UKL VE UREYNE (KABÎLELERİ) KISSASI BÂBI -DEVE SİDİĞİ İÇİLMESİ MESELESİ-
٤١٩٢- حَدَّثَنِي
عَبْدُ الأَعْلَى بْنُ حَمَّادٍ، حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ زُرَيْعٍ، حَدَّثَنَا
سَعِيدٌ، عَنْ قَتَادَةَ، أَنَّ أَنَسًا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، حَدَّثَهُمْ:
أَنَّ نَاسًا مِنْ عُكْلٍ وَعُرَيْنَةَ قَدِمُوا المَدِينَةَ عَلَى النَّبِيِّ ﷺ وَتَكَلَّمُوا
بِالإِسْلاَمِ، فَقَالُوا يَا نَبِيَّ اللَّهِ: إِنَّا كُنَّا أَهْلَ ضَرْعٍ،
وَلَمْ نَكُنْ أَهْلَ رِيفٍ، وَاسْتَوْخَمُوا المَدِينَةَ، "فَأَمَرَ لَهُمْ
رَسُولُ اللَّهِ ﷺ بِذَوْدٍ وَرَاعٍ، وَأَمَرَهُمْ أَنْ يَخْرُجُوا فِيهِ
فَيَشْرَبُوا مِنْ أَلْبَانِهَا وَأَبْوَالِهَا"، فَانْطَلَقُوا حَتَّى إِذَا
كَانُوا نَاحِيَةَ الحَرَّةِ، كَفَرُوا بَعْدَ إِسْلاَمِهِمْ، وَقَتَلُوا رَاعِيَ
النَّبِيِّ ﷺ، وَاسْتَاقُوا الذَّوْدَ، "فَبَلَغَ النَّبِيَّ ﷺ فَبَعَثَ
الطَّلَبَ فِي آثَارِهِمْ، فَأَمَرَ بِهِمْ فَسَمَرُوا أَعْيُنَهُمْ، وَقَطَعُوا
أَيْدِيَهُمْ، وَتُرِكُوا فِي نَاحِيَةِ الحَرَّةِ حَتَّى مَاتُوا عَلَى حَالِهِمْ."
قَالَ قَتَادَةُ: بَلَغَنَا أَنَّ النَّبِيَّ ﷺ بَعْدَ ذَلِكَ كَانَ يَحُثُّ عَلَى
الصَّدَقَةِ وَيَنْهَى عَنِ المُثْلَةِ وَقَالَ شُعْبَةُ: وَأَبَانُ، وَحَمَّادٌ،
عَنْ قَتَادَةَ، مِنْ عُرَيْنَةَ، وَقَالَ يَحْيَى بْنُ أَبِي كَثِيرٍ:
وَأَيُّوبُ، عَنْ أَبِي قِلاَبَةَ، عَنْ أَنَسٍ قَدِمَ نَفَرٌ مِنْ عُكْلٍ." الكتاب:
صحيح البخاري، كتاب المغزي (٦٤)، باب: قصة عكل وعرينة (٣٦/٣٧)، رقم الحديث:٤١٩٢،
ص: ٥٧١.
4192--- … Bize Saîd, Katâde’den tahdîs etti. Onlara da Enes (r.’a.)
şöyle tahdîs etmiştir: Ukl ve
Ureyne kabîlelerinden birtakım insanlar Medîne’ye Peygamber (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem)’in huzûruna geldiler de İslâm kelimesini söylediler, yânî tevhîdi
telâffuz edip İslâm’a girdiklerini açıkladılar. Akabinde: --- “Ey Allâh’ın Peygamberi! Bizler sürü sâhibleri idik,
ekin ve mahsûl sâhibleri değildik.” Dediler. Ve Medîne’nin havasını
sıhhatlerine uygun bulmadılar (da burada ikâmet etmek istemediler). Rasûlüllâh
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) onlara: --- “Zekât
develerinin ve çobanının bulunduğu yere
gitmelerini, o develerin içine çıkıp onların sütlerinden ve sidiklerinden
içmelerini” emretti. Onlar oraya gittiler ve onlardan içtiler. Nihâyet
Harre tarafında bulundukları (sağlıklarına kavuşup semizledikleri ve renkleri
kendilerine geldiği) zaman İslâm’a girmelerinin ardından kâfir oldular,
Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in çobanını öldürdüler ve develeri
önlerine katıp götürdüler. Bu iş Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’e
ulaşınca arkalarından arayıcılar gönderdi. Gönderilen seriyye onları yakalayıp
getirdiler. Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) onlara kısas yapılmasını emretti. Akabinde o cânîlerin gözlerini çıkardılar,
ellerini kestiler ve kendi hâlleri üzere ölünceye kadar Harre tarafına terk edildiler.
