14 Ağustos 2013 Çarşamba

SIRRI A’ZAM, TEHECCÜD VAKTİ İKİ REK’ÂT HÂCET NAMAZI KILDIKTAN SONRA, TESVÎF, SAVAŞTA NAMAZ, GİYİNMİŞ ÇIPLAK KADINLAR, 5 ŞEYDEN ÖNCE 5 ŞEYİ DEĞERLENDİR... HZ. NÛH (A.S.)'IN DUÂSI, TEVEKKÜL...


 

 
  SIRRI A’ZAM, TESVÎF!..


 

 

 
﴿ وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ   [سورة آل عمران:٣/٥٤]

“Onlar tuzak kurdular. Allâh da tuzak kurdu. Allâh, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” ‘Âl-i ‘Imrân Sûresi: 3/54.

﴿ وَمَكَرُوا مَكْرًا وَمَكَرْنَا مَكْرًا وَهُمْ لَايَشْعُرُونَ   [سورة آل عمران:٣/٥٤]

“Onlar bir hile ile hile yaptılar, Biz de hiç bilgileri olmaksızın bir hile ile hile yaptık (yani onları ansızın hilelerinin cezasına kavuşturduk). Neml Sûresi: 27/50.

٨وَقَالَ نُوحٌ رَبِّ لَا تَذَرْ عَلَى الْاَرْضِ مِنَ الْكَافِر۪ينَ دَيَّارًا٧  [سورة نوح:٧١/٢٦]

“Nûh, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma!” Nûh Sûresi: 71/26.

ÖLECEĞİZ MÜJDELER OLSUN MÜJDELER OLSUN
ÖLÜMÜDE ÖLDÜREN RABBE SECDELER OLSUN

Necip Fazıl Kısakürek

﴿ قَالَ إِنَّمَآ أَشْكُوا بَـثّ۪ي  وَحُزْن۪ٓى إِلَى اللّٰهِ أَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَالَا تَعْلَمُونَ  

[سورة يوسف:١٢/٨٦]

“Yakub, “Ben tasa ve üzüntümü ancak Allâh’a arz ederim. Ben, Allâh tarafından sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim” dedi.”[1]

Hz. Ömer namazda bu Âyet-i Kerîmeyi okuyunca hüngür hüngür ağlar.

TEHECCÜD VAKTİ İKİ REK’ÂT HÂCET NAMAZI KILDIKTAN SONRA BU İSİMLER OKUNUP MEVLÂ-İ ZÛ’L-CELÂL’DEN: “YÂ RABBÎ!.. YÂ RABBÎ!.. YÂ RABBÎ!.. Senin birliğin ve varlığın, ‘Izzet-in ve Cemâl-in, Zât-ı Pâki Nûr-un ve ‘Azamet-in için” diye başlayıp her ne istediği olursa (hayırlı evlâd, huzurlu bir yuva, sağlık, sıhhat, hayırlı kazanç vs.) belirtirse bi izni’l-lâh olur.
“Ben Mevlâ Te’âlâ Hazretleri-ni noksan sıfatlardan tenzîh ederim ve verdiği ni’metlere hamd ederim ve yine yûce olan Allâh-ü Te’âlâ-yı bütün noksan sıfatlardan tenzîh eder ve ona hamd ederim. Günâhlarımın af edilmesini isterim. Ey herşeye yeten Rabbim!.. Ey herşeyden müstağnî olan Rabbim!.. Ey kapıları açan Rabbim!.. Ey rızık veren Rabbim!.. Ey kerem sâhibi olan Rabbim!.. Ey kullarının istediklerini hîbe eden Rabbim!... Ey lütûf ve ihsânı bol bol olan Rabbim!.. Ey kullarının duâlarına icâbet eden Rabbim!..”

SIRRI A’ZAM



 “Ey İnsanlar! Ben ancak hediye edilmiş bir Rahmet-im.”[2]

Bu bir sırrı A’zâm-dır ve değerini bilin. Ya Cum’â gecesi yaz yada Pazartesi sabâhı yaz ve ardından 100 defâ salât-ü selâm getir. Çok faydasını göreceksin bi izni’l-lâh.

     Onüçüncü (13.) asırda yaşamış Kutub ve Ğavs Muhammed Behâu’d-dîn er-Ravvâs k.s. dan şöyle nakledilmiştir.

     Keşf ‘âleminde Muhammed isminin hattını şu sûret üzere gördüm
Hazreti Fâtıma r.anhâ’nın soyundan olan Allâh dostlarından açıkça beyân olunmuştur ki: “Kim bu Sûreti Şerîf-i yukarıdaki şekilde yazar üzerinde taşırsa veyâ evinde bulundurursa veyâ bir tabağa yazıp suyunu içerse Efendimiz (sallellah-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in bereketi sebebiyle ona kötülük dokunmaz, hiç bir şey onu kederlendirmez. Bu Sûret-i Şerîf-i kırk bir (41) defâ yazıp samîmi bir kalb ile hastaya bağlar ise hasta iyileşir. Saralı bir kimseye bağlasa ayılır. Doğumu zor olan kadına bağlansa Allâh-ü Te’âlâ-nın kuvvet vermesiyle durumu kolaylaşır. Bu Sûret-i Şerîf-e elem verici her şeyi men eder. Her zararlı şeyi def eder. Hâcetlerin yerine gelmesi için keskin kılıç gibidir.

    Eğer şu sûret üzere yazılsa 
  ve kalb üzerine bağlansa; taşıyan kimse vesveseden, cinlerin ve insanların şerrinden emîn olur.

    Birde şu sûret üzere gördüm 
  Bu Sûret-i Şerîf-e de Nebevi-i Fatımi Cifr ilminin sırlarından dokuzyüz (900) sır vardır ve ehli olan anlar. Nasîb-i cehâlet olan kişiden bu sûretin hükmü uzak tutulur.[3]

قال سيدنا القطب (من هذا هل تعرفوه؟) قال سيدنا القطب في قرن الثالث عشر المولود في سنة ١٢٢٠هـ والمتوفى في سنة ١٢٨٧هـ قدس الله سره  قال في كتابه بوارق الحقائق في صفحة ٤٤: قد رأيت في حضرة الإشارة خط الاسم محمد على (شاكلة معينة)  لا أستطيع أن أكتبه بشأن الكمبيوتر وقد صرح أولياء الله من آل فاطمة عليها السلام أن من حمل هذا الاسم مــــــحمـــــــد (على شاكلة لا أستطيع كتابتها بشان الكمبيوتر) أو كتبها ونقعها وشرب ماءها لم يمسه سوء ولا يلم به الخطر ببركة سيدنا محمد فقط بتلك الشاكلة وإن كتبها 41 مرة ووضعها بصدفة وعلقها على مريض ضاق مرضه أو مصروع أفاق باذن الله ومن تعسرت ولادتها علقت الاسم على زندها الأيمن وسهلت ولادتها وذلك بقوة الله تعالى وهو لكل مسلم مانع ولكل مهم دافع ولقضاء الحاجات بقدرة الله كالسيف القاطع وإن كتبت شاكلة غير ذلك (بشرط الدقة برسم الاسم) وعلقتها على جهة قلبك تحميه من الوسواس ومن شر الجن والإنس هكذا كانت الورقة مكتوبة وكما أعتذر عن كتابة الاسم لأن برنامج الكمبيوتر لم يسمح لي

والرجاء-----الرجاء------الرجاء-----الرجاء---- الرجاء------الرجاء------الرجاء-----

الــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــرجـــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــاء

الحار رد  أو تعليق على هذه المقالة   والتركيز على ما تحته خط وهل هذا الشيء جائز أم حرام أم ماذا لا أعلم  أنا وإحدى عشر من طلا ب

العلم ينتظرون ردكم   والرجاء بالــــــــــــتـــــــــــفــــــــــــــــصـــــــــيــــــــل

وجزاكم الله ألف خير وأمد في عمركم لكي تنتفع هذه الأمة بإذن الله على أيديكم.

وَاِذَا كُنْتَ فِيهِمْ فَاَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلَوةَ فَلْتَقُمْ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ مَعَكَ وَلْيَاْخُذُوا اَسْلِحَتَهُمْ فَاِذَا سَجَدُوا فَلْيَكُونُوا مِنْ وَرَائِكُمْ وَلْتَاْتِ طَائِفَةٌ اُخْرَى لَمْ يُصَلُّوا فَلْيُصَلُّوا مَعَكَ وَلْيَاْخُذُوا حِذْرَهُمْ وَاَسْلِحَتَهُمْ وَدَّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ اَسْلِحَتِكُمْ وَاَمْتِعَتِكُمْ فَيَمِيلُونَ عَلَيْكُمْ مَيْلَةً وَاحِدَةً وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ كَانَ بِكُمْ اَذًى مِنْ مَطَرٍ اَوْ كُنْتُمْ مَرْضَى اَنْ تَضَعُوا اَسْلِحَتَكُمْ وَخُذُوا حِذْرَكُمْ اِنَّ اللَّهَ اَعَدَّ لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُهِينًا (102)

4) سُورَةُ النِّسَاءِ

102.     (Ey Muhammed!) Cephede sen de onların (mü’minlerin) arasında bulunup da onlara namaz kıldırdığın vakit, içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun. Silâhlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında (bir rekât kıldıklarında) arkanıza (düşman karşısına) geçsinler. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin, seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar, silâhlarını yanlarına alsınlar. İnkâr edenler arzu ederler ki, silâhlarınızdan ve eşyanızdan bir gafil olsanız da size ani bir baskın yapsalar. Yağmurdan zahmet çekerseniz, ya da hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda size bir beis yoktur. Bununla birlikte ihtiyatlı olun (tedbirinizi alın). Şüphesiz Allâh, inkârcılara alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. Nisâ Sûresi, 4/102.
 
Bu durumda imam iki rekat kılmış olmakta ve namazı tamamlanmış bulunmaktadır. Birer rekat kılmış bulunan her iki grup da yine nöbetleşe olarak kalan birer rekatlarını kılıp namazlarını tek başlarına tamamlarlar. Ancak birinci grup tamamlayacağı rekatı kıraatsız olarak, ikinci grup ise kıraatte bulunarak kılar.
وعن أبي هريرة رَضِيَ اللَّهُ عَنه قال: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ : يُوشِك إنْ طَالَتْ بِكَ مُدَّةٌ أنْ تَرَى قَوْماً في أيْدِيهِمْ مِثْلُ أذْنَابِ الْبَقَرِ يَغْدُونَ في غَضَبِ اللَّهِ وَيَرُوحُونَ في سَخَطِ اللَّهِ، وَقَالَ: صِنْفَانِ مِنْ أهْلِ النَّارِ، وَلَمْ أرَهُمَا قَوْمٌ مَعَهُمْ سِيَاطٌ كَأذْنَابِ الْبَقَرِ يَضْرِبُونَ بِهَا النَّاسَ، وَنِسَاءٌ كَاسِيَاتٌ عَارِيَاتٌ مَائَِتٌ مُمِيَتٌ رُؤُوسُهُنَّ كَأسْنَمَةِ الْبُخْتِ، لا َ يَدْخُلْنَ الْجَنَّةَ، وَلاَ يَرِحْنَ رِيحَهَا، وَإنّ رِيحَهَا لَتُوجَدُ مِنْ مَسِيرَةِ كَذَا وَكَذَا. أخرجه مسلم.قوله "كاسيات" أى بنعم اللَّه."عَارِيَاتٌ" من شكره، وقيل يسترن بعض أجسامهن ويكشفن بعضها، وقيل يلبسن ثيابا رقيقاً تصف ما تحتها، فهن كاسيات في ظاهر المر عاريات في الحقيقة.و"مَائِتٌ" أي: زائغات عن طاعة اللَّه وما يلزمهن من حفظ الفروج. "مُميت" يعملن غيرهن ذلك، وقيل مائتُ للشر مميت للرجال الى الفتنة، وقيل غير ذلك.وقوله "رُؤُسُهنَّ كأسنِمة الْبُخْتِ" أي يكبرونها من القانع والخمر والعمائم، أو بصلة الشعر بما يصيرها كأسنمة البخت.

Hz. Ebu Hureyre (radıyAllâhu anh) anlatıyor:  "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ömrün biraz uzarsa ellerinde sığır kuyruğu gibi birşeyler taşıyan birtakım insanları çok geçmeden göreceksin. Onlar Allâh'ın gadabına uğrayarak sabaha ererler, Allâh'ın  nefretine uğrayarak akşama ererler." Resulullah bir başka rivayette de: "Ateş ehlinden iki sınıf vardır, henüz onları görmedim: Yanlarında sığır kuyruğu gibi birşeyler taşıyıp onu insanlara vuran insanlar; giyinmiş, çıplak kadınlar ki bunlar Allâh'a taatten dışarı çıkmışlardır. Bunlar, başkalarını da baştan çıkarırlar. Başları deve hörgücü  gibidir. Bu kadınlar cennete girmek şöyle dursun, kokusunu dahi almazlar. Halbuki onun kokusu şu şu kadar uzak mesafeden duyulur" buyurdular." [Müslim, Cennet  53, (2857), 52, (2128).]
 

