28 Ocak 2016 Perşembe

ÖMER BİN ABDÜL'AZÎZ (R.A.) KİMDİR? (679-720) KISACA HAYATI-


ÖMER BİN ABDÜL'AZÎZ (R.A.) KİMDİR? (679-720) KISACA HAYATI

712 yılında Medine valiliğinden geri alındı. Ama bu sırada Ömer’in ünü bütün Müslüman Emevî ülkesine yayılmıştı. 717 de halife olan amcası oğlu Süleymân bin Abdülmelik vefat edince, Âlim Reca b. Hayran’ın desteği sayesinde halife seçildi. Abdülmelik’in oğulları Yezid ve Hişam tarafından buna itiraz edilmişse de halkın teveccühüyle bu is tamamlandı.

Kendi adının anıldığı hilafet fermanı okunduğunda Ömer:

Vallâhi, ben bu işi asla Allâh’tan istememiştim.

Ne var ki salih iradeler, onu böylesine tehlikeli anlar için seçmişti. 

Ömer: Büyük hukukçu Salimü’s-Sûddî’ye:

Hilafetim, seni sevindirdi mi, üzdü mü?” Sûddî:

İnsanların hesabına sevindim; ama senin payına da üzüldüm.” Ömer:

Nefsimin helakinden korkuyorum.” Sûddî:

Korkuyorsan çok iyi… Çünkü ben de korkmamandan endişeliydim.” Ömer:

Bana bir öğüt ver!” Sûddî:

Şunu unutma: Babamız Âdem, bir tek günah için cennetten çıkarıldı” dedi.

 

Konstantinopolis’in ikinci Arap Kuşatmasında Araplar başarılı olmamış ve kuşatmanın uzun sürmesi dolayısıyla ordunun beraberlerinde iaşe ve hayvan yemi yetişmemiştir. Bu nedenle Arap ordusu hem açlıktan hem de yem bulamadıkları için atlarını kesip yemek zorunda kalmışlardı.

 

O yıl halife olan Ömer, Ordu komutanı Mesleme’ye Konstantinopolis kuşatmasını kaldırıp bütün askerlerini Suriye’ye geri getirmesi emrini verdi. Savaştan ziyade barışı esas alan Ömer, bu tutumundan dolayı birçok kabilenin Müslüman olmasını sağladı. Halk tarafından sevilmeyen, halka zulmeden ve keyfî tasarrufta bulunan valileri değiştirip yerine yenilerini getirdi.

 

Tayinde en çok dikkate aldığı konu; ehliyet, ilim, takva ve Salih ameldi. O, devlete sadıkane hizmet verecek idarecilere görev verdi. Böylece hilafet müessesesi taze kanla takviye edilmiş ve dört halife devrindeki canlılığına kavuşmuştur.

 

Emevî ileri gelenleriyle Ömer arasında söyle bir tartışma geçer:

Ömer onların “Bize görev ver” tekliflerine, “İsterseniz her birinizi asker yapayım.” cevabını verir.

Emeviler: “Ne diye yapamayacağımız bir şeyi bize teklif ediyorsun?” diye söylenip, “Akraba değil miyiz? Bizim de bir hakkımız yok mu?” diye diretince Ömer: --- “Benim için bu konuda, sizinle en uzak bir Müslüman arasında hiçbir fark yoktur.” diyerek bu konuda tavrını koydu.

ÖMER B. ‘ABDÜ’L-’AZÎZ’İN SOSYAL SİYÂSETİ

Doç. Dr. Murtaza Köse[1]

 

Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’i zirvelere ulaştıran hususların başında, onun bir hamlede cismanî arzuları aşarak bedenin yerine ruhu, nefsin yerine gönlü yerleştirip her işinde Rasûlüllâh’ın yolunu ve Allâh’ın rızasını araştırması gelir.

 

İnsanlık; gerçek mânâda idarecilerini bulduğunda hak, adalet, huzur, güven, istikrar ve refah gibi insan fıtratının arzu ettiği kavramların pratik yansımaları hayatın her sahasında görülecektir. Bu kavramların işaret ettiği değerlerin sosyal siyâsetle hayata yansıtılması; fert ve toplumun maddî ve mânevî refahını artıracak ve böylece huzurlu bir toplum ortaya çıkacaktır.

"Sosyal siyâset", genel mânâda toplumun değişik sosyal kesimlerinde ortaya çıkan farklı içtimâî problemleri ortadan kaldırmayı, toplumun sosyal refahını temin etmeyi ve içtimâî huzuru yaygınlaştırmayı hedefler. Aynı zamanda bu kavram, insanların fıtratına ve benimsenen ahlâkî değerlere göre düzenlenen sosyal politikaların tamamını ifade eder.

 

İslâm; içtimâî hayatta sosyal adalet ve dayanışmanın gerçekleşebilmesi için gerekli her türlü hukukî, ahlâkî, sosyal, siyasî ve iktisadî prensipleri bütün açıklığıyla ortaya koymuş evrensel bir nizamdır. Bu nizamın kâmil mânâda en önemli tebliğ ve temsilcisi de Hz. Peygamber’dir (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem). Kaynaklarda İslâm âlimleri O’nun yaşadığı çağa, "Asrı Saadet" adını vermişlerdir.

