31 Mart 2018 Cumartesi

TESETTÜR --- YOLCULUKTA MAHREM --- HİKMET İLE DAVET


HİKMET İLE DAVET ETMEK


﴿ اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ى هِىَ اَحْسَنُۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ [سورة النحل:١٦/١٢٥]
(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” (Nahl Sûresi, 16/125.)
" ... اَلنُّصُوصُ الْمَحْدُودَةُ عَلَى الْحَوَادِثُ الْمَمْدُودَةُ ... "
“ … NASLAR SINIRLIDIR. ANCAK HADİSELER SINIRSIZDIR… “

                Kıyasın kabul edilemez bir yöntem olduğunu kanıtlamak sadedinde "sınırlı rakamla sınırsız işlem mümkünse sınırlı nassla sınırsız meselenin çözümü mümkündür" şeklinde bir açıklama yapılması ve yine kıyas yoluna başvurulması da ironik bir durumdur. Buradaki kıyası biçimsel hale getirirsek şu durum ortaya çıkar:
Asıl: 0'dan 9'a kadar olan sınırlı rakamlar
Aslın hükmü: Sınırsız mesele çözülebilir.
Fer': Sınırlı nasslar
İllet: Sınırlı, mahdud olmak
Sonuç: Sınırlı sayıda nassla sınırsız mesele çözülebilir.
… Sıfırdan dokuza kadar sınırlı rakamlarla sınırsız işlemlerin yapılabilmesi gibi, sınırlı sayıdaki ayetle sınırsız anlam ve çözüm de ayetler arası ilişkilerle mümkün olabilir. Bunun kesin olarak mümkün olmadığı ispat edilmeden, böylesi bir ön kabul kıyasın meşrûiyetine delil olamaz.
'İslâm ölmez ki ihyâ edelim'
Davet ancak ilimle yapılır.
Tebliğ ise ihlas ile yapılır.

USUL-Ü BELİRLEYEN DÖRT KAVRAM VARDIR.
1-  İHYÂ,
2-  ISLÂH,
3-  TECDÎD,
4-  İÇTİHÂD-dır. 
         İslam ölmez ki ihya edelim. Ama bizim dine bakışımız ölüye dönüşebilir. Bunun ihyaya ihtiyacı var. Dinin nassları ölmez ki ihya edilsin. İhya insan anlayışında ancak olabilir. 
         İslam hastalanmaz ki ıslah edelim. İslam’ın değil kendimizi ıslah etmemiz lazım. Tecdit de aynı şekilde İslam eskimez ki yenilensin. Ama bizim bakışımız eskiyebilir.
         Herhangi bir kimsenin kendi fetvasını ve düşüncesini mutlaklaştırması en büyük tehlike olmuştur. Dinin mutlakları ile yorumcunun, âlimin yorumu aynı değildir. Eski âlimler bir görüş ortaya atarlar;
" ... وَاللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِه۪ ... "
Ama: “ – Benim en son anlayışım ve görüşüm budur!=Ben bu kadarına varabildim! - Buradaki murâd edileni en iyi Allâh-ü Te’âlâ bilir = Bunun doğrusunu Allâh-ü Te’âlâ bilir” derlerdi.
         Görüş mutlaklaşınca da tekfîr devreye giriyor ve ardından da şiddet geliyor.
         Kendini mutlaklaştıran her lider zamanla ruhbanlaşıyor ve ruhban liderde en zalim diktatör olup çıkıyor.[1] 
٢٤٥٨- حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ مُوسَى، قَالَ: حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عُبَيْدٍ، عَنْ أَبَانَ بْنِ إِسْحَاقَ، عَنِ الصَّبَّاحِ بْنِ مُحَمَّدٍ، عَنْ مُرَّةَ الهَمْدَانِيِّ، عَنْ عَبْدِ اللهِ بْنِ مَسْعُودٍ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اسْتَحْيُوا مِنَ اللهِ حَقَّ الحَيَاءِ. قَالَ: قُلْنَا: يَا رَسُولَ اللهِ إِنَّا نَسْتَحْيِي وَالحَمْدُ لِلَّهِ، قَالَ: لَيْسَ ذَاكَ، وَلَكِنَّ الاِسْتِحْيَاءَ مِنَ اللهِ حَقَّ الحَيَاءِ أَنْ تَحْفَظَ الرَّأْسَ وَمَا وَعَى، وَالبَطْنَ وَمَا حَوَى، وَلْتَذْكُرِ الْمَوْتَ وَالبِلَى، وَمَنْ أَرَادَ الآخِرَةَ تَرَكَ زِينَةَ الدُّنْيَا، فَمَنْ فَعَلَ ذَلِكَ فَقَدْ اسْتَحْيَا مِنَ اللهِ حَقَّ الحَيَاءِ. هَذَا حَدِيثٌ غَرِيبٌ إِنَّمَا نَعْرِفُهُ مِنْ هَذَا الوَجْهِ مِنْ حَدِيثِ أَبَانَ بْنِ إِسْحَاقَ عَنِ الصَّبَّاحِ بْنِ مُحَمَّدٍ." [2]
2458- Abdullah b. Mes’ûd (r.’a.)’den rivâyete göre; Rasûlüllâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

--- “Allâh’dan gereği biçimde hayâ edin!”

Bunun üzerine --- “Ey Allâh’ın Peygamberi!” dedik, --- “Zaten; hayâlı davranıyoruz Elhamdülillah!”

Buyurdu ki: --- “O si­zin anladığınız utanma hissi değildir! Allâh’dan gereği biçimde hayâ et­mek demek; baş ve başta bulunan organlarla, karın ve karının içeresine aldığı organları her türlü günâh ve harâmlardan korumak, ölümü ve toprak altında çürümeyi dâima hatırlamaktır. Âhireti isteyen dünyânın süsünü bırakır. Kim bu şekilde davranırsa Allâh’dan gereği biçimde hayâ etmiş olur.”[3]

