (6) ÖĞRETİ YÜCE MUAZZEZ DÎNİMİZ İSLÂM'DAN BAŞKA HİÇBİR DÎN-DE YOKTUR... SÂDECE BU ALTI (6) HADÎS-İ ŞERÎF UYGULANSA YERYÜZÜ VALLÂH-İ HAYAT BULUR!


4800 HADÎS-İ ŞERÎF’TEN SEÇTİKLERİ 5 TÂNESİNDEN;
Ebû Dâvûd (rahımehüllâh) Süleymân b. el-Eş’as b. İshâk es-Sicistânî el-Ezdî (ö. 275/889) --- Kütüb-i Sitte’den biri olan es-Sünen’in müellifi, muhaddis --- Ve
İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe (rh.’a)’den şu (Beş) Hadîs-i Şerîf’i nakletmekte fayda görüyorum…

Kitâbı es-Sünen’i, İmâm Ahmed İbnü Hanbel’e arz etti. İmâm Ahmed, beğendi ve istihsân[i] etti. Ebû Dâvud (rh.’a.) der ki:

--- “Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’dan beş yüz bin Hadîs yazdım. Bunlardan 4800 Hadîs seçtim ve bu kitâba koydum. Kitâbda sahîh, sahîhe benzeyen ve sahîhe yakın olan rivâyetler mevcûddur. Kişinin dînini doğru tutması için bu Hadislerden dört tânesi kâfidir.”[ii]

İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe (rh.’a)’nin Oğlu Hammâd’a, “El-Vasıyye=Vasıyyetinde” şöyle demiştir. --- “Beşyüzbin Hadisi-i Şerîf’den seçtiğim şu beş (5) hadîs ile amel et!”

BU BÂRİZ OLAN ALTI (6) ÖĞRETİ YÜCE MUAZZEZ DÎNİMİZ İSLÂM'DAN BAŞKA HİÇBİR DÎN-DE YOKTUR... SÂDECE BU ALTI (6) HADÎS-İ ŞERÎF UYGULANSA YERYÜZÜ VALLÂH-İ HAYAT BULUR!

1-      “Ameller (in kıymeti) ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise, eline geçecek olan da ancak odur.”

2-     “Kişinin mâ-lâyani’yi (=lüzumsuz ve boş= -kendini ilgilendirmeyen şeyleri) terk etmesi İslâmının güzel oluşundandır (güzelliğindendir).”

3-     “Sizden biri, kendi (nefsi) için istediğini (Müslüman) kardeşi için de (arzu edip) istemezse etmedikçe, (kemâliyle/gerçek mânâda) îmân etmiş olamaz.”

4-     “Helâl belli, harâm da bellidir. İkisi arasında (helâl mı, harâm mı belli olmayan bir takım) şüpheli şeyler vardır ki, çok kimseler bunları bilmezler.”

5-     “Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların selâmette kaldığı kimsedir.”

6-     “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”



(١) - ٦٦٨٩-حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَع۪يدٍ، حَدَّثَنَا عَبْدُ الوَهَّابِ، قَالَ: سَمِعْتُ يَحْيَى بْنَ سَع۪يدٍ، يَقُولُ: أَخْبَرَن۪ي مُحَمَّدُ بْنُ إِبْرَاه۪يمَ (التَّيْمِيُّ)، أَنَّهُ سَمِعَ عَلْقَمَةَ بْنَ وَقَّاصٍ اللَّيْثِيَّ، يَقُولُ: سَمِعْتُ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ يَقُولُ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: "إِنَّمَا الْاَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ وَإِنَّمَا لِكُلِّ امْرِئٍ مَا نَوٰى، فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ فَهِجْرَتُهُ اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪، وَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلٰى دُنْيَا يُص۪يبُهَا أَوِ امْرَأَةٍ يَنْكِحُهَا (يَتَزَوَّجُهَا) فَهِجْرَتُهُ إِلٰى مَا هَاجَرَ إِلَيْهِ."[iii] أخرجه الخمسة.

