29 Kasım 2017 Çarşamba
MEVLİD KANDİLİ 29 11 2017 SALARHA 5
Kavuşup hasret giderelim
Habîbin yattığı "Gül Kubbe" de
Gelin düğün-bayram edelim
"El-Mer'ü Me'a Men Ehabbe" de
MEVLİD KANDİLİ 29 11 2017 SALARHA 3
Kavuşup hasret giderelim
Habîbin yattığı "Gül Kubbe" de
Gelin düğün-bayram edelim
"El-Mer'ü Me'a Men Ehabbe" de
MEVLİD KANDİLİ 29 11 2017 SALARHA 2
Kavuşup hasret giderelim
Habîbin yattığı "Gül Kubbe" de
Gelin düğün-bayram edelim
"El-Mer'ü Me'a Men Ehabbe" de
MEVLİD KANDİLİ 29 11 2017 SALARHA 1
Kavuşup hasret giderelim
Habîbin yattığı "Gül Kubbe" de
Gelin düğün-bayram edelim
"El-Mer'ü Me'a Men Ehabbe" de
28 Kasım 2017 Salı
MEVLİDİ’N-NEBEVİ=PEYGAMBER SEVGİSİ (MEVLİD KANDİLİ)
Kavuşup hasret giderelim
Habîbin yattığı "Gül Kubbe" de
Gelin düğün-bayram edelim
"El-Mer'ü Me'a Men Ehabbe" de
MEVLİDİ’N-NEBEVÎ = PEYGAMBER
SEVGİSİ
(MEVLİD KANDİLİ)
MEVLİD KANDİLİ: 20 Nisan 571 pazartesi
günü sabaha karşı Mekke’de doğdu. Ay takvimine göre Rebiü’l-Evvel ayının 12.
gecesidir. Efendimiz’i sevgiyle ve şefaatini dileyerek andığımız doğum
günündeki geceye “Mevlîd Kandili” denir.
﷽
Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm.
(O Rahmân Ve O Rahîm Olan Allâh-ü Te’âlâ’nın
Adıyla.)
أَلْحَمْدُ لِلّٰهِ وَكَفٰى
Övülmeye
lâyık olarak Allâh-ü Teâlâ bize yeter...
(Hamd=Övgü
Allâh-ü Teâlâ Hazretlerine mahsûstur…)
وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلَى النَّبِىِّ
الْمُصْطَفٰى
Salât-ü
selâm seçilmiş olan O Nebî’ye olsun…
وَعَلٰٓى أٰلِه۪ وَأَصْحَابِهِ الْكِرَامِ
الشُّرَفَا
Ezelden
ebede kadar her hamd edenin hamdi, mahlûkâtı yoktan yaratan, hareket ettiren
Allâh-ü Te’âlâ içindir. Bundan sonra salât; önderlikte seçilmiş olan zât
üzerinedir. Hamd âlemlerin Rabbine, Salât ve Selâm –kıyâmet gününe kadar
devâmlı olarak- Efendimiz, Hz. Muhammed (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’e O’nun
Âl ve Eshâbı’nın üzerine olsun.
وَجُودِكَ، وَكَرَمِكَ، يَا اَكْرَمَ
الْاَكْرَم۪ينَ. وَ صَلَّى اللّٰهُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَأٰلِه۪
وَصَحْبِــه۪ وَسَلَّمَ.
Ey kerem sâhiblerinin en yûcesi olan Allâh’ım!
İşlediğim günâhları, ihsânınla, lütfunla, cömertliğinle, kereminle bağışla.
Efendimiz Muhammed’e, âilesine ve ashâbına salavât getir, rahmetini ihsân eyle.
“Şüphesiz Allâh ve melekleri
Peygamber’e salât ediyorlar.[2]
Ey îmân edenler! Siz de O’na salât edin, selâm edin.”[3]
“ANAM BABAM CANIM SANA FEDÂ OLSUN YÂ RASÛLELLÂH"
“Ey velâdet-i (doğumu) yeryüzünün bahârı, insanlığın bayramı olan, gönüller sultânı,
canda cânân yûce Rasûl! Sizi tanımış ve size îmân etmiş olmaktan dolayı biz,
erişe bilecek en büyük ni’mete ermenin idrâkiyle rabbimize sonsûz hamd ve senâ
ediyoruz. Rûh-u Tayyibe’nize gönül dolusu salât ve selâm olsun.
ALLÂHÜMME SALLİ ‘ALÂ
SEYYİDİNÂ VE NEBİYYİNÂ MUHAMMED.”
٨ قُلْ اِنْ كَانَ اٰبَآؤُ۬كُمْ وَاَبْنَآؤُ۬كُمْ وَاِخْوَانُكُمْ
وَاَزْوَاجُكُمْ وَعَش۪يرَتُكُمْ وَاَمْوَالٌۨ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ
تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَآ اَحَبَّ اِلَيْكُمْ مِنَ
اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَجِهَادٍ ف۪ى سَب۪يلِه۪ فَتَرَبَّصُوا حَتّٰى يَاْتِىَ
اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟ ٧ [سورة التوبة: ٩/٢٤]
“(EY MUHAMMED HABÎBİM!) DE Kİ: “EĞER;
1-
Babalarınız,
2-
Oğullarınız,
3-
Kardeşleriniz,
4-
Eşleriniz,
|
5-
Aşîretiniz
(akrabâlarınız),
6-
Kazandığınız
mallar,
7-
Kesâda
uğramasından korktuğunuz ticâretLERiniz,
8-
VE Beğendiğiniz
meskenler (evleriniz),
|
®
Allâh’dan,
®
Peygamberinden ve
®
O’nun
yolunda Cihâd-dan;
|
|
Size; Daha sevgili ise,
artık Allâh’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allâh, fâsık topluluğu doğru
yola erdirmez.”[4]
|
﷽
﴿ لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ى رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ
كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يرًاۜ ﴾ [سورة الأحزاب:٣٣/٢١]
Yüce Rabbimiz, “Andolsun, Allâh’ın
Rasûlü’nde sizin için; Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allâh’ı çokça
zikreden kimseler için güzel örnekler vardır.”[5] Buyurmuştur.
وَأخرج الديلمي
أَنه ﷺ
قَالَ: "أَدِّبُوا أَوْلَادَكُمْ، عَلٰى ثَلَاثَ
خِصَالٍ: حُبٌّ نَبِيِّكُمْ، وَحُبٌّ أَهْلِ (اٰلِ) بَيْتِه۪، وَقِرَآءَةُ
(تِلَاوَةُ) الْقُرْاٰن."[6]
Çocuklarınıza üç esâsı öğretin… Üç esâs üzere
çocuklarınızı yetiştiriniz…
1- (Nebî) Peygamber sevgisi verin evlâd-ü
‘ıyâlinize…
Bütün
Nebî ve Rasûlleri=Peygamberleri Hâssaten bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed
Mustafâ (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’i sevmeyi öğretin evlâd-ü ‘ıyâlinize…
2- Ehl-i Beyt-i (Peygamberin eşini, çocuklarını, âilesini)
sevgisini verin evlâd-ü ‘ıyâlinize…
Hz.
Âmine annemizi, Ezvâc-ı Tâhirât’ı=Peygamberimiz s.a.v. ’in tertemiz
zevcelerini, Hz. ‘Âişe annemizi, Hz. ‘Ali efendimizi, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin
efendilerimizi, Hz. Fâtıma annemizin sevgisini verin evlâd-ü ‘ıyâlinize…
3- Kur’ân-ı Kerîm’i okuma öğrenme sevgisini verin
evlâd-ü ‘ıyâlinize…
Hükümlerine uymayı, O’na sımsıkı sarılmayı
O’nun ahlâkıyla ahlâklanmayı emirlerini tutup nehiylerinden kaçmayı öğretin
evlâd-ü ‘ıyâlinize… O’na hürmet edip baş-tâcı yapmayı öğretin evlâd-ü
‘ıyâlinize…
١٢٦- (٢٣٥٥) وَحَدَّثَنَا
إِسْحَاقُ ابْنُ إِبْرَاهِيمُ الْخَنْظَلِيُّي، أَخْبَرْنَا جَرِيرٌ، عَنِ الِاَعْمَشِ،
عَنْ عَمْرِو ابْنِ مُرَّةَ، عَنْ أَبِي عُبَيْدَةَ. عَنْ أَبِي مُوسَى الْاَشْعَرِيِّ
رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ : كَانَ رَسُولُ
اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُسَمِّي لَنَا نَفْسَهُ أَسْمَاءَ،
فَقَالَ: "أَنَا مُحَمَّدٌ، وَأَحْمَدٌ، وَالْمُقَفِّى،
وَالْحَاشِرُ، وَنَبِيُّ التَّوْبَةِ، وَنَبِيُّ الرَّحْمَةِ."[7]
126- (2355) … “Bize
İshâk b. İbrâhîm El-Hanzalî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr, A'meş-den, o
da Amr b. Mürre'den, o da Ebû Ubeyde'den, o da Ebû Mûse'l-Eş'arî-den naklen
haber verdi. (Şöyle demiş): Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) bize kendisinin isimlerini söyler de:
--- “Ben Muhammed'im, Ahmed'im, Mukarffî'yim,
Hâşir'im; Tevbe-nin Peygamberiyim ve Rahmetin peygamberiyim.” buyururdu.[8]
1-
ﷺ مُحَمَّدٌ
--- MUHAMMED (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): Pek
Çok Tekrar Tekrar Övülmüş, Medh-edilmiş. (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)
2-
أَحْمَدُ ﷺ --- AHMED
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): Daha Çok Hamd eden. Çok
Övülmeğe Ve Medh edilmeğe
Lâyık. Çok
Sevilen.
3-
مُقَفّ۪ى ﷺ --- MUKAFFÎ
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): Peşine
Düşüren. -Çünkü Onu
Dünyanın Hiç Bir Şeyi Allâh (c.c.)’a Tâbî Olmaktan Ayıramamıştır.-
4-
حَاشِرٌ ﷺ --- HÂŞİR
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): Toplayan.
5-
نَبِىُّ
التَّـوْبَةِ ﷺ --- NEBİYYÜ’T-TEVBE
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): Ümmetinin
Tevbe lerinin Kabûl
Edileceğine İşâreten Bu İsim Verilmiştir.
6-
رَسُولُ
الرَّاحَةِ ﷺ --- NEBİYYÜ’R-RAHMET
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): Çünkü
Bütün Âlemlere Rahmet Olarak Gönderilmiştir. “Rahmeten
Li’l-Âlemîn”
--- Allâhım!
§ -ح-(Hâ) sı rahmet,
§ İki م- م--
(Mîm) i mülk-hükümrânlık
§ Ve د--
(Dâl) harfinde işâret edilen bütün yaratılmışların sığınağı,
M-u-Ha-M-M-e-D-’e;
SEYYÎD, bütün
fazîletlere sâhib,
KÂMİL, nûru ilk
yaratılan olmakla,
--- Âlemlere
rahmet ve nübüvveti tamamlayan efendimiz Muhammed’e;
® ‘Ilminde bulunanların sayısınca,
® Zikredenlerin Seni ve O’nu zikrettiği,
® Gâfillerinse Senin ve O’nun zikrinden gâfil
kaldıkları sürece,
® Yûce zâtın ebedî devâm ettikçe bâkî kalacak,
® Yeter olduğuna senin hükmetmen hâriç sona
ermesi söz konusu bile olmayacak salâtla salât eyle.
® Şüphesiz sen her şeye güç yetirensin. Şüphesiz
sen her şeye güç yetirensin. Şüphesiz sen her şeye güç yetirensin.
اَلصَّلَاةُ
وَالسَّلَامُ عَلَىْكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ، اَلصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلَىْكَ
يَا حَبِيبَ اللّٰهِ،
اَلصَّلَاةُ
وَالسَّلَامُ عَلَىْكَ يَا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ.
Salât ve Selâm Senin Üzerine Olsun Ey Allâh’ın
Rasûlü! Salât ve Selâm Senin Üzerine Olsun Ey Allâh’ın Habibi! Salât ve Selâm
Senin Üzerine Olsun Ey Âlemlere Rahmet Nebi!
DOĞDUĞU GECE MEYDÂNA GELEN OLAYLAR:
1-
Ka’be-deki putların hepsi yüzüstü baş-aşağı yere yıkıldı.
Kureyş
müşrikleri, yeryüzünde Allâh'ın evi olan Kâbe'yi putlarla karanlıklara
boğmuşlardı. Ne var ki, henüz Tevhid temsilcisi Rasûl-i Kibriyâ’nın dünyaya
gözlerini açması karşısında bile, çoğu yerlerine kurşun ile perçinlenmiş bu
putlar, hâdisenin azametine dayanamayarak yerlere yıkılıverdiler.
2-
Teşrif ettikleri gece bir yıldız doğdu.
Yahûdî ler arasında birçok âlim vardı.
Bunlar, kitaplarında Allâh Rasûlü’nün geleceğini görüp, öğrenmişlerdi.
Yıldızlardan hüküm çıkarmada da usta sayılırlardı.
Efendimizin doğumu gecesinde bir yıldız
parlamış ve Yahûdî âlimler bu yıldızdan Ahir zaman Peygamberinin dünyaya teşrif
ettiklerini anlamışlardı. Bunu gören Yahudi âlimleri, Tevrat’ta
belirtilen paygamberin doğduğunu anladılar. Ashâb-ı Kirâm’dan Hassan bin Sabit
(r.’a.) anlatır:
"Ben
sekiz yaşında idim. Bir sabah vakti Yahudi’nin biri; "Ey Yahudiler!"
diye çığlık atarak koşuyordu. Yahudiler; "Ne var, bu bağırman
nedendir?" diyerek yanına toplanınca, o; "Haberiniz olsun Ahmed’in
yıldızı bu gece doğdu! Ahmed bu gece dünyaya geldi..." diye
cevap verdi.
3-
İran’da Medâyin'deki Kisrâ’nın sarayından 14 burç
çatırdayarak yıkıldı.
Kâinatın
Efendisinin doğduğu geceydi... Saatler, doğum anlarını gösteriyordu. Derin bir
uykuya dalan Medâyin şehri korkunç bir çatırdı ve gürültü sesiyle uyandı.
Hükümdarla birlikte halk da heyecan içinde yataklarından fırladı. Manzara
korkunçtu ve telaş verici idi. Hükümdar Sarayının o sapa sağlam burçlarından on
dördü çatırdayarak yıkılıvermişti.
4-
İstahrabat'ta Mecûsîlerin bin yıldır söndürmeden taptıkları
ateşleri sönüverdi.
Mecûsiler bu
ateş yığınını kendilerine ilâh kabul etmişlerdi. Efendimizin dünyaya teşrifleri
ile birlikte bu kocaman ateş, sanki okyanusların istilâsına uğramış basit bir
ateşmiş gibi sönüverdi. Demek ki, gelen zât, putperestlik gibi, ateşperestliği
de bir çırpıda ortadan kaldıracak ve yeryüzünü Tevhid meş'alesiyle
aydınlatacaktı.
5-
Takdîs edilen meşhur Sâve (Taberiyye)
gölü bir anda kuruyuverdi.
Bu da, gelen zâtın, doğan kişinin Allâh'ın izni ile olmayan
şeylerin takdis edilmesini yasaklayacağının ifâdesi idi.
6-
Semâve vadisi
taşan seller altında kalıp, suya gark oldu.
Rasûl-i Kibriyâ Efendimizin
dünyaya gözlerini açtıkları geceydi. Taşan seller Semâve Vadisi ve Semâve
şehrini sular altında bıraktı. Şehir halkı, dehşet içinde kalarak, çareyi
dağlara ve tepelere sığınmakta buldu. Sonra da bir mektup yazarak durumu
Kisrâ'ya bildirdiler ve kendisinden yiyecek ve içecek yardımı istediler.
7-
Gök kubbeden salkım
salkım yıldızlar döküldü.
Nebiyy-i Ekrem Efendimizin
dünyaya teşrifleri gecesinde hazan yaprağı gibi gök kubbeden yıldızlar döküldü.
Bu hâdise de şuna işâret ediyordu: Bundan böyle şeytan ve cinlerin gökten haber
almaları son bulmuştur. "Madem Rasûl-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâm vahiy
ile dünyaya çıktı, elbette yarım yamalak ve yalanlar ile karışık, kâhinlerin ve
gâipten haber verenlerin ve cinlerin ihbarâtına (haberlerine) set çekmek
lâzımdır ki, vahye bir şüphe irâs etmesinler ve vahye benzemesin. Evet,
bi'setten evvel kâhinlik çoktu. Kur'ân, nazil olduktan sonra onlara son
verildi.
“BEN! … ”
1-
Atam İbrâhîm (‘aleyhi’s-selâm)’in
duâsı,
2-
Kardeşi ‘Îsâ
(‘aleyhi’s-selâm)’ın müjdesi,
3-
Annemin gördüğü
rüyâyım…” Hz.
Muhammed (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem).
عن العرباض
بن سارية عن رسول الله صلى الله عليه وسلم أنَّه قال: (إني عند الله مكتوب
خاتم النبيين، وإنَّ آدم لمنجدل في طينته، وسأخبركم بأول أمري، دعوةُ إبراهيم،
وبشارة عيسى، ورؤيا أمي التي رأت حين وضعتني، أنه خرج لها نور أضاءت لها منه قصور
الشام) رواه في (شرح السنة)، (١)
وقد أخبرنا الله أنَّ خليل الرحمن إبراهيم
وابنه إسماعيل كان يبنيان البيت الحرام ويدعوان، ومن دعائهما ما قصه علينا في سورة
البقرة
﴿ وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ
وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِن ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُّسْلِمَةً
لَّكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَآ إِنَّكَ أَنتَ التَّوَّابُ
الرَّحِيمُ رَبَّنَا وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ
آيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكِّيهِمْ إِنَّكَ أَنتَ
العَزِيزُ الحَكِيمُ ﴾ [سورة البقرة:٢/١٢٧-١٢٩]
وقد استجاب الله دعاء خليله إبراهيم
وابنه نبيّ الله إسماعيل، وكان محمد صلى الله عليه وسلم هو تأويل تلك الاستجابة.
ولا تزال التوراة الموجودة اليوم – على الرغم مما أصابها من تحريف – تحمل شيئاً من
هذه البشارة، فنجد فيها أنَّ الله استجاب دعاء إبراهيم في إسماعيل، فقد ورد في
التوراة في سفر التكوين في الإصحاح السابع عشر فقرة (٢٠): (وأمّا إسماعيل فقد سمعت
لك فيه، ها أنا أباركه وأثمره، وأكثره كثيراً جداً، اثني عشر رئيساً يلد، وأجعله
أمّة عظيمة كبيرة). وهذا النصُّ ورد في التوراة السامرية بألفاظ قريبة جداً مما
أثبتناه هنا، والترجمة الحرفية للتوراة العبرانية لهذا النص: وأمّا إسماعيل فقد
سمعت لك فيه، ها أنا أباركه وأكثره (بمأد مأد) (٢). وقد ذكر ابن
القيم أنَّ بعض نسخ التوراة القديمة أوردت النص كما أثبتناه هنا.
Ashâbı nın bir sorusu üzerine
Hz. Muhammed (s.a.v), kendini şöyle anlatır:
--- "Ben, atam
İbrahim'in duâsı, kardeşim İsa'nın müjdesi ve annem Âmine'nin rüyâsıyım. Annem rüyâsında
içinden çıkan bir nurun Şam diyarı saraylarını aydınlattığını söylemişti.
Peygamber anneleri hep böyle rüyâlar görürler."[9]
“Hani İbrahim,
İsmail ile birlikte evin (Kâbe’nin) temellerini
yükseltiyor, “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin,
hakkıyla bilensin” diyorlardı.” (127) “Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş
kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet
yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok
kabul edensin, çok merhametli olansın.” (128) “Rabbimiz! İçlerinden
onlara bir peygamber gönder; onlara âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti
öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın. Şüphesiz, sen mutlak güç
sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.” (129)[10]
﴿ وَاِذْ قَالَ
عِيسَىابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِى اِسْرَائِلَ اِنِّى رَسُولُ اللَّهِ اِلَيْكُمْ
مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَىَّ مِنَ التَّوْرَيةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ
يَاْتِى مِنْ بَعْدِى اسْمُهُ اَحْمَدُ فَلَمَّا جَاءَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ
قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُبِينٌ ﴾ [ سورة
الصف:٦١/٦]
İsa Peygamber'in müjdesi de şöyleydi: “Hani, Meryem oğlu İsa, “Ey
İsrâîoğulları! Şüphesiz ben, Allâh’ın size, benden önce gelen Tevrat’ı
doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği)
peygamberiyim” demişti. Fakat (‘Îsâ) onlara apaçık mucizeleri getirince,
“Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.”[11]
٢٢٢٦١- حَدَّثَنَا أَبُو النَّضْرِ،
حَدَّثَنَا الْفَرَجُ، حَدَّثَنَا لُقْمَانُ بْنُ عَامِرٍ قَالَ: سَمِعْتُ أَبَا
أُمَامَةَ قَالَ: قُلْتُ: يَا نَبِيَّ اللّٰهِ، مَا كَانَ أَوَّلُ بَدْءِ
أَمْرِكَ؟ قَالَ: "دَعْوَةُ أَب۪ي إِبْرَاه۪يمَ وَبُشْرٰى ع۪يسٰى، وَرَأَتْ
أُمّ۪ي أَنَّهُ يَخْرُجُ مِنْهَا نُورٌ أَضَآءَتْ مِنْهُ قُصُورُ الشَّامِ."[12]
Peygamberimiz
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) de: --- “Ben Hz.
İbrâhîm’in duâsı, Hz. Îsâ’nın müjdesi ve annemin rüyâsı sonucu olarak dünyâya
geldim,” buyurmuştur.[13]
Rasûlüllâh
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem), kendi doğumu hakkında şöyle buyurmuştur: --- “Ben atam İbrâhîm’in duâsı, ‘Îsâ (‘aleyhi’s-selâm)’ın müjdesi ve annemin gördüğü
rüyâyım. Annem rüyâsında içinden çıkan bir aydınlığın Şam diyârı saraylarını
aydınlattığını belirtmişti. Peygamber anneleri hep böyle rüyâlar görürler”[14]
Hz.
Âmine’nin rüyâsını kendisi bize şöyle anlatmaktadır: --- “Ben ona hâmileyken doğuları ve batıları aydınlatan bir nûr
gördüm. Hattâ Şam şehirlerinden olan Busrâ’daki köşkleri gördüm.”
SU KASÎDESİ
Suya virsün bağ-bân
gülzârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün
tek virse min gülzâre su!
“Bahçıvan gül bahçesini sulamak için (boş yere) zahmet çekmesin! (Zîrâ),
bin tane gül bahçesi sulasa (yâ Rasûlellâh, yine de) Sen’in yüzün gibi bir gül
(hiçbir zaman) açılmaz!” Fuzûlî
EBÛ LEHEB’İN AZÂBI!
Rasûlüllâh –sallellâh-ü ‘aleyhi ve sellem-’in velâdetine
bütün Mekke halkı sevinmişti. Hattâ Ebû Leheb,
mübârek yeğeninin doğduğunu müjdeleyen câriyesi Süveybe’yi, âzâd ederek
mükâfatlandırmıştı.[15]
Bu hâdiseyle
alâkalı olarak daha sonra Abbâs –radıyallâh-ü ‘anh- şunları anlatır:
Ebû Leheb’i ölümünden bir sene sonra rüyâmda gördüm. Kötü bir
hâlde idi: --- “Sana nasıl muâmele edildi?” diye sordum.
Ebû Leheb: --- “Muhammed’in doğumuna sevinerek Süveybe’yi âzâd ettiğim
için pazartesi günleri azâbım biraz hafifletilmektedir. O gün başparmağımla
işâret parmağım arasındaki şu küçük delikten çıkan su ile serinlemekteyim.” cevâbını verdi.[16]
MENKÎBELER
1-
ÜMM-Ü SÜLEYM ANNEMİZ!
Ümm-ü Süleym
annemiz oğlu Enes’i (Mâlik) hediye verecek başka
bir şeyi olmadığı için Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)‘e hediye verir...
Ümm-ü Süleym (r.’anhâ) dinine son derece bağlı ve sabırlı bir
kadındı. “Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-selâm)’ı çok severdi. Evinde pişirdiği
yemekten, mutlaka ona ayırırdı. Daha Resûlullah efendimiz, Medine’ye yeni
hicret etmişlerdi. O sırada Hazreti Ebâ Eyyûb el-Ensârî’nin evinde, kalıyordu.
Bir hizmetçisi de yoktu. Müslümanlardan her biri, gücü yettiği miktarda, “Rasûlüllâh
(‘aleyhi’s-selâm) hediyeler takdim etmişlerdi. Ümm-ü Süleym de (r.’anhâ); o
sırada elinde hediye edecek bir şey bulunmadığı için henüz 12 yaşlarında olan
oğlu Enes’i (r.’a.) Ebû Talha ile beraber elinden tutarak, “Rasûlüllâh
(‘aleyhi’s-selâm)’ın huzûruna getirdi ve: “Yâ Rasûlellâh! Enes, terbiyeli
bir çocuktur, zekîdir. Müsaade ederseniz, size hizmet etsin! Haddim olmayarak
size hediye ettim. Benim oğlum ve Sizin de hizmetkârınızdır” dedi. Hazreti Enes
bin Mâlik buyurdu ki: “Peygamberimiz Medine’ye gelişlerinden vefâtlarına kadar,
hazarda ve seferde kendilerine hizmet ettim. Yaptığım herhangi bir işten dolayı
bana: (Bunu neden böyle yapmadın? Veya yapmadığım bir iş için de, bunu böyle
yapmasaydın!) demedi.” Hatta bir gün Enes bin Mâlik’i (r.’a.), Resûlullah
efendimiz bir yere gönderdiğinde eve geç gelmişti. Annesi Ümm-ü Süleym (r.’anhâ)
“Eve niçin geç geldin?” dedi. Hazreti Enes de: “Peygamberimiz (‘aleyhi’s-selâm)
beni bir işe gönderdi” dedi. Annesi, “Nedir o iş?” deyince: “O, aramızda gizli
sırdır” diye cevap verdi. Bunun üzerine annesi: “Rasûlüllâh
(‘aleyhi’s-selâm)’ın sırrını iyi muhâfaza et!” dedi.
2-
“NESÎBE” ÜMM-Ü ÜMÂRE ANNEMİZ!
-Uhud- Sıhhiye
Mağarasın’da Ümm-ü Ümâre “Nesîbe” (r.’anhâ)
annemizin Hz. Peygamberimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’i kahramanca
koruması…
Medineli Müslümanlar, Peygamberimize ve ona iman edenlere
kucak açmışlardı. Onları bağırlarına basmak için sabırsızlanıyorlardı. 2’si
kadın 75 kişi, Rasûlüllâh ile görüşmek, onu Medine’ye davet etmek gayesiyle
Akabe’ye geldiler. İşte, bu iki kadından birisi, asıl ismi “Nesîbe”
olan Ümm-ü Ümâre idi (r.’anhâ).
Ümm-ü Ümâre (r.’anhâ), Peygamberimizin Medine’ye İslamiyet’i öğretmek için
gönderdiği Mus’ab bin ‘Umeyr (r.’a.) vasıtasıyla Müslüman olmuştu. Kuvvetli bir
imana sahipti. Allah ve Rasûl’ü yolunda hayatını ortaya koymaktan çekinmezdi.
Nitekim Uhud Savaşı’nın en şiddetli ânında vücudunu Rasûlüllâh’a (s.a.v.) siper
etmiş, örnek kahramanlığıyla ismini tarihe altın harflerle yazdırmıştı.
Hadiseyi kendisinden dinleyelim:
“Uhud’a
gitmiştim. Müslümanlar ne yapıyor bir bakayım, diye düşünmüştüm. Yanımda su da
vardı. Rasûlüllâh’ın yanına kadar yaklaştım. Sahâbîlerin arasındaydı. Galibiyet
Müslümanlardaydı. Fakat çok geçmeden mağlup duruma düştüler. Rasûlüllâh’ın
etrafındaki Sahâbîler ya dağılıyorlar veya şehit oluyorlardı. Etrafında çok az
kimse kalmıştı.
“Rasûlüllâh’a
bir zarar gelmesinden endişe duydum! Hemen yetiştim. Müşriklere karşı
savaşmaya başladım. Kılıçla, okla müşrikleri Rasûlüllâh’dan uzaklaştırıyordum.
Bu arada yaralandım.
“Rasûlüllâh’ın
yanında 10 kişi kalmıştı. Ben, oğullarım ve beyim, Rasûlüllâh’ın önünde
müşriklerle çarpışıyor, onları uzaklaştırmaya çalışıyorduk. Resûlullah
yanımda kalkan olmadığını gördü. Kalkanı olan birine, ‘Ey kalkan sahibi,
kalkanını savaşana bırak!’ buyurdu. Ben o kalkanı alıp kendimi korumaya
başladım.
“Derken,
bir süvari bana vurdu. Kalkanımla korundum. Hemen ardından atının ayaklarına
kılıçla vurdum. At, sırtının üzerine yıkıldı. Adam düştü. Resûlullah bunu
görünce oğluma, ‘Ey Ümm-ü Ümâre’nin oğlu, annene yardım et!’ buyurdu.”
Savaş
bu minval üzere devam ediyordu. Nesîbe Hatun, Rasûlüllâh’ın etrafında âdeta
bir pervane olmuştu. Dönüp duruyordu. Peygamberimiz savaş sonrasında, “Uhud
Günü sağıma soluma döndükçe hep Ümm-ü Ümâre’yi yanı başımda çarpışırken
görüyordum.” buyurarak onun bu fedakârlığını takdir etmişti.
Bir
ara Ümm-ü Ümâre’nin (r.’anhâ) oğlu yaralanmıştı. Buna çok üzüldü. Fakat bunun
sebebi oğluna olan şefkati değil, onun Rasûlüllâh’ı korumasından geri kalmasıydı.
Oğlunu da üzen sebep buydu. Hemen ciğerparesinin yanına gitti. Yarasını sardı,
sonra da, “Kalk yavrucuğum, müşriklerle çarpışmaya devam et!” dedi. Onun
Rasûlüllâh’ı korumaktan geri kalmasına gönlü razı olmuyordu. Peygamberimiz
(s.a.v.), Nesîbe Hatun’un (r.’anhâ) bu fedakârlığı karşısında, “Ey Ümm-ü
Ümâre, senin katlandığın, dayanabildiğin şeye herkes katlanabilir, dayanabilir
mi?” buyurarak ona iltifat etti.
Ümm-ü
Ümâre’nin (r.’anhâ) oğlu hemen ayağa kalktı, müşriklerle çarpışmaya devam
etti. Bir ara oğlunu yaralayan müşrik oradan geçiyordu. Peygamberimiz (s.a.v.),
“İşte, oğlunu vuran adam şu!” buyurdu. Bu büyük İslam mücahide si hemen
harekete geçti. Bir kılıç darbesiyle adamın ayaklarını kesti. Peygamberimiz,
mübarek dişleri görününceye kadar bu manzaraya tebessüm etti.
3-
SÜMEYRÂ BİNT-İ KAYS (R.’ANHÂ) ANNEMİZ! أَيْنَ رَسُل اللّهْ
§ Babası,
|
§ Kocası,
|
§ Kardeşi
|
§ Ve oğlu!
|
--- Uhud’a vardığında babasının,
kardeşinin, kocasının ve oğlunun paramparça olmuş cesetleriyle karşılaştı. Ama
yine O أَيْنَ
رَسُل اللّهْ diyordu!
Uhud
Savaşı’nda Müslümanların mağlubiyeti ve “Rasûlüllâh’ın şehit edildiği” haberi
Medine’ye ulaştığında, cepheye giden kadınlardan biri de Sümeyrâ Bint-i Kays
idi (r.’anhâ).
Uhud
Savaşı’na Hz. Sümeyrâ’nın babası, kocası, kardeşi ve oğlu da katılmıştı. Fakat
o bunlardan ziyade Rasûlüllâh’ı merak ediyordu. Uhud’a vardığında babasının,
kardeşinin, kocasının ve oğlunun paramparça olmuş cesetleriyle karşılaştı.
Hepsi de şehit olmuştu. Sahâbîler, Hz. Sümeyrâ’ya baş sağlığı diliyorlar,
sabır tavsiyesinde bulunuyorlardı. Sümeyrâ (r.’anhâ) ise ısrarla Rasûlüllâh’ı
soruyordu. “Resûlullah ne yapıyor, nasıldır?” diyordu. “Allah’a hamd olsun
o iyidir!” dediler. Ama onu inandıramadılar. Peygamberimizi gözleriyle görmek
istiyordu. Onun bulunduğu yeri bildirdiler. Sümeyrâ (r.’anhâ) koşa koşa
oraya gitti. Rasûlüllâh’ın sağ olduğunu görünce büyük bir sabır ve teslimiyet
içerisinde şöyle dedi:
“Anam babam
size feda olsun, yâ Resûlullah! Siz sağ olduktan sonra her türlü musibet hiç
gelir bana.”
Evet, Hz.
Sümeyrâ, babasını, kardeşini, kocasını ahirette görebileceğine inanıyordu.
Çünkü onlar Allah yolunda şehit olmakla büyük bir makam kazanmışlardı. Onlar
için üzülmeye değmezdi. Gerçi, eğer şehit edilmiş olsaydı, Rasûlüllâh’ı da
orada görebilirdi. Fakat onu dünya gözüyle daha fazla görmek, ondan daha fazla
feyizlenmek istiyordu.
Diğer taraftan, onlar olmadan da İslamiyet gönülleri
nurlandırmaya devam ederdi. Onların yerini başkaları alırdı. Fakat Rasûlüllâh’a
bir zarar gelse, Müslümanların hâli ne olurdu? Rasûlüllâh’ın sıhhatini merak
etmesinin sebebi buydu. İşte onlar Rasûlüllâh’ı böyle seviyorlardı. Zaten
onları yücelten ve erişilmez yapan sır da bu değil miydi?[17]
4-
CENNET’E İLK GİRECEK KADINI (FÂTIMA ANNEMİZ’İN) ZİYÂRET ETMESİ
Hz. Fatıma bir gün Efendimiz ‘aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm’a: --- "Babacığım, kadınlardan cennete ilk önce girecek olan
kimdir?" diye merakla sordu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: --- "Falan
mahallede falan evde oturan bir kadın var." buyurdular. Hz. Fatıma anamız
hayretle: "Babacığım, o kadın bendende mi evvel girecek?" diye tekrar
sordu. Peygamber Efendimiz: "evet! Sendende evvel girecek." buyurdu. Ve
şayet isterse, gidip o kadınla tanışabileceğini söyledi. Hz. Fatıma’nın o kadın
hakkındaki merakı iyice artmıştı. Bu kadın ne yapıyor, nasıl bir amel işliyordu
ki, cennete ilk girmeyi hak ediyordu. Bir gün o kadınla görüşüp tanışmak ve
onunla konuşmak için evinden çıktı. Kadının evini sora sora buldu ve evini
tıklattı. İçeriden yaşlı bir kadın: "kim o?" diye seslendi. Hz Fatıma
anamız da kendisini tanıtarak onunla görüşmek istediğini söyledi. Kadın, Peygamber
kızının kendisiyle görüşmeye geldiğini duyunca çok sevindi. Kapıyı açmadan içeriden
seslendi: "Ey Rasûlüllâh’ın kızı! Hoş geldin sefalar getirdin! Canım sana
feda olsun! Aslında ben de sizinle görüşmeyi çok arzu ediyordum; fakat dışarı
çıkmadığım için maalesef ziyaretinize de gelemedim. Şimdi sizin gelmeniz beni
çok memnun etti. Fakat kocamdan izin almadan bu güne kadar ben kimseye kapıyı
açmış değilim. Onun için sizden çok özür diliyorum. Ben sizin içeri girmeniz
için bu akşam eşimden izin alayım ve yarın görüşelim, ne olur, yarın tekrar
buyurun." dedi. Bunun üzerine Hz. Fatıma geri döndü. Akşam olunca kadın
meseleyi anlatıp kocasından izin aldı. Ve ertesi gün Hz. Fatıma o kadınla
görüşmek için tekrar geldi. Bu sefer yanında oğlu Hz. Hasan da vardı. Hz. Hasan
o sıralar henüz küçük bir çocuk olduğu için rahat durmamış, annesi mecburen
yanında getirmek zorunda kalmıştı. Kadının evine geldi ve kapısını çaldı. Tabii
kadın içeriden Hz. Hasan’nın sesini duymuştu. Hz. Fatıma’nın yanında bir çocuk
bulunduğunu fark edince çok üzüldü. Hz. Fatıma’ya: "ey Fatıma! Ben
kocamdan yalnız sizin için izin almıştım. Çocuk için izin almadığımdan dolayı
onu içeri alamam. Ne olur beni affedin. İsterseniz siz buyurun, çocuk dışarıda
kalsın. İsterseniz yarın gelin; bu akşam onun içinde izin alayım." dedi. Hz.
Fatıma ikinci defa içeri giremeden geri döndü. Ve üçüncü gün tekrar kadına
gitmek üzere çıktı. Hikmet-i ilahi bu sefer Hz. Hüseyin’i de yanına almak zorunda
kalmıştı. Tabii kapıyı çaldığında, kadın Hz Hüseyin’inde olduğunu öğrenince Hz.
Fatıma yine dünkü durumla karşılaştı. Kadın kocasından onun için de izin alması
gerektiğini söyledi. Hz. Fatıma bir önceki gün gibi hiç ısrar etmedi. Ve
çocuklarıyla beraber geri dönmek zorunda kaldı. Bir sonraki gün üçü birden
gittiklerinde kadın kocasından her üçü için de izin almıştı. Kapı açıldı ve
içeri girdiler. Kadın binlerce kez özür diledi, affını istedi ve Peygamber çocuklarını
en güzel şekilde ağırladı. Hz. Fatıma içeriden gelen sese göre kadının gayet
yaşlı bir nine olduğunu zannetmişti. Fakat bir de baktı ki, kapıyı açıp
kendisini karşılayan kadın ham çok genç hem de çok güzel bir hanımdı. Hz. Fatıma
hayretle sordu: "sizinle dışarıdan konuşurken sesiniz çok değişik
geliyordu. Oysa sesiniz hiçte öyle değilmiş, bu nasıl oluyor?" dedi. Kadın:
"sizinle konuşurken sesim dışarı çıktığı için sesimi yabancı bir erkek
duyar da günaha girerim diye ağzıma küçük bir taş parçası alarak konuşuyordum. Şimdi
ise o taşı çıkardım." dedi. Hz. Fatıma (r.’a.)a, bu cennetlik kadının
sözlerinden dolayı çok memnun olmuştu. Namahrem-den sesini bile böylesine
sakınan, kocasına da böylesine itaat eden bu kadının neden cennete evvela
gireceğini anladı. Onunla bir müddet sohbet ettiler. Bazı konuları konuştular. Bir
ara kadın Hz. Fatıma’ya: "ey Rasûlüllâh’ın kızı acaba ben kocama karşı
vazifemi ifa etmiş oluyor muyum? Onun bendeki hakları sebebiyle Allah Teâlâ
kocama itaatsizlikten dolayı beni hesaba çeker mi? Bundan korkuyorum." dedi.
Hz. Fatıma bu suali tebessümle karşıladı ve babasının yani Peygamber
Efendimizin müjdesini kendisine bildirdi: "hayır! Sen bilakis babamın, "cennete
ilk girecek kadın" diye müjdelediği kimsesin." dedi. Hz. Fatıma (r.’a.)a,
Rasûlüllâh’ın cennetle müjdelediği bu mübarek kadınla bir müddet daha sohbet
ettikten sonra müsaade istedi ve oradan ayrıldı.
5-
NÜBÜVVET MÜHRÜ’NÜ ÖPEN TEK SAHÂBE: HZ. UKKÂŞE (R.’A) -ÖGGEŞ-
Türbesi bugün Gaziantep-Nurdağı’nda bulunan Hz. Ukkâşe’nin
asıl adı Ukkâşe b. Mihsan el-Esedi (r.’a.)’dır. Hazreti Ukkâşe, kimi zaman
Ökkaşe ve Ökkeşiye Hazretleri olarak da anılmaktadır.
Hz. Ukkâşe ashabın ileri gelenlerindendir. Hicrete
katılmış; Bedir, Uhud ve Hendek Savaşlarında bulunmuştur. Bedir Savaşı’nda
kılıcının kırılması üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v) ona bir hurma dalı
vermiştir ve bu hurma dalını kılıç yerine kullanmıştır. Hz. Ukkâşe hayatı
boyunca İslam Dinine hizmet etmiş ve yılmadan mücadelelerde bulunmuş bir
sahabedir.
Hz. Ukkâşe, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in cennet
ehlinden olması için dua ettiği ve yaşarken cennetle müjdelenen Sahâbelerden
olma şerefine nail olmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir gün; “Ümmetimden
yetmiş bin kişi tertemiz olarak cennete girecektir” diye buyurmuşlardır. Hz. Ukkâşe
de; “Ey Allah’ın elçisi Allah’a dua et de ben onlardan olayım.” demiştir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) de “Sen onlardansın.” diyerek Hz Ukkâşe’yi cennet
ile müjdelemiştir.
Ayrıca Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e olan sevgisinden
dolayı Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in iki kürek kemiğinin arasında bulunan
peygamberlik mührünü gören ve öpen tek sahabedir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), Fetih Suresi nazil olunca
dünya hayatının sonlarına geldiğini anlamıştır. Kendisi, Cebrail (a.s)’e:
“Ey Cebrail öleceğimi anladım.” demiştir. Cebrail (a.s) da, Peygamber Efendimiz
(s.a.v)’e: “Senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır, Rabbin sana
(istediğini) verecek sen de razı olacaksın.” (Duha:4-5) demiştir. Bunun üzerine
Peygamber Efendimiz (s.a.v) müezzini Bilal-ı Habeşi’ye, insanları cemaatle
namaz kılmak ve onlardan helallik istemek üzere toplanmaları için çağırmasını
emretmiştir.
Bütün Muhacir ve Ensar bu çağrıya cevap vererek
Mescid-i Nebi’de toplandı. Peygamber Efendimiz (s.a.v) onlara namaz
kıldırdıktan sonra minbere çıktı ve orada bulunan insanlara hitap etti. Orada
bulunanlara nasıl bir peygamber olduğunu sordu. Orada bulunanlarda Peygamber
Efendimiz (s.a.v) hakkında oldukça güzel olan düşüncelerini dile getirdiler.
Bunun üzerine Efendimiz sahabelerinden helallik istedi.
“Ey Müslümanlar! Boynuzsuz koçun boynuzlu koçtan
hakkını isteyeceği o dehşetli günde hesaplaşmamak için şimdi kimin üzerinde
hakkım varsa ve kimin bende hakkı varsa söylesin. Şimdi hesaplaşmak isterim.” dedi. Bu isteğini üç kere
tekrarladıktan sonra Hz. Ukkâşe sahabenin arasından ayağa kalkarak ilerledi ve
Efendimiz’in önüne gelerek şunları söyledi:
“Anam babam sana feda olsun ya Allah’ın Elçisi, eğer
ısrar etmeseydin sana söylemeyecektim; fakat ısrar etmen üzerine sana söylemek
istedim. Bir savaş sonrası ben sizin devenizin yanına yaklaştığım sırada
sırtımdan kırbaç yemiştim. Devenizi kırbaçlamak isterken bana vurmuştunuz.”
dedi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) de bunun yanlışlıkla
olduğunu ama yine de bunun bir hak olduğunu belirtti. Bilal-ı Habeşi’yi evine
gönderdi ve o kırbacı, kızı Hz. Fatıma’dan alarak mescide getirmesini istedi.
Bunun üzerine Bilal-ı Habeşi kırbacı getirip Efendimiz’e verince Hz. Ebubekir
ve Hz. Ömer hemen ayağa kalkarak:
– “Ey Ukkâşe! İşte önündeyiz Hakkını bizden al.
Peygamberden alma!” deyince Peygamber Efendimiz (s.a.v):
– “Ey Ebubekir, Ey Ömer, yerlerinize oturun. Şüphesiz
ki Yüce Allah (c.c.) sizin bu iyi niyetinizi mükâfatsız bırakmayacaktır.” dedi.
Bunun üzerine Hz. Ali ayağa kalkarak: --- “Benim
hayatım Allah’ın elçisinin hayatının önündedir. İşte sırtım ve karnım nereye ne
kadar vurmak istersen vur.
– “Ey Ali, otur yerine! Yüce Allah (c.c.) senin bu iyi
niyetini mükâfatsız bırakmayacaktır.” dedi.
Bundan sonra da Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin atılarak:
--- “Ey Ukkâşe, biliyorsun ki biz Allah Resulünün torunlarıyız, hakkını bizden
aldığında O’ndan almış sayılırsın. Ne olur bize vur?” dediler. Peygamber
Efendimiz (sav) onlara da:
– “Yerlerinize oturun, ey benim göz bebeğim
torunlarım” dedi.
Sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v) Ukkâşe’ye dönüp: ---
“Ey Ukkâşe! Vuracaksan vur!” deyince Ukkâşe:
-“Ey Allah’ın Resulü!” dedi. “Siz bana vurduğunuzda
ben çıplaktım. Şimdi ben de size vururken çıplak olmanız gerekmez mi diye sordu
ve sizin de çıplak kalmanızı rica ediyorum.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v) hiç duraksamadan
elbisesini çıkardı ve “Buyur, hiç çekinmeden dilediğin kadar vur.” dedi.
Bu sırada Müslümanlar yüksek sesle ağlıyorlardı ve Hz.
Ukkaşe hızla Efendimiz’in peygamberlik mührünü öptü ve şunları söyledi:
“Anam babam sana feda olsun. Kim sana kıyabilir? Benim
amacım senin mübarek vücudunu öperek senin yüzün suyun hürmetine Rabbimin
rızasını kazanmak ve Cehennem azabından kurtulmaktır.”
Bunun üzerine Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v): --- “Ya
hakkını alman için gerekeni yap ya da affet, deyince Hz. Ukkâşe: --- “Kıyamet
gününde Allah’ın beni affetmesini umarak sizi affediyorum.” dedi. Bunun üzerine
Peygamber Efendimiz (s.a.v):
– “Kim cennetteki arkadaşımı görmek isterse bu adama
baksın.” dedi.
Tüm günahları işlemeden affedilmiş olan Peygamber
Efendimiz (s.a.v)’in bu kadar dikkat ettiği bir husus olan kul hakkına
layıkıyla dikkat etmemiz dileğiyle…
6-
HZ. FÂTIMA ANNEMİZ’İN, A’MÂ-YA KAPI AÇMASI
7-
MERYEM ANNEMİZ 18 YIL CAMİİ TEMİZLİĞİ YAPAR
8-
MESCİT ÂŞIĞI; ÜMM-Ü MİHCEN (R.’ANHÂ)
Peygamberimiz (sallelâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in mescit âşığı;
Ümm-ü Mihcen (r.’anhâ)’e verdiği değer!
72- Mescidi
Süpürmek. (Ötesine
Berisine Düşmüş) Paçavraları. Çöpleri ve Ağaç Kırıntılarını Toplamak Bâbı
458 --- ... (Ebû Hureyre -r.’a.-
şöyle demiştir): Bir zenci adam, yâhud zenci kadın, mescidi süpürür idi. Vefât
etti. Peygamber (sallelâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) onun hâlinden sordu. Öldü
dediler. --- “Bana haber vermeli değil miydiniz? O adamın -yâhud- o kadının- kabrini
bana gösteriniz" buyurdu. Müteakiben o adamın veyâ kadının kabrine
vardı ve üzerine namaz kıldı.”[18]
Ve İbn Abbâs: --- "İmrân'ın karısı: Karnımdakini âzâdlı bir kul
olarak sana adadım. Benden de bunu kabûl et." (Âl-i ‘Imrân
Sûresi, 3/35) âyetindeki "Muharraran" sözü, mescide tahsîs
edilmiş, ona hizmet edecek bir azâdlı demektir, demiştir.
460 --- … Bize Hammâd,
Sâbit'ten; o da Ebû Râfi'den; o da Ebû Hüreyre’den tahdîs etti (o, şöyle
demiştir): Bir kadın yâhud bir adam mescidi süpürür idi. Ebû Râfi': Ben Ebû
Hüreyre’nin "bir kadın" dediğini kuvvetle zannediyorum, demiştir. Sonra Ebû
Hureyre (iki bâb önce) geçen hadîsi zikredip: Peygamber (sallelâh-ü ‘aleyh-i ve
sellem) onun kabri üzerine namaz kıldı, demiştir.
PEYGAMBERİMİZ (SALLELÂH-Ü ‘ALEYH-İ
VE SELLEM)’İN MESCİT ÂŞIĞI; ÜMM-Ü MİHCEN(R.’ANHÂ)’E VERDİĞİ DEĞER!
72- Mescidi Süpürmek. (Ötesine Berisine Düşmüş)Paçavraları.
Çöpleri ve Ağaç Kırıntılarını Toplamak Bâbı
458--- ... (Ebû Hureyre -r.’a.- şöyle demiştir): Bir
zenci adam, yâhud zenci kadın, mescidi süpürür idi. Vefât etti. Peygamber
(sallelâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) onun hâlinden sordu. Öldü dediler. --- “Bana haber vermeli değil miydiniz? O adamın -yâhud-
o kadının- kabrini bana gösteriniz" buyurdu. Müteâkiben o adamın
veyâ kadının kabrine vardı ve üzerine namaz kıldı.”
٤٥٨- حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ حَرْبٍ، قَالَ: حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ،
عَنْ ثَابِتٍ، عَنْ أَبِي رَافِعٍ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ: أَنَّ رَجُلًا أَسْوَدَ
أَوِ امْرَأَةً سَوْدَاءَ كَانَ يَقُمُّ المَسْجِدَ فَمَاتَ، فَسَأَلَ النَّبِيُّ
صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْهُ، فَقَالُوا: مَاتَ، قَالَ: "أَفَلاَ
كُنْتُمْ آذَنْتُمُونِي بِهِ دُلُّونِي عَلَى قَبْرِهِ - أَوْ قَالَ قَبْرِهَا - فَأَتَى
قَبْرَهَا فَصَلَّى عَلَيْهَا."[19]
Medine’de
Allâh Rasûlüne gönülden bağlı, Ümm-ü Mihcen isminde bir hanım sahabî vardı.
Medine’nin kenar mahallelerinden birinde ikâmet eden bu sahâbî, her gün Allâh
rızâsı için gelir ve Mescid-i Nebevî’nin temizliğini yapardı. Peygamberimiz
(sallelâh-ü ‘aleyh-i ve sellem), onun bu fedakârlığını takdîr eder ve kendisine
derin bir muhabbet duyardı. Bir ara ondan haber alamayan Efendimiz (sallelâh-ü
‘aleyh-i ve sellem), onun nerede olduğunu sordu. Sahâbe, bu fedakâr kadının
vefât ettiğini ve defnedildiğini söyleyince Efendimiz çok ama çok üzüldü. Kutlu
Nebi, --- “Keşke bana haber verseydiniz?” diyerek üzüntüsünü dile getirdi. Ve hiç yapmadığı
bir şey yaptı. Ümm-ü Mihcen’in kabrine gitti, kabri başında cenâze namazı kıldı
ve ona duâ etti.”[20]
9-
HÂRUN REŞİD’İN EŞİ ZÜLEYHA (EZANA SAYGI, SAÇINI KAZIMASI, BEHLÜL DÂNE (RH’A.)’DEN CENNET
SATIN ALMASI)
Zübeyde Hatunu kurtaran küçük amel
Harun
Reşid’in hanımı Zübeyde Hatun çok saliha bir kadındır. Mekke-i Mükerreme’den
Arafat’a kadar su kanalları döşetmiş, o mukaddes beldeyi çeşmelerle donatmış ve
Rahman’ın misafirlerinin su ihtiyacını karşılamak için yüz bin altın
harcamıştır. Osmanlıların tamir edip yeniden kullanıma hazır hale getirdiği o
kanallar ve çeşmeler yakın zamana kadar da milyonlarca insanın ihtiyaçlarını
gidermiştir. Zübeyde Hatun, hicaz suyolunun yanı sıra han, hamam, imarethane ve
şifahane gibi daha pek çok hayır müessesesi yaptırmıştır.
Bütün hayatı hayır ve hasenât peşinde geçen bu mualla kadıncağız vefat ettikten sonra, birisi onu rüyasında görmüş ve ona demiş ki: “Dünyada Allah için bu kadar büyük hayırlar yaptın, kim bilir Hak Teâlâ sana Cennet’te ne yüksek bir makam bahşetti!” Zübeyde Hatun’un cevabı şöyle olmuş: “Evet doğru, Rabb-i Rahîm bana gerçekten de yüce bir makam ihsan eyledi; fakat bu yüce makamı yaptırmış olduğum hayır müesseseleri nedeniyle vermedi. Bir gün, bulunduğum mecliste ilahiler okunuyor, kasideler söyleniyordu. Sâzendelerin sazlarına vurdukları bir sırada minarelerden ezan-ı Muhammedî’nin yükseldiğini duymuştum. Hemen “Susun, ezanı dinleyelim!” deyip oradaki herkesi susturmuştum. ışte, sorgu-sual anında, amellerim birer birer sayılıp döküldü. Arafat’a kadar su kanalları döşeme de vardı onlar içinde. Fakat bana denildi ki: “Seni ezana karşı göstermiş olduğun o saygından dolayı bağışladık.”
Onca amel arasında, ezana saygı gibi zâhiren küçük bir iyilik rahmet deryasının coşmasına vesile oluyor. Cenâb-ı Hak, küçük bir hayrı kulunun kurtuluşuna vesile kılıyor. Bazen Müslümanlığın alameti sayılan ezan gibi Allah’ın değer verdiği bir şeye değer vermesinden dolayı, bazen de O’ndan ötürü mahlûkattan birine karşı şefkat göstermesi sebebiyle kulunu yüce makamlara yükseltiyor.
Bütün hayatı hayır ve hasenât peşinde geçen bu mualla kadıncağız vefat ettikten sonra, birisi onu rüyasında görmüş ve ona demiş ki: “Dünyada Allah için bu kadar büyük hayırlar yaptın, kim bilir Hak Teâlâ sana Cennet’te ne yüksek bir makam bahşetti!” Zübeyde Hatun’un cevabı şöyle olmuş: “Evet doğru, Rabb-i Rahîm bana gerçekten de yüce bir makam ihsan eyledi; fakat bu yüce makamı yaptırmış olduğum hayır müesseseleri nedeniyle vermedi. Bir gün, bulunduğum mecliste ilahiler okunuyor, kasideler söyleniyordu. Sâzendelerin sazlarına vurdukları bir sırada minarelerden ezan-ı Muhammedî’nin yükseldiğini duymuştum. Hemen “Susun, ezanı dinleyelim!” deyip oradaki herkesi susturmuştum. ışte, sorgu-sual anında, amellerim birer birer sayılıp döküldü. Arafat’a kadar su kanalları döşeme de vardı onlar içinde. Fakat bana denildi ki: “Seni ezana karşı göstermiş olduğun o saygından dolayı bağışladık.”
Onca amel arasında, ezana saygı gibi zâhiren küçük bir iyilik rahmet deryasının coşmasına vesile oluyor. Cenâb-ı Hak, küçük bir hayrı kulunun kurtuluşuna vesile kılıyor. Bazen Müslümanlığın alameti sayılan ezan gibi Allah’ın değer verdiği bir şeye değer vermesinden dolayı, bazen de O’ndan ötürü mahlûkattan birine karşı şefkat göstermesi sebebiyle kulunu yüce makamlara yükseltiyor.
10- MAŞİTE ANNEMİZ
Firavunun hazine işleriyle
görevli bir veziri, bunun da Maşite adında bir hanımı vardı. Firavunun kızının
dadılığını yapıyordu. Kendisi Musa aleyhisselamın dinine inandığı halde imanını
gizliyor, ibadetlerini de gizli yapıyordu.
Maşite hatun bir gün hamamda
Firavunun kızının saçını tararken, tarak yere düştü. Tarağı yerden gayri
ihtiyari besmele çekerek aldı. Firavunun kızı bu söze kızarak dedi ki: -Ey
dadı! Bu nasıl sözdür. Benim babamdan başka tanrı mı vardır? Babamın adını
değil de, bir başkasının adını nasıl söylersin? -Evet, yavrum Allah vardır. Hem
yeri, göğü ve içindekileri yoktan var eden, seni beni, babanı ve bütün
varlıkları yaratan bir Allah vardır.
Firavunun kızı bu sözlere
daha da kızarak dedi ki: -Seni babama şikâyet edeceğim. Hak ettiğin cezaya
çarptırılacaksın.
Durumu babasına söyledi.
Firavun Maşite hatuna dedi ki: - Sen benden başka bir tanrıya inanıyormuşsun.
Söyle, benden başka yeryüzünde tanrı var mıdır? - Ey Firavun sen de biliyorsun
ki sen ilâh değil, âciz bir kulsun. Seni de yaratan Allah'tır. Sen fânisin, yok
olacaksın. Fakat Allah ebedidir. Fâni değildir. Musa aleyhisselam da Onun
Peygamberidir.
Bu sözlere çok kızan Firavun
onu hemen öldürmektense, her gün bir uzvunu keserek başkalarına da bir ders
olmasını istedi. Önce tırnaklarını çektirdi. Saçından tavana asıldı. Kamçılarla
vücudundan kan çıkıncaya kadar kırbaçlandı. Bunlara rağmen dininden dönmeyince,
Firavunun kini günden güne fazlalaşıyordu. Maşite hatunu bir ağaca bağlattı.
Biri 5 yaşında, diğeri de 5 aylık olan iki kız çocuğundan büyüğünü karşısına
getirerek şöyle söyledi: -Ey Maşite, beni tanrı olarak kabul edersen seni
serbest bırakacağım.
Maşite, yavrusunun acıklı
hâline, bir de Firavunun hâline baktı. Sonra dedi ki: - Ben ancak bir olan
Allah'a inanıyorum.
Firavun eline geçirdiği
bıçakla 5 yaşındaki yavrunun gırtlağını annesinin gözü önünde kesti. Kanını da
Maşite'nin ağzına yüzüne sürdürdü. Sonra tekrar hiddetlenerek şöyle sordu: -Söyle,
benden başka tanrı var mıdır? - Allah birdir, Allah'tan başka ilâh yoktur.
Bu sefer Firavun 5 aylık
kundaktaki yavruyu getirmelerini istedi. Getirilen yavruyu annesine yaklaştırdıklarında
saatlerdir süt emmeyen yavru, meme aramaya başladı.
Maşite hatun önceki
yavrusunun uğratıldığı akıbetini düşündü. İkinci yavrusunun da hunharca
kesilmesine bir anne olarak dayanamayacaktı, kararını verdi. Firavuna Rabbim
sensin diyecek, fakat kalben inanmayacaktı. Tam ''Rabbim sensin'' diyeceği
sırada küçük yavru dile gelerek dedi ki: - Hayır anne, hayır! Sabreyle! Rabbim
sensin deme! İmanından asla dönme. Firavuna inanma! Benim için, ablam için,
senin için, Allah'ın Cennette hazırlamış olduğu makamı görüyorum. O makamı,
etrafında sana hizmet etmek için pervane gibi dönen hurileri de
görüyorum.
Firavun ve orada hazır
olanlar bu sözü duydular. Tevbe edeceklerine daha da hiddetlenen Firavun, 5
aylık yavruyu da hemen boğazlattı. Fakat Maşite hatun ağlamıyor, gülüyordu.
Kızının gördüklerini artık o da görüyordu. Ölümünün bir an evvel gelmesini
arzuluyordu. Firavun, kocasıyla beraber Maşite hatunu ve yavrusunu kaynar
kazanın içine attı. Fakat kini hâlâ yatışmamıştı.
MAŞITA ANNEMİZİN KISSASI
***---Übey
İbnu Ka'b (r.’a) anlattığına göre: "Resûlullah
(sav) : Mi’râc gecesinde çok hoş bir koku hissetti. "Ey Cibril bu güzel koku nedir?" diye
sordu. O da anlattı: "Bu Mâşıta (berber) kadının,
iki oğlunun ve kocasının kabirlerinin kokusudur. Bunların hikâyesi şöyledir: Hızır aleyhisselâm, Benî İsrail'in
ileri gelenlerinden biriydi. Onun yol güzergâhında manastırda oturan bir rahip
vardı. Hızır oradan geçtikçe rahip önüne çıkar, İslâm'ı
öğretirdi. Hızır buluğa erince babası onu bir kadınla
evlendirdi. Hızır İslâm'ı hanımına öğretti ve
bunu kimseye haber vermemesi hususunda söz aldı. Kendisi kadınlara yaklaşmazdı. Bu sebeple bir müddet sonra
kadını boşadı. Aradan zaman geçince babası, Hızır'ı
bir başka kadınla evlendirdi. Hızır ona da
İslâm'ı öğretti ve kimseye söylememesi için söz aldı. Bu sırrı o iki kadından biri tuttu, diğeri ifşa etti. (Böylece
onun İslâm'ı yaydığı ortaya çıktı.) Bunun üzerine Hızır oradan kaçtı. Deniz
ortasında bir adaya geldi. Odun kesmek için iki kişi
oraya geldi ve onu gördüler. Bunlardan biri
Hızır'ı gördüğünü gizledi, diğeri ifşa etti ve: "Ben Hızır'ı
gördüm!" dedi. Ona: "Seninle beraber onu başka kim gördü?"
denildi. O: "Falan kimse!" dedi. Ona soruldu ise de gördüğünü
söylemedi. Onların dininde yalan söyleyen öldürülürdü. Zamanla
bu sır tutan adam, öbür sır tutan kadınla evlendi. Bu kadın, Firavun'un kızının başını tararken tarak elinden düştü.
Kadıncağız: "Firavun helak olsun!"
dedi. Kız bunu babasına haber verdi. Kadının kocasından başka iki de oğlu vardı. Firavun, onları da çağırttı. Bunları
dinlerinden çevirmek için Firavun ısrar eni. Onlar direndiler. O zaman Firavun:
"Öyleyse sizi öldüreceğim!" dedi.
Karı-koca: "Bu, tarafınızdan bize bir ihsan
olur!" diye merdane cevap verdiler
ve: "Madem öldüreceksin hiç olsun bizi bir kabre koy!"
dediler. O da öyle yaptı. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm, Mi’râc’da iken güzel bir
koku duydu, Cibril aleyhisselâm'a bunu sordu. O da bu hâdiseyi anlattı."
11- ALKAME (R.’A.)’NİN ANNESİ
Devr-i saadette Alkame
isminde gayretli çalışkan ve sehâvetli bir genç vardı. Hastalandı ve
rahatsızlığı şiddetlendi.
Karısı vaziyeti Rasûl-i Ekrem
sallellâh aleyhi ve sellem efendimize bildirdi: Ya Rasûlellâh, kocam çok hasta,
ölüm halinde, dedi.
Rasûl-i Ekrem sallellâh-ü
aleyhi ve sellem, vaziyeti öğrenmek için Bilal Habeşî, Ali, Selman ve Ammâr (r.’anhüm)
hazeratını, Alkame’nin evine gönderdi. Gittiler, Alkame ağır hasta idi. Lâ
ilâhe İllallah, Muhammedü’r-Rasûlüllâh demesini söylediler. Bir türlü
söyleyemedi. Üzüldüler.
Vaziyeti bildirmesi için
Bilal (r.’a.)'ı Rasûl-i Ekrem sallellâh-ü aleyhi ve sellem efendimize
gönderdiler. Rasûl-i Ekrem sallellâh-ü aleyhi ve sellem efendimiz ana ve
babasının hayatta olup olmadıklarını sordu.
Babasının öldüğünü, ihtiyar
anasının hayatta olduğunu öğrendiler.
Rasûl-i Ekrem sallellâh-ü
aleyhi ve sellem efendimiz, ihtiyar kadına oğlu ile vaziyetinin nasıl olduğunu
sordurduğunda, ihtiyar kadın:
O hep karısını dinliyor, hep
beni tersliyor, hiç bir dileğimi yerine getirmiyor, cevabını verdi. Rasûl-i
Ekrem sallellâh-ü aleyhi ve sellem, Bilal Habeşî (r.’a.)'a: Git bir yığın odun
topla, onu ateşle yakalım, buyurdu. Bu sözleri duyan Alkame'nin annesi: Ya
Rasûlellâh! O benim oğlum ve gönlümün meyvesidir. Onu benim gözlerimin önünde
yakacak mısın? Buna yüreğim nasıl dayanır, dedi. Rasûl-i Ekrem sallellâh-ü
aleyhi ve sellem efendimiz şöyle buyurdu: Ey Alkame'nin annesi, Allah'ın azabı
daha şiddetli ve daha devamlıdır. Sen içinden Allah'ın onu mağfiret etmesini
diliyorsun. O halde ona kırgın olmadığını açıkla. Hakkını helal et. Varlığım
Kudret elinde olan Allah'a yeminle söylerim ki, sen ona kırgın oldukça, onun ne
namazı, ne orucu ne de diğer iyilikleri kendisine fayda vermez.
Alkame'nin annesi ellerini
göğe kaldırdı ve: Ya Rasûlellâh! Allah'ı, seni ve burada bulunanları şâhîd tutuyorum
ki, ben Alkame'den razıyım, haklarımı ona helal ettim, dedi. Rasûl-i Ekrem
sallellâh-ü aleyhi ve sellem efendimiz:
Ya Bilal! Git bak, Alkame Lâ
ilahe İllallah diyebiliyor mu? Buyurdu. Bilal hemen gitti. Alkame'nin evine
vardı. Daha kapıdan girerken onun, Lâ ilahe İllallah, Muhammedun Rasûlüllâh
demekte olduğunu işitti. Aynı gün Alkame (r.’a.) vefat etti. Yıkandı,
kefenlendi. Rasûl-i Ekrem sallellâh-ü aleyhi ve sellem efendimiz namazını
kıldırdı ve defnetti. Definden sonra Fahr-i Kâinat efendimiz, kabri başında
durarak halka şunları söyledi: Ey Muhâcirler! Ey Ensarlar! Kim karısını
annesinden daha üstün tutarsa Allah'ın laneti onun üzerindedir. Onun diğer
ibadet ve iyiliklerinin de kendisine hiçbir faydası yoktur, kabul olunmaz,
buyurdu.
Rasûl-i Ekrem sallellâh-ü
aleyhi ve sellem efendimiz buyurur: Kim Kur'an okur, öğrenir ve onunla amel
ederse kıyamet günü anne ve babasına nurdan (yapılmışçasına parlak ) bir tâc
giydirilir. Onun ziyası güneş ışığı misalidir. Onun ebeveynine iki hülle
giydirilir ki dünya ( malı ) onlarla boy ölçüşemez. Onlar ne karşılığında
bunlar bize giydirildi derler."
"Çocuğunuzun Kur'an
ahkâmını tutması sebebiyle" denilir.[21] Musâ
aleyhisselam bir defâsında şöyle dedi:
Ya rabbi! Bana öğüt ver.
Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri buyurdu: Rabbinin hukukuna riayet et. Musâ
aleyhisselam tekrar etti: Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri buyurdu: Ananın
hakkını gözet. Musâ aleyhisselam tekrar sordu: Allah Teâlâ ve Tekaddes
Hazretleri tekrar buyurdu: Ananın hakkını gözet.
12-
HANZALA İBN-İ EBÎ ÂMİR (R.’A)’EŞİ
VE CİHÂD
Hanzala İbni Ebî Âmir (r.’a.) şehitlik hasretiyle
yanan bir yiğit… Uhud savaşı öncesinde yenidünya evine giren ve o günün
sabahında Uhud’a koşup müşriklerle çarpışan bir kahraman… Na’şını meleklerin
yıkadığı bir şehîd…
O, Evs kabilesinin ileri gelenlerindendi. Son derece kuvvetli, dirayetli ve yüksek bir ahlâka sahipti. Müslüman olmadan önce insanlardan uzak kalarak ibadetle meşgûl olurdu. Hanif dini üzere yaşardı. İnziva hayatını severdi. Putlara ibadet etmekten nefret ederdi.
O, Evs kabilesinin ileri gelenlerindendi. Son derece kuvvetli, dirayetli ve yüksek bir ahlâka sahipti. Müslüman olmadan önce insanlardan uzak kalarak ibadetle meşgûl olurdu. Hanif dini üzere yaşardı. İnziva hayatını severdi. Putlara ibadet etmekten nefret ederdi.
Hanzala İbni Ebî Âmir, Rasûl-i Ekrem sallellâh-ü aleyhi ve sellem efendimizin Medine-i Münevvere’ye teşrifinden sonra İslam’la şereflendi. Babası Ebû Âmir ise İki Cihan Güneşi efendimize düşman olanlarla beraber oldu. Efendimiz Medine’ye teşrif edince o da Mekke’ye gitti ve müşriklerle ayni safta yer aldı. Bu yüzden ona fâsık lakabı verildi.
Hanzala (r.’a.) bütün akranı arasında “Takî” lakabıyla meşhurdu. Yüksek ahlaklı bir zattı. Kalbinde iman günden güne coşuyordu. İki Cihan Güneşi efendimizin yanından ayrılmıyordu. Babası ise, küfür ve tuğyan içerisinde kendi kabilesinden elli kişilik bir grupla Mekke’li müşriklerle bir olmuş Fahr-i Kâinat (s.a.v.) efendimize karşı cephe oluşturmuştu.
Hanzala (r.a) Bedir ve Uhud Gazvelerine iştirak edip büyük kahramanlıklar gösterdi. Bedir Gazvesine katıldığında henüz bekârdı. Savaştan bir müddet sonra Abdullah İbni Übey İbni Selül’ün müslüman olan kızı Cemile ile nikâhlandı. Düğünleri Uhud savaşı öncesine rast geldi. Düğünün olduğu günün akşamı Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) efendimiz ashabıyla Uhud’a hareket edecekti. Geceyi evinde geçirmek üzere Fahr-i Kâinat (s.a.v.)’den izin istedi. Efendimiz de müsaade buyurdu.
Yeni-dünya evine giren Hanzala (r.’a) o geceyi ailesinin yanında geçirdi. Sabahleyin erkenden evinden çıktı. Uhud’da İki Cihan Güneşi Efendimize yetişti. Sevgili Peygamberimiz harp için safları düzeltirken o da Ashâb-i kiram’in arasına katildi. Uhud günü büyük kahramanlıklar sergileyen Hanzala (r.’a) diğer Sahâbîler gibi can-siperâne bir şekilde müşriklere hücum etti. Şehitlik arzusuyla sağa-sola atıldı. Hiç durmadan dinlenmeden kılıç salladı. Gün boyu ok atarak kılıç sallayarak savaştı. Müşrikler bozguna uğrayıp kaçmaya başlamıştı. Müşrik ordusu komutanı Ebû Süfyân ise yalnız kalmıştı. Hanzala (r.’a.) onu görünce hemen kılıcını çekti ve atinin bacaklarını uçurdu. Atıyla birlikte Ebû Sofya’nı yere düşürdü. Korkudan ne yapacağını şaşıran Ebû Süfyân avazının çıktığı kadar bağırmaya başladı. Etrafına: “Ey Kureyş ben Ebû Süfyanın Hanzala beni öldürecek yetisin.” diye seslendi: O hengâmede herkes can derdine düşmüştü. Aldırış eden pek yok gibiydi. Hanzala (r.’a) ona doğru hücum etmeye hazırlanırken birdenbire arkasından yaklaşan Şeddat İbni Esved, hain mızrağı ile onu sırtından vurdu. Hanzala (r.’a) mukabele etmek istediyse de pesinden ikinci bir darbe daha aldı ve şehadet şerbetini içti.
Uhud Savaşını Bedir’in intikamını almak için gerçekleştiren Ebû Süfyân, Hanzala (r.’a)’in şehîd edilmesini Bedir’de öldürülen oğlu Hanzalaya karşılık olarak kabul etti. Onun yerine öldürülmüş gibi saydı. Savaş meydanında müşrikler intikam duygusuyla şehitlerin organlarını kesiyordu. Hanzala (r.’a)’in müşrik babası Ebû Âmir onun cesedine eziyet edilmesine engel oldu.
Hanzala (r.’a) şehîd olunca İki Cihan Güneşi Efendimiz onun hakkında: --- “Ben Hanzala’yı meleklerin gökle yer arasında gümüş bir tepsi içinde yağmur suyu ile yıkadıklarını gördüm.” buyurdu. Ebû Useyd Said (r.’a) diyor ki: “Gidip Hanzalaya baktım. Başından yağmur suyu akıyordu. Döndüm bunu Rasûlüllâh (s.a.v.)’e haber verdim: Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) de hanımına haber gönderip bunun sebebini sordu. Ailesi, Hanzala (r.’a)’in Uhud’a yetişebilmek için çok acele çıktığını ve gusül abdesti alamadığını söyledi.” O, bu hadiseden sonra “Gasîlü’l-melâike = Melekler tarafından yıkanmış kimse” lakabıyla anıldı. Evs kabilesi onunla iftihar ederdi. “Melekler tarafından yıkanan Hanzala (r.’a) bizdendir.” derlerdi.
Hanzala (r.’a)’in ailesi Cemile düğün gecesi bir rüya görmüştü. Sabah olunca kavminden dört kişi çağırdı ve Hanzala ile evlendiklerine onları şahit tuttu. Çocuk olursa Hanzala (r.’a)’e ait olacağını söyledi. Oradaki şahitler: “Buna ne lüzum vardı?” diye sorunca Cemile (r.’anhâ) gördüğü rüyayı anlattı ve: “Rüyamda semanın açıldığını, Hanzala’nın içeri girdikten sonra kapandığını gördüm.” dedi. Rüyası hakikat olup Hanzala (r.’a) Uhud’da şehîd oldu. Abdullah isminde bir oğulları oldu. Abdullah İbni Hanzala olarak tanınan bu çocuk Yezîd İbni Muâviye’ye karşı Medine halkının biat ettiği Abdullah’tır. Yezid’in zamanında şehîd edilmiştir.
Cenâb-i Hak’tan baba-oğul her iki yiğit sevgilinin şefaatlerine erebilmeyi niyaz ederiz. Âmin.
13-
LİMONA İĞNE SOKAN EVLİYÂNIN HANIMI VE SU KIRBASINI DELEN ÇOCUK
“İstanbul'un
Vefa semtinin ismi kendisinden kalan zamanın manevi erlerinden Şeyh Vefa Hazretlerinin bir oğlu vardı. Bu çocuk, o zaman henüz İstanbul'a çeşmeler
yapılmadığı için evlere hayvan sırtında su taşıyan sakaların kırbalarını
delerdi. (Kırba, eti yenen hayvanın derisinden tabaklanarak elde edilen tulum)
Hazreti Fatih Devri meşayihlerinden olan Şeyh Vefa Hazretlerinin çocuğu bu kötü
hareketini uzun zaman devam ettirdiği halde, sucular Şeyhin hatırına çocuğa bir
şey demedikleri gibi, gelip durumu Hazreti Şeyhe bile anlatmaya cesaret
edemezlerdi."
"Sakalardan (Sucu) bir tanesi artık dayanamayıp
durumu çocuğun babasına açmaya karar verdi. Şeyhin huzuruna gelerek: "Ya
Şeyh! Ne zamandan beri sizin çocuk bizim kırbalarımızı elindeki iğne ile
delmekte ve akan suları ağzını dayayıp içmektedir. Biz bu zamana kadar bir şey
söylemedik ama artık dayanılmaz oldu, siz bir tembihte bulunsanız da çocuk bu
halinden vazgeçse" dedi." "Oğlunun böyle çirkin bir iş yaptığını
öğrenen Şeyh Vefa Hazretleri, çok üzüldü. Ne kadar kırbası delinen sucu varsa
hepsini çağırıp zararlarını ödedi ve gönüllerini alarak "bir daha olmaz
inşallah, suç çocukta değil, mutlaka bizdedir. Ya anası bir hata işledi yahut
bende bir kabahat var" diyerek sucuları gönderdikten sonra, hanımını
çağırıp meseleyi anlattı:
Hanım kabahat ya sende ya bende… İyi düşün çocuğa
hamile iken veya emzikli iken haram bir şey yedin mi?" diye sordu. Şeyhin
hanımı gayr-i meşru hiçbir şeyi yemediğini yalnız, çocuğa hamile iken komşunun
bahçesindeki nardan canı çektiğini ve iğne ile delerek bir damla emdiğini
söyleyince Şeyh sevindi: "Elhamdülillah hastalık teşhis edildi"
diyerek gidip komşudan helallik dilemesini ve ne isterse vermesini söyledi.
Kadın gitti, evin kadınını buldu, durumu anlatıp hakkını helal etmesini rica
etti. N arın sahibi: "Helal olsun komşu, bir damla nar suyunun ne kıymeti
olur, keşke koparıp yeseydin" diyerek hakkını helal etti. Ve bu mesele
hallolduktan sonra Hazreti Şeyh oğlunu çağırıp tembih etmek lüzumunu bile
hissetmedi. Hakikaten ondan sonra çocuk, değil elindeki iğne ile sucuların
kırbasını delmek, dönüp onlara bakmıyordu bile. Sucular keşke daha evvel durumu
Şeyhe· anlatsaydık. Şeyh Oğlunu terbiye etmiş" diyorlardı.[22]
14- HZ. PEYGAMBER’LE
MÜCÂDELE EDEN HAVLE ANNEMİZ
KURAN-I Kerim’deki 4. surenin adı
"Nisa" Suresi’dir. Nisa, kadınlar anlamındadır. Kadınlar
Suresi demek. Kuran-ı Kerim’de "Rical", yani erkekler
anlamında herhangi bir sure yoktur.
Kuran-ı Kerim’de, bazı peygamberlerin isimleri
surelere verilmiştir. Yusuf, Yunus, İbrahim veya Lokman (peygamberliği tartışmalıdır) sureleri
gibi. Peygamber olan erkekler sureye isim olabilmiştir. Bu genel kuralın tek
istisnası "Meryem" Suresi’dir.
Hz. İsa’nın annesi, peygamber olmamakla beraber bir sureye isim olabilmiştir. Peygamber olmayan tek kişiliktir. Kuran-ı Kerim her fırsatta kadını onurlandırmış, ön plana çıkarmıştır. Toplumun gündeminde kalsın diye.
Hz. İsa’nın annesi, peygamber olmamakla beraber bir sureye isim olabilmiştir. Peygamber olmayan tek kişiliktir. Kuran-ı Kerim her fırsatta kadını onurlandırmış, ön plana çıkarmıştır. Toplumun gündeminde kalsın diye.
* * *
Kuran-ı Kerim’deki en manidar surelerden biri de 58.
sırada yer alan "Mücadele “Suresi’dir.
Medine’de inen bu surenin kadınlar açısından anlamlı bir hikâyesi (sebeb-i
nüzulu-iniş gerekçesi) vardır. Mücadele, peygamberle tartışan kadın anlamına da
gelir. Olay şöyle gelişti:
"Hz. Havle" iman eden bir kadındı. Evs (r.’a.) isimli, sert tabiatlı bir adamla evliydi. Bir gün Evs (r.’a.), karısını boşadı. Bu boşanmayı gerçekleştirirken de eskiden Araplar arasında yaygın olarak yapılan ve "zihar" olarak adlandırılan bir yöntemi kullandı.
Araplar, eşlerinin bazı hassas noktalarını, anneleri-bacıları gibi evlenmeleri yasak olan akrabalarına benzetirlerse bu boşanma sebebi sayılırdı. Evs (r.’a.) de eşine, "Sen bana anamın sırtı gibisin" diyerek aralarındaki akdini sona erdirmek istedi.
İşte bu olaya muhatap olan Hz. Havle, soluğu Hz. Peygamber’in (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) yanında aldı. Hz. Havle tepkiliydi. Hz. Havle yorgundu. Hz. Havle bezgindi. Hz. Havle mağdurdu. Hz. Havle çaresizdi. Çareyi Hz. Peygamber’de (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) bulacaktı.
Havle (r.’a.), Peygamber’in (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) evine geldi. Efendimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) dinliyordu. İsyan edercesine kocasını, Peygamberimize şikâyet etmeye başladı. Şöyle diyordu: "Ey Allah’ın elçisi! Evs, benim malımı-mülkümü yedi. Gençliğimi tüketti. Onun için çocuklar doğurdum. Şimdi ise yaşlandım. Çocuk doğuramaz hale geldim. O da zihar yaparak beni boşadı. Beni ortada bıraktı. Ya Rabbi, halimi sana arz ediyorum. Bu halimi sana şikâyet ediyorum."
Havle’yi büyük bir dikkat ve saygıyla dinleyen Hz. Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) bir an duraksadı. Sonra, "Bu tür boşamalarla ilgili Rabbimden bana herhangi bir ölçü gelmiş değildir" cevabını verdi. Çünkü O (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem), Yüce Allah’tan vahiy gelmedikçe kendi heva ve arzusuna göre konuşmazdı. Yüce Allah’ın kendisine müsaade ettiği konular hariç, mutlaka vahiy beklerdi.
Ama çok geçmeden Yüce Rabbimiz, "Halimi sana iletiyorum" diyen bu mağdur kadının yakarışına cevap verdi. Ötelerden, ötelerin de ötesinden cevap geliyordu. Yüce Allah’ın, "Senin sesini, yakarışını, isyanını duydum. Yalnız değilsin, sözün duyulmuştur, gökte yankılanmıştır Havle! Arzu ettiğin konuda sana cevap verilecek ve sen rahatlayacaksın" anlamında ayeti inecektir.
Yüce Rabbimiz, Havle’ye cevap veriyordu. Öylesine bir cevap ki Medine’de yankılanmadık, konuşulmadık ne sokak ne ev bırakacaktı. Günlerce her mekánda Havle’nin yakarışına verilen cevap konuşulacaktı. Havle gibi mazlum ve mağdur bütün kadınlar, bir anlamda "erkeği cezalandıran" bu ayetleri gururla okuyacaklar.
Yüce Allah, karısını bu şekilde boşamak isteyen erkeğe bu işin çirkin olduğunu ilettikten sonra, ya köle azadı, ya iki ay üst üste oruç veya 60 fakiri doyurma cezası verecektir. Eşine dönmenin bedeli olarak. Tekrar eşine yaklaşmak istersen bunu ödeyeceksin. Kadın değil, erkek bunu ödeyecek. Çünkü kadın mağdur oluyordu. Rabbimiz, mağdurun yanında, mazlumun yanında.
"Mücadele" Suresi’nin ilk ayetleri indiğinde yüzü sevincinden ay gibi parlayan Peygamberimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem), Havle’yi çağıracak ve "Seni müjdelerim Havle! Allah senin sesini duymuştur" dedikten sonra ilk ayeti okuyacaktır: "Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikáyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, bilendir."[23]
Hz. Havle bugün bile horlanmış, zorlanmış, terk edilmiş, önemsenmemiş, gençliğinden sonra kenara itilmiş bütün kadınların ortak isyanı olmuştur. Sembol olmuştur. Önemsenmediklerini zanneden kadınlara, "Hayır, Rabbiniz sizi önemsiyor. Rabbiniz sizin adınıza zulmeden erkeğe dünyada cezalar getirdiği gibi ahirette de hesap soracak". Üzülmeyin, sesinizi Rabbiniz duyuyor, halinizi görüyor cevabıdır Mücadele Suresi.
* * *
Yıllar geçer. İki büklüm bir kadın Medine
çarşısında Hz. Ömer’in önüne geçer. Bir şey
sorar. Uzun boylu Hz. Ömer eğilir, diz çöker.
Ellerini kadının omzuna koyar. Söyle nine der. Kadın dakikalarca konuşur, Hz. Ömer dinler. Medine’nin lider kadrosu ise
hayret içindedir. Bu ihtiyar nineye bu kadar zaman feda edilir mi(!). Nihayet
kadın anlatacağını anlatır ve gider. Hz. Ömer doğrulur.
Orada bulunanlardan biri, "Ey müminlerin emiri! Şu Kureyş’in liderlerini şu nine için o kadar bekletmeye değer miydi" diye sorunca Hz. Ömer hışımla döner. Herkesin duyacağı bir ses tonuyla: "Ne diyorsun! Yazık sana. Bu kadın Havle’dir. Allah (CC) yedi gök ötesinden onu duydu, hakkında ayet indirdi de Ömer mi onu dinlemeyecek. Vallahi bütün bir gün beni tutsaydı, öylesine duracaktım. Problemini halletmeden gitmeyecektim."
BUGÜN;
1- Kuşu ölen çocuğun evine taziyeye giden,
2- Anne ve yavru köpekler için koskoca
ordunun yolunu değiştiren, bir merhamet abidesinin doğum günü.
3- "Benim çocuğum yok, ardımdan
okuyacak kimse olmayacak"
diye ağlayan Hz. Bilal’i, "Üzülme! Ümmeti Muhammed her ezandan sonra
sana okuyacak" diye teselli eden bir sevgi adamının doğum günü.
4- Oturarak namaz kıldığını gören birinin
"hasta mısın?" sorusuna, "Hayır, açım!" diyen bizden
birinin doğum günü.
5- Kızına düğün hediyesi olarak gül veren,
kızı "Beni nasıl seviyorsun?" diye sorduğunda, "kördüğüm
gibi" cevabını veren... Ve zaman zaman "kördüğüm ne
âlemde?" sorusuna, "ilk günkü gibi" diyen bir kız
babasının doğum günü.
6- On sekiz aylık oğulcuğu kucağında can
verirken, gözyaşlarıyla onu öpüp koklayıp, "O, meme emen bir süt
kuzusudur, ama Allah'ın takdiri karşısında, elden ne gelir?" diyen bir
yüreğin doğum günü.
7- Yanında, kucağındaki çocuğuna sarılan,
öpüp koklayan arkadaşına gülümseyerek, "yavruna nasıl şefkat
duyuyorsan, Allah da senin şefkatinden daha çok sana şefkat duyar" diyen
bir zarafetin doğum günü.
8- İnsanlar ona saygıda kusur etmezken;
kızının her yanına gelişinde, ayağa kalkarak karşılayan "hoş geldin
kızım" diye öpen, elinden tutup yanına oturtan bir ruhun doğum günü.
9- Torunları sırtında iken namaz kılan, eve
girer girmez, "küçük adam orada mı? Küçük adam orada mı?" diye
seslenen, badi-badi koşarak gelen torunlarını kucaklarken, onlara "Ey
Allâh’ım! Ben onları seviyorum, sen de onları ve onları sevenleri sev"
diyen bir dedenin doğum günü.
10- Bir bayram sabahı, hüzünle kenarda
oturan, eski elbiseli yetim bir çocuğu elinden tutup evine götüren, yıkanıp
yemek yedirilen, para verilip sevindirilen çocuğun yüzünü avuçlarının içine
alarak, "Benim baban, Ayşe'nin annen, Hasan ve Hüseyin'in kardeşlerin
olmasını ister misin?" diyebilen bir hassasiyetin doğum günü.
11- Sokağa kaçan çocuğunu eve getirebilmek
için, "gel bak sana ne vereceğim" diyen anneye, "dikkat
et, çocuk sana gelir ve ona bir şey vermeyecek olursan, senin için bir yalan
günahı yazılır!" diyen bakış açısının doğum günü.
12- Meydanlık bir yerde, önünden bir cenaze
alayı geçerken, ayağa kalktığında, arkadaşlarının şaşkın: "Ama bu
bir Yahudi’dir" dediklerinde, "Fakat aynı zamanda bir
insandır" Diyen insanlık abidesinin doğum günü.
13- Bir Müslüman, sarhoş bir şekilde,
huzuruna getirildiğinde, yanındakilerden biri sarhoşa "Allah sana
lanet etsin" deyince, kaşlarını çatarak "ona lanet
okumayın, ben onu tanıdığımdan beri, o Allah ve Rasûlünü sever"
diyebilecek tevazuun doğum günü.
14- Başı eşinin kucağında, ruhunu Allah'a
teslim etmek üzereyken, Rabbinin huzuruna tertemiz çıkmak için, misvakla
dişlerini temizleyen adamın doğum günü.
15- "Sizden biriniz, ağaç dikerken
kıyamet kopuyor olsa, ağacı dikmeye devam etsin" diyen bir çevrecinin doğum günü.
16- "Akarsu başında bile olsanız, suyu
israf etmeyin" anlayışında bir sosyal anlayışın doğum
günü.
17- Kâbe'yi işaretle, "Bu ev,
saygın, mübarek ve kutsaldır. Ama varlığını elinde tutan kudrete yemin ederim
ki, insan onuru ve kişiliği daha kutsaldır!" diyebilen bir erdemin
doğum günü.
18- "İşçinin alın teri kurumadan
karşılığını verin" prensibinin kurucusu
bir emekçinin doğum günü.
19- Yaratıcının huzurunda "İste! Ne
isteğin varsa vereyim" dendiğinde, secdeye kapanıp, gözyaşlarıyla "Senden
ümmetimi istiyorum" diye seslenen bir sevgilinin doğum günü.
20- Ve Rabbimizin, "Andolsun size
kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok
ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir,
merhametlidir.” (Tevbe-128) tanımının doğum günü.
21- Ve Rabbimizin, "Şüphesiz ki,
Allah ve melekleri, Peygamber'e çokça salât ederler (överler, yüceltirler). Ey
müminler! Siz de O'na salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam
verin." (Ahzab-56) buyruğunun odağının doğum günü.
Doğum günün kutlu
olsun ya Rasûlellâh. Salat ve selam Sana olsun.
MEVLİD KANDİLİNİZ MÜBÂREK OLSUN… SELÂM VE DUÂ İLE… Ş.G.
Hz. Muhammed (s.a.v)’in Hayâtı (Özet)
BABASI: Abdullah, Kureyş Kabîlesinden, Hâşim oğulları
soyundan. (Abdülmuttalî’b’in oğlu)
ANNESİ: Âmine, Kureyş kabilesinden,
Zühre oğulları soyundan. (Vehbi’n kızı)
DEDESİ: (BÜYÜK-BABASI): Abdülmuttalib, Mekke’nin
ileri gelenlerinden. Zemzem suyu’nun kaynağını yeniden yaptırmıştır.
MEVLİD KANDİLİ
20
Nisan 571 pazartesi günü sabaha karşı Mekke’de doğdu. Ay takvimine göre
Rebiü’l-Evvel ayının 12. gecesidir. Efendimiz’i sevgiyle ve şefaatini dileyerek
andığımız doğum günündeki geceye “Mevlîd Kandili” denir.
DOĞDUĞU GECE MEYDÂNA GELEN OLAYLAR:
1-
Ka’be-deki putların hepsi yüzüstü baş-aşağı yere
yıkıldı.
Kureyş
müşrikleri, yeryüzünde Allâh'ın evi olan Kâbe'yi putlarla karanlıklara
boğmuşlardı. Ne var ki, henüz Tevhid temsilcisi Rasûl-i Kibriyâ’nın dünyaya
gözlerini açması karşısında bile, çoğu yerlerine kurşun ile perçinlenmiş bu
putlar, hâdisenin azametine dayanamayarak yerlere yıkılıverdiler.
2-
Teşrif ettikleri gece bir yıldız doğdu.
Yahûdî ler arasında birçok âlim vardı.
Bunlar, kitaplarında Allâh Rasûlü’nün geleceğini görüp, öğrenmişlerdi.
Yıldızlardan hüküm çıkarmada da usta sayılırlardı.
Efendimizin doğumu gecesinde bir yıldız
parlamış ve Yahûdî âlimler bu yıldızdan Ahir zaman Peygamberinin dünyaya teşrif
ettiklerini anlamışlardı. Bunu gören Yahudi âlimleri, Tevrat’ta
belirtilen paygamberin doğduğunu anladılar. Ashâb-ı Kirâm’dan Hassan bin Sabit
(r.’a.) anlatır:
"Ben
sekiz yaşında idim. Bir sabah vakti Yahudi’nin biri; "Ey Yahudiler!"
diye çığlık atarak koşuyordu. Yahudiler; "Ne var, bu bağırman
nedendir?" diyerek yanına toplanınca, o; "Haberiniz olsun Ahmed’in
yıldızı bu gece doğdu! Ahmed bu gece dünyaya geldi..." diye
cevap verdi.
3-
İran’da Medâyin'deki Kisrâ’nın sarayından 14 burç
çatırdayarak yıkıldı.
Kâinatın
Efendisinin doğduğu geceydi... Saatler, doğum anlarını gösteriyordu. Derin bir
uykuya dalan Medâyin şehri korkunç bir çatırdı ve gürültü sesiyle uyandı.
Hükümdarla birlikte halk da heyecan içinde yataklarından fırladı. Manzara
korkunçtu ve telaş verici idi. Hükümdar Sarayının o sapa sağlam burçlarından on
dördü çatırdayarak yıkılıvermişti.
4-
İstahrabat'ta Mecûsîlerin bin yıldır söndürmeden taptıkları
ateşleri sönüverdi.
Mecûsiler bu
ateş yığınını kendilerine ilâh kabul etmişlerdi. Efendimizin dünyaya teşrifleri
ile birlikte bu kocaman ateş, sanki okyanusların istilâsına uğramış basit bir
ateşmiş gibi sönüverdi. Demek ki, gelen zât, putperestlik gibi, ateşperestliği
de bir çırpıda ortadan kaldıracak ve yeryüzünü Tevhid meş'alesiyle
aydınlatacaktı.
5-
Takdîs edilen meşhur Sâve (Taberiyye)
gölü bir anda kuruyuverdi.
Bu da, gelen zâtın, doğan kişinin Allâh'ın izni ile olmayan
şeylerin takdis edilmesini yasaklayacağının ifâdesi idi.
6-
Semâve
vadisi taşan seller altında kalıp, suya gark oldu.
Rasûl-i Kibriyâ Efendimizin
dünyaya gözlerini açtıkları geceydi. Taşan seller Semâve Vadisi ve Semâve
şehrini sular altında bıraktı. Şehir halkı, dehşet içinde kalarak, çareyi
dağlara ve tepelere sığınmakta buldu. Sonra da bir mektup yazarak durumu
Kisrâ'ya bildirdiler ve kendisinden yiyecek ve içecek yardımı istediler.
7-
Gök kubbeden salkım
salkım yıldızlar döküldü.
Nebiyy-i Ekrem Efendimizin
dünyaya teşrifleri gecesinde hazan yaprağı gibi gök kubbeden yıldızlar döküldü.
Bu hâdise de şuna işâret ediyordu: Bundan böyle şeytan ve cinlerin gökten haber
almaları son bulmuştur. "Madem Rasûl-i Ekrem ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm
vahiy ile dünyaya çıktı, elbette yarım yamalak ve yalanlar ile karışık,
kâhinlerin ve gâib-den haber verenlerin ve cinlerin ihbârâtına (haberlerine)
set çekmek lâzımdır ki, vahye bir şüphe irâs etmesinler ve vahye benzemesin. Evet,
bi'set-ten evvel kâhinlik çoktu. Kur'ân, nazil olduktan sonra onlara son
verildi.
ADI: Muhammed: çok çok
övülen, çok övülmüş, güzel huyları olan kişi demektir. Bu ismi o’na dedesi
Abdülmuttalî’p vermiştir. Umarım O’nu yerde halk, gökte Hakk över demiştir.
DİĞER İSİMLERİ: Ahmed, Mahmûd ve Mustafa’dır.
7-
ﷺ مُحَمَّدٌ
--- MUHAMMED (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): Pek
Çok Tekrar Tekrar Övülmüş, Medh-edilmiş. (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)
8-
أَحْمَدُ ﷺ --- AHMED
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): Daha Çok Hamd eden. Çok Övülmeğe Ve
Medh edilmeğe
Lâyık. Çok
Sevilen.
9-
مُقَفّ۪ى ﷺ --- MUKAFFÎ
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): Peşine
Düşüren. -Çünkü Onu
Dünyanın Hiç Bir Şeyi Allâh (c.c.)’a Tâbî Olmaktan Ayıramamıştır.-
10-
حَاشِرٌ ﷺ --- HÂŞİR
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): Toplayan.
11-
نَبِىُّ
التَّـوْبَةِ ﷺ --- NEBİYYÜ’T-TEVBE
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): Ümmetinin
Tevbe lerinin Kabûl
Edileceğine İşâreten Bu İsim Verilmiştir.
12-
رَسُولُ
الرَّاحَةِ ﷺ --- NEBİYYÜ’R-RAHMET
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): Çünkü
Bütün Âlemlere Rahmet Olarak Gönderilmiştir. “Rahmeten
Li’l-Âlemîn”
SÜT-ANNESİ: Halime, Sa’d-oğullları
Kabîlesin’nden fakir bir kadındır. Kocasının adı Hâris, Peygamberimiz’in süt-kardeşi
(ablası) olan kızının adı Şeymâ’dır.
PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.);
v Sekiz aylıkken konuşur,
v İki yaşına bastığında da
gösterişli bir çocuk olur.
v Dört yaşına kadar süt-annesi Halime’nin yanında kaldı.
v Beş yaşına bastığında annesi Âmine’ye teslim edildi.
v Altı yaşında iken annesiyle berâber babasının
kabrini ziyâret etmek ve dayılarıyla tanışmak için Medîne’ye gitti. Dönüşte
annesi Âmine, Ebvâ denilen kasabada
hastalandı ve henüz kervan yola koyulmadan da vefât etti. Hizmetçileri Ümm-ü
Eymen o’nu alarak Mekke’ye getirdi ve dedesi Abdülmuttalî’b’e teslim etti.
v Sekiz yaşına kadar dedesi Abdülmuttalî’b’le
kaldı. Abdülmuttalî’p ölüm döşeğindeyken sevimli torununu,
merhamet ve şefkatine çok güvendiği fakir oğlu Ebû Tâlib’e emânet etti.
Ebû Nü’aym
Delâilü'n-Nübüvve adlı eserinde Zührî tarîkından ve Esmâ Bint-i Rehm’den, O da
annesinden rivâyet ederek diyor ki:
--- “Ben Hazret-i Muhammed (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)'in
annesi Hz. Âmine'yi vefât ederken gördüm. Muhammed (‘aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm) yeni boy atmış beş yaşlarında bir çocuktu. Annesinin vefâtı
esnâsında başucunda idi. Hz. Âmine oğlunun yüzüne bakarak;
ŞUNLARI SÖYLEDİ
1- "Ey mübârek çocuk! (yavrum=evlâdım!) Ey dünyâya bulaşmadan
bir konup, sonra güvercin -misâli- uçup giden (Abdullâh)'ın oğlu!
(Dünyânın ni’metlerinden iyisiyle
veyâ kötüsüyle yararlanmadan gençlik ve yiğitliğine doyamadan güvercin misâli
erkenden ölen -Abdullâh’ın- oğlu!)
2- “Ey oklarla “Kur’a” çekildiği günün sabâhı, dehşetli bir ölüm korkusu çekilirken -her şeyin sâhibi ve
her şeyi bilen Allâh'ın yardımıyla-,
3- Yüz güzel Deve “Yemîn Fidyesi” karşılığında kurban edilmekten kurtulan -Abdullâh-’ın oğlu! Eğer
gördüğüm rüyâ ta’bir ettiğim gibi çıkarsa; Sen hem bütün İnsanlığa ve Cinlere,
gönderilecek, helâl ve harâmı öğreteceksin.
4- Ve hem Sen Celâl ve İkrâm sâhibi (Allâh-ü Te’âlâ) tarafından bütün mahlûkâta
Peygamber olarak gönderileceksin.
5- İnsanları -kötülüklerden- sakındıracak ve dünyâ-âhiret işlerini hall ve âsân
edeceksin! -Bütün yaratılmışları- Hakk’a, hakîkate ve İslâm'a ulaştırıp,
tahkîk ve tasdîk için Peygamber olacaksın.
5-
6-
-Büyük- Baban Hz. İbrâhîm
(‘aleyhi’s-selâm)'in dîninde olacaksın ve Allâh-ü Te’âlâ’nın ibâdetinde kavî ve sâdık olup
dâimâ ihsân eyleyeceksin. Hz. Allâh Seni -kavimlerle birlikte devâm edip gelen- putlara tapmaktan
nehyetti.”
6-
--- Senin dâvân
insanlık durdukça devâm edecektir.---
Hz. Âmine vâlidemiz,
bu beyitleri terennüm ettikten sonra;
ŞUNLARI SÖYLEDİ
1-
Her canlı (diri) ölür.
2-
Her yeni -olan şey- eskir.
3-
Her ihtiyar -yaşlanan- fânî olur. -Dünyâdan ayrılıp gider.-
4-
Şüphesiz ki işte ben de ölüyorum.
5-
Fakat adım (nâmım) ebediyyen anılacaktır.
6-
Çünkü arkamda -dünyâya- hayırlı bir evlat bırakıyorum.
7-
Ter-temiz bir oğul doğurdum."
7-
Diyerek mübârek Rûh-u Şerîfi-ni teslîm etti.”
---Hz. Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)'in hayâtından
anlamlı, bir o kadar da hasret dolu tablo---
---Hz. Âmine (‘aleyhe’s-selâm) annemiz’in biricik oğlu
peygamberimiz Hz. Muhammed (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’e îmân ve
hasret dolu son derece zarîf ve mânidâr sözleri---
AÇIKLAMA: Hazret-i Âmine (’aleyhe’s-selâm) Annemiz,
Hazret-i Abdullah (’aleyhi’s-selâm)'ın câriyesi Bereke (’aleyhe’s-selâm)
Annemiz ile berâber küçük oğlu Hz. Peygamber efendimiz Muhammed Mustafâ
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)'i altı yaşlarındayken yanına alıp babasının
kabrini ziyâret ettirmek için Yesrib (Medîne-i Münevvere)'ye götürür.
Yolculuk esnâsında aynı zamanda dayılarını da ziyâret ettirmiş, dönüşte Ebvâ Köyü’ne vardıklarında eceli gelmiş ve orada
vefât etmiştir. Hazret-i Âmine (’aleyhe’s-selâm)'nin son sözlerini
çerçeveleyen kûfi yazılarda bu sebeple sağda "Âmine", sol tarafta da "Bereke", Âmine kelimesinin Elif'inin
içinde de "Muhammed" isimleri
yazılmıştır. Âmine isminin üzerinde ince kûfî hat ile "Vehb'in
kızı Âmine" anlamına "Bintü
Vehb" yazılıdır. Bereke'nin künyesi Ümm-i Eymen (r.’anh)
dir. Bu fedâkâr kadın Hz. Âmine (’aleyhe’s-selâm)'nin vefâtından sonra 6
yaşlarında bulunan Hz. Peygamber efendimiz Muhammed Mustafâ (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem)'i Mekke-i Mükerreme'ye kadar selâmetle götürmüş ve
dedesi ‘Abdü’l-Muttalib (rahmetüllâh)’e teslim etmeyi o çetin şartlar
içinde başarmıştır. Bu sebeble Hz. Peygamber efendimiz Muhammed Mustafâ (sallellâh
‘âleyh-i ve sellem) Bereke Ümm-i Eymen'e dâimâ sevgi ve hürmet
göstermiş!
"Ümm-ü Eymen
annemden sonra annemdir."[24] Buyurmuştur. Bereke Ümm-i Eymen
annemizin adı bu sebeble Âmine annemizin adıyla berâber yazılmış.[25]
GENÇLİĞİ:
On iki on üç
yaşlarında iken amcası Ebû Tâlib le bir
ticaret kervanına katılıp Suriye’ye yola çıktı. Busrâ denen yerde Bahîra adında bir papaz o’nun son peygamber
olacağını verdiği cevâb lar ve sırtında bulunan et beni şeklindeki iki kürek
kemiği arasında bulunan Nübüvvet Mührü’nden (Peygamberlik
Mührü) anladı. Suriye (Şam)’deki Yahudilerden endişe eden Ebû Tâlib, alış-verişi Busra’da
yaparak Mekke’ye döndü.
MUHAMMEDÜ’L-EMÎN: Hiç yalan söylemediği için ve doğruluktan ayrılmadığı için “Güvenilir Muhammed” anlamındaki bu lâkapla çağırılmaya başlandı.
v On yedi yaşında iken Güney’e yemen tarafına bir
ticâret kervanıyla gitti ve ticareti öğrendi.
EVLİLİĞİ VE PEYGAMBER OLANA KADAR
GEÇEN HAYATI
Yirmi beş yaşında iken amcası Ebû Tâlib
ve Hz. Hadîce’nin kölesi Meysere’nin aracılığıyla iki kez evlilik yapmış ve her
defâsında kocası ölmüş olan güzel olmasından öte çok güzel ahlâkı olan kırk
yaşındaki Hz. Hadîce ile evlendi.
HZ. HATİCE’DEN 2’Sİ ERKEK, 4’Ü KIZ TOPLAM 6 ÇOCUĞU
OLDU.
Bu Çocukların İsimleri;
Kızları;
1- Rukiyye,
2- Ümm-ü Gülsüm,
3- Zeynep,
4- Fâtıma;
Oğulları;
5- Kâsım,
6- Abdullah’tır.
7- Yedinci çocuğu olan oğlu İbrahim, Habeşistan Kralı Necâşî’nin kendisine
hediye ettiği câriye (bayan köle) Mısırlı Mâriye (Maria)’den olmuştur.
Kızı Hz. Fâtıma, Efendimiz
(s.a.v.)’dan 6 ay sonra vefât eder. Evli veyâ bekâr olarak değişik yaşlarda
ölen diğer 6 çocuğu kendisinden önce ölür.
Hz. Fâtıma, Ebû Tâlib’in oğlu Hz.
Ali ile evlenir ve Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin dünyaya gelir. Bugün Efendimiz’in
soyu kızı Hz. Fâtıma’dan devâm etmektedir.
Kâbe’de bulunan ve Hacerü’l-Esved
(Kara Taş) denen taşı yerine koymada ihtilâfa düşen insanlara hakemlik yaptı.
Buna “Kâbe hakemliği” denir. Bugün Kâbe’nin içinde yer aldığı câmiye de Mescid-i
Harâm denilmektedir.
Hılfü’l-Fudûl (Erdemliler
Birliği)’e katılarak bir mazlumun hakkını bir zâlimin elinden alan
insanlarla çalıştı.
PEYGAMBERLİĞİ
Mekke yakınındaki Cebel-i Nûr (Nûr
Dağı)’da Hira Mağara’sında 610 yılının Ramazan ayında ilk vahiy geldi ve son
peygamber olduğu kendisine müjdelendi. Kur’ân-ı Kerîm, Kadir Gecesi indirilmeye
başlandı.
Korkmuş, ürpermiş ve heyecanlanmış
olduğu halde evine döndü. Hz. Hadîce ilk inanan kişi oldu.
İLK MÜSLÜMANLAR:
1- Eşi Hz. Hadîce,
2- Çocuk yaştaki Hz. Ali,
3- Yakın arkadaşı Hz. Ebû Bekir,
4- Hürriyetine kavuşturduğu (âzatlı) kölesi Hz. Zeyd,
5- O zaman köle olan Hz. Bilâl-i Habeşî.
İslâm’a dâvet önce gizli
gerçekleşti, sonra yakın akrabalarını İslâm’a dâvet etti. Açık dâvet başlayınca
işkenceler de başladı. Ammâr’ın annesi Sümeyye ve babası Yâsir işkencelere
maruz kaldılar ve İslâm’ın ilk şehitleri oldular.
Peygamber Efendimiz’in kendisine
inananlara ders verdiği, berâber ibâdet ettiği, bu şekliyle İslâm’ın ilk
medresesi (üniversitesi) sayılan ev Mekke’de Erkam bin
Ebi’l-Erkam’a âittir.
İslâm’a inanan 40’ıncı müslüman Hz.
Ömer oldu. Habeşistan kralı Necâşî Müslümanları iyi karşıladı ve gizlice de Müslüman
oldu. Müslüman olarak da öldüğü için, Efendimiz tarafından Medîne döneminde
gıyâbî cenâze namazı kılındı.
Müşrikler peygamberliğin 7. Yılında
Peygamberimiz, Müslümanlarla ve akrabalarıyla olan bütün ilişkilerini kesme
yâni boykot kararı aldılar. Onlarla
konuşmadılar, ticâret yapmadılar, onları şehrin kenar bir mahallesine sürdüler.
Önemli kararları Ka’be duvarına astıkları için bu kararı da Kâbe’nin duvarına
astılar. Üç yıl sonra boykot metninin böcekler tarafından yenildiğini görünce
korktular ve boykotu kaldırdılar. Ancak sıkıntılarla geçen bu üç yıl
Efendimiz’in sevgili eşi Hz. Hadîce başta olmak üzere Müslümanları çok zorda
bıraktı. Hz. Hadîce rahatsızlanarak vefât etti. Daha sonra da İslâm’ı kabûl
etmemekle berâber sevgili yeğenini bir an olsun yalnız bırakmayan Ebû Tâlib
öldü. Oğlu Kâsım da aynı tarihte öldü. Tarihte bu yıla hüzün
yılı denir.
İnsanları Allâh’ın dînine dâvet
etmek için yardımcısı Zeyd ile gittiği Tâif şehrinde taşlandı. Bir gece
Mescid-i Harâm’dan alınıp Mescid-i Aksâ’ya götürüldü ve Rabbi’nin huzûruna göğe
çıkarılarak Mi’râc
denilen hadîseyle acılarını unuttu ve rahatladı.
Medine’den Mekke’ye gelenlere
İslâm’ı anlattı ve ilk yıl 6 kişi müslüman oldu. Ertesi yıl peygamberliğin 12.
yılında gelen 12 kişilik bir grup, Mekke yakınlarında bir vâdide gizlice
buluşup müslüman oldu ve o’na ömür boyu sahip çıkacaklarına söz verdiler. Söz
verme demek olan bu biata, Birinci Akabe Biatı (söz verme,
sözleşmesi) denir.
Mus’ab bin Umeyr’i Medîne’ye hoca
olarak gönderdi. Peygamberliğin on üçüncü yılında Medine’den Mus’ab’ın
gayretleriyle müslüman olan 75 kişi geldi ve Peygamberimiz’e bağlılıklarını
ilân ettikleri İkinci Akabe Biatı gerçekleşti.
Efendimiz’i ve bütün Müslümanları Medîne’de koruyacaklarına söz verdiler.
HİCRETİ
Mekke’de işkenceler artınca Mekkeli
Müslümanlar Medine’ye hicret etti. Peygamberimiz de yatağına Hz. Ali’yi
yatırarak yanında bir rehber ve Hz. Ebû Bekir ile birlikte 622 yılında
Medîne’ye hicret etti.
622 Milâdî yılı, hicrî takvimin
başlangıcı kabûl edildi. Medîne’ye hicret ederken Sevr Mağarası’na sığındı. Mağaranın ağzına bir
örümceğin ve güvercinin yuva yapması onları müşriklerden korudu.
Kubâ Beldesi’ne geldiğinde küçük
bir mescit yaptırdı ve Cum’â’ namazı kıldırdı. Kubâ
mescidi yapılan ilk câmidir.
Medîne’de, bugün kabri İstanbul’da
Eyüp İlçesi’nde bulunan Ebû Eyyüb el-Ensarî’nin evinde 7 ay kaldı.
Mekkeli hicret eden Müslümanlara “Muhacir”, Medîneli
yardım eden Müslümanlara da “Ensâr”
denilmiştir. Mekkelilerle Medîneliler arasında “Muâhat”
denilen ve tarihte bir benzeri daha olmayan kardeşlik gerçekleşmiştir.
Medîne’de ilk iş olarak kendisinin
de inşaatında bizzat çalıştığı bir câmi yaptırdı. Daha sonra yenilenen ve bugün
kabrinin de içinde yer aldığı caminin adı “Mescid-i
Nebî” veyâ diğer adıyla “Mescid-i Nebevî” dir.
Mescid-i Nebî’nin bitişiğinde
Peygamberimiz’in evinin yanında kendilerine “Ashâb-ı
Suffa” denilen Mekke’den gelen gençlerin bulunduğu Suffa yâni odalar da
bulunuyordu. Bu genç Sahâbîler Kur’ân ve Sünneti yazıyorlardı. İhtiyaçları
zengin Müslümanlar tarafından giderilen bu gençlerin tek işi ilim öğrenmekti.
Peygamberimiz Medîne’de kurduğu
İslâm Devleti’nin başkanıydı.
Allâh’a ve Peygamber’ine kalbiyle
îmân etmediği halde diliyle îmân ettiğini söyleyen ve iki-yüzlü anlamında
kendilerine “Münâfık” denilen insanlar da
Medîneliler arasında bulunuyordu. Münâfıklar Hz. Ayşe’ye iftira da attılar ve
bu olaya “İfk Hâdisesi” denir.
Namaz kılınırken önceleri bugün
Filistin devletinin sınırları içinde yer alan Mescid-i Aksâ’ya dönülürdü. Gelen
bir Âyet’le Müslümanların yeni kıblesi “Kâbe” oldu.
Peygamberlerin peygamberliklerini
ispatlamak için gösterdiği olağanüstü olaylara “Mu’cize”
denir ve Efendimiz (s.a.v.)’in mu’cizelerinden biri olan ve “Şakk-ı Kamer” denilen
Ay’ın ikiye bölünmesi mu’cizesini
gerçekleştirmiştir.
“Aşere-i Mübeşşere” (müjdelenen
on kişi) denilen ve dünyada iken Cennet’le müjdelenenlerin isimlerini açıkladı.
624 yılında müşriklerle Müslümanlar
arasında olan, Peygamberimiz’in de katıldığı ilk savaş “Bedir
Savaşı” dır. İslâm Dîni’ nin en büyük
düşmanı olma konusunda sembolü olan Ebû Cêhil bu savaşta öldürülmüştür.
625 yılında Müslümanların
müşrikler karşısında zor anlar yaşadığı, onlarca şehit verdikleri ilk kanlı
savaş “Uhud Savaşı”
dır. Hz. Hamza, daha sonra müslüman olacak olan Vahşî
bin Harb tarafından bu savaşta şehit edilmiştir.
Hudeybiye Anlaşması 628 Yılında
gerçekleşti.
On bin kişilik bir orduyla 630
yılında “Mekke’nin Fethi” gerçekleşti.
Rum (Bizans) kralı
Heraklius, Habeş
kralı Necâşî, İran
Kisrası Hürmüz ve Mısır, Gassan, Yemâme gibi
bâzı devlet başkanlarına İslâm’a dâvet mektubu gönderdi.
Yüz on dört bin kişinin katıldığı,
ölümüne yakın tarihte gerçekleşen ve ömrünün ilk ve son haccı olan “Vedâ Haccı” nı
yaptı. “Vedâ Hutbesi” diye bilinen meşhûr
hutbesini de burada okudu ve Müslümanlara Allâh’ın Kitabı olan Kur’ân-ı Kerîm’i
ve “Hadîs” de denilen “Sünnetini” bıraktığını söyledi.
Peygamberimiz’i sağlığında gören ve
o’nun sohbetine katılmış, acı ve sevinçleri paylaşmış olan Müslümanlara “Sahâbe”, “Sahâbî” veyâ “Ashâb”
denmektedir. Hz. İsa’yâ sağlığında inanan on kişiye de “Havarî” denilmektedir.
Genç komutan Üsâme bin Zeyd’in
komuta ettiği bir orduyu Bizans üzerine gönderdi.
8 Haziran 632 Pazartesi günü öğleye
doğru 63 yaşındayken (Mîlâdî yıla göre 61 yaşında) Medîne’de Mescid-i Nebî’nin
bitişiğinde bulunan Hz. Âişe’nin odasında vefât etti. (Refîk-i
Â’lâ-yâ ulaştı.)[26]
Hz. Ömer: ---
“Kim Muhammed öldü derse onu kılıcımla parçalarım” diye üzüntüsünü
dile getirdi. Orada yıkanıp cenâze namazı kılındıktan sonra yine aynı odada
defnedildi. Türbesi aynı yerdedir. Bu sırada Bilâl-i Habeşî Ezân okumuştur.
"Ben sözlerimle,
Hz. Muhammed (s.a.v.)'i methetmiş olmadım, Lâkin Hz. Muhammed (s.a.v.)’le
makalemi (sözlerimi) methetmiş oldum."
[1] قطر الندى و بل
الصدى ــ ابن هشام ــ بيروت ــ (Katru’n-Nedâ ve Bellü’s-Sadâ), S: 5, İbn-i
Hişâmi’l-Ensârî, 1. Baskı, Beyrut, 2002.
[2] Peygambere
Allâh-ü Teâlâ’nın salât etmesi, rahmet etmesi; meleklerin salât etmesi, şânının
yüceltilmesini dilemeleri; mü’minlerin salât etmesi ise, duâ etmeleri anlamını
ifâde eder.
[3]
Ahzâb Sûresi, 33/56.
[4] Tevbe Sûresi, 9/24.
[5] Ahzâb, 33/21.
[6] الكتاب: الفتح
الكبير في ضم الزيادة إلى الجامع الصغير، المؤلف: عبد الرحمن بن أبي بكر، جلال
الدين السيوطي (المتوفى: ٩١١ هـ)، المحقق: يوسف النبهاني، الناشر: دار الفكر -
بيروت / لبنان، الطبعة: الأولى، ١٤٢٣ هـ - ٢٠٠٣ م، عدد الأجزاء: ٣، رقم
الحديث:٤٨٧.
[8] Bu
Hadîs-i Şerîf’in Cübeyr b. Mut'ım rivâyetini Buhârî -Kitâbü'l-Menâkıb-
ile -Kitâbü't-Tefsîr-de; Tirmizî -İsti’zân- ve
-Şemâil- bahislerinde; Nesâî de -Kitâbü't-Tefsir- de
muhtelif râvîlerden tahric etmişlerdir.
[9] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/127-128.
[11] Saff Sûresi, 61/6. --- Bu âyet şu şekilde de tercüme edilebilir:
“Fakat İsa’nın müjdelediği peygamber onlara apaçık âyetleri getirince, “Bu
apaçık bir sihirdir, dediler.”
[12] الكتاب: مسند
الإمام أحمد بن حنبل، المؤلف: أبو عبد الله أحمد بن محمد بن حنبل بن هلال بن أسد
الشيباني (المتوفى: ٢٤١ هـ)، المحقق: شعيب الأرنؤوط - عادل مرشد، وآخرون، إشراف: د
عبد الله بن عبد المحسن التركي، الناشر: مؤسسة الرسالة، الطبعة: الأولى، ١٤٢١ هـ -
٢٠٠١ م، ص:٥/٦٢٢، رقم الحديث:٢٢٢٦١.
[13] Ahmed b. Hanbel, 5/262.
[15] Halebî, I, 138.
[16] İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 277; İbn-i Sa’d, I, 108,
125; Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları.
[18] Hadîsteki
zamirlerin müzekker ve müennes sûretinde şekk ile söylenmesi, o zâtın zenci bir
adam veyâ zenci bir kadın olduğunun şüpheli olarak rivâyet edilmesinden
dolayıdır. Şeksiz olarak rivâyet edilen hadîslerde zamir yalnız müennes söylenmiştir.
Bu şekk gâlib İhtimâlle aradaki Râvî olan Sabit İbn Eşlem el-Bunânî'dendir.
Buhârî'nin iki bâb sonraki diğer rivâyetinde bir zenci kadın olması
ihtimâline, kuvvet verildiği gibi, Beyhakî, isminin "Ümm-ü
Mihcen" olduğunu tasrîh eylemiştir. Bu zenci kadını hakîr görüp,
vefâtını Peygamber'e haber vermeğe lüzum görmemişlerdi. Bu zenci kadının
kazandığı fazîlet ve ni'met, mescide olan bu hizmeti mukabelesindedir gibi
anlaşılıyor. Hakîkaten bu gibi hizmetler ufak-tefek görülse de, büyük ecri
mûcibdir. Peygamber'in bizzat mescidi süpürdüğü de rivâyet edilmiştir.
[21] et-Terğîb c.2 355.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)