24 Şubat 2020 Pazartesi

ŞUHURU SELASE ÜÇ AYLAR TEBRİK DUASI


ŞUHURU SELASE ÜÇ AYLAR TEBRİK DUASI 1
--- الحمد لله رب العالمين
-رجب-شعيان-رمضان-
Hicri: 1443 – Mîlâdî: 2022

HAMD VE SENÂ; yalnızca âlemlerin Rabbi olan Cenâb-I Zû’l-Celâl ve Tekaddes Hazretlerine mahsûstur.

Allâh’ım! Seni -ulûhiyyet makâmına yakışmayan sıfatlardan- yarattıklarının sayısınca -tenzîh ederek- tesbîh ederim. Allâh’ım! Seni rızânı kazanmak için hoşnûd olacağın sayıda tesbîh ederim. Allâh’ım! Seni ‘Arş-ı ‘Alâ’nın ağırlığınca tesbîh ederim. Allâh’ım! Seni bitip tükenmeyen kelimelerinin sayısınca tesbîh ederim.

ŞUHÛR-U SELÂSEMİZ VE LEYLE-İ REGÂİB’İMİZ MUTLU-KUTLU-MÜBÂREK OLSUN! TEBRÎK EDERİM!

SELAM OLSUN! Ömrümüze 83 küsur yıl mânevî; rahmet, mağfiret, af, âfiyet ve bereketler getiren mübârek mu’azzez Şuhûr-u Selâse (Şehr-i Recebüllâh-Şehr-i Şa’bân-ı Rasûlüllâh-Şehr-i Ramazân-ı Ümmet-i Muhammed Rasûlüllâh) … HOŞ GELDİNİZ.  SAFÂLAR GETİRDİNİZ. 

Allâh’ım! Âlem-i İslâm-ı muzaffer kıl. Allâh’ım! Sana, Kur’ân-ı Kerim’e ve Rasûlün Muhammed Mustafâ (s.a.v.)’e itaat eden; Devlet ricâlimizi küffâra karşı, heybetli, azametli, vakarlı ve korkutucu kıl. İslâm’ı bizimle (Türkiye-mizle) dünyâya hâkim kıl. Kıl ki yeryüzünün zulmü sona ersin Allâh’ım!

Ordumuzu, Polisimizi, Güvenlik Güçlerimizi, havada, karada, denizde mansûr-u muzaffer eyle Allâh’ım! Şehîdlerimizin mertebelerini yücelt şehâdetlerini en güzel şekilde kabûl eyle Allâh’ım!

Anne babalarına eşlerine evlatlarına sabr-u cemîl ecr-u cezîl ve metânet ihsân eyle… Yaralı Gâzîlerimize Şâfî’ İsm-i Şerîfin ile şifâlar ihsân eyle Allâh’ım! Anne babalarımızı ve hâssaten tüm Müslüman kardeşlerimizi her türlü dünyâ ve âhiret sıkıntısından ve belâlarından koru. Af âfiyet sağlık ve sıhhat nasîb eyle Allâh’ım!

Âhirete irtihâl edenlerin makamlarını yücelt. Azâbları varsa meccanen Sen kaldır Allâh’ım! Hocalarımıza kendilerinin râzı olacakları makâmları lütfeyle ikrâm eyle ihsân eyle Allâh’ım!

Yâ Rabbî! Hepimizi sev ve sevindir, sevdiklerine de sevdir bizleri. Dünyâ ve âhiret güzelliklerinin tamâmını bizlere ihsân eyle Allâh’ım!

Kendi faydamıza olup ta aklımıza veyâ dilimize gelmeyen her ne duâ etmemiz gerekiyorsa o duâları yaptığımız gibi kabûl et Allâh’ım!

Bizlerin günâhlarından Zât-ı Ecell-i ‘Âlân’a aslâ bir zarâr gelmeyeceği gibi, yaptığımız sevaplardan da Sana aslâ bir fâide dokunamaz. Bizleri ‘KULUM’ nidâsıyla taltîf ederek Cennetten cemâlini temâşâ eylemeyi nasîb eyle Allâh’ım!

Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)’i gerçek sûretinde rüyâlarımızda hiç unutmayacağımız bir şekilde görmemizi nasîb eyle Allâh’ım! İsteyen herkese mebrûr HAC İBÂDETLERİ yapabilmeyi nasîb eyle!

Evlatlarımıza ‘an karîbü’z-zamân hayırlı zevç ve zevcelerle izdivaç kurmalarını nasîb eyle Allâh’ım!

Evlat hasreti çekenlere İslâm’a uygun yetişen dindâr namaz kılan İslâm’a Şeri’at-ı Garrâ’ya hakkıyla uyan hayırlı nesiller nasîb eyle Allâh’ım! Hz. Âdem ‘aleyhi’s-selâm’dan zamanımıza kadar yapılan ve kıyâmete kadar da yapılacak olan; makbûl olmuş ve olacak Nebî Peygamber Rasûl Sıddîk Şehîd Evliyâ Mürşîd ve Sâlih Kimseler’in duâlarına bir nebze de olsa bizleri hissedâr eyle Allâh’ım! Peygamberimiz Hz. Rasûlün Muhammed Mustafâ (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’e sayısız kere salât-ü selâm ediyoruz ulaştır Yâ Rabbî!  

Rasûl-ü Kerîmin Sana nasıl duâ ettiyse aynen öyle yalvarıyoruz kabûl eyle, Hz. Peygamberimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in duâlarına bizleri hissedâr eyle Allâh’ım!

Salât-ü selâm tahıyyet-ü ikrâm her türlü ihtirâm O’na, O’nun Âl’i-ne Ashâbı-na Etbâı-na olsun Allâh’ım! Ş.g.

             و الصلاة و السلام على رسولنا محمد و على آله و صحبه اجمعين



23 Şubat 2020 Pazar

RAMAZÂN ORUCU VE KADİR GECESİ FAZÎLETİ TERAVİH NAMAZI

ÜÇ AYLARIN FAZILETİ İFASI, REGAİB VE MİRAC GECELERİ ANLAM GAYE VE İBADETLERİ



E’ÛZÜ BESMELE VE MÂNÂSI

OKUNUŞU: “Eûzü billâh-i mine’ş-Şeytâni’r-Racîm, Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm.”

ANLAMI: “Allâh-ü Te’âlâ’nın huzârundan kovulmuş olan Şeytân’ın şerrinden yine Allâh-ü Te’âlâ-yâ sığınırım!.. , O Rahmân ve O Rahîm olan Allâh-ü Te’âlâ’nın adıyla başlarım!..














ORUÇ


RAMAZÂN ORUCU VE FAZÎLETİ

﴿ يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ أٰمَنوُا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ ﴿١٨٣﴾ اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضًا اَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۜ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿١٨٤﴾  شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ىٓ اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاأٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۜ وَمَنْ كَانَ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿١٨٥﴾ [سورة البقرة:۲/۱۸۳-۱۸٥]
183.   “Ey îmân edenler! Allâh’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.
184.   Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, yâ da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir.[1] Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (meselâ fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
185.   (O sayılı günler), insanlar için bir hidâyet rehberi, doğru yolun ve hakk ile bâtılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’ân-ın kendisinde indirildiği Ramazân ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veyâ yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allâh, size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidâyete ulaştırmasına karşılık Allâh’ı yûceltmeniz ve şükretmeniz içindir.”[2]

 

RAMAZÂN HİLÂLİ İLE DİĞER HİLÂLLERİN SÜBÛTU

Ramazân ayı, kamerî aylardandır. Bunların sübûtu hilâllerin, yâni yeni ayların görülmesi iledir. Bunun için Şa’bân ayının yirmi dokuzuncu günü güneşin batışında insanların hilâli araştırmaları bir görevdir. Hilâli görürlerse, ertesi günün Ramazân orucuna başlarlar. Hava bulutlu, dumanlı bulunup da hilâl görülemezse, Şa’bân ayını otuz gün olarak tamâmlar, sonra oruca başlanır.[3]
                  



Hilâl görülünce üç kez tekbîr:
" أَللّٰهُ أَكْبَرُ أَللّٰهُ أَكْبَرُ لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَللّٰهُ أَكْبَرُ أَللّٰهُ أَكْبَرُ وَلِلّٰهِ الْحَمْد."
OKUNUŞU: “Allâh-ü ekber, Allâh-ü ekber. Lâ ilâhe illellâhü vallâhü ekber. Allâh-ü ekber ve lillâhi’l-hamd.”

ANLAMI: “Allâh-ü Te’âlâ büyüktür, Allâh-ü Te’âlâ büyüktür, Allâh-ü Te’âlâ’dan başka kulluk edilecek hiçbir ilâh yoktur. Allâh-ü Te’âlâ büyüktür. Hamd O’na mahsûsdur.”

Ve Tehlîl:

"لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْئٍ قَد۪يرٌ."
OKUNUŞU: “Lâ ilâhe illellâh-ü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l mülkü ve lehü’l hamdü ve hüve alâ külli şey’in gadîr.”

ANLAMI: “Allâh’dan başka kulluk edilecek hiçbir ilah ykdur. Tek-tir, eşi ve ortağı yoktur. Mülk O’nun hamd’de O’nundur.  Her şeye kaâdirdir.”



Sonra üç kez şöyle duâ edilmelidir:
"هِلَالَ خَيْرٍ وَرُشْدٍ أٰمَنْتُ بِاللّٰهِ الَّذ۪ى خَلَقَكَ، أَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ى ذَهَبَ بِشَهْرٍ كَذَا!؛ وَجَآءَ بِشَهْرٍ كَذَا!."   
عَنْ طلحة بن عبيداللّٰه رَضِىَ اللّٰهُ عنه قال: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ إذَا رَأَى الْهِلَالَ قَالَ:
"اَللّٰهُمَّ أَهْلِلْهُ عَلَيْنَا بِالْاَمْنِ وَا۪يمَانِ، وَالسَّلَامَةِ وَالْاِسْلَامِ رَبّ۪ى ورَبُّكَ اللّٰهُ."[4] أخرجه الترمذي.
Talha İbn-ü ‘Ubeydillâh (r.a.) Anlatıyor: --- “Hz. Peygamber (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) Hilâl’i grünce şu duâyı okurdu:

OKUNUŞU: “Hilâl-e hayrin ve rüşdin! Âmentü billâhillezî halekake. Elhamdü lillâhillezî zehebe bişehrin kezâ ve câe bişehrin kezâ. Allâhümme ehlilhü ‘aleynâ bi’l-emn-i ve’l-îmân-i ve’s-selâmeti ve’l-İslâm-i Rabbî ve Rabbüke’l-lâh.”

--- “Allâh-ım! Ay’ın Hilâl devresini bize bereketli, îmânlı, selâmetli ve İslâm üzere geçir. (Ey Hilâl) Benim de Senin de Rabb’in Allâh’tır.”[5]
ANLAMI: “Ey hayır ve salah hilâli? Seni yaratan Allâhü Te’âlâ’yâ îmân ettim. Şu ayı (Şa’bânı) götürüp bu ayı (Ramazân’ı) getiren Yûce Allâh’a hamd olsun, Allâh’ım! Bu ayı bizlere emniyetle, îmânla, selâmet ve selâmla bulundur.”

"صوموا لرؤيته، وأفطروا لرؤيته."[6]
Hadîs-i Şerîf’te Efendimiz (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm): --- “Hilâli gördüğünüz zaman oruç tutunuz ve hilâli görünce de iftar ediniz.”
قد ثبت عن رسول الله من طرق كثيرة أنه قال: "صوموا لرؤيته، وأفطروا لرؤيته فإن غم عليكم فاقدروا له ثلاثين."[7] وفي لفظ آخر: "فأكملوا العدة ثلاثين يومًا."[8]وفي رواية أخرى: "فأكملوا عدة شعبان ثلاثين يومًا[9]
Der bir Hadîs-i Şerîfte Efendimiz (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm): --- “Hilâli gördükten sonra oruç tutunuz ve Hilâli gördükten sonra iftar ediniz. (bayram yapınız.) Size hava kapalı olunca da, şabân ayını otuza tamâmlayınız.”

RAMAZÂN’IN FAZÎLETİ

عَنْ كَعْبِ بْنِ عُجْرَةَ –رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ- قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ : "أَحْضِرُوا الْمِنْبَرَ"، فَحَضَرْنَا، فَلَمَّا ارْتَقَى دَرَجَةٌ قَالَ: "أٰم۪ينَ"، فَلَمَّا ارْتَقَى الدَّرَجَةَ الثَّانِيَةَ قَالَ: "أٰم۪ينَ"، فَلَمَّا ارْتَقَى الدَّرَجَةَ الثَّالِثَةَ قَالَ: "أٰم۪ينَ"،  فَلَمَّا نَزَلَ قُلْنَا: "يَا رَسُولَ اللّٰهِ: لَقَدْ سَمِعْنَا مِنْكَ الْيَوْمَ شَيْئًا مَا كُنَّا نَسْمَعُهُ. قَالَ: "إِنَّ جِبْر۪يلَ (عَلَيْهِ السَّلَامْ) عَرَضَ ل۪ي فَقَالَ: بُعْدًا لِمَنْ أَدْرَكَ رَمَضَانَ فَلَمْ يُغْفَرْ لَهُ. قُلْتُ: "أٰم۪ينَ"، فَلَمَّا رَق۪يتُ الثَّانِيَةَ قَالَ: بُعْدًا لِمَنْ ذُكِرْتَ عِنْدَهُ فَلَمْ يُصَلِّ عَلَيْكَ، قُلْتُ: "أٰم۪ينَ"، فَلَمَّا رَق۪يتُ الثَّالِثَةَ قَالَ: بُعْدًا لِمَنْ أَدْرَكَ أَبَوَاهُ الْكِبَرَ عِنْدَهُ أَوْ أَحَدُهُمُا فَلَمْ يُدْخِلَاهُ، الْجَنَّةَ قُلْتُ: "أٰم۪ينَ."[10]
عَنْ كَعْبِ بْنِ عُجْرَةَ –رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ- قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ :
Ka’b İbn-i Ucre (r.a)’den rivâyet edildiğine göre, bir kere Efendimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem):
قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ : "أَحْضِرُوا الْمِنْبَرَ"،
--- “Mimberi hazır edin!” buyurdu.

(Ka’b Hz. şöyle anlatıyor) --- “Biz de hazırladık.”
فَحَضَرْنَا، فَلَمَّا ارْتَقَى دَرَجَةٌ قَالَ: "أٰم۪ينَ"،

(Birinci) Bir basamak çıkınca: --- “Âmîn” dedi.
فَلَمَّا ارْتَقَى الدَّرَجَةَ الثَّانِيَةَ قَالَ: "أٰم۪ينَ"،
İkinci basamağa çıkınca tekrar: --- “Âmîn” dedi.
فَلَمَّا ارْتَقَى الدَّرَجَةَ الثَّالِثَةَ قَالَ: "أٰم۪ينَ"،
Üçüncü basamağa çıkınca yine: --- “Âmîn” dedi.
فَلَمَّا نَزَلَ قُلْنَا: "يَا رَسُولَ اللّٰهِ: لَقَدْ سَمِعْنَا مِنْكَ الْيَوْمَ شَيْئًا مَا كُنَّا نَسْمَعُهُ. قَالَ:
Mimberden inince biz: --- “Ey Allâh’ın Rasûlü bu gün senden (evvelce) duymadığımız bir şey duyduk.” Dedik.

"إِنَّ جِبْر۪يلَ (عَلَيْهِ السَّلَامْ) عَرَضَ ل۪ي فَقَالَ:
O zaman Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): --- “Şüphesiz Cibrîl (a.s.) bana görünerek:
بُعْدًا لِمَنْ أَدْرَكَ رَمَضَانَ فَلَمْ يُغْفَرْ لَهُ. قُلْتُ: "أٰم۪ينَ"
v --- Birinci basamağa çıktığımda: --- “Ramazâna yetişipte affolun-mayan Allâh’ın rahmetinden uzak olsun!” Dedi.

Bende: --- “Âmîn!” dedim,
فَلَمَّا رَق۪يتُ الثَّانِيَةَ قَالَ: بُعْدًا لِمَنْ ذُكِرْتَ عِنْدَهُ فَلَمْ يُصَلِّ عَلَيْكَ، قُلْتُ: "أٰم۪ينَ"،
v --- İkinci basamağa çıktığımda: --- “Sen yanında anılıpta sana salât okumayan Allâh’ın rahmetinden uzak olsun!” Dedi.

Bende: --- “Âmîn!” dedim,
فَلَمَّا رَق۪يتُ الثَّالِثَةَ قَالَ: بُعْدًا لِمَنْ أَدْرَكَ أَبَوَاهُ الْكِبَرَ عِنْدَهُ أَوْ أَحَدُهُمُا فَلَمْ يُدْخِلَاهُ، الْجَنَّةَ قُلْتُ: "أٰم۪ينَ."
v --- Üçüncü basamağa çıktığımda: --- “Bir kişinin ana babasının ikisi veyâ biri, yanında yaşlanır da onu Cennet’e sokmazlarsa o kişi de (Allâh’ın lutfundan) uzak olsun!” Diye bedduâ etti.

Bende: --- “Âmîn!” dedim.” Buyurdu.[11]

رَوَى الْاِمَام أَحْمَد ف۪ي مُسْنَده عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ :
"هٰذَا رَمَضَانُ قَدْ جَآءَ تُفْتَحُ ف۪يهِ أَبْوَابُ الْجَنَّةِ وَتُغْلَقُ ف۪يهِ أَبْوَابُ النَّارِ وَتُسَلْسَلُ ف۪يهِ الشَّيَاط۪ينُ، بُعْدًا لِمَنْ أَدْرَكَ رَمَضَانَ فَلَمْ يُغْفَرْ لَهُ ف۪يهِ، إِذَا لَمْ يُغْفَرْ لَهُ ف۪يهِ فَمَتٰى!.."[12]
Bir Hadîs-i Şerîf’te Allâh Rasûlü (sallellâh-ü ‘aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

v --- “Yine Ramazân geldi,

v Bütün mağfiret imkânlarıyla!

v Cennet kapıları ardına kadar açılır,

v Cehennem kapıları sonuna kadar kapatılır

v Şeytanlar bağlanıp kısıtlanır.

v Ramazân’ı idrâk edip de bağışlanmamış olan kimseye yazıklar olsun!..

v Kişi Ramazân’da da günâhlarını affettiremezse, peki yâ, ne zaman mağfirete nâil olunabilecek?!”[13]
حدثنا علي بن محمد حدثنا وكيع وعبيد الله بن موسى عن نصر بن علي الجهضمي عن النضر بن شيبان ح وحدثنا يحيى بن حكيم حدثنا أبو داود حدثنا نصر بن علي الجهضمي والقاسم بن الفضل الحداني كلاهما عَنِ النَّضْرِ بْنِ شَيْبَانَ (رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ) قَالَ لَق۪يتُ أَبَا سَلَمَةَ بْنَ عَبْدِ الرَّحْمٰنِ فَقُلْتُ: حَدَّثَن۪ي بِحَد۪يثٍ سَمِعْتَهُ مِنْ أَب۪يكَ يَذْكُرُهُ ف۪ي شَهْرِ رَمَضَانَ قَالَ: نَعَمْ. حَدَّثَن۪ي أَب۪ي؛ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ ذَكَرَ شَهْرَ رَمَضَانَ فَقَالَ:
"شَهْرٌ كَتَبَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ صِيَامَهُ،  وَسَنَنْتُ لَكُمْ قِيَامَهُ. فَمَنْ صَامَهُ وَقَامَهُ إ۪يمَانًا وَاحْتِسَابًا خَرَجَ مِنْ ذُنُوبِه۪ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ."[14]
En-Nadr İbn-i Şeybân (r.a.) şöyle demiştir: “Ben Abdurrahmân İbn-i Avf’ın oğlu Ebû Seleme (r.anhümâ)’yâ rastladım ve: --- “Ramazân ayı hakkında babandan dinlediğin bir hadîsi bana zikret.” Dedim. Ebû Seleme (r.a.): --- “Peki. Babam bana anlattığına göre Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyhi ve sellem) Ramazân ayını anlatarak şöyle buyurmuştur,” dedi:

--- “(Ramazân ayı) öyle bir aydır ki Âllah-ü Te’âlâ onun orucunu üzerinize farz kıldı. Ben de, onun kıyâmını (gecelerini terâvîh veyâ başka ibâdetle ihyâ etmeyi) sünnet kıldım. Artık kim inanarak ve sırf Allâh rızâsını dileyerek orucunu tutar ve gecelerini (Terâvîh veyâ başka ibâdetle) ihyâ ederse anası kendisini doğurduğu gün gibi günâhlarından temizlenmiş olur.”[15]

*** --- “Kıyâmet günü olunca, Allâh kullarını hesaba çeker, üzerindeki kul haklarını amellerinden karşılar, öyle ki oruç hâriç hiçbir şeyi kalmaz. Allâh bâki kalan hakları kendinden öder ve orucuna dokunmaz, onunla da kulunu cennete koyar.”

*** --- Kim yalan söylemeyi, yalanla iş yapmayı bırakmazsa, Allâh’ın onun yemesini içmesini terk etmesine ihtiyâcı yoktur.”

" خَمْسٌ يُفْطِرْنَ الصَّآئِمَ ، وَيُنْقُضْنَ الْوُضُٓوءَ: الْكَذِبُ، وَالنَّم۪يمَةُ، وَالْغَيْبَةُ، وَالنَّظَرُ بِالشَّهْوَةِ، وَالْيَم۪ينُ الْكَاذِبَةُـ"
ـ (حديث مرفوع) أَخْبَرَنَا  شَيْرَوَيْهِ بْنُ شَهْرَدَارَ بْنِ شَيْرَوَيْهِ  ، أَخْبَرَنَا  أَبُو عَلِيٍّ الْحَسَنُ بْنُ أَحْمَدَ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الْبَنَّا  ، قَالَ : حَدَّثَنَا  أَبُو الْفَتْحِ مُحَمَّدُ بْنُ أَحْمَدَ بْنِ أَبِي الْفَوَارِسِ الْحَافِظُ  ، قَالَ : حَدَّثَنَا  أَبُو مُحَمَّدٍ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ جَعْفَرٍ  ، قَالَ : حَدَّثَنَا  أَحْمَدُ بْنُ جَعْفَرٍ الْحَمَّالُ  ، قَالَ : حَدَّثَنَا  سَعِيدُ بْنُ عَنْبَسَةَ  ، قَالَ : حَدَّثَنَا  بَقِيَّةُ  ، قَالَ : حَدَّثَنَا  مُحَمَّدُ بْنُ الْحَجَّاجِ  ، عَنْ  جَابَانَ  ، عَنْ  أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ  ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : امع الأحاديث برقم. (١١٩٩٣) ، علل الحديث (١/٢٥٨) برقم (٧٦٦)، للإمام عبد الرحمن بن محمد بن بن إدريس بن مهران الرازي أبو محمد، تحقيق: محب الدين الخطيب، دار المعرفة - بيروت، سنة النشر: ١٤٠٥هـ ـ المجموع شرح المهذب (٦/٣٧٤) للإمام أبي زكريا النووي،  دار الفكر،   سنة النشر: ١٩٩٧م ـ
Rasûlüllâh (s.a.v.) Efendimiz buyurdular ki:
• Beş şey oruçluyu iftar ettirir. (Orucun sevâbını azaltır):
1-      Yalan söylemek,
2-      Gıybet etmek,
3-      Nemîme, (insanların arasını bozmak koğuculuk, söz götürmek.)
4-      Yalan yere yemîn etmek ve
5-      Şehvet ile harama bakmak. (Câmi’ul-Ehâdîs: Hadîs NO:11993.)    

TERÂVÎH NAMAZININ FAZÎLETİ

فضآئل صلاة التراويح في شهر رمضان
عَنْ عَلِىِّ بْنِ أَب۪ي طَالِبٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ أَنَّهُ -(سئل النبي عن فضآئل)- مَثَلَ عَنِ التَّرَاو۪يحِ ف۪ي شَهْرِ رَمَضَانَ فَقَالَ:
"بَخٍ بَخٍ  لِمَنْ رَزَقَهُ اللّٰهُ قِيَامَ ذَالِكَ الشَّهْرِ فَمَنْ قَامَ،
Ali İbn-i Ebî Tâlib (r.a.) Ramazân ayındaki terâvîhin fazîletini misâllerle anlatmak üzere şöyle buyurdu: “Allâh-ü Te’âlâ-nın bu ayın kıyâmını nasîb etmiş olduğu kimselere ne mutlu! Ne mutlu!,
أَوَّلَ لَيْلَةٍ: يَخْرُجُ مِنْ ذُنُوبِه۪ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ،
1-      İlk gece; terâvîh kılan kişi anasının kendisini doğurduğu gün gibi günâhlarından çıkar.





















Hadîs-i Şerîf’lerde Allâh Rasûlü (sallellâh-ü ‘aleyhi ve sellem) oruç hakkında şöyle buyurmaktadır:
"صُومُوا تَصِحُّوا."
--- “Oruç tutun, sıhhat bulun.”[16]
"أَلصِّيَامُ نِصْفُ الصَّبْرِ."
"Oruç sabrın yarısıdır."

* Oruç günâhlara karşı bir perde, bir siperdir:
 "أَلصِّيَامُ جُنَّةٌ وَهُوَ حِصْنٌ مِنْ حُصُونِ الْمُؤْمِنِ."
"Oruç bir perdedir, mü’minin sığınacağı kalelerden bir’kaledir..."
* Oruç cehenneme karşı da bir perdedir:
"أَلصِّيَامُ جُنَّةٌ وَحِصْنٌ حَص۪ينٌ مِنَ النَّارِ."
"Oruç ateşe karşı bir perde, müstahkem bir kaledir";
"أَلصِّيَامُ جُنَّةٌ مَالَمْ يَخْرِقْهَا بِالْكَذِبَ اَوْ غ۪يبَةٍ."
"Oruç ateşe karşı (sağlam) bir perdedir, yeter ki yalanla, gıybetle kişi onu yırtmamış olsun."
9/418

* Oruç en makbul, en sevâblı bir ibâdettir:
"نَوْمُ الصَّآئِمِ عِبَادَةٌ وَصَمْتُهُ تَسْب۪يحٌ وَعَمَلُهُ مُضَاعَفُ وَدُعَآءُهُ مُسْتَجَابٌ وَذَنْببُهُ مَغْفُورٌ."
"Oruçlunun uykusu ibâdettir, susması tesbihtir, amelleri misliyle kabul edilir, duâsı makbuldür, günâhı affedilir."
"أَلصِّيَامُ لَارِيَآءَ ف۪يهِ قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى هُوَ ل۪ي وَاَنَا اُجْز۪ي بِهِ."
"Oruçta riya yoktur. Allâh Teâla Hazretleri buyurur ki: "Oruç benim içindir, onun mükâfaatını ben vereceğim, oruçlu yiyecek ve içeceğini benim için bıraktı."
"إِنَّ الصَّآئِمَ إذَا أُكِلَ عِنْدَهُ لَمْ تَزَلْ تُصَلّ۪ي عَلَيْهِ الْمَلٰٓئِكَةُ حَتّٰى يَفْرُغَ مِنْ طَعَامِهِ."
"Oruçlunun yanında birisi yemek yiyince melekler ona rahmet okurlar, bu hal, öbürü yemesini bitirinceye kadar devam eder."

عَنْ أَب۪ي هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ : كُلُّ عَمَلِ ابْنُ أٰدَمَ يُضَاعَفُ، الْحَسَنَةُ بِعَشْرِ أَمْثَالِهَا إِلٰى سَبْعِمِائَةِ ضِعْفٍ. قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: إِلَّاالصَّوْمَ فَإِنَّهُ ل۪ى وَأَنَا أَجْز۪ى بِه۪ يَدَعُ شَهْوَتَهُ وَطَعَامَهُ مِنْ أَجْل۪ي: لِلصَّآئِمِ فَرْحَتَانِ، فَرْحَةٌ عِنْدَ فِطْرِه۪، وَفَرْحَةٌ عِنْدَ لِقَآءِ رَبِّه۪، وَلَخُلُوفَ فَمِ الصَّآئِمِ أَطْيَبُ عِنْدَ اللّٰهِ مِنْ ر۪يحِ الْمِسْكِ."
1. (3107)- Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllâh’ı (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyurdular ki: "Ademoğlunun her ameli katlanır. (Zîrâ Cenâb-ı Hakk’ın bu husûstaki sünneti şudur:) Hayır ameller en az on misliyle yazılır, bu yediyüz misline kadar çıkar. Allâh Teâla Hazretleri (bir hadis-kudsîde) şöyle buyurmuştur: "Oruç bu kaideden hariçtir. Çünkü o sırf benim içindir, ben de onu (dilediğim gibi) mükâfaatlandıracağım. Kulum benim için şehvetini, yiyeceğini terketti."
"Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir, diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. Oruçlunun ağzından çıkan koku (halûf), Allâh indinde misk kokusundan daha hoştur."
k.s.9/419
وَف۪ي رِوَايَة: "أَلصِّيَامُ جُنَّةٌ، فَإِذَا كَانَ يَوْمُ صَوْمِ أَحَدِكُمْ فَلَا يَرفُثْ، وَلَا يَصْخَبْ، فَإِنْ شَاتَمَهُ أَحَدٌ، أَوْ قَاتَلَهُ فَلْيَقُلْ إِنّ۪ي صَآئِمٌ. إِنّ۪ي صَائِمٌ."[17]

2. (3108)- Bir rivâyette de şöyle buyrulmuştur: "Oruç perdedir. Biriniz birgün oruç tutacak olursa kötü söz sarfetmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa "ben oruçluyum!" desin (ve ona bulaşmasın)." Kütüb-i Sitte, 9/420.

[Buhârî, Savm 2, 9, Libas 78; Müslim, Sıyâm 164 (1151); Muvatta, Sıyâm 58, (1, 310); Ebû Dâvud, Savm 25 (2363); Tirmizî, Savm 55, (764); Nesâî, Sıyâm 41, (2, 160-161); İbn-ü Mâce, Sıyâm 1, (1638), Edeb 58, (3823).]

Bir rivâyette de şöyle buyrulmuştur: "Oruç perdedir. Biriniz birgün oruç tutacak olursa kötü söz sarfetmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa "ben oruçluyum!" desin (ve ona bulaşmasın)." [Buhârî, Savm 2, 9, Libas 78; Müslim, Sıyâm 164 (1151); Muvatta, Sıyâm 58, (1, 310); Ebû Dâvud, Savm 25 (2363); Tirmizî, Savm 55, (764); Nesâî, Sıyâm 41, (2, 160-161); İbn-ü Mâce, Sıyâm 1, (1638), Edeb 58, (3823).]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivâyet, gösterilen kaynaklarda, gerek temas edilen meselelerin miktarı ve gerekse bu meselelerin tertibi yönünden farklı şekillerde gelmiştir. Buharî’nin 9. babtaki rivâyeti Teysir’in rivâyetiyle daha fazla uygunluk arzeder.
2- Cenâb-ı Hakk’ın her bir hayır ameli en az on misliyle kabul etmesine dâir sünneti Kur’ân-ı Kerîm’le sâbittir:
﴿ مَنَ جَآءَ بِالحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ ...
[سورة الأنعام:۶/۱۶۰]
  
"Kim bir hayır yaparsa ona on katı (sevâb) verilir..." (En’am 160). Rasûlüllâh bu âyete atıf yapmış olmalıdır.
Hadisin devamında bunun, yediyüz katına kadar çıkacağı belirtilmiştir. Bu rakam da Kur’an’da gelmiştir, ancak bu, "Allâh’ın dilemesi" şartına bağlanmıştır:
﴿ مَثَلُ الّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ ف۪ي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبّةٍۜ ...
[سورة البقرة:۲/۲۶۱]

"Mallarını Allâh yolunda sarfedenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir. Allâh dilediğine kat kat verir, Allâh’ın lütfu geniştir..." (Bakara 26l).
420

Hadis, orucun Allâh nezdindeki hayır amelleri on misli ile yediyüz misli arasında değişen katlarıyla kabul etme sünnetine girmediğini, yâni yediyüz mislinden daha fazla katlarıyla kabul edilecek bir amel olduğunu belirtiyor. Kaf suresinde bu ziyadeye de temas edildiğini söyleyebiliriz: "...Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır..." (Kadr 3).
Burada yapılan bir hayrın Allâh tarafından otuzbin katıyla da kabul edileceğinin Kur’anî bir delili mevcuttur. Hadiste Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm), Cenâb-ı Hakk’ın oruçlu hakkında, "Oruç bu kaideden hariçtir... Ben onu dilediğim gibi mükâfaatlandıracağım..." dediğini belirttiğine göre, kulun ihlâsı nisbetinde orucu sebebiyle otuzbin mislinden fazla bir mükâfaata bile mazhar olabileceği söylenebilir, İlahî rahmetten bu umulabilir.
3- Orucun "perde" olmasına gelince: Bâzı rivâyetlerde
 "جُنّةُ مِنَ النَّارِ."
"ateşe karşı perdedir" şeklinde daha sarîh gelmiştir. Bâzı rivâyetlerde ise:
"أَلصِّيَامُ جُنَّةٌ كَجُنَّةِ اَحَدِكُمْ مِنَ الْقِتَالِ."
"Oruç, birinizin savaştaki zırhınız gibi ateşe karşı zırhınızdır" veya:
جُنَّةُ وَحِصْنٌ حَص۪ينٌ مِنَ النَّارِ."
 "Oruç, ateşe karşı kalkandır ve müstahkem bir kaledir." Bâzı rivâyetlerde,
"أَلصِّيَامُ جُنَّةٌ مَالَمْ يَخْرُقْهَا بِالْغ۪يبَةِ."
 "Oruç, gıybetle yırtmadığı müddetçe, kişiye bir kalkan, bir sığınaktır" buyrulmuştur.
Hadislerin bâzılarında orucun, sahibi için ateşe karşı bir sığınak, (bir perde, bir zırhlı, bir kalkan) olduğu tasrih edilmiş ise de bir kısmında mutlak gelmiştir. Şârihler bu ıtlaktan, başka yorumlara da ulaşmışlardır: İbn-ü’l-Esir, en-Nihâye’de, orucun sâhibini eza veren şehvetlerden koruduğunu belirterek, oruç tutan kimsede, nefsi kötülüklere sevkeden şehvetlerin kırılacağına dikkat çeker.
Kurtubi’ye göre oruç birkaç açıdan örtüdür:
* Orucun perdeye örtü olması, meşruluğu yönüyledir. Öyle ise oruçluya, orucunu ifsâd eden ve sevâbını azaltan şeylerden koruması gerekir. Bu husûsa, Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’ın şu sözü işâret eder: "Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarfetmesin, bağırıp çağırmasın..."
* Orucun (hâsıl ettiği) fâide yönüyle de ona örtü denmesi murad edilmiş olabilir, bu da sahihtir. Çünkü oruç, nefsin şehvetlerini zayıflatır. Buna ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm’ın şu sözü işâret eder: "...Kulum benim için şehvetini... terketti."
* Hâsıl olan sevâb ve hasenatın katlanması sebebiyle de orucun örtü olması murad edilmiş olabilir, bu da sahihtir.
Kadı İyaz, el-İkmâi’de: "Bunun mânası şudur: "Oruç, günâhlara karşı perdedir
421

veya ateşe karşı perdedir veya bunların hepsine karşı perdedir" der. Nevevî, hepsine karşı perde olmasında cezmeder.
İbn-ü’l Ârâbi der ki: "Oruç, ateşe karşı perdedir, çünkü o, şehvetlerden kişinin kendisini tutmasıdır, ateş ise şehvetlerle kuşatılmıştır. Hâsılı, kişi dünyada şehvetlerden kendini tutarsa, bu onun için âhirette ateşe karşı bir perde olur."
Şunu da belirtelim ki, Ebû Ubeyde’den gelen bir rivâyette, gıybetin oruca zarar vereceği belirtilmiştir. Hz. Aişe’den gelen bir rivâyette ise gıybetin orucu bozacağı ifâde edilmiştir. İmâm Evzâî bu hadisi esas alarak gıybetle orucun bozulacağına, o gün tutulan orucun kaza edilmesinin gerektiğine hükmetmiştir. Zâhirî fakihlerden İbn-ü Hazm daha da ileri giderek oruçlu olduğunu bilerek fiilî veya kavlî herhangi bir günâha âmmden tevessül eden oruçlunun orucunun bozulacağına hükmetmiştir. İbn-ü Hazm’ı bu hükme sevkeden husûsun, hadiste gelen
"فَلَايَرْفُثْ وَلَايَجْهَلْ."
 "Kötü söz sarfetmesin, (bağırıp çağırmak gibi) cahillik yapmasın" emrinin mutlak olmasıdır. Bir başka hadiste gelmiş olan,
"مَنْ لَمْ يَدَعْ قَوْلَ الزُّورِ وَالْعَمَلَ بِه۪ فَلَيْسَ للّٰهِ حَاجَةً ف۪ي اَنْ يَدَعَ طَعَامَهُ وَشَرَابَهُ."
Kim yalan söylemeyi, yalanla iş yapmayı bırakmazsa, Allâh’ın onun yemesini içmesini terketmesine ihtiyâcı yoktur" ifâdesi de İbn-ü Hazm’a delil olmuştur.
Bu meselede cumhur, nehyi tahrime hamletmiş olmakla birlikte, orucun bozulması meselesinde farklı düşünmüştür: Evet cumhura göre, orucun bozulması üç sebepten biri ile meydana gelir: Yemek, içmek ve cima.
İbn-ü Abdilberr, orucun diğer ibâdetlere üstünlüğünü beyan sadedinde şöyle der: "O’nun fazîletini anlamada, ateşe karşı örtü olması sana kâfidir." Nesâî’nin sahih bir senedle Ebû Ümâme’den kaydına göre:
"Ey Allâh’ın Rasûlü! dedim, senden alacağım müstesnâ bir amel emret!" Bana:
"Sana orucu tavsiye ederim, çünkü onun emsâli yoktur!" buyurdu." Cumhûr’un nezdinde meşhûr olan, başka delile binaen namazın tercihidir.
4- Oruçlunun ağız kokusunun, Allâh’a misk kokusundan daha hoş gelmesi ifâdesi de üzerinde durmaya değer. Halûf, oruç sebebiyle oruçlunun ağzından çıkan kokuya denmiştir. Allâh nezdinde kokunun iyiliği kötülüğü mevzûbahis olamayacağına göre, bu ifâde ne demektir? İhtilaf edilmiş, farklı izahlar ileri sürülmüştür. Bâzıları şöyle:
* Bu bir mecazdır, güzel kokuların bize yakınlığını ifâde için böyle bir mecaza başvurulması adet olmuştur. Orucun Allâh’a yakınlığını ifâde için, bundan bir istiâre yapılmıştır. Öyleyse mânâ şöyledir: "Oruç Allâh nezdinde, misk’in
422

sizin nezdinizdeki iyiliğinden daha iyidir" veya "misk’in size yakınlığından daha çok oruç Allâh’a yakındır."
* Bu ifâdeden maksad, bu melekler hakkındadır; yâni onlar, oruçlunun ağız kokusundan, sizin misk kokusundan hoşlandığınızdan daha çok hoşlanırlar.
* Misk ve halûf’un Allâh nezdindeki hükmü, sizin nezdinizdeki hükümlerinin zıddıdır.
* Allâh ona âhirette öyle bir mükâfaat verir ki, o sayede ağzının kokusu misk kokusundan daha hoş bir hâl alır.
* Oruçlu öyle bir mükâfaata nail olur ki, bu misk kokusundan daha hoştur
* Oruçlunun ağız kokusu, zikir ve ilim meclislerinde mûtad olan misk kokusundan daha sevâblıdır.
Bu altı vecihten ortaya çıkan netice, "hoş" mânasının kabul ve rızâya hamlidir. Yâni "daha hoş" demekle "Allâh’ın kabûlüne ve rızâsına daha uygun" denmiş olmaktadır. el-Kâdı Hüseyn’in Ta’lîk’ında naklettiğine göre, "Kıyâmet günü, bütün ibâdetlerin kendilerine has bir kokuları olacaktır. İşte orada orucun kokusu, diğer ibâdetlere nazaran misk kokusu gibi olacaktır."
Söylenen son üç husûsu te’yid eden
"يَومَ الْقِيَامَةِ."
 Kıyâmet günü..." Ziyâdesi, bâzı rivâyetlerde gelmiştir. Müslim’in rivâyeti şöyle:
"لَخُلُوفُ فَمِ الصَّآئِمِ اَطْيَبُ عِنْدَ اللّٰهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ ر۪يحِ الْمِسْكِ."
 "Oruçlunun ağız kokusu "Kıyâmet günü" Allâh yanında misk kokusundan daha hoştur."
Son olarak şunu da kaydedelim: Bâzı tabipler bu kokuyu, sıhhat alâmeti görerek hayra yorarlar. Onlara göre vücuddaki fazla maddeler, zayıflamış hücreler, zararlı birikimler açlık sebebiyle vücut tarafından yakılarak temizlenirler Burna hoş gelmeyen bu koku, tabir câizse ileride, kanser dâhil çeşitli hastalıklara sebep olabilecek zararlı maddelerin yakılmasından hâsıl olan dumanın kokusudur. Bunların oruçla yakılıp vücuttan atılması, sıhhat kaynağıdır.
5- Hadiste Cenâb-ı Hakk’ın, "Oruç benim içindir..." buyurmasındaki maksad nedir? Bu husûsta münakaşa edilmiş, farklı görüşler ileri sürülmüştür:
* Bâzıları: "Oruçta riya olmaz, diğer ibâdetlerde olabilir" demiştir. Ebû Ubeyd’in Garib’indeki sözü şöyle: "Biliyoruz ki, hayır amellerin hepsi Allâh içindir ve bunların mükâfaatını da O verecektir. Allâh bilir yâ, Rab Teâla, orucu kendine has kıldı, çünkü İbn-ü Adem oruç tutunca, hâriçte görülen bir fiilde bulunmaz, oruç daha çok içte kalan bir fiildir. Rasûlüllâh, (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’ın
"لَيْسَ فِي الصِّيَامِ رِيَآءٌ."
 "Oruçta riya yoktur" hadisleri de bu husûsu te’yid eder. Bu böyledir, çünkü oruç hâriç bütün ameller hareketle vukûa gelir. Oruç ise,
423

insanlara saklı kalan niyyetle yapılır..."
* Bâzıları: "... Orucun sevâbını ben veririm..." sözünden maksad "Onun sevâbını, ecrinin ne kadar katlanacağını ben bilirim" demektir" diye açıklamıştır. Diğer ibâdetlerin sevâbına bâzı kimselerin muttali olması mümkündür; nitekim âyetlerde haber vermiştir ki on mislinden yediyüz misline kadar ücret verilmektedir. Oruç, bu takdirin dışında tutulmuştur.
* Bâzıları: "... Oruç benim içindir..." sözünün manası: "Bana en sevgili, nezdimde en mûteber ibâdet" demektir" demiştir, (bu husûs yukarıda açıklandı).
* Bâzıları: "Orucun Allâh’a izafesi onu teşrif ve tazim gayesini güder, tıpkı Beytullah tabirinde olduğu gibi..." demiştir.
* Bâzıları: "şehvetlerden olan yemek vs.’den istiğna Allâh’a âit vasıflardandır. Şu halde oruçlu, O’na muvafık sıfatlarla Allâh’a yakınlık kazanınca, Allâh o sıfatı kendine izafe etmiştir."
Kurtubi der ki: "Kulların amelleri, onların hallerine uygundur, oruç hâriç... Oruç, Hakk’ın sıfatlarına uygun bir sıfattır. Sanki şöyle demiştir: "Oruçlu bana uygun bir sıfatla bana yaklaşmaktadır."
* Bâzıları: "Mânâ böyledir. Ancak meleklere izafesi şartıyla... Zîrâ bu mânâ meleklerin sıfatıdır" demiştir.
* Bâzıları: "Bu, Allâh’a hastır, kulların bunda hiçbir nasibleri, hazları yoktur" demiştir.
* Bâzıları: "Orucun Allâh’a nisbet edilişinin sebebi, oruçla başka şeylere ibâdet edilmediği içindir. Hâlbuki namaz, sadaka, tavaf vs. ile başka şeylere ibâdet edile gelmiştir" demiştir. Ancak bâzı yıldıza ve heykellere tapanların oruçla da tapındıkları gösterilerek bu iddiaya itiraz edilmiştir.
* Bâzıları: "Oruç hâriç, kulların bütün ibâdetleri, üzerindeki kul haklarına verilir, oruç hâriç, o verilmez" demiştir. Bu mevzuya giren bir rivâyet şöyledir: "Kıyâmet günü olunca, Allâh kullarını hesaba çeker, üzerindeki kul haklarını amellerinden karşılar, öyle ki oruç hâriç hiçbir şeyi kalmaz. Allâh bâki kalan hakları kendinden öder ve orucuna dokunmaz, onunla da kulunu cennete koyar."
Bu açıklamaya Kurtûbî, bâzı karînelere dayanarak itiraz ederse de İbn-ü Hacer, daha başka karîneler göstererek itiraza hakk vermez.

وَعَنْ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ : "مَنْ صَامَ يَومًا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ تَعَالٰى جَعَلَ اللّٰهُ بَيْنَهُ وَبَيْنَ النَّارِ خَنْدَقًا كَمَا بَيْنَ السَّمَآءِ وَالْاَرْضِ." أخرجه الترمذي.
424


3. (3109)- Yine Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyurdular ki: "Kim Allâh Teâla yolunda bir gün oruç tutsa, Allâh onunla ateş arasına, genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek kılar." (Tirmizî, Cihâd 3, (1624).]

وَعَنْ أَب۪ى أُمَامَةَ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قُلْتُ يَا رَسُولُ اللّٰهِ: مُرْن۪ي بِأَمْرِ يَنْفَعُنِي اللّٰهُ تَعَالٰى بِه۪، فَقَالَ: عَلَيْكَ بِالصَّوْمِ فَإِنَّهُ عَدْلَ لهُ." أخرجه النسائي .
4. (3110)- Ebû Ümâme (r.a.) anlatıyor: "Ey Allâh’ın Rasûlü dedim, bana öyle bir amel emret ki (yaptığım takdirde) Allâh beni mükâfaatlandırsın."
"Sana dedi, orucu tavsiye ederim, zîrâ onun bir eşi yoktur." [Nesâî, Sıyâm 43, (4, 165).]

وَعَنْ سَهْلِ بْنِ سَعْدٍ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ: إِنَّ فِي الجَنَّةَ بَابًا يُقَالُ لَهُ الرَّيَّانُ لَايَدْخُلُهُ إِلَّاالصَّآئِمُونَ، فَإِذَا دَخَلُوا أُغْلِقَ فَلَا يَدْخُلُ مِنْهُ أَحَدٌ."
أخرجه الخمسة إلا أبا داود. وزاد الترمذي: "وَمنْ دَخَلَهُ لَايَظْمَاُ أَبَدًا."
5. (3111)- Sehl İbn-ü Sa’d (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyurdular ki: "Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır. Oradan sadece oruçlular girer. Oruçlular girdiler mi artık kapanır, kimse oradan giremez." [Buharî, Savm 4, Bed’ü’l- Halk 9; Müslim, Sıyâm 166, (1152); Nesâî, Sıyâm 43, (4, 168); Tirmizî, Savm 55, (765).]
Tirmizî’nin rivâyetinde şu ziyâde var: "Oraya kim girerse ebediyyen susamaz."
AÇIKLAMA:
Bâzı rivâyetlerde "Cennetin sekiz kapısı vardır. Bunlardan biri, oruçluların girdiği Reyyân kapısıdır..." şeklinde gelmiştir. Reyyân kelimesinin kökü reyy’dir, kana kana içmek, suya doymak mânasına gelir. Reyyân, suya kanmış, susuzluğu olmayan gibi mânalara gelir.

وَعَنْ أَب۪ى هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ : مَنْ فَطَّرَصَآئِمًا كَانَ لَهُ مِثْلَ أَجْرِه۪  غَيْرَ أَنَّهُ لَايَنْقُصُ مِنْ أَجْرِ الصَّآئِمِ شَيْئًا." أخرجه الترمذي .
6. (3112)- Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyurdular ki: "Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevâbı kadar sevâb yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevâbından hiçbir eksiltme olmaz." [Tirmizî, Savm 82, (807); İbn-ü Mâce, Sıyâm 45, (1746).]

وَعَنْهُ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْه: قَالَ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ : إِذَا دَخَلَ رَمَضَانُ فُتِّحَتْ أَبْوَابُ الْجَنَّةِ، وَغُلِّقَتْ أَبْوَابُ النَّارِ، وَسُلْسِلَتِ الشَّيَاط۪ينُ." أخرجه الستة إ أبا داود .
7. (3113)- Yine Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyurdular ki: "Ramazân ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur." [Buhârî, Savm 5, Bed’ü’l- Halk 11, Müslim, Sıyâm 2, (1079); Nesâî, Sıyâm 5, (4, 129).]
AÇIKLAMA:
1- Ramazânda "şeytanların bağlanması", "Cennet kapılarının açılması", "Cehennem kapılarının kapanması" gibi mefhumlar çeşitli yorumlara mevzu olmuştur. Biz burada sadece birkaç tanesini kaydedeceğiz:
Kâdı İyaz der ki: "Bunların, zâhirî mânalarında olması, kelimelerin ilk ifâde ettiği hakikat üzere olmaları ihtimâlden uzak değildir. Bütün bunlar, ramazân ayının girmesine ve hürmetinin büyüklüğüne ve mü’minlere eziyetten şeytanın men edildiğine bir alâmet, bir işârettir. Kezâ, sevâbın ve affın çokluğuna bir işâret olması da ve şeytanın iğvalarını azaltmasına ve onların zincire vurulmuşa döndüklerine bir işâret olması da muhtemeldir."
Kâdı İyaz sözlerine devamla der ki: "Bu ikinci ihtimâli Müslim’de gelen İbn-ü şihâb rivâyetindeki bir ziyade teyid eder:
"فُتِحَتْ اَبْوَابُ الرَّحْمَةِ."
"...Rahmet kapıları açılır."
İyaz der ki: "Cennet kapılarının açılmasından maksadın; cennete girmenin sebepleri olan ibâdetleri, Allâh’ın kullarına açması olması da muhtemeldir. Kezâ cehennem kapılarının kapanmasından murad da himmetlerin, sahiplerini ateşe atan isyanlardan çevrilmesidir. Şeytanların bağlanmasından murad da onların mü’minleri şaşırtma ve şehvetleri tezyin gibi işlerden âciz bırakılmasıdır."
426
"وَف۪ي اُخْرٰى لِلنِّسَآئ۪ى: وَيُنَاد۪ى مُنَادٍ كُلِّ لَيْلَةً: يَا بَاغِىَ الْخَيْرَ هَلُمَّ، وَيَا بَاغِىَ الشَّرِّ أَقْصَرْ."
8. (3114)- Nesâî’nin bir rivâyetinde şöyle gelmiştir: "Bir münâdi, her gece şöyle nida edip bağırır: "Ey hayır isteyen, gel! Ey şer isteyen kendini şerden tut!" [Nesâî, Savm 5, (4, 130).]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin baş kısmı Teysîr’de hazfedilmiş. Aslı şöyle: "Ramazân ayında sema kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, her bir âsi (mârid) şeytan zincire vurulur ve bir münadi her gece şöyle nida edip bağırır: "Ey hayır arayan gel! Ey şer arayan, kendini şerden tut!"
427
وَعَنْ أَنَسٍ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: سُئِلَ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ أَيُّ الصَّوْمِ أَفْضَلُ بَعْدَ رَمَضَانَ؟ قَالَ: شَعْبَانَ لِتَعْبَانَ رَمَضَانَ، وَأَىُّ الصَّدَقَةِ أَفْضَلُ؟ قَالَ ف۪ي رَمَضَانَ." أخرجه الترمذي .
9. (3115)- Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm): "Ramazândan sonra hangi oruç efdâldir?" diye sorulmuştu, şu cevâbı verdi:
"Ramazânı ta’zim için şa’bân!" Tekrar soruldu: "Hangi sadaka efdâldir?"
"Ramazânda verilen!" cevâbını verdi." [Tirmizî, Zekat 28, (663).]
428





“Hiçbiriniz oruçlu olduğu gün, çirkin söz söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Eğer biri kendisine söver veya sataşırsa «Ben oruçlum!» desin.” (Buhârî, Savm, 9)

Yine başka bir hadiste nakledilmiştir ki, Ashâb-ı Kirâm:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü!.. (Oruçlu) onu, ne ile zedeler?” diye sormuş, Peygamber Efendimiz de:

“-Yalan ve gıybetle…” şeklinde cevâb vermişlerdir. (Nesâî, Sıyâm, 43)

“Ramazân-ı Şerîf’in evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da Cehennem’den âzâd olmaktır.” (İbn-i Huzeyme, Sahîh, III, 191)
الصيام فرض لتأديب النفس البشرية فماذا فعلت النفس ليؤدبها الله؟؟؟؟؟؟


عندما خلق الله الانسان لم يدب الروح فيه دفعة واحدة إنما بث الروح بكل عضو على حدة
فعندما خلق الله اليد سألها : من أنا ومن أنت؟؟؟ فقالت أنا أنا وأنت ربي.
وخلق القدم وسألها نفس السؤال وكان جوابها:أنا أنا وأنت ربي.
وكان جواب جميع أعضاء الجسد واحد:
أي أنا أنا وأنت ربي.
وهكذا إلى أن دبت الروح بكافة أنحاء جسد آدم.............
وعندما خلق الله النفس البشرية سألها السؤال نفسه من أنا ومن أنت؟؟؟؟؟؟؟؟؟؟
فكان جوابها: أنا أنا وأنت أنت !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
وكرر الله السؤال عليها فكان جوابها نفسه!!
فأمر عزوجل بتعذيبها لمدة مئة عام
وعندما عادت سألها السؤال ذاته وكان جوابها نفسه أنا أنا وأنت أنت.
ولأنه تعالى خلقها ويعرف نقطة ضعفها أمر بتجويعها وحرمانها من الطعام لمدة مئة عام
وعندما عادت سألها تعالى من أنت ومن أنا ؟؟؟؟؟
فكان الجواب المنتظر:
أنا أنا وأنت ربي.
ثم خلق الله تعالى العقل وسأله من أنت ومن أنا فجاوبه:
أنا العقل وأنت ربي .
وهكذا كان حساب الناس على قدر عقولهم.............