TESETTÜRLE İLGİLİ AYETLER:
٤١٠٤- حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ كَعْبٍ الْأَنْطَاكِيُّ، وَمُؤَمَّلُ بْنُ الْفَضْلِ الْحَرَّانِيُّ، قَالَا: حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ، عَنْ سَعِيدِ بْنِ بَشِيرٍ، عَنْ قَتَادَةَ، عَنْ خَالِدٍ، قَالَ: يَعْقُوبُ ابْنُ دُرَيْكٍ: عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا، أَنَّ أَسْمَاءَ بِنْتَ أَبِي بَكْرٍ، دَخَلَتْ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَعَلَيْهَا ثِيَابٌ رِقَاقٌ، فَأَعْرَضَ عَنْهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَقَالَ: "يَا أَسْمَاءُ، إِنَّ الْمَرْأَةَ إِذَا بَلَغَتِ الْمَحِيضَ لَمْ تَصْلُحْ أَنْ يُرَى مِنْهَا إِلَّا هَذَا وَهَذَا" وَأَشَارَ إِلَى وَجْهِهِ وَكَفَّيْهِ قَالَ أَبُو دَاوُدَ: "هَذَا مُرْسَلٌ، خَالِدُ بْنُ دُرَيْكٍ لَمْ يُدْرِكْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا." [4]
4104... --- “Âişe (r.’anhâ)'dan rivâyet olunduğuna göre: --- “Esmâ Bint-i Ebî Bekir (bir gün) üzerinde ince (bir elbise) ile Rasûlüllâh (s.a.v.)’ın yanına gelmişti. (Hz. Peygamber) ondan yüzünü çevirdi ve:

--- “Ey Esmâ! (şurası) muhakkak ki, kadın ergenlik çağına erişince on (un vücûdun) dan şundan ve şundan başkasının görünmesi uygun olmaz” dedi ve (kendi) yüzü ile elini işâret etti.”[5]

"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle, dışarı çıkarken üstlerine cilbablarını alsınlar. Bu, onların tanınmasını ve bundan dolayı incitilmemelerini sağlar. Allah, Gafûrdur, Rahîmdir." (Ahzab, 33/59).

"Mümin kadınlara da şöyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Zinet yerlerini açmasınlar. Bunlardan kendiliğinden görünen kısmı müstesnadır.

Baş örtülerini yakalarının üstüne koysunlar. Zinet yerlerini kendi kocalarından, babalarından, kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kendi erkek kardeşlerinden, kendi kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, kendi kadınlarından, kölelerinden, erkeklik duygusu kalmayan hizmetçilerden veya henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler.

Gizleyecekleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah'a tövbe edin. Böylece korktuğunuzdan emin umduğunuza nail olasınız." (Nûr, 24/31).

"Ay halinden kesilmiş ve evlenme için ümidi kalmamış olan yaşlı kadınlar zinet yerlerini erkeklere göstermemek şartıyla dış elbiselerini bırakmalarında onlar için bir günah yoktur. Bununla birlikte yine de sakınmaları kendileri için daha hayırlıdır." (Nûr, 24/60).
Tesettürle ilgili hadisler:

Umeys’in kızı Esma’dan nakledildi. Dediki:

Resulüllah (s.a.v) bir gün Hz. Aişe (r.anha)’nın evine girdi. Kızkardeşi Esma yanında idi. Üzerinde vücudunun hertarafını örten ve yenleri geniş bir elbise vardı.

Resulüllah (s.a.v) onu görünce kalkıp dışarı çıktı. Hz. Aişe (r.anha) kızkardeşine “buradan uzaklaş Resulüllah (s.a.v) sende hoşlanmadığı bir şey gördü” dedi.

Hz. Esma uzaklaştı arkasından Resulüllah (s.a.v) içeriye girdi.Hz. Aişe (r.anha) niçin kalkıp gittiğini sordu. Resulüllah (s.a.v) de elbisesinin yenini sadece parmakları görünecek şekilde ellerinin üzerine çekerek şöyle cevap verdi:

“Kızkardeşini görmedin mi? Müslüman bir kadın şurasından başkasını gösteremez." (Mecmeu’zzevâid nr:4168)

Bu hadis-i şerif’ten Hz. Esma’nın giydiği elbisenin bedenini örttüğünü, fakat kollarında açıklık olduğunu bunun üzerine Resulüllah (s.a.v) bu kıyafetinden hoşlanmadığını, ellerinin üstünün parmaklara kadarda örtünmesi gerektiğini islam alimleri anlamışlardır ve de böyle ifade etmişlerdir.

Usame b.Zeyd (r.a) nakletti. Dedi ki:

“Resulüllah (s.a.v) Dihye’tül- Kelbi’nin kendisine hediye ettiği mısır kumaşlarından sık dokunmuş bir elbiseyi bana giydirdi, ben de onu hanımıma giydirdim. Resulüllah (s.a.v) daha sonra bana sordu: ne oldu Mısırdan gelen elbiseyi giymiyorsun? Dedim ki, ey Allah’ın Resulü ben onu hanımıma giydirdim. Resulüllah (s.a.v) buyurdu ki, altına pijama türünden bir şey giymesini ona emreyle. Çünkü ben o elbisenin kemiklerinin hacmini belli etmesinden korkuyorum.” (Ahmet b. Hambel)

Ibn-i Abbas (r.anhuma)’dan dediki:

“Resulüllah (s.a.v) kadınlardan erkeklere benzeyenlere, erkeklereden de kadınlara benzeyenlere lanet etti.” (Buhari nr:5751, ebu Davut nr:4098, Ahmet b.Hambel nr:3149, Nesei nr:9161)

“Ümmetimin son dönemlerinde bir takım adamlar olacaktır. Erkekler gibi eğerlerin (bineklerin) üzerine binip cami kapılarına ineceklerdir. Hanımları ise giyinik uryandır, (giyinik çıplaktır), başları üzerinde arık deve hörgücü gibisi vardır. Onalara lanet edin. Zira onlar lanet olunmuşlardır.” (Ahmet b.Hambel - müsned nr.6786, Ibn-i Hibban sahih nr:5655-7347)

Hz. Âişe'den rivâyete göre, bir gün Hz. Ebû Bekir'in kızı Esmâ ince bir elbise ile Allah Resulunun huzuruna girmişti. Resulullah (s.a.s) ondan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu:

"Ey Esma! Şüphesiz kadın erginlik çagına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir."

Hz. Peygamber bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti." (Ebu Davûd, Libâs, 31). "Allah Teâlâ ergin kadının namazını başörtüsüz kabul etmez" (İbn Mâce, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât, 160; Ahmed b. Hanbel, IV, 151, 218, 259).

"Erkeğin avret yeri göbeği ile diz kapağı arasıdır." (Ahmed b. Hanbel, II/187). "Diz kapağı avret yerindendir." (Zeylai, Nasbu'r-Raye, I, 297).
Sahih-i Müslim'de Ebû Hüreyre (r.a.} tarafından bir rivayette Peygamberimiz (s.a.s), giyindiği halde açık olan, yani ince ve şeffaf elbise ile dolaşan kadınların Cehennemlik olduklarını, Cennetin kokusunu bile alamayacaklarını bildirirler. (Müslim, Libas.-125.)

