27 Nisan 2011 Çarşamba

KEDER VE HÜZÜN DUÂSI

KEDER VE HÜZÜN İSÂBET ETTİĞİNDE OKUNACAK DUÂLAR


Ebû  Mûsâ el-Eş’arî (r.a.)’dan  rivâyet olunduğuna göre; Rasûlüllâh (salellâh-ü aleyh-i ve sellem) şöyle buyurmuştur:

--- “Her kime bir keder ve hüzün isâbet eder de:
"أَللّٰهُمَّ أَنَا عَبْدُكَ ابْنُ عَبْدِكَ ابْنُ أَمَتِكَ، -ف۪ي قَبْضَتُك-، نَاصِيَت۪ي بِيَدِكَ، مَاضٍ فِيَّ حُكْمِكَ، عَدْلٌ فِيَّ قَضَآؤُ۬كَ، أَسْأَلُكَ بِكُلِّ اسْمٍ هُوَ لَكَ سَمَّيْتَ بِه۪ نَفْسَكَ، أَوْ أَنْزَلْتَهُ ف۪ي كِتَابِكَ، أَوْ عَلَّمْتَهُ أَحَدًا مِنْ خَلْقِكَ، أَوِ اسْتَأْثَرْتَ بِه۪ ف۪ي عِلْمِ الْغَيْبِ عِنْدَكَ أَنْ تَجْعَلَ الْقُرْاٰنَ نُورَ صَدْر۪ي وَرَب۪يعَ قَلْب۪ي وَجِلٰٓاءَ حُزْن۪ي، وَذَهَابَ هَمّ۪ي."
“Ey Allâh-ım! Ben Senin kulunum, Senin kölenin ve câriyenin (anne babamın) ço­cuğuyum, alnım (alın saçım, hayâtım) Senin elindedir, hukmün bende geçerlidir, takdîrin bende adâletin tâ kendisidir.

Kendisiyle Zâtın’a isim verdiğin veyâ kitâbında indirdiğin veyâ mahlûkâtından (yaratıklarından) birine öğrettiğin veyâ ‘ındindeki gayb (manevî yanındaki gizli) ilminde, kendisiyle istîsâr ettiğin (özel olarak kendine seçtiğin) bü­tün isimlerin hürmetine Senden, Kur’ân-ı Kerîm’i kalbimin rebî’i (ilk bahârı), gönlümün nûru, hüznümün cilâsı, derdimin zehâbı (üzüntümün açılmasına ve der­dimin gitmesine sebeb) kılmanı isterim” derse, muhakkâk Allâh-ü Te’âlâ onun der­dini ve üzüntüsünü giderir ve onun (üzüntüsünün) yerine kendisine genişlik verir.”
فَقَالَ رَجُلٌ مِنَ الْقَوْمِ: يَا رَسُولَ اللّٰهِ إِنَّ الْمغبون لِمَنْ غبن هٰٓؤُلٰٓاءِ الْكَلِمَاتِ فَقَالَ: "أَجَلْ فَقُولُوهُنَّ وَعَلِمُوهُنَّ فَإِنَّهُ مِنْ قَالِهِنَّ التَّمَاسَ مَا ف۪يهِنَّ أَذْهَبَ اللّٰهُ تَعَالٰى حُزْنِه۪ وَأَطَالَ فَرَحَهُ."
Bir rivâyete göre dinleyenlerden biri: --- “Yâ Rasûlellâh! Gerçekten bu kelimelerden mahrûm olan zarâra uğramıştır” deyince, Rasûlüllâh (salellâh-ü aleyh-i ve sellem): --- “Evet bunları söyleyin ve öğretin. Her kim bunlarda bulunan bereketi arayarak bu kelimeleri söylerse Allâh-ü Te’âlâ onun üzüntüsünü giderir ve kendisine uzun süreli sevinç bahşeder” buyurmuştur.[1]


[1] Kasr-ı Ârifan Dergisi, Nisan/2011. (Ahmed İbn-i Hanbel, no:3712, 6/246; İbn-i Hibbân, es-Sahîh, no:972, 3/253; Nevevî, el-Ezkâr, Kitâbü’l-Ezkâr ve’d-De’avât li’l-Umûri’l-’Ârizât:4, sh:109-110; İbn-i Sünnî, Amelü’l-Yevm-i ve’l-Leyle, no:338, 2/145)