(1)    Birincisi:

6689--- … “Ben Ömer İbnü’l-Hattâb (r.’a.)’dan işittim, şöyle diyordu: Ben Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’dan işittim, şöyle buyuruyordu: --- “Ameller (in kıymeti) ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise, eline geçecek olan da ancak odur. Öyleyse kimin hicreti Allâh (-ü Te’âlâ-y)’a ve Rasûlüne yönelik ise, onun hicreti Allâh (-ü Te’âlâ-y)’a ve Rasûlüne varıcıdır. Her kimin de hicreti, nâil olacağı (elde edeceği) bir dünyâya (dünyâ malına) veyâ nikâhlanacağı (evleneceği) bir kadından dolayı ise, onun hicreti de o hicretine sebeb olan şeyedir.”[iv]

 (٢) -  ٢٣١٦- حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ عَبْدِ الْجَبَّارِ الْبَغْدَادِيُّ قَالَ: حَدَّثَنَا عُمَرُ بْنُ حَفْصِ بْنِ غِيَاثٍ قَالَ: حَدَّثَنَا أَب۪ي، عَنْ الْاَعْمَشِ، عَنْ أَنَسٍ، قَالَ: تُوُفِّيَ رَجُلٌ مِنْ أَصْحَابِه۪ فَقَالَ - يَعْن۪ي رَجُلًا -: "أَبْشِرْ بِالْجَنَّةِ"، فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: "أَوَلَا تَدْر۪ي فَلَعَلَّهُ تَكَلَّمَ ف۪يمَا لَا يَعْن۪يهِ أَوْ بَخِلَ بِمَا لَا يَنْقُصُهُ."
٢٣١٧- حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ نَصْرٍ النَّيْسَابُورِيُّ، وَغَيْرُ وَاحِدٍ، قَالُوا: حَدَّثَنَا أَبُو مُسْهِرٍ، عَنْ إِسْمَاع۪يلَ بْنِ عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ سَمَاعَةَ، عَنْ الْاَوْزَاعِيِّ، عَنْ قُرَّةَ، عَنْ الزُّهْرِيِّ، عَنْ أَب۪ي سَلَمَةَ، عَنْ أَب۪ي هُرَيْرَةَ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: "مِنْ حُسْنِ إِسْلَامِ الْمَرْءِ تَرْكُهُ مَا لَا يَعْن۪يهِ."[v]



(2)   İkincisi:

2316--- … “Enes (r.’a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: --- “Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in ashâbından bir kişi vefât etti. Bu arada bir adam o kimse için:

--- “Cennetle sevin bakalım (Cennet mübârek olsun!)dedi.

Bunun üzerine Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) şöyle buyurdu:

---Nereden biliyorsun? Belki de o kimse mâ-lâ ya’nî (kendisini ilgilendirmeyen bir konuda lüzumsuz sözler sarfetmiş) konuşmuştur, veyâ kendisine noksanlık vermeyecek bir miktârda cimrilik etmiştir! (Küçücük bir sadakayı vermekten imtinâ etmiştir -geri durmuştur).”

2317--- … “Ebû Hüreyre (r.’a.)’den rivâyete göre, Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) şöyle buyurmuştur: --- “Bir kimsenin lüzumsuz ve boş şeyleri terk etmesi iyi bir Müslüman oluşundandır.”

2318--- … Ali b. Hüseyin’den rivâyete göre, Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) şöyle buyurmuştur:

--- “Kişinin mâ-lâyani’yi (=lüzumsuz ve boş= (kendini ilgilendirmeyen şeyleri) terk etmesi İslâmının güzel oluşundandır (güzelliğindendir).”[vi]

Mâ-lâ ya’nî (boş şeyleri) terk etmek, insanın iyi Müslüman olduğunun göstergesidir.”[vii]
Ecdâdımız ne güzel söylemiş: “Sükût-ü lisân, selâmet-i insan!” Mâ-lâ ya’nî denilen boş lakırdı ve gereksiz sözlerden dâimâ uzak kalmaya çalışmalıyız.



(٣) - ١٣- حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ، قَالَ: حَدَّثَنَا يَحْيٰى، عَنْ شُعْبَةَ، عَنْ قَتَادَةَ، عَنْ أَنَسٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَعَنْ حُسَيْنٍ الْمُعَلِّمِ، قَالَ: حَدَّثَنَا قَتَادَةُ، عَنْ أَنَسٍ عَنِ النَّبِيِّ ﷺ قَالَ: "لَا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ، حَتّٰى يُحِبَّ لِاَخ۪يهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِه۪."[viii]
(3)   Üçüncüsü:

13--- … “Bize Müsedded İbn-i Musedded tahdîs edip şöyle dedi: Bize Yahyâ İbn-i Saîd el-Kattân Şu'be İbn-i Haccâc'dan, o da Ka­tâde İbn-i Diâme es-Sedîsî'den, o da Enes İbn-i Mâlik'ten, o da Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’den tahdîs etti. Ve kezâ Hüseyin el-Muallim'den; dedi ki: Bize Katâde, Enes (r.’a)'den tahdîs etti. Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) şöyle buyurdu:

--- “Sizden biri, kendi (nefsi) için istediğini (Müslüman) kardeşi için de (arzu edip) istemezse etmedikçe, (kemâliyle/gerçek mânâda) îmân etmiş olamaz” buyurdu.”[ix]
٧٣- (٤٦) حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ أَيُّوبَ، وَقُتَيْبَةُ بْنُ سَع۪يدٍ، وَعَلِيُّ بْنُ حُجْرٍ، جَم۪يعًا عَنْ إِسْمَاع۪يلَ بْنِ جَعْفَرٍ، قَالَ ابْنُ أَيُّوبَ: حَدَّثَنَا إِسْمَاع۪يلُ، قَالَ: أَخْبَرَنِي الْعَلَاءُ، عَنْ أَب۪يهِ، عَنْ أَب۪ي هُرَيْرَةَ، أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ ﷺ قَالَ: "لَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ لَا يَأْمَنُ جَارُهُ بَوَائِقَهُ."[x]
73- (46) --- … “Bize Yahyâ b. Eyyûb ile Kuteybetü'bn-ü Said ve Ali b. Hucr -cem’an- İsmail b. Ca'fer'den rivâyet ettiler. İbn-i Eyyûb dedi ki: Bize İsmâ’îl rivâyet etti. Dedi ki: Bana el-AIâ' babasından, o da Ebu Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem):

--- “Komşusu şerrinden emîn olmayan kimse cennete giremez” buyur­muşlardır.[xi]
٦٠١٦- حَدَّثَنَا عَاصِمُ بْنُ عَلِيٍّ، حَدَّثَنَا ابْنُ أَب۪ي ذِئْبٍ، عَنْ سَع۪يدٍ، عَنْ أَب۪ي شُرَيْحٍ، أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: "وَاللّٰهُ لَا يُؤْمِنُ، وَاللّٰهُ لَا يُؤْمِنُ، وَاللّٰهُ لَا يُؤْمِنُ، ق۪يلَ وَ مَنْ يَا رَسُولَ اللّٰهِ؟ قَالَ: "اَلَّذ۪ى لَا يَأْمَنُ جَارُهُ بَوَائِقَهُ."[xii]
6016--- … “Bize Âsim İbn-i ‘Alî tahdîs etti. Bize İbnu Ebî Zi'b, Saîd'den; o da Ebû Şurayh'ten tahdîs etti ki, Peygamber (‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) arka arkaya üç kerre:

  "Vallâhi îmân etmiş olmaz, vallâhi îmân etmiş olmaz, vallâ­hi îmân etmiş olmaz!” buyurdu. (Mecliste hâzır bulunanlar tarafından)

--- “Yâ Rasûlellâh! Bu îmân etmiş olmayan kimdir?” diye sorul­du.

Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) --- “Komşusu zararlarından (zulümlerinden), şerlerinden emîn olmayan kimse­dir” diye cevâb verdi.[xiii]
 (٤) - ٥٢- حَدَّثَنَا أَبُو نُعَيْمٍ، حَدَّثَنَا زَكَرِيَّاءُ، عَنْ عَامِرٍ، قَالَ: سَمِعْتُ النُّعْمَانَ بْنَ بَش۪يرٍ، يَقُولُ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: "اَلْحَلَالُ بَيِّنٌ، وَالْحَرَامُ بَيِّنٌ، وَبَيْنَهُمَا مُشَبَّهَاتٌ لَا يَعْلَمُهَا كَث۪يرٌ مِنَ النَّاسِ، فَمَنِ اتَّقَى الْمُشَبَّهَاتِ اسْتَبْرَأَ لِد۪ينِه۪ وَعِرْضِه۪، وَمَنْ وَقَعَ فِي الشُّبُهَاتِ: كَرَاعٍ يَرْعٰى حَوْلَ الْحِمٰى، يُوشِكُ أَنْ يُوَاقِعَهُ، أَلَا وَإِنَّ لِكُلِّ مَلِكٍ حِمًى، أَلَا إِنَّ حِمَى اللّٰهِ ف۪ي أَرْضِه۪ مَحَارِمُهُ، أَلَا وَإِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً: إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ، وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ، أَلَا وَهِيَ الْقَلْبُ."[xiv]
  
 
 ﴿ يَوْمَ لَايَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ ﴿٨٨﴾ اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ ﴾ [سورة الشعرآء:٢٦/٨٨-٨٩]
“O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar!” (88) “Allâh’a arınmış bir kalb ile gelen başka.” (Şu’arâ’ Sûresi, 26/88-89.)
 