Harbın oğlu Züheyr bana anlattı: Bize Cerir Sehl’den o da babasından o da Ebu Hureyre (r.a)’den nakletti. Ebu Hureyre (r.a) dedi ki:Resulüllah (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Ateşlik iki sınıf insan ki ben onları henüz görmedim. Yanlarında sığır kuyruğu gibi kamcılar olup insanları onlarla döven topluluk ve biri de bir takım kadınlar topluluğudur ki bunlar giyinik, çıplaktırlar. Görenleri yoldan saptıran ve kendileri de haktan sapanlardır. Başları bir tarafa sarkan deve hörgücü gibi olacaktır. Bunlar cennete giremiyecekler. Kokusu şu kadar, şu kadar yürüme mesafesinden alındığı halde, bunlar cennetin kokusunu da bulup alamıyacaklardır." (Müslim - sahih bab: libas ve’l- zineh hadis nr.3971)

Alkame bin Ebi Alkame annesinin şöyle dediğini rivayet eder:

"Abdurrahman'ın kızı Hafsa'nın başında, saçını gösterecek şekilde ince bir başörtüsü olduğu halde Hz. Âişe'nin huzuruna girdi. Hz. Âişe başından örtüsünü alarak ikiye katladı, kalınlaştırdı." (Muvatta', Libas:4)
Hz. Ömer (r.a.) ise, cam gibi şeffaf olmasa da, giyindiği zaman altını iyice belli eden elbisenin kadınlara giydirilmemesi hususunda mü'minlere ikazda bulunmuştur. (Beyhakî. Sünen, 2:235)

İmam Serahsî bu nakilden sonra, kadının giydiği elbise çok ince de olsa yine aynı hükmü taşır, şeklinde bir açıklama getirir. Daha sonra da, "Giyindiği halde açık" olan mealindeki hadisi kaydeder ve şöyle der: "Bu çeşit bir elbise şebeke (ağ) gibidir, örtünmeyi temin etmez. Bunun için yabancı erkeklerin bu şekilde giyinmiş bir kadına bakması helâl olmaz." (el-Mebsût, 10:155)
"Kadın örtülmesi gereken avrettir. Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker." (Tirmizî, Radâ, 18).

Hz. Âişe (R.anhâ)'dan nakledilen;

"Allah Teâlâ erginlik çağına ulaşan kadının namazını başörtüsüz kabul etmez." (İbn Mace, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât, 160) hadisi saçları da kapsamına alır.

Hz. Âişe (r. anhâ) ilk başörtüsü uygulamasını şöyle anlatır:

"Allah ilk muhâcir kadınlara rahmet etsin onlar; "Baş örtülerini yakalarının üstüne taksınlar..." (en-Nûr, 24/31) ayeti inince, etekliklerini kesip bunlardan başörtüsü yaptılar."

Yine Safiyye binti Şeybe şöyle anlatır: "Biz Âişe ile birlikte idik. Kureyş kadınlarından ve onların üstünlüklerinden söz ettik. Hz. Âîşe dedi ki:

"Şüphesiz Kureyş kadınlarının birtakım üstünlükleri vardır. Ancak ben, Allah'a yemin olsun ki, Allah'ın kitabını daha çok tasdik eden ve bu kitaba daha kuvvetle inanan Ensar kadınlarından daha faziletlisini görmedim.

Nitekim Nûr sûresinde "Kadınlar başörtülerini yakalarının üstüne taksınlar..." ayeti inince, onların erkekleri bu ayetleri okuyarak eve döndüler. Bu erkekler eşlerine, kız, kız kardeş ve hısımlarına bunları okudular. Bu kadınlardan her biri etek kumaşlarından, Allah'ın kitabını tasdik ve ona iman ederek başörtüsü hazırladılar. Ertesi sabah, Hz. Peygamberin arkasında başörtüleriyle sabah namazına durdular. Sanki onların başları üstünde kargalar vardı."

(Buharî, Tefsîru Sûre, 29/12; İbn Kesîr, Muhtasar, M. Alî, es-Sâbûnî, 7. Baskı, Beyrut 1402/1981, II/600).


Kadının namazdaki avreti el ve yüzü dışında kalanıdır. Dışarıya çıkarken alimlerin çoğunluğuna göre el ve yüz dışında vücudunun her tarafını örtmeli. Dolayısıyla ayakları çıplak olarak dışarı çıkamaz, çıksa haram işlemiş olur.

İmam Şafii’ye göre kadın dışarı çıktığı zaman yani yabancı erkeklerin karşısına çıkarken bütün bedeni örtülü olması lazım. Çünkü Allah (cc) Nur suresinde Resulüne; “Ey Resul! Müminlerin kadınlarına de ki; ziynetlerini yabancı erkeklerden örtsünler ancak zahir azalar hariç.” Cumhur, zahir azaların el ve yüz olduğunu söylüyor. Ama imam Şafii ise; kadının en çok ziyneti yüzünde ve elindedir, dolayısıyla el ve yüzün örtünmesi lazımdır. Zahirden gayenin ise elbise giyildikten sonra görünen vücuttur.” Demiş.

İmam Ebu Hanife ise; kadının namazda örmesi vacip olan yerler; el, yüz ve iki ayak dışında kalandır diyor. Dolayısıyla el, yüz ve ayakları çıplak olarak dışarıya çıkabilir, ama eğer fitneden emin ise…

***

Kadının yüz kısmının sokakta veya yabancı erkeklerin yanında örtülüp örtülmemesi problemini İslâmî açıdan şu şekilde değerlendirmek mümkündür.