AÇIKLAMA:

1- Teysir iki ayrı rivayeti birleştirerek tek bir  rivayet gibi sunmuştur. Biz iki paragraf şeklinde ayırdık. Her iki hadisi de Ebu Hureyre rivayet etmiş olmakla birlikte Müslim, bunları kitabına ayrı ayrı almıştır. Hatta, ikinci paragrafta yer alan rivayet  Kitabu'l-Cennet'te daha önce yani 52 numarada kaydediliyor, birinci paragraftaki hadis ise daha sonra  yani 53 numarada kaydediliyor. Dahası, bu hadis, Müslim'in az sayıdaki mükerrerlerinden biridir, daha önce Kitabu'l-Libas'ta 2128 müteselsil numara ile 125. hadis olarak kaydedilmiştir.

2- Alimlerimiz bu hadisleri, Resulullah'ın gaybtan haber verme nevine giren mucizelerinden olarak değerlendirmişlerdir. Çünkü hadislerde zikri geçen ihbarlar az bir zaman sonra vukua gelmeye başlamıştır.

Sığır kuyruğuna benzeyen şey,  zabıta  memurlarının kamçıları ile yorumlanmıştır. Resulullah'tan bir müddet sonra, bilhassa Emeviler devrinde halka zulmeden  idareciler eksik olmamıştır. Mesele çoğu durumda "kamçılama seviyesi"nde kalmayıp idama kadar ulaşmıştır. İmam Malik, Ahmed İbnu Hanbel, İmam Âzam gibi nice büyükler bile bu zulümlerden nasiplerini almışlardır. Resulullah halka zulmeden insanların akşam ve sabah Allâh'ın hışım, gadab ve nefretlerine maruz kaldıklarını belirterek onların davranışlarını tel'in ediyor.

3- Kâsiyat "giyinmiş kadınlar" demektir, âriyat da "çıplak kadınlar"  demektir. Kadın, hadiste iki zıt vasıfla tavsif edilmektedir: "Giyinmiş fakat çıplak kadın." Alimler, bunu farklı yorumlara tabi tutarlar:

* Bazıları kâsiyatı Allâh'ın nimetine  bürünmüş fakat şükür yönüyle çıplak yani nimetlerin şükrünü eda etmeyen kadınlar diye yorumlamıştır.

* Bir kısmı: Kadın kadınlık yönünü ortaya koymak, dikkatleri çekmek için, vücudunun bir kısmını örttüğü halde,  diğer bir kısmını açar diye yorumlamıştır.

* Bir kısmı da bedenini gösteren şeffaf elbiseler giyenler kastedilmiş demiştir.

Bu açıklamaların hepsi doğrudur. İslamî tesettüre aykırı olan bütün giyimler bu hadiste ifade edilmiş durumdadır. İslamî tesettür sadece "giyinmek" aramaz, giyinmenin tarzını da ister.

* Belirlenen hududu örtecek büyüklükte olmalıdır; el, ayak ve yüz hariç bütün beden örtülmelidir. * Vücud hatlarını gösterecek darlıkta olmamalıdır. Çok dar giyinen "giyinmiş çıplak" hükmündedir. Batı menşeli modaları takip edenler bu hallere düşmektedirler.

* Elbise bedeni göstermemelidir. Çok ince naylon ve şeffaf elbise giyenler de giyinmiş çıplak durumundadır.

* Hadislerde yasaklanan bir başka kıyafet şöhret elbisesidir. Yani dikkatleri üzerine çekmek gayesini güden kıyafetler. İslam elbiseyi örtünmek için emrettiği halde günümüzde birçok çevreler elbiseyi örtünmeden çok dikkatleri üzerine çekme vasıtası olarak kullanıyorlar. Şu halde bu nev'e giren giyimler de giyinmiş çıplak manasına dahildir.

4- Mâilat: Lügat olarak eğilen, meyleden kadın demektir. Alimler umumiyetle Allâh'ın gösterdiği istikametten ayrılan, yanlış istikametlere meyleden diye anlamışlardır. Bazı alimler de bu tabirle sağını solunu oynatarak, kırıtarak yürüyenlerin kastedildiğini söylemiştir. Mümilat da başkasını baştan çıkaran, başkasına salınarak yürümeyi öğreten kadın manasına gelir.

5- Başlarını deve hörgücü  gibi yapacak  kadınlar tabiri bilhassa günümüzün kadınlarını tasvir ediyor gibidir. Kadınlar, değişik saç modaları uygulayarak saçlarını muhtelif şekillerde bağlayarak tepelerinde hotos denen çıkıntılar teşkil etmektedirler. Mü'min kadınlar, gerek giyecekte ve gerekse baş tuvaletinde bu hadislerin tehdidini dikkatle gözönüne alıp cennetin kokusundan bile mahrum kalmaktan korkmalıdırlar.
 

"نَصِيبُكَ يُصِيبُكَ وَلَوْ كَانَ تَحْتَ الْجَبَلْ"

“DAĞIN DİBİNDE DE OLSAN NASÎB-İN GELİR SENİ BULUR!..”


"إِنَّ أَكْثَرَ صِيَاحِ أَهْلَ النَّارِ مِنَ التَّسْوِيفِ"

الراوي: - المحدث: السبكي (الابن) - المصدر: طبقات الشافعية الكبرى - الصفحة أو الرقم: 6/356

تخريج الإحياء - الصفحة أو الرقم: 4/16



“Cehennem Ehli-nin çoğunu ‘tesvîf’ten= tevbeyi geciktirmekten buldum.”
5 ŞEYDEN ÖNCE 5 ŞEYİ DEĞERLENDİR...
 
 

    

  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
 
 
 
 

 


 

 

 

 

 




[1] Yûsuf Sûresi, 12/86.
[2]Dârimî; Mukaddime, Bâb: 3 No: 15.
[3]Bevâriku’l-Hakâik; (Kutub ve Ğavs Muhammed Behâu’d-dîn er-Ravvâs k.s.) 113-117.

12 Ağustos 2013 Pazartesi

TALÂK, TALÂK-I RİC’Î, Bâin Talâk, İDDET, Ölüm İddeti, İDDET NAFAKASI, فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّوَإنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا حَكَماً مِنْ اَهْلِهِ وَحَكَماً مِنْ اَهْلِهَا اِنْ يُرِيدَا اِصْحاً


TALÂK:    Nikâh bağını çözmek; nikâh akdini (sözleşmesini), belli sözlerle derhal veya geleceğe bağlı olarak sona erdirmektir. Şer’î (dînî) nikâhta, boşama hakkı olanın, nikâhlı olduğu kişiyi boşamasıdır.

 

Allâh-ü Teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

 

يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ وَاَحْصُوا الْعِدَّةَ وَاتَّقُوا اللَّهَ رَبَّكُمْ لَاتُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ وَلَا يَخْرُجْنَ اِلَّا اَنْ يَاْتِينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللَّهِ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ لَاتَدْرِى لَعَلَّ اللَّهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذَلِكَ اَمْرًا

    Ey Peygamber  (ve O’na ümmet olanlar)!  Kadınlara talâk vermek istediğinizde, onlara

(âdet hâllerinden)  temizlendiklerinde talâk verin ve iddeti (üç hayzdan temizlenme müddetini) sayın. Rabbiniz olan Allah’tan korkun. (Talâk sûresi: 1)

 

اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاءِ بِمَا فَضَّلَ اللَّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللَّهُ وَالَّتِى تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِى الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَبِيلًا اِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا

Eğer size itâat ediyorlarsa, artık talâk için yol aramayın. (Nisâ sûresi: 34)

 

 

Allahü teâlânın izin verip de yapılmasından hoşnûd olmadığı, beğenmediği şey talâktır.

(Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)

    Evleniniz, dînî bir özür bulunmadıkça, talâk vermeyiniz. (Hadîs-i şerîf-Taberânî)

    Allahü teâlâ talâk kelimesini söylemeğe izin verdiği hâlde söylenmesini hiç beğenmez. Sonu

pişmanlık olan bu sözü şaka ile söylemek, keskin kılıç ile oynamaya benzer. Evlilik seâdetini

yıkan bu zararlı sözü insanların dillerine almamaları için Allah ü teâlâ bâzı cezâlar koymuştur.

(Saideddîn-i Fergânî)

    Talâk olması için önce, dînen geçerli olan nikâhın bulunması lâzımdır. İslâm nikâhı

bulunmayan iki eş arasında talâk olmaz. Talâk veren erkeğin akıllı, bâliğ (ergenlik çağına,

evlenme yaşına ulaşmış) ve uyanık olması lâzımdır. Delinin, çocuğun, bunağ ın, baygının,

uyuyanın ve medhûşun yâni hastalık veya kızgınlık sebebi ile aklı yerinde bulunmayanın

söylemesi ile talâk vâki olmaz. (Alâüddîn Haskefî)

    Erkeğin zevcesine (hanımına) karşı vazîfelerinden biri de zevcesini boşamamaktır. Allahü

teâlâ, mubahlar yâni izin verdiği şeyler içinde yalnız talâk vermeği sevmez. Zarûret olmadıkça,

birini incitmek câiz değildir.  (İmâm-ı Gazâlî)

 

 

TALÂK-I RİC’Î: Geri dönülebilen talâk. Zevceye yaklaştıktan sonra, sarîh (açık) veya işâretle, üç adedine

veya bir ivaza (bedele, karşılığa) bağlı olmaksızın ve beynûnete yâni ayrılığa delâlet eden

(gösteren) bir sıfatla sıfatlanmamış ve bir şeye teşbîh edilmemiş ( benzetilmemiş), gerek sarîh

(açık), gerekse talâk-ı ric’îyi gerektiren kinâyî (açıkça boşamaya delâlet etmeyen) lafızlarla

verilen talâk.

    Talâk-ı ric’îde zevc (koca), kadının iddet (üç âdet müddeti) zamânı içinde, söz ile veya

fiilen eski nikâhına rücû edebilir (dönebilir). Evliliği devâm eder. Şâhid lâzım olmaz ise de, iki

âdil şâhide haber vermesi müstehâb (iyi) olur.  (İbn-i Âbidîn)

    Ric’î talâkta, eğer erkek hanımına dönmezse, nikâh; iddet (üç hayz yâni âdet) müddeti

bitince bozulur. (Ahmed Zühdü)

EVLİLİĞİN SONA ERMESİNİN SONUÇLARI

Evliliğin sona ermesinin birtakım sonuçları, tıpkı evlilik gibi erkek ve kadına yüklediği birtakım hak ve borçlar vardır. Bunlardan en önemlileri iddet ile iddet nafakasıdır.

A-  İDDET


Boşanma, evliliğin feshi ve ölüm gibi bir sebeple evliliğin sona ermesi durumunda kadının yeni bir evlilik yapmadan önce beklemesi gereken süre­ye iddet denir. Gerçi iddeti esas itibariyle evliliği sona eren kadın beklemekteyse de dört karısı olup da bunlardan birisini boşayan veya boşadığı karısı­nın (onunla tek nikâh altında birleştirilemeyecek derecede) yakın bir akrabasıyla evlenmek isteyen erkek de evlenmeden önce boşadığı karısının iddetinin bitmesini beklemek zorundadır.


Geçerli (sahih) evlenmeden sonra zifaf veya sahih halvet, fâsid evlen­meden sonra zifaf gerçekleşir, daha sonra eşler ayılırlarsa kadının beklemesi iddet gerekir. 
                                                                                                                  

Öte yandan geçerli bir evlenmeden sonra koca ölürse zifaf veya sahih halvet şartı aramaksızın kadın ölüm iddeti beklemek zorundadır. İddet kadının önceki kocasından hamile olup olmadığının anlaşılması, buna ilâve olarak ölüm iddetinde ölen kocasına hürmet ve ric’î talâkta koca­ya yeniden düşünme imkânı vermesi düşünceleriyle emredilmiştir.
 