(4)   Dördüncüsü:

52--- … “Âmir dedi ki: Ben Nu’mân b. Beşîr (r.’a.)’den şöyle derken işittim: Ben Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’dan şöyle buyururken işittim:

--- “Helâl belli, harâm da bellidir. İkisi arasında (helâl mı, harâm mı belli olmayan bir takım) şüpheli şeyler vardır ki, çok kimseler bunları bilmezler. Her kim şüpheli şeylerden sakınırsa, ırzını da dînini de tertemiz tutmuş olur. Her kim şüpheli şeylere dalarsa, (içine girmek yasak olan) koruluk etrâfında davarlarını otlatan bir çoban gi­bi, çok sürmez içeriye dalabilir. Haberiniz olsun! Her devlet başkanının kendine mahsûs bir koruluğu olur. Gözünüzü açın! Allâh'ın yeryüzündeki koruluğu da harâm ettiği şeylerdir. Haberiniz olsun ki! Bedenin içinde bir lokmacık et parçası vardır ki iyi olursa bütün beden iyi olur; bozuk olursa bütün beden bozulur. İşte o (et parçası) kalbdir.”[xv]

 

(٥) - ٦٤٨٤- حَدَّثَنَا أَبُو نُعَيْمٍ، حَدَّثَنَا زَكَرِيَّاءُ، عَنْ عَامِرٍ، قَالَ: سَمِعْتُ عَبْدَ اللّٰهِ بْنَ عَمْرٍو، يَقُولُ: قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: "اَلْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ النَّاسُ مِنْ لِسَانِه۪ وَيَدِه۪، (زادة  الترمذي) -(وَالمُؤْمِنُ مَنْ أَمِنَهُ النَّاسُ عَلٰى دِمَآئِهِمْ وَأَمْوَالِهِمْ)- وَالْمُهَاجِرُ مَنْ هَجَرَ مَا نَهَى اللّٰهُ عَنْهُ."[xvi]
(5)   Beşincisi:

2484--- … “Âmir eş-Şa'bî şöyle demiştir: Ben Abdullâh İbn-i Amr'dan işittim, şöyle diyordu: Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem):

--- “Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların selâmette kaldığı kimsedir. -Mü’min ise insanların canları ve malları husûsunda güvendikleri kişidir.- Muhâcir de Al­lâh'ın nehyettiği şeyleri terkedendir” buyurdu.[xvii]
(٦) - ٨٩٥- أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْحُسَيْنِ بْنِ سَعْدُونٍ الْمَوْصِلِيُّ، ثَنَا أَبُو الطَّيِّبِ عُثْمَانُ بْنُ الْمُنْتَابِ، أبنا يَحْيَى بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ صَاعِدٍ، أبنا الْحُسَيْنُ بْنُ الْحَسَنِ الْمَرْوَزِيُّ، قَالَ: أبنا عَبْدُ اللّٰهِ بْنُ الْمُبَارَكِ، أبنا سُفْيَانُ، عَنْ عُمَرَ بْنِ سَع۪يدٍ، عَنْ أَب۪يهِ، عَنْ عَبَايَةَ بْنِ رِفَاعَةَ، قَالَ: بَلَغَ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ أَنَّ سَعْدًا، اتَّخَذَ قَصْرًا، فَأَنْفَذَ إِلَيْهِ: إِنَّمَا سَمِعْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: "لَا يَشْبَعُ الْمُؤْمِنُ دُونَ جَارِه۪"[xviii]
(6)   Altıncısı:

895--- … “Ömer b. Hattâb (r.’a) Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’den şöyle işittiğini dedi: --- “Mümin, komşusu aç dururken karnını doyurmaz.” --- “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”


[i] İstihsân: Lügât olarak güzel bulma, beğenme demektir.
[ii] Kütüb-i Sitte, 1/227-228
[iii] صحيح البخاري، كتاب الأيمان و النذور (٨٣)، باب: النية في الأيمان (٢٣/٢٣)، رقم الحديث:٦٦٨٩، ص:٩٢٢.
[iv] Buhârî, Kitâbü’l-Eymân Ve’n-Nüzûr (83), Yemînlerde Niyet (in Esâs Olduğu) Bâbı (23/23), Hadîs no:6689, s:922; Bed’ü’l-Vahy 1, Itk 6, Menâkıbü’l-Ensâr 45, Nikâh 5, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155, (1907); Ebû Dâvud, Talâk 11, (2201); Tirmizi, Fedâilü’l-Cihâd 16, (1647); Nesâî, Tahâret 60, (1, 59, 60; Kütüb-i Sitte, 16/114.
[v] سنن الترمذي، كتاب الزهد (٣٣)، باب: (١١)، رقم الحديث:٢٣١٦-٢٣١٨، ص:٣٨٢-٣٨٣. (هٰذَا حَد۪يثٌ غَر۪يبٌ لَا نَعْرِفُهُ مِنْ حَد۪يثِ أَب۪ي سَلَمَةَ، عَنْ أَب۪ي هُرَيْرَةَ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَّا مِنْ هٰذَا الْوَجْهِ)
[vi] Tirmizî, Zühd 11, (2217; Kütüb-i Sitte, 16/377.
[vii] Tirmizî, Kitâbü’z-Zühd (33), Kişinin Lüzümsuz Boş Şeyleri Terketmesi İyi Müslüman Oluşundandır Bâbı (11), Hadîs no:2316-2318, s:382-383; İbn Mâce, Fiten: 21; Muvattâ, Cami: 2. (Tirmizî: Bu hadis garib olup bu hadisi Ebû Seleme’nin Ebû Hüreyre’den bu şekilde rivâyetiyle bilmekteyiz. --- Tirmizî: Zührî’nin arkadaşlarından pek çok kimse bu hadisi Zührî’den, Ali b. Hüseyin’den, Mâlik’in hadisine benzer şekilde fakat mürsel olarak rivâyet etmişlerdir. Bu rivâyet benim yanımda Ebû Seleme’nin, Ebû Hüreyre’den ve Ali b. Hüseyin’den yaptığı rivâyetten daha sağlamdır. Çünkü Ali b. Hüseyin Ali b. ebî Tâlib’e yetişememiştir.)
[viii] صحيح البخاري، كتاب الإيمان (٢)، باب: من الإيمان أن يحب لأخيه ما يحب لنفسه (٧/٧)، رقم الحديث:١٣، ص:٨-٩.
[ix] Buhârî, Kitâbü’l-Îmân (2), Kişinin Kendi Nefsi İçin Arzu Ettiğini Kardeşi İçin De Arzû Etmesi Îmândandır Bâbı (7/7), Hadîs no:13, s:8-9. (eL-HUBB, "hâ" nın dammı ve "bâ" nın teşdîdiyle ‘dostluk ve sevgi’ ma'nâsına isim­dir. Müellif Basâir'de bu resme tahkîk eylemiştir ki, ma'lûm ola ki işbu hubb maddesi lûgatta beş ma'nâ üzere devr edicidir: 1. Safâ ve beyaz ma'nâsına... 2. Uluvv ve zuhûr ma'nâsına... 3. Lüzûm ve sübût ma'nâsınadır; deve çöktüğü ve kalkmadığı zaman habbe'l-baîru derler, 4. Hulûs ve lubâb ma'nâsınadır: Kal­bin özü ve dâhili demek olan habbetü’l-kalb sözü bundandır. Hubûbât'ın tekili olan habbe de bundandır, çünkü bir şeyin aslı ve kıvâmının maddesidir, 5. Hıfz ve imsak ma'nâsınadır. İçinde suyu muhâfaza edip tutmakta olan kaba habbü’l­-mâ' denmesi de bundandır. Bunda aynı zamânda sübût ma'nâsı da vardır. Hâ­sılı zâhir bir iştir ki, işbu beş ma'nâ mahabbet ve vedâdın lâzımelerindendir. Zîrâ kalbin safâsı, irâdesi ve derûnun taalluku mahbûb tarafına kemâl üzere uluvv ve zuhûru ve sübûtunun luzûmu ve muhibbin kalbinin özü mahbûba îhâle olunması ve derûnda alâkasının mahfûz olması ve mahabbet bâ'bında derkâr­dır. Bu vechile mahabbet husûsunda anılan beş ma'nâ topluca gerçekleşmiştir. Hulâsa bu ma'nâları câmi olan mefhûma delâlet edici olmak için hubb madde­sini koydular ki, boğazın en ötesinden olan hâ harfiyle dudak harfi olan bâ'dan mürekkeb olduğu için, gûyâ ki muhibbin ibtidâ ve intihâ hâl ve sânı baştanbaşa mahbûbuna münhasır olup, araya şâir eşyânın girmesi olmadığını telmîh ve iş'­âra mebnîdir. Asıl mahabbetin dahî şânı böylece olmak lâzımdır. Bundan nok­san olursa, ona mahabbet denmesi sahîh ve revâ değildir (Kaamûs Ter.)
Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) bu hadîsinde ahlâkın en büyük asıllarından birini bu kadar câ­mialı ve vecîz ifâdesiyle kaanûnlaştırmıştır. --- (Mehmed Sofuoğlu, Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/169-170.)
[x] صحيح مسلم، كتاب الإيمان (١)، باب: بيان تحريم إيذاء الجار (١٨)، رقم الحديث: ٧٣- (٤٦)، ص:٥٠.
[xi] Müslim, Kitâbü’l-Îmân (1), Komşuya Eziyyetin Harâm Kılındığını Beyân Bâbı (18), Hadîs no:73- (46), s:50. (Zâhirine bakılırsa bu hadîs cennete girmesin diye bedduâ değil, gire­meyeceğini ihbârdır. Müslim sarihi   el-Übbi   de buna kâildir. Bevâik: Bâikanın cem'idir. Bâika: Şer, belâ, gâile, mühlik olan şey ve ansızın başa gelen sıkıntı mâ'nâlanna gelir. Bir kimsenin şerrinden kor­kulması o kimse için ma'siyyettir. Hâl böyle olunca; Allâh'ın son derece makâm-ı ihtirâma yükselttiği ve ikrâm olunmasını istediği, aksi takdirde cennete koymayacağını beyânla tehdidde bulunduğu komşuya fenâlık yap­manın ne demek olacağını bir düşünmelidir.)
[xii] صحيح البخاري، كتاب الأدب (٧٨)، باب: إثم من لا يأمن جاره بوايقه (٢٩/٢٩)، رقم الحديث:٦٠١٦، ص:٨٤٠. (تَابَعَهُ شَبَابَةُ، وَأَسَدُ بْنُ مُوسَى، وَقَالَ حُمَيْدُ بْنُ الأَسْوَدِ، وَعُثْمَانُ بْنُ عُمَرَ، وَأَبُو بَكْرِ بْنُ عَيَّاشٍ، وَشُعَيْبُ بْنُ إِسْحَاقَ، عَنْ ابْنِ أَبِي ذِئْبٍ، عَنِ المَقْبُرِيِّ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ.)
[xiii] Buhârî, Kitâbü’l-Edeb (78), Komşusu Zulümlerinden Emîn Olmayan Kimsenin Günâhı Bâbı (29/29), Hadîs no:6016, s:740; Kütüb-i Sitte, İ. Cânân, 10/209.
[xiv] صحيح البخاري، كتاب الإيمان (٢)، باب: فضل من استبرأ لدينه (٣٩/٤٠)، رقم الحديث: ٥٢، ص:١٤.
[xv] Buhârî, Kitâbü’l-Îmân (2), Dînini Tertemiz Yapmak İsteyen Kimsenin Fazîleti Bâbı (39/40), Hadîs no:52, s:14.
[xvi] صحيح البخاري، كتاب الرقاق (٨١)، باب: الانتهاء عن المعاصي٦٦)، رقم الحديث:٦٠١٦، ص:٨٩٨.
[xvii] Buhârî, Kitâbü’r-Rikâk (81), Ma'siyetlerden Vazgeçme (nin Vucûbu) Bâbı (26/26), Hadîs no:6016, s:898; Müslim, İman: 14; Tirmizî, Îmân, 12, Hadîs no:2627; Nesâî, Îmân, 8.
[xviii] الكتاب: مسند الشهاب، المؤلف: أبو عبد الله محمد بن سلامة بن جعفر بن علي بن حكمون القضاعي المصري (المتوفى: ٤٥٤ هـ)، المحقق: حمدي بن عبد المجيد السلفي، الناشر: مؤسسة الرسالة – بيروت، الطبعة: الثانية، ١٤٠٧ – ١٩٨٦، عدد الأجزاء: ٢، ص:٢/٦٧.