Kuran-ı Kerimde kadının örtünme sınırları şöyle belirlenir: Ey Peygamber! Mümin kadınlara söyle gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını korusunlar, açıkta kalan yerler dışında, ziynetlerini göstermesinler. Baş örtülerini yakalarının üstüne indirsinler" (en-Nûr, 24/31); Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle. (Bir ihtiyaç için dışarıya çıkarken) dış örtülerini üzerlerine alıp örtünsünler. Bu, onların başkaları tarafından tanınıp rahatsız edilmemeleri için daha uygundur" (el-Ahzâb, 33/59); İlk cahiliye devri kadınlarının açılıp saçıldığı gibi açılıp saçılmayın" (el-Ahzâb, 33/33); Kadınlar gizledikleri süslerinin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar" (en-Nûr, 24/31)

Yukarıdaki ayetlerde bir "baş örtüsü", bir de "dış örtü" olmak üzere iki parça örtüden söz edilmektedir. Baş örtüsünün yakaların üstüne inecek şekilde örtülmesinden amaç; kadının baş, saç, kulak, boyun, gerdanlık ve göğüs kısımlarının örtülmesidir. Çünkü İslâm'dan önceki Arap kadınlarının başları tam olarak açık değildi. Onlar baş örtülerini enselerine bağlar veya arkalarına bırakırlar, yakaları önden açılır, gerdanları ve gerdanlıkları açıkta kalır, ziynetleri görünürdü. Dış örtü ise kadının vücûdunu örten, altını göstermeyen ve vücut hatlarını ortaya koymayacak şekilde bolca olan bir örtüdür.

Yüz'ün örtülmesine ait ayetlerde bir açıklık yoktur. Ancak "ziynetlerini veya ziynet yerlerini açmasınlar" ifadesinden, kadının yüzünün ziynet ve güzellik yeri olduğu düşünülerek bu kısmın örtülmesi gerekip gerekmediği İslâm hukukçularınca tartışılmıştır.

Hanefi ve Mâlikîlere göre, örtünmeyi emreden ayette; "ziynetlerden açıkta kalan yerler müstesnâ" (en-Nûr, 24/31) ifadesi; kadının sokakta örtmek zorunda olmadığı bazı yerlerinin bulunduğunu gösterir. Bu yerler de yüz ve ellerden ibarettir. Bazı sahabe ve tâbiîlerden bu görüş nakledilmiştir. Saîd b. Cübeyr, Atâ ve Dahhâk bunlardandır (bk. et-Taberî, Câmiul-Beyân fî Tefsîril-Kur'an, XVIII, 118).

Bu konuda dayanılan önemli delillerden birisi de Hz. Âişe (r.anhâ) dan nakledilen şu hadistir: "Ebû Bekr (r.a)'in kızı Esmâ (ö. 73/692), üzerinde ince bir elbise varken, Allah Resulünün yanına geldi. Resulullah (s.a.s) ondan yüz çevirerek şöyle buyurdu:

"Ey Esmâ! Kadın âdet görme yaşına ulaşınca şurası ve şurasından başka yerinin görülmesi uygun değildir. " O, bunu söylerken yüzünü ve ellerini gösterdi" (Ebû Dâvud, Libâs, 31; Kurtubî, el-Câmi' Li Ahkâmil-Kur'an, Beyrut 1405, XII, 229).

Diğer yandan kadının namazda ellerini ve yüzünü açık tutabileceği konusunda görüş birliği vardır. Namaz dışında da bu yerlerin avret sayılmaması gerekir. Çünkü namazda avret yerlerinin örtülmesi farzdır. Bu yerlerin örtülmemesi, farz olmadığını gösterir. Kadın hac'ta da el ve yüzünü açık tutmaktadır.

Kadın iş yaparken, gerekli eşyayı tutarken ve hatta örtüsünü örterken bile ellerini açmaya muhtaç olduğu gibi, çevresini görme, nefes alıp verme bakımından yüzünü örtmesinde güçlük vardır. Diğer yandan şahitlikte, mahkemede ve nikâh gibi muamelelerde yüzün açılmasına ihtiyaç vardır. Bu yüzden "zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur" kaidesince bunların açılmasında bir sakınca yoktur (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1960, V, 3505, 3506).

Şâfiî ve Hanbelîlere göre yüz ve eller de avret yeri sayılır. Onlara göre, "Ziynetlerini açmasınlar" ayeti, ziynetin açılmasını yasaklamaktadır. Ziynet de ya yaratılıştan olur yüz ve eller de bu kapsama girer. Ya da dışarıdan süsleme şeklinde olur. Elbise, mücevherat, boyama, kaş yakınma gibi. Ayet, ziynetlerin açılmasını mutlak olarak yasakladığına göre, yabancı erkeklerin yanında ziynet sayılan yerlerin açılmaması gerekir. Bu iki mezhep, "Ziynetlerden açıkta kalan kısım müstesnâ..." ifadesini kasıt ve tasarlama olmaksızın kendiliğinden rüzgar, bağın çözülmesi vb. sebeplerle örtünün açılması şeklinde te'vil etmiştir (Muhammed Alî es-Sâbûnî, Tefsîru Âyâtil-Ahkâm, Dımaşk 1397/ 1977, II, 155).

Hadisten dayandıkları deliller şunlardır: Cabir b. Abdillah, "Allah elçisine, ansızın bakışın durumunu sordum. "Gözünü çevir" buyurdu" demiştir (Ebû Dâvud Nikâh, 43; Tirmizî, Edeb, 28; Ahmed b. Hanbel, IV, 358, 361). Ansızın bakılan yerin, kadının eli ve yüzü olması akla ilk gelen husustur. Abdullah b. Abbas (r.anhümâ)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah Resulu, Fadl b. Abbas'ı hacda terikesine almıştı. Fadl, güzel saçlı ve yakışıklı bir genç idi. Bir kadın gelip Allah Resulünden fetvâ sordu. Fadl ona bakıyor, o da Fadl'a bakıyordu. Allah Resulü, Fadl'ın yüzünü öbür yana çevirdi" (Buharî, Meğazî, 77; Hac, I ; Müslim, Hac, 407).

