24 Ocak 2021 Pazar

KUR'ÂN-I AZÎMÜŞŞÂN DA SÂDECE BU İKİ (2) ÂYET-İ KERÎME-DE 29 HARF GEÇMEKTEDİR.

İmâmü’l-Mü’minîn, İmâm-ı -A’zam- Ebû Hanîfe Nu’mân b. Sâbit el-Kûfî (Allâh-ü Te’âlâ ondan râzı olsun - rh.’a) duâ ederken bu iki Âyet-i Kerîme-yi okuyup duâ edermiş. 29 harf hürmetine dileklerinin temennîsini istermiş. Kur'ân-ı Azîmüşşân da sâdece bu iki (2) Âyet-i Kerîme-de 29 harf geçmektedir.







KUR'ÂN-I AZÎMÜŞŞÂN DA SÂDECE BU İKİ (2) ÂYET-İ KERÎME-DE 29 HARF GEÇMEKTEDİR.

“Tende kudret nerden olsun ni’met-i cân şükrüne,

Bin dilim olsa yetişmez, bir dilim nân şükrüne.”

 (İnsanda can nimetine karşı şükredecek kuvvet, kudret nerede?

İnsanı bin dilim yapsalar bir dilim ekmek için edilecek şükre yetmez.) Sürûrî

 ﴿ ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاسًا يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿١٥٤﴾ [سورة آل عمرٰن:٣/١٥٤]  

“Sonra o kederin ardından (Allâh) üzerinize içinizden bir kısmını örtüp bürüyen bir güven, bir uyku indirdi. Bir kısmınız da kendi canlarının kaygısına düşmüştü. Allâh’a karşı câhiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar; “Bu işte bizim hiçbir dâhlimiz yok” diyorlardı. De ki: “Bütün iş, Allâh’ındır.” Onlar sana açıklayamadıklarını içlerinde saklıyorlar ve diyorlar ki: “Bu konuda bizim elimizde bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik.” De ki: “Evlerinizde dâhi olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış bulunanlar mutlakâ yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıp gideceklerdi. Allâh, bunu göğüslerinizdekini denemek, kalblerinizdekini arındırmak için yaptı. Allâh, göğüslerin özünü (kalblerde olanı) bilir.” (ÂL-İ ‘IMRÂN SÛRESİ, 3/154.)

 