HÂCET DUÂSI


دعآء سيدنا الحسن (عليه السلام)

HÂCET DUÂSI

(Hz. Hasan -r.a.-’ın rüyâsı=duâsı)
كان عطآء الحسن بن علي رضي الله عنه كل سنة مائة ألف، ف حبسها معاوية في بعض السنين فحصلت له ضائقة شديدة، قال فدعوت بدواة لأكتب لمعاوية لأذكره بنفسي، ثم أمسكت فرأيت رسول الله في المنام، فقال "كيف أنت يا حسن؟" فقلت : بخير يا أبت، وشكوت إليه تأخر المال عني، فقال : أدعوت بدواة لتكتب إلى مخلوق مثلك تذكره؟ فقلت نعم يا رسول الله، فكيف أصنع؟ فقال قل:

Mu’âviye (r.a.) her sene Hz. Hasen (r.a.)’a yüz bin dirhem gönderirdi. Bir sene göndereceği miktârı göndermeyince Hz. Hasen (r.a.) için maddî bir sıkıntı hâsıl oldu.

Daha sonrasını kendisi şöyle anlatmıştır:

“Mu’âviye (r.a.)’a durumumu hatırlatmak için bir mektup yazmayı düşün­düm, ama vazgeçtim. Rüyâmda dedem Rasûlüllâh (salellâh-ü aleyh-i ve sellem)’i gördüm.

O bana: --- “Ey Hasen! Nasılsın?” buyurunca,

Ben: --- “İyiyim dedeciğim, ama malım ge­cikti” diye şikâyette bulundum.

Bunun üzerine Rasûlüllâh (salellâh-ü aleyh-i ve sellem) bana: --- “Bu sıkıntın için kendin gibi bir beşere mi haber verecektin?!” buyurunca,

Ben: --- “Evet yâ Rasûlüllâh (salellâh-ü aleyh-i ve sellem) Ya nasıl yapaydım?” diye sordum.

O zaman Rasûlüllâh (salellâh-ü aleyh-i ve sellem) bana şu duâyı okumamı emretti:

"أَللّٰهُمَّ اقْذِفْ ف۪ي قَلْب۪ي رَجَآءَكَ وَاقْطَعْ رَجَائ۪ي عَمَّنْ سِوَاكَ حَتّٰى لَا أَرْجُٓو أَحَدًا غَيْرَكَ، أَللّٰهُمَّ وَمَا ضَعُفَتْ عَنْهُ قُوَّت۪ي، وَقَصُرَ عَنْهُ عَمَل۪ي، وَلَمْ تَنْتَهِ إِلَيْهِ رَغْبَت۪ي، وَلَمْ تَبْلُغْهُ مَسْأَلَت۪ي، وَلَمْ يَجْرِ عَلٰى لِسَان۪ي، مِمَّا أَعْطَيْتَ أَحَدًا مِنَ الْاَوَّل۪ينَ وَالْاٰخِر۪ينَ مِنَ الْيَق۪ينِ، فَخُصَّن۪ي بِه۪ يَآ أَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ." (والصلاة والسلام على سيدنا محمد )

قال فو الله ما ألححت به أسبوعا حتى بعث إلي معاوية بألف وخمس مائة، فقلت: الحمد لله الذي لا ينسى من ذكره ولا يغيب من دعاه، فرأيت النبي في المنام، فقال: يا حسن كيف أنت؟ فقلت بخير يا رسول الله وحدثته بحديثي فقال: يا بني هكذا من رجا الخالق ولم يرجو المخلوق. أخرجه الترمذي رقم ٣٤١٩ من حديث ابن عباس رضي الله عنهما.

“Ey Allah-ım! Kalbime senden ümitli olma hissini at, senden gayri her şeyden umûdu­mu kes ki, senin dışında kimseden bir şey beklemeyeyim.

Ey Allah-ım! Öncekilerden ve sonrakilerden her kime yakînden (şüphesiz îmândan) neler verdiysen de benim ona gücüm ulaşmıyorsa, amelim eksik kalıyorsa, isteğim ka­vuşmuyorsa, duâm yetişmiyorsa, öyle bir şey istemek dilime gelmiyorsa, sen o kuvvetli îmân ile beni seçkin kıl. Ey acıyanların en merhametlisi (kabûl et)!”