Buradaki örtme, fitneye düşme, yani zinaya yol açma tehlikesi yüzündendir. Ancak hadislerde "kadının yüzünü örtünüz" veya "kadının yüzü de avrettir" anlamı açıkça ifade edilmemiştir. Bazı sahabilerin kadınlara şehvetle bakmaları veya anlamlı bakışlarıyla kadınları rahatsız etmeleri önlenmek istenmiştir. Böyle bir fitne korkusu doğunca, mümin kadınların da iffetlerini koruması ve erkeklerin dikkatli bakışlarına hedef olmaması amaçlanmalıdır. Sahabe hanımlarının yüzlerini örttükleri açık olarak nakledilmediği için, bu konuda bir icma'ın varlığından söz edilemeyeceği gibi; peçe örtmenin farz veya sünnet olduğunu söylemek de güçtür. Belki genç ve güzel bazı bayanların, erkeklerin rahatsız edici bakışlarından korunmak ve gönül dünyalarını daha temiz tutabilmek için başvurdukları bir korunma biçimidir.
٣٥٩٥- حَدَّثَنِي مُحَمَّدُ بْنُ الحَكَمِ، أَخْبَرَنَا النَّضْرُ، أَخْبَرَنَا إِسْرَائِيلُ، أَخْبَرَنَا سَعْدٌ الطَّائِيُّ، أَخْبَرَنَا مُحِلُّ بْنُ خَلِيفَةَ، عَنْ عَدِيِّ بْنِ حَاتِمٍ، قَالَ: بَيْنَا أَنَا عِنْدَ النَّبِيِّ ﷺ إِذْ أَتَاهُ رَجُلٌ فَشَكَا إِلَيْهِ الفَاقَةَ، ثُمَّ أَتَاهُ آخَرُ فَشَكَا إِلَيْهِ قَطْعَ السَّبِيلِ، فَقَالَ: "يَا عَدِيُّ، هَلْ رَأَيْتَ الحِيرَةَ؟" قُلْتُ: لَمْ أَرَهَا، وَقَدْ أُنْبِئْتُ عَنْهَا، قَالَ "فَإِنْ طَالَتْ بِكَ حَيَاةٌ، لَتَرَيَنَّ الظَّعِينَةَ تَرْتَحِلُ مِنَ الحِيرَةِ، حَتَّى تَطُوفَ بِالكَعْبَةِ لاَ تَخَافُ أَحَدًا إِلَّا اللَّهَ، -قُلْتُ فِيمَا بَيْنِي وَبَيْنَ نَفْسِي فَأَيْنَ دُعَّارُ طَيِّئٍ الَّذِينَ قَدْ سَعَّرُوا البِلاَدَ-، وَلَئِنْ طَالَتْ بِكَ حَيَاةٌ لَتُفْتَحَنَّ كُنُوزُ كِسْرَى"، قُلْتُ: كِسْرَى بْنِ هُرْمُزَ؟ قَالَ: "كِسْرَى بْنِ هُرْمُزَ، وَلَئِنْ طَالَتْ بِكَ حَيَاةٌ، لَتَرَيَنَّ الرَّجُلَ يُخْرِجُ مِلْءَ كَفِّهِ مِنْ ذَهَبٍ أَوْ فِضَّةٍ، يَطْلُبُ مَنْ يَقْبَلُهُ مِنْهُ فَلاَ يَجِدُ أَحَدًا يَقْبَلُهُ مِنْهُ، وَلَيَلْقَيَنَّ اللَّهَ أَحَدُكُمْ يَوْمَ يَلْقَاهُ، وَلَيْسَ بَيْنَهُ وَبَيْنَهُ تَرْجُمَانٌ يُتَرْجِمُ لَهُ، فَلَيَقُولَنَّ لَهُ: أَلَمْ أَبْعَثْ إِلَيْكَ رَسُولًا فَيُبَلِّغَكَ؟ فَيَقُولُ: بَلَى، فَيَقُولُ: أَلَمْ أُعْطِكَ مَالًا وَأُفْضِلْ عَلَيْكَ؟ فَيَقُولُ: بَلَى، فَيَنْظُرُ عَنْ يَمِينِهِ فَلاَ يَرَى إِلَّا جَهَنَّمَ، وَيَنْظُرُ عَنْ يَسَارِهِ فَلاَ يَرَى إِلَّا جَهَنَّمَ " قَالَ عَدِيٌّ: سَمِعْتُ النَّبِيَّ ﷺ، يَقُولُ: "اتَّقُوا النَّارَ وَلَوْ بِشِقَّةِ تَمْرَةٍ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ شِقَّةَ تَمْرَةٍ فَبِكَلِمَةٍ طَيِّبَةٍ" قَالَ عَدِيٌّ: فَرَأَيْتُ الظَّعِينَةَ تَرْتَحِلُ مِنَ الحِيرَةِ حَتَّى تَطُوفَ بِالكَعْبَةِ لاَ تَخَافُ إِلَّا اللَّهَ، وَكُنْتُ فِيمَنِ افْتَتَحَ كُنُوزَ كِسْرَى بْنِ هُرْمُزَ وَلَئِنْ طَالَتْ بِكُمْ حَيَاةٌ، لَتَرَوُنَّ مَا قَالَ النَّبِيُّ أَبُو القَاسِمِ: ﷺ يُخْرِجُ مِلْءَ كَفِّهِ حَدَّثَنِي عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنَا أَبُو عَاصِمٍ، أَخْبَرَنَا سَعِيدُ بْنُ بِشْرٍ، حَدَّثَنَا أَبُو مُجَاهِدٍ، حَدَّثَنَا مُحِلُّ بْنُ خَلِيفَةَ، سَمِعْتُ عَدِيًّا كُنْتُ عِنْدَ النَّبِيِّ ﷺ ..." [6]
3595--- “ … ‘Adiyy İbn Hâtim (r.’a.) şöyle demiştir: --- “Ben Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in yanında bulunduğum sırada Peygamber (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’a bir adam gelip, O’na fa­kirliğinden yakındı. Sonra Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’e başka bir kimse geldi ve O’na yol kesilmesinden şikâyet etti. Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem):

--- “Yâ ‘Adiyy! Sen el-Hîre şehrini gördün mü?” dedi.

Ben: --- “Ben onu görmedim, fakat orası hakkında bana haber verildi” dedim. Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem):

--- “Eğer hayâtın uzun olursa muhakkak sen hevdeci içinde yol­culuk eden kadının el-Hîre’den hareket edip Allâh’dan başka hiç kimseden korkmayarak tâ Ka’be-yi tavâf edeceğini göreceksin” buyurdu.

Ben buna ta’accüb ederek kendi kendime: --- “Beldelerde fitne ve fesâd ateşini tutuşturmuş olan o Tayy Kabîlesi’nin yol kesicileri nerede olacak ki (kadın tek başına yolculuk edecek.” Dedim. Hz. Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) devam edip:

--- “Yemîn olsun eğer sana hayât uzun olursa, muhakkak Kisrâ’nın hazîneleri feth-olunacaktır” buyurdu. Ben:

--- “Kisrâ İbn-i Hürmüz’ün hazîneleri mi?” dedim. Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) şöyle dedi:

--- “Kisrâ İbn-i Hürmüz’ün. Yemîn olsun eğer senin hayâtın uzun olursa, muhakkak sen elinin dolusu altın yâhud gümüşü sadaka ola­rak çıkarıp da bunu kendisinden kabûl edecek kimse arayacak, fa­kat kendisinden bunu kabûl edecek hiçbir kimse bulamayacak olan kimseyi göreceksin.”

--- “Yine yemîn ederim ki, sizden biriniz Allâh’a ka­vuşacağı gün, Allâh ile kendi arasında kelâmını tercüme edecek bir tercüman bulunmayarak Allâh’a kavuşacak,
Allâh-ü Te’âlâ da ona: --- “Ben sana bir Rasûl göndermedim mi ve O sana tebliğ etmiyor muydu? Diye soracak.”

--- “O kul da: --- “Evet, (gönderdin yâ Rabbî)!

Diye cevâb verecek. Bu sefer Allâh-ü Te’âlâ: --- “Ben sana mal vermedim mi; bu sûretle sana ihsânda bulun­madım mı? Diye soracak.

Kul: --- “Evet (verdin ve ihsânda bulundun)!” diyecek.

--- “Bu hâlde o kimse sağına bakar cehennemden başka bir şey göre­mez. Soluna bakar yine cehennemden başka bir şey göremez.”

Adiyy dedi ki: --- “Ben Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’den işittim, şöyle buyuruyordu:

--- “Şimdi sizin her biriniz bir tek hurmanın yarısı ile bunu da bula­mazsa güzel sözle olsun kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz.”

Adiyy şöyle demiştir: --- “Ben el-Hîre’den hevdeci içinde yolculuğa çıkıp, Allâh’dan başka hiç kimseden korkmayarak nihâyet Ka’be-yi tavâf eden kadını gördüm. Ben kendim Kisrâ İbn-i Hürmüz’ün hazî­nelerini fetheden ordunun içinde bulundum. Yemîn olsun eğer sizlere hayât uzun olursa, elbette sizler Peygamber Ebû Kâsım (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in söylediği elinin dolusu altını sadaka olarak çıkaracak olan o kimseleri göreceksiniz.”[7]

١٨٢٦٠- حَدَّثَنَا يَزِيدُ، أَخْبَرَنَا هِشَامُ بْنُ حَسَّانَ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ سِيرِينَ، عَنْ أَبِي عُبَيْدَةَ، عَنْ رَجُلٍ، قَالَ: قُلْتُ لِعَدِيِّ بْنِ حَاتِمٍ: حَدِيثٌ بَلَغَنِي عَنْكَ أُحِبُّ أَنْ أَسْمَعَهُ مِنْكَ، قَالَ: نَعَمْ، لَمَّا بَلَغَنِي خُرُوجُ رَسُولِ اللَّهِ ﷺ، فَكَرِهْتُ خُرُوجَهُ كَرَاهَةً شَدِيدَةً، خَرَجْتُ حَتَّى وَقَعْتُ نَاحِيَةَ الرُّومِ، وَقَالَ يَعْنِي يَزِيدَ بِبَغْدَادَ، حَتَّى قَدِمْتُ عَلَى قَيْصَرَ، قَالَ: فَكَرِهْتُ مَكَانِي ذَلِكَ أَشَدَّ مِنْ كَرَاهِيَتِي لِخُرُوجِهِ، قَالَ: فَقُلْتُ: وَاللَّهِ، لَوْلَا أَتَيْتُ هَذَا الرَّجُلَ، فَإِنْ كَانَ كَاذِبًا لَمْ يَضُرَّنِي، وَإِنْ كَانَ صَادِقًا عَلِمْتُ، قَالَ: فَقَدِمْتُ فَأَتَيْتُهُ، فَلَمَّا قَدِمْتُ قَالَ النَّاسُ: عَدِيُّ بْنُ حَاتِمٍ، عَدِيُّ بْنُ حَاتِمٍ. قَالَ: فَدَخَلْتُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ ﷺ، فَقَالَ لِي: "يَا عَدِيُّ بْنَ حَاتِمٍ، أَسْلِمْ تَسْلَمْ" ثَلَاثًا، قَالَ: قُلْتُ: إِنِّي عَلَى دِينٍ، قَالَ: "أَنَا أَعْلَمُ بِدِينِكَ مِنْكَ» فَقُلْتُ: أَنْتَ أَعْلَمُ بِدِينِي مِنِّي؟ قَالَ: "نَعَمْ، أَلَسْتَ مِنَ الرَّكُوسِيَّةِ، وَأَنْتَ تَأْكُلُ مِرْبَاعَ قَوْمِكَ؟" قُلْتُ: بَلَى، قَالَ: "فَإِنَّ هَذَا لَا يَحِلُّ لَكَ فِي دِينِكَ"، قَالَ: فَلَمْ يَعْدُ أَنْ قَالَهَا، فَتَوَاضَعْتُ لَهَا، فَقَالَ: "أَمَا إِنِّي أَعْلَمُ مَا الَّذِي يَمْنَعُكَ مِنَ الْإِسْلَامِ، تَقُولُ: إِنَّمَا اتَّبَعَهُ ضَعَفَةُ النَّاسِ، وَمَنْ لَا قُوَّةَ لَهُ، وَقَدْ رَمَتْهُمْ الْعَرَبُ. أَتَعْرِفُ الْحِيرَةَ؟ " قُلْتُ: لَمْ أَرَهَا، وَقَدْ سَمِعْتُ بِهَا. قَالَ: "فَوَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ، لَيُتِمَّنَّ اللَّهُ هَذَا الْأَمْرَ، حَتَّى تَخْرُجَ الظَّعِينَةُ مِنَ الْحِيرَةِ، حَتَّى تَطُوفَ بِالْبَيْتِ فِي غَيْرِ جِوَارِ أَحَدٍ، وَلَيَفْتَحَنَّ كُنُوزَ كِسْرَى بْنِ هُرْمُزَ" قَالَ: قُلْتُ: كِسْرَى بْنُ هُرْمُزَ؟ قَالَ: "نَعَمْ، كِسْرَى بْنُ هُرْمُزَ، وَلَيُبْذَلَنَّ الْمَالُ[8] حَتَّى لَا يَقْبَلَهُ أَحَدٌ" قَالَ عَدِيُّ بْنُ حَاتِمٍ: "فَهَذِهِ الظَّعِينَةُ تَخْرُجُ مِنَ الْحِيرَةِ، فَتَطُوفُ بِالْبَيْتِ فِي غَيْرِ جِوَارٍ، وَلَقَدْ كُنْتُ فِيمَنْ فَتَحَ كُنُوزَ كِسْرَى بْنِ هُرْمُزَ، وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَتَكُونَنَّ الثَّالِثَةُ، لِأَنَّ رَسُولَ اللَّهِ ﷺ قَدْقَالَهَا." [9]

[1] Kaynak: Dinihaberler.com / Özel Haber, Diyanet İşleri eski Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez.
[2] الكتاب: سنن أبي داود، كتاب اللباس (٢٦/٢٦)، باب: فيما تبدي المرأة من زينتها (٣١)، رقم الحديث:٤١٠٤، ص:٧٦٣؛ [حكم الألباني] : صحيح.
[3] Tirmizî, Kitâb-ü Sıfetü’l-Kıyâme (24), Allah İçin Gereği Biçimde Hayâ Etmek Ne Demektir? Bâbı  (24), Hadîs no:2458, s:401-402; Müsned: 3489; (Tirmizî: Bu hadis garibtir. Bu hadisi sâdece, Ebân b. İshâk’ın Sabbah b. Muhammed’den rivâyetiyle bilmekteyiz.)
[4] الكتاب: الجامع الكبير - سنن الترمذي، كتاب صفة القيامة (٣٤)، باب: (٢٤)، رقم الحديث:٢٤٥٨، ص:٤٠١-٤٠٢.
[5] Ebî Dâvud, Kitâbü’l-Libâs (26), Kadınların Zînet (Yer)Lerinden Nerelerini Gösterebileceği Konusunda (Gelen Hadisler) Bâbı  (31/33), Hadîs no:4104, s:763. (Ebû Dâvûd dedi ki: Bu (hadis) Mürsel’dir. (Çünkü) Halid b. Düreyk, Âişe (r.’anhâ)'ya erişmemiştir.)
[6] صحيح البخاري، كتاب المناقب (٦١)، باب: علامات النبوة في الإسلام (٢٥/٢٥)، رقم الحديث:٣٥٩٥، ص:٤٨٩.
[7] Buhârî, Kitâbü’l-Menâkıb (61), İslâm’da Peygamberlik Alâmetleri Bâbı  (25/25), Hadîs no:3595, s:489. (Peygamber’in bir Mu’cize olarak haber verdiği yollarda emniyetin gerçekleşe­ceği müjdesi, kendi hayâtında gerçekleşmeye başlamış, Hz. Ebû Bekr (r.’a.), Hz. Ömer (r.’a.) ... de­virlerinde de kemâlini bulmuştur. Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in haber verdiği fetihler de Sahâbîler devrinde gerçekleşip, ondan sonraki devirlerde ardı arası kesilmeksizin sürüp gitmiştir.)
[8] في (ظ ١٣): وليبذلن الله المال.
[9] الكتاب: مسند الإمام أحمد بن حنبل، المؤلف: أبو عبد الله أحمد بن محمد بن حنبل بن هلال بن أسد الشيباني (المتوفى: ٢٤١ هـ)، المحقق: شعيب الأرنؤوط - عادل مرشد، وآخرون إشراف: د عبد الله بن عبد المحسن التركي الناشر: مؤسسة الرسالة الطبعة: الأولى، ١٤٢١ هـ - ٢٠٠١ م، ٣٠/١٩٦، رقم الحديث:١٨٢٦٠؛ (بعضه صحيح، وهذا إسناد حسن من أجل أبي عبيدة- وهو ابن حذيفة ابن اليمان - فقد روى عنه جمع، وذكره ابن حبان في "الثقات"، ووثقه العجلي ولا نعلم فيه جرحاً، وهو من رجال النسائي وابن ماجه، وبقية رجاله ثقات رجال الشيخين. يزيد: هو ابن هارون. وقوله: "عن رجل" الصحيح أنه ليس في طريق هشام بن حسان، كما صرح بذلك حماد بن زيد، فيما سيأتي ٤/٣٧٩ ولم يرد من طريقه عند الحكم والبيهقي، كما سيرد في التخريج، وإنما هو في إسناد يونس بن محمد المؤدب، عن حماد بن زيد، عن أيوب، عن محمد بن سيرين، الآتي برقم (١٨٢٦٨) . والحديث موصول بين أبي عبيدة بن حذيفة وعدي بن حاتم كما هو ظاهر. وأخرجه الحاكم في "المستدرك" ٤/٨-٥١٩ من طريق عبد الله بن بكر = البيهقي، والبيهقي في "دلائل النبوة" ٥/٣٤٣ من طريق مخلد بن الحسين، كلاهما عن هشام بن حسان، به. لم يذكر الرجل المبهم في الإسناد. قال الحاكم: صحيح على شرط الشيخين، ولم يخرجاه، ووافقه الذهبي. قلنا: أبو عبيدة بن حذيفة ليس من رجال الشيخين، كما سلف. وقد أخرجه البخاري في "صحيحه" (٣٥٩٥) من طريق سعد الطائي، عن محل بن خليفة، عن عدي بن حاتم مرفوعاً بلفظ: بينا أنا عند النبي صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إذ أتاه رجل، فشكا إليه الفاقة، ثم أتاه آخر، فشكا إليه قطع السبيل، فقال: "يا عدي، هل رأيت الحيرة؟ " قلت: لم أرها، وقد أُنبئت عنها. قال: "فإن طالت بك حياة لترين الظعينة ترتحل من الحيرة حتى تطوف بالكعبة، لا تخاف أحداً إلا الله" قلت فيما بيني وبين نفسي: فأين دُعَار طييء الذين قد سعَروا البلاد؟! "ولئن طالت بك حياة لتفتحن كنوزُ كسرى" قلت: كسرى بن هرمز؟! قال: "كسرى بن هرمز، ولئن طالت بك حياة لترينَّ الرجلَ يُخرجُ مِلْءَ كفه من ذهب أو فضة، يطلب من يقبله منه، فلا يجد أحداً يقبله منه..". وجاء في آخره نحو قول عدي في هذه الرواية. وأخرج ابن ماجه (٨٧) ، وابن أبي عاصم في "السنة" (١٣٥) ، والطبراني في "الكبير" ١٧/ (١٨٢) ، والخطيب في "تاريخ بغداد" ١١/٦٨-٦٩ من طريق عبد الأعلى بن أبي المساور، عن الشعبي، قال: "قدم عدي بنُ حاتم الكوفة أتيناه في نفر من فقهاء أهل الكوفة، فقلنا له: حدثنا ما سمعت من رسول الله صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فقال: أتيت النبي صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فقال: "يا عدي بن حاتم، أسلم تسلم" قلت: وما الإسلام؟ قال: "تشهد أن لا إله إلا الله، وأني رسول الله، وتؤمن بالأقدار كلها، خيرها وشرها، حلوها ومرها"- وهذا لفظ ابن ماجه- وعبد الأعلى بن أبى المساور متروك. وسيرد بالأرقام (١٨٢٦٨) و (١٨٢٦٩) و٤/٣٧٨ و٣٧٩. وفي الباب في قوله: "وليبذلن المال ... " عن أبي هريرة مرفوعاً: "لا تقوم الساعة حتى يكثر فيكم المال فيفيض، حتى يُهمَّ رب المال من يتقبل منه = صدقته" سلف برقم (٨١٣٥). وعن حارثة بن وهب، سيرد ٤/٣٠٦. قال السندي: قوله: من الرَّكوسية، ضبط بفتح الراء، وهم النصارى. مِرْباع القوم: كان الرئيس في الجاهلية يأخذ ربع مال الرعية، ويسمي ذلك الربع: المِرْباع. فلم يَعْدُ، من عدا يعدو، أي: فما تجاوز قولَ هذه المقالة أن تواضعتُ لهذه المقالة. وقال الحافظ في "الفتح" ٦/٦١٣ في شرح حديث البخاري السالف: قوله: "فلا يجد أحداً يقبله منه"، أي: لعدم الفقراء في ذلك الزمان، تقدم في الزكاة قول من قال: إن ذلك عند نزول عيسى بن مريم عليه السلام، ويحتمل أن يكون ذلك إشارة إلى ما وقع في زمن عمر بن عبد العزيز، وبذلك جزم البيهقي في "الدلائل" من طريق يعقوب بن سفيان بسنده إلى عمر بن أسيد بن عبد الرحمن بن زيد بن الخطاب قال: إنما ولي عمر بن عبد العزيز: ثلاثين شهراً ألا والله ما مات حتى جعل الرجل يأتينا بالمال العظيم، فيقول: اجعلوا هذا حيث ترون في الفقراء، فما يبرح حتى يرجع بماله، يتذكر من يضعه فيه، فلا يجده، وقد أغنى عمر الناس. قال البيهقي: فيه تصديق ما روينا في حديث عدي بن حاتم. انتهى. ولا شك في رجحان هذا الاحتمال على الأول لقوله في الحديث: "ولئن طالت بك حياة". (١) إسناده صحيح، رجاله ثقات رجال الشيخين غير عبد الله بن أحمد، = فمن رجال النسائي، وزيد بن الحباب فمن رجال مسلم، ويحيى بن الوليد بن المُسَيَّر فمن رجال أبي داود والنسائي وابن ماجه، وكلهم. ثقة. وهو في "مصنف" ابن أبي شيبة ٢/٥٥، ومن طريقه أخرجه ابن أبي عاصم في "الآحاد والمثاني" (٢٤٨٨)، والطبراني في "الكبير" ١٧/ (٢٢٢). وأخرجه الدولابي في "الكنى" ١/١٨٢ عن الحسن بن علي بن عفان، والطبراني في "الكبير" ١٧/ (٢٢٢) من طريق عثمان بن أبي شيبة كلاهما عن زيد ابن الحباب، به. وأخرجه ابن أبي عاصم في "الآحاد والمثاني" (٢٤٨٩) ، والطبراني في "الكبير" ١٧/ (٢٢٢) من طريق عبد الرحمن بن مهدي، عن يحيى بن الوليد بن المُسَيَّر، بنحوه، وفيه قصة، وزاد فيه: فلما حضرت الصلاة تقدم عديٌ، وأتم الركوع والسجود، وتجوز في صلاته، فلما أنصرف قال: هكذا كنا نصلي خلف النبي-صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ. قلنا: فهذه الرواية تبين أن المراد من قوله: فليتم الركوع والسجود، الإيجازُ مع الإكمال. قال السندي: أي من غير تطويل القيام. وفي الباب عن أنس رضي الله عنه قال: كان النبي صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ من أتم الناس صلاةً وأوجزه، سلف برقم (١١٩٦٧). وعن ابن عمر وأبي هريرة، سلف بالرقمين: (٤٧٩٦) و (٧٤٧٤) وانظر بقية أحاديث الباب هناك.)؛ الكتاب: سنن الدارقطني المؤلف: أبو الحسن علي بن عمر بن  أحمد بن مهدي بن مسعود بن النعمان بن دينار البغدادي الدارقطني (المتوفى: ٣٨٥ هـ)، حققه وضبط نصه وعلق عليه: شعيب الارنؤوط، حسن عبد المنعم  لبي، عبد اللطيف حرز الله، أحمد برهوم الناشر: مؤسسة الرسالة، بيروت – لبنان الطبعة: الأولى، ١٤٢٤ هـ - ٢٠٠٤ م، عدد الأجزاء:٥، رقم الحديث:٣/٢٢٤-٢٣٦،٢٢٥،؛ الكتاب: الكتاب المصنف في الأحاديث والآثار، المؤلف: أبو بكر بن أبي شيبة، عبد الله بن محمد بن إبراهيم بن عثمان بن  واستي العبسي (المتوفى: ٢٣٥ هـ)، المحقق: كمال يوسف الحوت الناشر: مكتبة الرشد – الرياض الطبعة: الأولى، ١٤٠٩، عدد الأجزاء: ٧، ٧/٣٤٢، رقم الحديث؛ ٣٦٦٠٦؛ الكتاب: السنن الكبرى، المؤلف: أحمد بن الحسين بن علي بن موسى  الخُسْرَوْجِردي الخراساني، أبو بكر البيهقي (المتوفى: ٤٥٨ هـ)، المحقق: محمد عبد القادر عطا، الناشر: دار الكتب العلمية، بيروت – لبنات، الطبعة: الثالثة، ١٤٢٤ هـ - ٢٠٠٣ م، رقم الحديث؛ ١٠١٣١؛  الكتاب: شرح السنة، المؤلف: محيي السنة، أبو محمد الحسين بن مسعود بن محمد بن الفراء البغوي  الشافعي (المتوفى: ٥١٦ هـ)، تحقيق: شعيب الأرنؤوط-محمد زهير الشاويش، الناشر: المكتب الإسلامي - دمشق، بيروت، الطبعة: الثانية، ١٤٠٣ هـ - ١٩٨٣ م، عدد الأجزاء: ١٥، رقم الحديث؛ ٤٢٣٨.