22 Kasım 2016 Salı

AF VE ‘ÂFİYET---İNSANLAR, ALTIN VE GÜMÜŞ BİRİKTİRDİKLERİNDE SİZ, ŞU KELİMELERİ BİRİKTİRİNİZ!


AF VE ‘ÂFİYET

ÂFİYET: Dînin ve i’tikâdın bid’at-lerden, amelin ve ibâdetin âfetlerinden, nefsin şehvetlerinden, kalbin hevâ ve heveslerinden, şeytanın ve şeytanlaşmış insanların vesveselerinden ve bedenin hastalıklardan selâmet bulması, kurtulması demektir.

 

٣٨٤٨- حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ إِبْرَاهِيمَ الدِّمَشْقِيُّ قَالَ: حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِي فُدَيْكٍ قَالَ: أَخْبَرَنِي سَلَمَةُ بْنُ وَرْدَانَ، عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ: أَتَى النَّبِيَّ رَجُلٌ، فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، أَيُّ الدُّعَاءِ أَفْضَلُ؟ قَالَ: "سَلْ رَبَّكَ الْعَفْوَ وَالْعَافِيَةَ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَ." ثُمَّ أَتَاهُ فِي الْيَوْمِ الثَّانِي فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، أَيُّ الدُّعَاءِ أَفْضَلُ؟ قَالَ: "سَلْ رَبَّكَ الْعَفْوَ وَالْعَافِيَةَ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ." ثُمَّ أَتَاهُ فِي الْيَوْمِ الثَّالِثِ فَقَالَ: يَا نَبِيَّ اللَّهِ، أَيُّ الدُّعَاءِ أَفْضَلُ؟ قَالَ:

"سَلْ رَبَّكَ الْعَفْوَ وَالْعَافِيَةَ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ، فَإِذَا أُعْط۪يتَ الْعَفْوَ وَالْعَافِيَةَ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ، فَقَدْ أَفْلَحْتَ."[1]

3848--- Enes b. Mâlik (r.’anhümâ)’den rivâyete gö­re; bir adam Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’e geldi ve:

 

--- Yâ Rasûlellâh! --- “Hangi duâ daha değerli ve kıymetlidir”  (hangi duâ daha efdâl, hayırlı ve fazîletlidir?)” diye sordu.

 

Rasûl-i Ekrem (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) (adama):

 

--- “Rabbinden dünyâda ve âhirette af (selâmet) ve âfiyet dile (iste)”, buyurdu.

 

Sonra adam (Resûlellâh’a) ikinci gün gelerek tekrar: --- “Yâ Rasûlellâh! Hangi duâ daha değerli ve kıymetlidir”  “(hangi duâ daha efdâl, hayırlı ve fazîletlidir?)” diye sordu.

 

Rasûl-i Ekrem (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) (adama):

 

--- “Rabbinden dünyâda ve âhirette af (selâmet) ve âfiyet dile (iste)”, buyurdu.

 

Sonra adam (Resûlellâh’a) üçüncü gün gelerek tekrar: --- “Yâ Rasûlellâh! Hangi duâ daha değerli ve kıymetlidir”  “(hangi duâ daha efdâl, hayırlı ve fazîletlidir?)” diye sordu.

 

Rasûl-i Ekrem (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) (adama):

 

--- “Rabbinden dünyâda ve âhirette af (selâmet) ve âfiyet dile (iste).   Sana dün­yâda ve âhirette af ve âfiyet verilince (verilmişse) şüphesiz (zâten) kurtuluşa ermiş olursun!” Buyurdu."[2]

٣٥٩٤- حَدَّثَنَا أَبُو هِشَامٍ الرِّفَاعِيُّ مُحَمَّدُ بْنُ يَزِيدَ الكُوفِيُّ قَالَ: حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ اليَمَانِ قَالَ: حَدَّثَنَا سُفْيَانُ، عَنْ زَيْدٍ العَمِّيِّ، عَنْ أَبِي إِيَاسٍ مُعَاوِيَةَ بْنِ قُرَّةَ، عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ : "الدُّعَاءُ لَا يُرَدُّ بَيْنَ الأَذَانِ وَالإِقَامَةِ." قَالُوا: فَمَاذَا نَقُولُ يَا رَسُولَ اللَّهِ؟ قَالَ: "سَلُوا اللَّهَ العَافِيَةَ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ": "هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ." وَقَدْ زَادَ يَحْيَى بْنُ اليَمَانِ فِي هَذَا الحَدِيثِ هَذَا الحَرْفَ، قَالُوا: فَمَاذَا نَقُولُ؟ قَالَ: "سَلُوا اللَّهَ العَافِيَةَ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ."

3594- Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlüllâh (s.a.v.) şöyle buyurdu:

 

--- “Ezân ile kamet arasında yapılan duâ geri çevrilmez.”

 

Bunun üzerine ashâb: --- “Ey Allâh’ın Rasûlü! öyleyse hangi duâyı yapalım?” dediler.

 

Şöyle buyurdu: “Allâh’tan afv ve ‘âfiyet dileyiniz hem bu dünyâ hemde âhiret için.”[3]

 

٣٤-٣٥- (٢٦٩٧) حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ أَزْهَرَ الْوَاسِطِيُّ، حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ، حَدَّثَنَا أَبُو مَالِكٍ الْأَشْجَعِيُّ، عَنْ أَبِيهِ، قَالَ: كَانَ الرَّجُلُ إِذَا أَسْلَمَ، عَلَّمَهُ النَّبِيُّ الصَّلَاةَ، ثُمَّ أَمَرَهُ أَنْ يَدْعُوَ بِهَؤُلَاءِ الْكَلِمَاتِ: "اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ ل۪ي، وَارْحَمْن۪ي، وَاهْدِن۪ي، وَعَافِن۪ي وَارْزُقْن۪ي."

Mârlik bin Eşce’î (r.a.) babasındandan rivâyet ettiğine göre: --- “Bir adam müslüman olduğu zaman, Allâh Rasûlü (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) önce ona namaz kılmasını, sonra şöyle duâ etmesini öğretirdi:

 

--- “Allâh’ım! Beni bağışla, bana merhamet et, bana hidâyet nasîb eyle, bana âfiyet ve (hayırlı) rızık ver.”[4]

١٩٣٨- حَدَّثَنَا أَبُو الْعَبَّاسِ مُحَمَّدُ بْنُ يَعْقُوبَ، ثنا الرَّبِيعُ بْنُ سُلَيْمَانَ، ثنا بِشْرُ بْنُ بَكْرٍ، حَدَّثَنِي سُلَيْمُ بْنُ عَامِرٍ، قَالَ: قَالَ: سَمِعْتُ أَوْسَطَ الْبَجَلِيَّ، عَلَى مِنْبَرِ حِمْصٍ، يَقُولُ: سَمِعْتُ أَبَا بَكْرٍ الصِّدِّيقَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عَلَى مِنْبَرِ رَسُولِ اللَّهِ ، يَقُولُ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ يَقُولُ: قَالَ: فَاخْتَنَقَتْهُ الْعَبْرَةُ وَبَكَى، ثُمَّ قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ عَلَى هَذَا الْمِنْبَرِ يَقُولُ عَامَ أَوَّلَ: "سَلُوا اللّٰهَ الْعَفْوَ وَالْعَافِيَةَ، وَالْي۪قِينَ فِي الْاُولٰى وَالْاٰخِرَةِ، فَإِنَّهُ مَا أُوتِي الْعَبْدُ بَعْدَ الْيَق۪ينِ خَيْرًا مِنَ الْعَافِيَةِ."[5]

Hz. Ebû Bekir (r.’a.) minberde ayağa kalkmış ve ağlayarak insanlara şöyle hitâb etmişti:

 

--- "Rasûlüllâh (s.a.v.) hicretin ilk yılında minberde ayağa kalktı ve ağladıktan sonra şöyle buyurdu:

 

Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) efendimiz buyurdu ki: --- “Allâh-ü Te’âlâ’dan af, ‘âfiyet ve yakîn (sağlam îmân) isteyin. Çünkü hiçbir kimseye yakînden (Îmân-dan) sonra, ‘âfiyetten büyük ni’met yoktur.”[6]

٨٣٢- حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، حَدَّثَنَا وَكِيعُ بْنُ الْجَرَّاحِ، حَدَّثَنَا سُفْيَانُ الثَّوْرِيُّ، عَنْ أَبِي خَالِدٍ الدَّالَانِيِّ، عَنْ إِبْرَاهِيمَ السَّكْسَكِيِّ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِي أَوْفَى، قَالَ: جَاءَ رَجُلٌ إِلَى النَّبِيِّ فَقَالَ: إِنِّي لَا أَسْتَطِيعُ أَنْ آخُذَ مِنَ الْقُرْآنِ شَيْئًا فَعَلِّمْنِي مَا يُجْزِئُنِي مِنْهُ، قَالَ: " قُلْ: سُبْحَانَ اللَّهِ، وَالْحَمْدُ لِلَّهِ، وَلَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ، وَاللَّهُ أَكْبَرُ، وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ الْعَلِيِّ الْعَظِيمِ." قَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، هَذَا لِلَّهِ عَزَّ وَجَلَّ فَمَا لِي، قَالَ: " قُلْ: "اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ ل۪ي، وَارْحَمْن۪ي، وَاهْدِن۪ي، وَعَافِن۪ي وَارْزُقْن۪ي." فَلَمَّا قَامَ قَالَ: هَكَذَا بِيَدِهِ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ : "أَمَّا هَذَا فَقَدْ مَلَأَ يَدَهُ مِنَ الْخَيْرِ."[7]

832--- … Abdullah Ebî Evfâ (r. ‘anhümâ) anlatıyor: --- “Bir adam Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)'e gelerek:

 

--- “Benim Kur'ân-dan (kafama) bir şey almaya gücüm yetmiyor. Bana birşeyler öğret dedi.”

 

Bunun üzerine Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem); --- “Sen; Sübhânellâh-i ve bi hamdihî ve lâilâhe illellâh-ü vallâh-ü ekber. Velâ havle velâ kuvvete illâ billâh = Allâh-ım seni tenzîh ederim, hamdler sana mahsûstur. Allâh'dan başka ilâh yoktur, Allâh en büyüktür, güç ve kuvvet sâdece (yüce ve büyük olan) Allâh'ındır (duâsını) de.” buyurdu.

 

Adam: --- “Ey Allâh'ın Rasûlü, bu (zikir) Allâh içindir (O'nu senâdır). Kendim için (duâ olarak) ne (okuya­yım?) dedi.”

 

Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem); --- “Ey Allâh'ım, merhamet et (bana acı), bana âfiyet ver. Beni hidâyete erdir ve bana (helâl) rızık ver, diye duâ et.” Buyurdu.

 

--- Adam (dinleyip, ayağa kalkınca) (yumduğu) ellerini sıkıp göstererek: --- “İşte böyle (sımsıkı belledim!), dedi.”

 

Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm), bunun üzerine: --- "İşte bu adam iki elini de hayırla doldurdu!" buyurdu.[8]

 

وَقَالَ ابْنُ أَبِي حَاتِمٍ: حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ عَبْدِ الصَّمَدِ الدِّمَشْقِيُّ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عُثْمَانَ يَعْنِي أَبَا الْجُمَاهِرِ، حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ عَيَّاشٍ، حَدَّثَنَا عَاصِمُ بْنُ رَجَاءِ بْنِ حَيْوَة عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِي الدَّرْدَاءِ يَرْفَعُهُ قَالَ:

" ... مَا اَحَلَّ اللّٰهُ في كِتَابِه۪ فَهُوَ حَلَالٌ وَمَا حَرَّمَهُ هُوَ حَرَامٌ وَمَا سَكَتَ عَنْهُ فَهُوَ عَافِيَةٌ فَاقْبِلُوا مِنَ اللّٰهِ عَافِيَتَهُ فَإِنَّ اللّٰهَ لَمْ يَكُنْ لَيَنْسٰى شَيْئًا."[9] ثُمَّ تَلَا هٰذِهِ الْاٰيَةَ وَما كانَ رَبُّكَ نَسِيًّا.[10]  

"Allâh kitâbında her ne helâl kılmışsa o helâldir, her ne harâm kıldı ise o da harâmdır. Sükût buyurduğu şey de âfiyettir. Allâh'dan âfiyetini kabûl edin. Zîrâ Allâh herhangi bir şeyi unutucu değildir."[11]

٦٣٢- حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ عُمَرَ الرَّقِّيُّ، ثنا حَفْصُ بْنُ عُمَرَ الْحَوْضِيُّ، ثنا مُرَجًّى بْنُ رَجَاءٍ، عَنْ حُسَيْنِ بْنِ ذَكْوَانَ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ بُرَيْدَةَ، عَنْ بَشِيرِ بْنِ كَعْبٍ الْعَدَوِيِّ، عَنْ شَدَّادِ بْنِ أَوْسٍ الْأَنْصَارِيِّ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ لِي رَسُولُ اللَّهِ : "يَا شَدَّادُ بْنَ أَوْسٍ! "إِذَا كَنَزَ النَّاسُ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ فَاكْنِزْ هَؤُلَاءِ الْكَلِمَاتِ: "اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الثَّبَاتَ فِي الْأَمْرِ، وَالْعَزِيمَةَ عَلَى الرُّشْدِ، وَأَسْأَلُكَ شُكْرَ نِعْمَتِكَ، وَحُسْنَ عِبَادَتِكَ، وَأَسْأَلُكَ الْغَنِيمَةَ مِنْ كُلِّ بِرٍّ، وَالسَّلَامَةَ مِنْ كُلِّ إِثْمٍ، وَأَسْأَلُكَ قَلْبًا سَلِيمًا وَلِسَانًا صَادِقًا، وَأَسْأَلُكَ مِنْ خَيْرِ مَا تَعْلَمُ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا تَعْلَمُ، وَأَسْتَغْفِرُكَ لِمَا تَعْلَمُ، إِنَّكَ أَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ، اللَّهُمَّ لَا تَدَعْ لِي ذَنْبًا إِلَّا غَفَرْتَهُ، وَلَا هَمًّا إِلَّا فَرَّجْتَهُ، وَلَا كَرْبًا إِلَّا نَفَّسْتَهُ، وَلَا ضُرًّا إِلَّا كَشَفْتَهُ، وَلَا دَيْنًا إِلَّا قَضَيْتَهُ، وَلَا عَدُوًّا إِلَّا أَهْلَكْتَهُ وَلَا حَاجَةً مِنْ حَوَائِجِ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ إِلَّا قَضَيْتَهَا يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ "[12]
İNSANLAR, ALTIN VE GÜMÜŞ BİRİKTİRDİKLERİNDE SİZ, ŞU KELİMELERİ BİRİKTİRİNİZ!
Şeddâd İbn-i Evs (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlüllâh (s.a.v.) şöyle buyurdu:

--- “Ey Şeddâd b. Evs; insanlar, altın ve gümüş biriktirdiklerinde siz, şu kelimeleri biriktiriniz!

--- “Allâh-ım! Sen’den; bütün (hayırlı) işlerde sebât, olgunlukta azîmet,[13] istiyor ve taleb ediyorum.

Allâh-ım! Sen’den; ni’metine şükür, Sana güzel ibâdet, bütün iyiliklerden nasîblenmemi (iyilikleri ihsân etmeni), bütün kötülüklerden selâmette kalmamı (Bütün günâhlardan beni sâlim kılmanı), istiyor ve taleb ediyorum.

Allâh-ım! Sen’den; kalb-i selîm (şirkten ve bütün günâhlardan Temizlenmiş bir kalb), doğru söyleyen bir dil, istiyor ve taleb ediyorum.

Allâh-ım! Sen’den; Senin bildiğin bütün hayırları (iyilikleri), istiyor ve taleb ediyorum.

Allâh-ım! Senin bildiğin bütün şerlerin kötülüğünden, Sana sığınıyorum.

Allâh-ım! Sen’den; Senin bildiğin –benim bilemediğim günâhlarım- için, Sen’den bağışlama diliyorum.

Muhakkâk ki, Allâme’l-Ğuyûb (bütün gâibleri hakkıyla bilen) Sensin Allâh-ım!.[14]

Bağışlanmamış günâhımı bırakma Allâh-ım! Günâhlarımı affeyle yâ Rabbi! Zîrâ günâhları affedici olan ancak ve ancak Sensin.  

Bende hâsıl olan sıkıntılarımı, gam, keder, üzüntü ve tasalarımı gider, (dünyâ âhiret borçlarımı öde) rızâna uygun olan bütün isteklerimi kabûl eyle.

Düşmanlarımı helâk eyle, ancak buna gücü yeten Sensin. Dünyâ ve âhirete âit ihtiyaçlarımı hall-ü âsân eyle! İhtiyaçları gideren ancak Sensin.

Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allâh-ım![15]



[1] سنن تاترمذي، كتاب الدعوات (٤٤)، باب (٨٤)، رقم الحديث:٣٥١٢، ص:٥٥٣؛ سنن إبن ماجة، كتاب الدعآء (٣٤/٢٦)، باب: الدعاء بالعفو والعافية (٥/٥)، رقم الحديث:٣٨٤٨، ص:٨٦٧.
[2] Tirmizi, De’avât (Duâ Bölümleri) (44), Dünya Ve Âhirette Âfiyet İstemek Herşey Yerine Geçer Mi? Bâbı (84), Hadîs no:3512, 3595, s.553; Ebû Dâvûd, Salat: 27; Sünen-i İbn-i Mâce, Kitâbü’d-Dü’â (34/26), Af Ve Afiyet İçin Duâ Etmek Bâbı (5), Hadîs no:3848, s.867; Müsned-i Ahmed bin Hanbel, Hadîs no: 12291, s.19/304.
[3] Tirmizî, De’avât (Duâ Bölümleri) (44), Ezanla Kâmet Arasında Ne İstemeliyiz? Bâbı (129), Hadîs no:3594-3595, s.563-564; Ebû Dâvûd, Salat: 27.
[4] Müslim, Kitâbü’z-Zikir ve Duâ (48), Tehlîll, Tesbîh Ve Duâ (10), Hadîs no:34-35 (2697), s.1081.
[5] الكتاب: المستدرك على الصحيحين، المؤلف: أبو عبد الله الحاكم محمد بن عبد الله بن محمد بن حمدويه بن نُعيم بن الحكم الضبي الطهماني النيسابوري المعروف بابن البيع (المتوفى: ٤٠٥ هـ)، تحقيق: مصطفى عبد القادر عطا، الناشر: دار الكتب، العلمية – بيروت، الطبعة: الأولى، ١٤١١ – ١٩٩٠، عدد الأجزاء: ٤، ص:١/٧١١. (هَذَا حَدِيثٌ صَحِيحُ الْإِسْنَادِ، وَلَمْ يُخَرِّجَاهُ، وَقَدْ رُوِيَ بِغَيْرِ هَذَا اللَّفْظِ مِنْ حَدِيثِ ابْنِ عَبَّاسٍ.)
[6] Müsned-i Ahmed bin Hanbel, Hadîs no:6, 44, 46, s.1/185; Hakîm Müstedrek, KiTâbü’d-Du’â ve’t-Tekbîr ve’t-Tehlîl, Hadîs no:1938, s.1/711.
[7]
[8] Ebû Dâvud, Kitâbü’s-Salâh -Namaz Kitâbı- (2), Okuyup Yazma Bilmeyen Veya Dili Dönmeyen Kimselere Namazda Yeterli Olan Kıraat Bâbı (134-135/104), Hadîs no:832, s.162.
[9] الكتاب: تفسير القرآن العظيم (ابن كثير)، ص:٥/٢٢١.
[10] انظر الدر المنثور ٤/ ٥٠٢.
[11] Kütüb-i Sitte, İ. Canan, 8/82.
[12] الكتاب: الدعاء للطبراني، المؤلف: سليمان بن أحمد بن أيوب بن مطير اللخمي الشامي، أبو القاسم الطبراني (المتوفى: ٣٦٠ هـ)، المحقق: مصطفى عبد القادر عطا، الناشر: دار الكتب العلمية – بيروت، الطبعة: الأولى، ١٤١٣، عدد الأجزاء: ١، ١/٢٠٢.
[13] Azimet: Takvâ ile amel etmek. Allâh'ın emirlerini en mükemmel ve eksiksiz yapmağa çalışmak. Kesin karar vermek. Yola çıkmak, gitmek.
[14] İbn Kesir, A.g.e. C. 7, Sh. 3470. Ahmed b. Hanbel’den. Sünen-i Neseî, Kitabu’s-Sehv, B. 61, Hds. 1304.
[15] الكتاب: الدعاء للطبراني، المؤلف: سليمان بن أحمد بن أيوب بن مطير اللخمي الشامي، أبو القاسم الطبراني (المتوفى: ٣٦٠ هـ)، المحقق: مصطفى عبد القادر عطا، الناشر: دار الكتب العلمية – بيروت، الطبعة: الأولى، ١٤١٣، عدد الأجزاء: ١، ١/٢٠٢. Ed-Dü’â-ü Taberânî, Ebû Kâsım Taberânî, Bâb-ü Kavl-ü Be’de Teşehhüd, Hadîs no:632, s.1/202.

8 Kasım 2016 Salı

ERKEĞİN İDDET BEKLEYECEĞİ YERLER… KADINLARIN İDDET=(BEKLEYİŞ) MÜDDETLERİ ...


ERKEĞİN İDDET BEKLEYECEĞİ YERLER…

1-    Karısı ölünce veyâ boşanınca karısının kız kardeşi (baldız) ile evlenecekse, karısının iddeti bitene kadar bekler?
2-    Karısı ölünce veyâ boşanınca karısının halası ile evlenecekse, karısının iddeti bitene kadar bekler?
3-    Karısı ölünce veyâ boşanınca karısının teyzesi ile evlenecekse, karısının iddeti bitene kadar bekler?
4-    Karısı ölünce veyâ boşanınca karısının erkek kardeşinin kızı (yeğeni) ile evlenecekse, karısının iddeti bitene kadar bekler?
5-    Karısı ölünce veyâ boşanınca karısının kız kardeşinin kızı (yeğeni) ile evlenecekse, karısının iddeti bitene kadar bekler?
6-    Dördüncü hanımını boşadıktan sonra başka bir kadınla evlenecekse, karısının iddeti bitene kadar bekler?
7-    Hür bir kadından sonra câriye ile evlenecekse, karısının iddeti bitene kadar bekler?

NOT 1: İlk 5 madde de süt hısımlığı da aynı şekildedir. Yâni: Kişi karısı öldükten sonra karısının süt-kız kardeşi, süt teyzesi, süt halası ve süt-yeğeni ile evlenecekse, aynı şekilde iddet bekler.

NOT 2: Bu 7 (yedi) madde de erkeğin iddet beklemesinin hükmü Hanefî Mezhebine göre farzdır. Yâni; kişi bu iddeti tamamlamadan evlenecek olursa nikâhı bâtıl olur! (Zînâ yapmış olur!)---[1]

Bir kişi karısını boşarsa veyâ nikâh akdini fes ederse kendisine iddet beklemesi gerekmez! Ancak şu durumlarda gerekir.

إذا كان الزوج قد فارق امرأة ويريد أن يتزوج من ...
Kişi karısından ayrılıp şunlarla evlenmek isterse!
أختها
- 1     
أو عمتها
- 2     
أو خالتها
- 3     
أو بنت أخيــها
- 4     
أو بنت أختها
- 5     
فلا يجوز له أن يتزوج واحدة من هؤلاء إلا بعد انقضاء عدة التي فارقـــها لأنه لا يجوز الجمع بين المرأة وعمتها وخالتها ولا إحدى محارمها في عصمة رجل واحد ما دامت العدة باقية فالعصمة لم تزل لقوله تعالى: ﴿ ... وَاَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْاُخْتَيْنِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُورًا رَح۪يمًاۙ [سورة النسآء:٤/٢٣]
Bu zikredilenlerle ayrıldığı kadının iddeti bitmeden evlenmesi câiz değildir. Çünkü bir kadınla kız-kardeşinin, teyzesinin, halasının veyâ mahremlerinden birisinin iddet devam edinceye kadar bir kişinin nikâhı altında olması câiz değildir. Zîrâ Allâh-ü Te’âlâ Kelâm-ü Kadîmi’nde şöyle fermân buyuruyor: “ … Öz oğullarınızın zevceleri ile evlenmeniz ve iki kız kardeşi birlikte nikâhlamanız da harâmdır. Ancak câhiliyyet devrinde geçen affedilmiş geçmiştir. Allâh, şüphesiz ki, câhiliyyet devrinde olan kötü işleri bağışlayıcı, İslâm’da itaat edenlere merhamet edicidir.”[2]
إذا كان الرجل قد فارق امرأة وهو متزوج بثلاث غيرها فإنه لا يجوز له أن يتزوج امرأة أخرى إلا بعد أن تنقضي عدة التي فارقها لأنه لو فعل ذلك كان قد جمع في عصــمته بين أكثر من أربعة نساء وهذا حرام وغير جائز شرعاً ...
- 6     
Kişi 3 (üç) kadınla evli olup 4. (dördüncü) kadını boşarsa, boşadığı kadının iddeti bitinceye kadar başka bir kadınla evlenmesi câiz değildir. Çünkü bunu yaptığı takdirde nikâhın da 4 (dörtten) fazla kadın olacaktır ki bu harâmdır ve dînen câiz değildir.
إذا كان الرجل قد فارق امرأة الحرة و اراد ان يتزوج امة فانه لا يجوز له ان يعقد عليها الا بعد إنقضآء عدة التي فارقها؛ لأنه لو فعل ذالك كان قد تزوج الأمَةَ و هو واجد لِطَوْلِ الحرة، و هو لا يجوز علي ما تقدم بيانه.
- 7     
Kişi hür bir kadından ayrılıp câriye ile evlenmek isterse (nikâh kıyarsa) ayrıldığı kadının iddeti bitinceye kadar câriye ile nikâh kıyması câiz değildir. Çünkü bunu yaptığı takdirde, hür kadına hürmetsizlik yapıp câriye ile evlenmiş olur ki bu da câiz değildir.
Hazırlayan: Şaban GÜNBEY Em. İmam-Hatip.

KADINLARIN İDDET=(BEKLEYİŞ) MÜDDETLERİ--- İDDET: SAYMAK MANASINADIR.

Boşanma, evliliğin feshi ve ölüm gibi bir sebeble evliliğin sona ermesi durumunda kadının yeni bir evlilik yapmadan önce beklemesi gereken süre­ye iddet denir. Gerçi iddeti esas itibariyle evliliği sona eren kadın beklemekteyse de dört karısı olup da bunlardan birisini boşayan veyâ boşadığı karısı­nın (onunla tek nikâh altında birleştirilemeyecek derecede) yakın bir akrabasıyla evlenmek isteyen erkek de evlenmeden önce boşadığı karısının iddetinin bitmesini beklemek zorundadır.[3]

Geçerli (sahîh) evlenmeden sonra zifaf veyâ sahîh halvet, fâsid evlen­meden sonra zifaf gerçekleşir, daha sonra eşler ayılırlarsa kadının beklemesi iddet gerekir. 

Öte yandan geçerli bir evlenmeden sonra koca ölürse zifaf veyâ sahîh halvet şartı aramaksızın kadın ölüm iddeti beklemek zorundadır. İddet kadının önceki kocasından hâmile olup olmadığının anlaşılması, buna ilâve olarak ölüm iddetinde ölen kocasına hürmet ve ric’î talâkta koca­ya yeniden düşünme imkânı vermesi düşünceleriyle emredilmiştir.

Diğer bir anlatımla iddet, esas olarak kadının hâmile olup olmadığının ortaya çıkması amacına yönelik olmakla birlikte onun sadece bu amaçla sınırlandırılması doğru değildir. Ölüm iddetinde bunun yaratılış açısından erkeklere göre daha duyarlı ve yuvaya daha bağlı olan kadının ölmüş kocasının hâtırasına saygı ve yuvaya bağlılık simgesi olarak, boşanma iddetinde ise toplumun kötü zanda bulunmasını engellemeye, dolayısıyla kadının saygınlığının devamını sağlamaya yönelik bir önlem olarak değerlendirilmesi mümkündür. Bu iti­barla, kadının hâmile olup olmadığının tıbben anlaşılabildiği öne sürülerek, iddet beklemeye artık gerek bulunmadığı ileri sürülemez.

İddeti ona sebebiyet veren olaya göre ikiye ayırmak gerekir. Ölüm iddeti, boşanma veyâ fesih iddeti.

Ölüm İddeti: Kocası ölen kadınların bekledikleri iddettir. Bunlar eğer hâmile iseler iddetleri doğumla biter; isterse bu doğum kocanın ölümünden çok kısa bir süre sonra gerçekleşsin. Eğer hâmile değillerse bu durumdaki kadınların beklemeleri gereken süre dört ay on gündür. Fâsid (geçersiz) bir nikâhla evli olanlar ölüm iddeti beklemezler.

1-  Hâmile olmayıp kocası ölen kadının iddeti dört ay on gündür.[4]

Allâh-ü Te’âlâ Âyet-i Kerîme de buyurdu ki:
﴿ وَالَّذ۪ينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجًا يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَعَشْرًاۚ فَاِذَا بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪يمَا فَعَلْنَ ف۪ٓى اَنْفُسِهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ

[سورة البقرة:٢/٢٣٤]

“İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler. Sürelerini bitirince artık kendileri için meşru olanı yapmalarında size bir günah yoktur. Allâh, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”[5]

2-  Kadın hayz (âdet) gören kadınlardan olup, hâmile olmadığı hâlde kocasının boşadığı kadının iddeti, üç ay-başı hâli veyâ üç hayız müddeti beklemektir.[6]

Allâh-ü Te’âlâ Âyet-i Kerîme de buyurdu ki:

﴿ وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ف۪ٓى اَرْحَامِهِنَّ اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ وَبُعُولَتُهُنَّ اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ ف۪ى ذٰلِكَ اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحًاۜ وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ى عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۖ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟
[سورة البقرة:٢/٢٢٨]

“Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hâli (hayız veyâ temizlik müddeti) beklerler (beklesinler). Eğer Allâh’a ve âhiret gününe inanıyorlarsa, Allâh’ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz. Kocaları bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almağa daha çok hak sâhibidirler. Kadınların, yükümlülükleri kadar meşru hakları vardır. Yalnız erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı vardır. Allâh, mutlak güç sâhibidir, hüküm ve hikmet sâhibidir.”[7]

3-  Yaşlılık veyâ küçüklüğünden dolayı Hayz-dan kesilen (âdet görmeyen) ve boşanmış kadının iddet zamânı boşanma târihinden îtibâren üç aydır.

Allâh-ü Te’âlâ Âyet-i Kerîme de buyurdu ki:

﴿ وَالّٰٓئ۪ يَئِسْنَ مِنَ الْمَح۪يضِ مِنْ نِسَآئِكُمْ اِنِ ارْتَبْتُمْ فَعِدَّتُهُنَّ ثَلٰثَةُ اَشْهُرٍۙ وَالّٰٓئ۪ لَمْ يَحِضْنَۜ وَاُو۬لَاتُ الْاَحْمَالِ اَجَلُهُنَّ اَنْ يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّۜ  وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مِنْ اَمْرِه۪ يُسْرًا
[سورة الطلاق:٦٥/٤]

“Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hâmile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allâh’a karşı gelmekten sakınırsa, Allâh ona işinde bir kolaylık verir.”[8]

4-  Hâmile olup, kocası vefât eden veyâ boşanan kadının iddeti, doğum olunca biter.

Allâh-ü Te’âlâ Âyet-i Kerîme de buyurdu ki:
﴿ وَالّٰٓئ۪ يَئِسْنَ مِنَ الْمَح۪يضِ مِنْ نِسَآئِكُمْ اِنِ ارْتَبْتُمْ فَعِدَّتُهُنَّ ثَلٰثَةُ اَشْهُرٍۙ وَالّٰٓئ۪ لَمْ يَحِضْنَۜ وَاُو۬لَاتُ الْاَحْمَالِ اَجَلُهُنَّ اَنْ يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّۜ  وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مِنْ اَمْرِه۪ يُسْرًا
[سورة الطلاق:٦٥/٤]

 “Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hâmile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allâh’a karşı gelmekten sakınırsa, Allâh ona işinde bir kolaylık verir.”[9]

5-  Birleşme vuku’ bulmadan ölüm veyâ boşanma olursa iddet yoktur.

CÂRİYENİN İDDETİ

Hâmile olan câriyenin iddeti, (hâmile olan) hür kadının iddeti gibidir. Âdet gören câriyenin iddeti ise iki âdet görmesi ile son bulur. Kocası ölen câriyenin iddeti iki ay beş gündür.

Boşanan câriyenin iddeti, küçük veyâ çocuk doğurmaktan kesilmiş ya da yaşlı olup âdet görmüyorsa bir buçuk aydır. Şayet iki ay iddete tâbî’ tu­tulsa daha evladır. Câriye ve köle özgür yaşama bakımından sınırlı oldukları için, İslam dini câriyeye iddet süresi için lütûfta bulunarak hür kadına kıyâsla daha az beklemesini tayin etmiştir.
Bu nedenle câriye kadının, iddet süresi iki defâ âdet görmesi ile son bulur. Hz. Ömer ve oğlu Abdullah câriye olan kadının iddet süresinin iki defâ hayız görmeleri olduğunu söylemişler. Sahâbelerden hiç kimsenin buna îtirâzı görülmemiş ve âlimlerin icmâyla sâbit olmuştur. Ayrıca kölenin talakta iki defâ boşamaya mâlik oldu­ğu emrine de kıyâs edilmiştir.[10]
Hazırlayan: Şaban GÜNBEY Em. İmam-Hatip.

 



[1] el-Ehvâlü’ş-Şahsıyye, Kitâbü’l-‘İddet, sh.347. أحوال شخصية --- 
[2] Nisâ Sûresi, 4/23’den.
[3] İddet: Hanefî ve Hanbelî mezheblerinde, ilk temizlik başından, üçüncü hayz-ın sonuna kadar olan zamandır. Şâfiî ve Mâlikî mezheblerinde üç temizlik geçinceye kadardır. Hayz görmüyorsa, talak için üç ay, ölüm için dört ay on gündür.  Haccın edâ şartlarından birisi de kadın iddet hâlinde olmamaktır.  İddet bekleyen kadınla iddeti bitinceye kadar evlenilmez.  (İbn-i Âbidîn)
[4] Hâmile olmayan eş ric’î talâk iddeti beklerken koca ölürse boşanma iddetini terk ederek ölüm iddeti beklemeye başlar. Bâin talâk iddeti bekleyen kadın ise ölüm iddeti beklemez; başlamış olduğu boşanma iddetini tamamlar.
Boşanma veyâ Fesih İddeti: Boşanmış veyâ bir eksiklik sebebiyle nikâhı feshedilmiş olan kadınların beklemeleri gereken iddettir. Fâsid nikâh sebebiyle nikâhı feshedilenlerin iddet beklemeleri ancak evliliklerinin zifafla fiilen başlaması durumunda söz konusudur. Bu grupta yer alan kadınların bekleyecekleri iddet süresi hâmile olup olmamalarına göre değişmektedir. Hâmile iseler iddetleri doğumla biter, değillerse ve normal olarak hayız görü­yorlarsa iddet süreleri üç hayız süresidir.
[5] Bakara Sûresi, 2/234.
[6] Kadın hayızlı iken boşanırsa bu ha­yız hesaba katılmaz. Bu Hanefî ve Hanbelîler’in kabul ettiği görüştür. Mâlikî ve Şâfiîler’e göre bu durumdaki kadınların beklemeleri gereken süre üç temiz­lik müddetidir. Bu farklılığın sebebi “Boşanmış kadınlar kocalarıyla ilişkide bulunmaksızın üç kar’ süresi beklesinler” (el-Bakara 2/228) âyetindeki kar’ sözcüğünün çift anlamlı (hayız ve temizlik) olması ve Hanefî ve Hanbelîler’in bunu hayız, Mâlikî ve Şâfıîler’in de temizlik olarak anlamaları yüzündendir. Küçüklüğünden veyâ yaşlılığından dolayı hayız görmeyen kadınların iddeti ise üç aydır. Bu iki dönem (15-55 yaş) arasında olup da herhangi bir sebebden dolayı hiç hayız görmeyen veyâ bir ya da iki defâ görüp de bilâ­hare görmeyen kadınların (mümteddedü’t-tuhr=مُمْتَدَّةُ الطُهْرِ) bekleyecekleri iddet süresi ko­nusunda mezhebler arasında büyük görüş ayrılıkları vardır.
[7] Bakara Sûresi, 2/228.
[8]Talâk Sûresi, 65/4. Ebû Hanîfe’ye göre bu kadın hayızdan kesilme yaşı olan elli beş yaşına kadar bekler, daha sonra da tekrar üç ay beklemek zorundadır.
[9]Talâk Sûresi, 65/4.
[10] Kadı Ebu Şuca’, Ğayetü’l-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 480.