Diğer bir anlatımla iddet, esas olarak kadının hamile olup olmadığının ortaya çıkması amacına yönelik olmakla birlikte onun sadece bu amaçla sınırlandırılması doğru değildir. Ölüm iddetinde bunun yaratılış açısından erkeklere göre daha duyarlı ve yuvaya daha bağlı olan kadının ölmüş kocasının hâtırasına saygı ve yuvaya bağlılık simgesi olarak, boşanma iddetinde ise toplumun kötü zanda bulunmasını engellemeye, dolayısıyla kadının saygınlığının devamını sağlamaya yönelik bir önlem olarak değerlendirilmesi mümkündür. Bu iti­barla, kadının hamile olup olmadığının tıbben anlaşılabildiği öne sürülerek, iddet beklemeye artık gerek bulunmadığı ileri sürülemez.
 

İddeti ona sebebiyet veren olaya göre ikiye ayırmak gerekir. Ölüm iddeti, boşanma veya fesih iddeti.
 

Ölüm İddeti: Kocası ölen kadınların bekledikleri iddettir. Bunlar eğer hamile iseler iddetleri doğumla biter; isterse bu doğum kocanın ölümünden çok kısa bir süre sonra gerçekleşsin. Eğer hamile değillerse bu durumdaki kadınların beklemeleri gereken süre dört ay on gündür. Fâsid (geçersiz) bir nikâhla evli olanlar ölüm iddeti beklemezler.

1-      Hâmile olmayıp kocası ölen kadının iddeti dört ay on gündür.

 

 Allâh-ü Teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

 

وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجًا يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَعَشْرًا فَاِذَا بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا فَعَلْنَ فِى اَنْفُسِهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ

 

“İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler. Sürelerini bitirince artık kendileri için meşru olanı yapmalarında size bir günah yoktur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”[1]

 

Hamile olmayan eş ric’î talâk iddeti beklerken koca ölürse boşanma iddetini terk ederek ölüm iddeti beklemeye başlar. Bâin talâk iddeti bekleyen kadın ise ölüm iddeti beklemez; başlamış olduğu boşanma iddetini tamamlar.

 

Boşanma veya Fesih İddeti: Boşanmış veya bir eksiklik sebebiyle nikâhı feshedilmiş olan kadınların beklemeleri gereken iddettir. Fâsid nikâh sebebiyle nikâhı feshedilenlerin iddet beklemeleri ancak evliliklerinin zifafla fiilen başlaması durumunda söz konusudur. Bu grupta yer alan kadınların bekleyecekleri iddet süresi hamile olup olmamalarına göre değişmektedir. Hamile iseler iddetleri doğumla biter, değillerse ve normal olarak hayız görü­yorlarsa iddet süreleri üç hayız süresidir.

 

2-      Kadın hayz (âdet) gören kadınlardan olup, hâmile olmadığı hâlde kocasının boşadığı kadının iddeti, üç ay başı hâli veya üç temizlik müddetidir.

 

Allâh-ü Teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

 

وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُوءٍ ...

“Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hâli (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. ...”[2]

 

Kadın hayızlı iken boşanırsa bu ha­yız hesaba katılmaz. Bu Hanefî ve Hanbelîler’in kabul ettiği görüştür. Mâlikî ve Şâfiîler’e göre bu durumdaki kadınların beklemeleri gereken süre üç temiz­lik müddetidir. Bu farklılığın sebebi “Boşanmış kadınlar kocalarıyla ilişkide bulunmaksızın üç kar’ süresi beklesinler” (el-Bakara 2/228) âyetindeki kar’ sözcüğünün çift anlamlı (hayız ve temizlik) olması ve Hanefî ve Hanbelîler’in bunu hayız, Mâlikî ve Şâfıîler’in de temizlik olarak anlamaları yüzündendir.

 

Küçüklüğünden veya yaşlılığından dolayı hayız görmeyen kadınların iddeti ise üç aydır. Bu iki dönem (15-55 yaş) arasında olup da herhangi bir sebepten dolayı hiç hayız görmeyen veya bir ya da iki defa görüp de bilâ­hare görmeyen kadınların (mümteddü’t-tuhr) bekleyecekleri iddet süresi ko­nusunda mezhepler arasında büyük görüş ayrılıkları vardır.

3-      Hayzdan kesilen (âdet görmeyen) ve boşanmış kadının iddet zamânı boşanma târihinden

îtibâren üç aydır.

 

Allâh-ü Teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

 

وَالّٰئ۪ يَئِسْنَ مِنَ الْمَح۪يضِ مِنْ نِسَآئِكُمْ اِنِ ارْتَبْتُمْ فَعِدَّتُهُنَّ ثَلٰثَةُ اَشْهُرٍ وَالّٰئ۪ لَمْ يَحِضْنَ وَاُولَاتُ الْاَحْمَالِ اَجَلُهُنَّ اَنْ يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّ  وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مِنْ اَمْرِه۪ يُسْرًا

 

“Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.”[3]

 

Ebû Hanîfe’ye göre bu kadın hayızdan kesilme yaşı olan elli beş yaşına kadar bekler, daha sonra da tekrar üç ay beklemek zorundadır.

 

4-      Hâmile olup, kocası vefât eden kadının iddeti, çocuğu olunca biter.

 

 Allâh-ü Teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

 

وَالّٰئ۪ يَئِسْنَ مِنَ الْمَح۪يضِ مِنْ نِسَآئِكُمْ اِنِ ارْتَبْتُمْ فَعِدَّتُهُنَّ ثَلٰثَةُ اَشْهُرٍ وَالّٰئ۪ لَمْ يَحِضْنَ وَاُولَاتُ الْاَحْمَالِ اَجَلُهُنَّ اَنْ يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّ  وَمَنْ يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَلْ لَهُ مِنْ اَمْرِه۪ يُسْرًا

 

“Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.”[4]

5-      Hâmile olup, boşanan kadının iddeti, hamlini vad etmekle yâni çocuğu olunca tamam olur. Kocası ölen, hâmile kadının durumu gibidir.[5]

B-   İDDET NAFAKASI


 

İddet beklerken kadınların nafakaları belirli şartlarla kocaları üzerinedir. Hanefîler’e göre ric’î ve bâin talâk ve istisnaları olmakla birlikte fesih iddeti bekleyen kadınların yiyecek, giyecek, mesken vb. ihtiyaçlarının giderilmesi boşayan kocasına aittir. Mâlikî ve Şâfıîler ric’î talâk ve kadının hamile olma­sı halinde bâin talâk iddetinde kadının nafakasının kocaya ait olduğunu söylemekte iseler de kadının hamile olmadığı bâin talâk hallerinde böyle bir nafaka gerekliliğini kabul etmezler. Onlara göre bu durumda kadın için sa­dece mesken hakkı bulunmaktadır.

 

Ölüm iddeti bekleyen kadın için ise hukukçular hiçbir nevi nafakanın gerekmediğini söylemektedirler. Çünkü koca öldüğünde kişiliği ve böyle bir yükümlülük için gerekli olan vücûb ehliyeti sona ermektedir. Dolayısıyla ö­len kocanın herhangi bir borca muhatap olması söz konusu değildir.TDV II 230

 

 

 

 

c) Boşama Çeşitleri

İslâm hukuk doktrininde boşama dönülebilir olup olmamasına göre ric’î ve bâin, sünnete uygun olup olmayışına göre de Sünnî ve bid’î boşama ad­larını alır ve her biri farklı hukukî değerlendirmelere konu olur.

 

 

Ric’î Talak : Üç talakla boşanmamış, kadının tekrar kocasına dönmesi mümkün olan boşama.

 

1. Ric’î Talâk

Kocaya yeni bir nikâha ihtiyaç olmadan boşadığı kansına dönme imkânı veren boşama türüne dönülebilir boşama anlamında “ric’î talâk” denir. Bir ric’î talâktan bahsedebilmek için evliliğin zifafla fiilen başlamış bulunması ve Hanefîler’e göre boşamanın sarih sözlerle ve şiddet ve mübalağa ifade etme­yen bir tarzda yapılmış olması gerekmektedir. Ayrıca bu boşamanın üçüncü boşama olmaması da şarttır. Bu durumda koca, iddet süresi içerisinde dilerse eşine geri dönebilir. Bunun için yeni bir nikâh yapmaya, yeni bir mehir ö-demeye gerek yoktur. Esasen bu özelliğinden dolayı bu boşama türüne ric’î talâk denmiştir. Dönme kocanın açık bir beyanla karısına geri döndüğünü söylemesiyle olabileceği gibi, evlilik yaşamına fiilen geri dönmesiyle de ola­bilir. Bu özelliği dolayısıyla ric’î talâkta eşler derhal birbirlerinden ayrılmak zorunda değildirler. Dönmenin şahitlerle tesbit edilmesi İmam Şâfıî ve Ahmed b. Hanbel’in bir görüşüne, İbn Hazm’a ve bazı Şiî hukukçulara göre şarttır. Diğer mezhepler bunu şart olarak kabul etmezler, müstehap sayarlar.

Ric’i talâkta evlilik iddet süresince de devam ediyor kabul edilir. Bu se­beple dönüş hakkının da bu süre içinde kullanılması gerekir. Bu süre dönüş yapılmadan geçirilirse iddetin bitimiyle ric’î talâk bâin talâka dönüşür. Dola­yısıyla geri dönmek için artık bâin talâkta aranan şartlar geçerli olur.

230                                                                                                                                                              IlMİHflL

Evliliğin iddet bitimine kadar devam edecek olması miras ve mehir hu­kuku açısından da önemlidir. Boşanma vadeli mehirin vadesi iddet bitene kadar gelmediği gibi, taraflardan birisinin ölmesi durumunda evlilik devam ettiği için sağ kalan eş diğerine mirasçı olur.

 

 

Bâîn Talak : Kadın istemedikçe, yeniden nikahı yapılmayan talak. Üçüncü bain talaktan sonra, hulle geçmeden, kadının rızası olsa da nikah mümkün olmaz.

 

2. Bâin Talâk

 

Kocaya boşadığı eşine ancak yeni bir nikâhla dönme imkânı veren bo­şanma şeklidir. Bu boşama kocanın eşini üçüncü boşaması ise yeni bir ni­kâh da tarafların bir araya gelmesi için yeterli değildir; aralarında büyük ay-nhk denilen beynûnet-i kübrâ meydana gelmiştir. Kadının daha önce belir­tildiği üzere bir başkasıyla geçerli bir evlilik yapmadan ilk eşine dönmesi mümkün değildir.

Hangi tür boşamalar bâin talâktır? Nikâh yapılıp zifaf yapılmadan meyda­na gelen boşanmalar, tarafların anlaşarak boşanmaları (muhâlea) veya koca­nın üçüncü boşama hakkını kullanarak yaptığı boşama bâin talâktır. Bunların dışında Hanefîler’e göre kocanın kinayeli sözlerle ve şiddet ve aşırılığı ifade e-den kelimelerle yaptığı boşamalar da bâin talâk olarak kabul edilir. Şafiî ve Hanbelî hukukçular bu tür boşanmaların ric’î talâk olduğu görüşündedirler.

Bâin talâk evliliğe derhal son verir; eşler birbirlerinden hemen ayrılmak zorundadırlar. Öte yandan evlilik kesin olarak sona erdiğinden boşanma va­deli mehirin vadesi gelmiş kabul edilir. Boşanmış eşler artık birbirlerine mi­rasçı da olmazlar. Bunun tek istisnası ölümcül bir hastalığa yakalanan ko­canın eşini onun rızâsını almadan bâin talâkla boşamasıdir. Bu durumda ko­canın eşini mirasından mahrum etme niyetiyle boşadığı kabul edilir ve bu bir hakkın kötüye kullanımı addedilerek korunmaz. Boşanma her halükârda geçerlidir, ancak koca öldüğünde kadın sanki boşanmamış gibi kocasına mirasçı olur. Yalnız kocanın ölümünün kadının iddet bekleme süresi içinde vuku bulması gerekmektedir. Ahmed b. Hanbel’e göre kadın ilk kocasının ölmesinden önce bir başkasıyla evlenmemiş ise ölüm kadının iddeti bittikten sonra da gerçekleşse kadın kocaya mirasçı olur. İmam Mâlik ise daha ileri giderek kadın başka bir erkekle evlenmiş de olsa ilk kocasına mirasçı olur demektedir. Ölümcül hastalık (maraz-i mevt) kişiyi normal işlerini yapmak­tan alıkoyan ve hastalığın başlangıcından itibaren bir yıl içinde ölümle niha­yet bulan hastalıktır. Böyle bir durumda ölümcül hastanın yapmış olduğu ü-çüncü şahıslara zarar veren bazı hukukî işlemler, içinde bulunduğu hâlet-i ruhiye ile yapıldığı göz önüne alınarak geriye dönük olarak iptal edilir. Burada da boşama değil, mirasa ilişkin sonuçlan iptal edilmiştir. Ne var ki bu örnekte

RİLeHRVflTi                                                                                                                                                       231

ölümcül hasta değil de kadın bir sebeple ölürse boşama geçerli olduğundan koca ölen karışma mirasçı olamaz.