Ebû Abdillâh el-Buhârî
şöyle dedi: Şu’be, Ebân ve Hammâd, Katâde’den yaptıkları rivâyette --- “Ureyne’den
birtakım insanlar” şeklinde söylediler. Yahyâ İbn Ebî Kesîr ile Eyyûb, Ebû
Kılâbe’den; o da Enes’ten “Ukl” den bir takım insanlar geldi" diye rivâyet
ettiler.”[1]
٩- (١٦٧١) وحَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ يَحْيَى
التَّمِيمِيُّ، وَأَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، كِلَاهُمَا عَنْ هُشَيْمٍ،
وَاللَّفْظُ لِيَحْيَى، قَالَ: أَخْبَرَنَا هُشَيْمٌ، عَنْ عَبْدِ الْعَزِيزِ بْنِ
صُهَيْبٍ، وَحُمَيْدٍ، عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ، أَنَّ نَاسًا مِنْ عُرَيْنَةَ
قَدِمُوا عَلَى رَسُولِ اللهِ ﷺ الْمَدِينَةَ، فَاجْتَوَوْهَا، فَقَالَ لَهُمْ
رَسُولُ اللهِ ﷺ: "إِنْ شِئْتُمْ أَنْ تَخْرُجُوا إِلَى إِبِلِ الصَّدَقَةِ،
فَتَشْرَبُوا مِنْ أَلْبَانِهَا وَأَبْوَالِهَا"، فَفَعَلُوا، فَصَحُّوا،
ثُمَّ مَالُوا عَلَى الرِّعَاءِ، فَقَتَلُوهُمْ وَارْتَدُّوا عَنِ الْإِسْلَامِ،
وَسَاقُوا ذَوْدَ رَسُولِ اللهِ ﷺ، فَبَلَغَ ذَلِكَ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَبَعَثَ فِي أَثَرِهِمْ فَأُتِيَ بِهِمْ، فَقَطَعَ أَيْدِيَهُمْ،
وَأَرْجُلَهُمْ، وَسَمَلَ أَعْيُنَهُمْ، وَتَرَكَهُمْ فِي الْحَرَّةِ، حَتَّى
مَاتُوا."
9- (1671) Bize Yahyâ b. Yahya Et-Temîmî ile Ebû
Bekir b. Ebî Şeybe, ikisi birden Hüşeym’den rivâyet ettiler. Lâfız Yahyâ’nındır.
(Dedi ki): Bize Hüşeym, Abdulazîz b. Suheyb ile Humeyd’den, onlar da Enes b.
Mâlik’den naklen haber verdi ki, Ureyne (kabîlesin) den bâzı kimseler Medîne’ye
Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in yanına gelmişler, fakat havasını
ağır bulmuşlar. Bunun üzerine Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)
kendilerine: --- “Dilerseniz zekât develerinin
yanına çıkın da onların sütlerinden ve bevl lerinden için!”
buyurmuş. Onlar da bunu yapmış ve düzelmişler. Sonra çobanlara hücûm ederek
onları öldürmüşler ve İslâm’dan dönmüşler. Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve
sellem)’in develerini de sürüp götürmüşler. Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve
sellem) bunu duyarak hemen arkalarından adam göndermiş. Ve Ureyne’liler
getirilmiş. O da onların ellerini, ayaklarını kesmiş; gözlerini oymuş ve onları
ölünceye kadar Harra’da bırakmış.”
١٠-
(١٦٧١) حَدَّثَنَا
أَبُو جَعْفَرٍ مُحَمَّدُ بْنُ الصَّبَّاحِ، وَأَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ،
وَاللَّفْظُ لِأَبِي بَكْرٍ، قَالَ: حَدَّثَنَا ابْنُ عُلَيَّةَ، عَنْ حَجَّاجِ
بْنِ أَبِي عُثْمَانَ، حَدَّثَنِي أَبُو رَجَاءٍ، مَوْلَى أَبِي قِلَابَةَ، عَنْ
أَبِي قِلَابَةَ، حَدَّثَنِي أَنَسٌ، أَنَّ نَفَرًا مِنْ عُكْلٍ ثَمَانِيَةً،
قَدِمُوا عَلَى رَسُولِ اللهِ ﷺ، فَبَايَعُوهُ عَلَى الْإِسْلَامِ، فَاسْتَوْخَمُوا
الْأَرْضَ، وَسَقِمَتْ أَجْسَامُهُمْ، فَشَكَوْا ذَلِكَ إِلَى رَسُولِ اللهِ ﷺ،
فَقَالَ: "أَلَا تَخْرُجُونَ مَعَ رَاعِينَا فِي إِبِلِهِ، فَتُصِيبُونَ مِنْ
أَبْوَالِهَا وَأَلْبَانِهَا"، فَقَالُوا: بَلَى، فَخَرَجُوا، فَشَرِبُوا
مِنْ أَبْوَالِهَا وَأَلْبَانِهَا، فَصَحُّوا، فَقَتَلُوا الرَّاعِيَ وَطَرَدُوا
الْإِبِلَ، فَبَلَغَ ذَلِكَ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ،
فَبَعَثَ فِي آثَارِهِمْ، فَأُدْرِكُوا، فَجِيءَ بِهِمْ، فَأَمَرَ بِهِمْ
فَقُطِعَتْ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُمْ، وَسُمِرَ أَعْيُنُهُمْ، ثُمَّ نُبِذُوا
فِي الشَّمْسِ حَتَّى مَاتُوا، وقَالَ ابْنُ الصَّبَّاحِ فِي رِوَايَتِهِ:
وَاطَّرَدُوا النَّعَمَ، وَقَالَ: وَسُمِّرَتْ أَعْيُنُهُمْ،
10- (...) Bize Ebû Ca’fer Muhammed b. Es-Sabbâh
ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet ettiler. Lâfız Ebû Bekr’indir. (Dedi ki):
Bize İbni Uleyye, Haccâc b. Ebî Osman’dan rivâyet etti. (Demiş ki): Bana Ebû
Kılâbe’nin âzâdlısı Ebû Recâ’, Ebû Kılâbe’den naklen rivâyet etti. (Demiş ki): Bana Enes rivâyet etti
ki, Ukl (kabîlesin) den sekiz kişi Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve
sellem)’e gelerek İslâm üzerine ona bey’at etmişler. Fakat o yerin havası
kendilerine ağır gelmiş, vücutları hastalanmış. Bunu Rasûlüllâh (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem)’e şikâyet etmişler. O da:
--- “Bizim çobanlarla
develerinin yanına çıkarak bevl lerinden, sütlerinden içmez misiniz?” Buyurmuş.