 

Hz. Peygamber’in (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) ifade ettiği ve pratiğe koyduğu sistem, kaynağını vahiyden almıştır. Bu mânâda O’nun (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) sözleri ve uygulamalarının doğrudan ve dolaylı olarak Kur’ân-ı Kerîm’e dayandığı kabul edilmektedir. İçinde büyüdüğü toplumun fertlerini inançsızlıktan, sosyal adaletsizlikten kurtarma ve insan onuruna yakışır bir hayat seviyesine çıkarma gayreti Hz. Peygamber’in (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) hayatının gayesi olmuştur.

 

Hz. Peygamber’den (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) sonra Raşit halîfeler döneminde de İslâm’ın temel siyâseti uygulanmıştır. Emevî halîfeleri döneminde ise, İslâm coğrafyasının sınırları genişletilmiş olmasına rağmen, Raşit halîfeler dönemini aksettiren bir yönetim anlayışı neredeyse yok gibidir. Bu dönemde ortaya çıkan siyasî çekişmeler, idarecilerin keyfî uygulamaları, halkın yönetime karşı olan itaat ve sadakat duygularını zaafa uğratmıştır.

 

Bu sebeplerle Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz ve birkaç idareci hâriç tutulacak olursa Emevîler dönemi idarecilerinde adaletli bir yönetimi yansıtacak manzaraların ve idarî yönetimin olduğunu söylemek kaynaklar itibariyle oldukça zordur.

 

Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz kısa bir müddet halîfelik yapmış olmakla birlikte devrinin âdil idarecilerinden biridir. O üstün ahlâk ve sosyal sorumluluk şuuruna sahip bir devlet adamıydı.

 

O, İslâm’da ilk tecdîd ve değişim hareketini gerçekleştirmiştir; bununla birlikte onun dünya tarihinde ilk defa modern bir sosyal devletin temellerini attığını da söyleyebiliriz. Sosyal problemlerin çözümünde Kur’ân ve Sünnet’i esas almış; dört halîfe dönemindeki -özellikle dedesi Hz. Ömer’in 10 yılı aşkın idareciliğindeki- devlet yönetimi siyâsetini çok iyi analiz ederek, onlara uygun sosyal siyâsetler uygulamıştır.

 

O, İslâm’ın sosyal ahlâk ilkelerini devlet siyâsetine aktararak modern sosyal devletlerin hedeflediği sosyal barış, sosyal dayanışma, sosyal refah ve sosyal adaleti kısa bir zamanda sağlamıştır.

 

Bunu da kendi hayatından büyük fedakârlıklarda bulunarak İslâmî esaslara uygun sosyal siyâsetler aracılığı ile hayata geçirmiştir. Kendi dönemine kadar hantallaşmış devlet yapısını yeniden gözden geçirerek reform niteliğinde uygulamalar başlatmıştır. Devlet bütçesine ağır maliyetler getiren çalışmayan memurları çalışmaya teşvik ederek devlet bütçesini disipline etmeye çalışmıştır.

 

Ekonomik alanda, İslâm’ın özüne uygun düzenlemeler yaparak, daha önce haksız olarak ele geçirilmiştir. Bütün malları geri alarak Beytü’l-Mâl’e devretmiştir.[2]

 

Yüksek maaşlara kısıtlama getirmiş; böylece ekonomide kısa zamanda müspet neticeler alınmasına vesile olmuştur.[3]

 

Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’in sosyal siyâset adına ortaya koyduğu uygulamalar ileride izah edileceği üzere, bir yönüyle toplumda reform hareketi olarak telâkki edilebilir. O, kendinden önceki devlet başkanlarının yöneticilikteki eksikliklerini ve hatalarını çok iyi görebilen ve bunlardan ders çıkarabilen bir kamu yöneticisiydi. Medine vâlîliği döneminde, değişik merkezlerdeki meslektaşlarının hatalarını görmesi onun sosyal siyâseti daha gerçekçi yapabilmesine imkân hazırlamıştır.

 

a. Yolsuzluk ve Haksızlıkla Mücâdele Siyâseti Bir bilim dalı olarak sosyal siyâset, iktisadî faaliyetlerin, bazı sosyal kesimlerde doğurduğu maddî olumsuzlukları ve sosyal adaletsizliği gidermeyi hedef alan bir disiplindir. Aynı zamanda insanların fıtratına ve benimsenen ahlâkî değerlere göre düzenlenen sosyal siyâsetin bütünüdür.

 

Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz hem Medîne’de yedi yıl süreyle yaptığı vâlilik hem de daha sonra iki buçuk seneyi aşkın devlet başkanlığı döneminde, İslâm’ın insan ve toplum hayatından kaldırmayı temel hedef hâline getirdiği ilkeleri benimsemiştir.

 

Haksızlık ve yolsuzluklarla mücâdeleyi hayatının temel hedeflerinden biri olarak saymıştır. Bu konuda kendi yakın çevresinden başlayarak en uzak vilâyetlerdeki vâlîlerden, devlet memurlarına varıncaya kadar tavizsiz uygulamalarını yürürlüğe koymuştur.

 

O günün şartları ve imkânları dâhilinde yapılması gereken icraatları hiç kimse ve grubun tesiri altında kalmadan amme vicdanını rahatlatacak tarzda hemen yürürlüğe koymuştur. Devlet başkanı olarak adaletsizliği giderme ve halkla devlet yetkililerinin kaynaşması adına hukuka saygısı olmayan, keyfice hareket eden ve zâlimce uygulamalar yapan devlet memurlarına görevden el çektirmiştir.

 

Ayrıca insanlara haksız yere vergi koyan idarecileri görevden almıştır. Onlara gerekli cezayı tazminat veya hapis şeklinde uygulamıştır.[4]

 

Meselâ dönemin vâlîsi Abbâs b. Veli b. ‘Abdü’l-Melik zamanında haksız bir şekilde toprağı gasp edilen Humus’lu yaşlı bir zimmînin Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’e şikâyeti üzerine arâzisi hemen kendisine iâde edilmiştir.[5]

 

Onun devrinde, Arap milliyetçiliğinin ve kayırımcılığının yol açtığı her türlü ayırımcılığa son verilerek sosyal eşitliğin yaygınlaşması ve Arap olmayan kavimlerin de devlete bağlılığı sağlanmıştır. Bu çerçevede ülkede sosyal vatandaşlık ilkesi benimsenmiştir.

 

Kamu yöneticilerinden olan vâlî ve diğer yetkililerden haksızlık yapan, rüşvet alan ve bu tür yanlış işlere tenezzül eden memurları derhal görevden almıştır. Bunların yerine ilmî yeterlilikleri belli seviyede olan ehliyetli dindar, duyarlı ve hakka azamî riayet etmeye çalışan memurlar vâlî, hâkim ve idareci olarak atamıştır.

 

O, yönetimi esnasında ehil olmayan Irak Vâlîsi Yezid bin Mühelleb’i görevden alarak hapse attırmış ve yerine Adiy b. Erta’ı tayin etmiştir. Mısır emiri Abdülmelik b. Ebî Veda’yı azledip yerine Eyyüb b. Şurahbili tayin etmiştir.[6]

 

Kufe hâkimliğine Âmir b. Şurahil eş-Şa’bî, Basra hâkimliğine ise Hasanü’l-Basrî’yi atamıştır.[7]

 

Hilafetinin ilk günlerinde Horasan’a tayin ettiği genel vâlî Cerrah bin Abdülhakemî’ye daha önce vâlî olan ve yolsuzluk yapan vâlîleri yakalatması ve hapse attırmasını emretmiş ve o da bunu aynen yerine getirmiştir.[8]

 

Halîfe kendi akrabalarından bile olsa, haksız kazanç elde edenlerin ellerinde bulundurdukları mallarına el koymuş ve bu kararlara uymayanları da tutuklatmıştır.

 

Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz liyakat ve ehliyet esasına dayanan bir uygulamayla yeni tayin ettiği vâlî ve hâkimler sayesinde ayrımcılığı ortadan kaldırmakla başta Berberîler olmak üzere birçok kavmin İslâmiyet’e girmesine vesile olmuştur; hattâ onun halîfeliği zamanında Türklerden de İslâmiyet’i kabul edenler olmuştur.[9]

 

b. Fakirlik ve Yoksullukla Alâkalı Sosyal Siyâseti Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz devrinde sosyo-ekonomik yönden zayıf insanların sosyal ve ekonomik durumlarını sürekli olarak iyileştirmek, onları kalkındırmak devletin en önemli uygulamaları arasında olmuştur. Bu bağlamda halîfe, yönetimi altındaki vâlîlere tâlimatlar vererek halktan ihtiyaç sahiplerinin tespit edilmesi ve onlara gerekli maddî yardımların yapılarak devlet imkânlarından istifade ettirilmesinin önemli bir vazife telâkki edilmesi gerektiğini vurgulamıştır.[10]

 

O, ülke içinde ihtiyaç sahibi bir insanın kalmaması için tâlimatlar vermiştir. Buna bağlı olarak yetim, dul, engelli, yaşlı vb. durumda olan insanları tespit ettirerek, kendilerine ayni veya nakdi destekler sağlamıştır.

 

O, Irak Vâlîsi Abdülhamid b. Abdurrahman’a yazdığı bir mektupta; "Sefahat ve israf yolları dışında borçlu düşen ne kadar kimse varsa onların borçlarını ödenmesini emretmiştir.

 

Mehir imkânı olmayıp da evlenemeyen bekârların evlendirilmesi, zimmet ehlinden olup da mâlî durumu zayıflamış ne kadar kimse varsa arâzisini işleyebilecek kadar kendilerine ödünç para verilmesi gibi birçok yardım çeşidinin yerine getirilmesini emretmiştir."[11]

 

Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz, vâlîlerinden Adiy b. Erta’ya yazdığı mektubunda şunları ifade etmiştir: "Allâh Teâlâ cizyenin ancak İslâm’ı kabul etmeyen ve haddi aşarak küfrü tercih eden böylelikle de açık bir ziyanda olan kimseden alınmasını emir buyurmuştur.

 

Sen de cizyeyi ödeme gücü olana emret. Ehl-i zimmetin varlıklı olmasına imkân ver ki, yerin imar edilmesinde katkıları olsun. Çünkü bu Müslümanların hayat seviyelerinin iyileşmesine vesile olacak ve düşmanlarına karşı kendilerine güç verecektir.

 

Etrafını gözet, ehl-i zimmetten olup da ihtiyarlamış, gücü kalmamış ve geçim yolları tıkanmış kimselere devlet hazinesinden kendisine yetecek kadar maaş bağla. Nitekim Müslümanlardan bir adamın bir kölesi olup da bu köle yaşlanır, gücü zayıflar ve geçim imkânları ortadan kalkarsa, efendisi onu ölünceye veya azat edinceye kadar geçindirmekle yükümlüdür.

 

Zîrâ bana nakledildi ki, Hz. Ömer kapı-kapı dolaşarak insanlardan dilenen zimmî bir ihtiyara rastladığında ona şöyle dedi: ‘İnsaf mıdır ki gençliğinde senden cizye almışken şimdi seni zaruretle baş başa bırakalım.’ Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz devamla Hz. Ömer’in daha sonra bu zimmîye maaş bağladığını ifade etmiştir."

 

Velid b. Raşid’den nakledildiğine göre halîfe halkına ücret konusunda eşit davranıp mevâlî ve Arap diye ayırım yapmaz, maaş artırımlarını da eşit oranda yapardı.[12]

 

Onun halîfeliği döneminde birçok varlıklı insan fakirlere verilmesi maksadıyla çok miktarda malla Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’in makamına geliyor; ancak mallarıyla geri dönmek zorunda kalıyordu. Zîrâ devlet başkanı olan Ömer, fakir insanları zenginleştirerek onları maddeten refaha kavuşturmuştu.[13]

 

Halîfe her gün kendi malından bir dirhemi ayırarak fakir insanlarla beraber yemek yerdi; bazen de zimmîlerin yanına gelir, onlar da Ömer’e yemek takdim ederlerdi. Halîfe de onlara daha fazlasıyla karşılık verir, onlarla yemek yerdi.[14]

 

Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’in devlet başkanlığı döneminde zekât verilecek kimse kalmamış, herkes insan onuruna yakışır bir hayat sürdürme seviyesine ulaşmıştır. Bu dönem, Hz. Peygamber’in (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) zekât verecek kimseler bulamayacaksınız dediği devirdir.

 

Efendimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) bu hususu şu ifadelerle dile getirmiştir: "Bir gün elinizde zekâtla dolaşacaksınız; fakat verecek kimse bulamayacaksınız."[15]

 

Aynı konuda Ebu Mûsa’dan bir rivâyette Allâh Rasûlü (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bir zaman gelecek, bir kimse altından olan zekâ­tını (diyar diyar) dolaştıracak, onu alacak hiçbir kimse bulamayacak…" Başka bir hadîste de Efendimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Mal çoğalıp, taşmadıkça, kıyamet kopmayacaktır; o derecede ki, bir adam malının zekâtını çıkaracak; fakat onu kabul edecek kimse bulamayacak; hattâ Arabistan, çayırlıklara ve nehirler akan yerlere dönecektir."[16]

 

Yahya b. Said’in rivâyetinde şu ifadeler yer almaktadır: "Bir seferinde Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz beni sadakaları toplamak ve sahiplerine vermek için Afrika’ya gönderdi. Zekâtı topladık, onları vermek için fakirleri aradık; fakat verecek fakir kimse bulamadık, ayrıca başka isteyen kimseler de çıkmadı; çünkü Ömer onları zenginleştirmişti, onun yerine o paralarla köle satın alıp azat ettik."[17]

 

Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz zekât vermeye gidilen yerlerde zekât verilecek kişinin kalmadığı bilgisi kendisine ulaşınca vâlîlere o mallarla köle satın alıp âzât etmelerini emretmiştir.[18]

 

Onun döneminde zekâta muhtaç kimse kalmamış olmakla birlikte, eskiden fakir olan kimseler kısa zaman sonra zekât verecek hâle gelmiştir.[19]

 

Halîfe kendinden önceki vâlîlerin haksız uygulamaları neticesinde maddeten zarar görmüş kişilerin zararlarını, müslim veya gayrimüslim ayrımı gözetmeden tazmin ettirmiştir. Bir gün Şam ahalisinden birisi ordunun tarlasından geçerek ürününü yok ettiğini ve maddi zararının olduğunu söylemesi üzerine, kendisine devlet tarafından 10 bin dirhem verilerek zararı tazmin edilmiştir.

 

Halîfe zalim vâlîlerin yanlış uygulamalarından zarar görmüş Kûfe halkının zararlarını gidererek, orada yaşayan müslim-gayrimüslim bütün insanlara adaletle davranılması, özellikle ehl-i zimmetin kalkındırılması için onlara maddî yardım edilmesi gerektiğini zamanın vâlîsine emretmiştir.[20]

 

Halîfe, idarecilerine halkın temel ihtiyaçları olan ev, hizmetçi, binek ev eşyasına sahip olmalarına bakılmaksızın onların borçlu oldukları takdirde borçlarının ödenmesi konusunda yardımcı olunmasını belirtmiştir.[21]

 

Fertune Sevdâ isimli fakir bir kadın, halîfeye gönderdiği mektupta, evinin bahçesinin duvarlarının alçak olması sebebiyle tavuklarının çalındığını belirtmesi üzerine Ömer, o bölgenin idarecisi Eyyûb b. Şurahbîl’e mektup yazar ve kadının evinin duvarlarının yapılmasını emreder.[22]

 

Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz; sosyal devletin yapması gereken; ancak son birkaç asırdır hükümetlerin yıllarca tartışarak uygulamaya koydukları küçük çocuklara yapılacak devlet yardımlarını kendi zamanında yürürlüğe koymuş ve her çocuğa -sütten kesilmiş olsun veya olmasın- Beytü’l-Mâl’dan tahsisat ayırmıştır.[23]

 

c. Sosyal Hizmetler ve Eğitim Siyâseti Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz ülke insanlarının eğitilmesi adına önemli bir kamu hizmeti olarak muallim ve irşat ekipleri oluşturmuştur. Bu hizmetle devletin en ücra yerlerinde yaşayan insanların irşadını hedeflemiştir. Halîfe bu siyâsetiyle hiçbir kimsenin eğitim ve öğretim hakkından mahrum bırakılamayacağını ortaya koymuştur.

 

Kırsal kesimde yaşayan insanları eğitmek maksadıyla Yezid b. Ebi Mâlik ve Hâris b. Yemced’i görevlendirmiştir. Muallimlerin geçimlerini sağlamak maksadıyla onlara devlet bütçesinden maaş bağlatmıştır. İlim adamlarının sıkıntı çekmeleri söz konusu olunca her birine 100 dirhem maaş bağlanmasını istemiştir.[24]

 

Aynı zamanda bu kişilere zaman zaman hazineden erzak tahsisatında da bulunulmasını emretmiştir.[25]

 

Halîfe Mısır’a baş-kadı olarak tayin ettiği Yezid b. Ebî Habib’in burada hâkimlikle beraber öğretmenlik yapmasını da söylemiştir.[26]

 

Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz altyapı hizmetlerine de önem vermiştir. İçme suyu ihtiyacının karşılanması ve tarlaların sulanması maksadıyla kanallar yaptırmıştır.[27]

 

Halîfe, hac döneminde Müslümanların ibadetlerini rahat yapabilmeleri adına hacıların mesken problemlerini çözmüştür. Bunu bir amme hizmeti olarak değerlendirmiş; o dönemde Mekke’de bulunan evlerin kiraya verilmesinin câiz olmadığına hükmederek[28] bu icraatını Hz. Ömer zamanındaki bir uygulamaya dayandırmıştır.[29]

 

Kamu yöneticilerinin en önemli görevlerinden biri de, belediyecilik ve imar işlerinin denetlenmesidir. Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’in döneminde yerleşim yerlerinin, sokak ve caddelerin temizliğine dikkat edilmiş; yolculara ve şehirlerarası yollarda ticaret yapan tüccarlara ücretsiz konaklama imkânları sunulmuştur. Şehir merkezlerinde fakirler için aşevleri inşa ettirilmiş; imkânı olmayan insanlara hayatını rahat bir şekilde devam ettirecek şekilde ev eşyaları temin edilmiştir.[30]

 

Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’in sosyal hizmet adına yaptığı icraatlardan biri de Medine’ye vâlî olduğunda Hz. Peygamber’in (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) mescidini genişletmek olmuştur.[31]

 

Kendisine Nil nehri kıyılarına dikilen ağaçlar sebebiyle gemi ve kayıkların kenara çekilmesinde zorluklar yaşandığının bildirilmesi üzerine, Mısır vâlîsine mektup yazmış ve bu durumun düzeltilmesini emretmiştir.[32]

 

Vâlîler sadece hukuk kurallarının uygulanmasıyla değil aynı zamanda yöresel ihtiyaçların belirlenmesi ve onlara giderilmesiyle de yükümlüdürler. Bu çerçevede Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz vâlîlere gönderdiği genelgelerde belde halkının ahvâlînin sorulmasını, orada yaşayan insanların durumlarından haberdar olunmasını istemiştir. Halîfe; piyasada mal-fiyat dengelerinin araştırılması, yolda kalanların ihtiyaçlarının giderilmesi, haksızlıkların ortadan kaldırılması hususunda da vâlîlerine sık sık mektuplar yazmıştır.[33]

 

Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’in en büyük hizmetlerinden biri de Hz. Peygamber’in (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) hadîslerinin toplanması konusunda yaptırdığı çalışmadır. Devlet başkanı, bidat ve hurafelerin yayıldığına ve Sünnet’in terk edilip unutulmaya başlandığına şahit olmaktaydı. Bu sebeple hadîslerin derlenip toplanması konusunda vâlîlere emirler verdi. Hadislerin devlet imkânlarıyla toplanma faaliyeti de bu vesileyle Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’e nasip olmuştur.[34]

 

Günümüzde mahkûmlara tanınan birçok hak ve imkânın ilk temelleri Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz devrinde atılmıştır. Mahkûmların insan olma şeref ve haysiyeti öne çıkarılarak, onlara insanca davranma konusunda genelgeler yayımlanmıştır. Onların ibadet etme hürriyetlerine imkân verecek kolaylıklar sağlanmıştır. İbadetlerini sağlıklı bir şekilde ayakta ifa edemeyecek olanların mahkûmiyetlerine son verilmiştir. Mahkûmlara yazlık ve kışlık kıyafetlerin verilmesi sağlanmıştır.[35]

 

Bu devirde halîfe yetim çocukların mallarına bakma görevini hâkimlere vermiştir. Dolayısıyla hâkimler yetimlerin kanunî velisiydi. Hâkimlere verdiği bir başka görev de, yetimlerin mallarının kayıt altına alınarak tescil edilmesiydi.[36]

 

Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz muhtemel savaşların mutlaka şehir merkezleri dışında yapılmasını emretmiştir. Böylelikle sivil halkın hangi inanç ve kültüre sahip olduklarına bakılmaksızın zarar görmesini engellemiştir.[37]

 

Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’in en önemli icraatlarından biri de, daha önceki Emevî idaresindeki ülkelerde Cuma hutbelerinde Hz. Ali’ye lânet okuma âdetini kaldırmasıdır.

 

Cuma hutbelerinde; "Allâh adaleti, hattâ adaletten de fazla olarak ihsanı, en güzel davranışı ve muhtaç oldukları şeyleri yakınlara vermeyi emreder. Hayâsızlığı, çirkin işleri, zulüm ve tecavüzü yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir."[38] Mealindeki âyetinin okunmasını emretmiştir.[39]

 

d. Azınlık Hakları ve Fikir Hürriyeti Konusunda Sosyal Siyâseti Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’in hilafeti döneminde ülke sınırları içerisinde bulunan farklı grupların (Müslümanlar, köleler, zimmîler, haricîler), belirli hukukî statüye tabi olarak bir toplum oluşturdukları vakıadır. Bu sosyal yapının ahenginin korunmasında, devlet başkanının etkin bir sosyal siyâset uygulaması, meydana gelebilecek önemli sorunları asgariye indirmiştir.

 

Bu vesileyle toplumda çeşitli sınıf ve grupların bütünleşmesi, halîfenin akıllı siyâsetiyle sağlanmış olmaktadır. Halîfe, kargaşayı önlemek için farklı siyasî, dinî ve sosyal gruplarla diyaloga geçerek ihtilâflı konuların fikri zeminde tartışılmasına izin vermiştir.

 

Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz farklı kanaate sahip insanlara kan dökmeme, fesat çıkarmama ve onları tahrik etmeme şartıyla müsamahalı davranarak kendi ifadesiyle "hastayı ilâçla tedavi imkânı varsa, cerrahî yolla müdahale etmeme" prensibini tercih etmiştir.[40]

 

Halîfe, vâlîlerine idareleri altında yaşayan başka din mensuplarının ibadethanelerini yıktırmamalarını emretmiş;[41] böylelikle onların ibadetlerini hür şekilde yapabilmelerine ve vakıf kurabilmelerine imkân sağlamıştır.[42]

 

Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz, iç barış adına farklı fikir gruplarını -özellikle haricîler ve kaderîler- ilmî münazaralarla ikna siyâsetini tercih etmiştir. Vâlîlerine de bu şekilde hareket etmeleri talimatını vermiştir. Bu dönemde bu tür gruplara mevcut yönetime karşı fiilî tavır almadıkça, kan dökmeye yönelik faaliyetlere girişilmemiş; insanlar arasında fesat çıkarmadıkça, bu gruplara esnek davranılması gerektiği devlet siyâseti olarak tercih edilmiştir.[43]

 

e. Kamu Mallarını Koruma ve İsraf Karşısındaki Siyâseti Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz kamu mallarını koruma, harcama kalemlerinde tasarruf, saray masraflarını azaltma konusunda hem ailesine hem de vâlîlerine sık sık nasihatlerde bulunmuştur.[44]

 

Halîfe özel işleriyle kamuya ait işlerini birbirinden ayırmış; devlet malını hiçbir zaman şahsına ait işlerde kullanmamıştır. Devlete ait işler için kendine tahsis edilen bineklere binmemiş; bunların satılıp gelirlerinin Beytü’l-Mâla konulmasını emretmiştir.[45]

 

Özel işlerinde kendine ait kandil ve mumları; devlet işlerinde de kamu malı olan kandil ve mumları kullanırdı. Resmî yazışma evraklarının kullanımında da aynı hassasiyeti gösterirdi.

 

Lüzumsuz kırtasiyecilikten uzak durulmasını, daha iktisatlı olması bakımından vâlîlerin yazışmalarında ince uçlu kalem kullanılmasını emretmiştir.[46]

 

Aile fertlerinin de aynı hassasiyetle hareket etmesini tavsiye ederdi. Erkek evlatlarından birinin değerli bir yüzük satın aldığını öğrendiğinde, oğluna onu hemen satmasını, daha ucuz bir yüzük almasını, artan parayla da aç insanları doyurmasını söylemiştir.[47]

 

Kendisinin ve ailesini nafakası için aylık 60 dirhem alırken, vâlîlerine takdir ettiği maaş, kaynaklara göre 300 dinardı.[48]

Halk tarafından kendisine bu husus sorulduğunda o: "Ben onları yanlış işlere tevessül edip haksız kazanç elde etmelerinden müstağni kılmak istediğim için bu şekilde bir takdirde bulundum." demiştir.[49]

 

f. Kamu İdarecilerinin Görev ve Sorumluluklarıyla İlgili Siyâseti Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’in sosyal barış ve adaletin temini için yaptığı çalışmalar kısa zamanda sonuç vermiş, bütün bu gayretler halk tarafından takdirle karşılanmıştır.

 

Halîfe tarafından azınlıklara "Sizin lehinize olan bizim de lehimize, sizin aleyhinize olan bizin de aleyhimizedir." şeklinde garanti verilmesi, onları bir güven ve emniyet şeridine almıştır. Halîfe, devlet memurlarına halkın işlerine nezaret ederken hassas olmaları gerektiğini salık vermiş ve onlardan herhangi bir maddî karşılık almamalarını emretmiştir.

 

Amr b. el-Mühâcir’in rivâyetine göre; bir gün bir adam, Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’e hediye olarak elma getirir ve Allâh Rasûlü’nün (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) kendisine gelen hediyeyi yediğini hatırlatır. Bunun üzerine Halîfe: "Vay senin hâline! Allâh Rasûlü’ne (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) hediye edilen şey o gün hediyedir, bugün ise bu hediye bize rüşvettir." diyerek hediyeyi reddeder.[50]

 

Halîfe, vâlîlerin ve imamların görevde bulundukları sürece ticaretle meşgul olmamalarını istemiş; zîrâ bu tür bir meşgale sebebiyle görevlerini ihmal edebileceklerini ve halkın nazarında kendilerini töhmet altında bırakabileceklerini ifade etmiştir.[51]

 

Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz, ceza hukuku alanında, insanların suç işleyip işlemediklerinin tam tespitinin yapılması hususunda, görevli devlet memurlarına ciddi talimatlar vermiş; haksız yere insanların hapse atılmalarını önlemeye çalışmıştır. İnsanların suç işleyip işlemediklerinin netleşmediği müşkil hâllerde de davaların kendisine havale edilmesini istemiştir.[52]

 

DEVLET ADAMLIGINA TİPİK ÖRNEK


 

Emîru’l-Mü’minîn Ömer b. ‘Abdü’l-‘Azîz vefat edince, ondan sonra Yezid b. Abdülmelik halife oldu. Hanedandan biri gelerek:

 

“Ey mü’minlerin Emiri Yezid! Su müraî adam (Ömer b. Abdülaziz) Mü’minlere ihanet etti. Gücünün yettiği kadar cevher ve inciyi evinin iki odasına doldurup kilitledi.” dedi. Bunun üzerine Yezid, Ömer’in hanimi olan kız kardeşine haber göndererek çağırttı ve:

 

“Bana, Ömer’in kilitli iki odaya cevher ve incilerini doldurup bıraktığına dair haber geldi. Dedi. Bunun üzerine Fatıma:

 

“Kardeşim, Ömer su bohçanın içindekinden başka ne bir tüy, ne de bir yele bıraktı.” dedi. Yezid bohçayı açtı. İçinde yamalı ve kalın bir entari, bir aba ve zayıf astarlı kalın bir cübbe buldu... Bana bunları değil, kilitli iki odanın anahtarını verin denmesi üzerine Fatima:

 

“Mü’minlerin Emirinin ölümüyle bana musibet veren Allâh’a yemin ederim ki, o halife olalı onun istemediğini bildiğim için, o iki odaya hiç girmedim. Şunlar oranın anahtarıdır. Gel, aç ve içindekilerini Beytü’l Mal’e naklet.”

 

Yezid ve şikâyetçi Ömer b. Velid gidip eve girdiler; odalardan birini açtılar, baktılar ki deriden bir sandalye, yanında serilmiş dört çömlek ve bir de testi buldular. Bunun üzerine şikâyetçi “Estagfirullâh” dedi. Sonra ikinci odayı açtılar. Baktılar ki çakıllarla serilmiş bir mescid ve tavanında da asılmış bir zincir vardı. O zincirde de boynuna geçecek kadar bir halka vardı... Orada kilitli bir sandık buldular, açtılar. Onda bir sepet vardı, sepette bir cübbe ile bir yün elbise vardı. Yezid ve yanındaki ağlayarak söyle dedi:

 

“Ey kardeşim, Allâh sana rahmet eylesin. Muhakkak senin hem gizlin ve hem de aşikârın temizmiş.” Şikâyetçi de: “Estagfirullâh, ben bana söylenen şeyi söyledim.”[53]

İLK HUTBESİ:

--- “Ey Nâs! Kuşkusuz Kur’ân-dan sonra Kitâb, Muhammed (s.a.v.)’den sonra Peygamber yoktur. Bilesiniz ki, ben hâkim değil infaz ediciyim. Kanun koyucu değil tâbiyim. Ben sizin hiçbirinizden daha hayırlı değilim; üstelik içinizde yükü en ağır olan kişiyim. Zâlim devlet reisinden kaçan adam zalim değildir. Şurasını iyi biliniz ki, Allâh’a isyan hususunda kula itaat edilmez.”[54]


[1] Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, mkose@yeniumit.com.t
[2] İbn Abdilhakem, Ebu Muhammed Abdullah, Sîretü Ömer b. Abdülaziz alâ Mâ Ravâhu’-İmâm Malik b. Enes Ve Ashabuhu, Neşreden; Ahmed Ubeyd, Dımeşk, Mektebetü Vehbe, 1954.
[3] Eminoğlu, Ahmed, V. Râşit Halife Ömer b. Abdülaziz, İstanbul, İnkılap Yayınları, 1984. s. 104.
[4]  İbn Abdilhakem, a.g.e., s. 32.
[5]  İbnül-Cevzî, Sıfatu’s-Saffe, II, 116.
[6] İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut, Mektebetü’l-Meârif, 1966. IX,185.
[7] Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul, 1992, II, 406.
[8] Belâzurî, Ebu’l-Abbâs Ahmed b. Yahya, Futûhu’l-Buldân, Beyrut, 1987, s. 600.
[9] 9. Heyet, II, 406.
[10] Ebû Yûsuf, Yakub bin İbrahim, Kitabu’l-Harâc, Beyrut, 1979, s. 16; İbnü’l-Cevzî, Sîret, s.100.
[11] Ebû Ubeyd, Kâsım b. Sellâm, Kitâbu’l-Emvâl, Kahire, Şirketü Mektebe, 1975, s. 357; İbn Abdilhakem, a.g.e., s. 58.
[12] İbnü’l-Cevzî, Sîret., s. 107. İbnü’l-Cevzî, Cemalüddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman, Sîretü ve Menâkıbu Ömer b. Abdülazizi’l-Halîfeti’z-Zâhid, Beyrut, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1984.
[13] İbnü’l-Cevzî, Sîret., s. 94; İbn Hacer, a.g.e., VII, 478.
[14] İbnü’l-Cevzî, Sîret., s.192.
[15] İbn Hacer, a.g.e., VII, 478.
[16] Müslim, Zekât, 18.
[17] İbn Abdilhakem, a.g.e., s. 59.
[18] İbnü’l-Cevzî, Sîret., s. 94.
[19] İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, Beyrut, Daru Beyrut, 1957. V, 347.
[20] Ebû Ubeyd, a.g.e., s. 65.
[21] İbn Abdilhakem, a.g.e., s. 140.
[22] İbn Abdilhakem, a.g.e., s. 56.
[23] Ebû Ubeyd, a.g.e., s. 340, 341, 342.
[24] Ebû Yûsuf, a.g.e., s. 16.
[25] Ebû Ubeyd, a.g.e., s. 372. ÖYLE DOLUYUM Kİ ŞU ANDA BEDDUADAN BAŞKA BİR ŞEY BULAMIYORUM ELİMDEN GELEN DE BU... DUA NE KADAR HAK İSE BEDDUA DA HAKTIR...
 
[26] Heyet, II, 578.
[27] Belâzurî, a.g.e., s. 515.
[28] Belâzurî, a.g.e., s. 59; İbnü’l-Cevzî, Sîret., s. 114.
[29] Ebû Ubeyd, a.g.e., s. 94.
[30] Ebû Nuaym, a.g.e., V, 305; Ebû Nuaym, Ahmed b. Abdullah, Hilyetü’l-Evliya ve Tabakâtü’l-Asfiya, Beyrut, 1967; İbnü’l-Cevzî, Sîret., s. 110. İbnü’l-Cevzî, Cemalüddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman, Sîretü ve Menâkıbu Ömer b. Abdülazizi’l-Halîfeti’z-Zâhid, Beyrut, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1984.
[31] İbn Kesîr, a.g.e., IX, 194. İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut, Mektebetü’l-Meârif, 1966.
[32] İbn Abdilhakem, a.g.e., s. 57.
[33] İbn Abdilhakem, a.g.e., s. 133.
[34] Ahmed Naim, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1984, I, 48.
[35] Ebû Yûsuf, a.g.e., s. 150.YA RABBİ! AMERİKAYI KAHREYLE... ARDI ARKASI KESİLMEYEN FELAKET, MUSIBET VE HUZURSULUKLARLA ÂCİLEN CEZALARINI VER ALLAHIM... HZ. NUH' AS'IN TUFANINI VER ONLARA ALLAHIM... HZ. MUSA AS'IN NİL-DE BOĞDUĞU FİRAVUNUN BELASINI VER ONLARA ALLAHIM... HZ. LUT AS'IN KAVMİNE YAĞAN DAMGALI TAŞLARINI GÖNDER ONLARA ALLAHIM... EBREHEYE GÖNDERDİĞİN EBABİLLERİNİ SAL ONLARA ALLAHIM...
 
[36] İbn Sa’d, a.g.e., V, 356; Heyet, II, 567 İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, Beyrut, Daru Beyrut, 1957.
[37] İbn Sa’d, a.g.e., V, 351.
[38] 16.Nahl, 90. EY TAYYİP ERDOĞAN DÜŞMANLARI TAYYİP ERDOĞAN FANİ OLACAK -Kİ ALLAH GECİNDEN VERSİN- VATANIMIZ PAYİDAR KALMASIN MI... BARİ BİR KERE VATANIMIZA SÖZLE DE OLSA SAHİP ÇIKALIM... BAK OZAN ARİF NASIL HAYKIRIYOR...
 
[39] Mes’ûdî, a.g.e., III, 184; Ziriklî, a.g.e., V, 290 Mes’ûdî, Halil Ebû’l-Hasan Ali b. Hüseyn b. Ali, Murûcu’z-Zeheb ve Meâdinü’l-Cevher, Beyrut, 1966.
[40] İbn Abdilhakem, a.g.e., s. 108; İbn Kuteybe, a.g.e., II, 99; Mes’ûdî, a.g.e., III, 191.
[41] Ebû Ubeyd, a.g.e., s. 138.
[42] İbn Sa’d, a.g.e., V, 356.
[43] İbn Abdilhakem, a.g.e., s. 108; İbn Kuteybe, a.g.e., II, 99; İbn Kuteybe, Ebu Muhammed Abdullah B. Müslim, el-İmâme ve’s-Siyâse, Beyrut, Dâru’l-Marife, tsz. Mes’ûdî, a.g.e., III, 191.
[44] İbnü’l-Cevzî, Sîret., s. 88. İbnü’l-Cevzî, Cemalüddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman, Sîretü ve Menâkıbu Ömer b. Abdülazizi’l-Halîfeti’z-Zâhid, Beyrut, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1984.
[45] İbn Sa’d, a.g.e.,V, 334; İbn Esîr, a.g.e., V, 41.
[46] İbn Sa’d, a.g.e., V, 400; İbn Abdilhakem, a.g.e., s. 55; Hasan İbrahim Hasan, a.g.e., I, 267.
[47] İbnü’l-Cevzî, Sîret., s.315.
[48] İbn Abdilhakem, a.g.e., s. 134; Suyûtî, a.g.e., s. 257.
[49] İbn Abdilhakem, a.g.e., s. 39.
[50] İbn Abdilhakem, a.g.e.,s. 133; Suyûtî, a.g.e., s. 268.
[51] İbn Abdilhakem, a.g.e., s. 83.
[52]  İbn Sa’d, a.g.e.,V, 356.
[53] Prof. I. Süreyya Sırma, Emeviler Dönemi, Hilafetten Saltanata, s. 108, 109.
[54] İslam Tarihi, H. İbrahim Hasan 1. c. s. 415.