Ben de bunu bir hafta ısrârla okudum. Tam o sırada Mu’âviye (r.a.) bana bir milyon beş yüz bin dirhem (mûtâd miktarın on beş katı büyük bir meblâğ) gönderdi

Ben de: --- “Kendisini zikredeni unutmayan ve kendisine duâ edeni boş çevirmeyen Allâh-ü Te’âlâ’ya hamdolsun” dedim.

Sonra tekrâr Rasûlüllâh Rasûlüllâh (salellâh-ü aleyh-i ve sellem) rüyâmda gördüm;

Bana: --- “Ya Ha­sen! Nasılsın?” buyurdu.

Ben de: --- “Hayırlar içindeyim” deyince, bana şu sözüyle karşılık buyurdu:

--- “İşte yaratıktan istemeyip yaratandan isteyenin hâli böyle böyledir” diye cevab buyurdu.”[1]


[1] Kasr-ı Ârifan Dergisi, Nisan/2011. (Echûrî, Meşâriku’l-Envâr, Mümin eş-Şeblencî, Nûru’l-Ebsâr fî Menâkıbı Âl-i Beyti’l-Muhtâr, sh:288)

VÜCUTTA AĞRIYAN YERE SAĞ EL KOYULARAK 7 (YEDİ) KERE OKUNUR

VÜCUTTA AĞRIYAN YERE SAĞ EL KOYULARAK 7 (YEDİ) KERE OKUNUR ÜFLENİR (Hastanın kendisi yapmalıdır.)

بِسْمِ اللّٰهِ أَعُوذُ بِعِزَّةِ اللّٰهِ وَقُدْرَتِه۪ مِنْ شَرِّمَا أَجِدُ وَأَحَاذِرَ.
“Allâh-ü Teâlâ’nın ismiyle!.. Bulduğum ve sakındığımşeylerin şerrinden, Allâh-ü Teâlâ’nın kudret ve ‘Izzetine sığınırım.”

ŞEHÎDLİK (KİMLER ŞEHÎD OLARAK ÖLÜRLER)

ŞEHÎDLİK


﴿ وَلَاتَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ أَمْوَاتًاۜ بَلْ أَحْيَآءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ ﴿١٦٩﴾ فَرِح۪ينَ بِمَآ أٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۙ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذ۪ينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْۙ أَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَاهُمْ يَحْزَنُونَۢ [سورة آل عمران:٣/ ١٦٩-١٧٠]
“Allâh yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allâh’ın, lütfundan kendilerine verdiği ni’metlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehîd olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.”[1]

ÂYET-İ KERÎME’NİN SEBEBİ NÜZÛLÜNE GELİNCE;
وَعَنْهُ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ لِاَصْحَابِه۪: إِنَّهُ لَمَّا أُص۪يبَ إِخْوَانُكُمْ بِأَحَدٍ جَعَلَ اللّٰهُ تَعَالٰي أَوْوَاحَهُمْ ف۪ي جَوْفِ طَيْرٍ خُضُرٍ تَرِدْ أَنْهَارَ الْجَنَّةِ تَأْكُلُ مِنْ ثِمَارِهَا وَتَأْو۪ٓى إِلٰى قَنَاد۪يلَ مِنْ ذَهَبٍ مُعَلَّقَةٍ ف۪ي ظِلِّ الْعَرشِ فَلَمَّا وَجَدُوا طَيِّبَ مَأْكَلِهِمْ وَمَشْرَبِهِمْ وَمَق۪يلِهِمْ قَالُوا: مِنْ يُبَلِّغُ إِخْوَانَنَا عَنَّا أَنَّنَا أَحْيَآءُ فِي الْجَنَّةِ نُرْزَقُ؟ لِئَلَّا يَزْهَدُوا فِي الْجنَّةِ وَلَايَنْكُلُوا عِنْدَ الْحَرْبِ. فَقَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: أَنَا أُبَلِّغُهُمْ عَنْكُمْ. فَأَنْزَلَ اللّٰهُ تَعَالٰى: ﴿ وَلَاتَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ أَمْوَاتًاۜ بَلْ أَحْيَآءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ إِلٰٓى أٰخِرِ الْاٰيًاتِ. أخرجه أبو داود .
İbn-ü Abbâs (r.anhümâ) anlatıyor: --- “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ashâbına şöyle dedi:

--- “Uhud’da şehîd olan kardeşleriniz var ya! Allâh, onların ruhlarını yeşil kuşların içine koydu. Bunlar cennetin nehirlerine giden, cennet meyvelerinden yiyen ve Arş’ın gölgesine asılmış, altından kandillere girip istirahat eden kuşlardır. Şehîdler böylece güzel güzel yiyip içip dinlenince şöyle dediler:

--- “Kardeşlerimize bizden kim haber  götürecek ve bildirecek  ki bizler cennette  dirileriz, rızıklanıyoruz? Bu haber gitmeli ki onlar cennete karşı isteksiz olmasınlar ve harbde korkak  davranmasınlar!”

Allah Teâla onlara cevâben:

--- “Sizin haberinizi ben duyuracağım” buyurdu ve şu Âyet-i Kerîme’leri indirdi: (Âl-i Imrân Sûresi, 3/169-170.)[2]

Bu husustaki Câbir (r.a.) hadîsinde o şöyle anlatıyor:

--- “Bir gün Allâh’ın Rasûlü (s.a.v.) bana rastladı,”

--- “Ey Câbir, seni biraz kırgın (üzgün) görüyorum, neden?" diye sordu,

Ben: --- “Ey Allâh’ın elçisi, babam Uhud’da şehîd oldu arkasında bir âile ve borç bıraktı.” dedim.

--- “Allâh’ın babanı ne ile ve nasıl karşıladığı husûsunda sana bir müjde vermiyeyim mi?” buyurdu, ben:

---“Evet ey Allâh’ın Rasûlü, müjdele.” dedim.

--- “Allâh, birisiyle konuşacağı zaman ancak bir perde arkasından konuşur. Ama babanı diriltti ve onunla yüzyüze, arada bir perde olmaksızın konuştu:

--- “Ey kulum, benden dilekte bulun, sana vereyim.” buyurdu. Baban: “Ey Rabbim, beni dirilt de senin yolunda cihadda tekrar öldürüleyim, şehîd olayım.” dedi.

Rabb Tealâ: --- “Hiç şüphesiz benim daha önceki Onlar oraya bir daha döndürülmeyecekler.” sözüm geçmiştir.” buyurdu.

Câbir der ki: Bunun üzerine bu Âyet-i Kerîme nâzil oldu.

Allâh (c.c.) yolunda (savaşta) canını fedâ eden Müslümana şehîd denir. Bu savaş, ister kişinin malını, isterse âilesini korumak için olsun farketmez.

KİMLER ŞEHÎD OLARAK ÖLÜRLER

﴿ وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ أَمْوَاتٌۜ بَلْ أَحْيَآءٌ وَلٰكِنْ لَاتَشْعُرُونَ [سورة البقرة:٢/ ١٥٤]
“Allâh yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.”[3]
﴿ ... وَلَنْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لِلْكَافِر۪ينَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ سَب۪يلًا۟ [سورة النسآء:٤/ ١٤١]
“ … Allâh, mü’minlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir.”[4]

ü  Kur’ân-ı Kerîm’de 6666 Âyet-ü Kerîme vardır…
ü  Namaz: 64 Âyet…
ü  Oruç: 3 Âyet…
ü  Hac: 12 Âyet…
ü  Zekat: 58 Âyet…
ü  Toplam: 137 Âyet…

ü  Namaz 9 sene sonra farz kılındı!..
ü  Oruç 12 sene sonra farz kılındı!..
ü  Hac 23 sene sonra farz kılındı!..
ü  Cihâd: 544 Âyet…
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ. ﴿ يَآ أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُۙ ﴿١﴾ قُمْ فَاَنْذِرْۙ ﴿٢﴾ وَرَبَّكَ فَكَبِّرْۙ [سورة المدثر:٧٤/ ١-٣]
Bismillâhirrahmânirrahîm. “Ey örtünüp bürünen (Peygamber!) (1) Kalk da uyar. (2) Rabbini yücelt.” (3)[5]
ü  Her ibâdetin günâh ve sevâbı ferdîdir!...
ü  Cihâd’ın günah ve sevâbı umumidir!..
ü  Yıkanmaz, kefenlenmez!..
ü  Şehîd acıyı da tatlıyı da duyar!..
ü  Rûhları cennette yeşil kuşlar olarak gezer!..
ü  Mîzânı yok!..
ü  Hiç kimse öldükten sonra geri gelmek istemez. Şehîd hâriç!..
ü  70 kişiye şefaat eder!..
ü  Cihâd’a koşarak gidilir, ama câmiye koşarak gidilmez mekrûhtur!..

ü  Eyyûb el-Ensârî onun için 90 yaşında bunun için istanbulu kuşatmaya katılmıştır.

ü  Dedelerimiz bunun için, Çanakkale, kurtuluş, trablusgarb, yemen vs. savaşlarını yapmışlardır!..
وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَٰهِ : مَنْ مَاتَ وَلَمْ يَغْزُ وَلَمْ يُحَدِّثْ نَفْسَهُ بِغَزْوٍ مَاتَ عَلٰى شُعْبَةٍ مِنَ النِّفَاقِ.
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: --- “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: --- “Kim gazve yapmadan ve gazâ yapmayı temennî etmeden ölürse nifaktan bir şûbe üzerine ölmüş olur.”[6]
ü  Nifak: Genel mânâda münafıklıktır.

MELEKLERİN YIKADIĞI SAHÂBE: HANZALA B. EBÛ ÂMİR (R.A.)

ü  Hayyeale’l-Cihâd-i Yâ Hanzala!...
(Cinib olarak savaşa katılır ve şehîd olur, hanımı ağlar sızlar!...)

Sâlihâ hanımı Eşi: --- “Hanzale cünüptü! Savaş emrini duyunca yıkanmaya fırsat bulamadan evden çıkıp gitti! Yıkansaydı harbe geç kalacaktı!” dedi.

Resûli Ekrem Efendimiz (a.s.m.): --- “İşte melekler onu bunun için yıkadılar!” buyurdu.

HZ. NEVFEL (R.A.)’İN ŞEHÂDETİ

ü  Nevfel (r.a.) Efendimizin huzuruna geldi:
Ya Resûlallah, ben dua edeyim siz de amin deyin dedi ve dua etmeye başladı.
- Ya Rabbi Nevfel kuluna şehidlik ihsan eyle... Bu iki oğlumu yetim, annelerini dul eyle.

ü  Kılıcını kuşandı, Resûlüllah’la beraber harbe iştirak etti. Şehid oldu.
ü  Cenazede Peygamber Efendimiz ayak parmaklarının ucuna basarak yürüdü. Bunun hikmeti sorulduğunda şöyle buyurdular:

--- “Beni Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, Nevfel’in cenazesine gelen meleklerin çokluğundan ayaklarımı basacak yer bulamıyorum bir melek kanadını benim ayaklarımın altına serdi ona basıyorum.”

ü  Harb bitmiş, Medineye dönüyorlardı. Peygamberimiz (s.a.v.) Nevfel’in şehid olduğunu hanımına söyleyemedi ve eliyle arka tarafı işaret etti.
ü  Arkada Hazreti Ali Kerremellahu Vechehü vardı. O da Resûlüllah söylemediğini görünce eliyle arkayı işaret edip geçti. Nevfel’in hanımı askerin en arkasından gelmekte olan Hazreti Ebu Bekir’in yanına varıp Nevfel’i sordu.

ü  Hazreti Ebu BEkir, Mübarek sakalını da ağzına alıp:

--- “Ya Rabbi! Habibin gönül yıkmaktan sakındı. Ben Nevfel’in şehid olduğunu söylersem Resûlüllah’a muhalefet etmiş olurum. Eğer söylemesem yalan söylemiş olurum. Sen bana yardım et. Ya bana ilhamla ne diyeceğimi bildir ya bu hatunun kalbine bir sabır ve tahammül gücü ver, diye dua ettikten sonra sakalını ağzına alarak: "Ya Allah!" diye nida etti. Bir de baktılar ki, okun yaydan fırladığı gibi Hazreti Nevfel atına binmiş elinde kılınç olduğu halde tozu dumana katıp geliyor. Doğru Hazreti Ebu Bekir’in huzuruna gelip:

-Buyurun Ya Ebu Bekir! Beni mi çağırdınız? dedi.
ü  Hazreti Ebu Bakir’in elini öptü ve bütün eshabı selâmladı. Eshab bu işe hayret etmişlerdi.
ü  Gazadan dönen Resûlüllah her zaman ki gibi mescide girip iki rek’at namz kıldı. Nevfel de selâm verip girdi. Efendimiz:
--- “Bu Allah’ın bir ayetidir, acaba kimin sebebiyle zuhur etti? dedikleri sırada, Cebrail aleyhisselam gelip Allah’ın selâmını getirdi ve.

--- “Ya Resûlüllah şükür secdesi eyle! Cenab-ı Allah İsa aleyhisselâm gibi senin eshabından birine de ölüleri diriltme selahiyetiverdi. Eğer Hazreti Ebu Bekir bir kere daha"Allah" dese idi, Cenab-ı Allah bütün şehidleri diriltecekti, buyurdu.

ü  Bunun üzerine Efendimiz(s.a.v.) kalkıp Hazreti Ebu Bekir’in sakalından öptü ve: --- “Hak Teâlâ sana büyük ikramda bulundu. Allah’a hamdolsun ki bana Hazreti İsa gibi ölüleri diriltme izni verilen bir ümmet verdi, dedi.
ü  Ondan sonra Hz. Nevfel iki oğula daha sahip oldu ve Yemame cenginde şehid edildi.

57. ALAY’İN KAHRAMANLIK DESTÂNI

ü  1914, Çanakkale cephesinde dillere destân kahramanlık!..
ü  Bu Alay; 19. Tümen’in 57.nci Alayı!..  
ü  Zor ve çetin günlerden bir gün!.. Düşman durmadan saldırıyor, Anadolu evlâdını dört bir yandan kuşatmıştı!..

·      Ya çemberi yarıp çıkacaklar!..
·      Ya teslim olacaklar!..
·      Ya da Şehâdet şerbetini içecekler!..

ü  Bir anda Mü’minleri cesâretlendiren, kâfirleri korkuya salan bir ses duyuldu!.. BİNBAŞI LÜTFİ BEY!.. --- “Yetiş yâ Muhammed, kitâbın elden gidiyor, yetiş!..”
ü  Çanakkale de bulunan bir alman subay da bu olaya şâhittir!..

Alman Subay anlatıyor: Korkunç bir sesle birlikte bir Türk askeri siperden kalktı, düşmana doğru koşmaya başladı. Hem koşuyor hem kollarını sağa sola sallıyor, hem de sesi çıktığı kadar bağırıyordu. Yanımda bulunan tercümanıma dedim ki:

–Şu koşan asker ne diyor?
–Komutanım! “Yetiş ya Muhammed Kitabın elden gidiyor!” diye bağırıyor.

Böyle bir manzarayı tarih görmemiştir. Asker sanki üzüm toplar gibi düşman mermilerini elleriyle topluyordu. Onu gören diğer askerler de siperlerinden hareketlendi ve o anda çok çetin bir savaş başladı. Kısa zaman sonra karaya çıkan İngiliz birliğinden geriye yerde yatan asker cesetlerinden başka bir şey görünmüyordu.

ü  Mehmetçiği gizli bir el koruyordu!..
ü  Çünkü; Fahr-i Kâinât efendimiz teşrîf etmişti!..
ü  Bu olaydan 13 yıl sonra, Cemal ÖĞÜT Hocaefendi Hacca gider!..
ü  Türbedârla samimiyet kurar!..
ü  Türbedâra Osmanlı sevgisini sorar!..
ü  1914-1915 yıllarında Hindistandan hâl ehl-i birinin hâtırâtını anlatmaya başlar!..

PEYGAMBERİMİZ HZ. MUHAMMED S.A.V. ÇANAKKALE’DE


ü  Tarihler 1928 yılını göstermektedir. Osmanlının son devir âlimlerinden, ilmi ile amil Alasonyalı Cemal Öğüt Hocaefendi hacca gider.
ü  Mekke’deki vazifesinin tamamladıktan sonra Medine’ye gider. Türbedar Osmanlı devletine son derece bağlıdır, hatta o kadar ki Osmanlı adı geçtiği yerde muhakkak bir hürmet ifadesi belirtisi gösteriyordu. Bu nuranî ihtiyarın Osmanlı’ya bu derece bağlı ve hürmetli olması Cemal Öğüt Hocaefendinin merakımı celbeder, bir gün sorar:

“Sizde Osmanlı’ya karşı derin bir sevgi ve muhabbet görüyorum, bunun özel bir sebebi var mı?”

