TERÂZİMİZİN HANGİ KEFESİ AĞIR BASIYOR?
1960’larda Hindistan’da büyük bir ekonomik kriz
yaşanır. Temel ihtiyaç maddelerinin fiyatları hiç görülmemiş bir şekilde artar.
Eşyâlardaki pahalılık artık halkın dayanamayacağı bir duruma gelir. Halk, ehl-i
sünnet’in büyük âlimlerinden olan Muhammed Yusuf Kandehlevî (rh.’a.)’nin yanına gelip bu durumu şikâyet
ederek pahalılıktan ve fiyat artışından yakınırlar. Ondan bu duruma karşı ne
yapmaları gerektiğini sorarlar.
Meşhûr şu nasihati yapar ve der ki:
--- “İnsanlar ve eşyâlar Allâh (-ü Te’âlâ) katında iki elin iki terâzisinin kefesi gibidir.
1-
Eğer Allâh (-ü Te’âlâ) katında
insanın değeri artarsa eşyânın değeri düşer ve fiyatlar ucuzlar,
2-
Ama eğer Allâh katında insanın değeri düşerse eşyânın değeri
artar ve fiyatlar yükselip pahalılık olur. Siz Allâh katındaki değerinizi
yükseltmeye bakın ki böylece insanın değeri yükselsin ve eşyânın değeri de
azalıp fiyatlarda düşsün.” Sonra Halka
dönüp şu âyeti bu söylediğine delîl olarak okur: Ş.g.
﴿ وَلَوْ
اَنَّ اَهْلَ الْقُرٰٓى اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ
مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ وَلٰكِنْ كَذَّبُوا فَاَخَذْنَاهُمْ بِمَا كَانُوا
يَكْسِبُونَ ﴾ ﴿٩٦﴾
“O
ülkelerin halkı inansalar ve günahtan sakınsalardı, elbette onların üstüne
gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık. Fakat yalanladılar; biz de
ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik.” (A’râf Sûresi, 7/96.)
﴿ وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ
مَع۪يشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى﴾ ﴿١٢٤﴾
“Her
kim de benim zikrimden (Kur’ân-dan) yüz çevirirse, mutlakâ ona
dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyâmet gününde kör olarak haşrederiz.”
(Tâ-Hâ Sûresi,
20/124.)
﴿ وَاِذَا رَاَوْا تِجَارَةً اَوْ لَهْوًاۨ انْفَضُّٓوا اِلَيْهَا
وَتَرَكُوكَ قَٓائِمًاۜ قُلْ مَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِۜ
وَاللّٰهُ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ﴾ ﴿١١﴾
“Ama onlar bir ticâret veyâ eğlence görünce ona
yönelip seni ayakta bırakıverdiler. De ki: “Allâh’ın nezdinde olan, eğlenceden
de ticâretten de üstündür. Allâh rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cum’â Sûresi, 62/11.)
٤٨٩٩- حَدَّثَنِي حَفْصُ بْنُ عُمَرَ، حَدَّثَنَا خَالِدُ بْنُ عَبْدِ
اللَّهِ، حَدَّثَنَا حُصَيْنٌ، عَنْ سَالِمِ بْنِ أَبِي الجَعْدِ، وَعَنْ أَبِي
سُفْيَانَ، عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا، قَالَ: "أَقْبَلَتْ عِيرٌ يَوْمَ الجُمُعَةِ، وَنَحْنُ مَعَ
النَّبِيِّ ﷺ، فَثَارَ النَّاسُ إِلَّا اثْنَيْ عَشَرَ رَجُلًا، فَأَنْزَلَ
اللَّهُ: ﷽ ﴿ وَإِذَا رَأَوْا تِجَارَةً أَوْ لَهْوًا انْفَضُّوا إِلَيْهَا
وَتَرَكُوكَ قَائِمًا﴾ (الجمعة:
١١.) ، صحيح البخاري،
كتاب التفسير (٦٥)، باب: ﴿ وَإِذَا رَأَوْا تِجَارَةً أَوْ لَهْوًا ﴾ [سورة الجمعة،
آية: ١١] (٦٢/٦٥)، رقم الحديث:٤٨٩٩، ص:٦٩٦.
4899 --- “Câbir İbn Abdillâh (r.’a.) şöyle demiştir:
--- “Cum’â günü biz Peygamber (sallâllâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)'in berâberinde (namazda)
iken yiyecek taşıyan bir kervan geldi. İnsanlar kalkıp ona doğru yürüdüler,
yalnız on iki kişi dağılmadı. Bunun üzerine Allâh şu âyeti indirdi: “Onlar bir ticâret, yâhud bir oyun, bir eğlence gördükleri
zaman ona yönelip dağıldılar. Seni ayakta bıraktılar. De ki: Allâh nezdindeki,
eğlenceden de, ticâretten de hayırlıdır. Allâh rızk verenlerin en hayırlısıdır”
(Buhârî,
Kitâbü’t-Tefsîr, (65), “Onlar bir ticâret yâhud bir oyun, bir eğlence
gördükleri zaman ona yönelîp dağıldılar... " (Cum’â Sûresi, 11) Kavl-i
Şerîfi Bâbı (62/65), Hadîs no: 4899,
s:696.)
Önemli bir eleştirinin yer aldığı 11. âyette değinilen olayla
ilgili olarak kaynaklarda yer alan bilgiler özetle şöyledir: Bir gün Resûlullah
(sallâllâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) Cum’â Hutbesi îrâd ederken Medîne-i
Münevvere’ye bir ticâret kervanının ulaştığını ilân eden sesler duyuldu. O
sıralarda kıtlık olduğu için gıda maddesi getirecek bir kervanın gelmesi dört
gözle bekleniyordu. Bu sesleri duyan cemaatin önemli bir kısmı o anda ibadet
halinde olduklarını unutup yerlerinden fırladılar ve o tarafa doğru koşmaya
başladılar; mescidde sâdece on iki kişinin kaldığı rivâyet edilir.
(Buhârî, “Tefsîr”, 62; Tirmizî, “Tefsîr”, 62; Taberî, XXVIII,
103-105; İbn Atıyye, V, 309).
Hz. Peygamber (sallâllâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’i
minberde bu şekilde (ayakta dururken) bırakıp gidenlerin ilk muhacirler
ve ensar değil henüz İslâm’ı özümseyememiş yeni müslümanlar olması da
muhtemeldir.
(Derveze, VIII, 233.)
Nitekim bazı rivâyetlerde yukarıda belirtilen sayı on ikiden daha
yüksektir.
(bk. Zemahşerî, IV, 99; Râzî, XXX, 10.)
Onları telâşlandıran asıl âmil, gecikip mal alma fırsatını kaçırma
kaygısıydı. Fakat kervanın gelişi o günkü âdetlere göre çalgı aletleriyle ve
insanların ona eşlik eden sevinç çığlıklarıyla duyurulduğu için bu koşuşturma
aynı zamanda bir şenlik ve eğlence havası da oluşturuyordu. İşte âyette bu
sebeple hem ticaret hem eğlence faktörüne değinilmiştir; ama “ona” zamirinin
müennes (dişil) olması, yöneldikleri esas şeyin eğlence değil ticaret
olduğunu göstermektedir. Âyette, ister alışveriş yapma, ister şenliğe katılma
arzusuyla olsun, böyle önemli bir ibadetin yarım bırakılmasının tasvip
edilemeyeceği, hele Hz. Peygamber (sallâllâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’i o
halde terk etmenin aslâ edebe uygun olmadığı bildirilmiştir. Bu olay ışığında
ibâdet, toplu hareket, mâbed âdâbı ve peygambere saygı konularında daha
bilinçli, titiz ve dikkatli olunması gerektiği uyarısı yapılmıştır.
(Cum’â Sûresi, 11. Ayet Tefsiri); Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa:
348-354.) Ş.g.