--- “Hay-hay!” Demişler ve çıkarak develerin bevl
lerinden, sütlerinden içmişler de düzelmişler. Arkacığından çobanı öldürerek
develeri sürmüşler.
Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve
sellem) bunu duymuş. Hemen izlerinden adam göndermiş ve yakalanarak
getirilmişler. O da emir buyurmuş ve elleri, ayakları kesilmiş; gözlerine mil
çekilmiş. Sonra güneşe atılmışlar; nihâyet ölmüşler.
İbn-i Sabbâh kendi rivâyetinde:
--- “Develeri birbiri ardınca sürdüler.” Bir de: “Gözleri çivilendi.” dedi.
١١-
(١٦٧١) وحَدَّثَنَا هَارُونُ بْنُ
عَبْدِ اللهِ، حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ حَرْبٍ، حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ
زَيْدٍ، عَنْ أَيُّوبَ، عَنْ أَبِي رَجَاءٍ، مَوْلَى أَبِي قِلَابَةَ، قَالَ:
قَالَ أَبُو قِلَابَةَ: حَدَّثَنَا أَنَسُ بْنُ مَالِكٍ، قَالَ: قَدِمَ عَلَى
رَسُولِ اللهِ ﷺ قَوْمٌ مِنْ عُكْلٍ، أَوْ عُرَيْنَةَ فَاجْتَوَوْا الْمَدِينَةَ،
فَأَمَرَ لَهُمْ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِلِقَاحٍ،
وَأَمَرَهُمْ أَنْ يَشْرَبُوا مِنْ أَبْوَالِهَا وَأَلْبَانِهَا، بِمَعْنَى
حَدِيثِ حَجَّاجِ بْنِ أَبِي عُثْمَانَ، قَالَ: وَسُمِرَتْ أَعْيُنُهُمْ،
وَأُلْقُوا فِي الْحَرَّةِ يَسْتَسْقُونَ، فَلَا يُسْقَوْنَ،
11- (...) Bize Hârûn b. Abdillâh rivâyet etti.
(Dedi ki): Bize Süleyman b. Harb rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd,
Eyyûb’dan, o da Ebû Kılâbe’nin âzâdlısı Ebû Recâ’dan naklen rivâyet etti. (Demiş
ki): Ebû Kılâbe şunları söyledi: Bize Enes b. Mâlik rivâyet etti. (Dedi ki): Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve
sellem)’e Ukl (kabîlesin) den yâhut Ureyne’den bir cemaat geldi. Fakat
Medîne’nin havası onlara ağır geldi. Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve
sellem) de kendilerine sütlü develeri tavsiye
ederek onların bevl lerinden ve sütlerinden içmelerini emir buyurdu.
Hz. Enes, Haccâc b. Ebî Osman’ın Hadîsi gibi
rivâyette bulunmuş: --- “Gözlerine de mil
çekildi ve Harrâ’ya bırakıldılar; su istiyorlar; fakat kendilerine su
verilmiyordu.” demiştir.
١٢-
(١٦٧١) وحَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ
الْمُثَنَّى، حَدَّثَنَا مُعَاذُ بْنُ مُعَاذٍ، ح وحَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ
عُثْمَانَ النَّوْفَلِيُّ، حَدَّثَنَا أَزْهَرُ السَّمَّانُ، قَالَا: حَدَّثَنَا
ابْنُ عَوْنٍ، حَدَّثَنَا أَبُو رَجَاءٍ، مَوْلَى أَبِي قِلَابَةَ، عَنْ أَبِي
قِلَابَةَ، قَالَ: كُنْتُ جَالِسًا خَلْفَ عُمَرَ بْنِ عَبْدِ الْعَزِيزِ، فَقَالَ
لِلنَّاسِ: مَا تَقُولُونَ فِي الْقَسَامَةِ؟ فَقَالَ عَنْبَسَةُ: قَدْ حَدَّثَنَا
أَنَسُ بْنُ مَالِكٍ كَذَا وَكَذَا، فَقُلْتُ إِيَّايَ: حَدَّثَ أَنَسٌ، قَدِمَ
عَلَى النَّبِيِّ ﷺ قَوْمٌ، وَسَاقَ الْحَدِيثَ بِنَحْوِ حَدِيثِ أَيُّوبَ،
وَحَجَّاجٍ، قَالَ أَبُو قِلَابَةَ: فَلَمَّا فَرَغْتُ قَالَ عَنْبَسَةُ:
سُبْحَانَ اللهِ، قَالَ أَبُو قِلَابَةَ: فَقُلْتُ: أَتَتَّهِمُنِي يَا
عَنْبَسَةُ؟ قَالَ: لَا، هَكَذَا حَدَّثَنَا أَنَسُ بْنُ مَالِكٍ، لَنْ تَزَالُوا
بِخَيْرٍ يَا أَهْلَ الشَّامِ، مَا دَامَ فِيكُمْ هَذَا أَوْ مِثْلُ هَذَا،
12- (...) Bize Muhammed b. El-Müsennâ da rivâyet etti. (Dedi ki):
Bize Mu’âz b. Mu’âz rivâyet etti. Bize Ahmed b. Osman En-Nevfelî de rivâyet etti.