Nurani ihtiyar derin bir düşünceye daldı, kısa süre sonra başını kaldırdı ve şöyle dedi: “Allah ve Resûl’ünün muhabbeti, Osmanlı’yı sevmemi gerektirir.”

1915 yılının hac mevsimi idi. Hindistan ulemâsından, âlim, zahit, keşfi açık gerçek bir Allah dostu da bulunuyordu. Hindistanlı âlimde bir şey dikkatimi çekmişti, sohbetlerinde ağlıyor, namazlarında ağlıyor, yolda yürürken bile gözünden yaş eksik olmuyordu. Ağlamadığı zamanlar bile devamlı hüzünlü idi. Merakım artıkça artı ve bir gün kendisine bunun sebebini sordum:

“Efendi! Bu mübarek yerdesin, gözün gönlün açılacağı yerde devamlı ağlıyorsun, ağlamadığın zamanlarda yüzünde hüzün var, bunun sebebi, hikmeti nedir?”

“Ben uzun yılların hasreti ile çok uzaklardan buralara geldim. Ben Kâinatın Efendisi’nin kokusunu, ruhaniyetini Hindistan’dan alırdım. Şimdi buralara geldim, Efendimin kabr–i şerifi başındayım, ama Hindistan’da aldığım feyiz ve nuranîliği burada bulamadım. Bu ne hâldir diye düşünüyorum, acaba bir günah mı işledim, bir suçum mu var? Efendim benim üzerimden himmetini çekti mi? Ya da Efendim, burada değil, burada olsa onu hisseder, onun ruhaniyetinden bereketlenirdim. Bu hâl beni perişan etti… Ağlamamın sebebi budur.”

Bu Hindistanlı âlimin, yalan söyleme, abartı yapma gibi bir durumu söz konusunu değildi. Son derece samimî bir hâl içindedir. Her hac mevsiminde değişik bölgelerden gelen Allah dostları ile karşılaşır, onları Allah Resûlü’nün ruhaniyeti ile nasıl bağlantılar kurduklarını bilirdi. Bu Hindli âlim de onlardan biri idi, türbedarın bunda zerre şüphesi yoktu.
Sabah namazına kalkmadan önce türbedar bir rüya görür. Rüyasında Kâinatın Efendisini görür. Nur yüzlü türbedar, edebinden Efendimize bir şey soramaz. Dün yaşananlar aklına gelir, bir şey diyemez. Türbedarın düşüncelerine Kâinatın Efendisi cevap verir:

“O kardeşimin hissettiği doğrudur. Ben her zamanki makamımda değilim, birkaç zamandır Çanakkale’deyim… Çok zor durumda bulunan kardeşlerimi yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı. Onlara yardım ediyorum…”

İSLAM ALİMLERİ ŞEHÎDLERİ 3 KISMA AYIRMIŞLAR:
A-  Allâh yolunda savaşırken öldürülen ve hem dünyâ hem âhiret ahkâmı îtibâriyle şehîd sayılanlar.

1-        Allâh-ü Teâlâ yolunda öldürülenler; Allâh-ü Teâlâ yolunda ölenler; cephede savaşırken öldürülenler, Allâh için dîn, vatan ve nâmus uğrunda savaşta öldürülenler,
B-   Âhiret ahkâmı îtibâriyle şehîd sayılan, ancak dünyâda kendilerine şehîd muâmelesi yapılmayanlar.

1-        Cum’â günü ve gecesi ölenler,
2-        Abdestli yatıp ölenler,
3-        Suda boğularak ölenler,
4-        Sahur’da çok yemekten patlayarak ölenler,
5-        Yanarak ölenler,
6-        Gurbette ölenler,
7-        Yılan vb. haşerâtın sokup zehirlenmesinden dolayı ölenler,
8-        İshâl’den ve bâzı iç hastalıklardan ölenler,
9-        Karın sancısından (ağırısından) ölenler,
10-    Çökük=göçük (yıkıntı) altında kalanlar,
11-    Üzerine taş yuvarlanarak ölenler,
12-    Canını korurken öldürülenler,
13-    Malını korurken öldürülenler,
14-    Dîn kardeşini savunurken öldürülenler,
15-    Komşusunu savunma uğrunda öldürülenler,
16-    Bulaşıcı hastalıktan ölenler,
17-    Zâtü’l-Cenb’den (karaciğer zarı  iltihaplanma-sı=Kanser)
18-    Sara hastalığından,
19-    Tâun’dan (vebâ’dan), koleradan, veremden, şiddetli öksürükten, sâir hastalıklardan,
20-    Zâtüre, verem gibi hastalıklardan ölenler,
21-    İyiliği emredib kötülükten men ederken ölenler,
22-    Doğum esnâsında, karnında çocuğuyla ölen kadınlar, -hâmilelikten doğuma kadar ve çocuğu memeden kesene kadar-
23-    Soğukta gusledip ölenler,
24-    Allâh rızâsı için müezzinlik ederken ölenler,
25-    Haksız olarak, zulümle hapsedilip ölenler,
26-    Hayvandan düşüp ölenler,
27-    Günde 20 (yirmi) kere ölümü düşünenler,
28-    Gıda maddelerini ucuza satanlar,
29-    Müdâra edenler, insanlarla iyi geçinenler,
30-    Dînini öğrenmek-öğretmekte iken ölenler,
31-      Helâlinden ticâret yapanlar,
32-    Misâfir iken ölenler,
33-    Devlete! karşı gelen tarafından müsâdemede[7] öldürülenler,
34-    Üzerine kaya düşerek ölenler,
35-    Zulüm ve işkence edilerek öldürülenler,
36-    Yol kesiciler tarafından öldürülenlerle,
37-    Savaş günlerinde gayrimüslim vatandaşlar veya bize iltica etmiş yabancılar tarafından öldürülenler,[8]
38-    Garîb, kimsesiz olarak ölenler,
39-    60 yaşını geçip, beş vakit namazı edâ edenler,
40-    Peygamber efendimiz (aleyhi’s-slât-ü ve’s-selâm)’e günde yüz kere salevât getirenler,
41-    Namazda iken ölenler,
42-    Devâmlı olarak, duhâ namazı kılanlar,
43-    Her ay üç gün oruç (eyyâm-ı beyz) tutanlar,
44-    Yolculukta vitir namazını terk etmeyenler,
45-    Her gece Yâ-Sîn Sûresini okuyanlar,
46-    Helâl kazanıp çoluk çocuğuna ibâdet yapmaları için çalışanlar,
47-    Her gün 25 kere “Allâhümme bârik lî fi’l-mevti ve fî-mâ ba’de’l-mevt” okuyanlar,
48-    Ölüm hastalığında, kırk kere “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn” okuyanlar,
49-    Ehl-i sünnet i’tikâdını ve namazı ta’dîl-i erkân ile kılmayı ihyâ edenler,
50-    Terk edilmiş bir Sünnetûlüllâh’ı ihyâ edenler,
51-    Her sabah-akşam üç kere (Eûzü billâhissemîıl âlîm-i mine’ş-şeytânirracîm) ile (Haşr) sûresinin sonunu okuyanlar,
52-    Allâh-ü Teâlâ’dan, ihlâsla şehîd-lik isteyenler.

Peygamberimiz (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm): --- Kim içtenlikle Allâh’dan şehîd olarak ölmeyi dilerse, yatağı üzerinde ölse bile Allâh onu şehitlerin makamlarına ulaştırır.”[9]
C-  Sâdece dünyâ ahkâmı îtibâriyle şehîd sayılanlar. (Münâfıklar.)
Ya İslâm’la yükselirsin, ya inkârda çürürsün.
Yol mezarda bitmez, gittiğinde görürsün.























































[1] Âl-i Imrân Sûresi, 3/169-170.
[2] Kütüb-i Sitte, 3/373 (Ebû Dâvüd, Cihâd 27, (2520).
[3] Bakara Sûresi, 2/154.
[4] Nisâ Sûresi, 4/141’den.
[5] Müddessir Sûresi, 74/1-3.
[6] Kütüb-i Sitte, 5/69-70. (Müslim, İmâret 158, (1910); Ebû Dâvud, Cihâd 18, (2502); Nesâî, Cihâd 2, (6, 8).
7] Müsâdeme: Vuruşma, çatışma.
[8] Buhârî, Cihâd 30; Müslim, İmâre 164. Ayrıca bk. Buhârî, Ezân 32; Tirmizî, Cenâiz 65; Müslim, İmâre 165. Ayrıca bk, İbni Mâce, Cihâd 17; İbn-i Asâkir.
[9] Müslim, “İmâre”, 157.