Rivâyet olunur ki, Cenâb-ı Hakk, nefsi yaratınca O’na sorar:

“-Sen kimsin, ben kimim?”

Nefis cevâb verir:

“-Sen sensin, ben de benim!”

Cenâb-ı Hakk, kendisini var eden Rabbini tanımak istemeyen nefsi, ceza olarak bin yıl ateşte yakar. Bin yıl sonra tekrar sorar:

“-Sen kimsin, ben kimim?”

Nefis tekrar azgınca cevâb verir:

“-Sen sensin, ben benim!”

Allâh-ü Te’âlâ, bin yıl daha nefsi ceza olarak yakar, tekrar sorduğunda yine aynı cevâbı alır. Bu defa ceza olarak onu üç gün aç bırakır. Üç gün sonra nefse:

“-Sen kimsin, ben kimim?” sorusunu sorunca nefis bitkin bir şekilde cevâb verir:

“-Sen Âlemlerin Rabbi Allâhsın, ben ise âciz bir nefsim!..”

Bu rivâyette de görüldüğü üzere, oruç, nefsi terbiye etmenin en kolay yoludur.

Nefsin Yaratılışı..

Allâh-ü Te’âlâ ne zaman ki nefsi yarattı;ona sordu:
"Ey nefis!Bildin mi, ben kimim ve sen kimsin?"
Nefis: "Sen sensin, ben de benim" diye cevâb verdi.

İşte nefis o zamandan beri Allâh-ü Te’âlâ-nın huzûrunda senlik benlik davasında bulundu,
hâlâ da bu davayı bırakmamıştır..

Allâh-ü Te’âlâ bunun üzerine nefse hışım etti. O hışmın pırıltısından cehennem yaratıldı.
Allâh-ü Te’âlâ-nın emri ile cehennem 3 bin sene yakıldı. Öylesine karardı ki cehennemin içinde
göz gözü görmez hâle geldi ve iyice ısındı.

Allâh-ü Te’âlâ-nın emri ile nefs, cehenneme atıldı. İyice yandıktan sonra çıkarılıp
Allâh-ü Te’âlâ-nın huzûruna getirildi ve soruldu:

"Ey nefis! Sen kimsin, ben kimim?"

Nefis: "ben benim, sen de sensin" diye cevâb verdi.

Allâh-ü Te’âlâ bin yıl daha cehennemde yakılmasını emretti.

Tekrar çıkardılar ve kendisine sordular. Yine aynı cevâbını verdi.

Allâh-ü Te’âlâ-nın emri ile bin yıl daha cehennemde yakıldı.
Böylece nefs-i emmâre toplam 3 bin yıl cehennemde yandı ve senlik-benlik davasınından vazgeçmedi.

Bunun üzerine Allâh-ü Te’âlâ "nefsin gıdasının kesilmesi" emrini verdi.

Nefsin gıdası kesildi ve 3 günde feryâdı basarak: "Beni Rabbime iletin" dedi.

Cehennem görevlileri hayretler içinde kalıp:

"Bu nefis üç bin yıl cehennemde yanıp türlü türlü azaplar çekti,
bir defa olsun "RABBİM" demedi. Şimdi gıdası üç gün kesildi, tuttu "beni Rabbime iletin" dedi.

Cehennem malikleri Allâh-ü Te’âlâ’yâ niyaz edip, şöyle dediler:

"İlâhî! Sen gâibleri bilicisin. Şu nefis ki 3 bin yıl cehennemde yandığı halde hiç kimseye baş eğmedi.
Şimdi üç gün aç kaldı, "BENİ RABBİME GÖTÜRÜN" diye feryâda başladı." dediler.

Allâh-ü Te’âlâ huzûruna getirilmesini irâde buyurdu. Gittiler nefsi getirdiler.
Allâh-ü Te’âlâ nefse sordu:

"Ey Nefis! Bildin mi, ben kimim, sen kimsin?"

Nefis bu defa şu cevâbı verdi:

"Bildim Mevlam. Sen Rabbimsin, ben de senin âciz kulunum"

Müzekkin-Nüfus (Eşrefoğlu Rûmî Hz.) Sayfa:296-297



bu Hüreyre(r.a) den rivâyete göre,Peygamber(s.a.v)’’Her kim,inanarak ve sevâbını Allâh’tan umarak Kadir gecesinde kalkar ibâdet ederse,onun için geçmiş günâhları mağfiret olunur.’’buyurmuştur.(Buhârî,Savm:6,2/228)

Ebû Hüreyre(r.a)den rivâyete göre Rasûlüllâh(s.a.v)buyurdu ki:’’Ramazân aynın birinci gecesi olunca,şeytanların ve cinlerin şirretleri zincire vurulur;cehennemin kapıları kapatılır ve hiçbir kapısı açılmaz;cennetin kapıları açılır ve hiçbir kapısı kapatılmaz ve bir münadi(çağırıcı),’’Ey hayır dileyen!(hakka ibâdete)gel!Ey şer dileyen!günâh işlemekten vaz geç artık! Diye çağırır.Allâh’ın bu ayda,iftar saatlerinde cehennemden âzâd ettiği nice kimseler vardır ve bu ,her gecedir.’’(Tirmizî,Savm:1,3/66-67 , No:682 , Nesei, Sıyâm:3, İbn-i Mace,Sıyâm:2)

Ebû Hüreyre(r.a)den rivâyete göre,Nebi(s.a.v),zorlamaksızın,Müslümanları,Ramaza n ayını hakkıyla ifa etmeye teşvik eder ve şöyle buyururdu:’’Ramazân ayı girdiğinde,cennet kapıları açılır,cehennem kapıları kapanır,şeytanlar o ayda zincire vurulur.’’(Nesei300,Sıyâm:5)

Halid el-Cüheni(r.a)den rivâyete göre;dedi ki:Rasûlü Ekrem(s.a.v)şöyle buyurdu:’’Herkim bir oruçluya iftar yemeği yedirirse,kendisine onun sevâbı kadar sevâb vardır.Şu kadar var ki,(Allâh-u Teala)oruçlunun ecrinden hiç bir şey eksiltmez.’’(Tirmizî,Savm:82,3/162, No:807,İbn-i Mace, Sıyâm:45,Dârimî,Savm:13,Ahmed İbn-i Hanbel:4/114-116,5/192)

Ebû Hüreyre(r.a)den rivâyet edildiğine göre Rasûlüllâh (s.a.v)şöyle buyurdu:’’Ümmetime, Ramazânı şerîf ayında beş haslet(özellik)verilmiştir ki,onlar kendilerinden evvel hiç bir ümmete verilmemiştir.Oruçlunun ağız kokusu Allâh indinde misk kokusundan daha hoştur,iftar edinceye kadar melekler onlar için istiğfar eder.Allâh-u Teala hergün cennetini süsler sonra(ona hitaben)yakında Salih kullarım kendilerinden sıkıntı ve eziyetleri atıp sana varacaklar,buyurur.O ayda azgın şeytanlar zincire vurulur,binaenaleyh başka ayda yaptıklarına o ayda ulaşamazlar.Ramazânı şerîfin son gecesinde (oruç tutan kullar)affolunurlar.O zaman yâ Rasûl!O gece kadir gecesimidir?diye sorulunca Efendimiz(s.a.v):Hayır!Lakin çalışan kişiye ücreti,işini bitirdiği zaman verilir,buyurdu.’’(Ahmed İbn-i Hanbel:2/292)

Ka’b İbn-i Ucre(r.a)den rivâyet edildiğine göre,bir kere Efendimiz(s.a.v):’’Mimberi hazır edin!buyurdu.(Ka’b Hazretleri şöyle anlatıyor)Biz de hazırladık.Bir basamak çıkınca:’’Amin’’ dedi.İkinci basamağa çıkınca tekrar’’Amin’’ dedi.Üçüncü basamağa çıkınca yine’’Amin’’ dedi.Mimberden inince biz:’’Ey Allâh’ın Rasûlü bu gün senden(evvelce) duymadığımız bir şey duyduk.’’ Dedik.
 O zaman Rasûlüllâh(s.a.v):Şüphesiz Cibrîl(a.s)bana görünerek:’’Ramazâna yetişipte affolunmayan Allâh’ın rahmetinden uzak olsun! Dedi. Bende:’’Amin’’ dedim. İkinci basamağa çıktığımda:’’Sen yanında anılıpta sana salat okumayan Allâh’ın rahmetinden uzak olsun! Dedi. Bende:’’Amin’’ dedim. Üçüncü basamağa çıktığımda:’’Bir kişinin ana babasının ikisi veya biri,yanında yaşlanır da onu cennete sokmazlarsa o kişi de(Allâh’ın lutfundan )uzak olsun.’’ Diye bedduâ etti. Ben de:’’Amin’’ dedim buyurdu.(Hakim,Müstedrek:4/153)

Ebû Hüreyre(r.a) den rivâyet edildiğine göre,Rasûlüllâh(s.a.v):’’ Beş vakit namaz,bir Cuma diğer cumaya kadar, Ramazân da diğer ramazâna kadar, büyük günâhlardan sakınıldığı takdirde aralarındaki(günâhları)silerler.’’buyurdu.(Müslim, Taharet:16,1/209,Ahmed İbn-i Hanbel:2/400)

Hazreti Enes(r.a)den rivâyet edilmiştir ki. Bir kere Rasûlüllâh(s.a.v)e:’’Hangi sadaka daha üstündür?’’ diye soruldu.Efendimiz(s.a.v):’’Ramazândaki sadakadır.’’buyurdu.(Suyûtî,Dürrü’l-Mensûr:1/449)

Bera İbn-i Azib(r.a)den rivâyete göre,Efendimiz(s.a.v):’’Ramazândaki cumanın üstünlüğü,Ramazânın diğer aylara üstünlüğü gibidir.’’buyurdu.(Deylemi,Müsnedi Firdevs:4352)



Said bin Cübeyr (r.a.) den rivâyet edilmiştir,

Der ki;

-“Bizden önceki ümmetlerin oruc’ları, yatsı vaktınden gelecek günün akşamına kadar idi. Nitekim İslâm’ın ilk günlerinde de böyle idi.”

1_Oruc ateşe (kötülüklere ,günâhlara) karşı bir kalkandır.sizden biriniz oruçlu bulunduğu günde kötü söz konuşmasın ve kavga etmesin.(Riyazussalihin:1220)

 2_Kim kötü sözleri ve kötü işleri bırakmazsa, o kimsenin yemesini, içmesini terketmesine Allâhın ihtiyâcı yoktur.( Tac:2/61 ) 

3_Şüphesiz Allâh-ü Te’âlâ, ramazân orucunusizin üzerinize farz kıldı.Ben de size, ondaki terâvîh namazını sünnet kıldım.Kim ki inanarak ve Allâhtan mükâfaatını umarak oruç tutarsa, anasından doğduğu gündeki gibi günâhlarından temizlenmiş olur.(tac:2/46) 

4_Yûce Allâh oruç hakkında;Oruc benim içindir.Onun mükafatını ancak ben veririm.(Tac:2/40) 

5_Nice oruç tutan vardır ki,orucun ona açlıktan başka bir faydası yoktur.(tac:2/61  

6_Ey Müminler;Mübârek ay, şehri ramazân geldi.allâh onda oruç tutmanızı size farz kıldı.o ayda cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve azgın şeytanlar zincirlere vurulur.O ayda bir gece vardır ki, bin aydan hayırlıdır.O gecenin hayrına nail olmayan (hakkıyla idrâk ve ihyâ etmeyen) büyük mahrûmiyete uğramıştır.(ahmet nesei:94)       

 7_Ramazân ayı gelince cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincirlere vurulur.(tac:47)

8_ Kim inanarak ve mükâfaatını yalnız Allâhtan umarak, oruc tutarsa, geçmiş günâhları affedilir.(tac:58)           

 9_Sahur yapınız, çünkü sahurda bereket vardır.(tac:58)         

10_İnsanlar iftar etmekte acele ederse, hayırlı olmakta devam ederler.Sizden biriniz iftar etiği vakit,hurma ile iftar etsin.Çünkü hurma berekettir.Hurma bulamayan da su ile iftar etsin.Zîrâ su temizleyicidir.(tac:2/60)          

11_oruç tutunuz ki, sıhhat bulasınız.(Keşful Hafa:1631)        

 12_oruç kalkandır.Biriniz oruçlu  iken çirkin, kötü ve kaba söz söylemesin, bağırıp çağırmasın, kavga etmesin.Birisi kendisine söver yâ da çatarsa ona ben oruçluyum desin.(Müslim,sıyâm,163)         

 13_Oruç sabrın yarısıdır.(tirmizî:536)          

14_Cennette reyyân adında bir kapı vardır ki buradan kıyâmet gününde sadece oruç tutanlar cennete gireceklerdir.(muslım,sıyâm,166)          

15_Kim Allâh için bir gün oruç tutarsa, Allâh yetmiş yıllık bir mesâfe kadar onu cehennem ateşinden uzaklaştırır.(muslım,sıyâm,168)   


Bu konuda imâm-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Mübârek Ramazân ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nâfile namaz, zikir, sadaka ve bütün nâfile ibâdetlere verilen sevâb, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günâhları affolur. Cehennemden âzâd olur. O oruçlunun sevâbı kadar, ayrıca buna da sevâb verilir. O oruçlunun sevâbı hiç azalmaz.

Bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibâdet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur, Cehennemden âzâd olur. Ramazân-ı Şerîf ayında, Rasûlüllâh, esirleri âzâd eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibâdet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasîb olur. Bu aya saygısızlık edenin, günâh işleyenin bütün senesi, günâh işlemekle geçer.

Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibâdet etmelidir. Allâh-ü Te’âlâ-nın râzı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, âhıreti kazanmak için fırsat bilmelidir.

Kur’ân-ı Kerîm, Ramazânda indi. Kadir gecesi, bu aydadır. Ramazân-ı Şerîfte, iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Rasûlüllâh bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi.

İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısıyla her şeye muhtâc olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zâten bu demektir.

Hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince, (Zehebez-zama’ vebtellet-il uruk ve sebet-el-ecr inşaallâhü te’âlâ) duâsını okumak, terâvîh kılmak ve hatim okumak önemli sünnettir.

Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce Müslüman affolur, âzâd olur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. Allâh-ü Te’âlâ, bu mübârek ayda Onun şanına yakışacak, kulluk yapmayı ve Rabbimizin râzı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasîb eylesin! Âmîn. (Mektubât ,1.c. 45.m.) Hadîs-i Şerîf’te, (Özürsüz, Ramazânda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazândaki o bir günkü sevâba kavuşamaz) buyuruldu. [Tirmizî]
(Ama dini bir mâzeret varsa oruç tutmamak günâh olmaz.)

(Temizlik imanın yarısı, oruç da sabrın yarısıdır.) [Müslim]

(Oruçlu iken ölene, kıyâmete kadar oruç tutmuş gibi sevâb yazılır.)
[Deylemi]

(Oruçlu iken ölen Cennete girer.)
[Bezzar]

(Oruç tutan, namaz kılan kimse, mükafatını kıyâmette aklı kadar alır.)
[Hatib]

(Oruç şehveti keser.)
[İ. Ahmed]

Mübârek vakitlerde, günâhlardan titizlikle uzak durmalı, taatları, ibâdetleri ve her çeşit hayratı artırmalıdır. Zîrâ Allâh-ü Te’âlâ, tarafından sevilen kimse, fazîletli vakitlerde fazîletli amellerle meşgûl olur. Buğzettiği kul ise; fazîletli vakitlerde kötü işlerle meşgûl olur. Kötü işlerle meşgûl olanın bu hareketi azâbının daha şiddetli olmasına ve Allâh-ü Te’âlâ-nın, ona daha çok buğzetmesine sebep olur. Çünkü o, böyle yapmakla vaktin bereketinden mahrûm kalmış ve onun hürmet ve şerefini çiğnemiş olur. (Mev’iza-i hasene)

Rasûlüllâh efendimizin rüyâsı
(Rüyâmda acâib şeyler gördüm. Ümmetimden birini azap melekleri yakalamıştı. Aldığı abdestler gelip, onu içindeki zor durumdan kurtardı. Birini gördüm, kabri onu sıkıyordu. Kıldığı namazlar gelip, onu kabir azâbından kurtardı. Birine şeytanlar musallat olmuştu. Ettiği zikirler gelip, şeytandan onu kurtardı. Birinin de susuzluktan dili çıkmıştı. Tuttuğu Ramazân orucu gelip, susuzluğunu giderdi.

Birini zulmet sarmıştı. Yaptığı hac gelip karanlıktan çıkardı. Birine ölüm meleği gelmişti. Ana babasına yaptığı iyilikler gelip, ölümüne engel oldu, geciktirdi. Birini Müslümanlarla konuşturmuyorlardı. Sıla-i rahim gelip, ona şefaat etti, onlarla konuştu. Peygamberinin yanına gitmek isteyen birine engel oluyorlardı. Aldığı gusül, onu alıp yanıma getirdi. Ateşten korunmak isteyen birisine, sadakası gelip ateşe perde oldu. Birini zebaniler alıp Cehenneme götürürken, yaptığı emr-i maruf ve nehy-i münker gelip kurtardı. Biri Cehennem ateşine atılmıştı. Allâh korkusu ile döktüğü gözyaşları gelip oradan kurtardı.

Birine amel defteri solundan verilirken, Allâh korkusu gelip, defterini sağa aldı. Sevâbları hafif gelen birine, kendinden önce ölen çocukları gelip, sevâbını ağırlaştırdı. Cehennemin kenarında, korkudan titreyen birine, Allâh-ü Te’âlâya olan hüsnü zannı gelince, titremesi durdu. Sırattan zorla geçen biri, Cennete geldi. Fakat kapılar kapalıydı. Kelime-i şehadeti gelip, onu Cennete koydu.) [Taberani, Hakîm-i Tirmizî]

Hz. Rasûl-i Ekrem (s.a.a) bir hutbesinde şöyle buyuruyor: "Her kim Ramazân ayını sükut halinde oruç tutar da, kulağını, gözünü, dilini, şehvetini ve vücudunun organlarını yalandan, haramdan ve gıybetten kurbet (Allâh’a yaklaşma) kastıyla korursa Allâh-u Te’âlâ onu kendine mukarreb (yakın) kılar, öyle ki o adam Hz. İbrahim Halilullah (a.s) ile aslına bakılsın." [10] Vesail-uş Şia, c.7, s.117.


1218 Ebû Hüreyre r.a.’den rivâyet edildiğine göre Rasûlüllâh sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem şöyle buyurdu:
 Aziz ve celîl olan Allâh"İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir Oruç benim içindir, mükâfaatını da ben vereceğim" buyurmuştur
Oruç kalkandır Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin Şayet biri kendisine söver yâ da çatarsa: ‘Ben oruçluyum’ desin Muhammed’in canı kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allâh katında misk kokusundan daha güzeldir Oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç anı vardır: Birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevâbıyla Rabbine kavuştuğu andır "

Buhârî, Savm 9; Müslim, Sıyâm 163



1219 Yine Ebû Hüreyre r.a.’den rivâyet edildiğine göre Rasûlüllâh sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem şöyle buyurdu:
 "Allâh yolunda çift sadaka veren kimse, cennetin muhtelif kapılarından, ‘Ey Allâh’ın (sevgili) kulu! Burada hayır ve bereket vardır’, diye çağırılır Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından, mücahidler cihad kapısından, oruçlular reyyân kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından (cennete girmeye) davet edilirler "
 Ebû Bekir r.a.:
 – Anam babam sana kurban olsun ey Allâh’ın Rasûlü! Gerçi bu kapıların birinden çağrılan kimsenin diğer kapılardan çağırılmaya ihtiyâcı yoktur ama, bu kapıların hepsinden birden çağrılacak kimseler de var mıdır? dedi
Rasûlüllâh sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem:
 – "Evet, vardır Senin de o bahtiyârlardan olacağını ümit ederim" buyurdu
Buhârî, Savm 4, Cihâd 37, Bed’u’l–halk 9, Fezâilü ashâbi’n–Nebî 5; Müslim, Zekât 85, 86 Ayrıca bk Tirmizî, Menâkıb 16; Nesâî, Zekât 1, Cihâd 20, Sıyâm 43

Rasûlüllah (sallallâhu aleyhi ve selem) buyuruyor ki;

-“Ramazânın ilk gecesi geldiği zaman, bütün cennet kapıları açılır. Bu kapılardan hiç biri Ramazân ayı boyunca kapanmaz. Allâh (c.c.) bir münadiye şöyle nida etmesini emreder.

-“Ey hayır isteyen, gel.”

-”Ey şer yolundan olan azğın (azğınlığından) vazgeç.”

Sonra der ki:

-“İstiğfar eden yokmu? İstiğfar eden bağışlanacak.”

-“İsteyen yok mu? İstediği kendisine verilecek.”

-“Tevbe eden yok mu? Tevbesi kabul olunacak.”

Bu çağırmalar şafak atıncaya kadar devam eder. Allâh (c.c.) her Ramazân bayramı gecesi azâba müstehâk olan bir milyon kişiyi cehennem azâbından ÂZÂD EDER.”

Mükaşefe-tül Kulub (İmâm-i Ğazali)



1220 Sehl İbni Sa’d r.a.’den rivâyet edildiğine göre Nebî sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem şöyle buyurdu:
 "Cennette reyyân denilen bir kapı vardır ki, kıyâmet günü oradan ancak oruçlular girecek, onlardan başka kimse giremeyecektir Oruçlular nerede? diye çağrılır Onlar da kalkıp girerler ve o kapıdan onlardan başkası asla giremez Oruçlular girince o kapı kapanır ve bir daha oradan kimse girmez "

Buhârî, Savm 4; Müslim, Sıyâm 166 Ayrıca bk Nesâî, Sıyâm 43; İbni Mâce, Sıyâm 1



1221 Ebû Saîd el–Hudrî r.a.’den rivâyet edildiğine göre Rasûlüllâh sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem şöyle buyurdu:
 "Allâh rızâsı için bir gün oruç tutan kimseyi Allâh-ü Te’âlâ, bu bir günlük oruç sebebiyle cehennem ateşinden yetmiş yıl uzak tutar "

Buhârî, Cihâd 36; Müslim, Sıyâm 167–168 Ayrıca bk Tirmizî, Fezâilü’l–cihâd 3;


1222 Ebû Hüreyre r.a.’den rivâyet edildiğine göre Rasûlüllâh sallalllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
 "Kim, fazîletine inanarak ve karşılığını Allâh’tan bekleyerek ramazân orucunu tutarsa, geçmiş günâhları bağışlanır "
 Buhârî, Îmân 28, Savm 6; Müslim, Sıyâm 203, Müsâfirîn 175 Ayrıca bk Ebû Dâvûd, Ramazân 1, Savm 57; Tirmizî, Savm 1, Cennet 4; Nesâî, Sıyâm 39; İbni Mâce, İkâmet 173, Sıyâm 2, 33

1223 Yine Ebû Hüreyre r.a.’den rivâyet edildiğine göre Rasûlüllâh sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem şöyle buyurdu:
 "Ramazân ayı girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır "

Buhârî, Savm 5, Bed’ul–halk 11; Müslim, Sıyâm 1, 2, 4, 5

1224 Yine Ebû Hüreyre r.a.’den rivâyet edildiğine göre Rasûlüllâh sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem şöyle buyurdu:
 "Ramazân hilâlini görünce oruç tutunuz Şevval hilâlini görünce de oruca son veriniz Ramazânın başlangıcı bulutlu bir güne rastlarsa, şâbanı otuza tamamlayınız "

Buhârî, Savm 11; Müslim, Sıyâm 4, 7, 8, 17–20 Ayrıca bk Tirmizî, Savm 5; Nesâî, Sıyâm 8; İbni Mâce, Sıyâm 7

Bu, Buhârî’nin rivâyetidir Müslim’in rivâyetinde şöyle buyurulmaktadır: "Eğer şevval ayının başlangıcı bulutlu olursa, orucu otuza tamamlayınız "

(Bu rivâyet için de ayrıca bk Ebû Dâvûd, Sıyâm 7; Nesâî, Sıyâm 10; İbni Mâce, Sıyâm 7)



*** --- Hz. Câbir r.a. anlatıyor: Peygamberimiz (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) : “Her iftar vaktinde Allâh tarafından (cehennemden) âzâd edilen kimseler bulunur. Bu, (Ramazânın) her gecesinde olur.”
*** ---  Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki:
“Ramazân girip çıktığı halde günâhları affedilmemiş olan insanın burnu sürtülsün.


Anne ve babasına veyâ bunlardan birine yetişip de onlar sayesinde cennete girmeyen kimsenin de burnu sürtülsün.
 Ben yanında zikredildiğim zaman bana salat okumayan kimsesinin de burnu sürtülsün!”
                        [Tirmizî, Daavat 110, (3539).]

*** --- Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)’nin anlattığına göre: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) onları, kesin bir emirde bulunmaksızın ramazân gecelerini ihyâya teşvik ederdi. (Bu maksadla) derdi ki: “Kim ramazân gecesini, sevâbına inanarak ve bunu elde etmek  niyetiyle namazla ihyâ ederse geçmiş  günâhları affedilir.”
Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) -bu tavsiyesi herhangi bir değişikliğe uğramadan- vefat etti. Bu durum (terâvihin ferden kılınması) Hz. Ebû Bekr’in hilafeti zamanında da böylece devam etti, Hz. Ömer’in hilafetinin başında da böyle devam etti.”

*** --- Herim İbn-ü Hanbeş r.a. anlatıyor: “Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm buyurdular ki: “Ramazân ayında yapılan bir umre (sevâb cihetiyle) bir hacca muâdildir.”

*** ---  İbn-ü Abbâs (r.a.ümâ) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), Ensâr’dan Ümmü Sinân adındaki bir kadına: “Bizimle haccetmekten seni ne alıkoydu?” diye sordu. Kadın:
“Ebû fülânın (kocasını kasteder) sadece iki sulama devesi var. Biriyle o ve oğlu haca gitti. Öbürü (ile de ben kaldım) arâzimizi suluyor(um)” dedi.

*** --- Bunun üzerine Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm):

“Öyleyse Ramazân’da (yapacağın) umre, (kaçırdığın) bir  haccın veyâ benimle (yapmış olacağın) bir haccın kazasıdır. Ramazân gelince umre yap. Zîra Ramazân’daki bir umre hacca muâdil olur.” [Buhârî, Umre 4, Cezâu’s-Sayd 26; Müslim, Hacc 222

*** --- Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki:
“Beş vakit namaz, bir cuma namazı diğer cuma namazînâ, bir Ramazân diğer Ramazâna hep kefarettirler. Büyük günâh irtikab edilmedikçe aralarındaki günâhları affettirirler.”
                            [Müslim, Taharet 14, (223)



*** --- Hz. Âişe (r.a.â) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) Ramazân ayında, diğer aylarda görülmeyen bir gayrete girerdi. Ramazânın son on gününde ise çok daha şiddetli bir gayrete geçerdi. Son on günde geceyi ihyâ eder, ailesini de (gecenin ihyâsı için) uyandırırdı, izarını da bağlardı.”  [Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadir 5, Müslim, İ’tikâf 8, (1175) 

*** --- Şeddül-Mi’zer=İzarın bağlanması: Âlimler bununla, Rasûlüllâh’ın son on günde hanımlarını terketmiş olduğunun kinâye edildiğini belirtirler. Böylece ibâdete daha çok vakit ayırma imkânı aramış olmaktadır.

“Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm buyurdular ki:
 “Her şeyin bir zekatı (temizlenme vasıtası) vardır, cesedin zekatı oruçtur.”
Muhrız rivâyetinde şu ziyadede bulundu:
“Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm şunu ilave etti:
“Oruç, sabrın yarısıdır.”

***--Hz. Rasûlüllâh orucun bedene sıhhat, eve bereket getireceğini haber verir:
 “Oruç tutun, sıhhat bulun.”
***-- Birçok hadîste, orucun insanda ruhî terbiye vasıtası olan, en mühim erdemlerden “sabr”a alıştıracağı belirtilir.

***-- Oruç günâhlara karşı bir perde, bir siperdir: 
“Oruç bir perdedir, mü’minin sığınacağı kalelerden bir kaledir...”
**-- Oruç cehenneme karşı da bir perdedir:
Oruç ateşe karşı bir perde, müstahkem bir kaledir”
“Oruç ateşe karşı (sağlam) bir perdedir, yeter ki yalanla, gıybetle kişi onu yırtmamış olsun.”
***-- Oruç en makbul, en sevâblı bir ibâdettir:
“Oruçlunun uykusu ibâdettir, susması tesbihtir, amelleri misliyle kabul edilir, duâsı makbuldür, günâhı affedilir.”

***--Diğer bir Hadîs-i Şerîf’te :
“Oruçta riya yoktur. Allâh Te’âlâ Hazretleri buyurur ki: “Oruç benim içindir, onun mükâfaatını ben vereceğim, oruçlu yiyecek ve içeceğini benim için bıraktı.”

“Oruçlunun yanında birisi yemek yiyince melekler ona rahmet okurlar, bu hal, öbürü yemesini bitirinceye kadar devam eder.”

***--Hz. Ebû Hüreyre (r.a.):

“Rasûlüllah (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)  buyurdular ki:

“Ademoğlunun her ameli katlanır. (Zîrâ Cenâb-ı Hakk’ın bu husûstaki sünneti şudur:) Hayır ameller en az on misliyle yazılır, bu yedi yüz misline kadar çıkar. Allâh Te’âlâ Hazretleri (bir hadîs-kudsîde) şöyle buyurmuştur: “Oruç bu kaideden hariçtir. Çünkü o sırf benim içindir, ben de onu (dilediğim gibi) mükâfaatlandıracağım. Kulum benim için şehvetini, yiyeceğini terk etti.”

“Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir, diğeri de Rabbi ne kavuştuğu zamanki sevincidir.

***--Oruçlunun ağzından çıkan koku (halûf), Allâh indinde misk kokusundan daha hoştur.”

***--Bir rivâyette de şöyle buyrulmuştur:

“Oruç perdedir. Biriniz birgün oruç tutacak olursa kötü söz sarf etmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veyâ kavga edecek olursa “ben oruçluyum!” desin (ve ona bulaşmasın).”                                       Buhârî, Savm


***--Cenâb-ı Hakk’ın her bir hayır ameli en az on misliyle kabul etmesine dâir sünneti Kur’ânı Kerîm’le sâbittir:
“Kim bir hayır yaparsa ona on katı (sevâb) verilir...”                                            (En’am 160).
(Rasûlüllâh bu âyete atıf yapmış olmalıdır.
Hadîsin devamında bunun, yedi yüz katına kadar çıkacağı belirtilmiştir.)
 Bu rakam da Kur’ân’da gelmiştir, ancâk bu, “Allâh’ın dilemesi” şartına bağlanmıştır:

***--”Mallarını Allâh yolunda sarf edenlerin durumu, her başağında yüz tâne olmak üzere yedi başak veren tânenin durumu gibidir. Allâh dilediğine kat kat verir, Allâh’ın lütfu geniştir...”      
                                                                                              (Bakara 261 )
Orucun Allâh nezdindeki hayır amelleri on misli ile yedi yüz misli arasında değişen katlarıyla kabul etme sünnetine girmediğini, yâni yedi yüz mislinden daha fazla katlarıyla kabul edilecek bir amel olduğunu belirtiyor. Kaf sûresinde bu ziyadeye de temas edildiğini söyleyebiliriz:

“...Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır...”        (Kadr 3).

*** --- Burada yapılan bir hayrın Allâh tarafından otuz bin katıyla da kabul edileceğinin Kur’ânî bir delili mevcûddur.
Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) :

 Cenâb-ı Hakk’ın oruçlu hakkında : “Oruç bu kaideden hariçtir... Ben onu dilediğim gibi mükâfaatlandıracağım...”

***--Kulun ihlâsı nisbetinde orucu sebebiyle otuz bin mislinden fazla bir mükâfaata bile mazhar olabileceği,  İlahî rahmetten bu umulabilir.

***--Orucun “perde” olmasına gelince: Bâzı rivâyetlerde “
 “ateşe karşı perdedir”
şeklinde daha sarîh gelmiştir. Bâzı rivâyetlerde
ise:

“Oruç, birinizin savaştaki zırhınız gibi ateşe karşı zırhınızdır” veyâ:
“Oruç, ateşe karşı kalkandır ve müstahkem bir kaledir.” Bâzı rivâyetlerde,
“Oruç, gıybetle yırtmadığı müddetçe, kişiye bir kalkan, bir sığınaktır” buyrulmuştur.

Oruçluya, orucunu ifsâd eden ve sevâbını azaltan şeylerden koruması gerekir. Bu husûsa, Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’ın şu sözü işâret eder: “Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarf etmesin, bağırıp çağırmasın...”
* Orucun (hâsıl ettiği) fâide yönüyle de ona örtü denmesi murad edilmiş olabilir, bu da sahîhtir. Çünkü oruç, nefsin şehvetlerini zayıflatır. Buna ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm’ın şu sözü işâret eder: “...Kulum benim için şehvetini... terketti.”
* Hâsıl olan sevâb ve hasenatın katlanması sebebiyle de orucun örtü olması murad edilmiş olabilir, bu da sahîhtir.

*** --- Kadı İyaz, el-İkmâi’de: “Bunun mânası şudur: “Oruç, günâhlara karşı perdedir veyâ ateşe karşı perdedir veyâ bunların hepsine karşı perdedir” der.

İbn-ü’l Ârabi der ki: “Oruç, ateşe karşı perdedir, çünkü o, şehvetlerden kişinin kendisini ,
-7-
tutmasıdır, ateş ise şehvetlerle kuşatılmıştır. Hâsılı, kişi dünyada şehvetlerden kendini tutarsa, bu onun için âhirette ateşe karşı bir perde olur.”
 Ebû Ubeyde’den gelen bir rivâyette, gıybetin oruca zarar vereceği belirtilmiştir.
Hz. Âişe’den gelen bir rivâyette ise: gıybetin orucu bozacağı ifâde edilmiştir.
İmâm Evzâî: bu hadîsi esas alarak gıybetle orucun bozulacağına, o gün tutulan orucun kaza edilmesinin gerektiğine hükmetmiştir. Zâhirî fakihlerden
İbn-ü Hazm: daha da ileri giderek oruçlu olduğunu bilerek fiilî veyâ kavlî herhangi bir günâha âmmden tevessül eden oruçlunun orucunun bozulacağına hükmetmiştir. İbn-ü Hazm’ı bu hükme sevkeden husûsun, hadîste gelen :
“Kötü söz sarf etmesin, (bağırıp çağırmak gibi) cahillik yapmasın” emrinin mutlak olmasıdır.
*** --- Bir başka hadîste gelmiş olan,
***--Kim yalan söylemeyi, yalanla iş yapmayı
bırakmazsa, Allâh’ın onun yemesini içmesini terk etmesine ihtiyâcı yoktur” ifâdesi de İbn-ü Hazm’a delil olmuştur. Evet cumhura göre, orucun bozulması üç sebepten biri ile meydana gelir: Yemek, içmek ve cima.

*** --- İbn-ü Abdilberr, orucun diğer ibâdetlere üstünlüğünü beyan sadedinde şöyle der: “O’nun fazîletini anlamada, ateşe karşı örtü olması sana kâfîdir.”     
-8-

*** --- Nesâî’nin sahîh bir senedle : Ebû Ümâme’den kaydına göre: “Ey Allâh’ın Rasûlü! dedim, senden alacağım müstesnâ bir amel emret!” Bana: “Sana orucu tavsiye ederim, çünkü onun emsâli yoktur!” buyurdu.”

*** --- Oruçlunun ağız kokusunun, Allâh’a misk kokusundan daha hoş gelmesi ifâdesi de üzerinde durmaya değer ;
*** --- Halûf, oruç sebebiyle oruçlunun ağzından çıkan kokuya denmiştir. Allâh nezdinde kokunun iyiliği kötülüğü mevzubahis olamayacağına göre, bu ifâde ne demektir? İhtilaf edilmiş, farklı izahlar ileri sürülmüştür.
Bâzıları şöyle: Bu bir mecazdır, güzel kokuların bize yakınlığını ifâde için böyle bir mecaza başvurulması adet olmuştur. Orucun Allâh’a yakınlığını ifâde için, bundan bir istiâre yapılmıştır.

*** --- Öyleyse mânâ şöyledir: “Oruç Allâh nezdinde, misk’in sizin nezdinizdeki iyiliğinden daha iyidir” veyâ “misk’in size yakınlığından daha çok oruç Allâh’a yakındır.”

***--Bu ifâdeden maksat, bu melekler hakkındadır; yâni onlar, oruçlunun ağız kokusundan, sizin misk kokusundan hoşlandığınızdan daha çok hoşlanırlar.

***-- Allâh ona âhirette öyle bir mükâfaat verir ki, o sayede ağzının kokusu misk kokusundan daha hoş bir hâl alır.

***-- Oruçlu öyle bir mükâfaata nail olur ki, bu misk kokusundan daha hoştur

***-- Oruçlunun ağız kokusu, zikir ve ilim meclislerinde mûtad olan misk kokusundan daha sevâblıdır.

-9-
*** --- Ortaya çıkan netice, “hoş” mânasının kabul ve rızâya hamlidir. Yâni “daha hoş” demekle “Allâh’ın kabûlüne ve rızâsına daha uygun” denmiş olmaktadır.

*** --- el-Kâdı Hüseyn’in Ta’lîk’ında naklettiğine göre: “Kıyâmet günü, bütün ibâdetlerin kendilerine has bir kokuları olacaktır. İşte orada orucun kokusu, diğer ibâdetlere nazaran misk kokusu gibi olacaktır.”
*** --- Söylenen son üç husûsu te’yid eden
*** --- Kıyâmet günü...” Ziyâdesi, bâzı rivâyetlerde gelmiştir. Müslim’in rivâyetinde :
“Oruçlunun ağız kokusu “Kıyâmet günü” Allâh yanında misk kokusundan daha hoştur.”

---Hadîste Cenâb-ı Hakk’ın, “Oruç benim içindir...” buyurmasındaki maksad nedir? Farklı görüşler ileri sürülmüştür:
*** --- Bâzıları: “Oruçta riya olmaz, diğer ibâdetlerde olabilir” demiştir.
---Ebû Ubeyd’in Garib’indeki sözü şöyle: “Biliyoruz ki, hayır amellerin hepsi Allâh içindir ve bunların mükâfaatını da O verecektir. Allâh bilir yâ, Rab Te’âlâ, orucu kendine has kıldı, çünkü İbn-ü Adem oruç tutunca, hâriçte görülen bir fiilde bulunmaz, oruç daha çok içte kalan bir fiildir.

-10-
*** --- Rasûlüllâh, (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’ın  :
“Oruçta riya yoktur” hadîsleri de bu husûsu te’yid eder. çünkü oruç hâriç bütün ameller hareketle vukûa gelir. Oruç ise, insanlara saklı kalan niyyetle yapılır...”
*** --- Bâzıları: “... Orucun sevâbını ben veririm...” sözünden maksad “Onun sevâbını, ecrinin ne kadar katlanacağını ben bilirim” demektir”

---Nitekim âyetlerde haber vermiştir ki on mislinden yedi yüz misline kadar ücret verilmektedir. Oruç, bu takdirin dışında tutulmuştur.

*** ---  Bâzıları: “... Oruç benim içindir...” sözünün manası: “Bana en sevgili, nezdimde en mûteber ibâdet” demektir” demiştir,

*** ---  Bâzıları: “Orucun Allâh’a izafesi onu teşrif ve tazim gâyesini güder, tıpkı Beytullah tabirinde olduğu gibi...” demiştir.

*** ---  Bâzıları: “şehvetlerden olan yemek vs.’den istiğna Allâh’a âit vasıflardandır. Şu halde oruçlu, O’na muvafık sıfatlarla Allâh’a yakınlık kazanınca, Allâh o sıfatı kendine izafe etmiştir.”
*** --- Kurtubi der ki: “Kulların amelleri, onların hallerine uygundur, oruç hâriç... Oruç, Hakk’ın sıfatlarına uygun bir sıfattır. Sanki şöyle demiştir: “Oruçlu bana uygun bir sıfatla bana yaklaşmaktadır.”
-11-
*** ---  Bâzıları: “Mânâ böyledir. Ancâk meleklere izafesi şartıyla... Zîrâ bu mânâ meleklerin sıfatıdır” demiştir.

*** ---  Bâzıları: “Bu, Allâh’a hastır, kulların bunda hiçbir nasîbleri, hazları yoktur” demiştir.

*** ---  Bâzıları: “Oruç hâriç, kulların bütün ibâdetleri, üzerindeki kul haklarına verilir, oruç hâriç, o verilmez” demiştir. Bu mevzuya giren bir rivâyet şöyledir: “Kıyâmet günü olunca, Allâh kullarını hesaba çeker, üzerindeki kul haklarını amellerinden karşılar, öyle ki oruç hâriç hiçbir şeyi kalmaz. Allâh bâki kalan hakları kendinden öder ve orucuna dokunmaz, onunla da kulunu cennete koyar.”

*** --- ”Yine Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Kim Allâh Te’âlâ yolunda bir gün oruç tutsa, Allâh onunla ateş arasına, genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek kılar.”
                                                       (Tirmizî, Cihâd 3, (1624).]

*** --- Sehl İbn-ü Sa’d (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır. Oradan sadece oruçlular girer. Oruçlular girdiler mi artık kapanır, kimse oradan giremez.”

 [Buharî, Savm 4, Bed’ü’l- Halk 9; Müslim, Sıyâm 166, (1152); Nesâî, Sıyâm 43, (4, 168); Tirmizî, Savm 55, (765).]

AÇIKLAMA:
---Bâzı rivâyetlerde “Cennetin sekiz kapısı vardır. Bunlardan biri, oruçluların girdiği Reyyân kapısıdır...” şeklinde gelmiştir. Reyyân kelimesinin kökü reyy’dir, kana kana içmek, suya doymak mânasına gelir. Reyyân, suya kanmış, susuzluğu olmayan gibi mânalara gelir.

*** ---  Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevâbı kadar sevâb yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevâbından hiçbir eksiltme olmaz.”         
                  [Tirmizî, Savm 82, (807); İbn-ü Mâce, Sıyâm 45, (1746).]
*** --- Yine Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Ramazân ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemîn kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.”

[Buhârî, Savm 5, Bed’ü’l- Halk 11, Müslim, Sıyâm 2, (1079); Nesâî, Sıyâm 5, (4, 129).]

*** ---  Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm): “Ramazândan sonra hangi oruç efdâldir?” diye sorulmuştu, şu cevâbı verdi:
“Ramazânı ta’zim için şa’bân!” Tekrar soruldu: “Hangi sadaka efdâldir?”
“Ramazânda verilen!” cevâbını verdi.”
                                                       [Tirmizî, Zekat 28, (663).]


“Ramazândan sonra en hayırlı oruç, Allâh’ın ayı olan Muharrem ayındaki oruçtur.”
---Ancâk (sadedinde olduğumuz) Enes hadîsi zayıftır, Ebû Hüreyre hadîsi sahîhtir.
*** ---  Hz. Ebû Hüreyre r.a. anlatıyor: “Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm buyurdular ki: “Nice oruçlular vardır ki, tuttuğu oruçtan yanına sadece çektiği açlık kâr kalır. Nice gece namazı kılanlar vardır ki onların da kârı gece uykusuz kalmaktan ibarettir.”

*** ---  İbn-ü Abbâs r.a.üma anlatıyor: “Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm buyurdular ki: “Gündüz orucuna  sahur yemeği ile yardımcı olun, kaylûle (öğle uykusu) ile de gece namazînâ yardımcı olun!”
*** --- Hz. Ebû Hüreyre r.a. anlatıyor: “Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm buyurdular ki: “İnsanlar iftarı tacil edip (geciktirmedikleri) müddetçe hayır üzere devam ederler. Öyleyse iftarı tacil edin (ilk vaktinde orucunuzu açın). Çünkü Yahudiler, iftarlarını tehir ederler.”

*** --- Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Sahur yemeği yiyin, zîrâ sahurda bereket var.”

[Buhârî, Savm 20, Müslim, Sıyâm 45, (1095); Tirmizî, Savm 17, (708);

--- Bundan murad çok şeyler yemek değildir.
“Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki:
“Bir yudum su ile de olsa sahur yapın” buyurmuştur.
--- Ebû Saîdi’l-Hudrî (r.a.)’den kaydettiği bir hadîste ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm: “Sahur berekettir, sakın onu bırakmayın. Bir yudumluk su ile de olsa sahur yapın. Zîrâ Allâh ve melekleri, sahur yapanlara rahmet okurlar” buyurmuştur.

---Bâzı âlimler bereketten maksadın sahur’un sebep olduğu seher vakti uyanması ve duâsı olduğunu söylemiştir.
*** ---  Sünnete uymak.
*** ---  Ehl-i Kitâb’a muhâlefet.
*** ---  İbadet etmeye sahur yemeği ile güç kazanmak.
*** ---  Şevk ve canlılıkta artış.
-17-
*** --- Açlığın sebep olacağı ahlâkî düşüklüğün atılması.
*** --- O sırada isteyeceklere, sadaka verme imkânına kavuşmak.
*** ---  Duâ ve ibâdetlerin kabul edilme vakti olan seher vaktinde duâ ve zikre sebebiyet.
*** --- Uykudan önce ihmal edenlere oruca niyet etme imkanı... vs.
*** --- Amr İbn-ü’l-As (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Bizim orucumuzla Ehl-i Kitâb’ın orucunu ayıran fark sahur yemeğidir.”
                       [Müslim, Sıyâm 46, (1096); Ebû Dâvud, Savm 15, (2343)


“Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırt edilinceye kadar yiyin için”                     (Bakara 187)

*** ---  Talk İbn-ü Ali (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Fecr-i kâzib size mâni olmasın, fecr-i sadık karşınıza çıkıncaya kadar yiyin için.”
                        [Ebû Dâvud, Savm 17, (2348); Tirmizî, Savm 15, (705).]
*** --- İmâm Mâlik’ten anlatıldığına göre, Abdulkerîm İbn-ü Ebî’l-Muhârik’in şöyle söylediğini işitmiştir: “Nübüvvet (peygamberlik) amellerinden biri de iftarın ta’cili (öne alınması), sahurun da te’hir edilmesidir.”       
                                          [Muvatta, Kasru’s-Salât 46, (1, 158).]
*** --- Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), Namaz kılmazdan önce birkaç taze hurma ile orucunu açardı. Eğer taze hurma yoksa kuru hurma ile açardı. Eğer kuru hurma da bulamazsa birkaç yudum su yudumlardı.”
                        [Ebû Dâvud, Savm 22, (2556); Tirmizî, Savm 10, (694).]
*** --- Mu’âz İbn-ü Zühre anlatıyor: “Bana ulaştı ki, Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), iftar ettiği zaman şu duâyı okurdu: “Allâhümme leke sumtü ve alâ rızkıke eftartü. (Ey Allâhım senin rızân için oruç tuttum ve senin rızkınla orucumu açıyorum.)”      [Ebû Dâvud, Savm 22, (2358).]

*** ---  Hz. Hafsa (r.a.â) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Kim orucu fecirden önce niyetle (kesin kılmazsa) onun orucu yoktur.”
                            [Ebû Dâvud, Savm 71, (2454); Tirmizî, Savm 33, (730

---Hanefilere göre: Oruca niyetin vakti, güneşin batmasından ertesi günü istîvâ anına (kaba kuşluk) kadar devam eder. İstîvâ (Kaba kuşluk) anından sonra niyet sahîh değildir. Ancâk namazın çeşidine göre, bâzı tefrikte bulunurlar:
*** Farz orucun niyeti güneşin batmasından kaba kuşluğa kadar devam eder.
*** Kaza, kefâret ve mutlak nezir oruçları için niyet, güneşin batmasından fecr-i sâdık’a kadardır, daha sonra yapılamaz.
*** Nâfile oruçlar için de güneşin batmasından ertesi günü istîvâ (Kaba kuşluk) zamanına kadar caizdir.
*** --- ”İşlerin ve amellerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır”
---Sistemli ve devamlı olan hayırlı amelleri övmüştür. Bir işin az da olsa devamlı olması bir sistemîn ifâdesidir. Sistem güven verir, netice hasıl eder.

*** ---  Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Kadın, kocası varken izin almadan (nâfile) oruç tutmasın.”
[Buharî, Nikâh 84, 86; Müslim, Zekât 84, (1026); Ebû Dâvud, Savm 74, (2485); Tirmizî, Savm 65, (782);
AÇIKLAMA:
---Ebû Dâvud’un rivâyetinde, “Ramazân dışında” ziyadesi vardır.
---Hadîs, kadın nâfile oruç tutmak isteyince, beraber oldukları takdirde, kocasından izin almasını şart koşmaktadır. Ramazân orucu için böyle bir izin mevzubahis değildir. Bu husûs bâzı rivâyetlerde tasrih edilmiştir:
*** --- ”Kadın ramazân orucu dışında... oruç tutamaz.”

*** --- Eyub (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Kim Ramazân orucunu tutar ve ona şevval ayından altı gün ilave ederse, sanki yıl orucu tutmuş olur.”

[Müslim, Sıyâm 204, (1164); Tirmizî, Savm 53, (759); Ebû Dâvud, Savm 58, (2432).]
*** --- Enes İbn-ü Mâlik demiştir ki: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Allâh Te’âlâ Hazretleri, yolcudan namazın yarısını kaldırdı, oruca da yeme husûsunda ruhsat tanıdı. Ayrıca çocuk emziren ve hamile kadınlara, çocukları husûsunda endişe ettikleri takdirde, orucu yeme ruhsatı tanıdı.”
[Ebû Dâvud, Savm 43, (2408); Tirmizî, Savm 21, (715); Nesâî, Savm 51, (4, 180-182), 62, (4, 190); İbn-ü Mâce, Sıyâm 12, (1668).]

*** --- Akşamleyin iftar ederken şöyle duâ yapılması sünnettir:


“Allâhumme leke Sumtü ve bike amentü ve aleye tevekkeltü ve alâ rızkıke aftartü ve sevmelğedi min şehriramazâne neveytü. Feğfir lî ma kaddemtü ve ma ahhertü.”   
Anlamı: “Allâh’ım! Senin rızân için oruç tuttum, sana îmân ettim, sana güvendim, senin rızkınla iftar ettim (orucumu açtım). Ramazân ayının yarinki gününü oruç tutmaya da niyet ettim. Artık benim geçmiş ve gelecek günâhlarımı bağışla...”
Şöyle de duâ  edilir:
“Yâ vasi’al-mağfireti, iğfir-lî ve livalideyye ve lil-müminine yevme yekumu’l-hisab...”
Anlamı: “Ey bağışlaması bol olan Rabbim! Beni, ana-babamı ve mü’minleri hesab gününde bağışla...

*** --- Orucu hurma gibi tatlı bir şeyle açmak mendubdur.

*** --- Oruçlu kimsenin, yakınlarına ve fakirlere fazlaca yardımda bulunması müstahabdır.

*** --- Oruçlunun mümkün olduğu kadar gece ve gündüz Kur’ân okumak, zikir yapmak,

*** --- Ramazân orucunu tutmaya engel olacak derecede bedene takatsizlik verici işlerde bulunmak caiz değildir.

*** --- Peygamberimize Salat ve Selam getirmek ve ilimle uğraşmak sûretiyle meşgûl olması müstahabdır.

*** --- Oruçlunun boş ve yararsız sözlerden dilini tutması da müstahabdır. Gıybetten, söz taşımadan kaçınmak ise her zaman vacibdir. Ancâk bu kaçınmanın gerekliliği Ramazânda daha çok kuvvet kazanır.

*** --- ORUÇLU İÇİN İTİKAF DA MÜSTAHABDIR.


*** --- Şeriatta ise itikâf: Bir mescidde; veyâ o hükümdeki bir yerde itikâf niyeti ile durmaktan ibarettir.

**---İtikâflar: Vacib, müekked sünnet ve müstahab nevilerine ayrılır. Şöyle ki: Dil ile nezredilen bir itikâf vacibdir. Ramazân ayının son on gününde itikâf, kifaye yolu ile bir müekked sünnettir. Başka bir zamanda ibâdet niyeti ile bir mescidde bir müddet yapılan itikâf da müstahabdır.

*** ---  Bir itikâfın en az müddeti, İmâm Ebû Yusuf’a göre bir gündür. İmâm Muhammed’e göre bir saattir. Bir saat, fıkıh alimlerine göre, zamanın belirsiz olan az veyâ çok bir parçası demektir.

*** ---  Rasûlü Ekrem (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) Efendimiz Medine-i Münevvere’ye hicretinden sonra âhırete göçüşlerine kadar her Ramazânın son on gününü itikâf ile geçirirlerdi.

*** --- İhlâs ile olan bir itikâf, amellerin pek şereflisi sayılmaktadır. Bu sayede kalbler bir müddet olsun, dünya işlerinden uzak kalır ve Hakka yönelir.

*** --- İslâm büyüklerinden ünlü Ata demiştir ki: “İtikâf yapan, ihtiyâcından dolayı büyük bir zatın kapısında oturup dilediğini elde etmedikçe buradan ayrılıp gitmem, diye yalvaran bir kimseye benzer ki, Allâh’ın bir mabedine sokulmuş, beni bağışlamadıkça buradan ayrılıp gitmem demektir.”
 
*** --- Sonuç:
İtikâf sayesinde insanın maneviyatı yükselir, kalbi nurlanır, simasında kulluk nişanları parlar, ilâhî feyizlere kavuşur.

İtikâfın Şartları

***-- Bir itikâfın sıhhati şu şartların bulunmasına bağlıdır:

*** --- 1) İtikâf yapan, müslüman, akıllı ve temiz bulunmalıdır. Onun için müslüman olmayanın, delinin, cünubun, hayız ile nifastan temiz bulunmayanın itikâfı olmaz.
*** --- 2) İtikâfa niyet edilmiş olmalıdır.
*** --- 3) İtikâf, mescidde veyâ o hükümdeki bir yerde yapılmalıdır. Şöyle ki: İçinde cemaatla namaz kılınan herhangi bir mescidde İtikâf yapılabilir. Büyük camilerde yapılması daha fazîletlidir. Kadınlar da kendi evlerinde mescid edinilen veyâ mescid olarak ayıracakları bir odada itikâfda bulunurlar. Buraları onların hakkında birer mescid sayılır. Kadınların dışardaki mescidlerde itikâf etmeleri caiz ise de, kerahetten kurtulamaz. Kadınların kendi evlerinde namaz kılmaları, mescidlerde namaz kılmalarında daha fazîletli olduğu gibi evlerinde itikafları da her türlü fitne ve fesad düşüncesinden beri olacağı cihetle mescidlerde itikâfda bulunmalarından daha fazîletlidir.
*** --- 4) Vacib olan bir itikâfda, itikâf yapan oruçlu bulunmalıdır. Bu halde orucun yanılarak bozulması itikâfa zarar vermez. Diğer itikâflar için oruç şart değildir. Çünkü onlar için bir müddet yoktur. Öyle ki camiden bir iki saat içinde çıkıncaya kadar itikâfa niyet edilmesi de sahîhdir.

*** --- İtikâf için büluğ, erkeklik, hürriyet şart değildir. Buna göre akıllı olan çocuğun, kadının, kölenin itikâfları sahîhdir. Şu kadar var ki, kadının itikâfı kocasının iznine bağlıdır. İsterse bunlar itikâfı nezretmiş olsunlar, hüküm aynıdır.
*** --- Bir kimse, itikâf için zevcesine izin verse bundan dönemez, artık engellenmesi doğru olmaz.

İtikâfın Edebleri

***--1) İtikâf, Ramazân ayının son on gününde ve mescidlerin en fazîletlisinde yapılmalıdır.
*** --- 2) İtikâf esnasında hayırdan başka bir şey söylenmemelidir. Günâh gerektirmeyen şeyleri konuşmakta bir sakınca yoktur.
*** --- 3) İtikâf esnasından Kur’ân-ı Kerîm okumaya, hadîs-i şerîf, okumaya devam etmelidir.
*** --- 4) İtikâf yapan kimse, temiz elbiselerini giymeli, güzel kokular sürünmelidir.
*** --- 5) Nefsine itikâfı vacib kılacak kimse, buna yalnız kalben niyetle yetinmemeli, dili ile de söylemelidir.

İtikâfa Dâir Bâzı Meseleler


*** ---  Bir ay itikâf adansa ve bundan yalnız gecelere veyâ gündüzlere niyet edilse, bu niyet sahîh olmaz. Çünkü ay, belli mikdardaki geceler ile gündüzlerden ibarettir. Onun için geceli ve gündüzlü bir ay itikâf gerekir.

*** ---  Yalnız gündüzleri itikâfda bulunmaya niyet edilmesi sahîhdir. Bu durumda her gün fecrin doğuşundan önce mescide girip güneşin batışından sonra çıkılır. Fasılasız itikâfa niyet edilmemişse, istenilen günlerde itikâf yapılabilir. Bir gün için itikâfa niyet edildiği zaman da, buna gece dâhil olmaz. Fakat fasılasız şu kadar gün itikâfa denilerek nezredilse, geceler de bu nezre girer. Aksi de böyledir. Son günün güneş batışından sonra mescidden çıkılır. Böylece itikâf sona erer.

*** ---  Muayyen bir ramazân ayını itikâfla geçirmeğe nezredilse, o ramazân orucu bu itikâf orucu içinde yeterli olur. Böyle bir nezir yapıldığı halde, ramazân orucu tutulup da itikâf yapılmasa, başka bir zamanda oruçlu olarak fasılasız bir ay itikâf edilmesi gerekir. Eğer itikâf yapılmaksızın diğer bir ramazân girecek olsa, artık bunda yapılacak itikâf yeterli olmaz.

*** --- Fakat bir oruç için kazaya, hem de yemîn keffaretine niyet edilecek olsa, hiç biri geçerli olmaz. Çünkü bunların aralarında zıddiyet vardır. Bu durumda o oruç bir nâfile olmuş olur.

*** --- Bir veyâ birkaç ramazândan orucu kazaya kalmış olan kimse için uygun düşen, bunları kaza ederken: “Üzerine kazası ilk vacib olan oruca” niyet etmektir.

*** --- Bir kadın henüz adet içinde iken, geceleyin oruca niyet edip fecirden önce temizlenecek olsa, orucu sahîh olur.

*** --- Oruçlu için İtikaf da müstahabdır.


*** --- İbn-ü Abbâs r.a.üma anlatıyor: “Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm mutekif hakkında: “O, günâhları hapseder ve bütün hayırları işlemiş gibi ona hayırlar kazandırır” buyurdular.”

İtikâfın Mahiyeti, Nevileri ve Teşriî Hikmeti

*** ---  İtikâf lügat deyiminde bir şeye devam etmek manasındadır. Bir şeye devam eden kimseye de mutekif (itikâf yapan) denir.

*** --- Şeriatta ise itikâf: Bir mescidde; veyâ o hükümdeki bir yerde itikâf niyeti ile durmaktan ibarettir.

**---İtikâflar: Vacib, müekked sünnet ve müstahab nevilerine ayrılır. Şöyle ki: Dil ile nezredilen bir itikâf vacibdir. Ramazân ayının son on gününde itikâf, kifaye yolu ile bir müekked sünnettir. Başka bir zamanda ibâdet niyeti ile bir mescidde bir müddet yapılan itikâf da müstahabdır.

*** ---  Bir itikâfın en az müddeti, İmâm Ebû Yusuf’a göre bir gündür. İmâm Muhammed’e göre bir saattir. Bir saat, fıkıh alimlerine göre, zamanın belirsiz olan az veyâ çok bir parçası demektir.

*** ---  Rasûlü Ekrem (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) Efendimiz Medine-i Münevvere’ye hicretinden sonra âhırete göçüşlerine kadar her Ramazânın son on gününü itikâf ile geçirirlerdi.

*** --- İhlâs ile olan bir itikâf, amellerin pek şereflisi sayılmaktadır. Bu sayede kalbler bir müddet olsun, dünya işlerinden uzak kalır ve Hakka yönelir.


*** --- İslâm büyüklerinden ünlü Ata demiştir ki: “İtikâf yapan, ihtiyâcından dolayı büyük bir zatın kapısında oturup dilediğini elde etmedikçe buradan ayrılıp gitmem, diye yalvaran bir kimseye benzer ki, Allâh’ın bir mabedine sokulmuş, beni bağışlamadıkça buradan ayrılıp gitmem demektir.”
 
*** --- Sonuç:
İtikâf sayesinde insanın maneviyatı yükselir, kalbi nurlanır, simasında kulluk nişanları parlar, ilâhî feyizlere kavuşur.
İtikâfın Şartları



***-- Bir itikâfın sıhhati şu şartların bulunmasına bağlıdır:
                                            -29-
*** --- 1) İtikâf yapan, müslüman, akıllı ve temiz bulunmalıdır. Onun için müslüman olmayanın, delinin, cünubun, hayız ile nifastan temiz bulunmayanın itikâfı olmaz.
*** --- 2) İtikâfa niyet edilmiş olmalıdır.
*** --- 3) İtikâf, mescidde veyâ o hükümdeki bir yerde yapılmalıdır. Şöyle ki: İçinde cemaatla namaz kılınan herhangi bir mescidde İtikâf yapılabilir. Büyük camilerde yapılması daha fazîletlidir. Kadınlar da kendi evlerinde mescid edinilen veyâ mescid olarak ayıracakları bir odada itikâfda bulunurlar. Buraları onların hakkında birer mescid sayılır. Kadınların dışardaki mescidlerde itikâf etmeleri caiz ise de, kerahetten kurtulamaz. Kadınların kendi evlerinde namaz kılmaları, mescidlerde namaz kılmalarında daha fazîletli olduğu gibi evlerinde itikafları da her türlü fitne ve fesad düşüncesinden beri olacağı cihetle mescidlerde itikâfda bulunmalarından daha fazîletlidir.
*** --- 4) Vacib olan bir itikâfda, itikâf yapan oruçlu bulunmalıdır. Bu halde orucun yanılarak bozulması itikâfa zarar vermez. Diğer itikâflar için oruç şart değildir. Çünkü onlar için bir müddet yoktur. Öyle ki camiden bir iki saat içinde çıkıncaya kadar itikâfa niyet edilmesi de sahîhdir.

*** --- İtikâf için büluğ, erkeklik, hürriyet şart değildir. Buna göre akıllı olan çocuğun, kadının, kölenin itikâfları sahîhdir. Şu kadar var ki, kadının itikâfı kocasının iznine bağlıdır. İsterse bunlar itikâfı nezretmiş olsunlar, hüküm aynıdır.
*** --- Bir kimse, itikâf için zevcesine izin verse bundan dönemez, artık engellenmesi doğru olmaz.


KADİR GECESİ VE FAZİLETİ

1. Muhakkak ki Biz ( Kur’ân-ı) onu Kâdir gecesinde indirdik.
2. Kâdir gecesinin ne olduğunu sana ne şey bildirdi?
3. Kâdir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.
-51-

4. Onda melekler ve Ruh, Rabbilerinin izni ile her bir emirden iniverir.
5. O (gece) tan yeri ağarıncaya değin bir selâmettir.                                              (Kadr 1-5)

*** --- Bir rivâyette şöyle gelmiştir: “Kadir gecesini, kim sevâbına inanıp onu kazanmak  ümidiyle ihyâ ederse, geçmiş günâhları affedilir.”
[Buharî, Terâvih 1, Müslim, Müsâfirîn 174, (759); Ebû Dâvud, Salât 318, (1371); Tirmizî, Savm 83, (808)

KADİR GECESİ VE NAMAZI

*** ---  Ramazân ayının yirmi yedinci gecesine rastladığı kuvvetle tercih edilen gece Kadir Gecesidir, pek mübârek bir gecedir.



*** --- Kur’ân-ı Kerîm, bu geceden başlayarak Peygamber Efendimize inmiştir. Bu geceyi ibâdetle geçirmenin sevâbı çoktur. Bu gecenin bir anı vardır ki, ona raslayan bir duâ muhakkak kabul olunur.

*** --- Bu şerefli gecede, terâvîhden sonra bir müddet daha ibâdette bulunulması, nâfile namaz kılınması, bu geceyi ibâdetle geçirmek demektir.

*** --- Deniliyor ki, Kadir Gecesi namazının en azı iki rekât, ortası yüz rekât ve en çoğu da bin rekâttır.

*** --- Bu namaz iki rekât kılındığı takdirde : ---Her rekâtinde iki yüz âyet okunmalı,

*** --- Yüz rekâta kadar kılındığı zaman :
---Her rekâtinde Fâtihâ sûresinden sonra “ Kadir Sûresi” ile üç defâ da İhlâs sûresi okunup her iki rekâtta bir selâm verilmelidir.
-52-
 “Allâhümme inneke afüvvün tühibbu’l-afve fa’fü annî = duâsı da Allâh’ım! Sen affedicisin, bağışlamayı seversin; beni affet”, tekrarlanmalıdır.



*** --- Bu namazın bu şekilde kılınacağına dâir rivâyetler pek kuvvetli değildir. Asıl maksad, bu geceyi mümkün olduğu kadar ibâdetle geçirmektir.

*** --- Bu kutsal gecede elden geldiği kadar, diğer nâfile namazlar gibi namazlar kılınabilir. Bununla beraber ağır ve zor davranışlardan kaçınılması daha fazîletlidir.



*** --- Hz. Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ile (bir ramazân) ayında beraber oruç tuttuk. Ay boyunca bize son yedi güne kadar hiç (ziyade) namaz kıldırmadı. Ayın son yedinci gününde gecenin üçte biri geçinceye kadar bize namaz kıldırdı. Altıncı gününde  yine bir şey kıldırmadı.

Beşinci gününde gecenin yarısı geçinceye kadar namaz kıldırdı. Kendisine: “Bu gecemizin geri kalan kısmında da bize nâfile kıldırsanız!” dedik.         
Talebimize karşı:  “Kim imâmla namaza başlar, sonuna kadar devam ederse, kendisine gecenin tamâmînı namazla geçirmiş (sevâbı) yazılır” buyurdular.

*** --- Sonra Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), aydan son üç gece kalıncaya kadar başka namaz kıldırmadılar. Üçüncü gece bize namaz kıldırdılar. Ehline ve kadınlarına duâ ettiler. Bize (o kadar uzun) namaz kıldırdılar ki “Felâh”ı kaçırmaktan korktuk.
*** --- (Ebû Zerr’e): “Felâh” nedir?
diye soruldu:
*** --- ”felâh’a gelin” denir, yâni “sizi cennette bâki kılacak amele gelin” demektir.


*** --- Yine Ebû Hüreyre anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki:

“Gece ve gündüzde bir kısım melekler nöbetleşe aranızda bulunurlar.

Bunlar sabah namazı ile ikindi namazında toplanırlar.
Sonra sizi geceleyin takip eden melekler (hesabınızı vermek üzere huzûr-u İlahiye) yükselir. Sizi çok iyi bilen Allâh, bu meleklere sorar:
“Kullarımı nasıl bıraktınız?”

“Biz onları namaz kılıyorlarken bıraktık, biz onlara namaz kılarlarken vardık!” derler.”

 [Buharî, Mevâkitu’s-Salat 16, Bed’ü’l-Halk 6, Tevhid 23, 33; Müslim, Mesacid 210, (632); Muvatta, Kasru’s-Salat 82, (1, 170); Nesaî, Salat 21, (1, 240, 241).]

ORUÇ

“Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm buyurdular ki:
 “Her şeyin bir zekatı (temizlenme vasıtası) vardır, cesedin zekatı oruçtur.”
Muhrız rivâyetinde şu ziyadede bulundu:
“Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm şunu ilave etti:
“Oruç, sabrın yarısıdır.”

***--Hz. Rasûlüllâh orucun bedene sıhhat, eve bereket getireceğini haber verir:
 “Oruç tutun, sıhhat bulun.”
***-- Birçok hadîste, orucun insanda ruhî terbiye vasıtası olan, en mühim erdemlerden “sabr”a alıştıracağı belirtilir.

***-- Oruç günâhlara karşı bir perde, bir siperdir: 
“Oruç bir perdedir, mü’minin sığınacağı kalelerden bir kaledir...”
**-- Oruç cehenneme karşı da bir perdedir:
Oruç ateşe karşı bir perde, müstahkem bir kaledir”
“Oruç ateşe karşı (sağlam) bir perdedir, yeter ki yalanla, gıybetle kişi onu yırtmamış olsun.”
***-- Oruç en makbul, en sevâblı bir ibâdettir:
“Oruçlunun uykusu ibâdettir, susması tesbihtir, amelleri misliyle kabul edilir, duâsı makbuldür, günâhı affedilir.”

***--Diğer bir Hadîs-i Şerîf’te :
“Oruçta riya yoktur. Allâh Te’âlâ Hazretleri buyurur ki: “Oruç benim içindir, onun mükâfaatını ben vereceğim, oruçlu yiyecek ve içeceğini benim için bıraktı.”

“Oruçlunun yanında birisi yemek yiyince melekler ona rahmet okurlar, bu hal, öbürü yemesini bitirinceye kadar devam eder.”

***--Hz. Ebû Hüreyre (r.a.):

“Rasûlüllah (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)  buyurdular ki:

“Ademoğlunun her ameli katlanır. (Zîrâ Cenâb-ı Hakk’ın bu husûstaki sünneti şudur:) Hayır ameller en az on misliyle yazılır, bu yedi yüz misline kadar çıkar. Allâh Te’âlâ Hazretleri (bir hadîs-kudsîde) şöyle buyurmuştur: “Oruç bu kaideden hariçtir. Çünkü o sırf benim içindir, ben de onu (dilediğim gibi) mükâfaatlandıracağım. Kulum benim için şehvetini, yiyeceğini terk etti.”

“Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir, diğeri de Rabbi ne kavuştuğu zamanki sevincidir.

***--Oruçlunun ağzından çıkan koku (halûf), Allâh indinde misk kokusundan daha hoştur.”

***--Bir rivâyette de şöyle buyrulmuştur:

“Oruç perdedir. Biriniz birgün oruç tutacak olursa kötü söz sarf etmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veyâ kavga edecek olursa “ben oruçluyum!” desin (ve ona bulaşmasın).”                                       Buhârî, Savm


***--Cenâb-ı Hakk’ın her bir hayır ameli en az on misliyle kabul etmesine dâir sünneti Kur’ânı Kerîm’le sâbittir:
“Kim bir hayır yaparsa ona on katı (sevâb) verilir...”                                            (En’am 160).
(Rasûlüllâh bu âyete atıf yapmış olmalıdır.
Hadîsin devamında bunun, yedi yüz katına kadar çıkacağı belirtilmiştir.)
 Bu rakam da Kur’ân’da gelmiştir, ancâk bu, “Allâh’ın dilemesi” şartına bağlanmıştır:

***--”Mallarını Allâh yolunda sarf edenlerin durumu, her başağında yüz tâne olmak üzere yedi başak veren tânenin durumu gibidir. Allâh dilediğine kat kat verir, Allâh’ın lütfu geniştir...”      
                                                                                              (Bakara 261 )
Orucun Allâh nezdindeki hayır amelleri on misli ile yedi yüz misli arasında değişen katlarıyla kabul etme sünnetine girmediğini, yâni yedi yüz mislinden daha fazla katlarıyla kabul edilecek bir amel olduğunu belirtiyor. Kaf sûresinde bu ziyadeye de temas edildiğini söyleyebiliriz:

“...Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır...”        (Kadr 3).

*** --- Burada yapılan bir hayrın Allâh tarafından otuz bin katıyla da kabul edileceğinin Kur’ânî bir delili mevcûddur.

TERÂVÎH NAMAZININ FAZÎLETİ

فضآئل صلاة التراويح في شهر رمضان
عَنْ عَلِىِّ بْنِ أَب۪ي طَالِبٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ أَنَّهُ -(سئل النبي عن فضآئل)- مَثَلَ عَنِ التَّرَاو۪يحِ ف۪ي شَهْرِ رَمَضَانَ فَقَالَ:
"بَخٍ بَخٍ  لِمَنْ رَزَقَهُ اللّٰهُ قِيَامَ ذَالِكَ الشَّهْرِ فَمَنْ قَامَ،
Ali İbn-i Ebî Tâlib (r.a.) Ramazân ayındaki terâvîhin fazîletini misâllerle anlatmak üzere şöyle buyurdu: “Allâh-ü Te’âlâ-nın bu ayın kıyâmını nasîb etmiş olduğu kimselere ne mutlu! Ne mutlu!,
أَوَّلَ لَيْلَةٍ: يَخْرُجُ مِنْ ذُنُوبِه۪ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ،
1-      İlk gece; terâvîh kılan kişi anasının kendisini doğurduğu gün gibi günâhlarından çıkar.
وَاللَّيْلَةَ الثَّانِيَةَ: يُغْفَرُ -لَهُ- وَلِاَ بَوَيْهِ وَإِنْ كَانَا مُؤْمِنَيْنِ،
2-      İkinci gece; eğer mi’minseler ana-babası mağfiret olunur,
وَاللَّيْلَةَ الثَّالِثَةَ: تُنَاد۪يهِ الْمَلٰٓئِكَةُ مِنْ تَحْتِ الْعَرْشِ "إِسْتَأْنِفِ الْعَمَلَ فَقَدْ غُفِرَ لَكَ مَا مَضٰى مِنْ ذُنُوبِكَ"،
3-      Üçüncü gece: Arş’ın altından melekler kendisine “Ameline yeniden başla, geçmiş olan günâhların muhakkâk senin için bağışlanmıştır.” diye seslenir,
وَاللَّيْلَةَ الرَّابِعَةَ: لَهُ مِنَ الْاَجْرِ مِثْلُ قِرَآءَةِ التَّوْرَاةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالزَّبُورِ وَالْفُرْقَانِ،
4-      Dördüncü gece: Kendisi için Tevrât, İncîl, Zebûr ve Furkân’ı okumuş kadar sevâb vardır,
وَاللَّيْلَةَ الْخَامِسَةَ: يُعْط۪يهِ اللّٰهُ تَعَالٰى مِثْلُ مَنْ صَلّٰى فِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَسْجِدِ الْمَد۪ينَةِ وَالْمَسْجِدِ الْاَقْصٰى،
5-      Beşinci gece: Allâh-ü Te’âlâ ona;

ü Mescid-i Harâm’da,
ü Mescid-i Nebevî’de,
ü Mescid-i Aksâ’da,

            kılmış olanların sevâbını verir,
وَاللَّيْلَةَ السَّادِسَةَ: يُعْط۪يهِ اللّٰهُ تَعَالٰى ثَــوَابَ مَنْ طَافَ بِاالْبَيْتِ الْمَعْمُورِ وَيَسْتَغْفِرُ لَهُ كُلُّ حَجَرٍ وَمَدَرٍ،
6-      Atıncı gece: Allâh-ü Te’âlâ kendisine,

ü Beyt-i Ma’mûr’u[1] tavâf eden (Melek) lerin sevâbını verir,
ü Her taş ve tuğla (ya varıncaya kadar her şey) kendisi için istiğfâr eder,
وَاللَّيْلَةَ السَّابِعَةَ: فَكَأَنَّمَا أَدْرَكَ مُوسٰى عَلَيْهِ السَّلَامُ وَنَصَرَهُ عَلٰى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ،
7-      Yedinci gece: -Sanki- Mûsâ (a.s.)’yâ kavuşup, Fir’avun ve Hâmân’a karşı ona yardım etmiş gibi olur,

وَاللَّيْلَةَ الثَّامِنَةَ: فَكَأَنَّمَا أَدْرَكَ قِتَالَ بَدْرٍ، وَأَعْطَاهُ اللّٰهُ تَعَالٰى مَا أَعْطٰٓى إِبْرَاه۪يمَ عَلَيْهِ السَّلَامُ،
8-       Sekizinci gece:

ü Bedir Harbine katılmış gibidir,
ü Ayrıca Allâh-ü Te’âlâ ona İbrâhîm (a.s.)’e verdiği mükâfaatı verir,
وَاللَّيْلَةَ التَّاسِعَةَ: فَكَأَنَّمَا عَبَدَ اللّٰهَ تَعَالٰى عِبَادَةَ دَاوُدَ التَّآئِبِ وَعِبَادَةَ النَّبِيِّ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ،
9-      Dokuzuncu gece:

ü Tevbekâr Dâvud (a.s.)’ın ibâdeti,
ü Rasûlüllâh (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’in taati kadar Allâh-ü Te’âlâ’yâ ibâdet etmiş gibidir, [2]
وَاللَّيْلَةَ الْعَاشِرَةَ: يَرْزُقُهُ اللّٰهُ تَعَالَى السَّلَامَةَ فِى الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَخَيْرَيِ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَيُشَفَّعُ ف۪ى سَبْع۪ينَ أَلْفًا وَزِيَادَةً،
10-Onuncu gece:

ü Allâh-ü Te’âlâ kendisine dünya ve âhırette selâmet nasîb eder,
ü İki cihânın hayırlarını bahşeder,
ü Ayrıca 70.000 ve daha fazla kişi hakkında şefaatçi kılınır,
وَاللَّيْلَةَ الْحَادِيَةَ عَشَرَ: يَخْرُجُ مِنَ الدُّنْيَا رَيَّانًا وَيَمُرُّ عَلَى الصِّرَاطِ كَالْبَرْقِ الْخَاطِفِ،
11-Onbirinci gece:

ü Dünyadan suya kanmış olarak çıkar,
ü Sıratı göz kapan şimşek gibi geçer,
وَاللَّيْلَةَ الثَّانِيَةَ عَشَرَ: يَكْتُبُ اللّٰهُ لَهُ أَجْرَ سَبْع۪ينَ حَجَّةً وَسَبْع۪ينَ عُمْرَةً مَقْبُولَةً وَجَآءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَالْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ،
12-Onikinci gece:

ü Allâh-ü Te’âlâ kendisine 70 adet kabul olunmuş hacc,
ü Makbûl umre ecri yazar,
ü Kıyâmet günü (mahşere) dolunay gecesindeki ay gibi (nurlu olarak) gelir,
وَاللَّيْلَةَ الثَّالِثَةَ عَشَرَ: يُعْطٰى مِنَ الثَّوَابِ كَمَنْ عَمَرَ بَيْتَ الْمَقْدِسِ وَمَنْ جَاوَرَ ف۪يهِ مِنَ النَّبِيّ۪ينَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَآءِ وَالصَّلِح۪ينَ وَ جَآءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ اٰمِنًا مِنْ كُلِّ سُٓوءٍ،
13-Onüçüncü gece:

ü Beyt-i Makdis’i ma’mûr etmiş kimseler,
ü Orada mücâvir bulunmuş peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlihler gibi sevâblara nâil kılınır,
ü Kıyâmet günü bütün kötülüklerden emîn olarak (mahşere) gelir,
وَاللَّيْلَةَ الرَّابِعَةَ عَشَرَ: كَانَ كَمَنْ أَدْرَكَ لَيْلَةَ الْقَدْرِ وَصَلّٰى مَا بَيْنَ الرُّكْنِ وَالْمَقَامِ إِلَى الصَّبَاحِ وَجَآءَتِ الْمَلٰٓائِكَةُ يَشْهَدُونَ لَهُ أَنَّهُ قَدْ صَلَّى التَّرَاو۪يحَ فَلَايُحَاسِبُهُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ،
14-Ondördüncü gece:

ü Kadir gecesine ulaşıp,
ü Hacerü’l-Esved ile Makâm-ı İbrâhîm arasında namaz kılmış gibi olur,
ü Melekler onun terâvîh kılmış olduğuna dâir şâhid olarak (mahşere) gelir,
ü Bu nedenle kıyâmet gününde Allâh-ü Te’âlâ kendisini (zor bir hesâb ile) muhâsebeye tâbî tutmaz,
وَاللَّيْلَةَ الْخَامِسَةَ عَشَرَ: يَسْتَج۪يبُ اللّٰهُ دَعْوَتَهُ وَيَقْض۪ى حَاجَتَهُ وَيُعْط۪ى لَهُ مَا لَا يَصِفُهُ الْوَاصِفُونَ وَتُصَلّ۪ي عَلَيْهِ الْمَلٰٓائِكَةُ وَحَمَلَةُ الْعَرْشِ وَالْكُرْسِيِّ،
15-Onbeşinci gece:

ü Allâh-ü Te’âlâ duâsını kabul eder,
ü Hâcetini görür,
ü Anlatanların ta’rîf edemeyeceği kadar kendisine mükâfaat verir.
ü Ayrıca melekler, özellikle Arş’ı ve Kürsî’yi taşıyan melâike kendisine salâtta bulunurlar (feyz ve rahmet yağdırırlar),
وَاللَّيْلَةَ السَّادِسَةَ عَشَرَ: يَخْرُجُ مِنْ قِبْرِه۪ وَهُوَ يُنَاد۪ى: “أَشْهَدُ أَنْ لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ” وَيَكْتُبُ اللّٰهُ لَهُ بَرَآءَةَ النَّجَاةِ مِنَ النَّارِ وَبَرَآءَةَ الدُّخُولِ فِي الْجَنَّةِ،
16-Onaltıncı gece:

ü Kabrinden: “Şâhidlik ederim ki; Allâh-ü Te’âlâ’dan başka hiçbir ilâh yoktur. Yine şehâdet ederim ki; Muhammed (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) onun kulu ve Rasûlüdür.” diye nidâ ederek (kelime-i şehâdet getirerek) kabrinden çıkar.
ü Böylece Allâh-ü Te’âlâ kendisine cehennemden kurtuluş berâati ve cennete giriş berâati yazar,
وَاللَّيْلَةَ السَّابِعَةَ عَشَرَ: لَايَخْرُجُ مِنَ الدُّنْيَا حَتّٰى يَرٰى مَقَامَهُ فِى الْجَنَّةِ وَيُعْطٰي مِثْلَ ثَوَابِ الْاَنْبِيَآءِ،
17-Onyedinci gece:

ü Cennet’teki makâmînı görmedikçe dünyadan çıkmaz,
ü Kendisine peygamberlerin sevâbının bir misli bağışlanır,
وَاللَّيْلَةَ الثَّامِنَةَ عَشَرَ: يُعْطٰى أَجْرَ الْمُجَاهِد۪ينَ وَالشُّهَدَآءِ وَيُنَاد۪ى مَلَكٌ: “يَا عَبْدَ اللّٰهِ! إِنَّ اللّٰهَ رَضِىَ عَنْكَ وَعَنْ وَالِدَيْكَ”،
18-Onsekizinci gece:

ü Mücâhidlerin ve şehîdlerin ecrine nâil kılınır,
ü Bir melek kendisine: “Ey Allâh’ın kulu! Muhakkak ki Allâh-ü Te’âlâ, senden de, anan-babandan da râzı olmuştur” diye nidâ eder,
وَاللَّيْلَةَ التَّاسِعَةَ عَشَرَ: كَفَاهُ اللّٰهُ هَمَّ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَيُرْفَعُ اللّٰهُ دَرَجَاتُهُ فِى الْفِرْدَوْسِ،
19-Ondokuzuncu gece:

ü Allâh-ü Te’âlâ kendisine dünya ve âhıret sıkıntılarına karşı kâfî gelir,
ü Firdevs (cennetin)’de derecelerini yükseltir,
وَاللَّيْلَةَ الْعِشْر۪ينَ: لَايَخْرُجُ مِنَ الدُّنْيَا حَتّٰى يَرٰى النَّبِيَّ عَلَيْهِ السَّلَامُ وَيُبَشِّرَهُ بِالْجَنَّةِ وَتَزُورَهُ الْمَلٰٓئِكَةُ،
20-Yirminci gece:

ü Rasûlüllâh (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’i görmeden,
ü Kendisini cennetle müjdelemeden,
ü Melekler onu ziyâret etmeden dünyadan çıkmaz,
وَاللَّيْلَةَ الْحَادِيَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: بَنَى اللّٰهُ لَهُ بَيْتًا فِى الْجَنَّةِ مِنَ النُّورِ يَكْتُبُ اللّٰهُ لَهُ ثَوَابًا بِعَدَدِ مَنْ فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ،
21-Yirmibirinci gece:

ü Allâh-ü Te’âlâ Kendisine cennette nurdan bir köşk binâ eder,
ü Ve ona göktekilerle yerdekiler sayısınca sevâb yazar,
وَاللَّيْلَةَ الثَّانِيَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَكْتُبُ اللّٰهُ لَهُ أَجْرَ كُلِّ مَنْ أَشْبَعَ يَت۪يمًا وَأَرْمَلَةً مِنْ أُمَّةِ مُحَمَّدٍ وَجَآءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ اٰمِنًا مِنْ كُلِّ غَمٍّ وَهَمٍّ،
22-Yirmiikinci gece: Allâh-ü Te’âlâ ona Muhammed (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’in ümmetinden;

ü Yetimleri ve dulları doyuran herkes kadar ecir yazar,
ü Böylece o,  kıyâmet gününe her türlü gamdan ve kederden emîn olarak gelir,
وَاللَّيْلَةَ الثَّالِثَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: كَانَ كَأَنَّمَا اشْتَرٰى أُمَّةِ مُحَمَّدٍ وَأَعْتَقَهُمْ وَبَنَى اللّٰهُ لَهُ مَد۪ينَةً فِي الْجَنَّةِ،
23-Yirmiüçüncü gece: Muhammed (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’in ümmetinin;

ü Esirlerini satın alıp onları âzad etmiş gibi (sevâba nâil) olur,
ü Allâh-ü Te’âlâ kendisine Cennet’te bir şehir binâ eder,
وَاللَّيْلَةَ الرَّابِعَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: أَعْطَاهُ اللّٰهُ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ وَكَانَ لَهُ أَرْبَعٌ وَعِشْرُونَ دَعْوَةً مُسْتَجَابَةً،
24-Yirmiüçüncü gece:

ü Allâh-ü Te’âlâ amel defterini ona sağ elinden verir,
ü Kendisinin (24) yirmidört adet makbûl duâ hakkı olur,
وَاللَّيْلَةَ الْخَامِسَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَبْعَثُ اللّٰهُ إِلَيْهِ مَلَكَ الْمَوْتِ ف۪ٓى أَحْسَنِ صُورَةٍ وَيُبَشِّرُهُ بِالنَّع۪يمِ الّذ۪ى لَا يَقْنٰى وَيَرْفَعُ اللّٰهُ تَعَالٰى عَنْهُ عَذَابَ الْقَبْرِ،
25-Yirmidördüncü gece:

ü Allâh-ü Te’âlâ ölüm meleğini ona en güzel bir sûrette gönderir de o onu,
ü bitmez tükenmez ni’metlerle müjdeler,
ü Ayrıca Allâh-ü Te’âlâ ondan kabir azâbını kaldırır,
وَاللَّيْلَةَ السَّادِسَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: تَشْتَاقُ الْجَنَّةُ إِلَيْهِ وَيَرْفَعُ اللّٰهُ تَعَالٰى لَهُ ثَوَابَ أَرْبَع۪ينَ عَامًا،
26-Yirmialtıncı gece:

ü Cennet kendisine âşık olur,
ü Allâh-ü Te’âlâ onun için kırk senelik sevâb yükseltir,
وَاللَّيْلَةَ السَّابِعَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَأْمُرُ اللّٰهُ رِضْوَانَ أَنْ يَفْتَحَ لَهُ أَبْوَابَ الْجِنَانِ،
27-Yirmiyedinci gece: Allâh-ü Te’âlâ Rıdvan’a Cennet kapılarını onun için açmasını emreder,
وَاللَّيْلَةَ الثَّامِنَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَأْمُرُ اللّٰهُ الْمَلٰٓئِكَةَ أَنْ يُغْلِقُو عَنْهُ أَبْوَابَ النَّارِ وَيَرْفَعُ اللّٰهُ لَهُ أَلْفَ دَرَجَةٍ فِي الْجَنَّةِ،
28-Yirmisekizinci gece:

ü Allâh-ü Te’âlâ meleklere kendisine Cehennem kapılarını kitlemelerini emreder,
ü Ayrıca onun Cennet’te (1000) bin derecesini yükseltir,
وَاللَّيْلَةَ التَّاسِعَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَكْتُبُ اللّٰهُ لَهُ مِنَ الْاَجْرِ كَثَوَابِ أَيُّوبَ عَلٰى بَلٰٓائِه۪وَيَسْتُرُ عَلَيْهِ سَيِّئَاتِه۪ فَإِذَا كَانَتِ،
29-Yirmidokuzuncu gece:

ü Allâh-ü Te’âlâ ona Eyyûb (a.s.)’un belâsına karşı (sabretme) sevâbı gibi ecirler yazar,
ü Kötülüklerini kendisine örter,
اللَّيْلَةَالثَّلَاثُونَ: يَقُولُ اللّٰهُ تَعَالٰى: "يَا عَبْد۪ي كُلْ مِنْ ثِمَارِ الْجَنَّةِ وَغْتَسِلْ مِنْ مَآءِ السَّلْسَب۪يلِ وَاشْرَبْ مِنْ مَآءِ الْكَوْثَرِ أَنَا رَبُّكَ وَأَنْتَ عَبْد۪ي.”  وَيَأْمُرُ اللّٰهُ تَعَالٰى مُنَادِيًا أَنْ يُنَادِىَ مِنْ عَنَلنِ السَّمَآءِ: “هٰؤُ۬لٰٓاءِ عُتَقَآئ۪ي مِنْ عَذَاب۪ى وَعِزَّت۪ى وَجَلَال۪ى وَارْتِفَاعِ مَكَان۪ى لَاُدْخِلَنَّ الْجَنَّةَ الصَّآئِم۪ينَ مِنْ أُمَّةِ مُحَمَّدٍ ."
30-Otuzuncu gece: -Olduğu zaman- Allâh-ü Te’âlâ: --- “Ey benim (terâvîh namazlarını bitiren) kulum! Cennet meyvelerinden ye, Selsebîl[3] gözesinden yıkan ve Kevser suyundan iç, Ben senin Rabbinim; sen de Benim kulumsun!” buyurur. Böylece bir münâdiye gökyüzünden doğru (kendisi adına): --- “İşte bunlar azâbımdan âzadlılarımdır! İzzim, Celâlim ve Yûce Makâmım hakkı için; Muhammed (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’in Ümmetinden oruç tutanları cennete girdireceğim!” diye nidâ etmesini emreder.”[4]

























Übeyy İbn-i Ka’b (r.a.)’den rivâyet edilen bir Hadîs-i Şerîf’te   Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöye buyurmuştur:

--- “Şa’bân-ı Şerîf’in yarısının (yâni berâet gecesinde) gecesi Cibrîl (‘aleyhi’s-selâm) bana gelerek:

--- “Yâ   Muhammed (s.a.v.) kalk Rabbin için namaz kıl, başını ve ellerini semâya doğru kaldır, (duâ yap!) Buyurdu.

Ben: ---- “Bu gece hangi gecedir?” dediğimde;

--- “Yâ   Muhammed (s.a.v.): ---- “Bu, Allâh-ü Sübhânehû’nun, 300 (üçyüz) rahmet ve mağfiret kapısı açtığı bir gecedir ki onda, kendisine hiçbir şeyi ortak   koşmayan (Müslüman) ların tümünü bağışlar. Ancak!;

1- Çok kin güdenler,
2- Kâhin (ğaybdan   haber veren),
3- İçki içmeye devâm edenleri,
4- Heykel tasvîr eden ve
5- Zinâyı bırakmayanları,

Tâ ki, Tevbe edip bu hâllerinden vaz geçmedikleri sürece affetmez.” Buyurdu.


 (حديث مرفوع) (حديث موقوف) قَالَ: وَأَنْبَأَنَا نَصْرٌ، أَنْبَأَنَا أَبُو الْقَاسِمِ عُمَرُ بْنُ أَحْمَدَ الْوَاسِطِيُّ، أَنْبَأَنَا أَبُو الْحُسَيْنِ مُحَمَّدُ بْنُ أَحْمَدَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمٰنِ الْمَلَطِيُّ، حَدَّثَن۪ي أَبُو بَكْرٍ أَحْمَدُ بْنُ صَالِحِ بْنِ مُحَمَّدٍ الْفَارِسِيُّ، حَدَّثَن۪ي أَبُو حَن۪يفَةَ جَعْفَرُ بْنُ بَهْرَامَ، حَدَّثَنَا حَامِدُ بْنُ مَحْمُودٍ الْهَمْدَانِيُّ، حَدَّثَنَا إِبْرَاه۪يمُ بْنُ عَبْدِ اللّٰهِ الْبَصْرِيُّ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ حَازِمٍ، عَنِ الضَّحَّاكِ بْنِ مُزَاحِمٍ، عَنْ أُبَيِّ بْنِ كَعْبٍ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ :
"إِنَّ جِبْر۪يلَ أَتَان۪ي لَيْلَةَ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَان، قَالَ: قُمْ فَصَلِّ وَارْفَعْ رَأْسَكَ وَيَدَيْكَ إِلَى السَّمَآءِ، قَالَ: فَقُلْتُ: يَا جِبْر۪يلُ مَا هٰذِهِ اللَّيْلَةُ؟ قَالَ: يَا مُحَمَّدُ يُفْتَحُ (تُفْتَحُ) ف۪يهَا أَبْوَابُ السَّمَآءِ، وَأَبْوَابُ الرَّحْمَةِ ثَلاثُمِائَةِ بَابٍ، فَيُغْفَرُ لِجَم۪يعِ مَنْ لَا يُشْرِكُ بِاللّٰهِ شَيْئًا،
غَيْرَ مُشَاحِنٍ،
- 1       
أَوْ عَاشِرٍ،
- 2       
أَوْ مُدْمِنَ خَمْرٍ،
- 3       
أَوْ مُصِرٍّ،
- 4       
عَلٰى زِنًى (عَلَى الزِّنَا)،
- 5       

فَإِنَّ هٰؤُلٰٓاءِ لَا يُغْفَرُ لَهُمْ حَتّٰى يَتُوبُوا،
İçki içmeye devâm edenler……..

Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) efendimiz buyurdular ki: --- “Yâ Cebrâîl (a.s.)

Cibrîl (‘aleyhi’s-selâm) buyurdu ki: --- “……..

Bunun üzerine Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) efendimiz oradan çıktı, namaz kılıp secdeye vardı ve çok şiddetli şekilde ağladı.

Hışmından rahmetine sığınıyorum. Gazâbından rızâna sığınıyorum. Senden Sana sığınıyorum. Zât’ın pek yûce olmakta dâim oldu.

Sana  karşı övgüyü sayıp bitiremem. Sen kendini övdüğün gibisin.”

Gecenin dörtte biri geçtikten sonra, Cibrîl (‘aleyhi’s-selâm) tekrâr inerek:

--- “Yâ   Muhammed (s.a.v.) başını semâya doğru kaldır.” Buyurdu.

Başını kaldırdığında birde ne görsün? Bütün Rahmet kapıları (ardına   kadar) açılmış, her semâ kapısında bir melek bulunuyor. dünyâ semâsından   Arş’a kadar tüm melekler secdede Muhammed (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’in ümmeti için istiğfârda bulunuyorlar ve
فَأَمَّا مُدْمِنُ الْخَمْرِ فَإِنَّهُ يُتْرَكُ لَهُ بَابٌ (بَابًا) مِنْ (أَبْوَابِ) الرَّحْمَةِ مَفْتُوحًا حَتّٰى يَتُوبَ، فَإِذَا تَابَ غَفَرَ اللّٰهُ لَهُ (غُفِرَ لَهُ)، وَأَمَّا الْمُشَاحِنُ (فَإِنَّهُ) -فَ-يُتْرَكُ لَهُ بَابٌ مِنْ أَبْوَابِ الرَّحْمَةِ حَتّٰى يُكَلِّمَ صَاحِبَهُ، فَإِذَا كَلَّمَهُ غُفِرَ لَهُ، قَالَ النَّبِيُّ : يَا جِبْر۪يلُ، فَإِنْ لَمْ يُكَلِّمْهُ حَتّٰى يَمْضِيَ عَنْهُ النِّصْفُ؟، قَالَ: لَوْ مَكَثَ إِلٰٓى أَنْ يَتَغَرْغَرَ بِهَا ف۪ي صَدْرِه۪ فَهُوَ مَفْتُوحٌ، فَإِنْ تَابَ قُبِلَ مِنْهُ، فَخَرَجَ رَسُولُ اللّٰهِ إِلٰى بَق۪يعِ الْغَرْقَدِ، فَبَيْنَا هُوَ سَاجِدٌ قَالَ: وَهُوَ يَقُولُ ف۪ي سُجُودِه۪: أَعُوذُ بِعَفْوِكَ مِنْ عِقَابِكَ، وَأَعُوذُ بِرِضَاكَ مِنْ سَخَطِكَ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْكَ، جَلَّ ثَنَآؤُكَ، لَا أَبْلُغُ الثَّنَآءَ عَلَيْكَ، أَنْتَ كَمَا أَثْنَيْتَ عَلٰى نَفْسِكَ، فَنَزَلَ جِبْر۪يلُ عَلَيْهِ السَّلامُ ف۪ي رُبْعِ اللَّيْلِ، فَقَالَ: يَا مُحَمَّدُۨ ارْفَعْ رَأْسَكَ إِلَى السَّمَآءِ فَرَفَعَ رَأْسَهُ، فَإِذَا أَبْوَابُ الرَّحْمَةِ مَفْتُوحَةً (مَفْتُوحَةٌ) عَلٰى كُلِّ بَابٍ مَلَكٌ يُنَاد۪ي: طُوبٰى لِمَنْ تَعَبَّدَ ف۪ي هٰذِهِ اللَّيْلَةِ وَعَلَى الْبَابِ الْاٰخَرِ مَلَكٌ يُنَاد۪ي:  
1-    Birinci kapıdaki melek: --- “Bu gece rukû’ edenlere müjdeler olsun!” diye nidâ ediyor.

2-    İkinci kapıdaki melek: --- “Bu gece secde edenlere müjdeler olsun!” diye nidâ ediyor.

3-    Üçüncü kapıdaki melek: --- “Bu gece duâ edenlere müjdeler olsun!” diye nidâ ediyor.

4-    Dördüncü kapıdaki melek: --- “Bu gece zikr edenlere müjdeler olsun!” diye nidâ ediyor.

5-    Beşinci kapıdaki melek: --- “Bu gece Allâh korkusundan ağlayanlara müjdeler olsun!” diye nidâ ediyor.

Diğer bir rivâyette; --- “Bu gece hayır (hasenât) yapanlara müjdeler olsun!” diye nidâ ediyor.

6-    Altıncı kapıdaki melek: --- “Bu gece tüm Müslümanlara müjdeler olsun!” diye sesleniyor.

7-    Yedinci kapıdaki melek ise: --- “Bu gece bir şey isteyen var mı ki, murâdı kendisine verilsin?!”

Diğer bir rivâyette; --- “Bu gece Kur’ân-ı Kerîm okuyanlara müjdeler olsun!” diye nidâ ediyor.
طُوبٰى لِمَنْ سَجَدَ ف۪ي هٰذِهِ اللَّيْلَةِ، وَعَلَى الْبَابِ الثَّالِثِ مَلَكٌ يُنَادِي: طُوبٰى لِمَنْ رَكَعَ ف۪ي هٰذِهِ اللَّيْلَةِ، وَعَلَى الْبَابِ الرَّابِعِ مَلَكٌ يُنَادِي: طُوبٰى لِمَنْ دَعَا رَبَّهُ هٰذِهِ اللَّيْلَةَ، وَعَلَى الْبَابِ الْخَامِسِ مَلَكٌ يُنَاد۪ي: طُوبٰى لِمَنْ نَاجٰى رَبَّهُ ف۪ي هٰذِهِ اللَّيْلَةِ، وَعَلَى الْبَابِ السَّادِسِ مَلَكٌ يُنَادِي: طُوبٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ ف۪ي هٰذِهِ اللَّيْلَةِ، وَعَلَى الْبَابِ السَّابِعِ مَلَكٌ يُنَادِي: طُوبٰى لِلْمُوَحِّد۪ينَ، وَعَلَى الْبَابِ الثَّامِنِ مَلَكٌ يُنَادِي: هَلْ مِنْ تَآئِبٍ يُتَابُ عَلَيْهِ، وَعَلَى الْبَابِ التَّاسِعِ مَلَكٌ يُنَادِي: هَلْ مِنْ مُسْتَغْفِرٍ فَيُغْفَرُ لَهُ؟ وَعَلَى الْبَابِ الْعَاشِرِ مَلَكٌ يُنَادِي: هَلْ مِنْ دَاعٍ فَيُسْتَجَابُ لَهُ ؟ ثُمَّ إِنَّ رَسُولَ اللّٰهِ ، قَالَ: يَا جِبْر۪يلُ إِلٰى مَتٰى أَبْوَابُ الرَّحْمَةِ مَفْتُوحَةٌ؟ قَالَ: مِنْ أَوَّلِ اللَّيْلِ إِلٰى صَلَاةِ الْفَجْرِ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ : ف۪يهَا مِنَ الْعُتَقَآءِ أَكْثَرُ مِنْ شُعُورِ الْغَنَمِ، ف۪يهَا تُرْفَعُ أَعْمَالُ السَّنَةِ، وَف۪يهَا تُقَسَّمُ الْاَرْزَاقُ."
8-    Sekizinci kapıda duran melek de: --- “İstiğfâr eden var mı ki, kendisi için (günâhları) mağfiret olunsun?!” diye bağırıyor.
Bunun üzerine: --- “Ey Cibrîl! Bu kapılar ne zamana değin açık olacak?” diye sorduğumda;

--- “Gecenin başından fecrin tulû’una (imsâk vakti girenceye) kadar” buyurduktan sonra:

--- “Bu gece, Kelb kabîlesi’nin koyun sürülerinin   tüyleri kadar (çok) sayıda Allâh-ü T’âlâ’nın, ateşten âzâdlıları vardır!” buyurdu.”[5]

NEFİS VE MERHALELERİ


﴿ وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَاۙۖ ﴿٧﴾ فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ ﴿٨﴾ قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَاۙۖ ﴿٩﴾ وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ ﴿١٠﴾
 [سورة الشمس:۹۱/۷-۱۰]
 7,8,9.  “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvâsını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilhâm edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.
10.        Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyâna uğramıştır.”[6]

 

NEFİS VE ÇEŞİTLERİ

­
1-     NEFS-İ EMMÂRE: (Kötülükleri Emredici)

v Câhillik, bahıllık (zekât, nafaka gibi şeriat emirlerini yerine getirmeyen, cimri, nêkes, hasîs, pinti, verimsiz çorak toprak) ,hırs, kibir, gadap, şehvet, haset, su-i ahlak (kötü ahlâk), boş işlerle uğraşmak, istihzâ (alaya alma, eğlenme), eziyet ve benzerleridir.

v KURTULMA ÇÂRESİ:

v LÂİLÂHE İLLELLÂH

2-     NEFS-İ LEVVÂME: (Ayıplamak)

v Heves, fikir, taaccüb, insanlara îtiraz, kahr, temennâ, gizli riyâ makâm ve şehvet sevgisidir.

v KURTULMA ÇÂRESİ: Şerîat isteği, tarîkât sevgisi. Gündüz oruç gece ibâdet. İbâdetlerin medhini istememek.

3-     NEFS-İ MÜLHİME : İlim, cömertlik, kanaat, tevazu, sabır ve eziyetlere katlanmak, hararet, ağlamak, boğazı tıkanmak, Hakk ile iştigal, havf ve reca’nın bulunmayışı. Güzel sözleri duymakla hararetin artması, zikrullahı sevmek Allâh ile ferahlamak. Güzel ve güler yüzle konuşmak.

4-     NEFS-İ MUTMAİNNE :  Cömertlik ısrar tevekkül sabır, hilm, teslim, rızâ, sıdk,  rıfk (yumuşaklık), beşaşet (güler yüzlülük), şükür, sena, tazim, kalb süruru, dil lütfu, ayıpları örtmek, kusurları affetmek.

5-     NEFS-İ RAZİYE : Vera, hulus, muhabbet, üns, huzûr, keramet, masivayı unutmak, kemal üzere teslim ve rızâdır. (Bunların duâları asla red olunmaz fakat çok edepli ve hayalı oldukları için isteyemezler).

6-     NEFS-İ MARZİYYE : Allâh-ü Te’âlâ-nın ahlakıyla ahlaklanmak. Beşeriyeti terk, ayıpları örtmek, herkese lütuf ve şefkatli olmak (veli ve şeyh bu makamdadır).

7-     NEFS-İ KAMİLE : Bütün sıfatların en güzelleri bundadır. Sevâb ve ibâdet sadece Allâh rızâsı içindir ve Cemalullah’ı görmek içindir.

*** Her insanda iki unsur vardır.
1-    Ölümsüzlük,
2-    En yüksek olma
“Herkesin kazandığı yâ lehinedir veyâ aleyhinedir”                                             (Bakara 286’dan)

Nefsin hayırlara zorla, kötülüklere kolaylıkla koştuğunu işâret ediyor.

KESEBET : Kişinin iyilikler yapması hakkında,

İKTESEBET : Kişinin kötülükleri yapması hakkında.

*** Bu aylarda şeytanlar ve cinler bağlanıyor. Nefisle baş başa kalınıyor.

*** Günâhlardan tövbe --TEVBE-İ NASUH-- , kaza ibâdetler zikir taat ...                                           

CEHENNEM TABAKALARI

1.     CUHNEM (Cehennem) :Azâbı en hafif olan ve Müslüman olup günâhkarların yeridir...
2.     SA’İR : Hıristiyanların yeridir...
3.     SEKAR : Yahudilerin yeridir...
4.     CAHİM : Mürtedler (Dinden dönenler) ve şeytanlar için acıklı bir azâb yeridir.
5.     HUTAME :Gayya kuyusu aradadır.
“... Çok yakında GAYYA (denen cehen-nemdeki kuyu) ya kavuşacaklar-dır.”            
(Meryem 59’dan)
GAYYA : Cehennemîn en korkunç yeridir ki ; Cehennem ehli ondan her gün bir çok kere Allâh’a sığınırlar.

Ye’cüc-Me’cüc ve kâfirlerin yeridir.

6.     LEZİ’ : Puta ve ateşe tapanlar ile sihir yapanların yeridir.
7.     HAVİYE : Allâh’ı inkar edenler dinsizler, borcunu ödemeyenler, yalancılar, münâfıkların yeridir. En hararetli azâb buradadır.

Yâ Rabbî bizi Cehennem azâbından koru!.. (Âmîn!...)



LETÂİFLER

1-       Kalb,
2-       Rûh,
3-       Sır,
4-       Hafî,
5-       Ahfâ,
6-       Nefis,
Yeri: Sol memenin iki parmak altı.
Yeri: Sağ memenin iki parmak altı.
Yeri: Sol memenin iki parmak üstü.
Yeri: Sağ memenin iki parmak üstü.
Yeri: Sadır dediğimiz, göbek ile boyun kemiği arası.
Yeri: İki kaşın arası ve alnın ortası.
7-       Toprak,
8-       Su,
9-       Ateş,
10-  Hava.
Yerleri: Bunların dördüne birden ceset letâifleri veya –Anâsır-ı Erbaa=Dört ana madde- de denilir ki, Baştan ayağa kadar bütün âzâlar vücûdun her zerresi (deri, kıllar, kan damarları, bütün hücreler vs..) zikredilir.


NEFİS KONUSU ----- RÛHU’L-BEYÂN          Cüz:30
﴿ وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِۚ  [سورة البلد:۹۰/۱۰]
Bu Âyet-i Kerîme (Şems Sûresi, 91/8.) tıpkı: “Ona iki yolu (doğruyu ve eğriyi) göstermedik mi?”[7]

Âyet-i Kerîmesi gibidir. Bunun mânâsı, Biz insana her iki yolu da gösterdik, demektir. Sahîh bir Hadîs-i Şerîf’te şu ifâdeler yer almaktadır:

İmrân b. Husayn (r.a.)’dan rivâyet olunuyor: Cüheyne yâ da Müzeyne kabîlesinden adamın birisi Rasûlüllâh (s.a.v.)’a sorar: --- “İnsanların yaptıkları şeyler ve gerçekleştirmek için çile çektikleri ameller onların kaderleri midir, yoksa böyle değil midir?”

Rasûlüllâh (s.a.v.) bu soruya şöyle karşılık verir:

--- “Hayır tam tersine onların kaderidir.”

Soruyu soran kişi: --- “Mâdem kaderi oluyorsa o zaman amel etmek niye ey Allâh’ın Rasûlü?” der.

Rasûlüllâh (s.a.v.) şöyle cevâb verir: --- “Allâh her iki mertebeden birisi için yaratmış olduğu kuluna o mertebeyi hazırlar.” Sonra Rasûlüllâh (s.a.v.) bu sûredeki bu Âyet-i okudu.”[8]

İbn-i Abbâs (r.anhümâ) der ki: --- “Rasûlüllâh (s.a.v.) bu Âyet-i Kerîme’yi okuduğunda şöyle duâ ederdi:

--- “Allâh’ım! Nefsime iyiliği göster, nefsimi arındır. Sen en hayırlı arındıransın, sen nefsimin velîsi ve mevlâsısın.”[9]

1.Emmare, 2. Levvame, 3. Mülhime, 4. Mutmainne, 5. Radiye, 6. Merdiye, 7.Safiye

Bu yedi nefis mertebesinin her biri ayet ile sâbittir.

“Nefsimi temize çikarmiyorum. Çünkü nefis asiri sekilde kötülügü emreder ”(Yusuf/ 53) ayetinde Allâh-ü Te’âlâ Hazretleri Nefsi Emmare den bahsetmektedir.

“Kendini kinayan (pismanlik duyan) nefse yemin ederim ”(Kıyâmet /2) ayetinde ise Nefsi Levvame den bahsetmektedir.

“Ona (Nefse) bozuklugunu ve korunmasini (isyanini ve itaatini) ilham edene yemin olsun”(Sems /8) ayetinde Nefsi Mülhime den bahsetmektedir.

Mutmainne, Radiye ve Merdiye den ise toplu olarak söyle bahsedilmektedir.

“Ey huzûra kavusmus nefis (insan) ! Sen Ondan hosnut, O da senden hosnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarim arasina katil ve cennetime gir .”(Fecr /.27.30)

Mürsidi Kamiller bu yedi nefsin her birini bir Esma ile terbiye ederler.



NEFSI EMMARE

Kulu, Rabbinden uzaklastirarak kötülükleri islemeye tahrik eden en süflî durumdaki isyankâr nefstir. "Emmâre" çok emredici demektir. Bu sifati haiz olan nefsin yegâne maksadi, hevâ ve heveslerini ölçüsüzce tatminden ibarettir. Sehvetin esiri, seytanin avânesi olmus; keyfine, zevkine, günâha düskün olan nefstir.

Nefsin düskünlükleri ve asiri istekleri demek olan sehvetlere karsi her hangi bir mücadele göstermemek, onun arzularina tâbi olarak seytanin yoluna uyup gitmek de, nefs-i emmâre seviyesinde bulunan kimselerin ahvali cümlesindendir.

Aslinda nefs-i emmâre, sahibine karsi seytandan bile tehlikeli olabilmektedir.

Iste bu nefsi emmarenin kötü ve çirkin sifatlari ehli tasavvufun görüsüne göre yedi tanedir.

• Hevâ’dir(Arzu, heves, ihtiras, muhabbet, nefsin haz ettigi seyler)

• Gazap (Öfke, hiddet, kizma)

• Sehvettir

• Hirstir

• Buhül’dür (Cimrilik, hasislik)

• Ucup’dur (Kendini çok sevme yaptiklarini begenme bencillik, gurur, baskalarini hor ve hakir görme)

• Kibir’dir.

Nefsi emarenin bu yedi kötü ve çirkin sifatlarini gidermeye de, asagida sayacagimiz yedi sey sebeptir. Bu sayacagimiz yedi sey, bütün ehli Islam’in gözlerini ve gönüllerini açan yedi hayirli ve faydali istir.

• Açliktir

• Susmaktir

• Az uyumaktir

• Halk içine lüzumundan fazla karismamaktir

• Daima LA ILAHE ILLALLÂH demektir

• Mürsid-i Kamile erismek, elini tutmak ve tövbe edip ona teslim olmaktir.

• Mürsid-i Kâmilin irâdeti altinda olmak ve onun emri altinda bulunmaktir (Onun her emrine itaat etmektir)

Bu yedi sey yukarida sayilan yedi çirkin ve kötü sifati gidermege, yâni nefsi emmarenin fenaliklarini iyilige, iyi ve güzel ahlâka çevirmeye sebeptir.

Gavsul Azam Hazretleri:

“ Seytan, bir günde yetmis türlü sekilde yetmis kere hacca davet etti” buyurdular. Iste Nefsin ve Seytanin vesvesesi ile ruhu sultaninin hükmü tamamen ortadan kalkan ve Nefsi Emmare de bulunan salik, Mürsidi Kamil elinde olursa, onun Kutsi kuvveti bereketiyle kisa zamanda nefsi levvamaye tebdil olur. Salik mürsidinin sözünü dinler verdigi dersi çekerse ona “KELIME-I TEVHIDI” telkin ederler.






NEFİS MERTEBELERİ

NEFSI LEVVAME

Nefs-i emmâresini pismanlikla hesaba çekip, onun çirkin hâl ve hareketlerinden kurtulmak için gayret gösterenler, nefs-i levvâmeye dogru mesâfe alirlar. Böyle kimseler, nefs-i emmâredeki gibi "nasil olsa Allâh affeder" düsüncesiyle avunma gafletinden nispeten arindiklari için, kendilerini teselli edemezler. Bu sebeple de nefislerini kinar, pismanlikla tövbe-istigfar ederler.

Levm etmek, kinamak ve ayiplamak demektir. Nefs-i levvâme; yaptigi kötülüklerden, Allâh’in emir ve yasaklarina karsi gösterdigi ihmal ve kusurlardan pismanlik duyarak vicdani muazzeb olan ve bu sebeple de kendisini siddetle kinayan nefstir. Bu mertebede olan kisi, nefs-i emmâredeki fiillerin bâzılarindan tövbe edip kurtulmustur. Yâni gafletten bir nebze siyrilmis ve günâh arzusu azalmistir. Ancak bu hisler yeterince olgunlasmadigi için dayanamayip tekrar günâhlara düsmekten de kendini kurtaramaz.

Bu kimselerin, Allâh-ü Te’âlâ’nin emirlerine baglilikta ve Salih amellerinde çogalma görülür. Amelleri ekseriyetle Allâh içindir. Ancak ilâhî ilhamlarin bahsettigi huzûr ve sükûna tam manasiyla kavusamadiklarindan, Allâh için yaptiklari salih amellerinin halk tarafindan bilinmesini de içten içe isterler. Yâni nefs-i emmârenin bazi kötü huylari devam etmekte, ancak kul bu hâlinden dolayi kendini kinamaktadir.

Nefsin vasil oldugu bu merhalenin ismi, Kur’ân-i Kerim’deki:”

Levvâme (pismankâr) nefse kasem ederim..." (Kıyâmet / 2) ayetinden gelmektedir.

Insanin kendi nefsini levm etmesi, yâni onu siddetle kinamasi, sirf kuru sözlerle vuku buluyorsa, bunun umulan neticeyi hâsil etmeyecegi asikârdir. Zîrâ “levvâme” ve “emmâre” mertebeleri arasinda gayet hassas ve ince bir sinir vardir. Kisinin, nefsini azicik levm etmesi (kinamasi) sebebiyle içinde bir kibir hâli beliriyorsa, orada hâlâ gizli de olsa nefs-i emmârenin hükümranligi devam ediyor demektir.

Ayet-i kerimede Cenâb-i Hakk:

"Andolsun ki insani biz yarattik; nefsinin kendisine fisildadiklarini da biliriz. (Zîrâ) Biz ona sah damarindan daha yakiniz." (Kaf /16) buyurmaktadir.

Bu itibarla insan, nefsini levm ederken bile, nefs-i emmârenin gizli desiselerinden ve kendisini emniyette hissetmek gafletinden siddetle ictinâb etmelidir.

Tövbede sebatkâr olup kötü fiillerden arinabilmek, ancak manevî terbiye ile mümkündür. Levvâme mertebesindeki nefs, sayet manevî terbiye altinda ve salihlerle birlikte bulunuyorsa, kötü fiillerden kurtulur. Firsat bulunca bunlara tekrar dönmez. Ancak kalpte, kin, hased, kibir gibi bazi kötü huylar kalir.

Teveccühü artar ise seyhini müsahede eder hatta peygamberimizi de müsahede eder. Nefsine uyar da gerilerse belki seyhini görür ama daha önceki aldigi lezzeti ve tadi bulamaz. Bu halini devam ettirirse sifati mülhimeye geçer. Fakat bu nefis mertebesi emmareye yakin oldugu için ona atlamak da çok kolaydir. Bu nefis ikiyüzlüdür bir yüzü emmareye diger yüzü mülhimeye bakmaktadir.

Levvamede bulunan salikin esmasi sayet üstadi verirse ismi “CELAL” dir.

Levvame ve mülhimede bulunan saliklere tecelli ihsan olunur bu tecelli sebebiyle üstadlarini ve peygamberimizi rüyâlarinda görürler. Ancak hakiki tecelli nefsi mutmainne de olusur Daha sonra zikre devam ettikçe Nefsi Mülhimeye çikar

NEFSI MUTMAINNE

Bu makam dervislik makamidir. Manen kisi bu makama kadar insan degildir. Bu mertebeye erince insanlik sifati onda olusur. Züht ve takva ehlinin ulasacagi en yüksek mertebe sifati mülhimedir. Burada tarikat ehli haricindeki insanlari kötüleme yoktur. Sifati mülhime’nin öyle bir noktasi vardir ki, o da çok yüksek bir makamdir. Fakat burada tarikat ehlinin hakli oldugu bir durum vardir ki oda nefsi mutmainneye mürsidi kâmil olmadan çikilmaz oldugudur. Çünkü insanin nefisle mücadelesi ancak burada kemale erer. Bu noktadan sonra bir mürsidi kâmilin terbiyesi gerekmektedir .

Bu söylediklerime delil sudur ki, daglarda kendi kendine yetisen agaçlarin meyveleri yenmez. Yense bile lezzeti olmaz. Ham ahlât gibi yiyenin bogazina durur. Fakat bir bahçivan onlari yerinden sökerek, kendi bahçesine dikse, budayip asilasa öyle bir meyve agaci olur o kadar lezzetli meyveler verir ki, ilk hali ile arasinda büyük farklar olur. Iste onun gibi bir mürsidi kâmilin elinde olanda böyle degisir.

Nefsi mutmainne de dervise ismi “HAY” telkin olunur. Dervis bos kaldigi zaman sürekli bu zikri yapar. Bu makamda kisi gayet cömert olur. Dost yoluna bütün mülkünü vermeye razi olur. Seyhine, ölü yikayicisinin elindeki ölü gibi teslim olur. Ilahi ask günden güne artar günden güne artar. Kalp rikkati artar, her an dost izini gözler gözyasi adeta su gibi olur. Bütün fiilleri iyilik ve güzellik ve ahlaklari da üstün ve temiz ahlak ile belli olur. Tarafi Ilahiden öyle bir hal ihsan buyurulur ki, islerini irâdesiz olarak Hakk’ka teslim etmislerdir. İbâdetleri itaatleri Allâh-ü Te’âlânin rizasi içindir. Allâh ile beraber olma anlamina gelen “Huzûru maallâh” kisiye hal olur .“Iyi bilin ki, Allâh u Te’âlâ’nin Velileri (Dostlari) için hiçbir korku yoktur. Onlar, mahzun da olacak degillerdir ” ayeti kerimesi ile tebsir olunur.

Iste bu makama geldiginde Allâh-u Zülcelâl Hazretlerinin dostu olur, “Îrci” hitabina mahzar olur.

Bu mertebede kötü ve çirkin vasiflar, yerini güzel ahlâka terk etmistir. Davranis olgunlugunda zirveyi teskil eden ve bütün beseriyete numune olan Hazret-i Peygamber(sav) yüksek ahlâki, tarifsiz bir zevk ile güzelce yasanmaktadir. Kulun kalbi, sabir, tevekkül, teslimiyet ve rızâ ile taçlanmistir.

Böyle kimselerin gönülleri daima Hakk’in zikriyle mesguldür. Ahkâmi Ser’iyyenin batinina da vâkif olmuslardir. Imam-i Rabbanî Hazretleri:

“Nefs-i mutmainneye kadar yapilan ibâdetler ve kulluk taklididir. Nefsi mutmainne’de ise bunlar taklitten tahkike dönüsür.” buyurmustur.

NEFSI RADIYE

Daima Hakk’a yönelmek suretiyle Allâh (cc) ile beraber olma suuruna erismis, hikmetine ve hükmüne ram olarak Rabbinden razi ve hosnut hâle gelmis olan nefstir. Bu mertebeye yükselen kul, kendi irâdesinden vazgeçip Hakk’in irâdesinde fani olmustur. Kur’ân-i Kerim’deki:

“ Sen O’ndan, O da senden razi olarak Rabbine dön!” (Fecr /28) ayetindeki

“Sen O’ndan razi olarak” hükmünün bu makama isaret ettigi beyan olunmaktadir. Bu riza hâli, Hakk’tan gelen bütün çileli imtihanlara karsi sabir göstermek ve bu husûsta O’nun irâdesini can u gönülden kabullenmektir. Ayet-i kerimede buyurulur;

“ Andolsun sizi biraz korku, biraz açlik, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden noksanlastirmakla imtihan edecegiz. Sabredenleri müjdele!” (Bakara /155)

Bu ayet-i kerimede ifâde buyrulan “sabredenler” zümresinden olabilmek, ancak Cenâb-i Hakk’in takdirine velev ki o takdir, umuldugu ve beklendigi gibi tecelli etmese bile- razi olmak ve asla isyana düsmemekle mümkündür.

Iste nefs-i râdiye de, ilâhî irâdenin hayir veya ser olarak tecelli eden bütün kaza hükümlerine tereddütsüz teslim olup riza gösterenlerin, asla sikâyet etmeyenlerin makamidir. Bu makamin imtihanlari öncekilere nisbetle daha agirdir. Zîrâ insan manen yükseldikçe iptilâlar artar.

Nitekim Allâh Rasûlü(sav) söyle buyurmustur:

“ Insanlar içinde en siddetli iptilâlara ugrayanlar peygamberlerdir. Sonra da onlara yakinlik derecesine göre diger kimselerdir. Insan dindarligi ölçüsünde iptilâlara maruz kalir.” (Tirmizî)

Bu nefisteki kisiler eger zikirlerine devam ederlerse ruhu hayvan ruhu sultanin haliyle bir derece daha hallenir. Bunun alameti ise ruhu hayvana kötü ve güç gelen seyler, onlara güzel ve kolay gelmeye baslar. Gayet halim selim olur. Bütün mahlûkat onun elinden ve dilinden emin olurlar. Her nereye varsa irâdesiz tazim ederler. Halk arasinda son derece sevilir ve sayilir. Kendisi de kaza ve kaderinde olanlarin hepsine razi olur ve bir an bile Allâh’in rizasindan ayrilmazlar. Keder ve sürur müsavi olur. Zâten bundan dolayi bu nefse Radiye denmistir.

Salik, manada bütün mevcudati yok olmus görür. Yalniz, bir beyaz veya kizil yahut baska bir renkte nur içinde kalir. Bâzılari o halde:

“ yeryüzünde her sey fanidir. Azamet ve ikram sahibi olan Rabbin zâti bakidir” (Rahman /26,27) ayeti kerimesi ile ihsan olunur.

Bu Makamda olan kisiye Üstadi Tarafindan ismi “HAKK” telkin olunur

NEFSİ MERDİYE

Râdiye mertebesinde bulunanlarin, bu mertebenin bütün füyûzâtindan istifâde edebilmeleri için, Cenâb-i Hakk’in da onlardan razi olmasi icâb eder. Yâni kulun Allâh’tan razi olmasi yetmeyip, kâmil bir terakki için Allâh’in da kulundan razi olmasi gerekir. Diger bir ifâdeyle Hakk’tan rızâmiz, O’nun yûce rızâsina mazhar olabilecek bir kivam ve güzellikte olmalidir. Bu gerçeklestigi takdirde “merdiyye” sifati Allâh’a râci olmasina ragmen, kulun bunu temine medar olan amelleri bereketiyle bu makam kula da izafe edilmistir. Buna göre râdiye, Allâh’tan razi olanlarin; merdiyye ise Allâh’in da kendisinden razi oldugu kimselerin makamidir.

Cenâb-i Hakk’in bizzat razi ve hosnut oldugu bir nefs olan merdiyyede kötü huylar yok olmus, güzel huylar ve ahlâkî meziyetler inkisaf etmistir.

Öyle ki; Yaratan’dan ötürü yaratilanlara sefkat, merhamet, sevgi, cömertlik, affedicilik ve hassasiyet onda bir lezzet halindedir. Bu mertebedeki bir mümin, nefsini en güzel bir sekilde muhasebe ve murakabe eder. Her nefeste varlik ve benlik keyfiyetlerini gözeterek seytani hilelere karsi bos bulunmaktan sakinir.

Yine bu mertebede kul, her halükârda ve bütün mevcudiyetiyle Hakk’a teslim olmustur. Allâh’tan gelen kahir veya lütuf tecellilerinin her ikisine de gösterdigi riza bereketiyle ebediyet âlemine göçerken, ilâhî rızâ ile müjdelenerek kendisine cennet hil’ati giydirilmistir.

Yukarida da zikredilen:

“Sen O’ndan, O da senden razi olarak dön Rabbine!” (Fecr/28) ayetindeki “ Rabbin de senden razi olarak” hükmü, bu hâli ifâde etmektedir.

Ayrica Beyyine Suresi’nin 8. ayetindeki

“... Allâh onlardan hosnut olmus, onlar da Allâh’tan hosnut olmuslardir...” beyani da bu hakikatin diger bir ifâdesidir.

Bu hâl ve hakikatlere nail olan bir kul, artik hâdisati “hakke’l-yakin” mertebesinden seyretmektedir. Allâh’in izniyle bazi gaybi sirlara vâkif olabilir.

Yâni nefs-i râdiye makaminda müsahede ettigi kemâlat tecellilerini, simdi bizzat nefsinde tatmakta ve o hâllerle hallenmektedir. Sabir, tevekkül, teslimiyet ve rızâ gibi hasletler, onun davranislarinin hâkim vasfi durumundadir.

Salik bu makamda Cenâbi Hakk ile keyfiyetsiz müsahede ve mükâleme eder. Bundan sonra dervise “ Yâ Kayyum ” ismi telkin olunur. Bununda kelime-i tevhide verecegi mana “Öyle ise bil ki, Allâh-u Te’âlâ’dan gayri hiçbir ma’bud yoktur.” (Muhammed /19) olur.

Halleri, seriata uymak ve geregini yerine getirmek ve bütün davranislarinda Peygamber Efendimize uymak olur ki:

“Allâh-u Te’âlâ’nin ahlaki ile ahlaklaniniz.

Allâh-u Te’âlâ’nin sifati ile sifatlaniniz”

Hadisi Serifi sirrinca Rasulullah Efendimizin(sav) sünnetlerini icra ile ve Efendimizin ahlaki ile ahlaklanir. Kendileri daima Allâh’in huzûrunda olurlar. Bu makamda olanlar Allâh’in hizmeti ile memurdurlar. Irsat veya memleketler tasarrufunda olur. Ehlullahin erginlerinin hepsi nefsi merdiye’de olurlar. Bu makam, makami vahdettir. Herkes bu makama varamaz. “Ölmeden önce ölünüz” sirrina mahzar olmuslardir.

Allâh (cc) bu kimseye tayin olunan kiramen kâtibin meleklerinin ellerinden o zatin amel defterini alir, gelmis geçmis, büyük küçük, en ufak hataya varincaya kadar bütün kusurlarini affeder ve masumiyet hilatini giydirerek kiramen kâtibin melekelerine buyurur ki: Ey meleklerim bunca zamandir sizleri bu kulumun hizmetlerine vekil tayin etmistim. Simdi ben bu kulumdan raziyim. Sizler de razi misiniz? Onlar da sahitlik eder ve: “Yâ Rab bizler bu kuluna hizmet edeliden beri zerre kadar rizana aykiri bir halde bulunmadi” derler. Allâh bundan sonra söyle buyurur. “Ey meleklerim ben de sizi bu görevden azât ettim ve bu kulumdan razi oldum” buyurur.

NEFSİ SAFİYE

Nefs-i Safiye tezkiye neticesinde arinmis, saf, berrak, ulvî ve olgun nefstir. Bütün marifet sirlarinin tahsil edildigi ve ancak Cenâb-i Hakk tarafindan vehbî olarak lütfedilen bir makamdir; Hakk vergisidir, sirf çalismakla elde edilmez. Kader sirrina mebni, ilâhî bir ihsandir.

Nefs-i Safiyyeye erisenlere umumiyetle irsad hizmeti tevdi edildiginden bu makama ayni zamanda “irsad makami” da denilir. Cenâb-i Hakk, bu makamdakilerin hâl ve davranislarindaki mükemmellikle, insanlari gafletten ikaz edici bir tesir halk eder. Böyle zâtlar, bir Fâsik ile görüsseler, o fâsigin hâlini anlar, kalbî hastaliklarinin ilâcini, hâl lisaniyla kendilerine bildirirler. Fâsik, eger kalbi mühürlenmemisse insafa gelir ve pismanlikla gafletten uyanir.

Üstadimiz Nefsi Safiye Makami için söyle buyurdular;

Nefsin yedinci mertebesidir. Diger bütün mertebeleri kapsar. Safa makamidir. Kisi bu makama geldiginde mana âleminde, önce derisini yüzerler, etlerini keserler ve parçalarlar. Kemiklerini kendisi görür. Ondan sonra, onlari kiyma makinesine verirler, kiyma makinesinde çektikten sonra firina götürürler ve pisirirler, onu alip cehennem atesi ile sicak kavururlar. Et, simsiyah olur, o eti getirirler her tarafini silindir ile ezerler. Gayet toz haline getirip, bunu alir götürürler ve Allâh-u Te’âlâ Hazretlerine arz ederler. Iste bu, senin için yok olacak kül, o külü 18 bin âlemin her tarafina savururlar. O her tarafta kendi zâtini görür, her tarafta yok olur. Fenafillâh olur, Cenâbi Zül Celal Hz.lerinin zâtinda degil sifatlarinda fani olur, Yedi nur berzahini asar, Sekiz kat cenneti geçer fani olur, Yokluk oldugundan dolayi vekil oluyor, digerleri ise ham oluyor.

Bir insaninda Mürsid-i Kamil olmasi için diger bir sartta Rasulullah efendimizin bizzat görev vermesidir. Böyle olunca varisi nebi olduklarindan sekline ve suretine seytan giremez. Müridine son nefeste bizzat yetisir, kefil olur. Safiye ehli olanlar gönüllerine ilham edilen her manayi Allâh’tan bilir ve ortaya çikan her hali Kur-an’in özündendir diyerek kabul ederler. Hatta kendilerini yok addederek gönül hanesinden bir adim disari çikmazlar. Sufiler hiçbir engel tanimayan miraci manevinin zuhur ettigi bu mertebeyi “hal, kal ile bilenmez” diyerek ehlinin anlayislarina havale ederler.

 NEFSİN 7 MERTEBESİ

1- NEFS-İ EMMARE ( Kötülüğü emreden ve bundan zevk alan nefistir)

Bu nefsin eserinden kibir benlik, hırs, şehvet, kıskançlık, cimrilik, kin, intikam, hiddet gibi huylar çıkar.

2- NEFS-İ LEVVAME (Kötülük yaptığında bundan pişman olup af dileyen nefistir)

Kendini kınayan, kötüleyen, azarlayan nefstir .

Bu nefs sahibi, günah işlediğinde pişman olup tevbe eder, kendisini kınar, yapmamak için karar verir. Fakat günah önüne gelince duramaz, yine içine düşer. Sonra pişman olur. İyilik ve kötülük arasında gider gelir.

Kendini beğenme, çekişme, gizli riya, makam ve şehvet tutkusu gibi nefs-i emmârenin bazı vasıfları bu mertebede de bulunur. Fakat nefs hakkı hak; batılı batıl görür. Yine bilir ki, bu sıfatlarla huzurdan uzaktır. Fakat onlardan kurtulamıyor.

Hali muhabbet, gidişi tarikat, mahalli Kalp'tir. Alemi Berzah Alemi'dir. Nefsiyle mücahedede sabit olursa Misal Alemi'dir. Uykuyla uyanıklık arasında –genellikle oturma halinde- Misal Alemi'n*den bir çok manalar temessül eder.

3- NEFS-İ MÜLHİME ( Allah'tan ilham alan nefistir)

Allahu Tealâ nefsin isyan ve itaatini vasıtasız ilham ettiği için bu makamda nefsin adı mülhime olmuştur. Nitekim Kur'an'da : “Sonra da o nefse isyan ve itaati ilham edene yemin ederim” (Şems, 8) buyrulmuştur .

Nefs, tevbe, zikir, rabıta ve mücahedeyle günahların ağırlığından ve şehvet bağından kurtulunca, ilham ve feyiz almaya kabiliyet kazanır. Devamlı olarak kâmil mürşidden kalbine ilhamlar gelir. Bu mertebede hayvanî nefs tamamen ıslah olur. Haramdan kaçar, hayırlara koşar.

Alemi Ruhlar Alemi, mahalli Ruh'tur. Ruhunda ilâhi aşk ateşi parlamaya başlar. İlim, tevazu, yumuşaklık, kanaat, mert*lik, sabır, belaya tahammül gibi, güzel hasletler belirir. Visal rüzgarları esmeye başlar. Fakat ego, ona açık ve bariz bir şekilde saldırmaya başlar . Kendini ve amellerini beğendirir, insanları küçük ve değersiz gösterir, ümitsizliğe düşürür, Allah'ın azabına karşı ona emniyet hissi verir. Bu makamda mürşidin himmeti olmazsa tehlikeye düşebilir.
Bu makamda salik, sırlara vakıf olduğundan esrar ile meşgul bulunduğu cihetle bunun üstünde olan kemalden mahcup kalmıştır. Bu makamın seyri Allah (CC) Hz.leri olduğu için salikin batınında imanın hakikati zuhur etmiş olmakla müşahedelerinde masiva kalmamıştır. Bu makamın alemi, ervahtır, salik arzu ettiğini görür ve tasarrufa bile kadir olur.

4- NEFS-İ MUTMAİNNE (Tatmin olmuş nefistir)

Cenab -ı Mevlâ'nın “Ey tatmin olmuş Nefs” (Fecr , 27) hitabıyla ıstıraptan kurtulup huzura eren nefstir . Her türlü şek ve şüpheden temizlenip rahatlamış, ayne'l - yakîne ve kâmil imana ulaşmıştır. Kötü huylardan tamamen pak olmuş, fenalıklara arzusu kalmamıştır. Seyri, Allah ile gerçekleşmiş (seyr-i meallah), velilik mertebesine ulaşmıştır. Alemi, Muhammedî Hakikat, mahalli Sır'dır. Manevi tecellilerin mazharıdır . Sıfatları, tevekkül, incelik, cömertlik, yumuşaklık, güler yüz, tatlı dil, kusurları bağışlama, hamd, şükür, müşahede, teslimiyet ve rızadır.

Azizim! Malum ola ki, sıfat-ı mutmainnede bulunan zevatın halleri şöyle olur: Bunlar, artık tereddütlerden ve iç kuruntulardan kurtulmuşlardır. Ve teslim-i külli ile teslim olmuşlardır. . Bu zevata “veli” adı verilir. Bu mertebede olanlara Yüce Allah (CC) Hz.leri Mucizel Beyan’ında şöyle hitap etmektedir: . . Ayet-i Kerimedeki aşka ve muhabbete nail olur, Zikrullah ile gönlü rahat eder, kalbi mutmain olur.

5- NEFS-İ RADİYYE ( Allah'tan razı olmuş nefistir)

İster bela, ister sefa, Allah'ın bütün fiillerinden razı olan, O'ndan başka her şeyi gözünden silip atan ve sadece Rabbi'nin rızasına nazarını diken nefstir . Bu nefse: “Razı olmuş ve razı olunmuş olarak Rabbine dön” ( Fecr , 28) kelâmıyla hitab edilmiştir. Seyri Allah'tadır ( Seyr -i fillâh ). Alemi Lâhut (Ruhanîler) Alemi; mahalli, Sırrın Sırrı'dır. Beşerî sıfatlardan büsbütün yok olmakla fenâya varmıştır. Fakat bu makama varanlar arif değil, velidirler. O yüzden başkasını irşad edemezler.
Azizim! Malum olsun ki, nefs-i radiyye sıfatında olan bu zatlar, yine bu hal ile bazan ilerler, bazan da gerilerler ve böylece zikrine ve fikrine devam ve sebat ederlerse, Cenab-ı Hakk’tan (CC) kendilerine teveccüh eden her şeye rıza-i külli ile razı olurlar ve onlar için keder ile sürur müsavi olur. Çünkü Yüce Allah (CC) Hz.leri onları Mucizel Beyan’ında müjdelemiştir: “Rabbine razı ve marzi olarak dön.”[6]

Allah (CC) Hz.leri’nin vermiş olduğu belalara tahammül gösterirler ve: “O’ndan (CC) gelen her şey güzeldir. Lütfu da hoş, kahrı da hoş.” derler, “Eyvallah! Hoş geldi, safa geldi!” derler, Cenab-ı Hakk (CC) Hz.leri'nden gelenleri öpüp başlarının üstüne koyarlar.

6- NEFS-İ MARDİYYE (Allah'ın razı olduğu nefistir)
Ariflerin makamıdır. Bekabillâh burada tahakkuk eder. Muhtaç olduğu ilimleri bütünüyle alıp, mana aleminden bu görünen madde alemine dönmüştür. Dış itibariyle diğer insanlardan ayırdedilmez . Fakat iç itibariyle bütün cisimleri altına çevirecek bir tılsım gibidir. Kendine lütfedilen marifet bilgi*sinden dünya halkına ikram eder. İlâhi bilgi dairesinin mahremidir. Onun müşahedesine yâ*bancı bir diyar yoktur. Kendisine üfürülen ruh ile görür, bilir. Sesini uzaklardan işittirir. Mür*şidinden izin almak kaydıyla irşadı sahihtir. Seyri Allah'tan (Seyr-i anillâh )'dır. Alemi şu görünen maddi alem, mahalli Hafâ'dır .

“Onun işiten kulağı olurum, gören gözü olurum, konuşan lisanı olurum, yürüyen ayağı olurum. Benimle işitir, benimle görür, benimle konuşur, benimle tutar ve benimle yürür.”[7]

7- NEFS-İ KAMİLE (Seçkin, saf, tertemiz nefstir)
Allah'ın en seçkin dostları olan Gavs ve Kutupların makamıdır. Seyirleri Allah'ladır (Seyr-i billâh). Alemleri; kesrette (çoklukta) vahdet, vahdette kesrettir. Mahalleri Ahfâ'dır . Önceki bütün nefislerin güzel vasıflarını üzerinde toplamış*lardır. Her halleri ibadet ve zikirdir. Bir an Allah'tan gafil olmazlar. Onların mu*radı Allah'ın murad ettiği şeydir. .

Cenab-ı Hak onlarla alemlere ikramda bulunur, belaları def eder. Saliklerin gönüllerinde onlar sayesinde haller zuhur eder. Ama herkese merhamet ve şefkatle bakarlar. İnsanların kusurlarına bakmazlar. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar.

Pak ve tertemiz yüzleri huzur ve aydınlık saçar. Onları görenler Allah'a yönelirler. Mübarek yüzlerine edeple bakmak bile ibadettir. İnce ve lâtif sözleri katıksız hikmet bilgisidir. Gayet ince, zarif, yumuşak ve alçak gönüllülükle telkinde bulunurlar. .

Bu dünyada onların kapısında bulunmaktan daha büyük devlet ne olabilir? Onlar olmadan bunca sarp yollar nasıl aşılır?

Azizim! Malum ola ki, ruh-u hayvanın kendisine mahsus olan yaratılışı sıfat-ı emmare ve ruh-u sultanın kendisine mahsus olan yaratılışı sıfat-ı safiyyedir. Ruh-u hayvan, Cenab-ı Hakk’ın (CC) ihsanı, mürşidin himmeti ve ruh-u sultanın rağbet göstermesiyle kendi sıfatı olan emmarelikten geçer. Yani başlangıcından bu hale gelinceye kadar, hayvanlık sıfatlarından arta kalan eserler de tamamen mahvolur ve ruh-u sultanın kendisine mahsus olan sıfat-ı insaniyye ile sıfatlanır. Bu makamda olan salik, Cenab-ı Hakk’ın şu Ayet-i Kerime’sinin muhatabı olur: “O’nun (CC) vechinden başka her şey helak olucudur.”[9] Ayet-i Kerime’sinin sırrını seyr ile müşahade eder. İşte bu büyük ihsana malik olan zatlara “insan-ı kamil” denilir. Sözün kısası, sıfat-ı safiyye ile sıfatlanan zatların nefisleri, ruh-u sultana döner. Nefs-i hayvaniyetten eser kalmaz. Bu bahtiyar insanlar tasavvuf (tarikat) yolunda çalışarak nefs-i hayvaniden tamamiyle kurtularak sıfat-ı insaniyye ile muttasıf olurlar.[10]

Kaynaklar

[1] Yusuf S. A.53

[2] El-Kıyame S. A.2

[3] Eş-Şems S. A.8

[4] El-Fecr S. A.27-30

[5] Er-Rad S. A.28

[6] El-Fecr. S.A.28

[7] Buhari Rikak 38. İbn Hanbel. IV. 256

[8] El-İnsan S. A.30-31

[9] El-Kasas S. A.88

[10] Miftahul Kulub. S.135







[1] Beytü’l-Ma’mûr: Ma’mûr, bakımlı ev. Kâbe’nin üst hizâsında bulunan bir yerdir. Diğer bir adı da “Durâh”dır. Beytü’l-Ma’mûr’dan Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bahsedilir: “Tûr’a, yayılmış ince deri üzerine satır satır dizilmiş Kitâb’a, bayındır eve (beytü’l-ma’mûra), yükseltilmiş tavan gibi göğe, kaynayacak denize andolsun ki, Rabbi’nin azabı hiç şüphesiz gelecektir” (Tûr Sûresi, 52/1-7) Allâh-ü Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’in bâzı yerlerinde kasem ettiği gibi bu Âyet-i Kerîme’de de Tûr Dağı’na, Kur’ân-ı Kerîm’e ve Beytü’l-Mâ’mûra yemîn etmektedir. Buradaki yemînden maksad, bunların kıymetine işâret etmek ve değerlerini yükseltmektir. Müfessirler bu ayet-i kerîmede sözü geçen Beytü’l-Ma’mûr-u genellikle, yedinci kat semâda, Ka’be-nin üst hizâsında bulunan bir ev olarak tefsîr etmişlerdir. O’nu günde yetmiş bin melek namaz kılmak ve tavâf etmek için ziyâret eder ve kıyâmete kadar da bir daha geriye dönmezler. (Muhtasar’u Tefsir-i İbn-i Kesîr, Nşr. M. Ali es-Sâbünî, Beyrut 1401, III, 388-389; Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul 1936, VI, 4551; el-Hâzin, Lübâbü’t-Te’vîl fî Meâni’t-Tenzîl, IV, 242; el-Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, IV, 467; İsmail Hakkı Bursevî, Rühu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’an, IV, 123).
[2] ﴿ وَهَلْ اَتٰيكَ نَبَؤُ۬ا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ ﴿٢١﴾ اِذْ دَخَلُوا عَلَى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَاتَخَفْۚ خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَآ اِلٰى سَوَآءِ الصِّرَاطِ ﴿٢٢﴾ إِنَّ هٰذَٓا أَخ۪ى لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِىَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ أَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ى فِى الْخِطَابِ ﴿٢٣﴾ قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤٰالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِهِۜ وَإِنَّ كَث۪يرًا مِنَ الْخُلَطَآءِ لَيَبْغ۪ى بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ إِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَاهُمْۜ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ أَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَأَنَابَ سجدة ﴿٢٤﴾ فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ وَإِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ ﴿٢٥﴾ يَا دَاوُ۫دُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِى الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ إِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟ ﴾ [سورة صٓ:٣٨/٢١-٢٦]
21. Sana davacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı aşarak mabede girmişlerdi.
22. Hani Dâvûd’un yanına girmişlerdi de Dâvûd onlardan korkmuştu. Onlar, “Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet” dediler.
23. İçlerinden biri şöyle dedi: “Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken ‘Onu da bana ver’ dedi ve tartışmada beni bastırdı.”
24. Davud dedi ki: “Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esâsen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak îmân edip sâlih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır.” Dâvûd, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allâh’a yöneldi.
25. Biz de bunu ona bağışladık. Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır.
26. Ona dedik ki: “Ey Dâvûd! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allâh’ın yolundan saptırır. Allâh’ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azab vardır.”
﴿ وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِى الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ  غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ [سورة الأنبيآء:٢١/٧٨]
“Dâvûd ile Süleymân’ı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı.  Çünkü halkın koyunları o ekine girmişti. Biz de hükümlerine şâhîd olmuştuk.” (Enbiyâ Sûresi, 21/78)

Tefsir kaynaklarında belirtildiğine göre; bu olayda Hz.Dâvûd, koyunların ekin sâhibine verilerek zararın tazmîn edilmesine hükmetmiş, Hz. Süleymân ise koyunların geliriyle zararın tazmîninin her iki taraf için daha uygun düşeceği yolunda hüküm vermişti.

Kıssa şu şekilde de açıklanabilir. Ayette de belirtildiği gibi Hz. Dâvûd sadece dâvâcıyı dinleyip hüküm vermiş, dâvâlıyı dinlememiş, daha sonra bu tutumunun yanlış olduğunu düşünerek tövbe etmiştir. Olay yine Kur’an’da zikredilen, ekin tarlasına girip zarar veren sürü kıssasıyla da ilgili olabilir. Zira iki kıssada da haksızlık, koyunlar ve Hz. Dâvûd’un hükmünde tam isâbet etmemesi söz konusudur. Sonuç olarak kıssa kesinlikle Hz.Dâvûd’un günah işlediğini göstermemektedir. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb ilgili ayetlerin tefsiri)
Nitekim rivâyete göre Hz. Ali (r.a.); “Kim Hz. Dâvûd’la ilgili bu kötü haberleri anlatırsa, ona iki celde -yüz altmış sopa- vuracağım” (Sa’lebî, Arâisu’l-Mecâlis, s. 284; Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l Kur’an, 15/119; F. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, 26/192) demiştir.

Hz. Dâvud (a.s.)'un zellesini bağışlatmak için kırk gün kırk gece durmadan ibâdet, tevbe ve istiğfâr ettiği de anlatılır.
[3] ﴿ عَيْنًا ف۪يهَا تُسَمّٰى سَلْسَب۪يلًا   [سورة الإنسان:٧٦/١٨] “Orada bir pınar ki ona “selsebîl” adı verilir.” (İnsân Sûresi, 76/18.) Selsebîl: Cennet’te bir çeşme veyâ ırmağın adı. Tatlı, latîf, lezîz su.
[4] Ramazan-ı Şerîf Risalesi/Cübbeli Ahmet Hocaefendi/sh:280-292. (Kitâbü’l-mevâ’ız fî fünûni’l-mecâlis, Zühretü’r-Riyâd, İsmail Hakkı, Mecâlisü’l-va’z ve’t-Tezkîr, sh:88-90, Osman el-Hobevî, Dürratü’l-Vâ’ızîn, sh:16,17, Muhammed Hayrî, Mecâlis-i Hayriyye ve Mefâtîh-ı Ilmiyye ,sh:15-99.); Ay ve Gecelerin Fazileti/İsmail Fındıklı/Yasin yayınevi sh:408-410.
[5] Risale-i Ahmediyye:16, sh:103-106. (Abdülkâdir-i Geylânî, el-Ğunye, 1/347; Safûrî, Nüzhetü’l-Mecâlis, 1/142.)
[6] Şems Sûresi, 91/7-10.
[7] Beled Sûresi, /10.
[8] RÛHU'L-BEYÂN, İsmail Hakkı BURSEVÎ, 10/56, Damla yay., no.211, İst/2002. (Hadîsi Müslim, Ahmed b. Hanbel, İbnü'l-Münzîr, İbn-i Merdûye rivâyet etmişlerdir. Bkz. ed-Dürrü’l-Mensûr, 6/356. )
[9] RÛHU'L-BEYÂN, İsmail Hakkı BURSEVÎ, 10/56, Damla yay., no.211, İst/2002. (Hadîs-i Şerîf’i Ahmed b. Hanbel, Müsned’inde; Taberânî, İbnü’l-Münzîr ve benzer ifâdelerle Müslim rivâyet etmişlerdir. Bkz. Muhtasar, İbn-i Kesîr Tefsiri. 3/645.)


[1] Ramazân orucu, ergenlik çağına ulaşmış, akıllı her müslümana farzdır. Hastalık, yolculuk, kadınlara has özel hâller gibi meşrû’ sebeblerle Ramazân ayında oruç tutamayanlar, bu oruçları şartların elverişli olduğu başka zamanlarda kazâ ederler. Mâzeretsiz olarak oruç tutmayanlar, büyük günâh işlemiş olurlar. Aşırı yaşlılar ya da iyileşmez hastalar, bu sebeble oruç tutamazlar ve bu oruçları kazâ etmekten de ümîd keserlerse, oruçsuz geçirilen her gün için bir fidye verirler. Fidye tıpkı fıtır sadakası gibi, bir fakiri bir gün doyurmak ya da bunun bedelini vermektir.
[2] Bakara Sûresi, 2/183-185.
[3] Hava kapalı olunca, Ramazan hilâlinin görüldüğüne müslim, âkil, baliğ ve âdil bir kimsenin şehâdeti yeterlidir. Erkek veyâ kadın olmasında fark yoktur.   Ramazan ayının yirmi dokuzuncu günü de, güneşin batışından itibaren Şevval ayının hilâli araştırılır. Görülürse bayram yapılır, görülmezse, Ramazan otuz gün tutulur. Kamerî aylar, bâzen otuz, bâzen da yirmi dokuz gün olur. Her kamerî ayın başlangıcı, ya hilâl görmekle veyâ ondan önceki ayın günleri otuza tamâmlanmakla tesbit edilir. (Üç İmama göre, gündüzün görülen hilâle itibar edilmez. Bu hilâl mutlaka gelecek geceye aittir. Bu konuda müneccimlerin sözleri de geçerli değildir. Herhalde hilâl geceleyin görülmelidir.)
[4] لا أعلم دعاءً خاصًا يقال عند دخول شهر رمضان وإنما هو الدعاء العام عن سائر الشهور فإن النبي كان إذا رأى الهلال في رمضان وفي غيره يقول‏:‏ "أَللّٰهُمَّ أَهِل۪ه عَلَيْنَا بِالْيُمْنِ وَالْا۪يمَانِ وَالسَّلَامَةِ وَالْاِسْلَامِ هِلَالَ خَيْرٍ وَرُشْدٍ رَبّ۪ي وَرَبِّكَ اللّٰهُ ‏." وَف۪ي بَعْضِ الرِّوَايَاتِ أَنَّهُ كَانَ يَقُولُ‏:‏
"‏أَللّٰهُ أَكْبَرُ، أَللّٰهُمَّ أَهْلِلْهُ عَلَيْنَا بِالْاَمْنِ وَالْا۪يمَانِ وَالسَّلَامَةِ وَالْاِسْلَامِ رَبّ۪ي وَرَبِّكَ اللّٰهُ." [‏رواه الترمذي في سننه ج۹ص۱۴۲ من حديث طلحة بن عبيد الله رضي الله عنه‏.‏ بنحوه‏.‏وانظر مسند الإمام أحمد ج۱ ص۱۶۲ من حديث بلال بن يحيى بن طلحة بن عبيد الله عن أبيه عن جده‏.‏ وانظر مسند الدارمي ج۲ ص۷ من حديث ابن عمر رضي الله عنه وانظر كتاب السنة لأبي عاصم ج۱ ص۱۶٥ من حديث بلال بن يحيى بن طلحة بن عبيد الله عن أبيه عن جده‏.‏ وانظر معجم الطبراني الكبير ج۱۲ص۳٥۷ من حديث ابن عمر‏.‏ وانظر المستدرك للحاكم ج۴ ص۲۸٥ من حديث بلال بن يحيى‏.‏‏.‏‏.‏ وانظر مجمع الزوائد ومنبع الفوائد ج۱۰ ص۱۳۹‏.‏ وانظر تحفة الذاكرين ص۱۷۶، ۱۷۷‏.‏ وانظر فيض القدير ج٥ص۱۳۶، ۱۳۷‏.‏ وصحيح الوابل الصيب ص۲۲۰‏]‏‏.‏ هذا الدعاء الوارد عند رؤية الهلال لرمضان ولغيره أما أن يختص رمضان بأدعية تقال عند دخوله فلا أعلم شيئًا في ذلك لكن لو دعا المسلم بأن يعينه الله على صوم الشهر وأن يتقبله منه فلا حرج في ذلك لكن لا يتعين دعاء مخصص‏.                                              
[5] Kütüb-i Sitte, 7/85. (Tirmizî, Da’avât 52, 3447.)
[6] رواه مسلم في الصيام باب وجوب صوم رمضان لرؤية الهلال والفطر لرؤيته برقم ۱۰۸۱ ، والنسائي في الصيام باب ذكر الاختلاف على عمر بن دينار برقم ۲۱۲۴ ، واللفظ له.
[7] رواه مسلم في الصيام باب وجوب صوم رمضان لرؤية الهلال والفطر لرؤيته برقم ۱۰۸۱ ، والنسائي في الصيام باب ذكر الاختلاف على عمر بن دينار برقم ۲۱۲۴ ، واللفظ له.
[8] رواه مسلم في الصيام باب وجوب صوم رمضان لرؤية الهلال والفطر لرؤيته برقم ۱۰۸۱ ، والنسائي في الصيام باب ذكر الاختلاف على عمر بن دينار برقم ۲۱۲۴ ، واللفظ له.
[9] رواه البخاري في الصوم باب قول النبي صلى الله عليه وسلم : " إذا رأيتم الهلال فصوموا " برقم ۱۹۰۹ .
[10]   روى الحاكم بإسناد صحيح عن كعب بن عجرة--- رواه الحاكم وقال صحيح الإسناد ووافقه الذهبي
[11] Hakim, Müstedrek: 4/153.
[12]  مسند الإمام أحمد (۱۳۴۰۸) ، قال محققه: إسناده صحيح .
[13] İbn-i Ebî Şeybe, Müsannef, II:270; Taberânî, el-Mecmu’ul-Evsât, VII:323; Heysemî, el-Mecmû’ul-Zevâid, III:143; Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, II:99.
[14] الحاشية رقم: ۱
[15] Ruhul Furkan, Cüz:2, Sure:2, Âyet:185. (İbn-i Mâce, İkâme, 173, 1/421, no:1328.)
[17] أخرجه الستة.وقوله "الصَّوْمُ ل۪ي" أي لم يشاركنى فيه أحد، و عبد به غيري، فإن سائر العبادات قد عبدت بـها الكفار آلهتها، فأنا حينئذ أجزيه على قدر اختصـاصه بي، وأنا أتولى الجزاء عليه بنفسي، و أكله إلى أحد غيري."وَالخُلُوفُ" بضم الخاء : تغير ريح فم الصائم من ترك الاكل والشرب."وَالرَّفَثُ" مخاطبة الرجل المرأة بما يريده منها، و قيل:  هو التصريح بذكر الجماع، وهو الحرام في الحج على المحرم، وأما الرّفث في الكم إذا لم يكن مع امرأة ف يحرم لكن يستحب تركه. "وَالصَّخَبُ": الضجة والجلبة.