(Dedi ki): Bize Ezher Es-Semmân rivâyet, etti. Her iki râvî demişler ki: Bize İbni
Avn rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Kılâbe’nin âzâdlısı Ebû Recâ’, Ebû Kılâbe’den
rivâyet etti. ‘(Demiş ki): Ömer b. Abdülaziz’in arkasında oturuyordum.
Cemâate: --- “Kasâme hakkında ne diyorsunuz?” diye
sordu. Bunun üzerine Anbese: --- “Enes b. Mâlik
bize şöyle-şöyle rivâyette bulundu...” Dedi. Ben de: — “Enes bana rivâyet etti.” Dedim. Bir kavim Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i
ve sellem)’e gelmiş... Râvî hadîsi, Eyyûb ile Haccâc hadîsi gibi nakletmiştir.
Ebû Kılâbe şöyle demiş: --- “Ben (rivâyetimi) bitirince Anbese: --- “Sübhânellâh!” Dedi. Ben de: --- “Beni imtihân mı ediyorsun yâ Anbese?” Dedim.
--- “Hayır! Enes b.
Mâlik bize böylece rivâyet etti. Bu yâhut bunun misli aranızda bulundukça siz
hayırlı olmakta devâm edersiniz ey Şamlılar!” Dedi.
(١٦٧١) - وحَدَّثَنَا الْحَسَنُ بْنُ أَبِي شُعَيْبٍ الْحَرَّانِيُّ،
حَدَّثَنَا مِسْكِينٌ وَهُوَ ابْنُ بُكَيْرٍ الْحَرَّانِيُّ، أَخْبَرَنَا
الْأَوْزَاعِيُّ، ح وحَدَّثَنَا عَبْدُ اللهِ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ
الدَّارِمِيُّ، أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يُوسُفَ، عَنِ الْأَوْزَاعِيِّ، عَنْ
يَحْيَى بْنِ أَبِي كَثِيرٍ، عَنْ أَبِي قِلَابَةَ، عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ،
قَالَ: قَدِمَ عَلَى رَسُولِ اللهِ ﷺ ثَمَانِيَةُ نَفَرٍ مِنْ عُكْلٍ بِنَحْوِ
حَدِيثِهِمْ، وَزَادَ فِي الْحَدِيثِ، وَلَمْ يَحْسِمْهُمْ،
(...) Bize El-Hasen b. Ebî Şu’ayb El-Harrânî
de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Miskin -ki İbn-i Bükeyr El-Harrânî’dir-
rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Evzâ’î haber verdi. Bize Abdullah b. Abdirrahmân
Ed-Dârimî dahî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Yûsuf, Evzâî’den, o da
Yahyâ b. Ebî Kesîr’den, e da Ebû Kılâbe’den, o da Enes b. Mâlik’den naklen
haber verdi. Şöyle demiş: --- “(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve
sellem)’e Ukl (kabîlesin) den sekiz kişi geldi...” Enes yukarkilerin hadîsi
gibi rivâyette bulunmuş ve hadîste: “Onları
dağlamadı.” cümlesini ziyâde de
etmiştir.
١٣-
(١٦٧١) وحَدَّثَنَا هَارُونُ بْنُ
عَبْدِ اللهِ، حَدَّثَنَا مَالِكُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ، حَدَّثَنَا زُهَيْرٌ،
حَدَّثَنَا سِمَاكُ بْنُ حَرْبٍ، عَنْ مُعَاوِيَةَ بْنِ قُرَّةَ، عَنْ أَنَسٍ،
قَالَ: أَتَى رَسُولَ اللهِ ﷺ نَفَرٌ مِنْ عُرَيْنَةَ، فَأَسْلَمُوا وَبَايَعُوهُ،
وَقَدْ وَقَعَ بِالْمَدِينَةِ الْمُومُ، وَهُوَ الْبِرْسَامُ، ثُمَّ ذَكَرَ نَحْوَ
حَدِيثِهِمْ، وَزَادَ: وَعِنْدَهُ شَبَابٌ مِنَ الْأَنْصَارِ قَرِيبٌ مِنْ
عِشْرِينَ، فَأَرْسَلَهُمْ إِلَيْهِمْ، وَبَعَثَ مَعَهُمْ قَائِفًا يَقْتَصُّ
أَثَرَهُمْ،
13- (...) Bize Hârûn b. Abdillâh dahî rivâyet
etti. (Dedi ki): Bize Mâlik b. İsmâîl rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Züheyr
rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Simâk b. Harb, Muâviye b. Kurre’den, o da
Enes’den naklen rivâyet etti. Enes şöyle demiş:
Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve
sellem)’e Ureyne’den birkaç kişi gelerek müslüman oldular ve ona bey’at
ettiler. Medîne’de mûm -ki birsâm hastalığıdır- vâki’ olmuştu... Sonra
yukarkilerin hadîsi gibi nakletmiş; şunu da ziyâde eylemiştir: --- “Yanında Ensâr’dan yirmiye yakın genç vardı. Bunları
onlara gönderdi. Berâberlerinde onların izlerini araştıracak bir de izci
gönderdi.”