3. Sünnî Talâk

Boşama, Kur’an’daki genel ilkelere ve Hz. Peygamberin bu yöndeki a~ çıklama ve tavsiyelerine uygun olarak yapılıp yapılmadığına göre Sünnî ta­lâk, bid’î talâk şeklinde de tasnif edilmektedir. Bu ayırım hukukî olmaktan ziyade dinî-ahlâkî boyutlu bir ayırımdır ve esas itibariyle, kocanın objektif hukukî kriterlere bağlanamamış boşama yetkisini onun dindarlığına havale ederek kısıtlama ve sınırlama amacı gütmektedir.

İsminden de anlaşılacağı üzere Sünnî boşama Hz. Peygamber’in bu ko­nuda getirdiği ölçü ve sınırlamalara riayet edilerek yapılan boşama şeklidir. Her şeyden önce Sünnî boşanmanın ric’î talâk olması gerekmektedir. Burada evlilik birliğine geri dönüş kapısının kapatılmaması ve taraflara, daha doğru­su eşini tek taraflı irade beyanıyla boşayan kocaya yeni bir düşünme imkânı tanınmak istenmektedir. Ayrıca kadının temizlik süresi başladıktan sonra ancak onunla cinsî ilişkide bulunulmadan boşanması ve bu boşamanın bir boşama olması gerekmektedir. Bu da yine aynı hedefe, evlilik birliğini ko­ruma hedefine yöneliktir. Hanefîler her temizlik süresi içinde bir boşama ve ardarda üç temizlik süresi içinde üç boşama gerçekleştirip neticede büyük ayrılığın meydana gelmesini de Sünnî talâk kabul ederler.

4. Bid’î Talâk

Bid’at tabiri, Sünnet’in mukabili ve zıttı olarak da kullanılmakta oldu­ğundan burada bid’î talâk, Sünnet’e aykırı biçimde gerçekleştirilen boşamayı ifade etmektedir. Bu bakımdan genel olarak Sünnî olmayan her talâk bid’î kabul edilir. Kişinin temizlik süresi dışında veya temizlik süresi içinde ol­makla birlikte karısıyla cinsel ilişkide bulunduktan sonra veya aynı temizlik süresi içinde birden fazla boşama durumunda ortada Sünnet’e uygun olma­yan yani bid’î bir boşanma vardır.

Talâkın Sünnî-bid’î ayırımın sonuçları hukukçuların büyük çoğunluğuna göre hukukî olmaktan ziyade dinîdir. Yani Sünnet’e uygun olmayan boşa­malar da dinen hoş görülmemekle birlikte hukuken geçerlidir. Ancak Şiî-İmâmiyye hukukçularına ve Zâhirîler’den İbn Hazm’a göre bid’î talâk hiç ge­çerli değildir. İbn Teymiyye ve İbn Kayyım el-Cevziyye’ye göre aynı temizlik süresi içinde birden fazla olarak gerçekleştirilen bid’î talâk bir talâk olarak geçerlidir.

 

UMUMÎ AÇIKLAMA

 

İddet, boşanma veya ölümden sonra geri kalan nikâh âsârının ortadan kalkması için şer’an belirlenen muayyen bir müddete denir. Bu müddet dolmadan, erkek veya kadın bir başkasıyla ve bazı hallerde birbirleriyle tekrar evlenemezler.

 

Şu halde iddet hem erkek için, hem de kadın için gerekli olabilir. Fakat kadınlarda cereyanı asıldır. Bu sebeple yapılan açıklamalar esas itibariyle kadınlarla ilgilidir.

 

İddeti gerektiren husus, öncelikle neseb karışmasını önlemektir. Bu maksadla kadın-erkek beraberliğini ifade eden  durumlardan sonraki ayrılmalar iddet gerektirir. Sözgelimi duhûl veya halvet veya ölüm  ile kuvvet bulan sahih nikah iddeti gerektirdiği gibi şibh-i nikah veya şübhe-i nikah ile mukarenet de iddet gerektirir.

 

İDDETİN ÇEŞİTLERİ

 

Üç çeşit iddet vardır: Hayız, şühur ve haml-i vaz’  denen doğumdur. Bazen talak ile vefat iddetlerinin hangisi daha uzunsa ona uyulur.

 

Hayız ile iddet: Sahih bir nikâhla evlenmiş bulunan bir kadın kocasından ric’iyyen veya bâinen talak ile veya kadın-erkek arasında denkliğin bulunmayışı gibi bir sebeple fesh ve tefrik ile ayrılan henüz âyise[6]olmamış ve hayızdan kesilmemiş bulunan hür kadınların iddet müddeti tam üç hayızdır.

 

Cariye olan zevcelerin iddet müddeti tam iki hayızdır. Talak veya fesh veya mütâreke hayız sırasında vukû bulmuşsa, bu sayılmaz. Bundan sonra gelecek üç hayız -veya cariye için- iki hayız müddeti beklemek gerekir.

 

 

Şühur (aylar) ile iddet: Sahih bir nikâhla evlenen bir kadın  takarrüb veya halvetten sonra kocasından talâk ile veya fesh ile ayrılan veya ayrılmazdan önce iyâs çağına girmiş bulunan bir kadının iddet müddeti, ayrıldığı tarihten itibaren üç aydır. Cariyelerin iddeti birbuçuk aydır.

Sahih nikahla evlenmiş olan fakat gebe olmayan kadınların kocaları vefat ederse, iddetleri dört ay on gündür. Bunların hayız görüp görmemeleri, aralarında takarrüb ve halvet vuku bulup bulmaması birdir, bu hükme tesir etmez.

Bu müddet, cariye olan zevceler hakkında iki ay beş gündür.

* Vaz-ı haml ile olan iddet: Sahih nikahla evlenen kadın, gebe iken kocası vefat eder veya kocasından talak veya feshle ayrılan bir  kadının iddeti, hamlini yani karnındaki yükünü vaz etmekle nihayet bulur. Vaz-ı haml, doğum veya düşük gibi bir hadise ile karnındakini atmasıdır. Şu halde bu hadise, ölüm veya boşanma vak’asından hemen sonra vukûa gelse iddet derhal sona erer. Çünkü bununla rahmin önceki kocadan temizliğine yakîn hâsıl olur. İddetten de zaten maksad budur.

Kadın birden fazla çocuğa yüklü ise, son çocuğun da doğmasıyla iddet sona erer.

Düşük halinde, tamamen veya kısmen hilkat belli ise vaz-ı hamle hükmolunur, değilse  onunla iddet sona ermez.

Dolayısiyle kadın, boşanmış olup hayız görmekte ise hayız ile, hayızdan kesilmiş veya iyâs devresine girmiş ise ay ile; kocası ölmüş ise şühur ve eyyam ile (dört ay on gün) iddet bekler.

 

 

UMÛMÎ AÇIKLAMA

Talâk, Arapçada lügat olarak bağı çözmek ma'nâsına gelir. Gönderme ve  terketme ma'nâsına gelen itlâkdan müştaktır. Şerî bir ıstılah olarak, kadınla erkek arasında evlenme akdi ile tesis edilen nikah bağının çözülmesidir. Görüldüğü üzere talâk, bu ma'nâsıyla lügavî medlûlüne muvafık düşmektedir.

İslam dini, hristiyanlığın aksine  talâkı meşru addeder, ancak hoş karşılamaz. Çünkü talâk içtimâî bir yaradır, çocukların sahipsiz kalmasına, terbiyelerinin aksamasına, ferdler ve aileler arasına huzursuzlukların girmesine sebep olur. Bir  cemiyette boşanma nisbeti, bir bakıma içtimâî huzurun göstergesi durumundadır. Aileler ne kadar sağlam ve ferdleri dayanışma içinde olursa, cemiyet de o kadar sağlam ve güçlü demektir. Resulullah müslüman ailelere boşanmayı tavsiye etmez ve onu   اَبْغَضُ الْحََلِ اِلىَ اللَّهِ الطََّقُ   “Allah'ın en ziyade nefret ettiği mübah” olarak tarif eder. Evet talâk dinimizde haram değildir, fakat Cenâb-ı Hakk'ın en çok nefret ettiği bir cevazdır, imkân nisbetinde ondan kaçınmak gerekir.

Şunu da bilelim ki, İslam'da talâk bahsi çok teferruatı olan bir mevzudur. Gerek kadın ve gerekse erkeğin hukukunu korumayı hedefleyen  prensipler, sınırlamalar vardır. Bu cümleden olarak âlimler talâkı öncelikle, birkaç kategoride ele alırlar:

1- Haram olan talâk: Bu talâku'lbid'a'dır,  az ilerde kısaca temas edileceği üzere, farklı  suretlerde cereyan eder.

2- Mekruh olan talâk: Kadın iyi bir hal üzere olduğu halde,  makul, meşru bir sebep olmaksızın vukua gelen talaktır.

3- Vacib olan talâk: Bu da farklı suretlerde cereyan eder, geçimsizlik sebebiyle, âyet-i kerimede  zikri geçen iki hakemin (Nisa 35)  boşanmaya hükmetmesi halindeki boşanma gibi.

4- Mendub olan talâk: Kadının iffetini bozması  durumundaki boşamadır.

5- Caiz olan talâk: Erkeğin kadını istememesi, cinsî yönden tatmin bulamadığı

 

 

için kadının külfetini çekmeye nefsinin  razı olmaması halindeki boşamadır. İbnu Hacer, boşamanın bu çeşidini Nevevî'nin nefyettiğini kaydeder.

Bir başka  açıdan talâk üç kısma ayrılır.

1- Sünnî talâk   طََقُ السُّنَّةِ   Bu, kadını tahâret (temizlik) müddeti içerisinde temasta bulunmadan boşamaktır. İbnu Mes'uddan gelen bir açıklama, Rabb Teâlâ'nın   فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ   “Kadınları iddetleri içerisinde boşayın...” (Talâk 1) emrinden  maksat budur: “Temizlik müddetlerinde, temas etmeksizin” demektir. Bu tefsir sadece İbnu  Mes'ud'a has değildir, Sahâbe ve Tâbiînden birçokları aynı görüştedir.

Sünnî talâk, sünni-i hasen ve sünni-i  ahsen kısımlarına ayrılır. Eğer boşama  her tuhur müddetinde  temasa yer vermeden üç kere  tekrarlanırsa buna sünni-i hasen denir. Eğer  duhûl  edilmiş kadın, tuhur müddeti içerisinde bir talâk-ı ric'î ile boşanır ve bu şekilde, iddetini tamamlarsa yani üç hayız müddeti tamam olursa boşanma tamamlanmış olur. Buna sünni-i ahsen denir.

2- Bid'î  talâk   طََقُ الْبِدْعَةِ  : Bu, kadını hayız halindeyken veya temizlik halinde temas yapmış olduğu halde boşamaktır. Bu  durumda kadının hamile kalmış olma ihtimali bulunduğu için bu boşanma bid'at addedilmiştir.

3- Üçüncü  kısımı sünnî veya bid'î vasıfları ile tavsif edilemeyen bir kısımdır: Henüz çocuk olan zevcenin veya âyise olan (yani hayızdan kesilmiş, hamile kalma ihtimali kalmayan) zevcenin veya doğumu yaklaşmış hamile zevcenin  yahutda henüz duhûl edilmemiş zevcenin boşanması bu kısmı teşkil eder. Hukukî durumu bilen bir kadının, kendi talebi üzerine vâki olan talâkla, kadının talebiyle vâki olan hul' da buraya girer. Şâfiîler nazarında bu, talâktır.

Hayızlı kadını boşamak esas itibariyle haram ise de bazı şekilleri haram değildir. Şöyle ki:

* Eğer kadın hamile ise ve kan görmüşse Şâfiîlere göre, hayız gören hamilenin boşanması bid'î değildir, hususen, boşama doğuma yakın vâki olmuşsa.

* Hâkim efendiden boşarsa ve bu boşama hayız haline rastlarsa.

* İki hakemin boşaması usulünde, hakemler aradaki geçimsizliğin bertaraf edilmesi için buna karar vermişlerse.

* Hul' (yani kadının talebi ile) gerçekleşen boşama. Zikredilen bu dört çeşit boşama, hayız sırasında  vukûa gelse de haram sayılmaz.

 

 

BOŞANMAYA SEBEP OLAN HALLER

Din-i mübîn-i İslam, prensip olarak boşanmayı hoş karşılamaz ise de, bazı hallerde kadın ve erkek her iki tarafa da boşanma talebinde bulunma hakkı tanır. Buna fıkıhta hıyâr-ı tefrika denir. Hemen belirtelimki, hıyar-ı tefrika erkekden ziyade kadın için mevzubahistir. Çünkü erkek boşama yetkisine sahip olması sebebiyle, İmâm-ı Muhammed gibi bazı fakihler, erkek için bir de hıyâr-ı tefrikanın mevzubahis olmasını gereksiz bulmuştur.

Bu husustaki teferruata girmeden, şunu belirtmek istiyoruz: Gerek erkekte ve gerekse kadında bulunan bir kısım özürler, hastalıklar, kötü huylar, mukabil tarafa boşanmak üzere hâkime müracaat hakkı tanımaktadır. Bu ârazları şöyle özetleyebiliriz:

1) Cinsî teması önleyen ârazlar: Kadınlarda karn, retak, fetk denen hallerle erkeklerde hadımlık, innet (adem-i iktidar), mecbubiyet (erkeklik  uzvu ve husyelerin kesilme hali)... gibi haller. Evlilikten asıl maksad olmamakla birlikte, aranan hususlardan birinin cinsî tatmin olması sebebiyle, taraflardan birinde buna mani olan bir ârazın varlığı, mukabil tarafa boşanma hakkı doğurmaktadır.

2) Hunûset: Bir şahısta hem erkek ve hemde kadına ait tenâsül uzvunun varlığı.

3) Cünûn yani delilik:

4) Bazı irsî bulaşıcı hastalıklar: Bu grupta cüzzam, beres, zührevî hastalıklar zikredebilir.

Bu ârazların evlilikten sonra malum olma veya  vukûa gelme durumları, tedavi edilebilir veya edilememe durumları, delilikte olduğu üzere tahammül edilebilecek veya edilemeyecek derecelerde olmaları gibi farklı durumlar vardır. Fıkıh kitapları meseleyi yeterli genişlikte tahlil ederler. Biz burada işaret etmekle yetineceğiz.

5) Geçimsizlik: Karı veya kocaya boşanma hakkı getiren bir diğer husus su-i imtizâctır, yani geçimsizlik diye ifade ettiğimiz huzursuzluk halidir. Bu, çoğunlukla taraflardan birinin haddini tecavüzde su-i ahlaktan  ileri gelir. Bazan bu haller her iki tarafta da bulunabilir. Her hâl u kârda İslam dini geçimsizlik halini de boşanmada meşru bir sebep kabul etmiştir. Bu  prensip, bilhassa boşama yetkisi olmayan kadın için avantajlı bir durum teşkil etmekte ve hâkime müracaat hakkı tanımaktadır. Hâkim iki hakem tayin ederek meseleyi tahkik

 

 

eder, aralarını düzeltmeye çalışır, hakemlerin vereceğ rapora (ve hatta hükme) göre karara varır.

Bu gruba giren haller meyânında erkeğin kadının hukukunu yerine getirmemesi: Mesela nafakasını temin etmemesi,  haksız yere dövmesi, tahkir etmesi,   sövmesi, kadını terkedip konuşmaması zikredilebilir. Ancak  kadın, kocasının yapacağı yeni evlilik sebebiyle, dinin kocaya tanıdığı te'dîb hakkını kullanması sebebiyle muhayyerlik hakkı kullanamaz, şikayete gidemez.

Şu hususu  da tekrar etmek isteriz: İslam  sayılan noktalarda talâk meselesinde muhayyerlik hakkı tanımış ise de, bunun istismar edilmemesi gerekir. Zikri geçen bu ârâzlar çoğu kere izafi değerlendirmelerdir. Aslolan evliliğin devamıdır. Evlilikle bir araya gelen insanların birbirlerinin eksikliklerine, nâhoş taraflarına sabır ve tahammülü  prensip edinmeleri gerekmektedir. “Din bana hak tanıyor” diye boşama veya mahkemeye gitmede istical etmek ne İslâmî ne de insanî bir davranıştır. İslam ülemâsı, yukarıda belirtilen ârazların sübutunda dahi sabır ve tahammülü tavsiye eder. Âlimlerimize göre, evliliğin asıl gayesi, bir aile tesis etmek, karı ile koca arasında bir dayanışma, bir yardımlaşma ve ünsiyet  vücûda getirmektir. Cinsî tatmin, çocuk sahibi olmak gibi başka hususlar evliliğin semere ve meyvelerindendir. Öyleyse taraflardan birine gelen ârazla bu meyvelerden bir veya bir kaçının hâsıl olmaması, evliliğin sona erdirilmesine sevketmemelidir. Yukarıda sayılan hastalıkların tedavisi, sakatlıkların giderilmesi, bulaşmalara karşı mukabil tedbirlerin alınması  bilhassa günümüz şartlarında imkan dahiline girmiştir. Fakihlerimiz bu bahisleri günümüzün tıbbî şartlarında yeniden tedvin edecek olsa, yukarıda sayılan bir kısım ârazları “Boşanmaya sebep olan haller” listesinden çıkarabilirler.

HAKEMEYN:

Talâk bahsinde bilinmesi gereken bir husus hakem meselesidir. Yani, karıkoca arasındaki geçimsizlikler, boşanmaya vardırılmadan halledilmesi gerekmektedir. Bunun da en iyi yolu biri erkek, diğeri de kadın tarafından seçilecek iki hakemin araya girerek, aradaki imtizaçsızlığın mahiyetini araştırıp hal yoluna gitmesidir. Bunlar barıştırma yollarını denerler. Her iki tarafa da nasihat ederler. Hakemler, Hanefî, Şâfiî, Zâhirî imamlara ve Ahmed İbnu Hanbel'den bir kavle göre sadece barıştırma selahiyetine sahiptirler. Boşandırmaya hükmedemezler. Mâlikîlere göre, boşandırma yetkileri de vardır. Onlara göre kendilerine

 

hakem denilmesi de bu selahiyetin bir delilidir.(71) Ailevi geçimsizlikte hakem meselesinin ehemmiyetli bir yer tutacağını, meseleye Kur'an-ı Kerim'de yer verilmiş olmasından da anlamaktayız:   وَإنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا حَكَماً مِنْ اَهْلِهِ وَحَكَماً مِنْ اَهْلِهَا اِنْ يُرِيدَا اِصَْحاً    “(Eğer karı  ile kocanın) aralarının açılmasından endişeye düşerseniz, o vakit (kendilerine erkeğin) ailesinden bir hakem, (kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarında(ki dargınlık yerine, geçime) onları (uyuşmaya) muvafık buyurur.” (Nisa 35).

Hakemlerin erkek, reşid, âdil, nüşûz hükümlerine vâkıf, hüküm verecekleri   husus hakkında fakih olmaları şarttır. Binaenaleyh kadın, çocuk, mecnun, fâsık veya sefih olanların, nüşûz hükmüne vakıf olmayanların hükme bağlayacakları hususun şerî yönünü bilmeyenlerin boşanmaya veya evliliğin devamına dair verecekleri  hüküm bâtıldır. Ancak fakih olmayanlar ülemâ ile istişare yaparak hareket etmeleri halinde hükümleri mûteber olur.

TALÂK (BOŞANMA) BAHSİNDE GEÇECEK BAZI TABİRLER

Daha önce de belirttiğimiz gibi, talâk bahsi pek çok teferruata şâmildir. Her bir tâli mesele için müstakil ıstılahlar vardır. Burada onların hepsine yer vermek bizi mevzumuzun dışına atar. Ancak, müteakiben gelecek hadislerin açıklanması esnasında kullanılacak bazı ıstılah ve tabirleri burada açıklamada gerek var.(72)

TALÂKIN ÇEŞİTLERİYLE İLGİLİ TABİRLER

Boşama bahsinde en çok geçecek tabirlerin bir kısmı talak çeşitleriyle ilgilidir. Öncelikle onların kısaca açıklanması münasiptir. Bunlardan her biri yeri geldikçe genişçe açıklanacak. Talâkın başlıca şu çeşitleri var:

1- Talâk-ı Bâin.

2- Talâk-ı Ric'î,

 

______________

(71) Ömer Nasuhî Bilmen merhum, günümüz şartlarında, hakemeyn müessesesinin “eimme-i Mâlikiye hazerâtının akvali vechile” işletilmesinin “aile hayatı namına pek faideli” görmektedir. (Istılâhât-ı Fıkhiye Kâmusu 2. Cilt, S. 368.)

 

3- Talâku'l Bette.

4- Talâk-ı Selâse.

  a) Hul'.

  b) Lian.

  c) İlâ.

5- Zıhâr.

 

I. TALÂK-I BÂİN:

Kesin boşanmayı ifade eden söz veya işaretle yapılan boşamadır. Erkek, bu suretle boşadığı hanımına tekrar  kavuşabilmek için kadının rızasını almak, yeniden mehir ödemek ve nikah akdi yapmak  zorundadır. Şu dört şekilde cereyan eden boşamalar bâin'dir.

1) Nikahtan sonra fakat temastan ve halvet-i sahihadan önceki boşama.

2) Kinâî sözlerle veya mübâlağa ve şiddet-i ifade eden sözlerle yapılan boşama.

3) Muhâla'a yoluyla yani kadının isteği ile karşılıklı anlaşarak yapılan boşama.

4) Üçüncü boşama hakkını da kullanarak yapılan boşama.

2. TALÂK-I RİC'İ:

Fiilen evlenip karıkoca olduktan sonra, erkeğin zevcesini sarahaten veya işareten üç adedine delâlet etmeyen sarih söz ve hareketle boşamasıdır. Bu çeşit boşamadan sonra, erkek tekrar nikah yapmaya ve mehir ödemeye muhtaç olmadan  zevcesiyle normal  aile hayatına  dönebilir. Bu suretle kişi, hanımını iki kere boşayabilir, üçüncü kere boşadı mı, hanım bir başkasıyla evlenip ondan da boşanmış olmadıkça bir daha karıkoca olamazlar.

3- TALÂKU'L-BETTE:

el-Bette, kesinlikle demektir. Talâku'l-Bette, el-Bette kelimesi kullanılarak yapılan bir talâktır.    اَنْتِ طَالِقٌ اَلْبَتَّةَ   “Sen kesinlikle boşsun”  cümlesinde olduğu gibi. Şu halde bu ayrı bir talak çeşidi değil. İçerisinde rakam olmadığı, onun yerine kesinlikle ma'nâsına gelen el-Bette tâbiri olduğu için bu tabir bâin mi ifade eder, ric'î mi ifade eder, ihtilaf konusu olmuştur. Müteakiben 4049. hadiste tafsilat gelecektir.

 

4- TALÂK-I SELÂSE:

Nikah bağı üç talâk üzerine müessesdir. Şu halde üç adedine mukârin bir söz veya işaretle yapılan talâktır. Bu talâkla kadın-erkek arasında nikah bağı kalmaz, beynunet-i kübra denen katî ve kesin ayrılık husule gelir.

A) HUL' (Hal' veya muhâla'a dahi denir): Geçimsizlik sebebiyle karı ile kocanın anlaşarak yaptıkları boşanma. Bu çeşit boşanmada umumiyetle kadın alacağı mehirden vazgeçmek, aldığı mehiri geri vermek veya kocasına başkaca bir ödeme yapmak gibi bir ivazda bulunur.

B) Lİ'AN (Mulâ'ane de denir): Karısının zina ettiği iddiasında bulunan fakat bunu dört şahitle ispat edemeyen koca ile, bunu inkâr eden kadın arasında cereyan eden boşanma şeklidir. Bunlardan her biri doğru söylediğini ifade ettikten sonra, yalan söyleyene Allah'ın lânetini dilerler ve bunu tam dörder kere tekrar ederler. Bu lanetleşmelerden sonra hâkim onların evliliğine son verir.

C) İLÂ: Lügat açısından yemin etmek ma'nâsına gelir. Istılah olarak zevceye en az dört ay süre  ile tekarrüb etmemek (temasta bulunmamak) üzere yapılan yemindir. Bu yemin bazan belli bir müddet için yapılır, ki en azı dört aydır. Bazan ebedi olarak temasta bulunmamak üzere, bazan da vakit belli etmemek suretiyle yapılır. Yeri gelince gerekli açıklama yapılacaktır.

5- ZIHAR (Müzâhere):

Lügatte iki şey arasında bir mutabakat ve  mümâselet vücuda getirmek ma'nâsındadır. “Arka” ma'nâsına olan zahr'dan  alınmadır. Istılah olarak “Kocanın, hanımını neseb, reza (süt emme) veya müsâheret suretiyle mü-ebbeten mahremi olan bir kadının kendisine bakılması câiz olmayan arkası, karnı, uyluğu gibi bir uzvuna zıhar maksadı ile benzetmesidir. Bu bir nevi boşamadır. Zira böyle bir teşbihte bulunan kimse kefârette bulunmadıkça hanımına cinsî temasta bulunamaz, şehvetle dokunamaz ve öpemez.”

RİC'AT (Rec'at'da denir): Lügat olarak bir şeyi geri çevirmek, reddetmek ma'nâsına gelir. Boşanma talebi olarak ric'î talâktan sonra, iddet içinde henüz baki olan nikahı kavlen veya fiilen devam ettirmektir. Bu suretle zevciyet bağı devam ettirilmiş olur. “Sen benim hanımımsın”, “sana geri dönüyorum” gibi bir söz bu ric'ati sağlar. Hanıma temas  veya şehvetle kucaklamak veya öpmek de fiilî bir ricat sayılır.

TEFVÎZ-İ TALÂK:

Talakda câri  olan usullerden biri tefvîz'dir. Yani mükellef kimse, hanımını

 

boşama yetkisini bir vekile veya bizzat zevcesinin velisine tevdi edebilir. İşte bu tevdi işine tefviz denir. Tefvizde üç tabir kullanılır:

Tahyir, emr bi'lyed, meşiyyet.

* TAHYİR: Bu, kocanın hanımına:   اِخْتَرِى نَفْسَكِ   “nefsini ihtiyar et” veya   اَنْتِ مُخََيَّرَةٌ   “Sen  muhayyersin” demek suretiyle gerçekleşen tefvizdir. Kadın bu durumda “İhtiyar ettim” veya “Kendimi ihtiyar ettim” veya “Talâkı ihtiyar ettim” gibi boşanmayı ihtiyar ettiğini ifade eden bir tabir kullansa boşanma hâsıl olur.

** Tahyirde sayı, tahyir suretiyle hâsıl olan boşama bâin mi, ric'î mi ve adedi nedir? Bu husus ihtilaflıdır.

Hz. Ali: “Kadın nefsini tercih ederse  bâindir tekdir, kocasını tercih ederse ric'îdir, tekdir” demiştir.

Zeyd İbnu Sâbit: “Nefsini tercih ederse üçtür, kocasını tercih ederse bâin ve tekdir” demiştir. İmam Malik bununla amel etmiştir.

Hz. Ömer ve İbnu Mes'ud: “Nefsini tercih ederse bâin ve tekdir, kocasını tercih ederse bir şey gerekmez” demişlerdir. Ebu Hanîfe bunların  fetvasıyla amel etmiştir.

İmam Şâfiî: “Tahyir bir kinayedir, öyleyse koca karısını muhayyer bırakırsa ve bununla hanımın kendisini boşamasını veya beraberliklerinin devamına karar vermesini murad etmişse ve kadın da kendisini ihtiyar ederek ayrılmaya karar vermişse, artık boşanırlar. Ancak kadın: “Ben nefsimi ihtiyar etmekle boşanmayı murad etmedim” derse sözü tasdik edilir” der, bu ifadeden tahyirde “nefs” kelimesini tasrih etmesi gerektiği ifade edilmiştir.

* EMR-İ Bİ'L-YED: Bu, kocanın, hanımına   اَمْرُكِ بِيَدِكِ   “İşin kendi elindedir” demesi suretiyle beyan ettiği tefvizdir. Bu suretle vâki olan tefvize mukabil kadın da kocasına hitaben: “Kendimi ihtiyar ettim”; “Nefsimi  sana haram kıldım”; “Nefsimi sana bâin kıldım”; “Sen bana haramsın”; “Sen benden boşsun” gibi tabirlerden birini kullansa boşanma meydana gelir.

Tahyir ile emr bi'lyed'e ait sözler birer kinâyedir. Dolayısiyle bunlarla talâkın tefviz edilmesi niyyete veya delâlet-i hale mütevakkıftır. Meşiyyete ait sözler, sarih olduğundan niyet aranmaz.

 

 

* MEŞİYYET: Erkeğin hanımına:   َلِقِى نَفْسِكِ اِنْ شِئْتِ   “Dilersen nefsini boşa” cümlesiyle yaptığı tefvizdir. Bu iki suretle yapılır: “Ya meşiyyet-i sarihadır, hemen kaydettiğimiz cümle bunun örneğidir. Ya da meşiyyet-i zimniye'dir: “Nefsini  tatlik et!” cümlesi ile tefviz edilen talâk gibi. Bu cümlede meşiyyet yani dileme keyfiyeti zımnen mevcuttur. Bu çeşit tefvizde kadının boşanma arzusunu ifade etmesiyle boşanma hâsıl olur: “Nefsimi boşadım”; “Nefsimi  bâin kıldım”; “Nefsimi sana haram kıldım” demesi gibi. Meşiyyet suretiyle yapılan tefvizde kadının “Ben nefsimi ihtiyar ettim” cümlesinin boşanma ifade etmeyeceği belirtilmiştir.

* Tefvizler ya mutlakdır, ya da zamanla mukayyeddir. Zaman da ya muayyen ya da gayr-ı muayyendir. Mesela: “nefsini boşa” sözü mutlak bir tefvizdir. “Nefsini bugün boşa” sözü muayyen bir zamanla mukayyed bir tefvizdir. “Nefsini ne vakit istersen boşa” sözü ile, gayr-i mukayyed bulunan bir tefviz-i âmmdır.

Mutlak tefvizler meclis ile  mukayyeddir. Zevce, böyle bir tefvize muttali olduğu mecliste  muhayyerdir. O mecliste kullanmadığı takdirde muhayyerliği kalmaz.

Mutlak tarzda yapılan tefvizler kocaya nazaran lâzım (bağlayıcı), kadına nazaran gayr-ı lâzımdır (bağlayıcı değildir). Bu sebeple koca yaptığı tefvizden rücu edemez, çünkü tefviz, tevkil değil, temliktir. Kadın ise bu tefvizi kabule mecbur değildir, dilerse reddeder.

Çok teferruatı olan bu mevzu fıkıh kitaplarından görülmelidir.

İDDET:

Lügat olarak tâdad, ihsâ (saymak) ve müddet ma'nâsına gelir. Istılah olarak bir erkek veya kadının boşanmadan sonra yeni bir evlenme yapamayıp  beklemesi ma'nâsına gelir. Aynı zamanda beklemeleri gereken müddete de iddet denir. Boşanan bir kadın için üç hayız müddeti, kocası ölen kadın için dört ay on gündür.

İddet erkek için de câri ise de, mutlak kullanılınca kadının iddeti kastedilir.

NOT: Bu umumî açıklama  kısmında son olarak şunu belirtmek isteriz; Boşanma bahsi dinimizin çok ehemmiyet verdiği, hassasiyet gösterdiği bir mevzudur.

 

 

Mü'minlerin bu hususta çok dikkatli olmaları gerekir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), talâkın hiçbir şaka kabul etmediğini belirtmiş, bilhassa Hanefî ülemâsı yanlışlıkla, gafletle bile ağızdan sarih bir ifadeyle bir tabir veya “boşamaya delâlet eden bir tavrın” boşamaya sebep olacağına hükmetmiştir. Şüpheli bir durum vâki olduğu zaman, bu kitapta dermeyan edilen kısa açıklamalardan fetva çıkarılmayıp, meseleyi Talâk bahsini iyi bilen, diyaneti güven veren kimselere danışmalıdır. Aksi takdirde zina hayatı yaşanmış olma muhâtarası mevzubahistir. el-Iyâzu billah.

 

TALAKTA KULLANILAN ELFÂZ

 

 

 

DUHÛLDEN (GERDEKTEN) ÖNCE BOŞAMA

 

 

ـ4058 ـ1ـ عن طاووس: ]أنَّ أبَا الصَّهْبَاءِ قَالَ بْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهما: أمَا عَلِمْتَ أنَّ الرَّجُلَ كَانَ إذَا طَلَّقَ امْرَأتَهُ ثَثاً قَبْلَ الدُّخُولِ بِهَا جَعَلُوهَا وَاحِدَةً؟ قَالَ ابنُ عَبَّاسٍ: بَلَى، كَانَ الرَّجُلُ إذَا طَلَّقَ امْرَأتَهُ قَبْلَ أنْ يَدْخُلَ بِهَا جَعَلُوهَا وَاحِدَةً عَلى عَهْدِ رَسُولِ اللَّهِ # وَأبِى بَكْرٍ، وَصَدْراً مِنْ إمَارَةِ عُمَرَ، فَلَمَّا رَأى النَّاسَ تَتَابَعُوا فِىهَا. قَالَ: أجِيزُوهُنَّ عَلَيْهِمْ[. أخرجه مسلم، وأبو داود والنسائي .

 

. (4058)- Tâvus rahimehullah anlatıyor: “Ebu's-Sahbâ [adında birisi] İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'ya [sık sık sualler sorardı]. Bir defasında: “Bir kimsenin, hanımını duhûlden (temastan) önce üç kere boşaması halinde,  âlimlerin bunu, bir talak addetiklerini bilmiyor musunuz?” dedi. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) şu cevabı verdi: “Elbette biliyorum. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz.Ebu Bekr devirlerinde  ve Hz. Ömer (radıyallahu anh)'ın hilafetinin de ilk yıllarında, bir erkek hanımını,  daha onunla temastan önce boşayacak olsa, bu bir tek talak addediliyordu. Hz. Ömer, insanların talaka düşkünlüklerini görünce: “Erkeklerin aleyhine olarak  bu talaklara müsaade ediyorum” dedi.” [Müslim, Talâk 17, (1472); Ebu Dâvud, Talâk 10, (2199, 2200); Nesâî, Talâk 8, (6, 145).]

 

1- Bu hadis, “kadına duhûlden sonra boşanma vâki oldu ise bunun üç talak, duhûlden önce vâki oldu  ise tek talak olacağı”na hükmedenler nezdinde hüccettir.

 

2- Bu hadis, başka rivayetlere ve ülemânın umumiyetle benimsedikleri hükme muhalefet ettiği için bir kısım itirazlara sebep olmuştur. Üç talak bahsinin günümüzde de zaman zaman münâkaşa edildiği, ve hatta bir anda verilen üç talâkın, Hz. Ömer'den sonra “üç ayrı talak” kabul edilmeye başlandığı yanlış inancının hâlen mevcudiyeti sebebiyle, meseleye Nevevî'nin getirdiği açıklamayı tavzih edici küçük tasarruflarla aynen kaydediyoruz: Bu  hadis, müşkil hadislerden sayılmıştır. Ülemâ, hanımına: “Sen üç talakla boşsun” diyen şahıs hakkınd ihtilaf etmiştir. Şâfiî, Mâlik, Ebu Hanîfe, Ahmed ve selef ve haleften cemâhiru'l-ülemâ: “Üç talak da vâki olur” demişlerdir.

 

 

HAYIZLI KADININ TALAKI

 

ـ4061 ـ1ـ عن ابن عمر رَضِيَ اللَّهُ عَنْهما: ]أنَّهُ طَلَّقَ امْرَأتَهُ وَهِيَ حَائِضٌ، فَسَألَ عُمََرُ رَضِيَ اللَّهُ عَنْه النَّبِيَّ # فَقَالَ: مُرْهُ فَلْيُراجِعْهَا، ثُمَّ يُمْسِكْهَا حَتّى تَطْهُرَ، ثُمَّ تَحِيضَ فَتَطْهُرَ، فَإنْ بَدَا لَهُ أنْ يُطَلِّقها فَلْيُطَلِّقْهَا قَبْلَ أنْ يَمَسَّهَا، فَتِلْكَ الْعِدَّةُ كَمَا أمَرَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ[. أخرجه الستة.وفي رواية لمسلم: ]مُرْهُ فَلْيُرَاجِعْهَا، ثُمَّ ليُطَلِّقْهَا طَاهِراً، أوْ حَامًِ[ .

 

. (4061)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre, hanımını hayızlı iken boşamış, babası Hz. Ömer (radıyallahu anh), durumu Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sormuştur. Aleyhissalâtu vesselâm da: “Ona emret, hanımına dönsün. Kadın temizleninceye kadar yanında tutsun. Sonra  tekrar hayz olup temizleninceye kadar beklesin. Kadın temizlenince boşamak dilerse, temastan önce boşasın. İşte bu, azîz ve celîl olan Allah'ın (boşama hususunda)  emir buyurduğu iddettir” buyurdu.

 

Müslim'in bir rivayetinde: “...Ona söyle, hanımına dönsün, sonra onu  temizken veya hamile iken boşasın” demiştir. [Buhârî, Talâk 2, 3, 44, 45, Ahkâm 13, Tefsir, Talâk 1; Müslim, Talak 1, (1471); Muvatta, Talâk 53, (2, 576); Ebu Dâvud, Talâk 4, (2179-2185); Tirmizî, Talâk 1, (1175); Nesâî, Talâk 1, 3, 4, (6, 137-141).]

1- Bu hadis muhtelif vecihlerle rivayet edilmiştir. Bazı rivayetlerde Hz. Abdullah (radıyallahu anh)'ın boşadığı hanımın Âmine Bintu Gıfâr olduğu tasrih edilmiştir.

 

 

2- Hadiste, kadının boşaması için “Allah'ın emir buyurduğu iddet”  tabiri geçer. Resulullah bu sözleriyle, Talak suresinin ilk âyetine işaret etmektedir. Orada meâlen  şöyle buyurulmuştur: “Ey Peygamber, kadınları boşayacağınız vakit iddetlerine doğru boşayın. O iddeti de sayın. Rabbiniz olan Allah'tan korkun.”

Âyet-i kerime'de zikri geçen iddet, sayılı âdet günleridir. Öyleyse, âyet-i kerime bu müddetin nazar-ı dikkate alınmasını, rastgele boşama yapılmamasını emretmiş olmaktadır. Yani kadın, bir temizlik müddetini çıkaracak, o esnada kadına temas edilmeyecek, müteakip bir temizlik müddetine girince temastan önce boşayacak. Sünnî talakta bu, tam  üç hayız müddetidir. Bu suretle kadının hamile kalıp kalmadığı da ortaya çıkmış olacaktır.

 

Hanefîlere göre ise âyette geçen kurû' zamanlar hayız  zamanlarıdır.

 

İddetin üç hayız devresi olduğunu söyleyen Hanefîlere göre iddet, kadının üçüncü  hayızından yıkanması veya bir namaz vaktinin geçmesiyle sona erer.

 

Kadının, belirtilen üç tuhur müddetinin her birinde bir kere olmak üzere talaklarının tamamlanarak boşanmasına sünni-i hasen denir. Eğer birinci talakla üç tuhur müddetinin geçmesi, yani iddetinin tamamlanması sağlanırsa bu çeşit boşamaya sünni-i ahsen denir.

 

4- Hadisin bazı vecihlerinde Resulullah'ın Hz. Ömer'e: “Ona emret, kadına rücû etsin, sonra temizlenince onu boşasın...” dediği rivayet edilmiştir. Hanefîler bunu esas alarak, kadını, boşadığı hayızı takip eden tuhur müddeti içerisinde boşamanın caiz olduğu hükmüne varmıştır.

 

Ahmet İbnu Hanbel'den yapılan iki rivayetten biri ve Şâfiî'den gelen iki vecihten biri de böyledir. Şâfiî'den ve Ahmed İbnu Hanbel'den gelen ikinci rivayetlerle İmam Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre bu tuhur içerisinde boşamanın yasak olması esastır.

 

5- Bazı rivayetlerde gelen “..hamile iken boşasın” ziyadesini değerlendiren ülemâ, ekseriyet itibariyle  hamile olduğu belli olan kadını boşamanın caiz olduğu görüşünde ittifak etmiştir.

 

Ehl-i Rey'den Ebu Hanîfe ile Ebu Yusuf rahimehullah “iki boşama arasında bir ay bir müddet geçmelidir”  demişlerdir. İmam Muhammed, Züfer ve Mâlik ise, “Hamile kadın, doğuruncaya kadar sadece bir talakla boşanmalıdır, bir talak  verildikten sonra doğuruncaya kadar kadın bırakılır, diğer talaklar doğmadan sonra vâki olur”  demişlerdir.

 

 

İCBAR EDİLENİN, DELİNİN, SARHOŞUN TALAKI

 

ـ4062 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللَّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللَّهِ #: كُلُّ طََقٍ جَائِزٌ إَّ طََقَ الْمَعْتُوهِ، وَالْمُكْرَهِ، وَالْمَغْلُوبِ عَلى عَقْلِهِ[. أخرجه الترمذي .

 

.(4062)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Mâtuh ve mükreh ve mecnunun talakı hariç bütün talaklar caizdir.” [Tirmizî, Talâk 15, (1191).]

 

ـ4063 ـ2ـ وعن عليّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسُولُ اللَّه #: كُلُّ طََقٍ جَائِزٌ إَّ طََقَ الْمَعْتُوهِ وَالْمُكْرَهِ، وَقَالَ: ألَمْ تَعْلَمْ أنَّ الْقَلَمَ رُفِعَ  عَنْ ثََثَةٍ: عَنْ الْمُجْنُونِ حَتّى يُفِيقَ، وَعَنِ الصَّبِّي حَتّى يُدْرِكَ، وَعَنِ النَّائِمِ حَتّى يَسْتَيْقِظَ[. أخرجه البخاري في ترجمة .

 

2. (4063)- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Mâtuh ve mükreh'inki hariç bütün talaklar  mûteberdir” ve ilave ettiler: “Bilmez misin, kalem üç (kişi)den kaldırılmıştır: İfakat buluncaya kadar “mecnun”dan, idrak edinceye kadar “çocuk”tan, uyanıncaya kadar “uyuyan”dan.” [Buhârî, Talâk 11. (Bab başlığında senetsiz olarak kaydedilmiştir.)]

 

ـ4064 ـ3ـ وفي أخرى له عن عثمان رَضِيَ اللَّهُ عَنْه: ]لَيْسَ لِسَكْرَانَ، وََ مَجْنُونٍ طََقٌ[.

3. (4064)- Yine Buhârî'nin Hz. Osman (radıyallahu anh)'tan kaydettiği diğer bir rivayette şöyle buyurulmuştur: “Ne sarhoşun ne de  mecnunun talakı mûteber değildir.” [Buhârî, Talak 11. (Bab başlığında senetsiz olarak kaydedilmiştir.)]

 

ـ4065 ـ4ـ وله في أخرى عن ابن عباس رَضِيَ اللَّهُ عَنْهما قال: ]لَيْسَ لِمُسْتَكْرَهٍ، وََ لِمَجْنُونٍ طََقٌ[ .4. (4065)- Yine Buhârî'nin İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'dan kaydettiği bir diğer rivayette şöyle buyurulmuştur: “Ne müstekreh ne de mecnunun talakı mûteber değildir.” [Buhârî, Talak, 11.

 

Ma'tûh:  Yaşlılık sebebiyle aklî zaafa (ateh) uğramış kimseye denir. Ma'tûh'un dilimizdeki  tam karşılığı bunak'tır.

 

Mükreh:  Korku ile zorlanıp, bir işi yapmaya icbar edilen  demektir. Yani iradesi ve aklı ile hareket edemeyip şu veya bu tehdid altında iş yapan kimsedir.

 

Mecnun: Bilindiği üzere, aklî noksanlığı olan kimsedir, dilimizde karşılığı delidir.

Çocuk: Dinimize göre, büluğa ermemiş kimseler çocuk sayılır ve hukuki ehliyeti yoktur, hacr altındadır. Bu onun henüz aklî olgunluğa ermemiş olmasından ileri gelir.

 

Uyuyan: Bu da  aklî kontrole sahip olunmayan haldir. Uykuda sarfedilen sözlere konuşma denmez, sayıklama denir.

 

Sarhoş: Bu, sekir verici yani alkollü bir şeyi içerek aklî kontrolünü kaybeden insan demektir.

 

 

MÜKREH: İhtilaflıdır. İbrahim Nehâî “mükreh'in talâkı mûteberdir, çünkü bunlar nefsini kurtarmıştır” der. Ehl-i Rey (Hanefîler) de bu görüştedir.

 

SORHOŞ'un durumu da ihtilaflıdır. Tâbiînden Said İbnu Müseyyeb, Hasan Basrî, İbrahim Nehaî, Zührî, Şâbî  gibi bir kısmı, sarhoşun  talakının vâki olduğuna hükmetmişlerdir. Evzâî, Sevrî, İmam Mâlik, Ebu Hanîfe de bu görüştedirler.

 

Şâfiî hazretlerinden iki görüş rivayet edilmiştir. Esahh olanı talakın vukuudur.

 

HATA VE UNUTMA: Bu vesile ile şu hususu da kaydetmede fayda var: İslam âlimleri hangi hallerde talakın vâki olacağını tahlil ederken, kişinin ağzından hatâen veya nisyânen yani yanılarak ve unutarak talak ifade eden söz çıkacak olsa, talak vaki olur mu, olmaz mı hususunda münakaşa etmiştir. Bazı  âlimler, âyet ve hadisten delil göstererek “vâki olmaz” derken, bazıları “olur” demiştir. “Vâki olmaz” diyenler   رَبَّنَا َ تُؤاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَأْنَا   “Ey Rabbimiz, unutur veya hatâ edersek bizi sorumlu tutma” (Bakara 286) âyeti ile İbnu Mâce'de gelen   اِنَّ اللَّهَ تَجَاوَزَ عَنْ اُمَّتِي الْخَطَأ وَالنِّسْيَانَ وَمَا اسْتُكْرِهُوا عَلَيْهِ   “Allah Teâlâ Hazretleri ümmetimden yanılarak, unutarak, zorlanarak yaptıklarını affetmiştir” hadisine dayanırlar.   Bilhassa bu rivayette, üç durumun hükmü bir tutulmuş, aralarında eşit kılınmıştır. Hata, unutma, icbar (ikrah). Cumhur bu  hallerde  nikah vâki olmaz görüşüne aksi kanaattedir: “Bir kimse hanımına bir şey demek istese ancak yanlışlıkla ağzından “sen boşsun”  cümlesi çıkıverse, hanımı boş olur.”

MECNUN: Mecnunun (delinin) fiillerinden sorumlu olmayacağı hussunda âlimler icma etmişlerdir. Ayrıca talaklarının sayılmayacağı da sarih rivayetler de gelmiştir.

 

ÇOCUK: Çocuğun talakı hususunda bazı ihtilaflar olmuştur. Bu belki de “çocuk” yani (tıfl ve sabiy) kelimelerinin doğumdan bülûğa kadar olan safhadakilerin hepsi için kullanılmasından ileri gelmektedir. Halbuki  bu yaşlar arasındaki küçüklerin hepsi aynı akıl ve olgunluk seviyesinde değildir.

 

Nitekim İbnu'l-Müseyyeb ve Hasan Basrî'nin: “Çocuğun aklı eriyor ve temyiz edebiliyorsa talakının caiz olduğu”nu söylerler.

 

Ahmed İbnu Hanbel “oruca dayanabilen çocuğa hadd tatbik edilebileceğini” söyler.

 

Atâ da oniki yaşına gelen çocuğun böyle olacağını söylemiştir. İmam Mâlik de  “büluğa yaklaşmışsa” çocuğa bu ahkâmın cari olacağını söylemiştir. Ancak  cumhur büluğa  ermedikçe çocuğun hukukî ehliyete sahip olmayacağına, dolayısiyle talakının da caiz olmayacağına hükmetmiştir.

Buhârî'nin bir rivayetinde Hz. Ali'nin   كُلُّ طََقٍ جَائِزٌ اَِّ طََقَ الْمَعْتُوهٍ   “Ma'tuhunki hariç, bütün talaklar caizdir” dediği rivayet edilmiş ve buradan çocuğun talakı da caizdir ma'nâsının çıkarılabileceğine dikkat çekilmiştir. Tirmizî, bu hadisi, sonuna   اَلْمَغْلُوبُ عَلى عَقْلِهِ    ibaresinin ziyadesiyle merfu olarak kaydeder.

 

Ülemâ yanlışlığa meydan vermemek için ma'tûhtan muradın ennâkısu'l-akl yani aklı noksan kimse olduğunu belirtir ve bu ibarenin içine çocuk, deli ve sarhoş'un girdiğini söyler.

 

Cumhur ma'tûhtan sâdır olan talaka itibar edilmemesi gereğine hükmetmiştir.

 

 

NİKAHDAN ÖNCEKİ TALÂK

 

ـ4066 ـ1ـ عن مالك: ]أنَّهُ بَلَغَهُ أنَّ عُمَرَ بنَ الخَطَّابِ، وَعَبْدَ اللَّهِ بنَ مَسْعُودٍ، وَسَالِمَ ابْنَ عَبْدِ اللَّهِ، وَالْقَاسِمَ بنَ مُحَمَّدٍ، وَابْنَ شِهَابٍ، وَسُلَيْمَانَ بنَ يَسَارٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهم كَانُوا يَقُولُونَ: إذَا حَلَفَ

الرَّجُلُ بِطََقِ المَرأةِ قَبْلَ اَنْ يَنْكِحَهَا ثُمَّ أثِمَ أنَّ ذلِكَ َزِمٌ لَهُ إذَا نَكَحَهَا[ .

 

. (4066)- İmam Mâlik'e ulaştığına göre, Ömer İbnu'l-Hattâb ve Abdullah İbnu Mes'ud, Salim İbnu Abdillah, Kasım İbnu Muhammed, İbnu Şihab, Süleyman İbnu Yesâr (radıyallahu anhüm) şöyle hükmediyorlardı: “Kişi evlenmezden önce hanımını boşadığına dair yemin eder de sonra (yeminini  tutmayarak) günah işlerse, işte bu, evlenince o adama gerekli olur.” [Muvatta, Talâk 73, (2, 584).]

 

AÇIKLAMA:

 

Burada, henüz bekar iken, hanımının nikahı üzerine bir hususta yemin edip sonra o söylediğini yapamayarak hânis olan kimsenin durumu açıklığa kavuşturulmaktadır.

 

Ancak cumhur, Ahmed, Şâfiî, Mâlik gibi daha başkaları da böyle bir durumda talâkın vâki olmayacağına hükmetmişlerdir.

 

Ebu Hanîfe ve Ashabı: “Mutlak olarak vâki olur, çünkü bir şarta talik etmek yemindir, yeminin sıhhati, yemin edilen şeyin kendisine sahip olmayı gerektirmez, nitekim Allah Teâlâ'ya yapılan yeminde öyledir”  demiştir.

 

 

MÜTEFERRİK HÜKÜMLER

 

ـ4080 ـ1ـ عن عبداللَّهِ بن عمر رَضِيَ اللَّهُ عَنْهما قال: ]طََقُ السُّنَّةِ أنْ يُطَلِّقَهَا طَاهِراً مِنْ غَيْرِ جِمَاعٍ[. أخرجه النسائي. قلت: وترجم بهِ البخاري، واللَّه أعلم .1. (4080)- Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Talâku'ssünne (sünnete uygun boşama), kadını temizlik döneminde cimada bulunmadan yapılan boşamadır.” [Nesâî,Talâk 2, (6, 140).]

 

ـ4081 ـ2ـ وعن مالك قال: ]سَمِعْتُ ابنَ المُسَيَّبِ وَحُمَيدَ بنَ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بن عُوفٍ وَعُبَيدَ اللَّهِ بنَ عَبْداللَّهِ بن عُتبةَ وَسُلَيْمَانَ بن يَسَارٍ، كُلُّهُمْ يَقُولُ: سَمِعْتُ أبَا هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْه يَقُولُ: سَمِعْتُ عُمَرَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْه يَقُولُ: أيُّمَا امْرَأةٍ طَلَّقَهَا زَوْجُهَا تَطْلِيِقَةً أوْ تَطْلِقَتَيْنِ ثُمَّ تَرَكَهَا حَتّى تَحِلَّ وَيَتَزوَّجَهَا زَوْجٌ غَيْرُهُ فَيَمُوتُ عَنْهَا أوْ يُطَلِّقُهَا ثُمَّ يَرُدُّهَا ا‘وَّلُ، أنَّهَا تَكُونُ عِنْدَهُ عَلى مَا بَقِي مِنْ طََقِهَا[.قال مالك رحمه اللَّهُ: وتلك السنة التي  خف فيها عندنا .2. (4081)- İmam Mâlik anlatıyor: “İbnu'l-Müseyyeb'i, Humeyd İbnu Abdirrahmân İbni Avf'ı, Ubeydullah İbni Abdillah İbni Utbe'yi, Süleyman İbnu Yesâr'ı dinledim, hepside Ebu Hüreyre'nin şöyle söylediğini işitmiş olduklarını bildirdiler: “Ben Hz. Ömer (radıyallahu anh)'ı dinledim. Demişti ki: “Bir kadını kocası, bir veya iki talakla boşayıp, kadını (iddeti bitip de başkasına) helal oluncaya kadar bıraksa, kadın da bir başka erkekle evlense, bu ikinci koca ölse

 

veya kadını boşasa, sonra kadın tekrar ilk kocası ile  evlense, bu kadın onun yanında, önceden baki kalan talak(lar) üzerine olur.”

İmam Mâlik der ki: “İşte bu, hiç bir ihtilaf olmaksızın kabullendiğimiz sünnettir.” [Muvatta, Talâk 77, (1, 586).]

AÇIKLAMA:

Bu rivayet, bir kadın bir veya iki talakla boşanıp, iddetin dolması ile talak-ı bâin hâsıl olunca ikinci bir erkekle evlendikten sonra meşru şartlar çerçevesinde eski kocasına tekrar yeni bir evlilikle  dönmesi durumunda, talak adedinin önceki boşanmadan bâki kalan miktar üzerine olacağını ifade eder.

İmam Mâlik, Dâru'ssünne olan Medine'de bu görüşün benimsendiğini belirtir. Eimme-i selâse, Sahâbe ve Tâbiîn'in cumhurları da bu görüştedir. Bunlara göre, ikinci koca, üçten aşağı talakları ketmedemez (yok edemez). Çünkü o,  evlenmezden önce evvelkinin kadına ricatine mani olamaz.

Ebu Hanîfe ve Sahâbe ve Tâbiînden bazıları ise, ikinci kocanın üçü ketmettiği gibi üçten aşağı talakları da ketmedeceği görüşündedirler. Öyle ise, bunlara göre kadın önceki kocaya döndü mü, bununla ismet-i kâmile üzere olur yani üç talâk bağıyla evlenir.

 

ـ4082 ـ3ـ وعن محارب بن دِثَار عن ابن عمر رَضِيَ اللَّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسولُ اللَّه #: مَا أحَلَّ اللَّهُ شَيْئاً أبْغَضَ إلَيْهِ مِنَ الطََّقِ[.وفي أخرى »أبْغَضُ الحََلِ إلى اللَّهِ الطََّقُ«. أخرجه أبو داود .3. (4082)- Muharib İbnu Disâr, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'dan naklen anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah'ın, helal kıldıkları arasında en sevmediği şey talaktır.”

Bir diğer rivayette ise şöyle gelmiştir: “Allah'ın en sevmediği helal, talaktır.” [Ebu Dâvud, Talâk 3, (2177, 2178).]

 

 

AÇIKLAMA:

 

Şunu da belirtelim ki, “boşama” hadisesini mutlak olarak mekruh, çirkin, istenmeyen bir vakıa kabul etmek de doğru değildir.

 

Hattâbî şöyle der: “Hadiste ifade edilen kerâheti, boşamaya sevkeden sebeple açıklamak mümkündür. Geçimsizlik, boşanmayı gerektirecek ciddî bir şey olmaması gibi. Bu çeşit  boşamalar çirkindir. Aslında “boşama”  hadisesi mutlak ma'nâda  çirkin değildir. Nitekim Allah talâkı mübah kılmış ve Resulullah'tan da bazı kadınlarını boşayıp tekrar rücu ettiği sabit olmuştur. İbnu Ömer karısını seviyordu, ama  babası Hz. Ömer, oğlu Abdullah'ın onunla  beraberliğini istemiyordu. Durumu Resulullah'a şikayet etti. Aleyhissalâtu vesselâm İbnu Ömer'i çağırttı ve: “Ey Abdullah, hanımını boşa!” diye emretti, o da boşadı. Resulullah Aleyhissalâtu vesselâm Allah'ın hoşlanmayacağı emri vermez.”

 

Münâvî, boşamanın kötülenmiş olmasını, ondan hâsıl olan menfî neticelerle izah eder:

 

1-      Birlik bağı kopmakta.

 

2-     İsmet bağı çözülmekte, bundan da, ümmetin çoğalma sebebi olan “nesil” azalmaya uğramaktadır.

 

3-     Boşanma, cemiyetin huzuruna da menfi tesir eder. Aileler, fertler arası tatsızlıklara sebep olur. Ayrıca, çocukların terbiye işi aksar.

 

4-     Tîbî der ki: “Hadiste, bazı helalleri çirkin addetme, onlara buğzetmenin meşru olduğu, Allah'ın da onlara buğzettiği belirtilmektedir. Nitekim, özürsüz olarak evde kılınan münferid namaz, gasbedilen elbise içinde kılınan namaz da böyledir.”

 

5-     Bir haberde geldiği üzere, şeytanın en ziyade sevdiği şey karıkoca arasını açmaktır.

 

6-     Sadedinde olduğumuz hadisteki buğzdan murad, neticedir, mebde değil. Zira buğz, Allah'ın değil mahlukatın sıfatlarındandır. Allah ondan münezzehtir. Benzer sıfatlarla ilgili prensip şudur: “Gadab, rahmet, ferah, sürûr, haya, tekebbür, istihza gibi nefsani ârazların bir evveliyatı  bir de nihâyâtı vardır. Bunlar Allah Teâlâ hakkında cisimlerin hâsseleri olan evveliyata değil, gayelere (nihayetlere) hamledilir. Öyleyse, bu hususu hatırında iyi tut, çünkü o, çokca karşılaşacağın benzer şeylerde sana faydalıdır.”

 

 وعن ثوبان رَضِيَ اللَّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسولُ اللَّهِ #: أيُّمَا امْرَأةٍ سَألَتْ زَوْجَهَا طََقَهَا مِنَ غَيْرِ مَا بَأسٍ فَحَرَامٌ عَلَيْهَا رَائِحَةُ الْجَنَّةِ[. أخرجه أبو داود والترمذي .

 

4. (4083)- Sevbân (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Hangi kadın, (çok ciddî) bir gerek yokken kocasına boşanma talebinde bulunursa, bilsin ki, cennetin kokusu kendisine haramdır.” [Ebu Dâvud, Talâk 18, (2226); Tirmizî, Talâk 11, (1187); İbnu Mâce, Talâk 21, (2055).]

 

ـ4087 ـ8ـ وعنه رَضِيَ اللَّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسُولُ اللَّهِ #: ثََثَةٌ جَدُّهُنَّ جَدٌّ وَهَزْلُهُنَّ جَدٌّ: النِّكَاحُ، وَالطََّقُ، والرَّجْعَةُ[. أخرجه أبو داود والترمذي .

 

7-     Yine Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Üç şey vardır ki onların ciddisi de ciddi, şakası da ciddidir: Nikâh, talâk, ric'at.” [Ebu Dâvud, Talâk 9, (2194); Tirmizî, Talâk 9, (1184).]

 

 

8-     Hattâbî der ki: “Ehl-i ilmin kâhir çoğunluğu şu hususta ittifak etmiştir: “Talâka delâlet eden  sarih lafız, bâliğ, âkil bir insanın dilinden dökülecek olursa o bundan sorumlu tutulur.” Onun: “Ben şaka yapıyorum”; “laf olsun diye söylemiştim”; “boşamaya niyet etmemiştim” gibi mazeretler ileri sürmesi fayda vermez. Bu hükme, bir kısım âlimler şu âyetten delil getirmişlerdir:    وََ تَتَّخِذُوا اياتِ اللَّهِ هُزُواً   “Allah'ın âyetlerini eğlence yerine tutmayın” (Bakara 231).

 

Denir ki: “Eğer bu meselede halka suhûlet gösterilmiş olsaydı, bunlarla ilgili hükümler muattal hale gelirdi. Öyle ki boşayan  veya evlenen veya köle âzad eden kimsenin “Ben bu sözümde şaka yapmıştım” demeyeceğinden emin olunamazdı. Bu davranışla da Allah'ın hükmü iptal olurdu. Bu ise caiz değildir. Bu hadiste zikri geçen şeylerden herhangi birini kim telaffuz ederse, hükmü ona terettüp eder. Aksi bir iddiada bulunsa ondan kabul edilmez. Bu üç şeyin zikri  ferçle ilgili umurun ehemmiyetini tekid içindir.”

9-     Bazı rivayetlerde şakası olmayan üç şeyin üçüncüsü olarak Itâk zikredilir: “Üç şey vardır onlarda eğlence  caiz değildir: talâk, nikah, ıtak... Kim bunları telaffuz ederse vacib oluverirler.”

 

Kütüb-i Sitte, İ. CANAN, 11/ 399-460





[1] el-BakaraSûresi: 2/234
[2]  el-BakaraSûresi: 2/228
[3]Talâk Sûresi: 65/4
[4]Talâk Sûresi: 65/4
[5] İddet;Hanefî ve Hanbelî mezheblerinde, ilk temizlik başından, üçüncü hayzın sonuna kadar olan zamandır. Şâfiî ve Mâlikî mezheplerinde üç temizlik geçinceye kadardır. Hayz görmüyorsa, talak için üç ay, ölüm için dört ay on gündür.  Haccın edâ şartlarından birisi de kadın iddet hâlinde olmamaktır.  İddet bekleyen kadınla iddeti bitinceye kadar evlenilmez.  (İbn-i Âbidîn)
[6] Ayise, belli bir yaşa varıp hayızdan kesilen kadınlara denir. Bu hale de iyâs denir. İyâs yaşı her şahsa göre değişebilir. Ortalama 55 yaş kabul edilmiştir.