“Sonra O (Allâh-ü Te’âlâ), o kederin ardından üzerinize öyle bir güven, (onun netîcesi olarak da) öyle bir uyku indirmişti ki o sizden bir tâifeyi kaplıyordu (ve böylece onlar harp safındayken tekrar tekrar kılıçlarını ellerinden düşürüp alıyorlardı). Nefisleri kendilerini gerçekten endişeye sevketmiş (bulunan ve bu nedenle canlarının derdine düşmüş) olan bir zümre de, Allâh hakkında câhiliyet (ehlinin düşünce ve) zannı olan gerçek dışı bir zanda bulunarak: “(Allâh’ın vaâd ettiği yardım ve zaferle ilgili) bu işten bizim için herhangi bir şey (az da olsa bir nasîb ve hisse) var mı (acaba)?” diyorlardı. (Habîbim!) De ki: “Muhakkak o (yardım ve gâlibiyet) iş (i) bütünüyle Allâh’a âittir. (Dolayısıyla O, Habîbine ve ashâbına yardım ederek düşmanlarını kahredecektir. Bu husûsta şüphelenmek mü’minlerin şanından olmayıp, ancak Allâh’ın gücünü bilmeyen şirk ehline yakışır.)” Onlar (ın içerisindeki münâfıklar senin bu sözünü duyunca, gizlice kendi aralarında): “(Muhammed (sallâllâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in iddiâ ettiği gibi bütün işler Allâh’ın ve dostlarının elinde bulunsaydı ve yardımla alâkalı) o işten bizim için bir şey olsaydı, işte burada öldürülmezdik!” diyorlardı da, böylece sana açıklayamadıkları şeyleri kendi içlerinde gizliyorlardı. (Rasûlüm!) De ki: “Siz (Allâh’ın bu savaşta öleceğini bildiği kişilerle birlikte harp meydanına çıkmayıp da) evlerinizde de bulunsaydınız, (Allâh-ü Te’âlâ’nın ezelî ilminde takdîr edilmiş ve Levh-i Mahfûz’da) üzerlerine öldürülme (yazısı) yazılmış olanlar, (ölüp) yatacakları yerlere (başka bir nedenle de olsa, yine) elbette çıkacaktı (ve aynı saatte orada ölüp kalacaktı. Çünkü Allâh-ü Te`âlâ’nın kazâsı ve hükmü reddedilemez).” (Evet! Allâh-ü Te`âlâ önce cihâdı size farz kılıp, sonra Uhud’da sizi yardımsız bırakmıştır, ama bunu peygamberine ve dostlarına vermiş olduğu yardım sözünü bozmuş olduğu ya da onlara karşı özel ilgisini kesmiş olduğu için değil, aksine birçok hikmetler açığa çıksın diye,) bir de Allâh göğüslerinizde (ve kalblerinizde saklı) bulunan (niyet ve kasıtları, ihlâs ve nifâk) ı (ezelde gaybî olarak bilmişken,) imtihân (netîcesinde ortaya çıkarıp, herkese belli) etsin için ve kalblerinizde olan (şeytânî vesvese ve kuruntular) ı iyice seçip ayırsın diye (yapmıştır)! Zâten Allâh göğüslerin sâhîb olduğu şeyi (kalblerin barındırdığı tüm sırları, niyet ve inançları hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.” (Âl-i ‘Imrân Sûresi, 3/154.)

  

﴿ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًاۘ س۪يمَاهُمْ ف۪ي وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِۜ ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرٰيةِۚۛ وَمَثَلُهُمْ فِي الْاِنْج۪يلِ۠ۛ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ۫ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِه۪ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغ۪يظَ بِهِمُ الْكُفَّارَۜ وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْرًا عَظ۪يمًا ﴿٢٩﴾ [سورة الفتح:٤٨/٢٩]

“Muhammed, Allâh’ın Rasûlüdür. Onunla berâber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde hâlinde, Allâh’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alâmetleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allâh, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allâh, içlerinden îmân edip sâlih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaâd etmiştir.” (FETİH SÛRESİ, 48/29.)

 (O hak dîn ile gönderilen zât) Allâh’ın rasûlü Muhammed’dir. Onunla birlikte olan o (mü’min) kimseler; kâfirlere karşı pek şiddetlidirler (, o derece ki; değil onların bedenlerine dokunmak, elbiselerinin, onların giysilerine değmesinden dâhî sakınırlar), kendi aralarında ise çok merhametlidirler (, bu yüz den birbirlerini gördüklerinde mutlakâ musâfahalaşırlar ve kucaklaşırlar). (Ey görebilen! Habîbimin ashâbı o kadar çok namaz kılarlar ki;) sen onları sürekli rükû edenler ve secde yapanlar olarak görürsün; onlar Allâh’tan bir lütuf ve (sevâb, bir de) rızâ (ve hoşnutluk) aramaktadırlar. Yüzlerindeki alâmetleri ise, secde eserindendir (; böylece onları görenler geceleri uzunca secdede kalmalarından dolayı yüzlerinde kimsede görülmeyen bir nûr ve parlaklık, heybet ve vakâr, huşû ve tevâzu’ belirtileri fark ederler. İbâdet edenlerin içlerinden yüzlerine vuran bu nûr, zencilerin yüzünde dâhî görülebilen bir parlaklıktır. Kıyâmet gününde ise, secde yaptıkları uzuvlar ayın on dördü gibi parlayacak ve böylece onlar dünyada Allâh’a secde etmiş olma vasfıyla tanınacaklardır). İşte bu, onların Tevrât’taki ilginç vasıflarıdır! Onların İncîl’deki acâyip sıfatlarıysa; filizini çıkarmış bir ekin gibidir ki, o (filiz) onu kuvvetlendirmiş, bu sebeple o iyice kalınlaşmış ve derken kökleri üzerinde doğru düzgün durabilmiştir, böylece (kısa bir zamanda iyice serpilip güçlenmesi ve güzel görüntüsü) ekicileri hayrân bırakmaktadır. (İşte Allâh-ü Te’âlâ bir tek Rasûlûllâh (sallâllâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) ile başlatmış olduğu İslâm dâvâsını, Ebû Bekir ile filizlendirmiş, Ömer ile güçlendirmiş, Osman ile sağlamlaştırmış, Ali (radıyallâh-ü ‘anhüm) ile de gövdesi üzere durdurtmuştur. Daha sonra da diğer mü’minlerle takviye etmiştir. Evet! O onları bu örnekte geçen şekilde çoğaltmıştır,) tâ ki O (Rableri) onlar sebebiyle kâfirleri öfkelendirsin (ve onları kızgınlıklarından çatlatsın)! Îmân etmiş olan ve sâlih ameller işlemiş bulunan o kişilere Allâh (beşeriyet gereği işleyebilecekleri günâhlar için) tam bir mağfiret ve pek büyük bir mükâfat söz vermiştir.” (Fetih Sûresi, 48/29.)

 CUM’Â NAMAZI İÇİN GUSÜL ABDESTİ VE HUTBE DİNLEMENİN FAZÎLETİ

٢٦- (٨٥٧) حَدَّثَنَا أُمَيَّةُ بْنُ بِسْطَامٍ، حَدَّثَنَا يَزِيدُ يَعْنِي ابْنَ زُرَيْعٍ، حَدَّثَنَا رَوْحٌ، عَنْ سُهَيْلٍ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، عَنِ النَّبِيِّ ﷺ قَالَ:

"مَنِ اغْتَسَلَ؟ ثُمَّ أَتَى الْجُمُعَةَ، فَصَلَّى مَا قُدِّرَ لَهُ، ثُمَّ أَنْصَتَ حَتَّى يَفْرُغَ مِنْ خُطْبَتِهِ، ثُمَّ يُصَلِّي مَعَهُ، غُفِرَ لَهُ مَا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجُمُعَةِ الْأُخْرَى، وَفَضْلُ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ."

الخطبة الكتاب صحيح مسلم، الكتاب الجمعة (٧)،باب فضل من استمع وأنصت في الخطبة (٨)،رقم الحديث: ٢٦- (٨٥٧)، ص:٣٣٢.

26- (857) Bize Ümeyyetü’bnü Bistâm rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd (yânî İbn-i Zürey') rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ravh, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)'den naklen rivâyet etti. şöyle buyurmuşlar:

“Bir kimse gusül (abdesti) eder, sonra cum’â (namazı için) gelir ve kendisine mukadder olan namazı kılar, sonra hatîb hutbesini bitirinceye kadar dînler, sonra onunla berâber cum’â namazını kılarsa, o kimsenin o cum’â ile öbür cum’â arasındaki günâhları; üç günlük de fazla günâhı (yâni on günlük günâhı) affolunur.” Ş.g.

Müslim, Kitâbü’l-Cum’â, (7), Hutbe Esnasında Susarak Dinleyen Kimsenin Fazileti Bâbı (8), Hadîs no: 26- (857), sh:332.

٩٤/ ١٤٧١٨- وَأخرج ابْن مرْدَوَيْه والديلمي عَن أبي هُرَيْرَة قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ ﷺ:

"سِتُّ خِصَالٍ مِنَ السُّحْتِ: رِشْوَةُ الإِمَام -وَهِى أَخْبَثُ ذَلِكَ كُلِّهِ- وَثَمَنُ الْكَلْبِ، وَعَسْبِ الْفَرَسِ، وَمَهْرُ الْبَغِىِّ، وَكَسْبُ الحجَّامِ، وَحُلْوَانُ الْكَاهِنِ."

الكتاب: جمع الجوامع المعروف بـ «الجامع الكبير» المؤلف: جلال الدين السيوطي (٨٤٩- ٩١١ هـ)، المحقق: مختار إبراهيم الهائج - عبد الحميد محمد ندا - حسن عيسى عبد الظاهر، الناشر: الأزهر الشريف، القاهرة - جمهورية مصر العربية، الطبعة: الثانية، ١٤٢٦ هـ - ٢٠٠٥ م، رقم الحديث: ٩٤/ ١٤٧١٨، ص:٥/٢٤٣.

 

ALTI (6) HARÂM HASLET…

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre; Hz. Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) buyurdu ki: “Altı şey harâmdandır:

 

1.         Emîrin (yöneticilerin) rüşvet alması,

-ki, bu sayılanların hepsinin en fenâsıdır.-

2.         Köpek (satış-alış) parası,

3.         Kısrak aşım parası (hayvanları döllemek için beslenen boğa),

4.         Zinâkarın aldığı para,

5.         Kan alanın kazancı,

6.         Kâhinin kazancı. Ş.g.

 

Câmi’u’l-Kebîr, Celâleddîn es-Suyûtî, Hadîs no:94/14718, sh:5/243;

Ramuz el e-hadis, 297. sayfa, 2. Hadis.


NAMAZ KILARKEN  NİYE İLKİN SUBHANEKE DUASI İLE BAŞLARIZ BİLİR MİSİNİZ?  KARDEŞLERİM

Çünkü yüce ALLAH 
Arşı yaratınca meleklere onu taşımasını söyledi
Meleklere Arş ağır geldi onlar da şöyle duâ ettiler
Subhane-ke allâhümme ve bihamdik
ALLAH'IM  seni tesbih ve tenzih eder sana hamd ederiz
Ve tebara kesmük
İsmin mübarektir
Ve tealâ ceddük
Azamet ve celalin yüksektir
Va lâ Îlâhe ğayruk
Ve  Sen'den başka tapınacak yoktur
Dediler ve arşı taşımaya kuvvet buldular
Evet namaz duâlarının ilki olan Subhâneke duası tekbirden sonra okuduğumuz ilk duâ
Peki her hayrın başı olan Besmele'den bile önce okunması ne demek bilir miyiz?

Çünkü namaz ağırdır
Onu taşıyabilmek için bizler’de namazımıza başlamadan önce okumuş olduğumuz Sübhaneke duasıyla nefis ve Şeytan'ın üzerimize serpmiş olduğu ölü toprağını bütün güç ve iradenin yalnızca kendisinde toplanmış olan o yüce makamdan bu duanın hürmetine kaldırmasını talep ederiz

Dilimiz ile söylemesek’de halimizle o makama şöyle sesleniyoruz
YA RABB arşı taşıyan meleklerinin bu dua hürmetine üzerindeki yüklerini nasıl hafiflettiysen bizim’de üzerimizdeki yükleri öyle hafiflet
İbadetimizden feyiz almamızı kolaylaştır diyerek o kutsiyet ötesi makamdan yardım talep ediyoruz
ALLAH'IN  RAHMETİ  BEREKETİ  üzerinize olsun
HZ .ALLAH  Ümmeti MUHAMMED'e , Neslimizi, sevdiklerimizi Hakkıyla Namaz Kılmayı Nasip Etsin...Rabbim güç  yetiremeyeceğimiz hastalıklardan, bela ve musibetlerden bizleri muhafaza eylesin...

BEREKET RIZIK HELAL KAZANÇ DUASI







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder