31 Ekim 2013 Perşembe

CİNLERİN KAHRI VE ŞEYTANLARIN ŞERRİNDEN KORUNMA DUÂSI “Nâme-i Peygamber”


CİNLERİN KAHRI VE ŞEYTANLARIN ŞERRİNDEN KORUNMA DUÂSI


“Nâme-i Peygamber”




  Ebû Dücâne (r.a.) anlatıyor: Rasûl-i Ekrem (sallallâh-ü aleyh-i ve selem)’in huzûruna gelip: --- “Yâ rasûlellâh! Yatağıma yattığım zaman değirmen sesi gibi arı vızıltıları gibi ve ağaç yapraklarının sesi gibi sesler işitiyorum. Şimşek parıltısı gibi şeyler görüyorum. Başımı kaldırıp baktığımda evimin orta yerinde siyah ve uzun gölge gibi bir şeyin olduğunu görüyorum. Yakalamak için elimi uzattığımda derisinin üzerinde ki kılların kirpi kılları gibi olduğunu ve ağzından yüzüme doğru ateş parçaları attığını görüp beni yakacağını zannediyor, uyuyamıyorum, korkuyorum.” dedi. Rasûl-i Ekrem (sallallâh-ü aleyh-i ve selem) buyurdu ki: --- “Yâ Ebû Dücâne! Allâh-ü Teâlâ, evine hayır ve bereket versin!.. Evinize gelen korkunç bir mahlûktur. Bana bir kâğıt ve kalem getiriniz.”. Getirilen kâğıt ve kalemi Hz. Ali (k.v.)´ye verdi ve Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm. (O, Rahmân ve O, Rahîm olan Allâh (c.c.)’ın adıyla.) Diyerek (bu duâyı) yaz.” buyurdu. Ebû Dücâne (r.a.) diyor ki: --- “Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)´in yazdırdığı bu mektubu götürüp yastığımın altına koydum ve yattım. Gece yarısı uyanmıştım. Kulağıma şöyle bir korkunç feryâd eden ses geldi, Diyordu ki: --- “Yâ Ebû Dücâne! Lat ve Uzza´ya yemin ederim ki: bu mektupla, beni yaktın.
 بسم الله الرحمن الرحيم.
هٰذَا كِتَابٌ مِنْ مُحَمَّدٍ رَسُولِ اللّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ: إِلٰى مَنْ
طَرَقَ الدَّارَ مِنَ الْعُمَّارِ وَالزُّوَّارِ وَالصَّالِح۪ينَ إِلَّاطَارِقًا يَطْرُقُ بِخَيْرٍ يَا
رَحْمٰنُ أَمَّا بَعْدُ: فَإِنَّ لَنَا وَلَكُمْ فِى الْحَقِّ سِعَةً فَإِنْ تَكُ عَاشِقًا مُولَعًا أَوْ فَاجِرًا
مُقْتَحِمًا أَوْرَاغِبًا حَقًّا أَوْ مُبْطِلًا هٰذَا كِتَابُ اللّٰهِ تَبَارَكَ وَتَعَالٰى يَنْطِقُ عَلَيْنَا وَعَلَيْكُمْ بِالْحَقِّ. ﴿  ... إِنَّا كُنَّا نَسْتَنْسِخُ مَاكُنْتُمْ تَعْمَلُونَ   [سورة الجاثية:٤٥/٢٩]  وَ ﴿ ... رُسُلَنَا يَكْتُبُونَ مَا تَمْكُرُونَ [سورة يونس:١٠/٢١] أُتْرُكُوا صَاحِبَ كِتَاب۪ى هٰذَا وَالنْطَلِقُوا إِلٰى عَبَدَةَ الْاَصْنَامِ وَ إِلٰى مَنْ يَزْعُمُ أَنَّ مَعَ اللّٰهِ إِلٰهًا اٰخَرَ. ﴿... لٰٓا إِلٰهَ إِلَّاهُوَ۠ كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُۜ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ [سورة القصص:٢٨/٨٨] يُغْلَبُونَ ﴿ حٰمٓ لَا يُنْصَرُونَ ﴿ حٰمٓ  عٓسٓقٓ۠ [سورة الشورى:٤٢/١-٢]  
تَفَرَّقَ أَعْدَآءُ اللّٰهِ وَبَلَغَتْ حُجَّةُ اللّٰهِ وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللّٰهِ
﴿... فَسَيَكْف۪يكَهُمُ اللّٰهُۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۜ
[سورة البقرة:٢/١٣٧]
 

باب ما يذكر من حرز أبي دجانة؛ أبي دجانة قال سمعت أبي أبا دجانة يقول شكوت إلى رسول الله فقلت يا رسول الله بينما أنا مضطجع في فراشي إذ سمعت في داري صريرا كصرير الرحى ودويا كدوي النحل ولمعا كلمع البرق فرفعت رأسي فزعا مرعوبا فإذا أنا بظل اسود مولى يعلو ويطول في صحن داري فأهويت غليه فمسست جلده فإذا جلده كجلد القنفذ فرمى في وجهي مثل شرر النار فظننت انه قد احرقني واحرق داري فقال رسول الله عامرك عامر سوء يا أبا دجانة ورب الكعبة ومثلك يؤذي يا أبا دجانة ثم قال ائتوني بدواة وقرطاس فأتى بهما فناوله علي بن أبي طالب وقال أكتب يا أبا الحسن فقال وما أكتب قال أكتب بسم الله الرحمن الرحيم.. قال أبو دجانة فأخذت الكتاب فأدرجته وحملته إلى داري وجعلته تحت رأسي وبت ليلتي فما انتبهت إلا من صراخ صارخ يقول يا أبا دجانة أحرقتنا. دلآئل النبوة؛ للامام الحافظ أبى بكر أحمد بن الحسين بن على البيهقيّ، ٤٥٨ ، تحقيق: د. عبد المعطي قلعجي، دار الكتب العلمية، بيروت _ لبنان، الطبعة الأولى، ١٤٠٥ ؛ الجزء السابع، صفحة: (١١٨-١١٩)
Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm. (O, Rahmân ve O, Rahîm olan Allâh (c.c.)’ın adıyla). Âlemlerin Rabbi olan Allâh’ın Rasûlü Muhammed’in hayır dışında bir şey için evlere gelen tüm ziyâretçilere sâkinlere ve sâlihlere fermânıdır. Yâ Rahmân!.. Bundan sonra: bize ve size geniş haklar tanınmıştır. Eğer sen çok samîmi bir âşık veyâ izinsiz giren bir tâcir yâda Hakkı arayan bir kişi yâhut bâtıla çalışan birisi isen, işte Allâh’ın bu kitâbı gerçekten bize ve size karşı Hakkı konuşmaktadır. “… Şüphe yok ki, Biz yapmakta olduklarınızı kaydediyorduk.” (Câsiye Sûresi, 45/29’dan.) “… Şüphesiz elçilerimiz (melekler) kurmakta olduğunuz tuzakları (=hîleleri) yazıyorlar.” (Yûnüs Sûresi, 10/21’den.) Artık bu fermânın sâhibini terk edin ve puta tapanlarla Allâh’dan başka bir ilâhın vâr olduğunu iddia edenlere gidin. “… O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun zâtından başka her şey yok olacaktır. Huküm yalnızca O’nundur ve siz kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas Sûresi, 28/88’den.) Mağlûb olacaklardır. “Hâ Mîm” Yardım görmeyeceklerdir, “Ayn Sîn Gâf” (Şûrâ Sûresi, 42/1-2.) Allâh’ın düşmanları dağıldı ve Allâh’ın hucceti (delîli) ulaştı. Güç ve kudret ancak yûce ve büyük olan Allâh iledir, “… Allâh, onlara karşı seni koruyacaktır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bakara Sûresi, 2/137’den.) Buyurdu.
* * *
Bu mektubun sahibi hakkı için bu mektubu kaldır. Senin evine bir daha gelmeyeceğiz.” (Senin sâhibin, bizden elbette çok yüksektir. Bu mektubu, bizim karşımızdan kaldırmaktan başka, bizim için kurtuluş yoktur. Artık senin ve komşularının evine gelemeyeceğiz. Bu mektubun bulunduğu yerlere gelemeyiz.)  Ebû Dücâne (r.a.) diyor ki: --- “Sabahleyin erkenden kalkıp Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)´in arkasında sabah namazı kıldım. Cinlerin feryâdını Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)´e haber verdim.” Rasûlüllâh (sallallâh-ü aleyh-i ve selem) buyurdu ki: --- “Ey Ebû Dücâne! O mektubu kaldır. Beni hak peygamber olarak gönderen Allâh´a yemin ederim ki eğer o mektubu kaldırmazsan onlar kıyâmete kadar azap içinde kıvranırlar.” (Delâilü’n-Nübüvve, Bâb-ü mâ yüzker-u min hırzi Ebû Dücâne, 7/118-120; Hasâis-i Kübrâ, c.2, 369.)
NOT: Bir kimse, bu mektubu, yanında taşısa veya evinde bulundursa, bu kimseye, eve ve etrâfına cin gelmez ve dadanmış olup zarar veren cin de gider. Ebû Dücâne (r.a.) hicretin 13. yılında yalancı peygamber Müseylemetü’l-Kezzâb ile yapılan Yemâme savaşında şehîd olmuştur.
Hırz:   Melce’. Sığınılacak yer. Cenâb-ı Hakk’ın muhâfaza etmesine dâir yazılı duâ. Fıkıhta: Bir malın âdet üzere muhâfazasına mahsûs yer. Muhâfaza etmek.

ŞİFA DUÂLARI


ŞİFA DUÂLARI


Herhangi bir hastalığa yakalanan kimse, bu hastalıktan kurtulmak için hiç vakit kaybetmeden o hastalığın mütehassısı olan doktora gitmelidir. Doktorun tavsiyelerini yerine getirirken duâdan da faydalanma yoluna gitmelidir. Hasta bu duâları kendisi okuyabileceği gibi, başkasının ona okuması da mümkündür.

Abdestli olarak önce “Fatiha” suresi okunur. Sonra Kur’ân-ı Kerîm’den şifa ayetleri okunur. Bu ayetler şunlardır :

بِسْمِ اللّٰه الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ. وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُؤْمِنِينَ وَيُذْهِبْ غَيْظَ قُلُوبِهِم.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

 “Ve yeşfi sudûra kavmin mü’minîne ve yuzhib ğayza kulûbihim.”

Rahman ve Rahim olan Allâh’ın adıyla.

 “Allâh mü’min kavmin göğüslerine şifa verir, kalblerinin kin ve düşmanlığını giderir.”[1]

أَللّٰهُمَّ  رَبَّ النَّاسِ اَذْهِبِ الْبَأْسَ اِشْفِاَنْتَ الشَّافى َ شِفَآءَ اَّ شِفَاؤُكَ. شِفَاءً َ يُغَادِرُ سَقَماً.

 “Allâhümme Rabbe’n-nâsi ezhibi’l-be’se işfi Ente’ş-şâfî lâ şifâe illâ şifâuke şifâen lâ yuğâdiru sekamen.”

 “Allâhım! Ey insanların Rabbi! Hastalığı yok eden! Geride hastalığı bırakmayacak şifâ ver. Şifâ veren ancâk Sensin, Senden başka şifâ verecek kimse yoktur.”[2]

YATMADAN ÖNCE OKUNACAK DUÂ


أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أَسْلَمْتُ نَفْسِى إِلَيْكَ، وَوَجَّهْتُوَجْهِى إِلَيْكَ، وَأَلْجَأْتُ ظَهْرِى إِلَيْكَ، وَفَوَّضْتُ أَمْرِى إِلَيْكَ، َمَلْجَأَ وَلاَ مَنْجَى مِنْكَ اِلاَّ إِلَيْكَ، آمَنْتُ بِكِتَابِكَ وَبِرُسُلِكَ

 “Allâhümme innî eslemtü nefsi ileyke ve veccehtü vechî ileyke ve elce’tü zahrî ileyke ve fevvadtü emrî ileyke. Lâ melce velâ mence minke illâ ileyke.Amentü bi Kitâbike ve bi rusulike.”[3]

 “Allâhım! Kendimi Sana teslim ettim. Yüzümü Sana çevirdim. Sırtımı Sana dayadım. İşimi Sana bıraktım. Senden başka sığınacak ve kurtuluş beklenecek yoktur. İndirmiş olduğun Kitaba ve göndermiş olduğun peygamberlere îmân ettim.”

EVE GİRERKEN VE ÇIKARKEN OKUNACAK DUÂLAR


Peygamberimiz (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bir kimsenin evine girerken şu duâyı okumasını ve ev halkına selam vermesini tavsiye etmiştir :[4]

أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أَسْاَلُكَ خَيْرَ الْمَولِجِوَخَيْرَالْمَخْرَجِ بِاسْمِ اللّٰهِ ولَجْنَا وَ بِاسْمِ اللّٰهِ خَرَجْنَا وَعَلَى اللّٰهِ رَبَّنَا تَوَكَّلْنَا

  “Allâhümme innî es’elüke hayra’l-mevlici ve hayra’l-mahraci bismillâhi velecnâ ve bismillâhi harancâ ve alâllâhi Rabbina ve tevekkelnâ.”

 “Allâhım! Senden bu eve hayırlı bir şekilde girmeyi ve hayırlı bir şekilde çıkmayı dilerim. Allâh’ın adıyla girdik, Allâh’ın adıyla çıktık. Ve Rabbimiz olan Allâh’a tevekkül ettik.”

TUVALETE GİRERKEN VE ÇIKARKEN OKUNACAK DUÂLAR


Peygamberimiz (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), tuvalete sol ayağı ile girer ve şöyle duâ ederdi :[5]

أَللّٰهُمَّ  اِنِّى اَعُوذُبِكَ مِنَ الرِّجْسِ وَالنَّجَسِ الْخبِيثِ الْمُخْبِثِ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

 “Allâhümme innî eûzu bike mine’r ricsi ve’n necesi’l habîsi’l muhbisi’ş şeytâni’r racîm”

“Allâh’ım, kirden, pislikten tepeden tırnağa pis olanlardan, pisliklerle hemhâl olanlardan (Allâh’ın rahmetinden kovulmuş şeytandan) Sana sığınırım.”

Peygamberimiz (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), tuvaletten sağ ayağıyla çıkar ve şöyle duâ ederdi :

غُفْرَانَكَ... اَلْحَمْدُ للَّه الَّذِى اَذَاقَنِى لَذَّتَهُ وَاَبْقَى فِىّ قُوَّتَهُ وَاَذْهَبَ عَنِّى اَذَاهُ

“Gufrâneke… Elhamdülillahillezî ezagani lezzetehû ve ebkâ fîyye kuvvetehû ve ezhebe annî ezâhû.”

“Allâh’ım, Senin mağfiretini dilerim. Nimetin lezzetini bana tattıran, onun kuvvetini bende bırakıp, eziyetini benden gideren Allâh’a hamdolsun.”

EZÂN DUÂSI


أَللّٰهُمَّ   رَبَّ هٰذِهِ الدَّعْوَةِ التَّآمَّةِ، وَالصَّلاٰةِ الْقَآئِمَةِ، اٰتِ مُحَمَّدًاۨ الْوَس۪يلَةَ وَ الْفَض۪يلَةَ (وَالدَّرَجَةَ الرَّف۪يعَةَ) وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًاۨالَّذ۪ي وَ عَدْتَهُ.

(إِنَّكَ لاَتُخْلِفُ الْم۪يعاَدَ، أَشْهَدُ أَنْ لآَ اِلٰهَ اِلاَّاللّٰهُ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ، رَض۪ينَا بِاللّٰهِ رَبًّا، وَبِالْاِسْلاَمِ د۪ينًا، وَبِمُحَمَّدٍ صَلَّى اللّٰهُ تَعَالٰى عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَسُولاً وَنَبِيًّا. عَلٰى رَسُولِنَا صَلَوَاتٌ.)

 

Okunuşu: “Allâhümme Rabbe hazihi’d-da’veti’ttâmme. Ve’s-salâti’l-kâimeti âti Muhammeden el-vesîlete ve’l-fazîlete (vedderacete’r-rafîate) veb’ashü makãmen mahmûden ellezî va’adtehü.[6]

 

(İnneke lâ tuhlifu’l mîâd. Eşhedü en lâ ilâhe illellâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûlühü. Razînâ billâhü Rabben ve bi’l-İslâmi dînen ve bi Muhammedin sallellâh-ü aleyhi veselleme Rasûlen ve nebiyyen. Âlâ Rasûlinâ salavât.)

 

Mânâsı: “Kıyâmete kadar devâm edecek olan namazın ve şu mükemmel da’vetin Rabbi olan Allâhım! Muhammed (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e vesîle ve fazîleti ver ve onu, vaad ettiğin Makâm-ı Mahmûd (cennetin en yüksek makâmı)’a ulaştır.”

 

(Muhakkak ki sen vaadinden dönmezsin. Ben şahâdet ederim ki Allâh’dan başka ilâh yoktur ve yine şahâdet ederim ki Hazreti Muhammed Mustafâ (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) O’nun kulu ve peygamberidir. Rabb olarak Allâh-ü Teâlâ’dan, Dîn olarak İslâm’dan Nebî ve Rasûl olarak Hz. Muhammed Mustafâ’dan râzı olduk. Salavât bizim peygamberimiz (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’ın üzerine olsun.)

 

Fazîleti:

 

Ezân sesi duyan biri, müezzinle berâber ezânın cümlelerini tekrâr eder. Müezzin “Hayyale’s-salâh, hayyale’l-felâh” (haydin namaza, haydin kurtuluşa) dediği zaman “Lâhavle velâ kuvvete illâ billâh” der. Ezân bittiğinde ise ezân duâsı okuyan kimse, Peygamberimize (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) karşı beslediği sevgiyi dile getirir. Onun için şefaat vâcib olur. Büyük sevâb kazanır.

BAŞARI DUÂSI


رَبِّ زِدْنِى عِلْمًا وَ اَلْحِقْنى بالصَّالِحينَ. رَبِّ اشْرَحْ لى صَدْرى وَيَسِّرْلى اَمْرى وَاحْلُلْ عَقْدَةً مِنْ لِسَانى يَفْقَهُوا قَوْلى يَا حَافِظُ. يَا رَقِيبُ. يَانَاصِرُ. يَا اللّٰهُ. رَبِّ يَسِّرْ وَلاَ تُعَسِّرْ رَبِّ تَمِّمْ بِالْخَيْر.

“Bismillahirrahmanirrahîm. Rabbi zidnî ilmen ve el-hiknî bi’s-sâlihîn. Rabbişrahlî sadrî ve yessir lî emrî vahlü’l-ukdeten min lisânî yefkahû kavlî. Yâ Hâfız, Yâ Rakîb, Yâ Nâsır, Yâ Allâh. Rabbi yessir ve lâ tuassir, Rabbi temmim bi’l-Hayr.”

 “Rahman ve Rahim olan Allâh’ın adıyla. Rabbim! İlmimi ve anlayışımı artır ve beni salih kullara dahil eyle. Rabbim! Göğsümü aç, işimi kolaylaştır ve dilimdeki bağı çöz ki sözümü anlasınlar. Ya Hafiz Ya Rakib, Ya Nâsir, Ya Allâh. Rabbim! Kolaylaştır, zorlaştırma; Rabbim! (işimi) hayırla tamâma erdir.” (Taha suresi 25,26,27,28. ayetler)

NAZAR DUÂSI


Nazar değmesine karşı Fatiha suresi ve Âyete’l-Kürsî’den sonra şu ayetler okunur:

بِسْمِ اللّٰه الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ وِ اِنْ يَكَادُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِاَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَ يَقُولُونَ إِنَّهُ لَمَجْنُونٌ وَمَا هُوَ اِلاَّ ذِكْرٌ لِلْعَالَمِينَ.

“Bismillahi’r-Rahmani’r-Rahîm. Ve in yekâdüllezîne keferû leyüzlikûneke biebsârihim lemmâ semiû’z-zikra. Veykùlùne innehû lemecnûn. Vemâ hüve illâ zikruh li’lâlemîn.”

“Rahman ve Rahim olan Allâh’ın adıyla. O kafirler, Kur’an’ı işittiklerinde hasedlerinden neredeyse seni gözleriyle devireceklerdi. Hâlâ da, ‘O bir mecnundur’ diyorlar. Halbuki Kur’ân bütün âlemler için bir öğüttür.”[7]

YEMEK DUÂSI


Yemeğe mutlaka “Bismillahirrahmânirrahîm” diyerek başlanmalı, bitirince de verdiği nimetlerden dolayı Allâh’a şükretmeli, hamdetmelidir.

 اَلْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَطْعَمَنَا وَ سَقَانَا وَ جَعَلَنَا مِنَ الْمُسْلِمِينَ اَلْحَمْدُ للّهِ الَّذِى مَنَّ عَلَيْنَا وَ هَدَانَا وَالَّذِى اَشْبَعَنَا وَاَرْوَانَا وَكُلَّ اِْحْسَانِ آتانَا.أَللّٰهُمَّ   بارِكْ لَنَا فِيه وَاَطْعِمْنَا خَيْراً مِنْهُ.

“Elhamdülillahillezi et’amena ve sekânâ ve cealenâ mine’-müslimin. Elhamdülillahillezi menne aleyna ve hedana vellezi eşbeanâ ve ervânâ ve külle’l-ihsâni âtânâ. Allâhümme barik lena fîhî ve et’imna hayran minhu.”[8]

 “Bizleri yediren, içiren ve müslüman olarak yaratan Allâh’a hamd olsun. Bize ikram eden, bize hidâyet eden, doyuran, (içirip) kandıran ve her türlü nimetini bize ihsân eden Allâh’a hamd olsun. Allâhım, bu yemekte bize bereket ihsân eyle, bundan daha hayırlısı ile bizi doyur.”

RIZIK DUÂSI


أَللّٰهُمَّ   يَا مُفَتِّحَ اَبْوَابِ اِفْتَحْ لَنَا خَيْرَالْبَابَ. أَللّٰهُمَّ  ارْزُقْنَا رِزْقاً حَلاَلاً وَ رِزْقاً وَاسِعَاً بِرَحْمَتِكَ يَا اَرْحَمَ الرْحَمَ الرَّاحِمِينَ.وَ اَنْتَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ.

“Allâhümme yâ müfettiha’l-ebvâb, iftah lenâ hayra’l-bâb. Allâhümmerzuknâ rızkan halâlen ve rızkan vâsian bi rahmetike yâ Erhamer-Râhimîn ve ente hayrur-Râzikîn.”

“Ey kapıları açan Allâhım! Bize hayır kapısını aç! Rahmetinle bize helal ve geniş rızık ver. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi olan Allâhım.”




[1] Tevbe Sûresi, 9/14-15
[2] Ebu davud, Tıb, Hadis No:3883
[3] Buhârî daavât, 7,9 Tevhîd, 34; Müslîm Zikir, 56, 2710; Tirmizi daavat 76, 3391; Ebu Dâvûd Edeb, 107 (5046, 5047, 5048)
[4] Ebu Dâvûd Edeb, 112, 5096
[5] Buhârî Vüdû, 9, Daavât, 15; Müslîm Hayz, 122, 375; Tirmizi Tahâret, 4, 5; Ebu Dâvûd Tahâret, 3 (4,5); Nesâî Tahâret, 18 (1,20)
[6] Buhârî Ezân, 8; Tirmizi Salât, 157,211; Ebu Dâvûd Salât, 28, 529; Nesâî Ezân, 38 (2,26); İbn-i Mâce Ezân, 4,722.
[7] Kalem sûresi 68/51,52.
[8] Tirmizi Daavât, 75, 3453; Ebu Dâvûd Et’ıme, 53, 3850; İbn-i Mâce Et’ıme, 16, 3283.

HAFIZAYI GÜÇLENDİRME DUÂLARI


HAFIZAYI GÜÇLENDİRME DUÂLARI


 

عن ابن عباس رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا قَالَ: جَآءَ عَلِيُّ بْنُ أَبِى طَالِبٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ إِلَى النَّبِىِّ (صَلَّى

اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) فَقَالَ: بِأَبِى أَنْتَ وَأُمِّى تَفَلَّتَ هٰذَا القُراٰنُ مِنْ صَدْرِى فَمَا أَجِدُنِى أَقْدِرُ عَلَيْهِ، فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) يَآ أَبَا الْحَسَنِ: أَفَلاَ أُعَلِّمُكَ كَلِمَاتٍ يَنْفَعُكَ اللّٰهُ بِهِنَّ، وَيَنْفَعُ بِهِنَّ مَنْ عَلَّمْتَهُ، وَيَثْبُتُ مَا تَعَلَّمْتَ فِى صَدْرِكَ؟ قَالَ أَجَلْ يَارَسُولَ اللّٰهِ فَعَلِّمْنِى؟ قَالَ: إِذَا كَانَ لَيْلَةُ الْجُمُعَةِ فَإِنِ اسْتَطَعْتَ أَنْ تَقُومَ فِى ثُلُثِ اللّٰيْلِ الْاَخِيرِ، فَإِنَّهَا سَاعَةٌ مَشْهُودَةٌ، وَالدُّعَآءُ فِيهَا مُسْتَجَابُ، وَقَالَ أَخِى يَعْقُوبُ لِبَنِيهِ سَوْفَ أَسْتَغفِرُ لَكُمْ رَبِّى، يَقُولُ حَتَّى تَأْتِىَ لَيْلَةُ الْجُمُعَةِ، فَإِنْ لَمْ تَسْتَطِعْ فَفِى وَسَطِهَا فَإِنْ لَمْ تَسْتَطِعْ فَفِىَ أَوَّلِهَا، فَصَلِّ أَرْبَعَ رَكَعَاتٍ تَقْرَأُ فِى الْاُ۫ولَى: بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ وَيٰسٓ، وَفِى الثَّانِيَةِ: بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ وَحٰمٓ الدُّخَانِ، وَفِى الثَّالِثَةِ: بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ وَالٓمٓ تَنْزِيلُ السَّجْدَةِ، وَفِى الرَّابِعَةِ: بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ، وَتَبَارَكَ الْمُفَصَّلَ، فَإِذَا فَرَغْتَ فَاحْمَدِ اللّٰهَ تَعَالَى، وَأَحْسِنِ الثَّنَآءَ عَلَيْهِ، وَصَلِّ عَلَىَّ وَأَحْسِنْ، وَصَلِّ عَلَى سَآئِرِ الْاَنْبِيَآءِ، وَاسْتَغْفِرْ لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ، وَلِاِخْوَانِكَ الَّذِينَ سَبَقُوكَ بِالْا۪يمَانِ، ثُمَّ قُلْ فِى اٰخِرِ ذٰلِكَ: أَللّٰهُمَّ  ارْحَمْنِى بِتَرْكِ الْمَعَاصِى أَبَدًا مَا أَبْقَيْتَنِى وَارْحَمْنِى أَنْ أَتَكَلفَ مَالاَيَعْنِى نِى وَارْزُقْنِى حُسْنَ النَّظَرِ فِيمَا يُرْضِيكَ عَنِّى. أَللّٰهُمَّ  بَدِيعَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يَاذَا الْجَلاَلِ وَالْاِكْرَامِ وَالْعِزَّةِ الَّتِى لاَتُرَامُ. أَسْأَلُكَ يَآ اللّٰهُ يَا رَحْمٰنُ بِجَلاَلِكَ، وَنُورِ وَجْهِكَ أَنْ تُلْزِم قَلْبِى حِفْظَ كِتَابِكَ كَمَا عَلّمْتَنِى وَارْزُقْنِى أَنْ أَتْلُوَهُ عَلَى النَّحْوِ الَّذِى يُرْضِيكَ عَنِّى. أَللّٰهُمَّ  بَدِيعَ السَّمٰوَاتِ

والْاَرْضِ ذَا الْجَلاَلِ وَالْاِكْرَامِ وَالْعِزَّةِ الَّتِى لاَتُرَامُ أَسْأَلُكَ يَآ اللّٰهُ يَا رَحْمٰنُ بِجَلاَلِكَ، وَنُورِ وَجْهِكَ أَنْ تُنَوِّرَ بِكتَابِكَ بَصَرِى، وَأَنْ تُطْلِقَ بِهِ لِسَانِى، وَأَنْ تُفَرِّجَ بِهِ عَنْ قَلْبِى، وَأَنْ تَشْرَحَ بِهِ صَدْرِى وَأَنْ تَغْسِلَ بِهِ بَدَنِى فَإِنَّهُ لاَيُعِينُنِى عَلَى الْحَقِّ غَيْرُكَ وَلاَ يُؤْتِينِيهِ إِلاَّ أَنْتَ، وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللّٰهِ الْعَلِىِّ الْعَظِيمِ، يَا أَبَا الْحَسَنِ: تَفْعَلُ ذٰلِكَ ثَلاَثَ جُمَعٍ، أَوْ خَمْسًا، أَوْ سَبْعًا تُجَابُ بِإِذْنِ اللّٰهِ تَعَالَى، وَالَّذِي بَعَثَنِى بِالْحَقِّ مَا أَخْطَأَ مُؤْمِنًا قَطُّ.

قَالَ ابن عباس: فَوَ اللّٰهِ مَا لَبِثَ عَلىٌّ إِلاَّ خَمْسًا، أَوْ سَبْعًا حَتَّى جَآءَ رَسوُ ل اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) فِى مِثْلِ ذٰلِكَ الْمَجْلِسِ، فَقَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ: إِنِّى كُنْتُ فِيمَا خَلاَلاَ اٰخُذُ إِلاَّ أَرْبَعَ اٰيَاتٍ أَوْ نَحْوَهنَّ، فَإِذَا قَرَأْتُهُنَّ عَلَى نُفْسِى تَفَلَّتْنَ، وَإِنِّى أَتَعَلَّمُ الْيَوْمَ أَرْبَعِينَ اٰيَةً أَوْ نَحْوَهَا، فَإِذَا قَرَأْتُهَا عَلَى نَفْسِى، فَكَأَنَّمَا كِتَابُ اللّٰهِ بَيْنَ عَيْنَىّ، وَلَقَدْ كُنْتُ أَسْمَعُ الْحَدِيثَ، فَإِذَا رَدَّدْتُهُ تَفَلَّتَ، وَأَنَا الْيَوْمَ أَسْمَعُ الْاَحَادِيث، فَإِذَا تَحَدَّثْتُ بِهَا لَمْ أَخْرَمْ مِنْهَا، فَقَالَ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) عِنْدَ ذٰلِكَ: مُؤْمِنٌ وَرَبِّ الْكَعْبَةِ أَبَا الْحَسَنِ. أخرجه الترمذى .

 

Hz. İbn-u Abbâs (r.anhümâ) anlatıyor: “Hz. Ali İbn-u Ebî Tâlib (r.a.) Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’a gelerek: “Annem ve bâbam sana kurban olsun, şu Kur’ân göğsümde durmayıp gidiyor. Kendimi onu ezberleyecek güçte göremiyorum” dedi. Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ona şu cevabı verdi:

 

--- “Ey Ebûl-Hüseyin! (Bu meselede) Allâh’ın sana faydalı kılacağı, öğrettiğin takdirde öğrenen kimsenin de istifade edeceği, öğrendiklerini de göğsünde sabit kılacak kelimeleri öğreteyim mi?”

 

Hz. Ali (r.a.): --- “Evet, ey Allâh’n Rasûlü, öğret bana!” dedi.

 

Bunun üzerine Hz. Peygamber şu tavsiyede bulundu:

 

“Cuma gecesi (perşembeyi cumaya bağlayan gece) olunca, gecenin son üçte birinde kalkabilirsen kalk. Çünkü o an (meleklerin de hazır bulunduğu) meşhûd bir andır. O anda yapılan duâ müstecâbtır. Kardeşim Ya’kub da evlatlarına şöyle söyledi: “Sizin için Rabbime istiğfâr edeceğim, hele cuma gecesi bir gelsin.” Eğer o vakitte kalkamazsan gecenin ortasında kalk. Bunda da muvaffak olamazsan gecenin evvelinde kalk. Dört rek’at namaz kıl. Birinci rek’atte, Fâtiha ile Yâsin sûresini oku, ikinci rek’atte Fâtiha ile Hâmim, ed-Duhân sûresini oku, üçüncü rek’atte Fâtiha ile Elif-lâm-mîm Tenzîlü’s-secde’yi oku, dördüncü rek’atte Fâtiha ile Tebâreke’l-Mufassal’ı oku. Teşehhüdden boşaldığın zaman Allâh’a hamdet, Allâh’a senayı da güzel yap, bana ve diğer peygamberlere salât oku, güzel yap. Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar ve senden önce gelip geçen mü’min kardeşlerin için istiğfat et. Sonra bütün bu okuduğun duâların sonunda şu duâyı oku:

 

“Allâh’ım, bana günâhları, beni hayatta baki kıldığın müddetçe ebediyen terk ettirerek merhamet eyle. Bana faydası olmayan şeylere teşebbüsüm sebebiyle bana acı. Seni benden râzı kılacak şeylere hüsn-i nazar etmemi bana nasîb et.

 

Ey semâvât ve arzın yaratıcısı olan celâl, ikram ve dil uzatılamayan izzetin sâhibi olan Allâh’ım.

 

Ey Allâh! Ey Rahman! Celâlin hakkı için, yüzün nuru hakkı için kitabını bana öğrettiğin gibi hıfzına da kalbimi icbâr et. Seni benden râzı kılacak şekilde okumamı nasîb et.

 

Ey semâvât ve arzın yaratıcısı, celâlin ve yüzün nuru hakkı için kitabınla gözlerimi nurlandırmanı, onunla dilimi açmanı, onunla kalbimi yarmanı, göğsümü ferahlatmanı, bedenimi yıkamanı istiyorum. Çünkü hakkı bulmakta bana ancâk sen yardım edersin, onu bana ancâk sen nasib edersin. Herşeye ulaşmada güç ve kuvvet ancâk büyük ve yüce olan Allâh’dandır.”

 

Ey Ebû’l-Hasan, bu söylediğimi üç veya yedi cuma yapacaksın. Allâh’ın izniyle duâna icâbet edilecektir. Beni hak üzere gönderen Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun bu duâyı yapan hiçbir mü’min icâbetten mahrum kalmadı.”

 

İbn-u Abbâs (r.anhümâ) der ki: “Allâh’a yemin olsun, Ali (r.a.) beş veya yedi cuma geçti ki Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’a aynı önceki mecliste tekrâr gelerek:

 

--- “Ey Allâh’ın Rasûlü! Dedi, geçmişte dört beş âyet ancâk öğrenebiliyordum. Kendi kendime okuyunca onlar da (aklımda durmayıp) gidiyorlardı. Bugün ise, artık 40 kadar âyet öğrenebiliyorum ve onları kendi kendime okuyunca Kitabullâh sanki gözümün önünde duruyor gibi oluyor. Eskiden hadisi dinliyordum da arkadan bir tekrâr etmek istediğimde aklımdan çıkıp gidiyordu. Bugün hadis dinleyip sonra onu bir başkasına istediğimde ondan tek bir harfi kaçırmadan anlatabiliyorum.

 

Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bu söz üzerine Hz.Ali (r.a.)’ye:

 

--- “Ey Ebû’l-Hasan! Kâbenin Rabbine yemin olsun sen mü’minsin!”[1] Dedi.”

 

وعن شداد بن أوس رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) يُعَلِّمُنَا أَنْ نَقُولَ فِى الصَّلاَةِ: أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أَسْأَلُكَ الثَّبَاتَ فِى الْاَمْرِ، والْعَزِيمَةَ عَلَى الرُّشْدِ، وَأَسْأَلُكَ شُكْرَ نِعْمَتِكَ، وَحُسْنَ عِبَادَتِكَ، وَأَسْأَلُكَ لِسَانًا صَادِقًا، وَقَلْبًا سَلِيمًا، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا تَعْلَمُ، وَأَسْأَلُكَ مِنْ خَيْرِ مَا تَعْلَمُ، وَأَسْتَغْفِرُكَ مِمَّا تَعْلَمُ. أخرجه النسائِى .

 

Şeddâd İbn-u Evs (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhissalâtu vesselem) namazda şu duâyı okumamızı öğretiyordu:

 

--- “Allâh’ım! Senden işte (dinde) sebat etmeyi, doğruluğa da azmetmeyi istiyorum. Keza nimetine şükretmeyi, sana güzel ibadette bulunmayı taleb ediyor, doğruyu konuşan bir dil, eğriliklerden uzak bir kalb diliyorum. Allâh’ım, senin bildiğin her çeşit şerden sana sığınıyorum, bilmekte olduğun bütün hayırları senden istiyorum, bildiğin günâhlarımdan sana istiğfâr ediyorum!”[2]



[1] Kütüb-i Sitte 7/73-76 (Tirmizî, Daavât 125, (3565) (Hadis sened yönüyle hasen olsa da, âlimler metin yönüyle şâz, garîp ve hattâ münker olduğunu söylemişlerdir.)
[2] Kütüb-i Sitte 7/76 Tirmizî, Daavât 22, (3404); Nesâî, Sehv 61.

SAKAL DUÂSI---NAMAZ DUÂLARI --- MÜBAREK GÜN VE GECELERDE GÜNLÜK HAYATIN HER ANINDA OKUNACAK DUALAR---

SAKAL DUÂSI---NAMAZ DUÂLARI --- MÜBAREK GÜN VE GECELERDE GÜNLÜK HAYATIN HER ANINDA OKUNACAK DUALAR---

Ey kainatın yegane sâhibi hakikisi olan Ulu Allâh! Ya Hannanü Ya Mennan! Cümlemize Meded-ü İnayet ve Lutf-u Hidâyet eyleyüp, Tevfikat-ı Subhaniyesi’ne mazhar eyleye.

Sakal bırakan şu muhterem kardeşimizin (veya kardeşlerimizin) sakallarını mübârek eyleye. Daha nice sünnetleri icra ve ihya etmek bu kardeşimize ve cümlemize nasib-ü müyesser eyleye.

Cenab-ı Hak bu kardeşimizin dünyevi ve uhrevi cümle müşkilat- larını hall-ü asan eyleye.

Sakalın şerefini ve değerini koruyup sakala dil uzattıracak kötü amellere düşmekten muhafaza eyleye.          

Kabe’ye  varıp O yüce makâmlar da yüzünü gözünü Zemzem’le yıkayıp Sakalını Peygamberimiz’in Ravzası’nın eşiğine sürüpte nurlanmayı nasib-ü müyesser eyleye.

Rabbimiz, her türlü murad ve dileklerini lütfiyle ihsân eyleye.      

Vücuduna sıhhat, ömrüne bereket, rızkına genişlik, iki cihanda saadet ve selametler ihsân eyleye. Karada,denizde ve havada bulunan bütün Ümmeti Muhammed’e yardım eyleyüp cümlesini dareyn saadetine nail eyleye.
 

NAMAZ DUÂLARI


İSTİFTAH[2]

 

Yapmamız gereken duâların bir kısmı namazla ilgilidir. Daha namaza başlarken okumamız gereken duâlar olduğu gibi, namazın içinde, muhtelif safhalarda, keza namazdan selâmla çıktıktan sonrada okunacak duâlar mevcuttur.

 

عن أبى هريرة رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا كَبَّرَ لِلصَّلاَةِ سَكَتَ هُنَيَّةً قَبْلَ أَنْ يَقْرأَ، فَقُلْتُ يَا رَسوُلَ اللّٰهِ : بِأَبِى أَنْتَ وَأُمِّى سُكُوتَكَ بَيْنَ التَّكْبِيرِ وَالْقِرَآءَةِ مَا تَقُولُ؟ قَالَ: أَقُولُ: أَللّٰهُمَّ  نَقِّنِى مِنْ خَطَايَاىَ كَمَا يُنَقَّى الثَّوْبُ الْاَبْيَضُ مِنَ الدَّنَسِ. أَللّٰهُمَّ  اغْسِلْنِى مِنْ خَطَايَاىَ بِالْمَآءِ وَالثَّلْجِ وَالْبَرَدِ. أخرجه الخمسة إ الترمذى، وهذا لفظ الشيخين.زاد أبو داود والنسائى فِى أوَّله:

أَللّٰهُمَّ   بَاعِدْ بَيْنِى وَبَيْنَ خَطَايَاىَ كَمَا بَعَدْتَ بَيْنَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ .

 

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) namaz için tahrîme tekbirini alınca kıraate geçmezden önce bir müddet sükût buyurmuştur. Ben:

 

--- “Ey Allâh’ın Rasûlü, dedim, anam babam sana feda olsun, tekbir ile kıraat arasındaki sükût esnasında ne okuyorsunuz?” Bana şu cevabı verdi:

 

--- “Ey Allâh’ım, beni hatalarımdan öyle temizle ki, kirden paklanan beyaz elbise gibi olayım. Allâh’ım beni, hatalarımdan su, kar ve dolu ile yıka” diyorum.”[3]

 

وعن جابر رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا اسْتَفْتَحَ الصَّلاَةَ كَبَّرَ، ثُمَّ قَالَ: إِنَّ صَلاَتِى وَنُسُكِى وَمَحْيَاىَ وَمَمَاتِى لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ لاَشَرِيكَ لَهُ، وبِذٰلِكَ أُمِرْتُ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُسْلِمِينَ. أ أَللّٰهُمَّ  اهْدِنِى لْاَحْسَنِ الْاَعْمَالِ وَأَحْسَنِ الْاَخْلاَقِ، لاَيَهْدِى لْاَحْسَنِهَا إِلاَّ أَنْتَ، وَقِنِى سَىِّئَ الْاَعْمَالِ، وَسَيِّئَ الأخْلاَقِ لاَيَقِى سَيِّئَهَا إِلاَّ أَنْتَ. أخرجه النسائى .

 

Hz. Câbir (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) namaza başlarken tekbir getirir, sonra (bazan) şunu okurdu:

 

(Okunuşu): “İnne salâtî ve nüsükî ve mahyâye ve memâtî lillâhi Rabbi’l-âlemîn. Lâ şerîke lehu ve bizâlike ümirtü ve ene evvelü’lmüslimîn. Allâhümmehdinî li-ahseni’l a’mâli ve ahseni’l-ahlâki. Lâ yehdî li-ahsenihâ illâ ente. Ve kınî seyyie’l-a’mâl ve seyyie’l-ahlâk. Lâ yakî seyyiehâ illâ ente.”

 

(Anlamı): “Namazım, ibâdetim hayatım ve ölümüm âlemlerin şeriksiz Rabbi Allâh içindir. Ben bununla emrolundum. Ben bu emre teslim olanların ilkiyim. Ey Allâh’ım, beni amellerin ve ahlâkın en iyisine sevket. Bunların en iyisine senden başka sevkeden yoktur. Beni kötü amellerden ve kötü ahlâktan koru, bunların kötülerinden ancâk sen korursun.” [4]

 

وعن محمد بن مسلمة رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ أَنَّ النَّبىَّ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) كَانَ إِذَا قَامَ يُصَلِّى تَطَوُّعًا قَالَ: اللّٰهُ أَكْبَرُ وَجَّهْتُ وَجْهِىَ لِلَّذِى فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَنِيفًا

مُسْلِمًا ومَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ، وَذَكَرَ مِثْلَ حَدِيثِ جَابِرٍ، ثُمَّ قَالَ: أَللّٰهُمَّ  أَنْتَ الْمَلِكُ لاَإِلٰهَ إِلاَّ أَنْتَ، سُبْحَانَكَ وَبِحَمْدِكَ، ثُمَّ يَقْرأُ. أخرجه النسائى .

 

Muhammed İbn-u Mesleme (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) nâfile namaz kılmak için kalktığı vakit (bazan) şunu okurdu:

 

(Okunuşu): “Allâhu ekber veccehtü vechiye li’l-lezî fatara’s-semâvâti ve’l-arza hanîfen müslimen ve mâ ene mine’l-müşrikîn...”

(Anlamı): “Allâh büyüktür. Yüzümü Hanîf ve Müslüman olarak semâvat ve arzı yaratan Allâh’a yönelttim. Ben müşriklerden değilim)...”[5]

 

Devâmını Hz. Câbir (r.a.)’in rivâyetinde olduğu şekilde zikretti. Sonra şunu okudu:

 

(Okunuşu): “Allâhümme ente’l-Meliku. Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke ve bihamdike.”

 

(Anlamı): “Allâh’ım (kâinatın gerçek) Meliki sensin. Senden başka ilah yoktur. Seni hamdinle takdîs ederim.)” Sonra kıraata geçti.”[6]

 

وعن عَآئِشَة رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهَا قَالَتْ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا افْتَتَحَ الصَّلاَةَ قَالَ: سُبْحَانَكَ أَللّٰهُمَّ  وَبِحَمْدِكَ، وَتَبَارَكَ اسْمُكَ، وَتَعالَى جَدُّكَ، وَلاَ إِلَهَ غَيْرُكَ.

 أخرجه أبو داود والترمذى.والمراد بِالْجَدِّفِى حق اللّٰه تعالى عظمته وجله: أى صار جدك عاليًا .

 

Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) namaza (iftitah tekbiri ile) başlayınca şunu okurdu:

 

(Okunuşu): “Subhâneke Allâhümme ve bihamdike ve tebâreke’smüke ve teâlâ ceddüke ve lâ ilâhe gayruke.”

 

(Anlamı): “Allâh’ım seni her çeşit noksan sıfatlardan takdîs ederim, hamdim sanadır. Senin ismin mübârek, azametin yücedir, senden başka ilah da yoktur.”[7]

RÜKÛ VE SECDELERDE OKUNACAK DUÂLAR


 

وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كانَ رَسُولُ اللّٰه (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) يَقُولُ فِى سُجُودِهِ:

أَللّٰهُمَّ  اغْفِرْ لِى ذَنْبِى كُلَّهُ، دِقَّهُ وَجِلَّهُ، أَوَّلَهُ وَاٰخِرَهُ، سِرَّهُ وَعَلاَنِيَتَهُ. أخرجه مسلم وأبو داود.

 

Ebû Hüreyre (r.a.) hazretleri anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), secdelerinde şunları söylerdi:

 

(Okunuşu): “Allâhümmağfirlî zenbî küllehu, dıkkahu ve cüllehu, evvelehu ve âhirehu, sırrahu ve alâniyyetehu.”

 

(Anlamı): “Allâh’ım! Büyük-küçük birinci-sonuncu, gizli-açık, bütün günâhlarımı mağfiret buyur.”[8]

 

وعن عَآئِشَة رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهَا قَالَتْ: كانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) يُكْثِرُ أَنْ يَقُولَ فِى رُكُوعِهِ وَسُجُودِهِ: سُبْحَانَكَ أَللّٰهُمَّ  رَبَّنَا وبِحَمْدِكَ. أَللّٰهُمَّ  اغْفِرْ لِى: يَتَأَوَّلُ الْقُراٰنَ.

أخرجه الخمسة إ الترمذى.وفِى أخرى لمسلم وأبى داود والنسائى:

كانَ يَقُولُ فِى رُكُوعِهِ وَسُجُودِهِ: سُبُّوحٌ قُدُّوسٌ رَبُّ الْمَلآئِكةِ وَالرُّوحِ.

وفِى أخرى لمالك والترمذى وأبى داود:

فَقَدْتُهُ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) مِنَ الْفِرَاشِ فَالْتَمَسْتُهُ فَوَقَعَتْ يَدِى عَلَى بَطْنِ قَدَمَيْهِ، وَهُوَ سَاجِدٌ يَقُولُ: أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أَعُوذُ بِرِضَاكَ مِنْ سَخَطِكَ، وَأَعُوذُ بِمُعَافَاتِكَ مِنْ عُقُوبَتِكَ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْكَ، لاَأُحْصِى ثَنَآءً عَلَيْكَ أَنْتَ كَمَا أَثْنَيْتَ عَلَى نَفْسِكَ

 

Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: “Resullulah (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) rükûsunda ve secdelerinde şu duâyı çokca okurdu:

 

(Okunuşu): “Sübhânekallâhümme Rabbenâ ve bihamdike, Allâhümmağfirlî.”

 

(Anlamı): “Allâh’ım, seni takdis ve tenzih ederim. Rabbimiz! Takdisimiz hamdinledir. Ey Allâh’ım, beni mağfiret et.”

 

Bu duâyı okumakla Kur’ân’a yani Kur’ân’ın: ٨ فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُۜ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا ﴿٣﴾٧   “Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlama dile.”[9] Âyetine uyuyordu.”[10]

 

Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî’de gelen bir rivâyette şöyle denir: “Resûllullah (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) rükû ve secdesinde şöyle derdi:

 

(Okunuşu): “Subbûhun kuddûsün Rabbü’lmelâiketi ve’r-Rûh-i.”

 

(Anlamı): “Münezzehsin, mükaddessin, meleklerin ve Ruh’un Rabbisin.”

 

Muvatta, Tirmizî ve Ebû Dâvud’un bir rivâyetinde şöyle denir: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’ı yatakta kaybettim ve araştırdım, derken elim ayağının altına rastladı. Secdede idi ve:

 

(Okunuşu): “Allâhümme innî eûzu birızâke min sahtike ve eûzu bimuâfâtike min ukûbetike ve eûzu bike minke Lâ uhsî senâen aleyke. Ente kemâ esneyte alâ nefsik-e.”

 

(Anlamı): “Allâh’ım! Senin rızanı şefaatçi kılarak öfkenden sana sığınıyorum. Affını şefaatçi yaparak cezândan sana sığınıyorum. Senden de sana sığınıyorum. Sana layık olduğun senâyı yapamam. Sen kendini sena ettiğin gibisin.” diyordu.”[11]

 

وعن جابر رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا رَكَعَ قَالَ: أَللّٰهُمَّ  لَكَ رَكَعْتُ، وَبِكَ اٰمَنْتُ ، وَلَكَ أَسْلَمْتُ، وَعَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ، أَنْتَ رَبِّى خَشَعَ سَمْعِى، وَبَصَرِى، وَلَحْمِى، وَدَمِى، وَعِظَامِى لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ. أخرجه النسائى.الخُشُوعُالخضوع والذل .

 

Hz. Câbir (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), rükû yaptığı zaman:

(Okunuşu): “Allâhümme leke reka’tu ve bike âmentü ve leke eslemtü ve aleyke tevekkeltü ente Rabbiye, haşaa sem’î ve basarî ve lahmî ve demî ve izâmî lillahi Rabbi’l-âlemin.”

 

(Anlamı): “Ey Allâh’ım sana rükû yapıyorum, sana inandım, sana teslim oldum, sana tevekkül ettim. Sen Rabbimsin, kulağım, gözüm, etim, kanım ve kemiklerim Âlemlerin Rabbi olan Allâh önünde haşyette, tezellüldedir.”[12] N

 

وعن ابن أبى أوفى رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا رَفعَ ظَهْرَهُ مِنَ الرُّكُوعِ قَالَ: سَمِعَ اللّٰهُ لِمَنْ حَمِدَهُ، أ أَللّٰهُمَّ  رَبَّنَا لَكَ الْحَمْدُ مِلْءَ السَّمٰوَاتِ، وَمِلْءَ الْاَرْضِ، وَمِلْءَ مَا شِئْتَ مِنْ شَئٍ بَعْدُ. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذى .

 

İbn-u Ebî Evfâ (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) sırtını rükûdan kaldırdığı zaman: “Semiallâhu limen hamideh, Allâhümme Rabbenâ leke’lhamdü mil’essemâvâti ve mil’el-arzi ve mil’e mâ şi’te min şey’in ba’du. (Allâh, kendisine hamd edeni işitir. Ey Allâh’ım, ey Rabbimiz, semâlar dolusu, arz dolusu ve bunlardan başka istediğin

 

her şey dolusu hamdler sana olsun” Müslim, Salat 204, (476); Ebû Dâvud, Salât 144, (846).

 

وعن ابن عباس رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُمَا قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) يَقُولُ بَيْنَ السَّجْدَتَيْنِ: أَللّٰهُمَّ  اغْفِرْ لِى وَارْحَمْنِى وَاجْبُرْنِى وَاهْدِنِى وَارْزُقْنِى.

أخرجه أبو داود والترمذى، واللفظ له .

İbn-u Abbâs (r.anhümâ) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) iki secde arasında:

 

(Okunuşu): “Allâhümme’ğfir lî ve’r-hamnî, ve’cbürnî, ve’h-dinî ve’r-zuknî.”

 

(Anlamı): “Allâh’ım bana mağfiret et, merhamet et, beni zengin kıl, bana hidâyet ver, bana rızık ver) derdi.”[13]

 

·        Okunan duâda geçen kelimeler ma’lum ise de şârihler şu açıklamayı sunarlar: “İstenen mağfiret insanlara karşı işlenen günâhların affı ve ibâdetlerde yapılan kusurların bağışlanması içindir. İstenen rahmet, amelin karşılığı olan rahmet değil, Allâh’ın lütfuna, keremine lâyık olan rahmettir veya “ibadetimi kabûl etmek suretiyle rahmet kıl” demektir. Zenginlik talebinden maksad gönül zenginliği, dünya ve madde karşısında istiğna ve tokgözlülük talebidir. Rızk talebinden maksad temiz ve helâl rızık, ihtiyaçları karşılayacak rızıktır veya mânevî derecelerde veya uhrevî yüksek derecelerin kazanılmasında yardımdır.

 

·        Hadis, ayrıca, oturma sırasında iki secde arasında bu kelimelerle duâ etmenin meşrû olduğuna delâlet eder.

 

وعن علىّ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كانَ النَّبىُّ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا سَجَدَ قَالَ:

أَللّٰهُمَّ  لَكَ سَجَدْتُ، وَبِكَ اٰمَنْتُ ، وَلَكَ أَسْلَمْتُ، سَجَدَ وَجْهِىَ لِلَّذِى خَلَقَهُ وَصَوَّرَهُ، وَشَقَّ سَمْعَهُ، وَبَصَرَهُ تَبَارَكَ اللّٰهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ، ثُمَّ يَكُونُ اٰخِرُ مَا يَقُولُ بَيْنَ التَّشَهُّدِ وَالتَّسْلِيمِ: أَللّٰهُمَّ  اغْفِرْ لِى مَا قَدَّمْتُ، وَمَا أَخَّرْتُ، وَمَا أَسْرَرْتُ، وَمَا أَعْلَنْتُ، وَمَا أَسْرَفْتُ، وَمَا أَنْتَ أَعْلَمُ بِهِ مِنِّى، أَنْتَ الْمُقَدِّمُ، وَأَنْتَ الْمُؤَخِّرُ لاَإِلٰهَ إِلاَّ أَنْتَ. أخرجه الخمسة إ البخارى .

 

Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) secde ettiği vakit şöyle duâ okurdu:

 

(Anlamı): “Allâh’ım sana secde ettim, sana inandım, sana teslim oldum. Yüzüm de, kendisini yaratıp şekillendiren, ona kulak, göz takan yaratanına secde etmiştir. Yaratanların en güzeli olan Allâh ne yücedir”

 

Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’ın teşehhüdle selam arasında okuduğu en son duâsı:

 

(Okunuşu): “Allâhü’m-mağfir lî mâ kaddemtü ve mâ ahhartü ve mâ esrertü ve mâ a’lentü ve mâ esreftü ve mâ ente a’lemu bihî minnî ente’l-mukaddim ve ente’l-muahhir. Lâ ilâhe illâ ente.

 

(Anlamı): “Allâh’ım, geçmiş ömrümde yaptıklarımı, gelecekte yapacaklarımı, gizli işlediklerimi, alenî yaptıklarımı, israflarımı, benim bilmediğim fakat senin bildiğin kusurlarımı affet. İlerleten sen, gerileten de sensin, senden başka ilah yoktur.”[14]

 

وعن ابن عمرو بن العاص رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُمَا قَالَ: قَالَ أَبُو بَكْرٍ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ لِرَسُولِ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم): عَلِّمْنِى دُعَآءً أَدْعُو بِهِ فِى صَلاَتِى، قَالَ: قُلِ أَللّٰهُمَّ  إِنِّى ظَلَمْتُ نَفْسِى ظُلْمًا كَثِيرًا، وَلاَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ أَنْتَ فَاغْفِرْ لِى مَغْفِرَةً مَنْ عِنْدَكَ وَارْحَمْنِى إِنَّكَ أَنْتَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ. أخرجه الخمسة إ أبا داود .

 

Abdullah İbn-u Amr İbni’l-As (r.anhümâ) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’a, Hz. Ebû Bekir (r.a.) gelerek:

 

--- “Bana namazda okuyacağım bir duâ öğret” dedi. Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ona şu duâyı okumasını söyledi:

 

(Okunuşu): “Allâhümme innî zalemtü nefsî zulmen kesîran ve lâ yağfiru’z-zünûbe illâ ente fa’ğfir lî mağfireten min indike verhamnî inneke ente’l-ğafûru’r-rahîm.”

 

(Anlamı): “Allâh’ım ben nefsime çok zulmettim. Günâhları ancâk sen affedersin. Öyle ise beni, şanına layık bir mağfiretle bağışla, bana merhamet et. Sen affedici ve merhamet edicisin.”[15]

TEŞEHHÜDDEN SONRA OKUNACAK DUÂ


 

عن ابن عباس رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُمَا قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللّٰه (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) يَقُولُ بَعْدَ التَّشَهُّدِ: أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ جَهَنّمَ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ الدَّجَّالِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ الْمَحْيَا وَالْمَمَاتِ. أخرجه أبو داود .

 

İbn-u Abbâs (r.anhümâ) hazretleri anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) teşehhüdden sonra şunu okurdu:

 

(Okunuşu): “Allâhümme innî eûzu bike min azâbi cehennem ve eûzu bike min azâbi’l-kabri ve eûzu bike min fitneti’d-deccâl ve eûzu bike min fitneti’l-mahyâ ve’l-memât.”

 

(Anlamı): “Allâh’ım, ben cehennem azâbından sana sığınırım. Kabir azâbından da sana sığınırım. Deccal fitnesinden de sana sığınırım, hayat ve ölüm fitnesinden de sana sığınırım.”[16]

SELÂMDAN SONRA OKUNACAK DUÂ


 

عن ابن عباس رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُمَا قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) لَيْلَةً حِينَ فَرَغَ مِنْ صَلاَتِهِ يَقُولُ:

 

أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أَسْأَلُكَ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِكَ تَهْدِى بِهَا قَلْبِى، وَتَجْمَعُ بِهَا أَمْرِى، وَتَلُمُّ بِهَا شَعَثِى، وَتَرُدُّ بِهَا غَائِبِى، وَتَرْفَعُ بِهَا شَاهِدِى، وَتُزَكِّى بِهَا عَمَلِى وَتُلْهِمُنِى بِهَا رُشْدِى، وَتَرُدُّ بِهَا أُلفَتِى، وَتَعْصِمُنِى بِهَا مِنْ كُلِّ سُوۤءٍ،

 

أَللّٰهُمَّ  أَعْطِنِى إِيمَانًا وَيَقِينًا لَيْسَ بَعْدَهُ كُفْرٌ، وَرَحْمَةً أَنَالُ بِهَا شَرَفَ كَرَامَتِكَ فِى الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ،

أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أَسأَلُكَ الْفَوْزَ فِى الْقَضَآءِ، وَنُزُلَ الشُّهَدَآءِ، وَعَيْشَ السُّعَدَآءِ، وَالنَّصْرَ عَلَى الْاَعْدَآءِ،

 

أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أُنْزِلُ بِكَ حَاجَتِى، وَإِنْ قَصُرَ رَأْيِـى، وَضَعُفَ عَمَلِى، وَافْتَقَرْتُ إِلَى رَحْمَتِكَ، فَأَسْأَلُكَ يَا قَاضِىَ الْاُمُورِ، وَيَا شَافِىَ الصُّدُورِ كَمَا تُجِيرُ بَيْنَ الْبُحُورِ أَنْ تُجِيرَنِى مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ، وَمِنْ دَعْوَةِ الثُّبُورِ وَمِنْ فِتْنَةِ الْقُبُورِ.

 

أَللّٰهُمَّ  مَا قَصُرَ عَنْهُ رَأْيِـى وَلَمْ تَبْلُغْهُ مَسْأَلَتِى، وَلَمْ تَبْلُغْهُ نِيَّتِى مِنْ خَيْرٍ وَعَدْتَهُ أَحَدًا مِنْ خَلْقِكَ، أَوْ خَيْرٍ أَنْتَ مُعْطِيهِ أَحَدًا مِنْ عِبَادِكَ، فَإِنِّى رَاغِبٌ إِلَيْكَ فِيهِ وَأَسْأَلُكَهُ بِرَحْمَتِكَ يَا رَبَّ الْعَالَمِينَ.

 

أَللّٰهُمَّ  يَاذَا الْحَبْلِ الشَّدِيدِ، وَالْاَمْرِ الرَّشِيدِ، أَسْأَلُكَ الْاَمْنَ يَوْمَ الْوَعِيدِ، وَالْجَنَّةَ يَومَ الْخُلُودِ مَعَ الْمُقَرَّبِينَ الشُّهُودِ، أَلرُّكَّعِ السُّجُودِ، الْمُوفِينَ بِالْعُهُودِ، إِنَّكَ رَحِيمٌ وَدُودٌ، وَإِنَّكَ تَفْعَلُ مَا تُرِيدُ.

 

أَللّٰهُمَّ  اجْعَلْنَا هَادِينَ مُهْتَدِينَ غَيْرَ ضَاۤلِّينَ وَلاَ مُضِلّينَ، سِلْمًا لِأَوْلِيَاۤئِكَ، حَرْبًا لِاَعْدَاۤئِكَ، نُحِبُّ بِحُبِّكَ مَنْ أَحَبَّكَ، وَنُعَادِى بِعَدَاوَتِكَ مَنْ خَالَفَكَ. أَللّٰهُمَّ  هٰذَا الدُّعَآءُ وَعَلَيْكَ الْاِجَابَةُ، وَهٰذَا الْجُهْدُ وَعَلَيْكَ التُّكْلاَنُ.

 

أَللّٰهُمَّ  اجْعَلْ لِى نُورًا فِى قَلْبِى، وَنُورًا فِى قَبْرِى، وَنُورًا مِنْ بَيْنِ يَدَىَّ، وَنُورًا مِنْ خَلْفِى، وَنُورًا عَنْ يَمِينِى، وَنُورًا عَنْ شِمَالِى، وَنُورًا مِنْ فَوْقِى، وَنُورًا مِنْ تَحْتِى، وَنُورًا فِى سَمْعِى، وَنُورًا فِى بَصَرِى، وَنُورًا فِى شَعَرِى، وَنُورًا فِى بَشَرِى، وَنُورًا فِى لَحْمِى، وَنُورًا فِى دَمِى، وَنُورًا فِى مُخِّى، وَنُورًا فِى عِظَامِى.

أَللّٰهُمَّ  أَعْظِمْ لِى نُورًا، وَأَعْطِنِى نُورًا، وَاجْعَلْ لِى نُورًا،

 

سُبْحَانَ الَّذِى تَعَطَّفَ الْعِزَّ وَقَالَ بِه،

 

سُبْحَانَ الَّذِى لَبِسَ الْمَجْدَ وَتَكَرَّمَ بِهِ،

 

سُبْحَانَ الَّذِى َ يَنْبَغِى التَّسْبِيحُ إِلاَّ لَهُ.

 

سُبْحَانَ ذِى الْفَضْلِ وَالنِّعَمِ.

 

سُبْحَانَ ذِى الْمَجْدِ وَالْكَرَمِ.

سُبْحَانَ ذِى الْجَلاَلِ وَالْاِكْرَامِ.

أخرجه الترمذى.”تَلُمَّ بِهَا شَعَثِى” أى تَجمع بها متفرق أمرى، “وَتُزَكِّى” تطهر، “تُجِيرُ بَيْنَ الْبُحُورِ” أى تمنع أحدها من اختط بالآخر. “الْحَبْلُ” السبب، أو القرآن، أو الدين “السِّلْمُ” المسالم المصالح،”وَالحَرْبُ” ضده تسميته بالمصدر. “الجُهْدُ” بفتح الجيم المشقة وبضمها الطاقة والقدرة، والمراد “بالنُّورِ” المسئول فِى جميع ما تقدم: ضياء الْحَق وبيانه. “تَعَطَّفَ الْعِزّ” أى تردى به على سبيل التمثيل، ومعناه اختصاص بالعزّ، واتصاف به، ومعنى “وقَالَ بِهِ” أى حكم ف يردّ حكمه .

 

İbn-u Abbas (r.anhümâ) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’ın geceleyin namazdan çıkınca şu duâyı okuduğunu işittim:

 

(Anlamı): “Allâh’ım! Senden, katından vereceğin öyle bir rahmet istiyorum ki, onunla kalbime hidâyet, işlerime nizam, dağınıklığıma tertip, içime kâmil îmân, dışıma amel-i sâlih, amellerime temizlik ve ihlâs verir, rızana uygun istikâmeti ilham eder, ülfet edeceğim dostumu lutfeder, beni her çeşit kötülüklerden korursun.

 

Allâh’ım, bana öyle bir îmân, öyle bir yakîn ver ki, artık bir daha küfür (ihtimali) kalmasın. Öyle bir rahmet ver ki, onunla, dünya ve ahirette senin nazarında kıymetli olan bir mertebeye ulaşayım.

 

Allâh’ım! Hakkımızda vereceğin hükümde lütfunla kurtuluş istiyorum, (kurbuna mazhar olan) şühedâya has makâmları niyaz ediyorum, bahtiyar kulların yaşayışını diliyorum, düşmanlara karşı yardım taleb ediyorum!

 

Allâh’ım! Anlayışım kıt, amelim az da olsa (dünyevî ve uhrevî) ihtiyaçlarımı senin kapına indiriyor (karşılanmasını senden taleb ediyorum). Rahmetine muhtacım, halimi arzediyorum. (İhtiyacım ve fakrım sebebiyledir ki) ey işlere hükmedip yerine getiren, kalplerin ihtiyacını görüp şifâyâb kılan Rabbim! Denizlerin aralarını ayırdığın gibi benimle cehennem azâbının arasını da ayırmanı, helâke dâvetten, kabir azâbından korumanı diliyorum.

Allâh’ım! Kullarından herhangi birine verdiğin bir hayır veya mahlûkatından birine vaadettiğin bir lütuf var da buna idrakim yetişmemiş, niyetim ulaşamamış ve bu sebeple de istediklerimin dışında kalmış ise ey âlemlerin Rabbi, onun husûlü için de sana yakarıyor, bana onu da vermeni rahmetin hakkında senden istiyorum.

 

Ey Allâh’ım! Ey (Kur’ân gibi, din gibi) kuvvetli ipin, (şeriat gibi) doğru yolun sâhibi! Kâfirler için cehennem vaadettiğin kıyâmet gününde, senden cehenneme karşı emniyet, arkadan başlayacak ebediyet gününde de huzur-ı kibriyana ulaşmış mukarrebîn meleklerle, (dünyada iken çok) rükû ve secde yapanlar ve ahidlerini îfa edenlerle birlikte cennet istiyorum. Sen sınırsız rahmet sâhibisin, sen (seni dost edinenlere) hadsiz sevgi sâhibisin, sen dilediğini yaparsın. (Dilek sahipleri ne kadar çok, ne kadar büyük şeyler isteseler hepsini yerine getirirsin.)

 

Allâh’ım! Bizi, sapıtmayıp, saptırmayan hidâyete ermiş hidâyet rehberleri kıl. Dostlarına sulh (vesilesi), düşmanlarına da düşman kıl. Seni seveni (sana olan) sevgimiz sebebiyle seviyoruz. Sana muhâlefet edene, senin ona olan adâvetin sebebiyle adâvet (düşmanlık) ediyoruz.

 

Allâh’ım! Bu bizim duâmızdır. Bunu fazlınla kabûl etmek sana kalmıştır. Bu, bizim gayretimizdir, dayanağımız sensin.

 

Allâh’ım! Kalbime bir nur, kabrime bir nur ver. Önüme bir nur, arkama bir nur ver. Sağıma bir nur, soluma bir nur ver. Üstüme bir nur, altıma bir nur ver. Kulağıma bir nur, gözüme bir nur ver. Saçıma bir nur, derime bir nur ver. Etime bir nur, kanıma bir nur ver. Kemiklerime bir nur koy!

 

Allâh’ım nurumu büyüt, (söylediklerimin hepsine bedel olacak) bir nur ver, (söylenmiyenleri de kuşatacak) bir nur daha ver!

 

İzzet’e bürünmüş, onu kendine tahsis etmiş olan Zât münezzehtir[17]

 

Büyüklüğü bürünmüş ve bu sebeple kullarına ikramı bol yapmış olan Zât münezzehtir.

 

Tesbîh ve takdîs sadece kendine layık olan Zât münezzehtir.

 

Fazl ve nimetler sâhibi Zât münezzehtir.

 

Azamet ve kerem sâhibi Zât münezzehtir.

 

Celâl ve ikrâm sâhibi Zât münezzehtir.”[18]

 

وعن ثوبان رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كانَ رَسُولُ اللّٰه (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا سَلّمَ يَسْتَغْفِرُ ثَلاَثًا ويَقُولُ: أَللّٰهُمَّ  أَنْتَ السَّلاَمُ، وَمِنْكَ السَّلاَمُ، تَبَارَكْتَ وَتَعَالَيْتَ يَاذَاالْجَلاَلِ وَالْاِكْرَامِ.أخرجه الخمسة إ البخارى .

 

Hz. Sevbân (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) selam verip (namazdan çıkınca) üç kere istiğfârda bulunup:

 

(Okunuşu): “Allâhümme ente’s-selâm ve minke’s-selâm tebârekte ve teâleyte yâ ze’l-celâli ve’l-ikrâm.”

 

(Anlamı): “Allâh’ım sen selamsın. Selamet de sendendir. Ey celâl ve ikrâm sâhibi sen münezzehsin, sen yücesin.” derdi.”[19]

TEHECCÜD NAMAZI ESNÂSINDA DUÂ


 

عن ابن عباس رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُمَا قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا قَامَ مِنَ اللّٰيْلِ يَتَهَجَّدُ قَالَ: أَللّٰهُمَّ  رَبَّنَا لَكَ الْحَمْدُ أَنْتَ قَيِّمُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَنْ فِيهِنَّ وَلَكَ الْحَمْدُ، أَنْتَ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَنْ فِيهِنَّ وَلَكَ الْحَمْدُ، أَنْتَ مَالِكُ السَّمٰوَاتِ والْاَرْضِ وَمَنْ فِيهِنَّ وَلَكَ الْحَمْدُ، أَنْتَ الْحَقُّ، وَوَعْدُكَ الْحَقُّ، وَلِقَآؤُ۬كَ حَقٌّ، وَقَوْلُكَ حَقٌّ، وَالْجَنَّةُ حَقٌّ، وَالنَّارُ حَقٌّ وَالنَّبِيُّونَ حَقٌّ، وَمُحَمَّدٌ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) حَقٌّ، وَالسَّاعَةُ حَقٌّ. أَللّٰهُمَّ  لَكَ أَسْلَمْتُ، وَبِكَ اٰمَنْتُ ، وَعَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ، وَإِلَيْكَ أَنَبْتُ، وَبِكَ خَاصَمْتُ، وَإِلَيْكَ حَاكَمْتُ، فَاغْفِرْ لِى مَا قَدَّمْتُ، وَمَا أَخَّرْتُ، وَمَا أَسْرَرْتُ، وَمَا أَعْلَنْتُ، وَمَا أَنْتَ أَعْلَمُ بِهِ مِنِّى، أَنْتَ الْمُقَدِّمُ، وَأَنْتَ الْمُؤَخِّرُ لاَإِلٰهَ إِلاَّ أَنْتَ. أخرجه الستة، وهذا لفظ الشيخين .

Hz. İbn-u Abbâs (r.anhümâ) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) teheccüt namazı kılmak üzere geceleyin kalkınca şu duâyı okurdu:

 

(Anlamı): “Allâh’ım, Rabbimiz! Hamdler sanadır. Sen arz ve semâvatın ve onlarda bulunanların kayyum-u ve ayakta tutanı-sın, hamdler yalnızca senin içindir. Sen semâvat ve arzın ve onlarda bulunanların nûrusun, hamdler yalnızca sanadır. Sen haksın, va’din de haktır. Sana kavuşmak haktır, sözün haktır. Cennet haktır, cehennem de haktır. Peygamberler haktır, Muhammed (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) de haktır. Kıyâmet de haktır.

 

Allâh’ım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana tevekkül ettim. Sana yöneldim. Hasmına karşı senin (bürhanın) ile dâvâ açtım. Hakkımı aramada senin hakemliğine başvurdum. Önden gönderdiğim ve arkada bıraktığım hatalarımı affet. Gizli işlediğim, alenî yaptığım, benim bilmediğim, senin benden daha iyi bildiğin hatalarımı da affet! İlerleten sen, gerileten de sensin. Senden başka ilah yoktur.”[20]

 

وعن عبداللّٰهِ بن غنام البياضى رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم): مَنْ قَالَ حِينَ يُصْبِحُ: أَللّٰهُمَّ  مَا أَصْبَحَ بِى مِنْ نِعْمَةٍ أَوْ بِأَحَدٍ مِنْ خَلْقِكَ فَمِنْكَ وَحْدَكَ َ شَرِيكَ لَكَ، لَكَ الْحَمْدُ، وَلَكَ الشُّكْرُ فَقَدْ أَدَّى شُكْرَ يَوْمِهِ، وَمَنْ قَالَ مِثْلَ ذٰلِكَ حِينَ يُمْسِى فَقَدْ أَدَّى شُكْرَ لَيْلَتِهِ. أخرجهما أبو داود .

 

Abdullah İbn-u Gannâm el-Beyâzî (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki:

 

“Kim sabaha erdiği zaman: “Allâh’ım, benimle veya mahlûkatından herhangi biriyle hangi nimet sabaha ermişse bu sendendir. Sen birsin, ortağın yoktur, hamdler sanadır, şükür sanadır”derse, o günkü şükür borcunu ödemiştir. Kim de aynı şeyler akşama erince söylerse o da o geceki şükür borcunu eda eder.”[21]

 

عن حذيفة رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ كَانَ إِذَا اٰوَى إِلَى فِرَاشِهِ قَالَ: بِاسْمِكَ أَللّٰهُمَّ  أَحْيَا

وَأَمُوتُ، وَإِذَا أَصْبَحَ قَالَ: اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذِى أَحْيَانَا بَعْدَ مَا أَمَاتَنَا، وَإِلَيْهِ النُّشُورُ .

 

Hz. Huzeyfe İbn-u’l-Yemân (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) yatağına girince şu duâyı okurdu:

 

--- “Allâh’ım! Senin adınla hayat bulur, senin adınla ölürüm.”

 

Sabah olunca da şu duâyı okurdu:

 

--- “Bizi öldürdükten sonra tekrâr hayat veren Allâh’a hamdolsun!. Zaten dönüşümüz de O’nadır.”[22]

 

وعن البراء رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم): إِذَا أَوَيْتَ إِلَى فِرَاشِكَ فَقُلِ: أَللّٰهُمَّ  أَسْلَمْتُ نَفْسِى إِلَيْكَ، وَوَجَّهْتُ وَجْهِى إِلَيْكَ، وَفَوَّضْتُ أَمْرِى إِلَيْكَ، وَأَلْجَأْتُ ظَهْرِى إِلَيْكَ، رَغْبَةً وَرَهْبَةً إِلَيْكَ، َ مَلْجَأَ وَلاَ مَنْجَى مِنْكَ إِلاَّ إِلَيْكَ، اٰمَنْتُ  بِكِتَابِكَ الَّذِى أَنْزَلْتَ، وَبِنَبِيِّكَ الَّذِى أَرْسَلْتَ، فَإِنَّكَ إِنْ مُتَّ مِنْ لَيْلَتِكَ مُتَّ عَلَى الْفِطْرَةِ، وَإِنْ أَصْبَحْتَ أَصَبْتَ خَيْرًا.

أخرجه الخمسة إ النسائى، ولم يذكر أبو داود: “وَإِنْ أَصْبَحْتَ... الخ(إلي آخره)”. وفِى أخرى للترمذى: كَانَ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا أَرَادَ أَنْ يَنَامَ تَوَسَّدَ يَمِينَهُ وَقَالَ: أَللّٰهُمَّ  قِنِى عَذَابَكَ يَوْمَ تَجْمَعُ، أَوْ تَبْعَثُ عِبَادَكَ.”الرَّغْبَةُ”: طلب الشئ وإرادته، “والرَّهْبَةُ”: الفزع .

 

Hz. Berâ (r.anhâ) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki:

 

--- “Yatağına girdiğin zaman şu duâyı oku:

 

“Allâh’ım nefsimi sana teslim ettim, yüzümü sana çevirdim, işlerimi sana emanet ettim, sırtımı sana dayadım. Senin rahmetinden ümit-vârım, gazâbından da korkuyorum. Senin ikabına[23]karşı, senden başka ne melce[24]var, ne de kurtarıcı. İndirdiğin Kitab’a, gönderdiğin Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e îmân ettim.”

 

--- “Eğer bunu okuduğun gece ölecek olursan fıtrat üzere ölmüş olursun. Şayet sabaha erersen hayır bulursun.”

 

Tirmizî’nin bir rivayetinde şöyle denmiştir: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), uyumak isteyince sağ yanı üzerine dayanır ve şöyle duâ ederdi:

--- “Allâh’ım!  Kullarını topladığın -veya yeniden dirilttiğin- gün, beni azâbından koru.” [25]

 

وعن عَآئِشَة رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهَا قَالَتْ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا اسْتَيْقَظَ مِنَ اللّٰيْلِ قَالَ: لاَإِلٰهَ إِلاَّ أَنْتَ سُبْحَانَكَ أَللّٰهُمَّ  وَبِحَمْدِكَ، أَسْتَغْفِرُكَ لِذَنْبِى وَأَسْأَلُكَ رَحْمَتَكَ. أَللّٰهُمَّ  زِدْنِى عِلْمًا، وَلاَ تُزِغْ قَلْبِى بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنِى وَهَبْ لِى مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً إِنَّكَ أَنْتَ الْوَهَّابُ .

 

Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: “Hz. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) geceleyin uyanınca şu duâyı okurdu:

 

--- “Allâh’ım! Seni hamdinle tenzih ederim, Senden başka ilah yoktur. Günâhım için affını dilerim, rahmetini taleb ederim. Allâh’ım ilmimi artır, bana hidâyet verdikten sonra kalbimi saptırma. Katından bana rahmet lutfet. Sen lutfedenlerin en cömerdisin.”[26]

 

وعن عليّ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) يَقُولُ عِنْدَ مَضْجَعِهِ: أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أَعُوذُ بِوَجْهِكَ الْكَرِيمِ، وَبِكَلِمَاتِكَ التَّامَّاتِ مِنْ شَرِّ كُلِّ دَابَّةٍ أَنْتَ اٰخذٌ بِنَاصِيِتِهَا. أَللّٰهُمَّ  أَنْتَ تَكْشِفُ الْمَغْرَمَ وَالْمَأثَمَ. أَللّٰهُمَّ   يُهْزَمُ جُنْدُكَ، وَيُخْلَفُ وَعْدُكَ وَلاَ يَنْفَعُ ذَا الْجَدِّ مِنْكَ الْجَدُّ. سُبْحَانَكَ أَللّٰهُمَّ  وبِحَمْدِكَ.

أخرجهما أبو داود.)وَالمَأثَمُ( مَا يأثم به ا”نسان وهو ا”ثم نفسه، “وَالمغْرَمُ”: التزام انسان مَاليس عليه من تكفل إنسان بدين فيؤديه عنه.

 

Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) yatacağı sırada şu duâyı okurdu:

--- “Allâh’ım, kerîm olan Zât’ın adına, eksiği olmayan kelimelerin adına, alınlarından tutmuş olduğun hayvanların şerrinden sana sığınırım. Allâh’ım sen borcu giderir günâhı kaldırırsın. Allâh’ım senin ordun mağlub edilemez, va’dine muhalefet edilemez. Servet sâhibine serveti fayda etmez, servet sendendir. Allâh’ım seni hamdinle tesbîh ederim.”[27]

EVDEN ÇIKIŞ VE EVE GİRİŞ DUÂLARI


 

عن أُمُّ سَلَمَة رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهَا قَالَتْ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا خَرَجَ مِنْ بَيْتِهِ قَالَ: بِسْمِ اللّٰهِ تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ. أَللّٰهُمَّ  إِنَّا نَعُوذُ بِكَ مِنْ أَنْ نَذِلَّ، أَوْ نَضِلَّ، أَوْ نُظْلَمَ، أَوْ نَجْهَلَ، أَوْ يُجْهَلَ عَلَيْنَا.

أخرجه أصحاب السنن، وهذا لفظ الترمذى وهو آخر حديث من المجتبى للنسائى .

 

1. (1828)- Ümmü Seleme (r.anhâ) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) evinden çıktığı zaman şu duâyı okurdu: “Allâh’ın adıyla Allâh’a tevekkül ettim. Allâh’ım! zillete düşmekten, dalâlete düşmekten, zulme uğramaktan, cahillikten, hakkımızda cehâlete düşülmüş olmasından sana sığınırız”. Tirmizî, Daavât 35, (3423); Ebû Dâvud, Edeb 112, (5094); Nesâî İstiâze 30, (8,268); İbn-u Mâce, Duâ 18, (3884).

 

وعن أنس رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم): مَنْ قَالَ إِذَا خَرَجَ مِنْ بَيتِهِ بِسْمِ اللّٰهِ تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ، وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللّٰهِ، يُقَالَ لَهُ: حَسْبُكَ هُدِيتَ وَكُفيتَ وَوُقِيتَ وَتَنَحَّى عَنْهُ الشَّيْطَانُ.أخرجه أبو داود والترمذى، وهذا لفظه .

 

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki:

 

--- “Evinden çıkınca kim: “Allâh’ın adıyla, Allâh’a tevekkül ettim, güç kuvvet Allâh’dandır”derse kendisine: “İşine bak, sana hidâyet verildi, kifâyet edildi ve korundun da” denir, ondan şeytan yüz çevirir.”[28]

وَلَجْنَا، وَبِسْمِ اللّٰهِ خَرَجْنَا، وَعَلَى اللّٰهِ رَبِّنَا تَوَكَّلْنَا، ثُمَّ لَيُسَلِّمْ عَلَى أَهْلِهِ. أخرجه أبو داود .

 

Ebû Mâlik el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki:

 

--- “Kişi evine girince şu duâyı okusun: “Allâh’ım! Senden hayırlı girişler, hayırlı çıkışlar istiyorum. Allâh’ın adıyla girdik, Allâh’ın adıyla çıktık, Rabbimiz Allâh’a tevekkül ettik.” Bu duâyı okuduktan sonra ailesine selam versin.”[29]

OTURMA-KALKMA DUÂLARI


 

عن أبى هريرة رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم): مَنْ جَلَسَ مَجْلِسًا كَثُرَ فِيهِ لَغَطُهُ، فَقَالَ قَبْلَ أَنْ يَقُومَ مِنْ مَجْلِسِهِ: سُبْحَانَكَ أَللّٰهُمَّ  وَبِحَمْدِكَ أَشْهَدُ أَنْ لاَإِلٰهَ إِلاَّ أَنْتَ أَسْتَغْفِرُكَ، وَأَتُوبُ إِلَيْكَ، إِلاَّ غُفِرَ لَهُ مَا كَانَ فِى مَجْلِسِهِ ذٰلِكَ.

أخرجه الترمذى وصححه.”اللّغَط”: ردئ الكم وقبيحه .

 

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) hazretleri buyurdular ki:

 

--- “Kim, malâyânî konuşmaların çok olduğu bir yere oturur da, oradan kalkmazdan önce şu duâyı okursa bu yerde oturmaktan hâsıl olan günâhından arınmış olur: Allâh’ım! Seni hamdinle tesbîh ederim. Senden başka ilah olmadığına şehâdet ederim. Senden mağfiret diliyorum, Sana tevbe ediyor (af taleb ediyorum).”[30]

 

وعن ابن عمر رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُمَا قَالَ: فَلَّمَا كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) يَقُومُ مِنْ مَجْلِسِهِ حَتَّى يَدْعُوَ بِهٰؤُلآَءِ الدَّعَوَاتِ لْاَصْحَابِهِ: أَللّٰهُمَّ  اقْسِمْ لَنَا مِنْ خَشْيَتِكَ مَا تَحُولُ بِهِ بَيْنَنَا وَبَيْنَ مَعَاصِيكَ، وَمِنْ طَاعَتِكَ مَا تُبَلِّغُنَا بِهِ جَنَّتَكَ، وَمِنَ الْيَقِينِ مَا تُهَوِّنُ بِهِ عَلَيْنَا مَصَآئِبَ الدُّنْيَا. أَللّٰهُمَّ  مَتِّعْنَا بِأَسْمَاعِنَا وَأَبْصَارِنَا وَقُوَّتِنَا مَا أَحْيَيْتَنَا، وَاجْعَلْهُ الْوَارِثَ مِنَّا، وَاجْعَلْ ثَأرَنَا عَلَى مَنْ ظَلَمَنَا، وَانْصُرْنَا عَلَى مَنْ عَادَانَا، وَلاَ تَجْعَلْ مُصِيبَتَنَا فِى دِينِنَا، وَلاَ تَجْعَلِ الدُّنْيَا أَكْثَرَ هَمِّنَا، وَلاَ مَبْلَغَ عِلْمِنَا، وَلاَ تُسَلِّطْ عَلَيْنَا مَنْ َ يَرْحَمُنَا. أخرجه الترمذى.

 

İbn-u Ömer (r.anhümâ) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bir cemaatte oturduğu zaman, ashâbı için şu duâyı okumadan nadiren kalkardı:

 

--- “Allâh’ım! Bize korkundan öyle bir pay ayır ki, bu, sana karşı işlenecek günâhlarla bizim aramızda bir engel olsun. İtaatinden öyle bir nasib ver ki, o bizi cennete ulaştırsın. Yakîninden öyle bir hisse lutfet ki dünyevî musibetlere tahammül kolaylaşsın.

 

Allâh’ım! Sağ olduğumuz müddetçe kulaklarımızdan, gözlerimizden, kuvvetimizden istifade etmemizi nasib et. Aynı şeyi bizden sonra gelecek olan neslimize de nasib et. İntikamımızı, bize zulmedenlerden almışlardan kıl (mazlumlardan değil). Bize tecavüz edenlere karşı bizi muzaffer kıl. Bize, dini musibet verme. Dünyayı, ne asıl gâyemiz kıl, ne de ilmimizin son hedefi. Bize merhametli olmayanı bize musallat etme.”[31]

ÇARŞIYA GİRİNCE OKUNACAK DUÂ


وعن عمر رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قال: قالَ رَسُولُ اللّٰهِ ٦   : مَنْ دَخَلَ السُّوقَ، فَقَالَ: لاَ إلٰهَ إِلاَّ اللّهُٰ وَحْدَهُ  لاَ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ، وَلَهُ الحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ، وَهُوَ حَىٌّ لاَيَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرِ، وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْئٍ قَدِيرٌ. كَتَبَ اللّٰهُ لَهُ أَلْفَ أَلْفَ حَسَنَةٍ، وَمَحَا عَنْهُ أَلْفَ أَلْفَ سَيِّئَةٍ، وَرَفَعَ لَهُ أَلْفَ أَلْفَ دَرَجَةٍ. وفي رواية: عِوَضَ الثَّالِثَةِ، وَبَنَى لَهُ بَيْتاً فِي الْجَنّةِ. أخرجه الترمذي .

Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: Kim çarşıya girince Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerîke leh, lehülmülkü ve lehülhamdü yuhyî ve yümîtü ve hüve hayyün lâ yemûtü biyedihilhayr ve hüve alâ külli şeyin kadîr. (Allâh’dan başka ilah yoktur, tekdir, ortağı yoktur, mülk ve hamd ona aittir. Hayatı o verir, ölümü de o verir. Kendisi hayattârdır, ölümsüzdür. Hayırlar Onun elindedir. O her şeye kâdirdir) duâsını okursa Allâh ona bir milyon sevab yazar, bir milyon da günâh affeder ve mertebesini bir milyon derece yüceltir.

Bir rivâyette, üçüncü mükâfaata bedel, Onun için cennette bir köşk yapar denmiştir.[32]

عن ابن عباس رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُمَا قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللّٰه ٦   يَقُولُ بَعْدَ التَّشَهُّدِ: أَللّٰهُمَّ  إنّ۪ى أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ جَهَنّمَ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ الدَّجَّالِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ الْمَحْيَا وَالْمَمَاتِ. أخرجه أبو داود .

İbnu Abbâs (r.anhümâ) hazretleri anlatıyor: “Resûlullah (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) teşehhüdden sonra şunu okurdu:

 

Okunuşu: Allâhümme innî eûzu bike min azâbi cehennem ve eûzu bike min azâbil-kabri ve eûzu bike min fitnetid-Deccâl ve eûzu bike min fitnetil-mahyâ vel-memât.

 

Anlamı:Allâhım, ben cehennem azâbından sana sığınırım. Kabir azâbından da sana sığınırım. Deccal fitnesinden de sana sığınırım, hayat ve ölüm fitnesinden de sana sığınırım.”[33]

SEFERDE OKUNACAK DUÂLAR


 

عن مالك: أَنَّهُ بَلَغَهُ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) كَانَ إِذَا وَضَعَ رِجْلَهُ فِى الْغَرْزِ وَهُوَ يُرِيدُ السَّفَرَ يَقُولُ: بِسْمِ اللّٰهِ، أَللّٰهُمَّ  أَنْتَ الصَّاحِبُ فِى السَّفَرِ وَالْخَلِيفَةُ فِى الْاَهْلِ، أَللّٰهُمَّ  ازْوِ لَنَا الْاَرْضَ، وَهَوِّنْ عَلَيْنَا السَّفَرَ. أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أَعُوذ بِكَ مِنْ وَعَثَآءِ السَّفَرِ، وَكآبَةِ الْمُنْقَلَبِ، وَمِنْ سُوٓءِ الْمَنْظَرِ فِى الْمَالِ وَالْاَهْلِ.

الْغَرْزُ”: ركاب الرجل من جلد، “وَالزَّىُّ”: الطى والجمع، “وَوَعْثَاءُ السفَرِ”: نعبه ومشقته، “وَكَآبَة الْمُنْقَلَبِ”: الحزن، والمنقلب: المرجع .

 

İmam Mâlik’e ulaştığına göre: Hz. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) sefer arzusuyla ayağını bineğinin özengisine koyduğu zaman şu duâyı okurdu:

 

--- “Bismillah! Allâh’ım! Sen seferde arkadaşım, ailemde vekilimsin. Allâh’ım, bize arzı dür, seferi kolaylaştır. Allâh’ım, yolun meşakkatlerinden, üzüntülü dönüşten, mal ve ailede vukûa gelecek kötü manzaralardan sana sığınıyorum.”[34]

 

وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَجُلٌ يَا رَسُولَ اللّٰهِ: إِنِّى أُرِيدُ السَّفَرَ فَأَوْصِنِى فَقَالَ: عَلَيْكَ بِتَقْوى اللّٰهِ وَالتَّكْبِيرِ عَلَى كُلِّ شَرَفٍ، فَلَمَّا وَلى قَالَ: أَللّٰهُمَّ  اطْوِ لَهُ الْبُعْدَ وَهَوِّن عَلَيْهِ السّفَرَ. أخرجه الترمذى .

 

Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Bir adam Hz. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e:

 

--- “Ey Allâh’ın Rasûlü, ben sefere çıkmak istiyorum, bana tavsiyede bulun!” diye talepte bulundu.

 

Efendimiz: --- “Sana Allâh’dan korkmanı ve (yol boyu aştığın) her tepenin başında tekbir getirmeni tavsiye ediyorum!”buyurdu.

 

Adam döneceği sırada şu duâda bulundu:

 

--- “Allâh’ım! Ona uzaklığı dür, yolculuğu kolay kıl.”[35]

 

ÜZÜNTÜ VE TASA HALİNDE DUÂ


 

عن سعد رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قالَ رسُولُ اللّٰهِ ٦   : دَعْوَةُ ذِى النُّونِ إِذْ دَعَاهُ فِي بَطْنِ الْحُوتِ: ٨ لاَإِلٰهَ إِلاَّ أَنْتَ، سُبْحَانَكَق إِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَۚ.٧ مَا دَعَا بِهَا أَحَدٌ قَطُّ إِلاَّ اسْتُجِيبَ لَهُ. أخرجه الترمذى .

 

Hz. Sa’d (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki:

 

--- “Balığın karnında iken, Zü’n-Nûn’un yaptığı duâ şu idi: Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn.”

 

--- “Allâhım! Senden başka ilâh yoktur, seni her çeşit kusurlardan tenzih edirim. Ben nefsime zulmedenlerdenim.”[36] Bununla duâ edip de icâbet görmeyen yoktur.”[37]

 

Zü’n-Nûn, Sâhibi’l-Hût da denilen Hz. Yûnus (aleyhisselâm)’tur. Bir balık tarafından yutulmuş olması sebebiyle bu isimlerle yâd edilmiştir. Zîra her iki tâbir de balık sâhibi mânâsına gelir. Hz. Yûnus, İbn-u Metta, yani Metta’nın oğlu diye de bilinir.

 

Ninovalıdır. Kendisine otuz yaşlarında peygamberlik gelmiştir. Aşırı zenginlik ve refahın şımarttığı halk, sapıtmıştı, putlara tapıyordu. Hz. Yûnus (a.s.)’un Hakk’a dâvetini dinlemiyorlardı. Otuz üç sene kadar gayretine rağmen iki kişiyi hidâyete erdirebilmişti. O, halkın bu haline üzülerek orayı terke karar vermişti. Allâh’dan izin almaksızın yola çıktı. Hâlbuki peygamberler, bu çeşit ciddi kararlar aldıkları zaman, Cenâb-ı Hakk’ın iznine başvurmaları gerekirdi.

 

Böyle izinsiz bir ayrılışla şehri terkedip deniz kenarına geldi. Hareket etmek üzere olan bir gemiye bindi. Gemi bir müddet yol alınca ârızalandı, ne ileri ne geri gitmiyordu. Bütün gayretlere rağmen tâmir olmuyordu. Bir de fırtına çıktı. Batma tehlikesi ile karşılaşan gemide panik başladı. Kimse ne yapacağını bilemiyordu. Yolcular bu durumu uğursuzluğa yorup: “İçimizde büyük günâh işlemiş biri var!”diyerek onu ortaya çıkarmak istediler. Bunu kur’a ile bulmaya karar verdiler. Çekilen kur’aya göre suçlu Hz. Yûnus (a.s.)’tu. “Bu sâlih biridir, yanlışlık var!” denildi ise de rivâyete göre üç kere çekilen kur’a hep ona isabet etti.

 

٨ وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ ﴿١٣٩﴾ اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ ﴿١٤٠﴾ فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ ﴿١٤١﴾ فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ ﴿١٤٢﴾ فَلَوْلَآ اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ ﴿١٤٣﴾ لَلَبِثَ فِى بَطْنِهِٓ اِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ ﴿١٤٤﴾ فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَآءِ وَهُوَ سَق۪يمٌۚ ﴿١٤٥﴾ وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْط۪ينٍۚ ﴿١٤٦﴾ وَاَرْسَلْنَاهُ اِلَى مِائَةِ اَلْفٍ أَوْ يَز۪يدُونَۚ ﴿١٤٧﴾ فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلَى ح۪ينٍۜ ﴿١٤٨﴾ ٧

  

“Şüphesiz Yûnus da peygamberlerdendi. Hani o kaçıp yüklü gemiye binmişti. Gemidekilerle kur’a çekmiş ve kaybedenlerden olmuştu.[38] Böylece, Yûnus kendini kınayıp dururken balık onu yuttu. Eğer o, Allâh’ı tesbîh edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı. Derken biz onu hasta bir hâlde sahile attık. Üzerine geniş yapraklı bir ağaç bitirdik. Biz onu yüz bin yahut daha fazla insana peygamber olarak gönderdik. Nihayet onlar îmân ettiler. Biz de onları bir süreye kadar geçindirdik.”[39]

 

İşte burada ölmediğini anlayan Hz. Yûnus hatasını anlayıp, sadedinde olduğumuz hadiste belirtildiği üzere Cenâb-ı Hakk’a ihlâsla yöneldi ve duâ etti. Allâh, bu ihlâslı duâyı kabûl etti. Balığa vahyederek Yunus’u kenara atmasını emretti. Hz. Yûnus (a.s.) böylece karanlığa, fırtınaya, kabaran denize, kendisini yutan balığa rağmen kurtuluşa erdi. Âyette, onun duâsının kabûl edilmesi, Rabbine yaptığı tesbîhatla îzah edilmiştir:[40]

 

وعن ابن عباس رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُمَا قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) يَقُولُ عِنْدَ الْكَرْبِ: لاَإِلٰهَ إِلاَّ اللّٰهُ الْعَظِيمُ الْحَلِيمُ. لاَإِلٰهَ إِلاَّ اللّٰهُ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ. لاَإِلٰهَ إِلاَّ اللّٰهُ رَبُّ السَّمٰوَاتِ، وَرَبُّ الْاَرْضِ، وَرَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيمِ.

أخرجه الشيخان، واللفظ لهما والترمذى .

 

Hz. İbn-u Abbâs (r.anhümâ) anlatıyor: “Hz. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) üzüntü sırasında şu duâyı okurdu:

 

--- “Halîm ve azîm olan Allâh’dan başka ilah yoktur. Büyük Arş’ın Rabbi olan Allâh’dan başka ilah yoktur. Kıymetli Arş’ın Rabbi, arzın Rabbi, Semâvât’ın Rabbi olan Allâh’dan başka ilah yoktur.”[41]

 

وعن الخدرى رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ  قَالَ: دَخَلَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) ذَاتَ يَوْمِ الْمَسْجِدَ، فَإِذَا هُوَ بِرَجُلٍ مِنَ الْاَنْصَارِ يُقَالَ لَهُ: أَبُو أُمَامَةَ، فَقَالَ: يَا أَبَا أُمَامَةَ مَالِى أَرَاكَ جَالِسًا فِى الْمَسْجِدِ فِى غَيْرِ وَقْتِ صَلاَةٍ؟ قَالَ: هُمُومٌ لَزِمَتْنِى، وَدُيُونٌ يَارَسُولَ اللّٰهِ، فَقَالَ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم): أَلاَ أُعَلِّمُكَ كَلِمَاتٍ إِذَا قُلْتَهُنَّ أَذْهَبَ اللّٰهُ عَنْكَ هَمَّكَ، وَقَضَى دَيْنَكَ؟ قَالَ: قُلْتُ بَلَى يَا رَسُولَ اللّٰهِ. قَالَ: قُلْ إِذَا أَصْبَحْتَ وَإِذَا أَمْسَيْتَ: أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْهَمِّ وَالْحَزَنِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْعَجْزِ وَالْكَسَلِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْجُبْنِ وَالْبُخْلِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ غَلَبَةِ الدَّيْنِ، وَقَهْرِ الرِّجَالِ، فَقُلْتُ ذٰلِكَ فَأَذْهَبَ اللّٰهُ عَنِّى غَمِّى، وَقَضَى دَيْنِى. أخرجه أبو داود .

 

el-Hudrî (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bir gün Mescid’e girdi. Orada Ensâr’dan Ebû Ümâme (r.a.) denen kimse ile karşılaştı. Ona:

 

--- “Ey Ebû Ümâme, niçin seni namaz vakti dışında Mescid’de oturmuş görüyorum?” diye sordu.

 

--- “Peşimi bırakmayan bir sıkıntı ve borçlar sebebiyle ey Allâh’ın Rasûlü” diye cevâb verdi.

 

Bunun üzerine Hz. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm): --- “Sana bazı kelimeler öğreteyim mi? Bunları okursan, Allâh, senden sıkıntını giderir ve borcunu öder.”

 

--- “Evet, ey Allâh’ın Rasûlü, öğret!” dedim.

 

--- “Öyleyse, dedi, akşama çıktın mı sabaha erdin mi şu duây oku: “Allâhm üzüntüden ve kederden sana sığınırım. Aczden ve tembellikten sana sığınırım, korkaklıktan ve cimrilikten sana sığınırım. Borcun galebe çalmasından ve insanların kahrından sana sığınırım.”

 

Ebû Ümâme der ki: --- “Ben bu duâyı yaptım, Allâh benden gamımı giderdi, borcumu ödedi.”[42]

 

وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: جَآءَتْ فَاطِمَةُ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهَا إِلَى النَّبىِّ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) تَسْأَلُهُ خَادِمًا، فَقَالَ لَهَا قُولِى: أَللّٰهُمَّ  رَبَّ السَّمٰوَاتِ السَّبْعِ، ورَبَّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ رَبَّنَا وَرَبَّ كُلِّ شَئٍ، مُنْزِلَ التَّوْرَاةِ والْاِنْجِيلِ وَالْفُرْقَانِ، فَالِقَ الْحَبِّ والنَّوَى. أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ كُلِّ شَئٍ أَنْتَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهِ. أَنْتَ الْاَوَّلُ فَلَيْسَ قَبْلَكَ شَىْءٌ، وَأَنْتَ الْاٰخِرُ فَلَيْسَ بَعْدَكَ شَىْءٌ، وَأَنْتَ الظَّاهِرُ فَلَيْسَ فَوْقَكَ شَئٌ، وَأَنْتَ الْبَاطِنُ فَلَيْسَ دُونَكَ شَئٌ: اقْضِ عَنِّى الدّيْنَ، وَأَغْنِنِى مِنَ الْفَقْرِ.

 

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Hz. Fâtıma (r.anhâ) Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’a gelerek bir hizmetçi taleb etmişti.

 

Rasûlüllâh ona: --- “Şu duâyı oku (man senin için hizmetçi edinmenden daha hayırlı)” dedi:

 

--- “Allâh’ım! Sen yedi semânın Rabbi, Arş-ı Âzam’ın Rabbisin. Sen bizim Rabbimiz ve herşeyin Rabbi’sin. Tevrat, İncil ve Furkân’ı indiren, tohum ve çekirdekleri açansın. Her şeyin şerrinden sana sığınıyorum. Her şeyin alnından yapışmışsın (dizginleri senin elindedir). Evvel sensin, senden önce bir şey yoktur. Ahir sensin, senden sonra da bir şey kalmayacak. Sen zâhirsin, senin üstünde bir şey mevcut değildir. Sen bâtınsın, senin dışında bir şey yoktur. Benim borcumu öde, beni fukaralıktan kurtar, zengin kıl.” [43]

 

وعن أَنس رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا كَرَبَهُ أَمْرٌ يَقُولُ: يَا حَىُّ يَا قَيُّومُ بِرَحْمَتِكَ أَسْتَغِيثُ، وَقَالَ: أَلِظُّوا بِيَاذَا الْجَلاَلِ وَالْاِكْرَامِ. أخرجه الترمذي.ومعنى ألِظُّواالزموا ذلك، وثابروا عليه، وأكثروا من التلفظ به .

 

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’ı bir şey üzecek olsa şu duâyı okurdu:

 

--- “Yâ Hayyu ya Kayyum, birahmetike estağîsu.”

--- “Ey diri olan, ey Kayyûm olan Rabbim, rahmetin adına yardımını talep ediyorum.”

 

Ve keza şöyle derdi: --- “Elizzu biyâze’lcelâli ve’l-İkrâm.”

 

--- “Yâ ze’lcelâli ve’l-ikrâm)’ı devâmlı söyleyin!”[44]

 

وعن ابن مسعود رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: مَنْ كَثُرَ هَمُّهُ فَلْيَقلِ: أَللّٰهُمَّ  إِنِّى عَبْدُكَ، وَابْنَ عَبْدِكَ، وَابْنُ أَمَتِكَ، وَفِى قَبْضَتِكَ، نَاصِيَتِى بِيَدِكَ، مَاضٍ  فِيَّ حُكْمُكَ عَدْلٌ فِيَّ قَضَآؤُكَ. أَسْأَلُكَ بِكُلِّ اسْمٍ هُوَ لَكَ سَمَّيْتَ بِهِ نَفْسَكَ، أَوْ أَنْزَلْتَهُ فِى كِتَابِكَ، أَوْسْتَأْثَرْتَ بِهِ فِى مَكْنُونِ الْغَيْبِ عِنْدَكَ أَنْ تَجْعَلَ الْقُراٰنَ رَبِيعَ قَلْبِي وَجِلآَءَ هَمِّى وَغَمِّى، مَا قَالَهَا عَبْدٌ قَطُّ إِلاَّ أَذْهَبَ اللّٰهُ غَمَّهُ وَأَبْدَلَهُ فَرَحًا.

أخرجه رزين.اِستِئْثَارُبالشئ التخصص به وانفراد، وقوله.أنْ تَجْعَلَ القُرآنَ رَبِيعَ قَلْبِىشبه بالربيع من الزمان رتياح الإنسان فيه وميله إليه .

 

İbn-u Mes’ud (r.a.) demiştir ki: “Kimin sıkıntısı artarsa şu duâyı okusun:

 

--- “Allâh’ım ben senin kulunum, kulunun oğluyum, câriyenin oğluyum, senin avucunun içindeyim, alnım senin elinde. Hakkımdaki hükmün câridir. Kazan ne olursa hakkımda adâlettir. Kendini tesmiye ettiğin veya kitabında indirdiğin veya nezdinde mevcut gayb hazinesinden seçtiğin, sana âit her bir isim adına senden Kur’ân’ı kalbimin baharı, sıkıntı ve gamlarımın atılma vesîlesi kılmanı dilerim.”

 

Bu duâyı okuyan her kulun gam ve sıkıntısını Allâh gidermiş, yerine ferahlık vermiştir.”[45]

SIKINTI DUÂSI


لاَإِلٰهَ إِلاَّ اللّٰهُ الْعَظ۪يمُ الْحَل۪يمُ، لاَإِلٰهَ إِلاَّ اللّٰهُ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ. لاَإِلٰهَ إِلاَّ اللّٰهُ رَبُّ السَّمٰوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْاَرْضِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْكَر۪يمِ، سُبْحَانَكَ يَا رَحْمٰنُ مَا شِئْتَ اَنْ يَكُونَ كَانَ وَمَا لَمْ تَشَاءْ لَمْ يَكُنْ، لاَحَوْلَ وَلاَقُوَّةَ اِلاَّ بِاللّٰهِ، اَعُوذُ بِالَّذ۪ى يُمْسِكُ السَّمٰوَاتِ السَّبْعَ وَمَنْ ف۪يهِنَّ اَنْ يَقَعْنَ عَلَى الْاَرْضِ مِنْ شَرِّمَا خَلَقَ وَ مِنْ شَرِّمَا بَرَأَ وَاَعُوذُ بِكَلِمَاتِ اللّٰهِ التَّامَّاتِ الَّت۪ى لاَيُجَاوِزُهُنَّ بَرٌّ وَلاَ فَاجِرٌ مِنْ شَرِّ السَّامَةِ وَالْهَامَةِ وَمِنَ الشَّرِّ كُلِّه۪ فِى الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ.[46]

 

“Büyük ve güzel kullarına, güzel muâmelede bulunan Allâh’dan başka ilâh yoktur. Büyük Arş’ın sâhibi Allâh’dan başka ilâh yoktur. Güzel Arş’ın Rabbi ve yedi semânın Rabbi olan Allâh’dan başka ilâh yoktur.

Ey Rahmân! Seni tesbîh ederiz. Senin dilediğin olur. Dilemediğin olmaz. Güç kuvvet ancâk Allâh iledir. (Allâh’a âiddir.) Allâh-ü Teâlâ’nın yarattıklarının şerrinden, yedi kat semâyı düşmeden ayakta tutan O’ Zât’a sığınırım. Günâhkâr ve takvâ sâhiplerinin tecâvüz edemedikleri Allâh-ü Teâlâ’nın tam kelimeleriyle, sinsî, âşikâr ve dünyâ-âhiretin bütün şerlerinden Allâh’a sığınırım.”

KORKAN KİŞİLERE OKUNACAK DUÂ


 

أَللّٰهُمَّ  اَنْتَ إِلٰهَ مَنْ فِى السَّمَآءِ وَاِلٰهُ مَنْ فِى الْاَرْضِ لاَإِلٰهَ ف۪يهِمَا غَيْرُكَ وَاَنْتَ جَبَّارُ مَنْ فِى الْاَرْضِ لاَ جَبَّارَ ف۪يهِمَا غَيْرُكَ وَاَنْتَ مَالِكُ مَنْ فِى السَّمَآءِ وَمَلِكُ مَنٌ فِى الْاَرْضِ لاَ مَلِكَ ف۪يهِمَا غَيْرُكَ قُدْرَتُكَ فِى الْاَرْضِ كَقُدْرَتِكَ فِى السَّمَآءِوَسُلْطَانُكَ فِى الْاَرْضِ كَسُلْطَانِكَ فِى السَّمَآءِاَسْأَلُكَ بِإِسْمِكَ الْكَر۪يمِ وَوَجْهِكَ الْمُن۪يرِ وَمُلْكِكَ الْقَد۪يمِ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ.[47]

 

Ey Allâh’ım! Sen yerdekilerin ve göktekilerin ilâhısın. Yerde ve gökte senden başka ilâh yoktur. Sen, yerdekilerin hallerini ıslâh edib tevbeye götüren, dilediğini yaptırmaya gücü yeten. (Cebbâr) sin. Yerde ve gökte senden başka Cebbâr yoktur. Sen yerdekilerin ve göktekilerin sâhibisin. Yerde ve gökte senden başka Melik (sâhib) yoktur. Yerdeki kudretin semâdaki kudretin gibidir. Yerdeki saltanatın semâdaki saltanatın gibidir. Senden güzel (Kerîm) ismin nurlu vechin ve kadîm mülkün ile istiyorum. Şüphesiz sen her şeye gücü yetensin.”

 

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ. ٨اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَىُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَاْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۜ لَهُ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِۜ مَنْ ذَا الَّذ۪ى يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُح۪يطُونَ بِشَىْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ٓ اِلَّا بِمَا شَآءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُدُهُ حِفْظُهُمَاۚ وَهُوَ الْعَلِىُّ الْعَظ۪يمُ ٧[سورة البقرة:٢ /٢٥٥]

 

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ. ٨ اٰمَنَ الرَّسُولُ بِمَآ اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّه۪ وَالْمُؤْمِنُونَۜ كُلٌّ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَمَلَٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ۜ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِه۪۠ وَقَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ ﴿٢٨٥﴾ لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَاۜ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَااكْتَسَبَتْۜ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَآ اِنْ نَس۪ينَآ اَوْ اَخْطَاْنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَآ اِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه۪ۚ وَاعْفُ عَنَّا۠ وَاغْفِرْ لَناَ۠ وَارْحَمْناَ۠ اَنْتَ مَوْلَينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ ٧[سورة البقرة:٢ /٢٨٦]

 

DELİLERE VE KORKAN KİŞİLERE OKUNACAK DUÂ


أَللّٰهُمَّ  اَنْتَ إِلٰهَ مَنْ فِى السَّمَآءِ وَاِلٰهُ مَنْ فِى الْاَرْضِ لاَإِلٰهَ ف۪يهِمَا غَيْرُكَ وَاَنْتَ جَبَّارُ مَنْ فِى الْاَرْضِ لاَ جَبَّارَ ف۪يهِمَا غَيْرُكَ وَاَنْتَ مَالِكُ مَنْ فِى السَّمَآءِ وَمَلِكُ مَنٌ فِى الْاَرْضِ لاَ مَلِكَ ف۪يهِمَا غَيْرُكَ قُدْرَتُكَ فِى الْاَرْضِ كَقُدْرَتِكَ فِى السَّمَآءِوَسُلْطَانُكَ فِى الْاَرْضِ كَسُلْطَانِكَ فِى السَّمَآءِاَسْأَلُكَ بِإِسْمِكَ الْكَر۪يمِ وَوَجْهِكَ الْمُن۪يرِ وَمُلْكِكَ الْقَد۪يمِ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ.[48]     

HAFIZAYI GÜÇLENDİRME DUÂLARI


 

عن ابن عباس رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا قَالَ: جَآءَ عَلِيُّ بْنُ أَبِى طَالِبٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ إِلَى النَّبِىِّ (صَلَّى

اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) فَقَالَ: بِأَبِى أَنْتَ وَأُمِّى تَفَلَّتَ هٰذَا القُراٰنُ مِنْ صَدْرِى فَمَا أَجِدُنِى أَقْدِرُ عَلَيْهِ، فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) يَآ أَبَا الْحَسَنِ: أَفَلاَ أُعَلِّمُكَ كَلِمَاتٍ يَنْفَعُكَ اللّٰهُ بِهِنَّ، وَيَنْفَعُ بِهِنَّ مَنْ عَلَّمْتَهُ، وَيَثْبُتُ مَا تَعَلَّمْتَ فِى صَدْرِكَ؟ قَالَ أَجَلْ يَارَسُولَ اللّٰهِ فَعَلِّمْنِى؟ قَالَ: إِذَا كَانَ لَيْلَةُ الْجُمُعَةِ فَإِنِ اسْتَطَعْتَ أَنْ تَقُومَ فِى ثُلُثِ اللّٰيْلِ الْاَخِيرِ، فَإِنَّهَا سَاعَةٌ مَشْهُودَةٌ، وَالدُّعَآءُ فِيهَا مُسْتَجَابُ، وَقَالَ أَخِى يَعْقُوبُ لِبَنِيهِ سَوْفَ أَسْتَغفِرُ لَكُمْ رَبِّى، يَقُولُ حَتَّى تَأْتِىَ لَيْلَةُ الْجُمُعَةِ، فَإِنْ لَمْ تَسْتَطِعْ فَفِى وَسَطِهَا فَإِنْ لَمْ تَسْتَطِعْ فَفِىَ أَوَّلِهَا، فَصَلِّ أَرْبَعَ رَكَعَاتٍ تَقْرَأُ فِى الْاُ۫ولَى: بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ وَيٰسٓ، وَفِى الثَّانِيَةِ: بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ وَحٰمٓ الدُّخَانِ، وَفِى الثَّالِثَةِ: بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ وَالٓمٓ تَنْزِيلُ السَّجْدَةِ، وَفِى الرَّابِعَةِ: بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ، وَتَبَارَكَ الْمُفَصَّلَ، فَإِذَا فَرَغْتَ فَاحْمَدِ اللّٰهَ تَعَالَى، وَأَحْسِنِ الثَّنَآءَ عَلَيْهِ، وَصَلِّ عَلَىَّ وَأَحْسِنْ، وَصَلِّ عَلَى سَآئِرِ الْاَنْبِيَآءِ، وَاسْتَغْفِرْ لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ، وَلِاِخْوَانِكَ الَّذِينَ سَبَقُوكَ بِالْا۪يمَانِ، ثُمَّ قُلْ فِى اٰخِرِ ذٰلِكَ: أَللّٰهُمَّ  ارْحَمْنِى بِتَرْكِ الْمَعَاصِى أَبَدًا مَا أَبْقَيْتَنِى وَارْحَمْنِى أَنْ أَتَكَلفَ مَالاَيَعْنِى نِى وَارْزُقْنِى حُسْنَ النَّظَرِ فِيمَا يُرْضِيكَ عَنِّى. أَللّٰهُمَّ  بَدِيعَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يَاذَا الْجَلاَلِ وَالْاِكْرَامِ وَالْعِزَّةِ الَّتِى لاَتُرَامُ. أَسْأَلُكَ يَآ اللّٰهُ يَا رَحْمٰنُ بِجَلاَلِكَ، وَنُورِ وَجْهِكَ أَنْ تُلْزِم قَلْبِى حِفْظَ كِتَابِكَ كَمَا عَلّمْتَنِى وَارْزُقْنِى أَنْ أَتْلُوَهُ عَلَى النَّحْوِ الَّذِى يُرْضِيكَ عَنِّى. أَللّٰهُمَّ  بَدِيعَ السَّمٰوَاتِ

والْاَرْضِ ذَا الْجَلاَلِ وَالْاِكْرَامِ وَالْعِزَّةِ الَّتِى لاَتُرَامُ أَسْأَلُكَ يَآ اللّٰهُ يَا رَحْمٰنُ بِجَلاَلِكَ، وَنُورِ وَجْهِكَ أَنْ تُنَوِّرَ بِكتَابِكَ بَصَرِى، وَأَنْ تُطْلِقَ بِهِ لِسَانِى، وَأَنْ تُفَرِّجَ بِهِ عَنْ قَلْبِى، وَأَنْ تَشْرَحَ بِهِ صَدْرِى وَأَنْ تَغْسِلَ بِهِ بَدَنِى فَإِنَّهُ لاَيُعِينُنِى عَلَى الْحَقِّ غَيْرُكَ وَلاَ يُؤْتِينِيهِ إِلاَّ أَنْتَ، وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللّٰهِ الْعَلِىِّ الْعَظِيمِ، يَا أَبَا الْحَسَنِ: تَفْعَلُ ذٰلِكَ ثَلاَثَ جُمَعٍ، أَوْ خَمْسًا، أَوْ سَبْعًا تُجَابُ بِإِذْنِ اللّٰهِ تَعَالَى، وَالَّذِي بَعَثَنِى بِالْحَقِّ مَا أَخْطَأَ مُؤْمِنًا قَطُّ.

قَالَ ابن عباس: فَوَ اللّٰهِ مَا لَبِثَ عَلىٌّ إِلاَّ خَمْسًا، أَوْ سَبْعًا حَتَّى جَآءَ رَسوُ ل اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) فِى مِثْلِ ذٰلِكَ الْمَجْلِسِ، فَقَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ: إِنِّى كُنْتُ فِيمَا خَلاَلاَ اٰخُذُ إِلاَّ أَرْبَعَ اٰيَاتٍ أَوْ نَحْوَهنَّ، فَإِذَا قَرَأْتُهُنَّ عَلَى نُفْسِى تَفَلَّتْنَ، وَإِنِّى أَتَعَلَّمُ الْيَوْمَ أَرْبَعِينَ اٰيَةً أَوْ نَحْوَهَا، فَإِذَا قَرَأْتُهَا عَلَى نَفْسِى، فَكَأَنَّمَا كِتَابُ اللّٰهِ بَيْنَ عَيْنَىّ، وَلَقَدْ كُنْتُ أَسْمَعُ الْحَدِيثَ، فَإِذَا رَدَّدْتُهُ تَفَلَّتَ، وَأَنَا الْيَوْمَ أَسْمَعُ الْاَحَادِيث، فَإِذَا تَحَدَّثْتُ بِهَا لَمْ أَخْرَمْ مِنْهَا، فَقَالَ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) عِنْدَ ذٰلِكَ: مُؤْمِنٌ وَرَبِّ الْكَعْبَةِ أَبَا الْحَسَنِ. أخرجه الترمذى .

 

Hz. İbn-u Abbâs (r.anhümâ) anlatıyor: “Hz. Ali İbn-u Ebî Tâlib (r.a.) Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’a gelerek: “Annem ve bâbam sana kurban olsun, şu Kur’ân göğsümde durmayıp gidiyor. Kendimi onu ezberleyecek güçte göremiyorum” dedi. Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ona şu cevabı verdi:

 

--- “Ey Ebûl-Hüseyin! (Bu meselede) Allâh’ın sana faydalı kılacağı, öğrettiğin takdirde öğrenen kimsenin de istifade edeceği, öğrendiklerini de göğsünde sabit kılacak kelimeleri öğreteyim mi?”

 

Hz. Ali (r.a.): --- “Evet, ey Allâh’n Rasûlü, öğret bana!”dedi.

 

Bunun üzerine Hz. Peygamber şu tavsiyede bulundu:

 

“Cuma gecesi (perşembeyi cumaya bağlayan gece) olunca, gecenin son üçte birinde kalkabilirsen kalk. Çünkü o an (meleklerin de hazır bulunduğu) meşhûd bir andır. O anda yapılan duâ müstecâbtır. Kardeşim Ya’kub da evlatlarına şöyle söyledi: “Sizin için Rabbime istiğfâr edeceğim, hele cuma gecesi bir gelsin.” Eğer o vakitte kalkamazsan gecenin ortasında kalk. Bunda da muvaffak olamazsan gecenin evvelinde kalk. Dört rek’at namaz kıl. Birinci rek’atte, Fâtiha ile Yâsin sûresini oku, ikinci rek’atte Fâtiha ile Hâmim, ed-Duhân sûresini oku, üçüncü rek’atte Fâtiha ile Elif-lâm-mîm Tenzîlü’s-secde’yi oku, dördüncü rek’atte Fâtiha ile Tebâreke’l-Mufassal’ı oku. Teşehhüdden boşaldığın zaman Allâh’a hamdet, Allâh’a senayı da güzel yap, bana ve diğer peygamberlere salât oku, güzel yap. Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar ve senden önce gelip geçen mü’min kardeşlerin için istiğfat et. Sonra bütün bu okuduğun duâların sonunda şu duâyı oku:

 

“Allâh’ım, bana günâhları, beni hayatta baki kıldığın müddetçe ebediyen terk ettirerek merhamet eyle. Bana faydası olmayan şeylere teşebbüsüm sebebiyle bana acı. Seni benden râzı kılacak şeylere hüsn-i nazar etmemi bana nasîb et.

 

Ey semâvât ve arzın yaratıcısı olan celâl, ikram ve dil uzatılamayan izzetin sâhibi olan Allâh’ım.

 

Ey Allâh! Ey Rahman! Celâlin hakkı için, yüzün nuru hakkı için kitabını bana öğrettiğin gibi hıfzına da kalbimi icbâr et. Seni benden râzı kılacak şekilde okumamı nasîb et.

 

Ey semâvât ve arzın yaratıcısı, celâlin ve yüzün nuru hakkı için kitabınla gözlerimi nurlandırmanı, onunla dilimi açmanı, onunla kalbimi yarmanı, göğsümü ferahlatmanı, bedenimi yıkamanı istiyorum. Çünkü hakkı bulmakta bana ancâk sen yardım edersin, onu bana ancâk sen nasib edersin. Herşeye ulaşmada güç ve kuvvet ancâk büyük ve yüce olan Allâh’dandır.”

 

Ey Ebû’l-Hasan, bu söylediğimi üç veya yedi cuma yapacaksın. Allâh’ın izniyle duâna icâbet edilecektir. Beni hak üzere gönderen Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun bu duâyı yapan hiçbir mü’min icâbetten mahrum kalmadı.”

 

İbn-u Abbâs (r.anhümâ) der ki: “Allâh’a yemin olsun, Ali (r.a.) beş veya yedi cuma geçti ki Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’a aynı önceki mecliste tekrâr gelerek:

 

--- “Ey Allâh’ın Rasûlü! Dedi, geçmişte dört beş âyet ancâk öğrenebiliyordum. Kendi kendime okuyunca onlar da (aklımda durmayıp) gidiyorlardı. Bugün ise, artık 40 kadar âyet öğrenebiliyorum ve onları kendi kendime okuyunca Kitabullâh sanki gözümün önünde duruyor gibi oluyor. Eskiden hadisi dinliyordum da arkadan bir tekrâr etmek istediğimde aklımdan çıkıp gidiyordu. Bugün hadis dinleyip sonra onu bir başkasına istediğimde ondan tek bir harfi kaçırmadan anlatabiliyorum.

 

Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bu söz üzerine Hz.Ali (r.a.)’ye:

 

--- “Ey Ebû’l-Hasan! Kâbenin Rabbine yemin olsun sen mü’minsin!”[49] Dedi.”

 

وعن شداد بن أوس رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) يُعَلِّمُنَا أَنْ نَقُولَ فِى الصَّلاَةِ: أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أَسْأَلُكَ الثَّبَاتَ فِى الْاَمْرِ، والْعَزِيمَةَ عَلَى الرُّشْدِ، وَأَسْأَلُكَ شُكْرَ نِعْمَتِكَ، وَحُسْنَ عِبَادَتِكَ، وَأَسْأَلُكَ لِسَانًا صَادِقًا، وَقَلْبًا سَلِيمًا، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا تَعْلَمُ، وَأَسْأَلُكَ مِنْ خَيْرِ مَا تَعْلَمُ، وَأَسْتَغْفِرُكَ مِمَّا تَعْلَمُ. أخرجه النسائِى .

 

Şeddâd İbn-u Evs (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhissalâtu vesselem) namazda şu duâyı okumamızı öğretiyordu:

 

--- “Allâh’ım! Senden işte (dinde) sebat etmeyi, doğruluğa da azmetmeyi istiyorum. Keza nimetine şükretmeyi, sana güzel ibadette bulunmayı taleb ediyor, doğruyu konuşan bir dil, eğriliklerden uzak bir kalb diliyorum. Allâh’ım, senin bildiğin her çeşit şerden sana sığınıyorum, bilmekte olduğun bütün hayırları senden istiyorum, bildiğin günâhlarımdan sana istiğfâr ediyorum!”[50]

GİYİNME VE YEMEK DUÂLARI


 

عن الخدري رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كَانَ النَّبِىُّ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا اسْتَجَدَّ ثَوْبًا

قَالَ: أَللّٰهُمَّ  لَكَ الْحَمْدُ أَنْتَ كَسَوْتَنِى هٰذَا، وَيُسَمِّىهِ: أَسْأَلَكُ خَيْرَهُ وَخَيْرَ مَا صُنِعَ لَهُ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّهِ وَشَرِّ مَا صُنِعَ لَهُ. أخرجه أبو داود والترمذي .

 

el-Hudrî (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) elbiseyi yenilediği zaman şu duâyı okurdu:

 

--- Allâh’ım! Hamd sanadır. -(giydiği şey ne ise) ismen söyleyerek- Bunu bana sen giydirdin. Bunun hayırlı olmasını, yapılış gâyesine uygun olmasını diliyor, şerrinden ve yapılış gâyesine uygun olmamasından da sana sığınıyorum.”[51]

 

1-Rivâyetler, Hz. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ‘in yeni bir elbise giyeceği zaman bunu cumaya rastlattığını ve giyme sırasında duâ okuduğunu gösterir. Şu halde bu duâ onlardan biri olmaktadır.

2-Elbiseyi, Resûlullah’ın duâ sırasında tesmiyesi, cinsini zikretmesidir. Meselâ yeni bir ayakkabı giymiş ise: “Allâhım! Hamd sanadır. Bu ayakkabıyı bana sen giydirdin...” demesidir.

3-Giyilen şeyin hayrı onun hemen eskimeyip dayanıklı olmasıdır, temizliğidir, bir ihtiyaç için giyilmiş olmasıdır. “Yapılış gâyesine uygun olması” şeklinde tercüme ettiğimiz cümle de elbise ne maksadla yapılmış ise onun hayrını, o maksada uygun kullanımını talep etmektedir. Mâlum olduğu üzere elbise, tesettürü sağlamak, sıcak ve soğuğa karşı korumak gibi maksadlarla yapılır. Şu halde, elbisenin bu hizmetlerinde hayırlı olması, yapılmış olduğu bu gâyeleri yerine getirmesi Allâh’dan taleb edilmiş olmaktadır. Elbiselerin bu gâyelere uygun kullanımı bir bakıma kulluk ve ibadet vazifelerini hakkıyla yapmayı netice verir.

Elbisenin şerri ve yapılış gâyesine uygun olmayan kullanılış şerri de böylece anlaşılmış oluyor. Elbisenin haram olması, pis olması çabuk eskimesi, israf gösteriş,

kibir, riya, tefâhur gibi kulluk edebine aykırı ve günâh olan durumlara sebep olması, setrü’l-avreti yerine getirememesi, soğuk ve sıcağa karşı yeterli korunmayı sağlayamaması gibi akla gelebilecek çeşitli durumlar elbisenin şerri olarak değerlendirilebilir.

4-Hadis, yeni bir elbise giyerken Allâh’a hamdetmenin müstehap olduğuna delâlet eder, Müstedrek’de gelen bir rivayet, bir veya yarım dinara aldığı elbiseyi giyen kimse hamdederse, Allâh’ın giyer giymez onu mağfiret edeceğini haber verir.

 

وعن أبى أمامة قال: لَبِسَ ابْنُ عُمَرَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا ثَوْبًا جَدِيدًا، فَقَالَ: الْحَمْدُ للّٰهِ الَّذِى كَسَانِى مَا  أُوَارِى بِهِ عَوْرَتِى، وَأَتَجَمَّلُ بِهِ في حَيَاتِى، ثُمَّ قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم)  يَقُولُ: مَنْ لَبِسَ ثَوْبًا جَدِيدًا فَقَالَ ذٰلِكَ، ثُمَّ عَمَدَ إِلَى الثَّوْبِ الَّذِي أَخْلَقَ، فَتَصَدَّقَ بِهِ كَانَ فِي كَنَفَ اللّٰهِ وَحِفْظِهِ، وَسَتْرِهِ حَيًّا وَمَيِّتًا. أخرجه الترمذى .

 

Ebû Ümâme (r.a.) anlatıyor: “İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) yeni bir elbise giymişti ve şöyle duâ etti: “Avretimi örtebileceğim ve hayatta güzellik sağlayabileceğim bir elbise giydiren Allâh’a hamd olsun.”

Sonra şunu söyledi: “Ben Resûlullah (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ‘ı dinledim: “Kim yeni bir elbise giyer, böyle söyler, daha sonra da eskittiği elbiseyi tasadduk ederse, sağken de öldükten sonra da Allâh’ın himâyesi, hıfzı ve örtmesi altında olur.” Tirmizî, Daavât 119, (3555); İbnu Mâce, Libâs 2, (3557).

 

وعن أبى سعيد رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كَانَ النَّبىُّ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم)  إِذَا أَكَلَ أَوْشَرِبَ قَالَ: أَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذِى أَطْعَمَنَا وَسَقَانَا وَجَعَلَنَا مُسْلِمِينَ .

 

Ebû Saîd (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)  bir şey yeyip içti mi şu duâyı okurdu: “Bize yedirip içiren ve bizi Müslümanlardan kılan Allâh’a hamdolsun.” Tirmizî, Daavât 75, (3453); Ebû Dâvud, Et’ıme 53, (3850); İbnu Mâce, Et’ıme 16, (3283).

 

وعن معاذ بن أنس رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قال: قالَ رسولُ اللّٰهِ: مَنْ أكَلَ طَعَامًا فَقَالَ: اَلْحَمْدُ للَّهِ الَّذِى أطْعَمَنِى هَذَا الطَّعَامَ وَرَزَقَنِىهِ مِنْ غَيْرِ حَوْلٍ مِنِّى،

وَلاَ قُوَّةٍ غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ. أخرجهما أبو داود والترمذي.وزاد أبو داود في الثاني: ومَنْ لَبِسَ ثَوْبًا فَقَالَ: اَلْحَمْدُ للَّهِ الَّذِى كَسَانِى هذَا وَرَزَقَنِيهِ مِنْ غَيْرِ حَوْلٍ مِنِّى، وَلاَ قُوَّةٍ غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ وَمَا تَأخَّرَ .

 

Muâz İbnu Enes (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)  buyurdular ki: “Kim bir şey yer ve: “Bana bu yiyeceği yediren ve tarafımdan hiçbir güç ve kuvvet olmadan bunu bana rızık kılan Allâh’a hamdolsun” derse geçmiş günâhları affolunur” dedi.” Ebû Dâvud, Libâs 1, (4023); Tirmizî, Da’avât 75, (3454); İbnu Mâce, Et’ime 16, (3285).

Ebû Dâvud’un rivayetinde şu ziyâde var: “Kim bir elbise giyer ve: “Bunu bana giydirip, tarafımdan bir güç ve kuvvet olmaksızın beni bununla rızıklandıran Allâh’a hamdolsun” derse geçmiş ve gelecek günâhları affedilir.”

 

وعن معاذ بن أنس رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قال: قالَ النَّبيُّ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) : إِنَّ اللّٰه لَيَرْضَى عَنِ الْعَبْدِ أنْ يَأكُلَ ا’كْلَةَ فَيَحْمَدَهُ عَلَيْهَا، أَوْ يَشْرَبَ الشَّرْبَةَ فَيَحْمَدَهُ عَلَيْهَا. أخرجه مسلم والترمذي .

 

Muâz İbnu Enes (r.a.) der ki: “Resûlullah (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)  buyurdular ki: “Muhakkak ki Allâh, kulun bir şey yiyip hamdetmesinden veya bir şey içip hamdetmesinden râzı olur.” Müslim, Zikr 89, (2734); Tirmizî, Et’ime 18, (1817).

 

وعن أنس رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قال: أكَلَ النَّبىُّ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم)  عِنْدَ سَعْدِ ابْنِ عُبَادَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ خُبْزًا وَزَيْتًا، ثُمَّ قَالَ: أفْطَرَ عِنْدَكُمُ الصَّائِمُونَ، وَأكَلَ طَعَامَكُمُ ا’بْرَارُ، وَصَلَّتْ عَلَيْكُمُ الْمَلاَئِكَةُ أخرجه أبو داود.وله في أخرى عن جابر رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قال: صَنَعَ أبُو الْهَيْثَمِ طَعَامًا، فَدَعَا رَسُولَ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم)  وَأصْحَابَهُ، فَلَمَّا فَرَغُوا قالَ: أثِيبُوا أخَاكُمْ قَالُوا: وَمَا إثَابَتُهُ؟

قال: إِنَّ الرَّجُلَ إذَا دُخِلَ بَيْتُهُ، وَأكِلَ طَعَامُهُ، وَشُرِبَ شَرَابُهُ، فَدَعَوْا لهُ فذلِكَ إثَابَتُهُ.»ا”ثابَةُ« الجزاء .

 

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)  Sa’d İbnu Ubâde’nin yanında ekmek ve zeytinyağı yemişti. Sonunda şöyle bir duâ buyurdu:

“Yanınızda oruçlular yemek yesin, yemeğinizden ebrarlar yesin, üzerinize melekler duâ etsin.” Ebû Dâvud, Et’ime 55, (3854).

Ebû Dâvud’un Hz. Câbir (r.a.)’den kaydettiği diğer bir rivâyette şöyle denir:

“Ebû’l-Heysem bir yemek hazırladı, Resûlullah (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ‘ ve Ashâbını (r.anhüm) dâvet etti. Hz. Peygamber yemekten kalkınca: “Kardeşinizi mükâfaatlandırın!” buyurdu. Ashâb: “Mükâfaatı da ne?” diye sordular. Efendimiz: “Kişinin evine girilip yemeği yendi, içeceği içildi mi ev sâhibi için duâ edilir. İşte bu onun mükâfaatıdır” cevabını verdi.”

 

1- Bâzı rivâyetler yukarıdaki duânın Sa’d İbnu Muâz’ın evinde geçtiğini belirtir. Bu, vak’anın iki sefer cereyanına delil olabilir.

2- Duâ cümlesi olarak tercüme ettiğimiz hadis, aslında ihbar cümlesi gibidir. Ancâk Münavî’nin de belirttiği üzere, ev sâhibine mükâfaat mânası, duâ cümlesi ile gerçekleştir.

3- Bu hadis, yemeğe dâvet edilen kimsenin, yemekten sonra ev sâhibi için duâ etmesinin müstehab olduğuna delildir.[52]

 

 

 

 

KAZAYI HACET DUÂSI


 

عن أنس رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا دَخَلَ الخَلآَءَ لِقَضَآءِ الْحَاجَةِ يَقُولُ: أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْخُبُثِ وَالْخَبَآئِثِ.

أخرجه الخمسة.الخُبُثُبضم الباء جمع خبيث.والخَبَآئِثُجمع خبيثة، والمراد بهما ذكور شياطين الجنّ والإنس وإناثهم .

 

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) kazâyı hâcet için helâya girdiği zaman şu duâyı okurdu:

 

--- “Allâhümme innî eûzu bike mine’lhubsi ve’lhabâis.”

 

--- “Allâh’ım, pislikten ve (cin ve şeytan gibi) kötü yaratıklardan sana sığınırım.”[53]

HİLALİ GÖRÜNCE OKUNACAK DUÂ


 

عَنْ طلحة بن عبيداللّٰه رَضِىَ اللّٰهُ عنه قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا رَأى

الْهِلاَلَ قَالَ: أَللّٰهُمَّ  اَهِلَّهُ عَلَيْنَا بِالْيُمْنِ وَاِيمَانِ، وَالسَّلاَمَةِ وَالْاِسْلاَمِ رَبِّى ورَبُّكَ اللّٰهُ. أخرجه الترمذي .

 

Talha İbn-u Ubeydillah (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) hilâli görünce şu duâyı okurdu:

 

--- “Allâh’ım, Ay’ın hilâl devresini bize bereketli, îmânlı, selâmetli ve İslâm üzere geçir. (Ey hilâl) benim de senin de Rabbin Allâh’dır.”[54]

ÇIKINCA OKUNACAK DUÂ


 

عن بان عمر رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا قَالَ: كانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا سَمِعَ الرَّعْدَ وَالصَّوَاعِقَ قَالَ: أَللّٰهُمَّ   َتَقْتُلَنَا بِغَضْبِكَ، وَلاَ تُهْلِكُنَا بِعَذَابِكَ، وَعَافِنَا قَبْلَ ذٰلِكَ. أخرجه الترمذي .

İbn-u Ömer (r.anhümâ) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) gök gürleyip, şimşek çakınca şu duâyı okurdu: “Allâh’ım bizi gadabınla öldürme, azâbınla da helâk etme, bu (azâbı)ndan önce bize afiyet (içinde ölüm) ver.”[55]

 

وعن عَآئِشَة رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهَا قَالَتْ: كانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا رَأى نَاشِئًا فِى اُفقِ السَمَآءِ تَرَكَ الْعَمَلَ، وَإِنْ كَاَنَ فِى صَلاَةٍ خَفَّفَ، ثُمَّ يَقُولُ: أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّهَا، فَإِنْ مُطِرَ قَالَ: أَللّٰهُمَّ  صَيِّبًا هَنِيئًا. أخرجه أبو داود.و»النَّاشِئُ« السحاب، و»الصَّيِّبُ« المدرار .

 

Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ufuk-ı semâda bir bulut belirtisi gördü mü işi terkeder, namazda idiyse kısa keser ve şu duâyı okurdu: “Allâh’ım, bunun şerrinden sana sığınırım.” Yağmur başlarsa: “Allâh’ım, bol yağmur, faydalı yağmur (ver)” derdi.” Ebû Dâvud, Edeb, 113, (5099); İbn-u Mâce, Duâ 21, (3889).

 

وعن عَآئِشَة رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهَا قَالَتْ:  كانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا عَصَفَتِ الرِّيحُ قَالَ: أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أَسْأَلُكَ خَيْرَهَا وَخَيْرَ مَا فِيهَا وَخَيْرَ مَا أُرْسِلَتْ بِهِ، وَأعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّهَا وَشَرِّ مَا فِيهَا وَشَرِّ مَا أُرْسِلَتْ بِهِ. أخرجه الشيخان هكذا والترمذي .

3. (1861)- Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) rüzgâr estiği zaman şu duâyı okurdu: “Allâh’ım, senden bunun hayrını ve bunda olan (menfaatların da) hayrını ve bunun gönderiliş maksadındaki hayrı da istiyorum. Bunun şerrinden, bunda olanın şerrinden, bununla gönderilen şeyin şerrinden de sana sığınıyorum.” [56]Buhârî, Bed’ül-Halk 5, Tefsîr, Ahkâf 2, Edeb, 68; Müslim, İstiskâ 14, (899); Tirmizî, Daavât 50, (3445).

وله عن أبىّ بن كعب رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ : أنَّ النبىَّ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) قَالَ : َ تَسُبُّوا الرِّيحَ، فَإِنْ رَأيْتُمْ مَا تَكْرَهُونَ، فَقُولُوا: أَللّٰهُمَّ  إِنَّا نَسْألُكَ مِنْ خَيْرِهَا. الْحَديث.»عَصَفَتِ الرِّيحُ« إِذَا اشتد هبوبها .

4. (1862)-Yine Tirmizî’de Übey İbn-u Ka’b (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Rüzgâra küfretmeyin. Hoşunuza gitmeyen bir rüzgar görünce: “Allâh’ım, senden bunun hayrını taleb ediyorum” deyin.” Tirmizî, Fiten 64, (2253).

AÇIKLAMA:

1-Rüzgâra küfretme yasağı, rüzgârın me’mur olmasındandır, me’mur ise mâzurdur. Nitekim aynı mevzûda İbn-u Abbâs (r.anhümâ)’tan gelen bir rivâyette şöyle buyurulmuştur:

   َ تَلْعَنُوا الرِّيحَ فَإِنَّهُ مَأمُورَةٌ   

Ayrıca, kim bir şeye lânet eder, lânet ettiği şey de lânete lâyık olmazsa, lânet, yapana rücu eder.

2- Ebû Hüreyre’den Ahmed İbn-u Hanbel’in kaydettiği bir rivâyette:

 

  َ تَسُبُّوا الرِّيحَ فَإِنَّهَا مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ تَعالى تَأتِى بِالرَّحْمَةِ وَالعَذَابِ ولكِنْ سَلُوا اللّٰهَ مِنْ خَيْرِهَا وَتَعَوَّذُوا بِاللّٰهِ مِنْ شَرِّهَا  

 

“Rüzgâra sövmeyin, Zîra o, Allâh’ın rahmetindendir. Rahmet ve azâbı getirir. Ancâk Allâh’dan onun hayır getirmesini taleb edin. Şerr getireninden de Allâh’a sığının” buyurulmuştur.[57]

AREFE GÜNÜ VE KADİR GECESİ DUÂSI

 

 

عن عمرو بن شعيب عن إبيه عن جده رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ النبيُّ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) أفْضَلُ الدُّعَاءِ دُعَاءُ يَوْمِ عَرَفَةَ، وَأفْضَلُ مَا قُلْتُ أنَا وَالنَّبِيُّونَ مِنْ قَبْلِى َ إلَهَ إِلاَّ اللّٰهُ وَحْدَهُ َ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ المُلْكُ، وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَئٍ قَدِيرٌ.أخرجه مالك عن طلحة بن عبيد اللّٰه بن كريز إلى قوله  شريك له. والترمذي عن عمرو بتمامه .

1. (1863)- Amr İbn-u Şuayb an Ebîhi an Ceddihî (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Duâların en fazîletlisi arefe günü yapılan duâdır. Ben ve benden önceki peygamberlerin söyledikleri en fazîletli söz, lâ ilâhe illAllâhu vahdehu lâ şerîke leh lehü’lmülkü ve lehü’lhamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr. (Allâh’dan başka ilah yoktur, O tektir, O’nun ortağı yoktur, mülk O’nundur, hamd O’na aittir. O, herşeye kâdirdir) sözüdür.” Muvatta, Kur’ân 32, (1, 214, 215); Tirmizî, Da’avât 133, (3579).

 

وعن عَآئِشَة رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهَا قَالَتْ: قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ: إِنْ وَافَقْتُ لَيْلَةَ الْقَدْرِ مَا أدْعُوا بِهِ؟ قَالَ: قُولِى أَللّٰهُمَّ  إِنَّكَ عَفُوٌّ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنِّى. أخرجه الترمذي وصححه.الفصل السابع عشر: فِى دعاء العطاس

2. (1864)- Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: “Ey Allâh’ın Rasûlü, dedim, şâyet Kadir gecesine tevâfuk edersem nasıl duâ edeyim?” Şu duâyı okumamı söyledi:

“Allâhümme inneke afuvvun, tuhibbu’l-afve fa’fu annî. (Allâh’ım! Sen affedicisin, affı seversin, beni affet.” Tirmizî, Da’avât 89, (3508).

 

الفصل السابع عشر: فِى دعاء العطاس

2. (1864)- Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: “Ey Allâh’ın Rasûlü, dedim, şâyet Kadir gecesine tevâfuk edersem nasıl duâ edeyim?” Şu duâyı okumamı söyledi:

“Allâhümme inneke afuvvun, tuhibbu’l-afve fa’fu annî. (Allâh’ım! Sen affedicisin, affı seversin, beni affet.”[58]Tirmizî, Da’avât 89, (3508).

 

HZ. DAVUD (ALEYHİSSELAM)’UN DUÂSI

عن أبى الدرداء رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰه (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم): كَانَ مِنْ دُعَاءِ دَاوُدَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ: أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أَسْأَلُكَ حُبَّكَ وَحُبَّ مَنْ يُحِبُّكَ، وَالْعََمَلَ الَّذِي يُبَلِّغُنِى حُبَّكَ. أَللّٰهُمَّ  اجْعَلْ حُبَّكَ أحَبَّ إلىَّ مِنْ نَفْسِى وَأهْلِى وَمَالِى ، وَمِنَ المَاءِ الْبَارِدِ. قَالَ وَكَانَ النَبىُّ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا ذَكَرَ دَاوُدَ تَحَدَّثَ عَنْهُ بِقَوْلِهِ كَانَ أعْبَدَ البَشَرِ. أخرجه الترمذي .

1. (1867)- Ebû’d-Derdâ (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Hz. Dâvud (aleyhisselâm)’un duâları arasında şu da vardır: “Allâh’ım! Senden sevgini ve seni sevenlerin sevgisini ve senin sevgine beni ulaştıracak ameli taleb ediyorum. Allâh’ım! Senin sevgini nefsimden, âilemden, malımdan, soğuk sudan daha sevgili kıl.”

Ebû’d-Derdâ der ki: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) Hz. Dâvud’u zikredince, onu “insanların en âbidi (yani çok ve en ihlaslı ibadet yapanı)” olarak tavsif ederdi.” [59]Tirmizî, Da’avât 74, (3485).

 

SEBEBE VE VAKTE BAGLI OLMAYAN DUÂLAR

عن أبى هريرة رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) يَقُولُ فِى دُعَائِهِ: أَللّٰهُمَّ  أصْلِحْ لِى دِينِى الَّذِي هُوَ عِصْمَةُ أمْرِِى، وَأصْلِحْ لِى دُنْيَاىَ الَّتِى فِيهَا مَعَاشِى، وَأصْلِحْ لِى آخِرَتِى الَّتِى فِيها مَعَادِى، وَاجْعَلِ الْحَيَاةَ زِيَادَةً لِى فِى كُلِّ خَيْرٍ، وَاجْعَلِ المَوْتَ رَاحَةً لِى مِنْ كُلِّ شَرٍّ. أخرجه مسلم .

1. (1870)- Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) duâ ederken şunu söylerdi: “Allâh’ım, dinimi doğru kıl, o benim işlerimin ismetidir. Dünyamı da doğru kıl, hayatım onda geçmektedir. Ahiretimi de doğru kıl, dönüşüm orayadır. Hayatı benim için her hayırda artma (vesilesi) kıl. Ölümü de her çeşit şerden (kurtularak) rahat(a kavuşma) kıl.” Müslim, Zikr 71, (2720).

 

وعن أنس رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كَانَ أكْثَرُ دُعَاءِ النَّبىِّ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) أَللّٰهُمَّ  آتِنَا  فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً، وَفِى الآخرَةِ حسَنَة، وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ. أخرجه الشيخان وأبو داود .

2. (1871)- Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh’ın duâsının çoğu: “Allâhümme âtina fi’ddünya haseneten ve fi’l-âhireti haseneten ve kınâ azâbe’nnâr. (Allâh’ım bize dünyada da bir hayır, âhirette de bir hayır ver, bizi cehennem azâbından koru” idi.” Buhârî, Daavât 55, Tefsir, Bakara 36; Müslim, Zikr 26, (2690; Ebû Dâvud, Salât 381, (1519).

 

وعنه رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ النَّبىُّ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم): مَنْ سَألَ اللّٰهَ الجَنَّةَ ثََثَ مَرَّاتٍ. قَالَتِ الجَنَّةُ: أَللّٰهُمَّ  أدْخِلْهُ الجَنَّةَ، وَمَنِ اسْتَجَارَ بِاللّٰهِ ثََثَ مَرَّاتٍ مِنَ النَّارِ قَالَتِ النَّارُ: أَللّٰهُمَّ  أجِرْهُ مِنَ النَّارِ. أخرجه الترمذى والنسائى.

 

3. (1872)- Yine Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Kim cenneti üç kere isterse, cennet: “Allâh’ım onu cennete koy” der. Kim Allâh’dan üç sefer ateşe karşı koruma taleb ederse, cehennem: “Allâh’ım onu ateşten koru” der.” Tirmizî, Cennet 27, (2575); Nesâî, İsti’âze 56, (8, 279); İbn-u Mâce, Zühd 39, (4340).

 

وعن عليّ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ أنَّ مُكاتَبًا جَآءَهُ فَقَالَ: إِنِّى عَجَزْتُ عَنْ كِتَابَتِى فَأعِنِّى، فَقَالَ: أَ اُعَلِّمُكَ كَلِمَاتٍ عَلّمَنِيهِنَّ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) لَوْ كَانَ عَلَيْكَ مِثْلُ جَبَلِ صِيْرٍ دَيْنًا أدَّاهُ اللّٰهُ تَعَالى عَنْكَ. قَالَ قُلِ أَللّٰهُمَّ  اكْفِنِى بِحََلِكَ عَنْ حَرَامِكَ وَأغْنِنِى بِفَضْلِكَ عَمَّنْ سِوَاكَ. أخرجه الترمذي والنسائى.»صير« بصاد مهملة مكسورة، ثم مثناة من تحت ساكنة ثم راء: جبل لطيئ، وجبل على الساحل أيضًا بين عمان وسيراف، فأما جبل صبير: بباء موحدة بين الصاد، والمثناة، فإنما جاء فِى حديث معاذ .

4. (1873)- Hz. Ali (r.a.)’nin anlattığına göre, “Bir mükâteb ona gelerek: “Kitâbet borcumu ödemekten âciz kaldım, bana yardım et” dedi. Ona şu cevabı verdi: “Sana, Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’ın bana öğretmiş bulunduğu bir duâyı öğreteyim. (Onu okuduğun takdirde) Sıyr dağı kadar borcun da olsa, Allâh onu sana bedel öder. Şöyle diyeceksin: “Allâh’ım, yeterince helalinden vererek beni haramından koru. Lütfunla ver, başkasına muhtaç etme.” [60]Tirmizî, Daavât 121, (3558).

 

İSTİAZE

عن أنس رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كانَ النَّبىُّ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) يَقُولُ: أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أعُوذُ بِكَ مِنَ العَجْزِ، وَالْكَسَلِ، وَالْجُبْنِ، وَالْهَرَمِ، وَالْبُخْلِ، وَأعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ القَبْرِ، وَأعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ المَحْيَا وَالمَمَاتِ. أخرجه الخمسة .

1.(1874)-Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) şöyle istiâze ederlerdi: “Allâh’ım! Aczden, tembellikten, korkaklıktan, düşkünlük derecesine varan ihtiyarlıktan, cimrilikten sana sığınırım. Keza, kabir azâbından sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım.” [61]Buhâri, Da’avât 38, 40, 42, Cihâd 25; Müslim, Zikr 52, (2706); Tirmizî, Da’avât 71, (3480, 3481); Ebû Dâvud, Salât 367, (1540, 1541); Hurûf 1, (3972); Nesâî, İstiâze 6, (8, 257, 258).

 

وعنه رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كَانَ النَّبىُّ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) يَقُولُ: أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أعُوذُ بِكَ مِنَ الجُذَامِ وَالْبَرَصِ وَالجُنُونِ، وَمِنْ سَيِّئِ الأسْقَامِ. أخرجه أبو داود والنسائى .

2. (1875)-Yine Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) şu duâyı okurlardı: “Allâh’ım! Cüzzâmdan, barastan (alaten), delilikten ve hastalıkların kötüsünden sana sığınırım.”[62]Ebû Dâvud, Salât 367, (1554); Nesâî, İstiâze 36, (8, 271).

وعن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) يَقُولُ: أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أعُوذُ بِكَ مِنْ قَلْبٍ َ يَخْشَعُ، وَمِنْ دُعَاءٍ َ يُسْمَعُ، وَمِنْ نَفْسٍ َ تَشْبَعُ، وَمِنْ عِلْمٍ َ يَنْفَعُ، أعُوذُ بِكَ مِنْ هؤَءِ الأرْبَعِ. أخرجه الترمذي والنسائى .

3. (1876)-Abdullah İbn-u Amr İbni’l-As (r.anhümâ) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) şu duâyı okurlardı: “Allâh’ım, huşû duymaz bir kalbten sana sığınırım, dinlenmeyen bir duâdan sana sığınırım, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden, bu dört şeyden sana sığınırım.”[63] Tirmizî, Da’avât 69, (3478); Nesâî, İstiâze 2, (8, 255).

وعنه رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ:  كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) يَقُولُ: أَللّٰهُمَّ  إِنِّى أعُوذُ بِكَ مِنَ الشِّقَاقِ وَالنِّفَاقِ، وَسُوءِ الأخَْقِ. أخرجه أبو داود والنسائى .

5. (1878)-Yine Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) şöyle duâ ederdi: “Allâh’ım, şikak ve nifaktan ve kötü ahlâktan sana sığınırım.”[64] Ebû Dâvud, Salât 367, (1546); Nesâî, İstiâze 21, (8, 264).

Bir rivâyette şöyle denmiştir: “Allâhm! Açlıktan sana sığınırım, çünkü o pek fena yatak arkadaşıdır. Hıyânetten de sana sığınırım, çünkü o ne kötü huydur.”

 




[1] Âl-i İmrân Sûresi 3/1,2, Kütüb-i Sitte 6/556 (Ebû Dâvud, Salât 358, (1496); Tirmizî Daavât 65, (3472)
N Kayyûm, “Varlığı kendinden,  kendi kendine yeterli,  yarattıklarına hâkim ve onları koruyup gözeten” demektir.
[2] İstiftah: Açış yapma.
[3] Kütüb-i Sitte 7/15 (Buhârî, Ezân 89; Müslim, Mesâcid 147, (598); Ebû Dâvud, Salât 123, (781); Nesâî, İftitâh 15, (2, 128, 129)
[4] Kütüb-i Sitte 7/19 (Nesâî, İftitâh 16, (2, 129)
[5] Hanîf: Dinde ihlâslı, başka dinlerden tamamiyle yüz çevirmiş, Hakk'a taraftar gibi manalara gelir. Ayrıca Harîf, Hz. İbrahim'in dinine mensup demektir. Müslüman da “Hakk'a teslim olmuş” demektir.
[6] Kütüb-i Sitte 7/20 (Nesâî, İftitâh 17, (2, 131)
[7] Kütüb-i Sitte 7/20 (Tirmîzî, Salat  179, (243); Ebû Dâvud, Salat 122, (776); İbn-u Mâce, İkâmeti’s-Salat 1, (804)
[8] Kütüb-i Sitte 7/ 24 (Müslim, Salât 216, (483); Ebû Dâvud, Salât 152, (878)
[9] Nasr Sûresi 110/3
[10] Kütüb-i Sitte 7/25 (Buhârî, Ezân 123, 139, Meğâzî 50, Tefsîr, İzâcâe nasrullahi ve’l-Feth; Müslim, Salât 217, (484); Ebû Dâvud, Salât 152, (877); Nesâî, İftitâh 153, (2, 219)
[11] Kütüb-i Sitte 7/25
[12] Kütüb-i Sitte 7/30 (Nesâî, İftitâh 104, (2, 192). Bu rivâyet Müslim’de gelen uzun bir rivayetin bir parçasıdır (Salâtu’l-Müsâfirîn) 201, (771)
N Tezellül:Zillete katlanmak, aşağılanmak.
[13] Kütüb-i Sitte 7/31 (Ebû Dâvud, Salât 145, (850); Tirmizî, Salât 211, (284); İbn-u Mâce, Salât 23, (898)
[14] Kütüb-i Sitte 7/32 (Müslim, Salâtul-Müsâfirîn 201, (771), Tirmizî, Daavât 32, (3417, 3418, 3419); Ebû Dâvud, Salât 121, (760); Nesâî, İftitâh 17, (2, 130)
[15] Kütüb-i Sitte 7/30-33 (Buhârî, Sıfâtu’s-Salât 149, Daavât 17, Tevhîd 9; Müslim, Zikr 48, (2705); Tirmizî, Daavât 98, (3521); Nesâî, Sehiv 58, (3, 53)
[16] Kütüb-i Sitte 7/35 (Ebû Dâvud, Salât 184, (984)
[17] Sübhânellâh: Allâh-u Teâlâ’nın kemâl sıfatlarla muttasıf, noksan sıfatlardan münezzeh olmasıdır. Hadis-i Şerif’in metninde ise: ‘Zât münezzehtir’ diye ifade edilmiştir.
[18] Kütüb-i Sitte 7/37-39 (Tirmizî, Daavât 30, (3415)
[19] Kütüb-i Sitte 7/41 (Müslim, Mesâcid 135, (591); Tirmizî, Salât 224, (300); Ebû Dâvud, Salât 360 (1513); Nesâî, Sehv 80, (3, 68)
[20] Kütüb-i Sitte 7/45 Buhârî, Teheccüt 1, Daavât 10, Tevhîd 8, 24, 35; Müslim, Salâtu’l-Müsâfirin 199, (769); Muvatta, Kur’ân 34, (1, 215, 216); Tirmizî, Daavât 29, (3414); Ebû Dâvud, Salât 121, (771); Nesâî, Kıyâmu’l-Leyl 9, (3, 209, 210)
[21] Kütüb-i Sitte 7/48 (Ebû Dâvud, Edeb 110, (5073)
[22] Kütüb-i Sitte 7/52 (Buhârî, Daavat 7, 8, 16, Tevhid 13; Tirmizî, Daavât 29, (3413); Ebû Dâvud, Edeb 177, (5049)
[23] İkab: Ceza, cezalandırma.
[24] Melce: Sığınacak yer, halas olacak, kurtulacak yer.
[25] Kütüb-i Sitte 7/53 (Buhârî, Daavât 7,9; Tevhid 34; Müslim, Zikr 56, (2710);Tirmizî, Daavât 76, (3391); Ebû Dâvud, Edeb 107, (5046, 5047, 5048)
[26] Kütüb-i Sitte 7/53-55 (Ebû Dâvud, Edeb 108, (5061)
[27] Kütüb-i Sitte 7/53-55 (Ebû Dâvud, Ebed 107, (5052)
[28] Kütüb-i Sitte 7/57-58 (Tirmizî, Daavât 34, (3422); Ebû Dâvud, Edeb 112, (5095); Nesâî, İstiâze (8,268)
[29] Kütüb-i Sitte 7/57,58 (Ebû Dâvud, Edeb, 112, (5096)
[30] Kütüb-i Sitte 7/59 (Tirmizî, Daavât 39, (2329)
[31] Kütüb-i Sitte 7/59,60 (Tirmizî. Daavât 73, (3497)
[32] Kütüb-i Sitte, 7/128,129 (Tirmizî, Daavât 36.)
[33] Kütüb-i Sitte, 7/35 (Ebû Dâvud, Salât 184.)
[34] Kütüb-i Sitte 7/62 (Muvatta, İsti’zân 34, (2, 977)
[35] Kütüb-i Sitte 7/64 (Tirmizî, Daavât 47, (3441)
[36] Enbiya Suresi 21/87’den
[37] Kütüb-i Sitte 7/67 (Tirmizî, Daavât 85. (3500)
[38] Tefsir kaynaklarında rivayet edildiğine göre:Yûnus peygamber kavminin baskılarına dayanamayıp aralarından kaçarak bir gemiye binmişti. Gemideki yolculardan bir kısmının atılması gerekti. Çekilen kur’a sonunda Yûnus da atılanlar arasında yer aldı.
[39] Yunus Suresi 37/139-148
[40] Kütüb-i Sitte 7/67,68
[41] Kütüb-i Sitte 7/68 (Buhârî, Daavât 27, Tevhîd 22, 23; Müslim, Zikr 83, (2730); Tirmizî, Daavât 40, (3431); İbn-u Mâce, Duâ 17, (3883)
[42] Kütüb-i Sitte 7/69 (Ebû Dâvud, Salât 367, (1555)
[43] Kütüb-i Sitte 7/70 (Tirmizî, Daavât 68, (3477); İbn-u Mâce, Duâ, 2 (3831)
[44] Kütüb-i Sitte 7/64-70 (Tirmizî Daavât 99, (3522)
[45] Kütüb-i Sitte 7/71 (Rezîn ilâvesi, (Hadis Mecmau’z Zevaîd’de (10,136) mevcuttur. Hâkim’in Müstedrek’inde de (1,509) kaydedilmiş.)
[46] Rûhu’l-Furkân, 3/295; (İbn-i Cerîr, Tehzibü’l-Asâr’da Eyyûbî’den nakletmiştir ki: Ebî Kilâbe, ona sıkıntı duâsını yazmış ve onu oğluna da öğretmesini emretmiştir. Sonra da, Âyete’l-Kürsî’yi ve Âmenerrasûli’yi okurdu.)
[47] Rûhu’l-Furkân, 3/522; (Hz. Îsâ –Aleyhi’s-Selâm – ın hastalara, kötürümlere, körlere ve delilere okuduğu duâdır. Vehb (Rahımehüllâh)’ın buyurduğuna göre bu duâ deliye ve korkan kişilere okunulsa veyâ yazılıp suyu içirilse inşâallâh şifâ verir.)
[48] Rûhu’l-Furkân, 3/522; (Hz. Îsâ –Aleyhi’s-Selâm – ın hastalara, kötürümlere, körlere ve delilere okuduğu duâdır. Vehb (Rahımehüllâh)’ın buyurduğuna göre bu duâ deliye ve korkan kişilere okunulsa veyâ yazılıp suyu içirilse inşâallâh şifâ verir.)
[49] Kütüb-i Sitte 7/73-76 (Tirmizî, Daavât 125, (3565) (Hadis sened yönüyle hasen olsa da, âlimler metin yönüyle şâz, garîp ve hattâ münker olduğunu söylemişlerdir.)
[50] Kütüb-i Sitte 7/76 Tirmizî, Daavât 22, (3404); Nesâî, Sehv 61.
[51] Kütüb-i Sitte 7/77 Ebû Dâvud, Libas 1, (4020); Tirmizî, Libâs 29, (1767)
[52] Kütüb-i Sitte 7/77-80
[53] Kütüb-i Sitte 7/81 Buhârî, Vudû 9, Da’avât 15; Müslim, Hayz 122, (375); Tirmizî, Tahâret 4, (5); Ebû Dâvud Tahâret 3, (4,5); Nesâî, Tahâret 18, (1, 20)
[54] Kütüb-i Sitte 7/85 Tirmizî, Daavât 52, (3447)
[55] Kütüb-i Sitte 7/88 Tirmizî, Daavât 51, (3446)
[56] Kütüb-i Sitte 7/89
[57] Kütüb-i Sitte 7/90
[58] Kütüb-i Sitte 7/91,92
[59] Kütüb-i Sitte 7/95
[60] Kütüb-i Sitte 7/100,101
[61] Kütüb-i Sitte 7/104
[62] Kütüb-i Sitte 7/106
[63] Kütüb-i Sitte 7/107
[64] Kütüb-i Sitte 7/110