(١٦٧١) - حَدَّثَنَا هَدَّابُ بْنُ خَالِدٍ، حَدَّثَنَا هَمَّامٌ،
حَدَّثَنَا قَتَادَةُ، عَنْ أَنَسٍ، ح وحَدَّثَنَا ابْنُ الْمُثَنَّى، حَدَّثَنَا
عَبْدُ الْأَعْلَى، حَدَّثَنَا سَعِيدٌ، عَنْ قَتَادَةَ، عَنْ أَنَسٍ، وَفِي
حَدِيثِ هَمَّامٍ: قَدِمَ عَلَى النَّبِيِّ ﷺ رَهْطٌ مِنْ عُرَيْنَةَ، وَفِي
حَدِيثِ سَعِيدٍ: مِنْ عُكْلٍ، وَعُرَيْنَةَ بِنَحْوِ حَدِيثِهِمْ،
(...) Bize Heddâb b. Hâlid rivâyet etti. (Dedi ki): Bize
Hemmâm rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Katâde Enes’den rivâyet etti. Bize İbn-i
Müsennâ dahî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdül’alâ rivâyet etti. (Dedi ki):
Bize Saîd, Katâde’den, o da Enes’den naklen rivâyet etti. Hemmâm’ın hadîsinde: --- “Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)
Ureyne’den bir cemaat geldi.” ibâresi;
Saîd’in hadîsinde ise: --- “Ukl ve Ureyne’den” kaydı
vardır. Hadîs, yukarkilerin hadîsi tarzındadır.
١٤-
(١٦٧١) وحَدَّثَنِي الْفَضْلُ بْنُ سَهْلٍ
الْأَعْرَجُ، حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ غَيْلَانَ، حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ
زُرَيْعٍ، عَنْ سُلَيْمَانَ التَّيْمِيِّ، عَنْ أَنَسٍ، قَالَ: "إِنَّمَا
سَمَلَ النَّبِيُّ ﷺ أَعْيُنَ أُولَئِكَ، لِأَنَّهُمْ سَمَلُوا أَعْيُنَ
الرِّعَاءِ."
الكتاب:صحيح
مسلم، كتاب
القسامة و المحاربين و القصاص و الديات (٢٨)،
باب: حكم المحاربين والمرتدين (٢)، رقم الحديث:٩-١٤ (١٦٧١)، ص:٦٩١.
Bu hadîsi Buhârî: “Vudû’”
bahsinin muhtelif yerlerinde, “Muharibin, Cihâd, Tefsir, Meğazî” ve “Diyât”
bahislerinde; Ebü Dâvûd: “Tahâret” bahsinde; Nesâî
“Muharebem” de muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Hadîsin muhtelif rivâyetlerinden
anlaşılıyor ki, Ureyne ve Ukl kabîlelerinden yedi sekiz kişi Peygamber (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem)’e gelerek müslüman olmuşlar. Fakat Medîne’nin havası kendilerine
yaramamış. Hastalanıp zayıflamışlar; renkleri sararmış ve Rasûlüllâh (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem)’e müracaatla:
--- “Yâ Rasûlüllâh, biz hayvancılıkla geçinen
insanlardık; şehirli değiliz; bizi doyur, sula!” Demişler; hattâ develerin yanına
gitmek için izin istemişler: O da kendilerini ovaya develerin yanma göndererek tedâvî
için onların süt ve bevl lerinden içmelerini tavsiye buyurmuş. Rasûlüllâh (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem)’in develeri 15 sağmaldan ibâret olup zekât develeri ile
karışık olarak Kübâ civârında Zû’l-Hader denilen yerde güdülüyormuş. Bunlar
develerin yanına giderek onların süt ve bevl lerinden içmişler. Az zamanda
iyileşip betleri benizleri gelince irtidâd ederek develerden birini
boğazlamışlar. Çobanlardan birinin elini, ayağını kesmişler; diline ve
gözlerine diken batırarak ölünceye kadar kızgın güneşin altında bırakmışlar ve
develeri alıp gitmişler. Sağ kalan çoban hâdiseyi haber vermiş: --- “Arkadaşımı öldürdüler; develeri de götürdüler.” demiş.
Bunun üzerine: Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) derhâl yirmi kişilik
bir süvârî müfrezesini bunları ta’kîbe göndermiş. Kürz b. Câbir El-Gihrî’yi bu
müfrezeye kumandan ta’yîn etmiş. Yardımcı olmak üzere yanlarına bir de izci
vermiş. Giden müfreze şâkîleri yakalayıp getirmiş. Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i
ve sellem)’de onlara kendi amelleri cinsinden cezâ vermiş...
Nevevî diyor ki: “Bu hadîs muhâriblere cezâ verme
husûsunda esâstır ve Allâh-ü Te’âlâ Hazretlerinin:
﴿ اِنَّمَا
جَزٰٓؤُا الَّذ۪ينَ يُحَارِبُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِى الْاَرْضِ
فَسَادًا اَنْ يُقَتَّلُٓوا اَوْ يُصَلَّـبُٓوا اَوْ تُقَطَّعَ اَيْد۪يهِمْ
وَاَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ اَوْ يُنْفَوْا مِنَ الْاَرْضِۜ ذٰلِكَ لَهُمْ خِزْىٌ
فِى الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِى الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ ﴾ [سورة المآئدة:٥/٣٣]
“Allâh’a ve Rasûlüne
savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezâsı; ancak öldürülmeleri
yâhut asılmaları veyâ ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yâhut o
yerden sürülmeleridir. Bu cezâlar onlar için dünyâdaki bir rezilliktir. Âhirette
de onlara büyük bir azâb vardır.”[2]
Âyet-i Kerîmesi’ne muvâfıktır. Ulemâ
bu Âyetten murâd ne olduğu husûsunda ihtilâf etmişlerdir. İmâm Mâlik:
Bu âyet muhayyerlik ifâde eder. Binâen ‘aleyh hükümdar, âyette sayılan cezâlar
arasında muhayyerdir; meğerki muhârib, Müslümanı öldürmüş olsun! O takdirde
kendisinin de öldürülmesi farz olur, demiş; Ebû Hanîfe ile Ebû Mus’ab-ı
Mâlikî öldürse de hükümdârın muhayyer olduğunu söylemiş; Şafiî ile
diğer ulemâ taksîme kâil olmuşlardır. Onlara göre: Muhâribler bir kimseyi
öldürürler de malını almazlarsa öldürülürler. Öldürür, malını da alırlarsa,
öldürülüp asılırlar. Malını alıp kendisini öldürmezlerse, el ve ayakları çapraz
kesilir. Yolcuları korkutur da bir şey almaz ve kimseyi öldürmezlerse,
yakalanarak ta’zîr olunurlar. Bizim mezhebimize göre sürgünden murâd budur. Ulemâmız:
--- “Zîra bu fiillerin zarârı muhteliftir; binâen ‘aleyh cezâları da muhtelif
olur; âyet muhayyerlik bildirmez, demişlerdir. Muharebenin hükümleri ovada sâbit
olur. Şehirlerde sâbit olup olmayacağında hilâf vardır. Ebû Hanîfe ‘ye göre
sâbit olmaz. İmam Mâlik ile Şafiî sâbit olacağını söylemişlerdir...” Nevevî’nin
sözü burada sona erer.
Kadî Iyâz’ın beyânına göre ulemâ
Ureyne Hadîsinin mânâsı husûsunda ihtilâf etmişlerdir. Seleften bâzılarına göre
bu cezâ Hudûd ve Muharebe âyeti inmezden Önce verilmiştir. Âyet inince bu cezâyı
nesh etmiştir. Bâzılarına göre bu hüküm nesh edilmemiş; muharebe âyeti
onlar hakkında inmiştir. Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) bu cezâyı
kısas olmak üzere vermiştir. Çünkü mürtedler onun çobanına aynı mu’âmeleyi
yapmışlardı. Bâzıları müsle (yâni bâzı uzuvlarım keserek düzeltme)’nin
haram değil, tenzîhen mekrûh olduğunu söylemişlerdir. Su verilmeme
meselesine gelince: Bu husûsta Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’m
bir emri yoktur. Kadî ‘lyâz: --- “Öldürülmesi
farz olan bir kimse su isterse kasden mânî olunup da kendisine iki âzâb birden
tatbîk edilemeyeceği husûsunda Müslümanlar ittifâk etmişlerdir.”
diyor. Fakat Nevevî buna i’tirâz etmiş ve şunları söylemiştir: --- “Bu sahîh Hadîs’de beyân olunmuştur ki, mürtedler çobanı
öldürmüş; İslâm’dan dönmüşlerdir. Şu halde ne su istemede, ne de başka husûsta
kendilerine hürmet kalmaz.” Ulemâmız: Yanında tahâret için
muhtâc olduğu suyu bulunan bir kimsenin o suyu ölümden veyâ şiddetli
susuzluktan korkan bir mürted de verip de teyemmüm etmesi câiz değildir. Fakat
suyu isteyen bir zimmî veyâ hayvan olursa vermek lâzım gelir; bu takdirde o su
ile abdest câiz olmaz, demişlerdir.”[3]
1- İmâm Mâlik, eti yenen
hayvanların bevl leri temiz olduğuna bu hadîsle istidlâl etmiştir, İmam Ahmed
ile ’Hanefiler’ den İmâm Muhammed’in, Şâfiî-er’den İstahrî ve Rûyânî ‘nin
kavilleri de bu olduğu gibi Şa’bî, Atâ’, Nehâî, Zuhrî. İbni Sîrîn, Hakem ve
Sevrî dâhî buna kâil olmuşlardır. Hattâ Ebû Dâvûd b. Ueyye: “İnsandan maada -eti
yensin, yenmesin- bütün hayvanların bevl ve fışkısı temizdir.” demiştir.
İmam A’zam, Ebû Yûsuf, Şâfiî, Ebû Sevr ve diğer
birçok ulemâya göre bütün bevl ler pistir; yalnız afv edilen az mikdâr bundan
müstesnadır. Ureyne’liler hadîsinde hüküm zarûrete mebnî idi. Bu hadîste deve
bevl inin zarûret yokken mubâh olduğunu gösteren bir delîl yoktur. Zarûret
dolayısı ile birçok mubâh kılınmış şeyler vardır; fakat bunlar zarûret olmadığı
yerde yine haramdır. Meselâ: Harb zarûreti veyâ şiddetli kaşıntı sebebi ile
erkeklere ipek elbise giymek mubâh kılınmıştır. Fakat bu gibi mâzereti
olmayanların ipek elbise giymesi yine haramdır. Şerîatte bunun misâlleri
çoktur.
Bu husûsta en kanaatli olan cevap
şudur: Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) Ureyneliler’in deve bevli
içmekle düzeleceklerini nehiy yolu ile bilmiştir. Haramla tedâvî alel itlâk câiz
değilse de, şifâ yüzde yüz bilinirse câiz olur.
2- Hükümdar, yanına gelen kabilelerin, gurebânın işleri ile alâkalanmalı,
onların hallerine ve bedenlerinin ıslâhına yarayacak emirler vermelidir.
3- İlâç kullanmak ve her bedene mu’tadı olan ilâcı vermek câizdir.
4- Kısasda misilleme meşrû’dur.
5- Mürted, tevbe etmesi beklenmeden öldürülür. Bunun vâcib mi yoksa müstehab
mı olduğu ihtilaflıdır. Bâzı ulemaya göre mürted muharebe ederse katli vâcib
olur; tevbe etmesini beklemekte bir mânâ kalmaz; nitekim Ureyne’liler
kıssasında da böyle olmuştur.
MÜSLE
Başkalarına ibret olsun diye, burnunu, kulağını vesair uzuvlarını kesip, gözlerini oyarak kendisini çirkin bir şekle sokmak suretiyle düşmana ceza vermek. Müslenin iki manâsı vardır. Biri, kısas ve mukabele bi'l-misil (yapılan işe aynıyla karşılık vermek); diğeri de öldürülen şahsın (maktulün) burnunu, kulağını ve diğer azalarını kesmektir. Müslenin yasaklanan kısmı budur (Buhari, Tecrid-i Sarih Tercümesi, I, 186).
Müslenin Hz. Peygamber tarafından tatbik ettirildiği gibi yasaklandığı da birçok hadislerle sabittir.
Hicretin altıncı yılı Şevval ayında Ukl ve Ureyne kabilelerinden bir grup Rasûlüllah'a gelerek müslüman olduklarını söylediler. Hasta, karınları şişmiş ve benizleri sararmış olan bu kimseler Rasulullah'tan kendilerini barındırmasını rica ederler. Peygamber de bunları Suffa ashabı arasına katar. Zamanla Medine havasının kendilerine yaramadığını beyanla kır havasına çıkmayı, develerin bulunduğu yere gönderilmeyi isterler. Hz. Peygamber bunları devlet hazinesine ait develerin bulunduğu yere gönderir develerin süt ve bevillerinden içerek tedavi olmalarını buyurur. Bir süre develerin yanında kalan Ukl ve Ureyneliler Hz. Peygamber'in çobanı olan azatlı kölesi Yesar'ı elini ayağını keserek gözlerine diken batırıp ölünceye kadar o halde terkedip develeri de çalıp götürürler. Durumdan haberdar olan Hz. Peygamber Gürz b. Cabir el-Fehrî'yi bu adamları yakalamak için gönderir. Yakalanan bu caniler Peygamber'in emriyle yaptığı zulme kısas olarak elleri ayakları kesilir, gözleri çıkarılır, yani müsle yapılır. Bu olay "Allah ve peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara ahirette büyük azab vardır" (el-Maide, 5/33) ayeti için nüzul sebebi olarak gösterilmektedir. Bu hadisle belirtilen ve bizzat Hz. Peygamber'in emriyle gerçekleştirilen müsle, İslâm âlimlerince kısas ve mukabele bi'l-misil olarak kabul edilmiştir. Konunun ilk başında tarifi yapılan müslenin ise yine Hz. Peygamber'in şu hadisleri ile yasaklandığı görülmektedir:
"..Hz. Peygamber bizi müsle yapmaktan nehyetti" (Ebu Davud, III, 53); "Allah'ın azabı, yani ateş ile yakmakla, dağlamakla tazib etmeyiniz";
"Hayvanlara müsle yapılmasını nehyetti"; "Her kim başkasına saçını traş edip yolmak suretiyle müsle yaparsa kıyamet gününde Allah katında değer ve itibarı olmaz" (Buhari, Tecrid i Sarih Terrümesi, I, 186).
Uhud harbinde Hz. Hamza şehid edildikten sonra kendisine müsle yapıldığı bilinmektedir (Ebu Davud Şerhi el-Menhel, VIII, 297).
Müsleye benzerliği nedeniyle Hz. Peygamber'in "Kendisinde ruh bulunan hiç bir şeyi atış hedefi edinmeyiniz" hadisi ile bir kuşu hedef olarak tutan bir takım Kureyş gençlerine Hz. Ömer'in "Allah bu işi yapanlara lanet etmiştir" sözünü zikredebiliriz (Müslim, Kitabu's-Sayd, Hd. no: 1956, 1958, terceme: 6/169, 170).
Hukukun en mükemmelini ortaya koyan İslâm, işlenen suçlara verilen cezaların tatbikinde çekimser ve merhametli davranılmasını (en-Nisa: 4/2) ve yapılan zulme fazla değil ancak misliyle mukabele edilmesi (el-Bakara: 2; 194) gerektiğini, geçmiş kavimlerden İsrailoğullarına da cana karşılık can; göze göz; buruna burun, kulağa kulak ve dişe karşı diş ile kısası (el-Maide, 5/45) emretmiştir. Bakara 194. ayeti hakkında Hasan el-Basri insanın burun, kulak ve dudağının kesilmemesi, kadın, çocuk ve savaşamayan kimselerin öldürülmemesi hükmünü çıkarmış ve müslenin caiz olmadığını, Hz. Peygamber'in müsle hakkındaki bir hadisini de delil getirerek ortaya koymuştur. "Allah'a inanmayan, kâfir olan her şahısla döğüşünüz, gaddarlık yapmayınız. İnsanların kulak, burun ve dudaklarını kesmeyiniz. Çocukları, kilise ve havralarda ibadet eden rahipleri öldürmeyiniz" (İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azim: 1/226).
İslâm harb hukuku düşmana karşı bile haddi tecavüz etmemeyi emrederken kâfir toplumların bunun tanı tersini yaptıklarına tarih şahittir. Uhud harbinde Hz. Hamza'yı şehid eden kâfirler daha sonra müdâfaasız olan bu mübarek şehide müsle yapmışlardır (Ebu Davud şerhi el-Menhel, III, 297). Yine Uhud harbinde müşrikler tarafından şehid edilen Enes İbn Nadr'a müsle yapılmış, burnu, kulakları ve diğer azaları kesilmiş, tanınmaz hale getirilmişti. O kadar ki, kız kardeşi Rubeyyi O'nu ancak parmaklarından tanıyabilmişti (Buhârî, Tecrid-i Sarih Tercemesi, VIII, 271).
Cabir İbn Abdullah'ın rivayet ettiği hadiste Yahudi ileri gelenlerinden ve İslâm'ın en büyük düşmanlarından olan Şair Ka'b İbn Eşref Hz. Peygamber'in emri ile öldürülmüş, suçunun ağırlığına karşılık olarak da başı kesilerek Medine'ye getirilmiştir (Buhârî, Tecrid-i Sarih Tercemesi, X, 176).
Harbe katılan ve hazırlanan ve müsait bulunan her düşman eri öldürülebilir. Fülen harbe katılmamış olan kadınlar, rahibler, hahamlar, çocuklar, ihtiyar ve sakatlar öldürülmez. Harb sona erip zafer kazanıldıktan sonra müsle İslâm'ın yasakladığı şeydir. İmam Malik'e göre düşmandan alınan hayvanları öldürüp yakmak da müsle sayılır (Ö. Nasuhi Bilmen, Hukuku İslamiyye Kamusu, III, 368; İbn Abidîn, K.Cihad, III, 224; Fethu'l-Kadir, V; 201).
Harb devam ederken burun ve kulaklar gibi azaların kesilmesinde sakınca yoktur. (Öldürme kastıyle) harb esnasında düşmanın burnunu, kulağını kesmek caizdir. Ancak düşmanı yakaladıktan sonra eza vermek için müsle yapılmaz; herhangi bir azasını kesmeden doğrudan doğruya öldürülür. Daha önce zikredilen hadislerle müslenin yasaklığında ittifak edilmiştir.
Bir topluluk üzerine hücum ederek cinayet işleyip birinin burnunu, diğerinin kulaklarını, başka birinin ellerini, öbürünün ayaklarını, daha başka birinin gözlerini çıkarsa, bu cani kimseden her biri için kısas alınır (İbn Abidin, Kitabu'l-Cihad, III, 234). Cengiz YAĞCI
|
[1] Sahîh-ı Buhârî, Kitâbü’l-Meğazî (64), Ukl Ve Ureyne
(Kabîleleri) Kıssası Bâbı (36/37), Hadîs no: 4192, s.571.
[2] Mâide Sûresi, 5/33. (Âyet-i Kerîme’de “Allâh’a ve Rasûlüne karşı savaş ve yeryüzünde
bozgunculuk” şeklinde ifâde edilen suç,
terör, yol kesme, kan dökme, eşkıyâlık, yağmalama, mâsum insanları
öldürme gibi toplumun huzur ve sükûnunu bozmaya yönelik eylemlerdir. Bu âyet,
terör, eşkıyâlık ve yağmalama gibi toplumun huzûrunu bozan gayr-i meşrû’
eylemlerin ne derece tehlikeli olduğuna işâret etmektedir.)
[3] Sahîh-ı Müslim, Kitâbü’l- Kasâme, Muhakibler, Kısas Ve Diyetler
Bahsi (28), Muhariblerle Mürtedlerin Hükmü Bâbı
(2), Hadîs no:9-14 (1671),
s:691.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder