TEFVÎZ-NÂME --- ERZURUMLU İBRAHİN HAKKI RH.'A.'İN MUHTEŞEM ESERİ ---1---
TEFVÎZ-NÂME
1-
|
Hudâ
Rabb’im Nebîm hakka Muhammed’dir Rasûlüllâh,
Hem İslâm dînidir dînim kitâbımdır Kelâmüllâh.
|
Huda
Rabbim, Nebim hakka Muhammeddir Resûlüllâh,
Hem islâm dînidir dînim, kitâbımdır Kelâmüllâh.
|
2-
|
‘Akâid
içre Ehl-i Sünnet oldu mezhebim hakkâ -cem’ân-,
‘Amelde bu Hanîfe Mezhebi-dir mezhebim Vallâh.
|
Akaid içre Ehl-i sünnet oldu mezhebim cem'a,
Amelde Bu Hanîfe mezhebidir mezhebim Vallâh.
|
3-
|
Dahî zürriyetiyim Hazreti Âdem Nebî’nin hem,
Halîl’in milletiyim dahî kıblem Ka’be Beytüllâh.
|
Dahî zürriyyetiyim hazret-i Âdem nebînin hem,
Halîlin milletiyim dahî kıblem Ka'be Beytüllâh.
|
4-
|
Bulunmaz Rabbimin zıddı ve ne emsâli ‘àlemde,
Ve sûretten münezzehdir mukaddesdir te’âlellâh.
|
Bulunmaz Rabbimin zıddı ve ne misli âlemde,
Ve suretten münezzehdir, mukaddestir teâlâllâh.
|
5-
|
Şerîki yok berîdir doğmadan,
doğurmadan ancâk,
Ehad’dir küfvî yok ihlâs içinde zikr-eder Allâh.
|
Şeriki yok, beridir doğmadan, doğurmadan ancak,
Ehaddır, küfüvvi yok, İhlâs içinde bildirir Allâh.
|
6-
|
Ne cism-ü ne ‘arazdır ne mütehayyiz ne cevherdir,
Yemez
içmez zaman geçmez berîdir cümleden Allâh.
|
Ne cism ü ne arazdır, ne mutehayyız ne cevherdir,
Yemez,
içmez, zaman geçmez, beridir cümleden Allâh.
|
7-
|
Tebeddül-den
teğayyür-den dahî elvân-ü eşkâlden,
Muhakkâk ol müberrâdır budur selbi sıfâtüllâh.
|
Tebeddülden, tegayyürden dahi elvan ü eşkâlden,
Muhakkak ol muberrâdır budur selb-i sıfâtüllâh.
|
8-
|
Ne
göklerde ne yerlerde ne sağ-u sol ve ön ard-da,
Cihetlerden münezzehtir ki, hiç olmaz mekânüllâh.
|
Ne
göklerde, ne yerlerde, ne sağ u sol ve ön, ardda,
Cihetlerden münezzehdir ki hiç olmaz mekânüllâh.
|
9-
|
Hudâ vardır, velî varlığına yok evvel u âhir,
Yine ol varlığıdır kendinden gayri değil Vallâh.
|
Huda vardır, fakat varlığına yok evvel ü âhır,
Yine ol varlığıdır kendinden, gayri değil vallâh.
|
10-
|
Bu âlem yoğ-iken ol vâr idi Ferd-ü tek ve tenhâ,
Değildir kimseye muhtâc ve hep muhtâc ğayrüllâh.
|
Bu âlem yok iken Ol var idi ferd ü tek ü tenhâ.
Değildir kimseye muhtaç ve hep muhtaç gayrullâh.
|
11-
|
A’na hâdis hulûl etmez ve bir şey vâcib olmaz kim,
Her işde hıkmeti vardır abes fi’l işlemez Allâh.
|
Ona hadis hulul etmez ve bir şey vâcjb olmaz kim,
Her işte hikmeti vardır, abes fi'l işlemez Allâh.
|
12-
|
Hulûl
etmez O Zat abd-e ve hiçbir ferde zulm etmez,
‘Ibâd-ın eslahı lâzım değil kim halk ede Allâh.
|
Hulul
etmez o zât abde ve hiç bir ferde zulm etmez,
İbâdın eslâhı lâzım değil kim halk ide Allâh.
|
13-
|
A’na bir kimse cebr-ile bir iş işledemez aslâ;
Ne kim Kendi murâd eyler, vücûda ol gelür billâh.
|
Ona bir kimse cebrile bir iş işletemez asla,
Ne kim kendi murad eyler vücûda ol gelür billâh.
|
14-
|
A’nın her bir kemâli bî-teğayyür hâsıl olmuştur,
Ki yokdur muntazır olunacak hîç-bir kemâlüllâh.
|
Onun herbir kemâli bî tagayyur hâsıl olmuştur,
Ki yoktur muntazır olunacak hiçbir kemâlüllâh.
|
15-
|
Sıfât-ı bâ-kemâliyle O dâim muttasıf-dır kim,
Kamû noksân sıfatlardan berîdir Zû’l-Celâl Allâh.
|
Sıfât-ı bâ kemâliyle, O dâim muttasıftır kim,
Kamu noksan sıfatlardan beridir Zülcelâl Allâh,
|
16-
|
Sekizdir çün sıfât-ı zâtî ‘ılm ile irâdetdir,
Hayât-ü
ve kudret-ü ve halk-u ve basar sem’u kelâmüllâh.
|
Sekizdir çün sıfat-ı Zâtı, ilm ile iradettir,
Hayat, kudret ve halk u basar, sem' u kelâmüllâh.
|
17-
|
Alîm Ol’dur ki ‘ılmine erişmez kimsenin aklı,
İhâta eylemişdir cümle bu eşyâyı ‘ılmüllâh.
|
Alîm oldur ki, ilmine erişmez kimsenin aklı,
İhata eylemiştir cümle bu eşyayı ilmüllâh.
|
18-
|
Mürîd Ol’dur dileyici ve her şey-i üzre kâdirdir,
Ne kim diler olur peydâ ‘alâ vefkı mürâdillâh.
|
Mürîd oldur, dileyicidir ve herşey üzre kadirdir,
Ne kim diler olur peyda, âlâ vefk-ı muradüllâh.
|
19-
|
Cemî’ hayr-u ve şerri Ol diler takdîr-u halk eyler,
Velî hayrı sever ancak ki sevmez şerleri Allâh.
|
Cemii hayr ü şerri Ol diler takdîr ü halk eyler,
Velî hayrı sever ancak ki sevmez serleri Allâh.
|
20-
|
Basîr Ol’dur hakîkatte ki hep eşyâya nâzırdır
Velî gözden münezzehtir Basar’dır min sıfâtillâh
|
Basîr oldur hakîkatta ki, hep eşyaya nazırdır,
Fakat
gözden münezzehdir, Basardır min sıfâtüllâh.
|
21-
|
Semî’ Ol’dur her avazı işitir sır ile cehri,
Münezzehdir kulakdan ol sıfattır O’nda sem’üllâh.
|
Semi’ oldur her avazı işitir sır ile cehri,
Münezzehdir kulaktan ol sıfattır onda sem'ullâh.
|
22-
|
Mütekellim-dir ammâ Ol berîdir dilden ağızdan,
Hurûf-ü
ve lafz-u ve savt-ile değil vasf-ı kelâmüllâh.
|
Mütekellimdir ol amma beridir dilden, ağızdan,
Huruf u lafz ü savtıyle değil vasf-ı kelâmüllâh.
|
23-
|
Sübûtiyye sıfâtî kim ne ‘aynıdır ne ğayrıdır,
Kadîm-ü ve dâim-ü ve Zâtı’yla kâim-dir sıfâtüllâh.
|
Subûtiyye sıfatı kim ne aynıdır, ne gayrıdır,
Kadîm ü dâim ü zâtiyle kâimdir sıfâtüllâh.
|
24-
|
Hakk’ın
mükerrem ‘ıbâdî-dır melekler yerde göklerde,
‘Avâmı-ndan ‘avâm-ı nâsı efdal eylemiş Allâh.
|
Hakkın
mükerrem ibâdıdır melekler yerde, göklerde.
Avamından avam-ı naşı efdal eylemiş Allâh.
|
25-
|
Yemek-içmek hem erkeklik-dişilik yokdur anlarda,
Hakka hiç ‘âsî olmazlar mutı’dirler li-emrillâh.
|
Yemek, içmek, hem erkeklik, dişilik yoktur onlarda,
Hakka hiç âsi olmazlar mutîlerdir li emrillâh.
|
26-
|
Ve Cebrâîl-ü Mikâîl-ü
İsrâfîl-ü Azrâîl mükarreb-dir,
-Peygamberdir-
Meleklerdir bu dördü hep emînüllâh.
|
Ve Cebrail ü Mikâil ü İsrafil ü Azrail Mu'teberdir,
Peygamberdir bu dördü hep emînüllâh.
|
27-
|
Hakkın yüz-dört kitâbı kim nebîler üzre inmişdir,
Kütüb-dür anların dördü, suhuf yüzü kelâmüllâh.
|
Hakkın yüzdört kitâbı kim Nebîler üzre inmiştir.
Kitâbdır onların dördü, suhuf yüzü kelâmüllâh.
|
28-
|
Zebûr’u verdi Dâvud’a dahî Tevrât’ı Mûsâ’ya,
Ve hem İncîl’i ‘Isâ’ya getirmiş Cebrâîl vallâh.
|
Zeburu verdi Dâvuda, dahî Tevrâtı Mûsaya,
Ve hem İncili İsâya getirmiş Cebrail vallâh.
|
29-
|
On İbrâhîm, on’u Âdem ve elli Şît’e nâzildir,
Dehî otuz suhuf İdrîs’e inzâl eylemiş Allâh.
|
Habîbüllâha Kur'ânı getirdi hacet oldukça.
Yirmiüç yıl itmam eyleyip kat' oldu vahyüllâh.
|
30-
|
Habîbüllâh’a Kur’ân’ı getirdi hâcet oldukça,
Yirmi-üç yıl itmâm eyleyûb, katı’ oldu vahyüllâh.
|
Dahî ben Enbiyâ hakkında bildim: ismet ü fıtnat,
Nezâfet hem emânet, sıdkla teblîg-ı hukmüllâh.
|
31-
|
Dahî
ben enbiyâ hakkında bildim ‘ısmet-ü ve fitnet,
Nezâfet hem emânet sıdk ile tebliğ-i hukmüllâh.
|
Gadrle zenb ü humk u kizb ü kitmân ü hiyânetten,
Münezzehdir, müberradır cem'i enbiyâüllâh.
|
32-
|
Gadir-le
zenb ve humk ve kizb ve kitmân hıyânedden,
Münezzehdir müberrâ-dır cemî’ enbiyâüllâh.
|
Nebîler ismini bilmek, dediler bazılar vâcib,
Yirmi sekizin bildirdi Kur'ânda bize Allâh.
|
33-
|
Nebîler ismini bilmek dediler bâ’zıları vâcib,
Yirmi-sekizin bildirdi Kur’ân’da bize Allâh.
|
Biri Âdem, biri idris ve Nuh u Hud ile Salih,
Hem ibrahim ü ishak ile İsmail Zebîhullâh.
|
34-
|
Biri Âdem biri İdrîs ve Nûh ve Hûd ile Sâlih,
Hem İbrâhîm ve İshâk ile ‘Ismâîl zebîhullâh.
|
Dahî Yakub ile Yûsuf, Şuayb u Lut ile Yahya,
Zekeriyyâ ile Harun ehh-ı Musa kelîmüllâh.
|
35-
|
Dahî Ya’kûb ile Yûsüf, Şu’ayb ve Lût ile Yahyâ,
Zekeriyyâ ile Hârûn dahî Mûsâ Kelîmüllâh.
|
Ve Dâvûd u Süleyman u dahî ilyâs ü Eyyûb’dur,
Birisi Elyesa'dır, dahi İsa’dır o Rûhullâh,
|
36-
|
Ve
Dâvüd ve Süleymân ve dahî İlyâs ve Eyyûb’dur.
Birisi Elyesa’dır. Dahî ‘Îsâ’dır O Rûhullâh.
|
Birinin ismi Zülkifl ve biri Yûnus nebîdir hem,
Hitamı ol Habîb-ı Hak Muhammeddir Resûlüllâh.
|
37-
|
Birinin ismi Zû’l-kifl ve biri Yûnüs nebîdir hem,
Hıtâmî ol Habîb-i Hakk Muhammed’dir Rasûlüllâh.
|
Uzeyr
ü Lokman ü Zülkarneyn, üçünde ihtilâf olmuş,
Ki bazı enbiyâdır der ve bazı der veliyyüllâh.
|
38-
|
‘Uzeyr,
Lokmân-ü Zû’l-Karneyn üçünde ihtilâf olmuş,
Ki bâ’zı enbiyâdır der ve bâ’zı der veliyyüllâh.
|
Cemi'i enbiyânın evvelidir hazreti Âdem,
Kamudan efdal ve âhır Muhammeddir Habîbüllâh.
|
39-
|
Cemî’ enbiyânın evvelidir Hazreti Âdem,
Kâmûdan
efdâl-ü ve âhir Muhammed’dir Habîbüllâh.
|
İkisinin arasında katı çok enbiya gelmiş,
Hesabın kimseler bilmez bilir onu hemen Allâh.
|
40-
|
İkisinin arasında kati çok enbiyâ gelmiş,
Hısâbın kimseler bilmez, bilir ânı hemân Allâh.
|
Risâlat-ı rusül mevtiyle bâtıl olmaz ol kat'â,
Ve efdaldır melekler cümlesinden, enbiyâüllâh.
|
41-
|
Risâlât-ı rusl mevtiyle bâtıl olmaz ol kat’â,
Ve efdaldir melekler cümlesinden enbiyâüllâh.
|
Bizim Peygamberin ahkâm-ı şer'î öyle bakıdır,
Ki ehl-i mahşeri bu şer' ile fasi edecek Allâh.
|
42-
|
Bizim Peygamber’in ahkâm-ı şer’î öyle bâkîdir,
Ki ehl-i mahşer-i bu şer’ile fasl-edecek Allâh.
|
Ve Mi'râc-ı nebî haktır, ona şahsıyla muhtastır,
Çıkıp fevkul âlâya Hakkı görmüştür Habîbüllâh.
|
43-
|
Ve mi’râc-ı Nebî hakdır âna şahsıyla mühtasdır,
Çıkıb fevk-al-’ulây-a Hakk’ı görmüştür Habîbüllâh.
|
Cihan cümle cihâtıyle ve ecza vü sıfatıyle,
Hem ef'âl-ı ibâdm hayr ü şerri cümla halkullâh.
|
44-
|
Cihân cümle cihêtiyle ve eczâ-ü ve sıfatıyla,
Hem ef’âl-i ‘ıbâdîn hayr-u şerrî cümle Halkullâh.
|
Onun Hm ü murâd ü halk u takdiriyle hadistir,
Ki
yoktur Halik u Bari iki âlemde gayrullâh.
|
45-
|
Â’nın ‘ılm-ü ve
murâd-ü ve halk-u ve takdîr-île hâdisdir,
Ki
yoktur hâlık ve bârî iki ‘âlemde ğayrüllâh.
|
Kulların
ihtiyarı vardır, ef'alinde cüz'ice,
O
ef'al üzre bulmuşlar sevabı hem ıkabüllâh.
|
46-
|
‘Ibâdın
(kulların) ihtiyârı vardır ef’âlinde cüz’îce,
O
ef’âl üzre bulmuşlar sevâb-ı hem ‘ıkâbüllâh.
|
Ol
ef'alin cemilidir Hakkın hubb u rızasıyle.
Kabininde
bulunmaz ne muhabbet, ne rızaüllâh.
|
47-
|
Ol
ef’âlin cemîlidir Hakk’ın hubb-ü rızâsıyla,
Kabîhınde
bulunmaz ne mehabbet ne rızâüllâh.
|
Sevâb
efdalidir Hakkın ve adlidir ıkâb anın,
Vucûb
icâbsız Hakka bî istıhkak-ı abdüllâh.
|
48-
|
Sevâb
efdalidir Hakk’ın ve ‘adlidir ‘ıkâb â’nın,
Vücûb
îcâbsız Hakk’a bî istihkâk ‘abdüllâh.
|
Mukarmdır
bu fi'le istitaat ki o, kudrettir,
Bulunsa
istitaat olunur teklif-i şer'ullâh.
|
49-
|
Mukârindir
bu fi’le istitâ’at kim, o kudreddir,
Bulunsa
istitâ’at olunur teklîf-i şer’ullâh.
|
Ki
kulun kendi vüs'unda, ne kim olmaz onu asla,
Ona
din içre teklif etmemiştir ol Rahim Allâh.
|
50-
|
Ki
‘abdîn kendi vus’ında ne kim olmaz ânı aslâ,
Âna
dîn içre teklîf etmemişdir ol Rahîm Allâh.
|
Haram
erzaktır herkes yer, içer kendi rızkın hep,
Ve
kimse kimsenin rızkın alıp yiyemez vallâh.
|
51-
|
Harâm
erzâkdır herkes yer içer kendi rızkın hep,
Ve
kimse kimsenin rızkın alıb ekl-edemez vallâh.
|
Ecel
vaktinde meyyittir o maktul ve ecel birdir,
Ve
hâl-i ye'sin îmânı değil makbul-ı mdellâh.
|
52-
|
Ecel
vaktinde meyyitdir o maktûl ve ecel birdir,
Ve
hâl-ü ye’sin îmânı değil makbûl ‘ındellâh.
|
|
53-
|
Heyûlâ
yokdur ezhân içre bir cüz-ü olduğu hakdır,
Ki
ol vasf-ı tecezzîden müberrâdır dêr ehlüllâh.
|
Heyula
yoktur ezhân içre bir cüz olduğu haktır,
Ki
ol vasf-ı tecezziden müberrâdır der ehluHah.
|
54-
|
Kabirde meyyite
Münker-Nekîr dört şey-i süâl eyler,
Ki Rabb’in kim, Nebîn
kimdir, nedir dînin ve kıblen gâh?
|
Kabirde meyyite Münker
ve Nekir dört şey suâl eyler,
Ki
rabbin kim, Nebin kimdir, nedir dînin ve kıblengâh.
|
55-
|
Cevâb;
Allâh benim Rabbim, Rasûlüm de Muhammed’dir Ve İslâm’dır benim Dînim ve
Kıblem Ka’be Beytüllâh.
|
|
56-
|
Cevâbı
verenin cân-ile cismi zevk-eder ânda,
Şaşûb
küffâr-u ve âsîler çeker ânda ‘azâbüllâh.
|
Cevabın
verenin caniyle cismi zevk eder anda.
Şaşıp
küffâr-ü âsiler çeker anda azabüllâh.
|
57-
|
Bu
dünyâya gelen gider ki kalmaz canlı hiç kimse,
Dahî
yevm-i kıyâmetde eder emvâtî ba’s Allâh.
|
Bu
dünyaya gelen gider ki kalmaz canlı kiç kimse,
Dahî
yevm-i kıyamette eder emvâtı ba'süllâh.
|
58-
|
Verirler
defter-i a’mâlini her âdemin ânda,
Kiminin
sâğ eline, kimine soldan me’âzellâh.
|
Verirler
defter-i a'malini her âdemin anda,
Kiminin
sağ eline, kimine soldan maazallâh.
|
59-
|
Kitâb-îyle
hısâbî vâr Hudâ’nın rûz-i mahşerde,
Sorarlar
herkesin ef’âl-ü ve ekvâlin bi-emrillâh.
|
Kitâbiyle
hesabı var Hudanın rûz-ı mahşerde.
Sorarlar
herkesin ef'ali ve ekvâlin biemriflâh.
|
60-
|
Kebâirle
sağâir ehline ol gün şefâatler,
Ederler
enbiyâ-ü ve ehl-i ‘ılm-ü ve evliyâüllâh.
|
Kebâirle
segair ehline ol gün şefaatler,
Ederler
enbiyâ vü ehl-i ilm ü evliyâüllâh.
|
61-
|
Ameller
vezn olundukda Sırâtî geçmemiz hakdır,
Ve
Kevser’le sekiz cennet verir mü’minlere Allâh.
|
Ameller
vezn olundukta Sıratı geçmemiz haktır.
Ve
Kevserle sekiz Cennet verir müminlere Allâh.
|
62-
|
Girecek
cennete mü’minler ânda çok bulub ni’met,
Görürler
şübhesiz ânda niteliksiz cemâlüllâh.
|
Girince
Cennete müminler, onda çok bulup ni'met,
Görürler
şübhesiz anda niteliksiz Cemâlüllâh.
|
63-
|
Ve
cennetle cehennem şimdi vâr ehliyle bâkîdir,
Cehennem
yedidir ehlin yakar dâim o nârüllâh.
|
Ve
Cennetle Cehennem şimdi var ehliyle bakıdır,
Cehennem
yedidir, ehlin yakar dâim o nârullâh.
|
64-
|
Kazâ
ile gelir her hayr-u ve şer Hâlik cenâbından,
Bulur
hayr ehlini dâim olur şer ehline hemrâh.
|
Kaza
ile gelir her hayr ve şer Allâh tarafından,
Bulur
hayr ehlini daim, olur şer, ehline hemrâh.
|
65-
|
Ve Peygamber ne kim
eşrât-ı sâatden haber vermiş,
İnandım cümlesin izhâr
eder vaktinde hem Allâh.
|
Ve Peygamber ne kim
işrât-i saatten haber vermiş,
İnandım,
cümlesin izhâr eder vaktinde hem Allâh.
|
66-
|
Çıkar Yer Dâbbesi
Deccâl-ü ve Ye’cûc ile Me’cûc-î,
Doğar gün mağrıbıdan
çün iner gökden o Rûhüllâh.
|
Çıkarır
dâbbesi Deccâl ü Ye'cüc ile Mec'ücü,
Doğar hem batıdan
güneş, iner gökten o Rûhullâh.
|
67-
|
Kebîre mü’mini îmândan
ihrâc eylemez dâhî,
Ne küfre dâhil-ü ve ne
tâatin habt ede ‘ındellâh.
|
Kebîre
mümini îmândan ihraç etmez dahî,
Ne küfre
dâhil ü ne tâatm habt ide indellâh.
|
68-
|
O isyân eylemez ânı muhalled hem Cehennem-de,
Meğer kim i’tikâd
eyler helâl ânı ma’âzellâh.
|
O isyan eylemez anı muhalled hem Cehennemde,
Meğer
kim itikad eyler halâl anı maazallâh.
|
69-
|
Hudâ afv-eylemez şirki
ve illâ ândan ednâyı,
Dilediği kulundan her
günâhı afv-eder Allâh.
|
Huda afv eylemez şirki, ve illâ ondan ednâyı,
Dilediği
kulundan, her günâhı af eder Allâh.
|
70-
|
Kebâir-den kaçan câiz,
ikâb olmak sağâyir-le,
Ve bî-tevbe giden
câiz, kebâir-den geçe Allâh.
|
Kebâirin
kaçan caiz ıkab olmak segairle,
Ve tevbesiz giden caiz kebâirden geçe Allâh.
|
71-
|
Kabûl eyler du’âyı
Hakk Te’âlâ kendi fazlıyla,
Ve hâcât-i ‘ıbâdî hem
kazâ eyler Raûf Allâh.
|
Kabul eyler duayı Hak teâlâ kendi fadlıyla,
Ve hâcât-ı
ibadı hem kaza eyler Raufallâh.
|
72-
|
Dahî İslâm ile îmân,
ikisi şey’-i vâhıddir,
Bilin îmân Hüdâ ve hem
Rasûline inanmakdır,
Cenâb-ı Hakk’dan ol,
her ne getirdiyse Rasûlellâh.
|
Dahî
îmân ile islâm ikisi de bir tek şeydir,
Bilin îmân Hüdâ ve hem
Rasûline inanmakdır,
Cenâb-ı
Haktan ol her ne getirdiyse Resulüllâh.
|
73-
|
Kamûsun dil ile ikrâr-u ve tasdîk eyledim bi’l-kalb,
Birine yokdur inkârım inandım şüphesiz Vallâh.
|
Hepsini dil ile ikrar ve kalble tasdik eyledim,
Birine yoktur inkârım, inandım şübhesiz vallâh.
|
74-
|
Çu dîn e’mâlî îmândan muhakkâk başka hâricdir,
Pes, îmân izdiyâd nâkıs olmaz, hıfz-îde Allâh.
|
Dindeki ameller imandan değil başkadırlar,
Pes îmân
izdiyâd ü nakıs olmaz hıfz ede Allâh.
|
75-
|
Demem kim inşâellâh
mü’minim, bi’l-mü’minim hakkâ,
Bu ma’nâ ile îmân, kisbî ve mahlûkdur lillâh.
|
Demem ki, inşâallâh müminim,
elbette müminim derim.
Bu ma'na ile îmân kesbî ve mahlûktur lillâh.
|
76-
|
Ve ammâ Tanrı’nın Kendi, kuluna ma’rifet güncin,
Hidâyet kıldığı ma’nâ ile vehbîdir ol billâh.
|
|
77-
|
Ve îmân-ı mukallid hem
sahîh olmuşdur ammâ kîm,
Ol istidlâl-i aklı terk ile âsim olur Billâh.
|
Ve îmân-ı mukallid hem
sahih olmuştum amma kim,
Ol istidlâl-ı
aklı terk ile âsim olur billâh.
|
78-
|
Kerâmât-ı velî hakdır, nebîsî mu’cizâtîdır,
Keser az müddet içre çok mesâfe evliyâüllâh.
|
Kerâmât-ı
velî hakdır Nebisi mûcizâtıdır,
'Keser az müddet
içre çok mesafe Evliyâüllâh’ın.
|
79-
|
Bulurlar vakt-i hâcetde ta’âmı ve hem libâs ânlar,
Behâim hem cemâd, ânlarla söylerler bi-iznillâh.
|
Bulurlar vakt-ı hacette yiyecek, giyecek onlar,
Hayvanat, cemad onlarla konuşurlar bi iznillâh.
|
80-
|
Gehî su üzerinde meşî ederler vecd ve hâletle,
Hava-da gâh uçarlar, hark eder ‘âdâtını Allâh.
|
Gehi su üzerinde
meşy ederler vecd ü haletle,
Havada gah uçarlar hark eder âdâtını Allâh.
|
81-
|
Erişmez bir velî hîç-bir Nebî’nin rütbesine hem,
Ânâ ermez ki ândan sâkıt ola emr-u ve nehyüllâh.
|
Erişmez
bir velî hiçbir nebînin rütbesine hem.
Ona ermez ki ondan sakıt ola emr ü nehyüllâh.
|
82-
|
Ve efdal evliyâ Sıddîk-ı Ekber ba’dehû Fârûk,
Ve Zinnûrayn’den sonra ‘Alî’dir ol veliyyüllâh.
|
Ve efdal-ı
evliya Sıddîk-ı ekber, sonra Faruk,
Ve Zinnureyn’den sonra Alî’dir ol veliyyüllâh.
|
83-
|
Bu dördü hem hilâfetde, bu tertîb üzre kâimdir,
Bu çâr-yârdan sonra hem efdâl evliyâüllâh.
|
Bu dördü
hem hilâfette bu tertîb üzre kaimdir,
Bu çar yardan sonra hem
efdal-ı evliyaüllâh.
|
84-
|
Kalan ashâbdır ki, cümlesinin zikri hayr-olsun,
Cemî’-i âl-ü ashâb-ı kirâm-ı sevmişem fillâh.
|
Kalan Eshâbıdır
ki, cümlesinin zikri hayr olsun,
Cemi'i âl
ve eshâb-ı kiramı sevmişem fillâh.
|
85-
|
Aşere-i mübeşşere ve Fâtıma, Hasen Huseyn,
Bu ümmedden bulâra, cennet-île neşhedü billâh.
|
Aşere-i
müşebeşşere ve Fâtıma, Hasan, Hüseyn,
Bu ümmetten
bunlara Cennet ile neşhedü billâh.
|
86-
|
Ebû ‘Ubeyde-dir hem,
‘Abdürrahmân ve Se’îd ve Sa’d,
Çâr-ı Yâr ile Talha Zübeyr Ensâr-i dînillâh.
|
|
87-
|
Ve ğayrı kimseye ‘ayniyle cennetlik denilmez kim,
O ğayba hukm-olur ğaybî ne bilsûn kimse ğayrüllâh.
|
Ve gayrı
kimseye ayniyle Cennetlik denilmez kim,
O gaybe hükm olur, gaybı ne bilsin kimse ğayrüllâh.
|
88-
|
Ve ashâb-ı kirâmın cümlesinden sonra ümmetden,
Cemî’ı tâbi’în olmuşdur efdâl evliyâüllâh.
|
Ve Eshâb-ı
kiramın cümlesinden sonra ümmetten,
Cemi'i Tabiîn
olmuştur efdal-ı evliya üllâh.
|
89-
|
İmâmü’l-müslimîn, sultân-ı müslümân hür mükellef,
Kureyşî, tâhir olmalî, îdûb tenfîz-ü hukmüllâh.
|
İmâm-ül müslimîn sultan-ı müslimân, hür, mükellef hem,
Kureyşî
tâhir olmalı edip tenfîz-i hükmüllâh.
|
90-
|
Velî Hâşimli ma’sûm efdâl olmak şart değildir kim,
O fısk ve cevr için hiç mün’azil olmaz bi-şer’ıllâh.
|
Velî
Hâşımlı ma'sûm, efdâl olmak şart değildir kim,
O fısk ve cevr için hiç mün'azil olmaz bişer'illâh.
|
91-
|
Ve
berr-u ve fâcire uyûb, namâzım kılarım bile,
Hem
ânların cenâzesî namâzın kılıram lillâh.
|
İyi
ve fâcire uyup, namazım kılarım bile,
Hem
onların cenazesi namazın kılarım, Allâh.
|
92-
|
Ve
huf üzre hazarda, hem seferde mesh
câizdir,
Ve müskir olmayan
temr-u ve ‘ıneb suyu mübâhullâh.
|
Mest
üstüne hazerde hem seferde mesih caizdir,
Ve
müskir olmıyan hurma, üzüm suyu mubahüllâh.
|
93-
|
Tasaddukla
duâmızdan bulur emvâtimiz ni’met,
Ve fazl-ı emkine eşhâs ve ezmân hakdır ey-vellâh.
|
Tasaddukla
duamızdan bulur emvâtımız ni'met,
Ve
fadl-ı emkene vü eşhas u ezmân hakdır ey vatları.
|
94-
|
Bilinmez
müşrikîn etfâli, cennetde mi, nârda mı?
Ve
küffâra Kirâmen Kâtibîyn vermiş kerîm Allâh.
|
Bilinmez
müşrikin çocuğu Cennette mi nârda mı, ?
Ve
küffâra kirâmen kâtibin vermiş, kerîm Allâh.
|
95-
|
Ne kîm ma’dûmdur, ol şey-i mer’î ‘ad-d-olunmaz hem,
Mükevven
kâinâta benzemez şeydir te’âlellâh.
|
Ne
kim ma'dumdur ol şey görünür sayılmaz hem,
Mükevven-i
kâinata benzemez şeydir teâlallâh.
|
96-
|
İsâbet-i
ayn câizdir ve sihr insana vâkîdir,
Beşer
‘âklından efdaldir ulûm-i enbiyâüllâh.
|
Nazar
değmesi caizdir ve sihr insana vâkidir,
Beşer
aklından efdaldır ulûm-ı enbiyâüllâh.
|
97-
|
Delîle
müctehid evvel bakıb eyler isâbet hakk,
Ve
sonra hukme bakdıkda, hatâsın afv-eder Allâh.
|
Delîle
müctehid evvel bakıp eyler isabet hak,
Ve
sonra hükme baktıkta hatâsın afv eder Allâh.
|
98-
|
Ki hakk birdir,
mu’ayyendir ve Kur’ân ve hadîs ancak,
Ne mikdâr olsa mümkün zâhirine
haml-olur her-gâh.
|
Ki hak birdir,
muayyendir ve Kur'ân ve Hadîs ancak,
Ne
miktar olsa mümkin zahirine hami olur her gah.
|
99-
|
Bu
zâhirden ol ehl-i bâtının da’vası ma’nâya,
‘Udûl-ü
ve hem nüsûs-î redd-ü ve istihfâf-i şer’ullâh.
|
Bu
zahirden ol ehl-i bâtının da'vası ma'nayâ
Udul
ve hem nusûsı red ve istihfaf-ı şer'ullâh.
|
100-
|
Hem
istihlâl-i zenb-ü ve rahmet-i Hakk’dan ye’s hem de,
‘Azâbından
emîn olmak, bu cümle küfürdür billâh.
|
Hem istihlâl-ı zenb ve
rahmet-i haktan yeis hem de,
Azabından
emîn olmak, bu cümle küfürdür billâh.
|
101-
|
Ve
lafz-ı küfr-ü tav’île ve kâhin sözlerin tasdîk,
Küfürdür
lâkin inkârı yeniden tevbedir lillâh.
|
Ve
lafz-ı küfr tav'ıyla ve kâhin sözlerin tasdik,
Küfrdür,
lâkin inkârı yeniden tevbedir lillâh.
|
102-
|
Hudâ
otuz-iki farzî ‘ıbâdına buyurmuşdur,
Kamûsun
farz bildim, boynuma âldım bi-tav’ıllâh
|
Huda
otuz iki farzı ibadına buyurmuştur.
Hepsi
farz bildim, boynuma aldım bitav' Allâh.
|
103-
|
Şürûtî beş-dir
İslâm’ın ki, tevhîd-ü ve salât ve savm,
Zekât-ü ve Hacc
ğanîler hakkına farz eylemiş Allâh.
|
Şartları
beştir islâmm ki tevhîd ü salat ü savm,
Zekât
ü hac ganîler hakkında farz eylemiş Allâh.
|
104-
|
Namazın
şartı hâricde olanlar altı farz olmuş,
Ve
erkânı içinde oldular hem âltı farz Allâh.
|
Namazın
şartı, dışında olanlar altı farz olmuş,
Ve
erkânı içinde olandır hem altı farzüllâh.
|
105-
|
Dışındaki
tahâret, setr-i avret, vaktî bilmekdir,
Ve
âbdest âlmak ve niyet hem istikbâl-i beytüllâh.
|
Dışındaki
taharet, setr-i avret, vakti bilmektir,
Ve
abdest almak ve niyyet, hem istikbâl-ı Beytüllâh.
|
106-
|
Namaz
içinde tekbîr-u ve kıyâm-île kırâetdir,
Rükû’-u
ve ka’de-i ührâ ikişer secdedir lillâh.
|
Namaz
içinde tekbîr ü kıyamile kıraattir.
Rükû'
ve ka'de-yi uhrâ ikişer secdedir lillâh.
|
107-
|
Vuzû-in
farzı, yüz yumak, yedini mirfekîyla hem,
Başa
mesh-eyleyûb, âyakları gasl et dedi Allâh.
|
Abdestin
farzı: yüz yıkamak, kolunu dirseğiyle hem,
Başa
mesh eyleyip ayakları yıka buyuruyor Allâh.
|
108-
|
Ve ğasl-ın farzı üçdür
ki, temazmuz-dur hem istinşâk,
Üçüncü
cümle a’zâsın yumakdır tevbeten lillâh.
|
Ve
guslün farzı üçtür kim, mazmazadır hem istinşak,
Üçünccü
cümle azayı yumaktır tevbeten lillâh.
|
109-
|
Teyemmüm
eylemek vâcibdir abdest ile ğusl içûn,
Su
bulunmazsa yâ kudret yoğ-îsedir bu şer’ullâh.
|
Teyemmüm
eylemek lâzımdır, abdest ile gusl için,
Su
bulunmazsa, ya kudret olmazsa budur şer'ullâh.
|
110-
|
Ânın
rüknî iki urmak, şurûtu beş: Biri niyyet,
Sa’îd-ü
ve tâhir-u ve mesh ve biri acz-i ‘ıbâdillâh.
|
Onun
rüknü iki vurmak, şartları beş, biri niyyet,
Saîd
ü tâhır ü mesh ve biri acz-ı ibadüllâh.
|
111-
|
Ve savm-ın farzı üç:
Niyetle ekl-ü ve şürbî terk-etmek,
Fecir
doğdukda gün batınca imsâk oldu emrullâh.
|
Orucun farzı üç-dür.
niyyetle, yeme, içmeyi terk etmek,
Fecr
doğduktan gün batınca imsak oldu emrüllâh.
|
112-
|
Dahî
haccın fürûzu üç: Biri ihrâma girmekdir,
Biri
vakfe cebel üzre, ziyâret oldu Beytüllâh.
|
Dahî
haccın farzları üç, biri ihrama girmektir.
Biri Arafat’ta vakfe, ziyaret oldu Beytüllâh.
|
113-
|
Harâmı
i’tikâd etmek harâm, ândan sakınmakdır,
Halâlî
hem halâl etmek, budur cümle fürûzullâh.
|
Haramı i’tikâd etmek haram ondan sakınmaktadır,
Halâlı
hem halâl etmek budur cümle furûzüllâh.
|
114-
|
Hem
eshâb-ı güzîn-ü tâbi’’în-ü müçtehidînin,
Ne kim var, ehl-i
sünnet ve’l-cemâ’at cümle ehlüllâh.
|
Hem
Eshâb-ı güzîn ü Tabiîn ü müctehidînin,
Ne
kim var Ehl-i sünnet ve cemaat cümle ehlüllâh.
|
115-
|
Kamûnun
i’tikâdı bu yüz-on beyt içre bîl Hakkı!..
Budur hak mezheb
âncak, bunda sâbit eylesûn Allâh.
|
Kamunun
itikadın bu yüz on beyt içre bil Hakkı,
Budur hak mezheb ancak
bunda sabit eylesin Allâh.
|
116-
|
Eğer
benden küfr, ‘amden hatâen sâdır olduysa,
Ben
o küfrün cemî’ınden berî oldum livechillâh.
|
Eğer
benden küfr-i ‘âmden ve hatâ sâdır olduysa,
Ben
o küfrün cemi'inden berî oldum li-vechillâh.
|
117-
|
Dahî
şer’a muhâlifse eğer ef’âl-ü ve ekv’âlim,
Ben
ânlardan rücû’ eddim ve tüb-tü kurbeten lillâh.
|
Dahî
şer'a muhalifse, eğer işlerim sözlerim,
Ben
onlardan rucû' ettim ve tevbe ettim ey Allâh.
|
118-
|
Ne
kim kılmış Habîbüllâh bize teblîğ-u ahkâmî,
Kabûl
etdim ânı âmentü billâh-i ve hukmüllâh.
|
Ne
kim kılmış Habîbüllâh bize tebliğ-i ahkâmı,
Kabul
ettim onu, âmentü billâh ve hükmillâh.
|
119-
|
Dilim
ikrârınî kalbimle tasdîk eyledim cândan,
Sen’in
hıfzında îmânım emânet olsûn êy Allâh.
|
Dilim
ikrarını kalbimle tasdik eyledim candan,
Senin
hıfzında îmânım emânet olsun yâ Allâh.
|
Türk Dünyası Bilgeler
Zirvesi
28-29 Mayıs 2014
Erzurumlu
İbrahim Hakkı’nın Tefviznâme’sinde Bilgece Bakışlar ve Kavramlar
Mehmet Mehdi ERGÜZEL – Ayşe AYDIN
Anahtar
Kelimeler:
Bilgelik, hikmet, İslâm
kültürü, Erzurumlu İbrahim Hakkı, tefviznâme
GİRİŞ:
Millî
kültürümüzün temel değerlerinin yetişmekte olan nesillere tanıtılması,
geleceğimiz için bir varoluş vazifesidir. Köklerini derinlere daldırmayan milletler,
sığ yaşamaya mahkûm olurlar ve ecnebi rüzgârlara çabuk boyun eğerler.
Türk
millî kültürü, asırların ötesinden ses verecek zenginlik ve muhtevâsıyla her
dem kendini yeniden inşâ etmeye doğrulup daha ileri ufuklara yönelmeye yatkın
bir kök enerjiye sahiptir.
Bütün
mesele; milletimizdeki bu hayâtiyet ve rûhu, ebedi yaşama arzu ve iradesini
daima diri tutacak damarların farkında olmak ve gereğini yapmaktır.
Yirmi
birinci asrın Müslüman Türkleri; zulümlerin kol gezdiği, insan istismârının
zirveye vardığı yâhut daha uygun ifadesiyle “çukurların derinleştiği “ zavallı
dünyamızda kendi millî-tarihî-İslâmî misyonlarını yeniden
keşfetmek-düşünmek-yorumlamak “asrın idrâkine yeniden söylemek” zorundadırlar.
Bu
devrin münevverleri “öz cebimizde kaybettiğimiz güneşi başka bahçelerde aramak
yerine” kendi irfân kaynaklarımızı yine kendi çocuklarımızın ilmi ve tefekkürü
ile aramak, bulmak, anlamak, anlatmak ve yaymakla mükelleftirler.
Bin
yıldır hayatımıza yön veren ve milletimizi yüksek hedeflere yönelten İslâm ve
onun peygamberi, ilme ve okumaya verdiği değere sınır tanımamış hikmet sahibi
ve hakikat arayıcısı olmayı mü’minin temel vasıfları arasına koymuştur.
Hikmet,
eşyanın ve insanın hakikâtine ve sırrına vakıf olmak için çıkılan yolculukta
varılan manalı hedeftir.
Biz,
bazı fikir erbâbına göre hikmetlerimizi kaybettik. Onlarla birlikte belki
kendimizi de…
Hikmetler,
tekrar kazanılmalıdır. Asırların bize öğrettikleri, yeniden tahsil edilmelidir,
zamana uygun bir üslûpla rûhu, esası, özü bozulmadan tekrar yorumlanmalıdır.
Bilgeler
konuşmalı ki Uluğ Türk’ten, Dede Korkut’tan, Kâşgarlı Mahmut’tan, Yesevi’den,
Yunus’tan, Hacı Bektaş’tan, Mevlana’dan İbrahim Hakkı Erzurumî’ye ve Cemil
Meriç’e yol açılsın…
Bilgeler,
tevâzu sahibidir. Onların kapıları; arayana sorana açıktır. Biz, Erzurum
yaylalarından esen rüzgârlara kapıldık. İbrahim Hakkı Hazretlerinin
Marifetnâme’sinden hisseyâb olurken size “deryâdan bir damla” kabilinden olmak
üzere “Tefviznâme” bahsi sunmaya çalıştık.
Tefviznâme’den
maksat;
İnsanoğluna
hayat dersi vermektir. Hakkı Erzurumlu, bu uzun fakat kısa mısralarla örülü
ibretlerle yüklü şiirini 3+2 mısralı 31 bölüm üzerine kurmuş. Her bölümün son
iki mısrası zaten bütün milletin dilindedir, eserin özeti gibidir.
“Mevlâ
görelim neyler
Neylerse
güzel eyler.”
Tam
bir teslimiyet edâsı var.
O’na
güven… O’ndan gelen her şeyde bir hayır vardır.
“Hak
şerleri hayr eyler
Zannetme
ki gayr eyler
Ârif anı seyr eyler.”
Diğer
otuz bölüm, 150 mısra, hep bu giriş bölümü üzerine kurulmuştur.
Girizgâhı;
neticesini ilan eden bu muhteşem eser bize göre bir psiko-nöro regulatör /asabî
rûhî düzenleyicidir, manevî ilaçtır.
Eserde
cümleler iki yönde şekil almıştır. Bölümler ya yüce yaratanı ya da ârif olmayı,
bilgeliği tanımlar niteliktedir veya âriflik tarikinde olanlara öneriler sunar
mahiyettedir. Bu cümlelerde bazı kavramlar bu açıdan öne çıkar. Buna göre,
şiirde bir ârif portresi çizilmiştir. Özellikle birinci dörtlük “Ârif
nedir?” sorusunun cevabı mahiyetindedir. Buna göre; ârif, dünyaya ibret
nazarıyla bakandır. Kendisini dünyanın diğer görüntüleriyle oyalamaz. Dünya
işlerinden elini eteğini çekmiştir. Bir başka ifadeyle, Mevlâ’dan gayrı
meşguliyeti yoktur. Dünyada gördüğü, ibret nazarıyla bakıp gördüğü hayır ve
şerlerin Allâh’tan geldiğini bilerek yaşar. Ârif, tevekkül sahibidir.
Sabırlıdır, Haktan gelene razıdır. Her işte Allâh’a sığınır. Böyle yaşadığı
için de rahat ve huzurludur.
Burada,
“tevekkül”, “tefvîz”, “sabır” ve “rıza” kelimeleri üzerinde
durmak isteriz. Bu kelimeler yakın manalı, müterâdif kelimelerdir. Tevekkül, Allâh’a
güvenmektir. Tevekkül'ün dinî terim olarak anlamıysa, bir amaca ulaşmak için
gerekli olan her türlü önlemi alarak; elinden gelen tüm gayreti gösterdikten
sonra kalben Allâh'a bağlanıp(ki bu tefvizdir) ona güvenmek, sonucu Allâh'tan
beklemek anlamına gelmektedir. Hikmet sahibi olan kişi, yaratılmışlara, nefse
ya da malına tevekkül etmez, sadece Mevlâ’ya tevekkül eder, doğru tevekkül
anlayışı da budur. Sabır ve tevekkül dünyada rahata ermenin iki ilacıdır. Allâh’tan
istemek, neticeleri ondan bilmek ve ona minnettâr olmaktır.
Tevekkül
ve sabır kavramları Kur’an’da da pek çok âyette yer bulur. Yani dinimiz de
tevekküle ve sabra büyük önem vermiştir.
Bunlar
arasından, İbrahim Hakkı’nın bu dörtlüğünün nesri açıklaması gibi olan şu
âyetleri hatırlatmak isteriz:
Münâfıklar ve kalblerinde
hastalık olanlar şöyle diyorlardı: “bunları (Müslümanları) dinleri aldattı.
“Oysa kim Allâh’a tevekkül ederse, şüphesiz Allâh, üstün ve güçlü olandır,
hüküm ve hikmet sahibidir. ((Enfâl(8)/49)
Sabredenlere, mükâfatları
hesapsız verilir. (Zümer/10)
Ayrıca,
tevekkül kavramı, gerek hadislerde gerekse başka âlimler ve İslam
dininin önderleri tarafından da özlü sözlerle izah dilmiş ve önemine vurgu
yapılmıştır:
İbn-i Mesud der ki: “Gökten
düşmem, Mevla Teâlâ Hazretleri’nin takdir ettiği bir şey hususunda “Keşke bu
olmasaydı.” dememden bana daha sevgilidir.” (Rûhu’l Furkan:2/110)
Hz. Ali der ki: “Bir musibet
anında elini dizine vuranın muhakkak ecri habt olmuştur (boşa çıkmıştır). (Rûhu’l
beyan:1/261)
Üçüncü
bölümde, Allâh’a tam bir itimat var. Bir önceki bölümle tezatlı gibi görünen
bir ahenk var. Tevekkülün ilk gereği olan “önlem” reddedilmiş görünse de
buradaki tedbiri redden kasıt mübalağadan uzak durmak olmalıdır. Yani ârif,
Mevlâ’ya tam bir güvenle bağlıdır. Aşırıya kaçmadan gereğini yapar ve kenara
geçip olanı seyreyler. “Takdir Allâh’ındır” der. Bu seyir bir ibretli
bakıştır, ders almaktır.
Beşinci
bölümde, bir hayat yorumu var. Allâh’tan iste, yalvar, ancak murad etme, sonucu
ona bırak. Beklenmedik sonuca şükret. “Hayırlısı böyleymiş” de. Çünkü sonsuz
ilim sahibi Allâh en iyisini bilir.
Altıncı
bölümde, tevekkül izahatı devam etmekle birlikte “ısrar” üzerinde
durulmaktadır. Israr, inatlaşmayı doğurur. Bu da kulu yorar, çünkü dünyevî o
meşguliyete kişiyi hapseder. Zaaf sahibi, kibir sahibi, gururlu kılar ve hatta
bazı durumlarda gülünç bir vaziyete düşürür.
Tefviznâme ve bilhassa
yedinci bölüm bize göstermektedir ki, “hikmet” kavramı üzerinde de
bizzat durulmalıdır. Hikmet kavramı tefviznâme’de bir yerde geçiyor:
Hakk’ın
olıcak işler. Ol hikmetini işler. Boşdur gâm u teşvişler. Mevlâ görelim neyler.
Neylerse güzel eyler.
“Hikmet”,
gerek Türkçe’de gerekse Arapça’da genel olarak, “hakîmlik, hakîm adamın hâli,
olgun akıl, yüksek bilgi, sathi bakışta farkına varılmayan hükümet icraatları
manalarına gelir.1 Bunların
dışında “hikmet, umumiyetle yaşlılarda bulunan bir meziyettir” diyenler
olduğu gibi, hikmeti felsefe ilmi ve kolları, Allâh’ın insanlar
tarafından anlaşılamayan sırları (ilâhî sır), maksat, sebep, gizli gerçek,
hakikat ve ahlâkla ilgili kısa veciz sözler diye tanımlayanlar da olmuştur.2 Lügâtçiler
hikmeti ayrıca, “en iyi ilim vasıtası ile en iyi şeyin bilinmesi” olarak
açıklamışlardır. Ayrıca, bir hükümde âdil olmak, eşyanın hakikatini olduğu gibi
bilmek ve ona göre hareket etmek de hikmet olarak görülmüştür. Bu
anlamda, bir mevzunun sebeplerini, hakikatini, beşer kudretinin erişebildiği
kadar, oldukları gibi aramak hikmet ilminin amacıdır.3
1 Büyük
Türkçe Sözlük
2 Örnekleriyle
Türkçe Sözlük, MEB.
3 İslam
Ansiklopedisi, 5/1. cilt, MEB.
4 Uludağ,
İslam’da Emir ve Yasakların Hikmeti, s. 7, 8.
5 Hikmet
kavramı üzerine deyatlı bilgi bkz.:İslam Düşüncesinde Hikmet Kavramları, Mehmet
ÖNAL, Felsefe Dergisi, Sayı:4, s. 113-122, FEF, AYDIN.
Hikmet
kelimesinde “bilmek, anlamak, kavramak” manası da vardır. İnsanın
faydalı olanı edinip zararlı olandan kaçınması için düşünüp taşınmasına da hikmet
denir. Yine varlıklar arasındaki alaka ve irtibatı, olaylar arasındaki
sebep sonuç münasebetini anlamak maksadı ile harcanan çabalar sonunda elde
edilen ameli, tatbikî ve tecrübî bilgiye de hikmet denmiştir. Hikmetin
diğer bir anlamı ise şuurlu bir anlayış ve derin bir kavrayıştır. Eğer hikmet,
bu son manada kullanılır ise hemen hemen felsefe ile eş anlamlı olur. Zaten felsefenin
(philosophia) kelime olarak “bilgeliği sevmek” anlamına geldiği
düşünülür ise bu benzerlik yadırganmamalıdır. Fakat hikmetin özetle:
bilgi, tatbikat, gaye, fayda ve sebep gibi ana unsurları ele alınır ise
kuşkusuz bu, onu felsefeden daha geniş ve kuşatıcı bir bilgi türü olarak
karşımıza çıkarır.4 Hikmet
kavramı din ile daha barışık bir kavramdır.5 Erzurumî’nin, tefviznâme’de,
“hikmet” kavramıyla “Allâh’ın insanlar tarafından anlaşılamayan sırları (ilâhâ
sır), gizli gerçek, hakikat, yüksek bilgi” gibi manaların kastını taşıdığı
aşikârdır.
Tefviznâme;
bir dengeler, muvazeneler, hikmetler manzumesidir. Kur’an’da da açıktır ki,
Şüphesiz ki en büyük hikmet sahibi hakîm olan Allâh’tır(insan/30). Onun
hikmetinden sual olunmaz. Allâh, fa’âl-ı hakîmdir, olmuş, olan ya da olacak
işlerin hikmetini Mevlâ belirler, ârif ise seyredip, hikmeti görür, beşerî
kudretinin erişebildiği kadar idrak eder, razı olur, şükreder. “Hikmet”
kelimesinin kavram alanı içerinde yer alan “bilmek, anlamak, derk etmek, görmek…”
gibi mücerred fiiller de şiirde sık sık tekrarlanır.
Şiirde
bu öne çıkan bazı kavramların yanı sıra özellikle seçilmiş gibi görünen
genellikle soyut anlamların tercih edildiği fiiller de dikkate şayandır.
Şiirde geçen 40’ı birleşik, 71 fiilde mücerred fiiller önde gelir. Fiillerin
olumlu veya olumsuz emir çekimli şekilleriyle ârif olma yolunda yapılması veya
yapılmaması gerekenler söylenir. Erzurumî, tekrar ettiği “Mevlâ görelim neyler”
mısraında da olduğu gibi bazı fiilleri bilgelik gereği olarak seçmiş, mesela
“görmek” fiilinin daha derin ve hikmetli tarafı gereği olacak ki “Mevlâ bakalım
neyler” şeklinde bir ifade tercih etmemiştir.
Şiire
göre ârif; bakmaz, görür, söylemez, demez, dinler ancak sadece dinlemez anlar,
idrâk eder, bilir, öğrenmekten usanmaz. Çünkü ilmin sonsuz olduğunun
idrâkindedir. İçmek, yemek, uyumak gibi dünyevi ihtiyaçlarını aza çeker. Yani
bilgeliğin gereği, manevî hayatın zihnî ve kalbî yönünü anlatan mücerred fiillerdir.
Az sözle derin mana idealdir. Ârif, ilmi zihninde ve kalbinde yaşar. Kalp
kırmaz, nefse kapılmaz, ilmiyle Allâh’ı bulur, anlar, onun
hikmetine vakıftır, o nedenle olanlar onu üzmez, rahattır,
huzurludur. Tefviznâme’de kısa ve net ancak sehl-i mümtenî görünüşündeki
cümleler ve ifadeler de İbrahim Hakkı’nın ârif kelâmını taşıdığını gösterir.
Sözü tasvir eden sıfat tamlamalarının şiirde sayıca az olması yönündeki
tespitimiz de onun söyleneceğin doğrudan söylenmesi, kısa ve net olunması
tarafını da gösterir. Ârif, sözü evirip çevirmez, düzdür, riyâsızdır,
yalansızdır, gerçektir. Ârifin sözü kısa, sözün özü yani manası derindir.
Eser
boyunca, itidal üzere hoş mana simetrisi içinde İslamî hassasiyetler ve
hatırlatmalar karşısındayızdır.
Bizce
burada esas olan, İslamî-millî muhtevâdır.
Bu
eser, bilgece sözleriyle rûhuyla, milletin içine işleyen hatırlatma ve
ikazlarıyla bir “adam etme” “kendini ara-bul” manifestosudur. Âkif’in bir
şiirinde geçen “adam mısın, oğlum?” sorusu ve devamı ile Gazali’nin “oğluma!”
hitabı ve Şeyh Edebali’nın “oğlum…” hitabı arasında fark yoktur ve muhatap
dünden, bugüne, yarına bütün memleket evlatlarıdır. Kulak verilmezse haller
haraptır. Tefviznâme bir hali arzdır. Eser, Yunus’un “Telvin”6 şiirinden
de ses verir.
6 Hak
bir gönül verdi bana hâ demeden hayran olur
Bir
dem gelir şâdî kılur, bir dem gelir giryân olur…
Erzurumlu
İbrahim Hakkı’nın Tefviznâme’si 155 mısra boyunca millî-İslâmî akîdeye uygun
tam bir yaşama üslûbu ve hayat felsefesi sunmaktadır.( … )
Eğer
Tefviznâme’deki hikmetlere kırk açıdan baksaydık hâtiften bir sadâ ile şu güzel
ve kemâle yöneltici öğütleri dinleyecektik:
1-Mevlâ neylerse güzel
eyler; O’na bağlan(güven).
2-O’ndan gelene rıza
göster; sabret.
3-Şer görünende hayır
vardır; anla.
4-Olup bitenlerden
ibret al; ârif ol.
5-Tefviz et ve rahatla;
tevekkül eyle.
6-Kalbini Allâh’a
bağla; mutmain ol.
7-O’nu, takdirini derk
eyle; düşün.
8-Takdir karşısında
tedbir telaşına düşme; rıza göster.
9-Arzularını terk et;
bırak.
10-Münacat kıl; O’nu
an, dua et, sığın.
11-Sadece O’ndan
isteneceğini bil.
12- Olup biten
menfiliklerle didişme, direnme.
13-Her şey Hak’tandır;
O hikmetinin gereğini icra eder.
14-Gam ve teşvişe
kapılma; sonunu bekle.
15-O’nun işleri faik ve
muvafıktır yerine yakışmıştır.
16-Gönülden gamı kederi
uzak tut; rahatla.
17-Huzuru Rabb’inde
bul; ferahla.
18-Adli, zulüm sanma; O
âdildir.
19-Sıkıntıları büyütme,
bıkma; sonu hayırdır.
20-O’na teslim ol
metanet göster.
21-Az ye, az uyu, az iç
ve az konuş ki ifratta zarar vardır.
22-Gönül bahçesine geç;
sohbet ehli ol.
23-Ten mezbelesinden,
bedenin ihtiraslarından kurtul; istememeyi iste.
24-Nâs ile kalabalıkla
yorulma, içine dön; inzivâya çekil.
25-Nefsine yan çıkma;
istişare et.
26-Vesveseye dalma, hep
kendinle olma.
27-Geçmişle geri kalma,
hal ile olma ve müstakbele dalma; üçününde harmanında yaşa.
28-Hakk’a
hayran ol, geçici(fani) nimetlere koşma.
29-Tevazu göster,
benliğine mağlub olma.
30-Her söz ve halden
nasihat, ibret payı çıkar.
31-Alem işaretlerle
doludur; kainatı oku, istifade et.
32-Halka kulak ver,
halkın sesini, derdini dinle.
33-Edebe riayet et,
yaradılışına uygun yaşa.
34-Hak’la beraber ol,
O’ndan gâfil olma.
35-Olanda hayır vardır,
sonunu bekle acele etme.
36-Kimseyi küçümseme,
kendini kayırma.
37-Mü’min, âkil ve ârif
ol, zengin bakışlar kazan.
38-O, darda olanların
yanındadır, O’na güven.
39-O, en umulmadık yer
ve zamanda perdeler açar.
40-O’nun ihsanı
sonsuzdur, O neylerse güzel eyler.
Vallâhi ve billâhi…
Şiiri;
şeklen, kelime kadrosu, kelime grupları ve cümle yapıları bakımından da
incelemeye tabi tuttuk. Buna göre,
İsimler
(160):
Arapça
Kelimeler(92):
abd,
adl, âkil, aklâm, Allâh, ân, ârif, aşk, ayn, beşâret, cemil, dâim, dârr, derk,
edeb, elsîne, ey, eymen, fa’al, fâik, gaflet, gâm, gâmgîn, gamz, ganîmet, gayr,
hâcât, hâfız, hâif, Hakk, hakkı, Hakîm, hâl, halk, hallâk, hayrân, hayret,
hazır, hikmet, hulk, hûy, huzûr, ihsân, imdâd, inâd, inâyet, işâret, kabul,
kâdi, kahr, kalb, kefil, kerîm, lâyık, mâ’ni, Mevlâ, mezbele, murâd, murâdât,
mu’ti, muvâfık, mü’min, münâcât, müstakbel, nâfi, nâs, nasihat, nefs, Rabb,
râfi, rahat, Rahim, remz, Rezzâk, sabr, sârif, şân, şerr, takdîr, tedbîr,
tefvîz, terk, teslim, tevekkül, teşviş, u, umûr, vekil, zan, zikr, zînet, zulüm
Farsça
Kelimeler(28):
cân, cenk, derd, dil,
dûr, dermân, gülşen, hem, her, hiç, hor, hoş, hıram, gâh…gâh, ki, nâçâr, nâgâh,
perde, rengin, renk, sade, sengîn, tab’, ten, teng, ve, yâd, zeyrek
Türkçe
Kelimeler (40):
ad,
az, berk, bir, birbirine, boş, bu, dahi, düş, geçmiş, geri, gönül, güzel, hep,
ırak, ile, iş, işte, kendi, kimse, kul, ne, nesne, niçin, o(na-nun) (yaratıcıyı
mı kasdediyor 13), od, ol (1 yerde zamir, 2 yerde sıfat), öyle, razı, sakın,
sen, son, söz, şöyle, şu, var, yan, yer, yerince, yol
Fiiller(31):
Mücerred
fiiller
anla-(?),
bil-, çık(ma)-, dal(ma)-, dinle-, koy- (bırakmak, terk etmek), incit(me)-,
işle-, kal(ma)-, öğren-, san(ma)-, unut-, usan(ma)-, yık(ma)-, yorul(ma)-
Müşahhas
fiiller
aç-, bak(ma)-, bul-, de(me)-, geç-, gel-, göç-, gör(31)-, iç-,
kıl-, ol(ma)-(olacak iş, olduysa), söylet-, söyle-, uyu-, yan(ma)-, ye-
Tamlamalar
İsim
tamlaması:
âkil
huyu, ârif dili, (onun) aşkı, (benim) cemîlim, ol derd, dil gülşeni, (benim)
kefilim, (senin) kendin, (onun) imdâdı, (senin) nefsin, onun(anın?) adı,
onun(anın) yâdı, (onun) takdîri, (onun) tedbîri, (onun) sonu, ten mezbelesi,
(benim) vekilim, (onun) zeyrekliği
Sıfat
tamlamaları (12):
her dem, bir yol, her söz, bir nasihat, her iş, her nesne, her
dil, her kul, her cân, her ân, bir şân, her kalb
Bağlama
grubu:
gâh
dârr u gâhı nâfi, edeb u hulk, gâh eymen ü gâh hâif, gâm u teşviş, gamz ü beşâret,
gâh hâfız ü gâh râfi, gâh hırem ü gâh gamgîn, gâh kahr u gâh ihsân, gâh mûti u
gâh mâni, remz ü işâret, gâh sade ü gâh rengîn
Birleşik
fiiller
ârif
it-, berk eyle-, boş eyle-, cenk ol(ma)-, derk eyle-, dûr eyle-, düş eyle-,
dermân et-, gayr eyle-, güzel et-, güzel eyle-, hayrân-ı Hak (ol-), hayr eyle-,
hazır ol-, hoş eyle- (?), huzûr eyle-, ırak ol(ma)-, inâd et(me)-, kabul eyle-
(?),(onun) kalbinden ırak ol(ma)-, tevekkül kıl-, münâcat kıl-, murâd et(me)-,
ne et-, ne eyle-, razı ol-, reddet(me)-, renk ol(ma-), sabret-, sabr eyle-,
sengîn et-, seyr eyle-, tefvîz-i umûr eyle-, tefvîz et-, tenk ol(ma)-, terk
eyle-, teslim ol-, zannet(me)-, zikreyle- (et(me)- : 10, eyle- : 40, kıl- :
2, ol(ma)- : 8 )
Deyimleşmiş
birleşik fiiller:
geri
kal(ma)-, gönül yık(ma)-, hayrete dal-, hor bak(ma)-, kendin(Ø) unut-, nefsine
yan çık(ma)-, (kendin unut) anı bul-, rahat bul-
Farsça
terkipler (10)
aklâm-ı Hak, ayn-ı
inâyet, elsîne-i halk, fa’âl-i hakîm, hallâk-ı rahîm, hayrân-ı Hak, kâdi-i
hâcât, rezzâk-ı kerim, sabr-ı cemîl, tefviz-i umûr
Arapça
ibareler
billâhi, vallâhi, tallâhi CÜMLELER
|
||
Öneri(öğüt) cümleleri (42)
|
Tarif
cümleleri(kesin hüküm bildiren cümleler)
|
Öznel
cümle
|
1.
Mevlâ görelim neyler (30).
2. Allâh
görelim netmiş.
3. Sen
Hakk’a tevekkül kıl.
4.
Sabreyle ve râzı ol.
|
1.
Hak şerleri hayr eyler.
2. Ârif
anı seyreyler.
3. Hakk’ın
olıcak işler, ol hikmetini işler.
4.
Boşdur gam u teşvişler.
|
1. Vallâh
güzel etmiş.
2. Tallâh
güzel etmiş.
3.
Billâh güzel etmiş.
4.Netmişse
güzel etmiş.
|
Türk
Dünyası Bilgeler Zirvesi
28-29
Mayıs 2014
Erzurumlu
İbrahim Hakkı’nın Tefvîz-nâme’sinde Bilgece Bakışlar ve Kavramlar
Mehmet
Mehdi ERGÜZEL – Ayşe AYDIN
Millî
kültürümüzün temel değerlerinin yetişmekte olan nesillere tanıtılması,
geleceğimiz için bir varoluş vazifesidir. Köklerini derinlere daldırmayan
milletler, sığ yaşamaya mahkûm olurlar ve ecnebi rüzgârlara çabuk boyun
eğerler.
Bin
yıldır hayatımıza yön veren ve milletimizi yüksek hedeflere yönelten İslâm ve
onun peygamberi, ilme ve okumaya verdiği değere sınır tanımamış hikmet sahibi
ve hakikat arayıcısı olmayı mü’minin temel vasıfları arasına koymuştur.
Biz,
Erzurum yaylalarından esen rüzgârlara kapıldık. İbrahim Hakkı Hazretlerinin
Marifetnâme’sinden hisseyâb olurken size “deryâdan bir damla”
kabilinden olmak üzere “Tefvîz-nâme” bahsi sunmaya çalıştık.
Tefvîz-nâme’den
maksat;
İnsanoğluna
hayat dersi vermektir. Hakkı Erzurumlu, bu uzun fakat kısa mısralarla örülü
ibretlerle yüklü şiirini 3+2 mısralı 31 bölüm üzerine kurmuş. Her bölümün son iki
mısrası zaten bütün milletin dilindedir, eserin özeti gibidir.
“Mevlâ
görelim neyler
Neylerse
güzel eyler.”
Tam bir
teslimiyet edâsı var. O’na güven… O’ndan gelen her şeyde bir hayır vardır.
“Hak
şerleri hayr eyler
Zannetme
ki gayr eyler
Ârif anı
seyr eyler.”
Diğer
otuz bölüm, 150 mısra, hep bu giriş bölümü üzerine kurulmuştur.
Girizgâhı;
neticesini ilan eden bu muhteşem eser bize göre asabî rûhî düzenleyicidir,
manevî ilaçtır.
Eserde
cümleler iki yönde şekil almıştır. Bölümler ya yüce yaratanı ya da ârif olmayı,
bilgeliği tanımlar niteliktedir veya âriflik tarikinde olanlara öneriler sunar
mahiyettedir. Buna göre; Ârif, dünyaya ibret nazarıyla bakandır.
Mevlâ’dan gayrı meşguliyeti yoktur. Dünyada gördüğü, ibret nazarıyla bakıp
gördüğü hayır ve şerlerin Allâh’tan geldiğini bilerek yaşar. Ârif, tevekkül
sahibidir. Sabırlıdır, Haktan gelene razıdır. Her işte Allâh’a sığınır. Böyle
yaşadığı için de rahat ve huzurludur.
Burada,
“tevekkül”, “tefvîz”, “sabır” ve “rıza” kelimeleri üzerinde
durmak isteriz. Bu kelimeler yakın manalı, müterâdif[1] kelimelerdir.
Tevekkül,[2] Allâh’a
güvenmektir. Hikmet sahibi olan kişi, yaratılmışlara, nefse ya da malına
tevekkül etmez, sâdece Mevlâ’ya tevekkül eder, doğru tevekkül anlayışı da
budur. Sabır ve tevekkül dünyada rahata ermenin iki ilacıdır. Allâh’tan
istemek, neticeleri ondan bilmek ve ona minnettâr olmaktır.
Üçüncü
bölümde, Allâh’a tam bir itimat var. Bir önceki bölümle tezatlı gibi görünen
bir ahenk var. Tevekkülün ilk gereği olan “önlem” reddedilmiş görünse de
buradaki tedbiri red etmekten kasıt mübalağadan uzak durmak olmalıdır. Yani
ârif, Mevlâ’ya tam bir güvenle bağlıdır. Aşırıya kaçmadan gereğini yapar ve
kenara geçip olanı seyreyler. “Takdir Allâh’ındır” der. Bu
seyir bir ibretli bakıştır, ders almaktır.
Şiire
göre ârif; bakmaz, görür, söylemez, demez, dinler ancak
sadece dinlemez anlar, idrâk eder, bilir, öğrenmekten usanmaz. Çünkü ilmin
sonsuz olduğunun idrâkindedir. İçmek, yemek, uyumak gibi dünyevi ihtiyaçlarını
aza çeker. Az sözle derin mana idealdir. Ârif, ilmi zihninde ve kalbinde yaşar.
Kalp kırmaz, nefse kapılmaz, ilmiyle Allâh’ı bulur, anlar, onun hikmetine
vakıftır, o nedenle olanlar onu üzmez, rahattır, huzurludur.
Tefvîz-nâme
bir hali arzdır. Yunus’un “Telvin” şiirinden de ses verir.
Hak bir
gönül verdi bana hâ demeden hayran olur
Bir dem
gelir şâdî kılur, bir dem gelir giryân olur…
Erzurumlu
İbrahim Hakkı’nın Tefvîz-nâme’si 155 mısra boyunca millî-İslâmî akîdeye
uygun tam bir yaşama üslûbu ve hayat felsefesi sunmaktadır.
Eğer Tefvîz-nâme’deki
hikmetlere kırk açıdan baksaydık hâtiften bir sadâ ile şu güzel ve kemâle
yöneltici öğütleri dinleyecektik:
1-
Mevlâ
neylerse güzel eyler; O’na bağlan(güven).
2-
O’ndan
gelene rıza göster; sabret.
3-
Şer
görünende hayır vardır; anla.
4-
Olup
bitenlerden ibret al; ârif ol.
5-
Tefviz
et ve rahatla; tevekkül eyle.
6-
Kalbini Allâh’a
bağla; mutmain ol.
7-
O’nu,
takdirini derk eyle; düşün.
8-
Takdir
karşısında tedbir telaşına düşme; rıza göster.
9-
Arzularını
terk et; bırak.
10-
Münacat
kıl; O’nu an, dua et, sığın.
11-
Sadece
O’ndan isteneceğini bil.
12-
Olup
biten menfiliklerle didişme, direnme.
13-
Her şey
Hak’tandır; O hikmetinin gereğini icra eder.
14-
Gam ve
teşvişe kapılma; sonunu bekle.
15-
O’nun
işleri faik ve muvafıktır yerine yakışmıştır.
16-
Gönülden
gamı kederi uzak tut; rahatla.
17-
Huzuru
Rabb’inde bul; ferahla.
18-
Adli,
zulüm sanma; O âdildir.
19-
Sıkıntıları
büyütme, bıkma; sonu hayırdır.
20-
O’na
teslim ol metanet göster.
21-
Az ye,
az uyu, az iç ve az konuş ki ifratta zarar vardır.
22-
Gönül
bahçesine geç; sohbet ehli ol.
23-
Ten
mezbelesinden,[3] bedenin ihtiraslarından
kurtul; istememeyi iste.
24-
Nâs ile
kalabalıkla yorulma, içine dön; inzivâya[4]
çekil.
25-
Nefsine
yan çıkma; istişâre[5] et.
26-
Vesveseye
dalma, hep kendinle olma.
27-
Geçmişle
geri kalma, hal ile olma ve müstakbele dalma; üçününde harmanında yaşa.
28- Hakk’a hayran ol, geçici(fani) nimetlere koşma.
29-
Tevazu
göster, benliğine mağlub olma.
30-
Her söz
ve halden nasihat, ibret payı çıkar.
31-
lem
işaretlerle doludur; kainatı oku, istifade et.
32-
32-Halka
kulak ver, halkın sesini, derdini dinle.
33-
33-Edebe
riayet et, yaradılışına uygun yaşa.
34-
34-Hak’la
beraber ol, O’ndan gâfil olma.
35-
35-Olanda
hayır vardır, sonunu bekle acele etme.
36-
36-Kimseyi
küçümseme, kendini kayırma.
37-
37-Mü’min,
âkil ve ârif ol, zengin bakışlar kazan.
38-
38-O,
darda olanların yanındadır, O’na güven.
39-
39-O, en
umulmadık yer ve zamanda perdeler açar.
40-
40-O’nun
ihsanı sonsuzdur, O neylerse güzel eyler.
41-
Vallâhi
ve billâhi…
Şiiri;
şeklen, kelime kadrosu, kelime grupları ve cümle yapıları bakımından da
incelemeye tabi tuttuk. Buna göre,
İsimler
(160):
Arapça
Kelimeler(92):
abd,
adl, âkil, aklâm, Allâh, ân, ârif, aşk, ayn, beşâret, cemil, dâim, dârr, derk,
edeb, elsîne, ey, eymen, fa’al, fâik, gaflet, gâm, gâmgîn, gamz, ganîmet, gayr,
hâcât, hâfız, hâif, Hakk, hakkı, Hakîm, hâl, halk, hallâk, hayrân, hayret,
hazır, hikmet, hulk, hûy, huzûr, ihsân, imdâd, inâd, inâyet, işâret, kabul,
kâdi, kahr, kalb, kefil, kerîm, lâyık, mâ’ni, Mevlâ, mezbele, murâd, murâdât,
mu’ti, muvâfık, mü’min, münâcât, müstakbel, nâfi, nâs, nasihat, nefs, Rabb,
râfi, rahat, Rahim, remz, Rezzâk, sabr, sârif, şân, şerr, takdîr, tedbîr,
tefvîz, terk, teslim, tevekkül, teşviş, u, umûr, vekil, zan, zikr, zînet, zulüm
Farsça
Kelimeler(28):
cân,
cenk, derd, dil, dûr, dermân, gülşen, hem, her, hiç, hor, hoş, hıram, gâh…gâh,
ki, nâçâr, nâgâh, perde, rengin, renk, sade, sengîn, tab’, ten, teng, ve, yâd,
zeyrek
Türkçe
Kelimeler (40):
ad, az,
berk, bir, birbirine, boş, bu, dahi, düş, geçmiş, geri, gönül, güzel, hep,
ırak, ile, iş, işte, kendi, kimse, kul, ne, nesne, niçin, o(na-nun) (yaratıcıyı
mı kasdediyor 13), od, ol (1 yerde zamir, 2 yerde sıfat), öyle, razı, sakın,
sen, son, söz, şöyle, şu, var, yan, yer, yerince, yol
Fiiller(31):
Mücerred
fiiller
anla-(?),
bil-, çık(ma)-, dal(ma)-, dinle-, koy- (bırakmak, terk etmek), incit(me)-,
işle-, kal(ma)-, öğren-, san(ma)-, unut-, usan(ma)-, yık(ma)-, yorul(ma)-
Müşahhas
fiiller
aç-,
bak(ma)-, bul-, de(me)-, geç-, gel-, göç-, gör(31)-, iç-, kıl-, ol(ma)-(olacak
iş, olduysa), söylet-, söyle-, uyu-, yan(ma)-, ye-
Tamlamalar
İsim
tamlaması:
âkil
huyu, ârif dili, (onun) aşkı, (benim) cemîlim, ol derd, dil gülşeni, (benim)
kefilim, (senin) kendin, (onun) imdâdı, (senin) nefsin, onun(anın?) adı,
onun(anın) yâdı, (onun) takdîri, (onun) tedbîri, (onun) sonu, ten mezbelesi,
(benim) vekilim, (onun) zeyrekliği
Sıfat
tamlamaları (12):
her dem,
bir yol, her söz, bir nasihat, her iş, her nesne, her dil, her kul, her cân,
her ân, bir şân, her kalb
Bağlama
grubu:
gâh dârr
u gâhı nâfi, edeb u hulk, gâh eymen ü gâh hâif, gâm u teşviş, gamz ü beşâret,
gâh hâfız ü gâh râfi, gâh hırem ü gâh gamgîn, gâh kahr u gâh ihsân, gâh mûti u
gâh mâni, remz ü işâret, gâh sade ü gâh rengîn
Birleşik
fiiller
ârif
it-, berk eyle-, boş eyle-, cenk ol(ma)-, derk eyle-, dûr eyle-, düş eyle-,
dermân et-, gayr eyle-, güzel et-, güzel eyle-, hayrân-ı Hak (ol-), hayr eyle-,
hazır ol-, hoş eyle- (?), huzûr eyle-, ırak ol(ma)-, inâd et(me)-, kabul eyle-
(?),(onun) kalbinden ırak ol(ma)-, tevekkül kıl-, münâcat kıl-, murâd et(me)-,
ne et-, ne eyle-, razı ol-, reddet(me)-, renk ol(ma-), sabret-, sabr eyle-,
sengîn et-, seyr eyle-, tefvîz-i umûr eyle-, tefvîz et-, tenk ol(ma)-, terk
eyle-, teslim ol-, zannet(me)-, zikreyle- (et(me)- : 10, eyle- : 40, kıl- :
2, ol(ma)- : 8 )
Deyimleşmiş
birleşik fiiller:
geri
kal(ma)-, gönül yık(ma)-, hayrete dal-, hor bak(ma)-, kendin(Ø) unut-, nefsine
yan çık(ma)-, (kendin unut) anı bul-, rahat bul-
Farsça
terkipler (10)
aklâm-ı
Hak, ayn-ı inâyet, elsîne-i halk, fa’âl-i hakîm, hallâk-ı rahîm, hayrân-ı Hak,
kâdi-i hâcât, rezzâk-ı kerim, sabr-ı cemîl, tefviz-i umûr
Arapça
ibareler
billâhi,
vallâhi, tallâhi CÜMLELER
|
||||
Öneri(öğüt)
cümleleri (42)
|
Tarif
cümleleri(kesin hüküm bildiren cümleler)
|
Öznel
cümle
|
||
1.
Mevlâ görelim neyler (30).
2. Allâh
görelim netmiş.
3. Sen
Hakk’a tevekkül kıl.
4.
Sabreyle ve râzı ol.
|
1. Hak
şerleri hayr eyler.
2. Ârif
anı seyreyler.
3. Hakk’ın
olıcak işler, ol hikmetini işler.
4.
Boşdur gam u teşvişler.
|
1. Vallâh
güzel etmiş.
2. Tallâh
güzel etmiş.
3. Billâh
güzel etmiş.
4.Netmişse
güzel etmiş.
|
||
HAZIRLAYAN: EM. İ.HATİB ŞABAN GÜNBEY
|
||||
[1] MÜTERADİF: Birbirine
bağlı, tâbi olan. Birbiri ardınca giden mânâsını taşır. Yazılışı ayrı, fakat
mânâsı aynı olan kelime.
[2] Tevekkül'ün
dinî terim olarak anlamı: Bir amaca ulaşmak için gerekli olan her türlü önlemi alarak;
elinden gelen tüm gayreti gösterdikten sonra kalben Allâh'a bağlanıp (ki bu
tefvîzdir) ona güvenmek, sonucu Allâh’tan beklemek anlamına gelmektedir.
[4] İNZİVÂ: Feragat edip
bir tarafa çekilmek. Bir işe karışmamak. Dünya işlerini bırakmaktır. Süflî ve
hevesi işleri bırakıp ilm-i Kur'ân ve îmânla, ibâdet ve taatla, Kur'ân ve imana
hizmetle vakit geçirmek.