17 Temmuz 2012 Salı

RAMAZÂN-I ŞERÎF'İN FAZÎLET---SALÂTI ÜMMİYYEİ---İFTAR DUASI-------فضآئل صلاة التراويح في شهر رمضان---TERÂVÎH NAMAZININ FAZÎLETİ---فضآئل صلاة التراويح في شهر رمضان

 
ORUÇ
 
 
RAMAZÂN-I KERÎM ORUCU VE FAZÎLETİ

HAMDELE, SALVELE VE DUÂ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ وَكَفٰى.

Övülmeye lâyık olarak Allâh (c.c.) bize yeter...

(Hamd=Övgü Allâh (c.c.) Hazretlerine mahsûsdur…

وَالصَلٰاةُ وَالسَّلٰامُ عَلَى النَّبِىِّ الْمُصْطَفٰى.

Salât-ü selâm seçilmiş olan O nebîye olsun…

وَعَلٰى اٰلِه۪ وَاَصْحَابِهِ الْكِرَامِ الشُّرَفَا.

Ve Salât-ü selâm O’nun yûce ve şerefli âl ve ashâbına olsun…[1]

بسم الله الرحمن الرحيم.
قَالَ اللّٰه تَعَالٰى ف۪ى مُحْكَمِ كِتَابِهِ الْكَر۪يمِ.
﴿ يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ أٰمَنوُا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ ﴿١٨٣﴾ اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضًا اَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۜ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿١٨٤﴾  شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ىٓ اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاأٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۜ وَمَنْ كَانَ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿١٨٥﴾ [سورة البقرة:۲/۱۸۳-۱۸٥]
183.       “Ey îmân edenler! Allâh’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.

184.       Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, yâ da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (meselâ fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

185.       (O sayılı günler), insanlar için bir hidâyet rehberi, doğru yolun ve hakk ile bâtılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’ân-ın kendisinde indirildiği Ramazân ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veyâ yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allâh, size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidâyete ulaştırmasına karşılık Allâh’ı yûceltmeniz ve şükretmeniz içindir.”[2]
:"صُومُوا تَصِحُّوا..." وَقَالَ النَّبِىِّ
--- “Oruç tutun sıhhat bulun…”

 

·          NEFSİN YARATILIŞI..

Allâh-ü Te’âlâ ne zaman ki nefsi yarattı; ona sordu: “Ey nefis! Bildin mi, ben kimim ve sen kimsin?" Nefis: "Sen sensin, ben de benim" diye cevâb verdi.

İşte nefis o zamandan beri Allâh-ü Te’âlâ-nın huzûrunda senlik benlik davasında bulundu, hâlâ da bu davayı bırakmamıştır…

Allâh-ü Te’âlâ bunun üzerine nefse hışım etti. O hışmın pırıltısından cehennem yaratıldı.

Allâh-ü Te’âlâ-nın emri ile cehennem 3 bin sene yakıldı. Öylesine karardı ki cehennemin içinde göz gözü görmez hâle geldi ve iyice ısındı.

Allâh-ü Te’âlâ-nın emri ile nefs, cehenneme atıldı. İyice yandıktan sonra çıkarılıp Allâh-ü Te’âlâ-nın huzûruna getirildi ve soruldu: “Ey nefis! Sen kimsin, ben kimim?” Nefis: "ben benim, sen de sensin" diye cevâb verdi. Allâh-ü Te’âlâ bin yıl daha cehennemde yakılmasını emretti. Tekrar çıkardılar ve kendisine sordular. Yine aynı cevâbını verdi. Allâh-ü Te’âlâ-nın emri ile bin yıl daha cehennemde yakıldı.

Böylece nefs-i emmâre toplam 3 bin yıl cehennemde yandı ve senlik-benlik davasınından vazgeçmedi. Bunun üzerine Allâh-ü Te’âlâ "nefsin gıdasının kesilmesi" emrini verdi. Nefsin gıdası kesildi ve 3 günde feryâdı basarak: "Beni Rabbime iletin" dedi. Cehennem görevlileri hayretler içinde kalıp: "Bu nefis üç bin yıl cehennemde yanıp türlü türlü azaplar çekti, bir defa olsun "RABBİM" demedi. Şimdi gıdası üç gün kesildi, tuttu "beni Rabbime iletin" dedi. Cehennem malikleri Allâh-ü Te’âlâ’yâ niyaz edip, şöyle dediler: "İlâhî! Sen gâibleri bilicisin. Şu nefis ki 3 bin yıl cehennemde yandığı halde hiç kimseye baş eğmedi. Şimdi üç gün aç kaldı, "BENİ RABBİME GÖTÜRÜN" diye feryâda başladı." dediler.

Allâh-ü Te’âlâ huzûruna getirilmesini irâde buyurdu. Gittiler nefsi getirdiler.

Allâh-ü Te’âlâ nefse sordu: "Ey Nefis! Bildin mi, ben kimim, sen kimsin?" Nefis bu defa şu cevâbı verdi: "Bildim Mevlam. Sen Rabbimsin, ben de senin âciz kulunum" Müzekkin-Nüfus (Eşrefoğlu Rûmî Hz.) Sayfa:296-297.

·     Ben sizlere ÖLÜMÜhatırlatmak zorundayım!..

·     Bu dünyaya niye geldik!.. 9 mt. Bez almak!..

·     Gelin bu RAMAZAN ayını, gıybetsiz… Yalan olmadan bir oruç…
﴿ ... لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِب۪ينَ [سورة آل عمران:٣/٦١]
“Allâh-ü Te’âlâ'nın lânetini yalancılar üzerine kılalım."[4]

*** --- Kim yalan söylemeyi, yalanla iş yapmayı bırakmazsa, Allâh’ın onun yemesini içmesini terk etmesine ihtiyâcı yoktur.”

·     5 duyu organıyla tutmaya çalışalım!..

·     Çocuğa babasının dünya haritasını yırtarak düzenlemesini istemesi…

KUR'ÂN-I KERÎM AYINDA BOL BOL KELÂM-Ü KADÎM-İ OKUYALIM!.. MUKÂBELELERE ÖZEN GÖTERELİM!..



﴿ أٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاَنْفِقُوا مِمَّا جَعَلَكُمْ مُسْتَخْلَف۪ينَ ف۪يهِۜ فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَاَنْفَقُوا لَهُمْ اَجْرٌ كَب۪يرٌ

[سورة الحديد:٥٧/٧]

“Allâh’a ve Rasûlüne îmân edin ve sizi üzerinde tasarrufayetkili kıldığı maldan, (Allâh yolunda) harcayın. İçinizden iman edip de (Allâh yolunda) harcayanlar var ya; onlar için büyük bir mükâfat vardır.”[5]

RAMAZÂN HİLÂLİ İLE DİĞER HİLÂLLERİN SÜBÛTU


Ramazân ayı, kamerî aylardandır. Bunların sübûtu hilâllerin, yâni yeni ayların görülmesi iledir. Bunun için Şa’bân ayının yirmi dokuzuncu günü güneşin batışında insanların hilâli araştırmaları bir görevdir. Hilâli görürlerse, ertesi günün Ramazân orucuna başlarlar. Hava bulutlu, dumanlı bulunup da hilâl görülemezse, Şa’bân ayını otuz gün olarak tamâmlar, sonra oruca başlanır.[1]

Hilâl görülünce üç kez tekbîr:
" أَللّٰهُ أَكْبَرُ أَللّٰهُ أَكْبَرُ لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَللّٰهُ أَكْبَرُ أَللّٰهُ أَكْبَرُ وَلِلّٰهِ الْحَمْد."

OKUNUŞU: “Allâh-ü ekber, Allâh-ü ekber. Lâ ilâhe illellâhü vallâhü ekber. Allâh-ü ekber ve lillâhi’l-hamd.”

ANLAMI: “Allâh-ü Te’âlâ büyüktür, Allâh-ü Te’âlâ büyüktür, Allâh-ü Te’âlâ’dan başka kulluk edilecek hiçbir ilâh yoktur. Allâh-ü Te’âlâ büyüktür. Hamd O’na mahsûsdur.”

Ve Tehlîl:
"لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْئٍ قَد۪يرٌ."

OKUNUŞU: “Lâ ilâhe illellâh-ü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l mülkü ve lehü’l hamdü ve hüve alâ külli şey’in gadîr.”

ANLAMI: “Allâh’dan başka kulluk edilecek hiçbir ilah ykdur. Tek-tir, eşi ve ortağı yoktur. Mülk O’nun hamd’de O’nundur.  Her şeye kaâdirdir.”

Sonra üç kez şöyle duâ edilmelidir:
"هِلَالَ خَيْرٍ وَرُشْدٍ أٰمَنْتُ بِاللّٰهِ الَّذ۪ى خَلَقَكَ، أَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ى ذَهَبَ بِشَهْرٍ كَذَا!؛ وَجَآءَ بِشَهْرٍ كَذَا!."   
عَنْ طلحة بن عبيداللّٰه رَضِىَ اللّٰهُ عنه قال: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ إذَا رَأَى الْهِلَالَ قَالَ:
"اَللّٰهُمَّ أَهْلِلْهُ عَلَيْنَا بِالْاَمْنِ وَا۪يمَانِ، وَالسَّلَامَةِ وَالْاِسْلَامِ رَبّ۪ى ورَبُّكَ اللّٰهُ."[2] أخرجه الترمذي.
Talha İbn-ü ‘Ubeydillâh (r.a.) Anlatıyor: --- “Hz. Peygamber (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) Hilâl’i grünce şu duâyı okurdu:

OKUNUŞU: “Hilâl-e hayrin ve rüşdin! Âmentü billâhillezî halekake. Elhamdü lillâhillezî zehebe bişehrin kezâ ve câe bişehrin kezâ. Allâhümme ehlilhü ‘aleynâ bi’l-emn-i ve’l-îmân-i ve’s-selâmeti ve’l-İslâm-i Rabbî ve Rabbüke’l-lâh.”

--- “Allâh-ım! Ay’ın Hilâl devresini bize bereketli, îmânlı, selâmetli ve İslâm üzere geçir. (Ey Hilâl) Benim de Senin de Rabb’in Allâh’tır.”[3]

ANLAMI: “Ey hayır ve salah hilâli? Seni yaratan Allâhü Te’âlâ’yâ îmân ettim. Şu ayı (Şa’bânı) götürüp bu ayı (Ramazân’ı)getiren Yûce Allâh’a hamd olsun, Allâh’ım! Bu ayı bizlere emniyetle, îmânla, selâmet ve selâmla bulundur.”

"صوموا لرؤيته، وأفطروا لرؤيته."[4]
Hadîs-i Şerîf’te Efendimiz (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm):--- “Hilâli gördüğünüz zaman oruç tutunuz ve hilâli görünce de iftar ediniz.”
قد ثبت عن رسول الله من طرق كثيرة أنه قال: "صوموا لرؤيته، وأفطروا لرؤيته فإن غم عليكم فاقدروا له ثلاثين."[5] وفي لفظ آخر: "فأكملوا العدة ثلاثين يومًا."[6]وفي رواية أخرى: "فأكملوا عدة شعبان ثلاثين يومًا[7]

Der bir Hadîs-i Şerîfte Efendimiz (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm): --- “Hilâli gördükten sonra oruç tutunuz ve Hilâli gördükten sonra iftar ediniz. (bayram yapınız.) Size hava kapalı olunca da, şabân ayını otuza tamâmlayınız.”



[1] Hava kapalı olunca, Ramazan hilâlinin görüldüğüne müslim, âkil, baliğ ve âdil bir kimsenin şehâdeti yeterlidir. Erkek veyâ kadın olmasında fark yoktur.   Ramazan ayının yirmi dokuzuncu günü de, güneşin batışından itibaren Şevval ayının hilâli araştırılır. Görülürse bayram yapılır, görülmezse, Ramazan otuz gün tutulur. Kamerî aylar, bâzen otuz, bâzen da yirmi dokuz gün olur. Her kamerî ayın başlangıcı, ya hilâl görmekle veyâ ondan önceki ayın günleri otuza tamâmlanmakla tesbit edilir. (Üç İmama göre, gündüzün görülen hilâle itibar edilmez. Bu hilâl mutlaka gelecek geceye aittir. Bu konuda müneccimlerin sözleri de geçerli değildir. Herhalde hilâl geceleyin görülmelidir.)
[2] لا أعلم دعاءً خاصًا يقال عند دخول شهر رمضان وإنما هو الدعاء العام عن سائر الشهور فإن النبي كان إذا رأى الهلال في رمضان وفي غيره يقول‏:‏ "أَللّٰهُمَّ أَهِل۪ه عَلَيْنَا بِالْيُمْنِ وَالْا۪يمَانِ وَالسَّلَامَةِ وَالْاِسْلَامِ هِلَالَ خَيْرٍ وَرُشْدٍ رَبّ۪ي وَرَبِّكَ اللّٰهُ ‏." وَف۪ي بَعْضِ الرِّوَايَاتِ أَنَّهُ كَانَ يَقُولُ‏:‏
"‏أَللّٰهُ أَكْبَرُ، أَللّٰهُمَّ أَهْلِلْهُ عَلَيْنَا بِالْاَمْنِ وَالْا۪يمَانِ وَالسَّلَامَةِ وَالْاِسْلَامِ رَبّ۪ي وَرَبِّكَ اللّٰهُ." [‏رواه الترمذي في سننه ج۹ص۱۴۲ من حديث طلحة بن عبيد الله رضي الله عنه‏.‏ بنحوه‏.‏وانظر مسند الإمام أحمد ج۱ ص۱۶۲ من حديث بلال بن يحيى بن طلحة بن عبيد الله عن أبيه عن جده‏.‏ وانظر مسند الدارمي ج۲ ص۷ من حديث ابن عمر رضي الله عنه وانظر كتاب السنة لأبي عاصم ج۱ ص۱۶٥ من حديث بلال بن يحيى بن طلحة بن عبيد الله عن أبيه عن جده‏.‏ وانظر معجم الطبراني الكبير ج۱۲ص۳٥۷ من حديث ابن عمر‏.‏ وانظر المستدرك للحاكم ج۴ ص۲۸٥ من حديث بلال بن يحيى‏.‏‏.‏‏.‏ وانظر مجمع الزوائد ومنبع الفوائد ج۱۰ ص۱۳۹‏.‏ وانظر تحفة الذاكرين ص۱۷۶، ۱۷۷‏.‏ وانظر فيض القدير ج٥ص۱۳۶، ۱۳۷‏.‏ وصحيح الوابل الصيب ص۲۲۰‏]‏‏.‏ هذا الدعاء الوارد عند رؤية الهلال لرمضان ولغيره أما أن يختص رمضان بأدعية تقال عند دخوله فلا أعلم شيئًا في ذلك لكن لو دعا المسلم بأن يعينه الله على صوم الشهر وأن يتقبله منه فلا حرج في ذلك لكن لا يتعين دعاء مخصص‏.                                             
[3] Kütüb-i Sitte, 7/85. (Tirmizî, Da’avât 52, 3447.)
[4] رواه مسلم في الصيام باب وجوب صوم رمضان لرؤية الهلال والفطر لرؤيته برقم ۱۰۸۱ ، والنسائي في الصيام باب ذكر الاختلاف على عمر بن دينار برقم ۲۱۲۴ ، واللفظ له.
[5] رواه مسلم في الصيام باب وجوب صوم رمضان لرؤية الهلال والفطر لرؤيته برقم ۱۰۸۱ ، والنسائي في الصيام باب ذكر الاختلاف على عمر بن دينار برقم ۲۱۲۴ ، واللفظ له.
[6] رواه مسلم في الصيام باب وجوب صوم رمضان لرؤية الهلال والفطر لرؤيته برقم ۱۰۸۱ ، والنسائي في الصيام باب ذكر الاختلاف على عمر بن دينار برقم ۲۱۲۴ ، واللفظ له.
[7] رواه البخاري في الصوم باب قول النبي صلى الله عليه وسلم : " إذا رأيتم الهلال فصوموا " برقم ۱۹۰۹ .

v RAMAZÂN:“yanmak, kızarmış et” demektir. Sebebi; bu ayın günâhları yakmasından dolayıdır.

v Denilmiştir ki: --- “Ramazan ayı şu hikmete dayanır: Kalpler, bu ay da yapılan öğütlerden ısınır; âhiret düşüncelerine dâir sözleri dinler ateşlenir. Tıpkı kumlar ve taşlar, güneşten hararet alıp ısındığı gibi…”

v  RAMAZAN: “ramaz” kökünden gelir ve güz yağmuruna verilen bir isimdir. Bu durumda mânâ şu demeğe gelir: --- “Bu ay da oruç tutan mü’minlerin bedenleri günâh kirlerinden temizlenir; kalblerinden dâhi, mânevî kirler çıkar tertemiz olurlar…”

v Başka bir anlatımla: “yağmur” demektir. Yaz sonunda güz mevsiminin başlangıcında yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur mânâsına gelir. Bu yağmur yeryüzünü yıkadığı gibi şehr-i Ranmazân da ehl-i îmânı günâhlardan yıkayıp kalblerini temizlediği için bu isim ile isimlendirilmiştir.(Elmalılı Hamdi Yazır)

vRANMAZÂN: “Allâh-ü Te’âlâ’nın isimlerinden” olduğu da rivâyet edilmiştir.

Enes Bin Mâlik; Rasûlüllâh (s.a.v.) Efendimiz’in şöyle buyurduğunu anlatmıştır:
--- “Sâdece ‘Ramazân’ demeyiniz. Allah-ü Te’âlâ nasıl şehr-i Ramazân (Ramazân ayı) buyurmuş ise, siz de öyle deyiniz.”[8]

vİmâm Muhammed’e göre ise “Şehr-i Ramazân” değil de sâdece “Ramazân” denilmesi tenzîhen mekruhtur.

RAMAZÂN-I ŞERÎF'İN FAZÎLETİ

عَنْ كَعْبِ بْنِ عُجْرَةَ –رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ- قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ :

Ka’b İbn-i Ucre (r.a)’den rivâyet edildiğine göre, bir kere Efendimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem):
قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ : "أَحْضِرُوا الْمِنْبَرَ"،
--- “Mimberi hazır edin!” buyurdu.

(Ka’b Hz. şöyle anlatıyor) --- “Biz de hazırladık.”

فَحَضَرْنَا، فَلَمَّا ارْتَقَى دَرَجَةٌ قَالَ: "أٰم۪ينَ"،
(Birinci) Bir basamak çıkınca: --- “Âmîn” dedi.

فَلَمَّا ارْتَقَى الدَّرَجَةَ الثَّانِيَةَ قَالَ: "أٰم۪ينَ"،

İkinci basamağa çıkınca tekrar: --- “Âmîn” dedi.

فَلَمَّا ارْتَقَى الدَّرَجَةَ الثَّالِثَةَ قَالَ: "أٰم۪ينَ"،

Üçüncü basamağa çıkınca yine: --- “Âmîn” dedi.

فَلَمَّا نَزَلَ قُلْنَا: "يَا رَسُولَ اللّٰهِ: لَقَدْ سَمِعْنَا مِنْكَ الْيَوْمَ شَيْئًا مَا كُنَّا نَسْمَعُهُ. قَالَ:
Mimberden inince biz: --- “Ey Allâh’ın Rasûlü bu gün senden (evvelce) duymadığımız bir şey duyduk.” Dedik.
"إِنَّ جِبْر۪يلَ (عَلَيْهِ السَّلَامْ) عَرَضَ ل۪ي فَقَالَ:
O zaman Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): --- “Şüphesiz Cibrîl (a.s.) bana görünerek:
بُعْدًا لِمَنْ أَدْرَكَ رَمَضَانَ فَلَمْ يُغْفَرْ لَهُ. قُلْتُ: "أٰم۪ينَ"
v --- Birinci basamağa çıktığımda: --- “Ramazâna yetişipte affolun-mayan Allâh’ın rahmetinden uzak olsun!” Dedi.

Bende: --- “Âmîn!” dedim,
فَلَمَّا رَق۪يتُ الثَّانِيَةَ قَالَ: بُعْدًا لِمَنْ ذُكِرْتَ عِنْدَهُ فَلَمْ يُصَلِّ عَلَيْكَ، قُلْتُ: "أٰم۪ينَ"،
v --- İkinci basamağa çıktığımda: --- “Sen yanında anılıpta sana salât okumayan Allâh’ın rahmetinden uzak olsun!” Dedi.

Bende: --- “Âmîn!” dedim,
فَلَمَّا رَق۪يتُ الثَّالِثَةَ قَالَ: بُعْدًا لِمَنْ أَدْرَكَ أَبَوَاهُ الْكِبَرَ عِنْدَهُ أَوْ أَحَدُهُمُا فَلَمْ يُدْخِلَاهُ، الْجَنَّةَ قُلْتُ: "أٰم۪ينَ."

v --- Üçüncü basamağa çıktığımda: --- “Bir kişinin ana babasının ikisi veyâ biri, yanında yaşlanır da onu Cennet’e sokmazlarsa o kişi de (Allâh’ın lutfundan) uzak olsun!” Diye bedduâ etti.

Bende: --- “Âmîn!” dedim.” Buyurdu.[9]

رَوَى الْاِمَام أَحْمَد ف۪ي مُسْنَده عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ :
"هٰذَا رَمَضَانُ قَدْ جَآءَ تُفْتَحُ ف۪يهِ أَبْوَابُ الْجَنَّةِ وَتُغْلَقُ ف۪يهِ أَبْوَابُ النَّارِ وَتُسَلْسَلُ ف۪يهِ الشَّيَاط۪ينُ، بُعْدًا لِمَنْ أَدْرَكَ رَمَضَانَ فَلَمْ يُغْفَرْ لَهُ ف۪يهِ، إِذَا لَمْ يُغْفَرْ لَهُ ف۪يهِ فَمَتٰى!.."[10]

Bir Hadîs-i Şerîf’te Allâh Rasûlü (sallellâh-ü ‘aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

v --- “Yine Ramazân geldi,
v Bütün mağfiret imkânlarıyla!
v Cennet kapıları ardına kadar açılır,
v Cehennem kapıları sonuna kadar kapatılır
v Şeytanlar bağlanıp kısıtlanır.
v Ramazân’ı idrâk edip de bağışlanmamış olan kimseye yazıklar olsun!..
v Kişi Ramazân’da da günâhlarını affettiremezse, peki yâ, ne zaman mağfirete nâil olunabilecek?!”[11]
حدثنا علي بن محمد حدثنا وكيع وعبيد الله بن موسى عن نصر بن علي الجهضمي عن النضر بن شيبان ح وحدثنا يحيى بن حكيم حدثنا أبو داود حدثنا نصر بن علي الجهضمي والقاسم بن الفضل الحداني كلاهما عَنِ النَّضْرِ بْنِ شَيْبَانَ (رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ) قَالَ لَق۪يتُ أَبَا سَلَمَةَ بْنَ عَبْدِ الرَّحْمٰنِ فَقُلْتُ: حَدَّثَن۪ي بِحَد۪يثٍ سَمِعْتَهُ مِنْ أَب۪يكَ يَذْكُرُهُ ف۪ي شَهْرِ رَمَضَانَ قَالَ: نَعَمْ. حَدَّثَن۪ي أَب۪ي؛ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ ذَكَرَ شَهْرَ رَمَضَانَ فَقَالَ:[12]
"شَهْرٌ كَتَبَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ صِيَامَهُ،  وَسَنَنْتُ لَكُمْ قِيَامَهُ. فَمَنْ صَامَهُ وَقَامَهُ إ۪يمَانًا وَاحْتِسَابًا خَرَجَ مِنْ ذُنُوبِه۪ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ."[13]
--- “(Ramazân ayı) öyle bir aydır ki Âllah-ü Te’âlâ onun orucunu üzerinize farz kıldı. Ben de, onun kıyâmını (gecelerini terâvîh veyâ başka ibâdetle ihyâ etmeyi) sünnet kıldım. Artık kim inanarak ve sırf Allâh rızâsını dileyerek orucunu tutar ve gecelerini (Terâvîh veyâ başka ibâdetle) ihyâ ederse anası kendisini doğurduğu gün gibi günâhlarından temizlenmiş olur.”[14]


*** --- “Kıyâmet günü olunca, Allâh kullarını hesaba çeker, üzerindeki kulhaklarını amellerinden karşılar, öyle ki oruç hâriç hiçbir şeyi kalmaz. Allâh bâki kalan hakları kendinden öder ve orucuna dokunmaz, onunla da kulunu cennete koyar.”

 

TERÂVÎH NAMAZININ FAZÎLETİ

فضآئل صلاة التراويح في شهر رمضان
عَنْ عَلِىِّ بْنِ أَب۪ي طَالِبٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ أَنَّهُ -(سئل النبي عن فضآئل)- مَثَلَ عَنِ التَّرَاو۪يحِ ف۪ي شَهْرِ رَمَضَانَ فَقَالَ:
"بَخٍ بَخٍ  لِمَنْ رَزَقَهُ اللّٰهُ قِيَامَ ذَالِكَ الشَّهْرِ فَمَنْ قَامَ،
Ali İbn-i Ebî Tâlib (r.a.) Ramazân ayındaki terâvîhin fazîletini misâllerle anlatmak üzere şöyle buyurdu: “Allâh-ü Te’âlâ-nın bu ayın kıyâmını nasîb etmiş olduğu kimselere ne mutlu! Ne mutlu!,
أَوَّلَ لَيْلَةٍ: يَخْرُجُ مِنْ ذُنُوبِه۪ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ،
1-      İlk gece; terâvîh kılan kişi anasının kendisini doğurduğu gün gibi günâhlarından çıkar.
وَاللَّيْلَةَ الثَّانِيَةَ: يُغْفَرُ -لَهُ- وَلِاَ بَوَيْهِ وَإِنْ كَانَا مُؤْمِنَيْنِ،
2-      İkinci gece; eğer mi’minseler ana-babası mağfiret olunur,
وَاللَّيْلَةَ الثَّالِثَةَ: تُنَاد۪يهِ الْمَلٰٓئِكَةُ مِنْ تَحْتِ الْعَرْشِ "إِسْتَأْنِفِ الْعَمَلَ فَقَدْ غُفِرَ لَكَ مَا مَضٰى مِنْ ذُنُوبِكَ"،
3-      Üçüncü gece: Arş’ın altından melekler kendisine “Ameline yeniden başla, geçmiş olan günâhların muhakkâk senin için bağışlanmıştır.” diye seslenir,
وَاللَّيْلَةَ الرَّابِعَةَ: لَهُ مِنَ الْاَجْرِ مِثْلُ قِرَآءَةِ التَّوْرَاةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالزَّبُورِ وَالْفُرْقَانِ،
4-      Dördüncü gece: Kendisi için Tevrât, İncîl, Zebûr ve Furkân’ı okumuş kadar sevâb vardır,
وَاللَّيْلَةَ الْخَامِسَةَ: يُعْط۪يهِ اللّٰهُ تَعَالٰى مِثْلُ مَنْ صَلّٰى فِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَسْجِدِ الْمَد۪ينَةِ وَالْمَسْجِدِ الْاَقْصٰى،
5-      Beşinci gece: Allâh-ü Te’âlâ ona;
 
ü Mescid-i Harâm’da,
ü Mescid-i Nebevî’de,
ü Mescid-i Aksâ’da,
 
            kılmış olanların sevâbını verir,
وَاللَّيْلَةَ السَّادِسَةَ: يُعْط۪يهِ اللّٰهُ تَعَالٰى ثَــوَابَ مَنْ طَافَ بِاالْبَيْتِ الْمَعْمُورِ وَيَسْتَغْفِرُ لَهُ كُلُّ حَجَرٍ وَمَدَرٍ،
6-      Atıncı gece: Allâh-ü Te’âlâ kendisine,
 
ü Beyt-i Ma’mûr’u[1] tavâf eden (Melek) lerin sevâbını verir,
ü Her taş ve tuğla (ya varıncaya kadar her şey) kendisi için istiğfâr eder,
وَاللَّيْلَةَ السَّابِعَةَ: فَكَأَنَّمَا أَدْرَكَ مُوسٰى عَلَيْهِ السَّلَامُ وَنَصَرَهُ عَلٰى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ،
7-      Yedinci gece: -Sanki- Mûsâ (a.s.)’yâ kavuşup, Fir’avun ve Hâmân’a karşı ona yardım etmiş gibi olur,
 
وَاللَّيْلَةَ الثَّامِنَةَ: فَكَأَنَّمَا أَدْرَكَ قِتَالَ بَدْرٍ، وَأَعْطَاهُ اللّٰهُ تَعَالٰى مَا أَعْطٰٓى إِبْرَاه۪يمَ عَلَيْهِ السَّلَامُ،
8-       Sekizinci gece:
 
ü Bedir Harbine katılmış gibidir,
ü Ayrıca Allâh-ü Te’âlâ ona İbrâhîm (a.s.)’e verdiği mükâfaatı verir,
وَاللَّيْلَةَ التَّاسِعَةَ: فَكَأَنَّمَا عَبَدَ اللّٰهَ تَعَالٰى عِبَادَةَ دَاوُدَ التَّآئِبِ وَعِبَادَةَ النَّبِيِّ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ،
9-      Dokuzuncu gece:
 
ü Tevbekâr Dâvud (a.s.)’ın ibâdeti,
ü Rasûlüllâh (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’in taati kadar Allâh-ü Te’âlâ’yâ ibâdet etmiş gibidir, [2]
وَاللَّيْلَةَ الْعَاشِرَةَ: يَرْزُقُهُ اللّٰهُ تَعَالَى السَّلَامَةَ فِى الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَخَيْرَيِ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَيُشَفَّعُ ف۪ى سَبْع۪ينَ أَلْفًا وَزِيَادَةً،
10-Onuncu gece:
 
ü Allâh-ü Te’âlâ kendisine dünya ve âhırette selâmet nasîb eder,
ü İki cihânın hayırlarını bahşeder,
ü Ayrıca 70.000 ve daha fazla kişi hakkında şefaatçi kılınır,
وَاللَّيْلَةَ الْحَادِيَةَ عَشَرَ: يَخْرُجُ مِنَ الدُّنْيَا رَيَّانًا وَيَمُرُّ عَلَى الصِّرَاطِ كَالْبَرْقِ الْخَاطِفِ،
11-Onbirinci gece:
 
ü Dünyadan suya kanmış olarak çıkar,
ü Sıratı göz kapan şimşek gibi geçer,
وَاللَّيْلَةَ الثَّانِيَةَ عَشَرَ: يَكْتُبُ اللّٰهُ لَهُ أَجْرَ سَبْع۪ينَ حَجَّةً وَسَبْع۪ينَ عُمْرَةً مَقْبُولَةً وَجَآءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَالْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ،
12-Onikinci gece:
 
ü Allâh-ü Te’âlâ kendisine 70 adet kabul olunmuş hacc,
ü Makbûl umre ecri yazar,
ü Kıyâmet günü (mahşere) dolunay gecesindeki ay gibi (nurlu olarak) gelir,
وَاللَّيْلَةَ الثَّالِثَةَ عَشَرَ: يُعْطٰى مِنَ الثَّوَابِ كَمَنْ عَمَرَ بَيْتَ الْمَقْدِسِ وَمَنْ جَاوَرَ ف۪يهِ مِنَ النَّبِيّ۪ينَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَآءِ وَالصَّلِح۪ينَ وَ جَآءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ اٰمِنًا مِنْ كُلِّ سُٓوءٍ،
13-Onüçüncü gece:
 
ü Beyt-i Makdis’i ma’mûr etmiş kimseler,
ü Orada mücâvir bulunmuş peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlihler gibi sevâblara nâil kılınır,
ü Kıyâmet günü bütün kötülüklerden emîn olarak (mahşere) gelir,
وَاللَّيْلَةَ الرَّابِعَةَ عَشَرَ: كَانَ كَمَنْ أَدْرَكَ لَيْلَةَ الْقَدْرِ وَصَلّٰى مَا بَيْنَ الرُّكْنِ وَالْمَقَامِ إِلَى الصَّبَاحِ وَجَآءَتِ الْمَلٰٓائِكَةُ يَشْهَدُونَ لَهُ أَنَّهُ قَدْ صَلَّى التَّرَاو۪يحَ فَلَايُحَاسِبُهُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ،
14-Ondördüncü gece:
 
ü Kadir gecesine ulaşıp,
ü Hacerü’l-Esved ile Makâm-ı İbrâhîm arasında namaz kılmış gibi olur,
ü Melekler onun terâvîh kılmış olduğuna dâir şâhid olarak (mahşere) gelir,
ü Bu nedenle kıyâmet gününde Allâh-ü Te’âlâ kendisini (zor bir hesâb ile) muhâsebeye tâbî tutmaz,
وَاللَّيْلَةَ الْخَامِسَةَ عَشَرَ: يَسْتَج۪يبُ اللّٰهُ دَعْوَتَهُ وَيَقْض۪ى حَاجَتَهُ وَيُعْط۪ى لَهُ مَا لَا يَصِفُهُ الْوَاصِفُونَ وَتُصَلّ۪ي عَلَيْهِ الْمَلٰٓائِكَةُ وَحَمَلَةُ الْعَرْشِ وَالْكُرْسِيِّ،
15-Onbeşinci gece:
 
ü Allâh-ü Te’âlâ duâsını kabul eder,
ü Hâcetini görür,
ü Anlatanların ta’rîf edemeyeceği kadar kendisine mükâfaat verir.
ü Ayrıca melekler, özellikle Arş’ı ve Kürsî’yi taşıyan melâike kendisine salâtta bulunurlar (feyz ve rahmet yağdırırlar),
وَاللَّيْلَةَ السَّادِسَةَ عَشَرَ: يَخْرُجُ مِنْ قِبْرِه۪ وَهُوَ يُنَاد۪ى: “أَشْهَدُ أَنْ لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ” وَيَكْتُبُ اللّٰهُ لَهُ بَرَآءَةَ النَّجَاةِ مِنَ النَّارِ وَبَرَآءَةَ الدُّخُولِ فِي الْجَنَّةِ،
16-Onaltıncı gece:
 
ü Kabrinden: “Şâhidlik ederim ki; Allâh-ü Te’âlâ’dan başka hiçbir ilâh yoktur. Yine şehâdet ederim ki; Muhammed (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) onun kulu ve Rasûlüdür.” diye nidâ ederek (kelime-i şehâdet getirerek) kabrinden çıkar.
ü Böylece Allâh-ü Te’âlâ kendisine cehennemden kurtuluş berâati ve cennete giriş berâati yazar,
وَاللَّيْلَةَ السَّابِعَةَ عَشَرَ: لَايَخْرُجُ مِنَ الدُّنْيَا حَتّٰى يَرٰى مَقَامَهُ فِى الْجَنَّةِ وَيُعْطٰي مِثْلَ ثَوَابِ الْاَنْبِيَآءِ،
17-Onyedinci gece:
 
ü Cennet’teki makâmînı görmedikçe dünyadan çıkmaz,
ü Kendisine peygamberlerin sevâbının bir misli bağışlanır,
وَاللَّيْلَةَ الثَّامِنَةَ عَشَرَ: يُعْطٰى أَجْرَ الْمُجَاهِد۪ينَ وَالشُّهَدَآءِ وَيُنَاد۪ى مَلَكٌ: “يَا عَبْدَ اللّٰهِ! إِنَّ اللّٰهَ رَضِىَ عَنْكَ وَعَنْ وَالِدَيْكَ”،
18-Onsekizinci gece:
 
ü Mücâhidlerin ve şehîdlerin ecrine nâil kılınır,
ü Bir melek kendisine: “Ey Allâh’ın kulu! Muhakkak ki Allâh-ü Te’âlâ, senden de, anan-babandan da râzı olmuştur” diye nidâ eder,
وَاللَّيْلَةَ التَّاسِعَةَ عَشَرَ: كَفَاهُ اللّٰهُ هَمَّ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَيُرْفَعُ اللّٰهُ دَرَجَاتُهُ فِى الْفِرْدَوْسِ،
19-Ondokuzuncu gece:
 
ü Allâh-ü Te’âlâ kendisine dünya ve âhıret sıkıntılarına karşı kâfî gelir,
ü Firdevs (cennetin)’de derecelerini yükseltir,
وَاللَّيْلَةَ الْعِشْر۪ينَ: لَايَخْرُجُ مِنَ الدُّنْيَا حَتّٰى يَرٰى النَّبِيَّ عَلَيْهِ السَّلَامُ وَيُبَشِّرَهُ بِالْجَنَّةِ وَتَزُورَهُ الْمَلٰٓئِكَةُ،
20-Yirminci gece:
 
ü Rasûlüllâh (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’i görmeden,
ü Kendisini cennetle müjdelemeden,
ü Melekler onu ziyâret etmeden dünyadan çıkmaz,
وَاللَّيْلَةَ الْحَادِيَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: بَنَى اللّٰهُ لَهُ بَيْتًا فِى الْجَنَّةِ مِنَ النُّورِ يَكْتُبُ اللّٰهُ لَهُ ثَوَابًا بِعَدَدِ مَنْ فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ،
21-Yirmibirinci gece:
 
ü Allâh-ü Te’âlâ Kendisine cennette nurdan bir köşk binâ eder,
ü Ve ona göktekilerle yerdekiler sayısınca sevâb yazar,
وَاللَّيْلَةَ الثَّانِيَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَكْتُبُ اللّٰهُ لَهُ أَجْرَ كُلِّ مَنْ أَشْبَعَ يَت۪يمًا وَأَرْمَلَةً مِنْ أُمَّةِ مُحَمَّدٍ وَجَآءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ اٰمِنًا مِنْ كُلِّ غَمٍّ وَهَمٍّ،
22-Yirmiikinci gece: Allâh-ü Te’âlâ ona Muhammed (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’in ümmetinden;
 
ü Yetimleri ve dulları doyuran herkes kadar ecir yazar,
ü Böylece o,  kıyâmet gününe her türlü gamdan ve kederden emîn olarak gelir,
وَاللَّيْلَةَ الثَّالِثَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: كَانَ كَأَنَّمَا اشْتَرٰى أُمَّةِ مُحَمَّدٍ وَأَعْتَقَهُمْ وَبَنَى اللّٰهُ لَهُ مَد۪ينَةً فِي الْجَنَّةِ،
23-Yirmiüçüncü gece: Muhammed (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’in ümmetinin;
 
ü Esirlerini satın alıp onları âzad etmiş gibi (sevâba nâil) olur,
ü Allâh-ü Te’âlâ kendisine Cennet’te bir şehir binâ eder,
وَاللَّيْلَةَ الرَّابِعَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: أَعْطَاهُ اللّٰهُ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ وَكَانَ لَهُ أَرْبَعٌ وَعِشْرُونَ دَعْوَةً مُسْتَجَابَةً،
24-Yirmiüçüncü gece:
 
ü Allâh-ü Te’âlâ amel defterini ona sağ elinden verir,
ü Kendisinin (24) yirmidört adet makbûl duâ hakkı olur,
وَاللَّيْلَةَ الْخَامِسَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَبْعَثُ اللّٰهُ إِلَيْهِ مَلَكَ الْمَوْتِ ف۪ٓى أَحْسَنِ صُورَةٍ وَيُبَشِّرُهُ بِالنَّع۪يمِ الّذ۪ى لَا يَقْنٰى وَيَرْفَعُ اللّٰهُ تَعَالٰى عَنْهُ عَذَابَ الْقَبْرِ،
25-Yirmidördüncü gece:
 
ü Allâh-ü Te’âlâ ölüm meleğini ona en güzel bir sûrette gönderir de o onu,
ü bitmez tükenmez ni’metlerle müjdeler,
ü Ayrıca Allâh-ü Te’âlâ ondan kabir azâbını kaldırır,
وَاللَّيْلَةَ السَّادِسَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: تَشْتَاقُ الْجَنَّةُ إِلَيْهِ وَيَرْفَعُ اللّٰهُ تَعَالٰى لَهُ ثَوَابَ أَرْبَع۪ينَ عَامًا،
26-Yirmialtıncı gece:
 
ü Cennet kendisine âşık olur,
ü Allâh-ü Te’âlâ onun için kırk senelik sevâb yükseltir,
وَاللَّيْلَةَ السَّابِعَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَأْمُرُ اللّٰهُ رِضْوَانَ أَنْ يَفْتَحَ لَهُ أَبْوَابَ الْجِنَانِ،
27-Yirmiyedinci gece: Allâh-ü Te’âlâ Rıdvan’a Cennet kapılarını onun için açmasını emreder,
وَاللَّيْلَةَ الثَّامِنَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَأْمُرُ اللّٰهُ الْمَلٰٓئِكَةَ أَنْ يُغْلِقُو عَنْهُ أَبْوَابَ النَّارِ وَيَرْفَعُ اللّٰهُ لَهُ أَلْفَ دَرَجَةٍ فِي الْجَنَّةِ،
28-Yirmisekizinci gece:
 
ü Allâh-ü Te’âlâ meleklere kendisine Cehennem kapılarını kitlemelerini emreder,
ü Ayrıca onun Cennet’te (1000) bin derecesini yükseltir,
وَاللَّيْلَةَ التَّاسِعَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَكْتُبُ اللّٰهُ لَهُ مِنَ الْاَجْرِ كَثَوَابِ أَيُّوبَ عَلٰى بَلٰٓائِه۪وَيَسْتُرُ عَلَيْهِ سَيِّئَاتِه۪ فَإِذَا كَانَتِ،
29-Yirmidokuzuncu gece:
 
ü Allâh-ü Te’âlâ ona Eyyûb (a.s.)’un belâsına karşı (sabretme) sevâbı gibi ecirler yazar,
ü Kötülüklerini kendisine örter,
اللَّيْلَةَالثَّلَاثُونَ: يَقُولُ اللّٰهُ تَعَالٰى: "يَا عَبْد۪ي كُلْ مِنْ ثِمَارِ الْجَنَّةِ وَغْتَسِلْ مِنْ مَآءِ السَّلْسَب۪يلِ وَاشْرَبْ مِنْ مَآءِ الْكَوْثَرِ أَنَا رَبُّكَ وَأَنْتَ عَبْد۪ي.”  وَيَأْمُرُ اللّٰهُ تَعَالٰى مُنَادِيًا أَنْ يُنَادِىَ مِنْ عَنَلنِ السَّمَآءِ: “هٰؤُ۬لٰٓاءِ عُتَقَآئ۪ي مِنْ عَذَاب۪ى وَعِزَّت۪ى وَجَلَال۪ى وَارْتِفَاعِ مَكَان۪ى لَاُدْخِلَنَّ الْجَنَّةَ الصَّآئِم۪ينَ مِنْ أُمَّةِ مُحَمَّدٍ ."
30-Otuzuncu gece: -Olduğu zaman- Allâh-ü Te’âlâ: --- “Ey benim (terâvîh namazlarını bitiren) kulum! Cennet meyvelerinden ye, Selsebîl[3] gözesinden yıkan ve Kevser suyundan iç, Ben senin Rabbinim; sen de Benim kulumsun!” buyurur. Böylece bir münâdiye gökyüzünden doğru (kendisi adına): --- “İşte bunlar azâbımdan âzadlılarımdır! İzzim, Celâlim ve Yûce Makâmım hakkı için; Muhammed (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’in Ümmetinden oruç tutanları cennete girdireceğim!” diye nidâ etmesini emreder.”[4]
 
























İFTAR DUASI
وعن معاذ بن زهرة قال: بَلَغَنِي أَنَّ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّي اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ إِذَا أَفْطَرَ قَالَ: "اَللّٰهُمَّ لَكَ صُمْتُ، وَعَلٰى رِزْقِكَ أَفْطَرْتُ."

"اَللّٰهُمَّ لَكَ صُمْتُ، وَ بِكَ أٰمَنْتُ، وَ عَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ، وَعَلٰى رِزْقِكَ أَفْطَرْتُ؛ وَ صَوْمَ الْغَدِ مِنْ شَهْرِ رَمَضَانَ نَوَيْتُ، فَغْفِرْ ل۪ي -يَآ أَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ- مَا قَدَّمْتُ وَ مَا أَخَّرْتُ." ٨ رَبَّنَا اغْفِرْ ل۪ى وَلِوَالِدَىَّ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ۟ ٧[1]       ٨ إِنَّ اللّٰهَ عَلٰي كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟ ٧ [2]

OKUNUŞU: --- Allâhümme leke sumtü ve bike âmentü ve ‘aleyke tevekkeltü ve ‘alâ rızkıke eftartü… Ve savme’l-ğadi min Şehr-i Ramazân-e neveytü... Feğfir lî mâ kaddemt-ü ve mâ ehhartü… Rabbeneğfir lî ve livâlideyye ve li’l-Mü’minîne yevm-e yekûmü’l-hısâb…

 

ANLAMI: --- Allâh-ım, Senin rızâ-i şerîfin için oruç tuttum, Sana inandım, Sana güvendim, -şu anda da- Senin rızkınla orucumu açıyorum (açtım) ... Ramazan Ayı’nın yârınki orucuna da niyet ettim... Allâh-ım! Benim geçmiş ve gelecek günâhlarımı bağışla! Ey bağışlaması bol Rabbim! --- “Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, anamı-babamı ve bütün inananları koru ve bağışla.”[3] Rahmetini yardımını esirgeme üzerimizden. Senin herşeye gücün yeter.”[4] Âmîn!

 

ŞÖYLE DE DUÂ EDİLEBİLİR

"يَا وَاسِعَ الْمَغْفِرَةِ ٨ ... اِغْفِرْ ل۪ى وَلِوَالِدَىَّ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ۟ ٧[5]

OKUNUŞU: “Yâ vâsi’al-mağfireti, iğfir-lî ve livâlideyye ve lil-Mü’minîne yevme yekûmü’l-hısâb...”

ANLAMI: “Ey bağışlaması bol olan Rabbim! Beni, ana-babamı ve mü’minleri hesâb gününde bağışla ...” Âmîn!



[1] [سورة إبراهيم:١٤/٤١]
[2]  [سورة البقرة:٢/٢٠]
[3] İbrahim Sûresi 14/41
[4] Bakara Süresi, 2/20’den.
[5] [سورة إبراهيم:١٤/٤١]

 




[1] Beytü’l-Ma’mûr: Ma’mûr, bakımlı ev. Kâbe’nin üst hizâsında bulunan bir yerdir. Diğer bir adı da “Durâh”dır. Beytü’l-Ma’mûr’dan Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bahsedilir: “Tûr’a, yayılmış ince deri üzerine satır satır dizilmiş Kitâb’a, bayındır eve (beytü’l-ma’mûra), yükseltilmiş tavan gibi göğe, kaynayacak denize andolsun ki, Rabbi’nin azabı hiç şüphesiz gelecektir” (Tûr Sûresi, 52/1-7) Allâh-ü Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’in bâzı yerlerinde kasem ettiği gibi bu Âyet-i Kerîme’de de Tûr Dağı’na, Kur’ân-ı Kerîm’e ve Beytü’l-Mâ’mûra yemîn etmektedir. Buradaki yemînden maksad, bunların kıymetine işâret etmek ve değerlerini yükseltmektir. Müfessirler bu ayet-i kerîmede sözü geçen Beytü’l-Ma’mûr-u genellikle, yedinci kat semâda, Ka’be-nin üst hizâsında bulunan bir ev olarak tefsîr etmişlerdir. O’nu günde yetmiş bin melek namaz kılmak ve tavâf etmek için ziyâret eder ve kıyâmete kadar da bir daha geriye dönmezler. (Muhtasar’u Tefsir-i İbn-i Kesîr, Nşr. M. Ali es-Sâbünî, Beyrut 1401, III, 388-389; Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul 1936, VI, 4551; el-Hâzin, Lübâbü’t-Te’vîl fî Meâni’t-Tenzîl, IV, 242; el-Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, IV, 467; İsmail Hakkı Bursevî, Rühu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’an, IV, 123).


[2] ﴿ وَهَلْ اَتٰيكَ نَبَؤُ۬ا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ ﴿٢١﴾ اِذْ دَخَلُوا عَلَى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَاتَخَفْۚ خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَآ اِلٰى سَوَآءِ الصِّرَاطِ ﴿٢٢﴾ إِنَّ هٰذَٓا أَخ۪ى لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِىَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ أَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ى فِى الْخِطَابِ ﴿٢٣﴾ قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤٰالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِهِۜ وَإِنَّ كَث۪يرًا مِنَ الْخُلَطَآءِ لَيَبْغ۪ى بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ إِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَاهُمْۜ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ أَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَأَنَابَ سجدة ﴿٢٤﴾ فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ وَإِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ ﴿٢٥﴾ يَا دَاوُ۫دُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِى الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ إِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟ ﴾ [سورة صٓ:٣٨/٢١-٢٦]

21. Sana davacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı aşarak mabede girmişlerdi.

22. Hani Dâvûd’un yanına girmişlerdi de Dâvûd onlardan korkmuştu. Onlar, “Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet” dediler.

23. İçlerinden biri şöyle dedi: “Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken ‘Onu da bana ver’ dedi ve tartışmada beni bastırdı.”

24. Davud dedi ki: “Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esâsen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak îmân edip sâlih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır.” Dâvûd, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allâh’a yöneldi.

25. Biz de bunu ona bağışladık. Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır.

26. Ona dedik ki: “Ey Dâvûd! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allâh’ın yolundan saptırır. Allâh’ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azab vardır.”

﴿ وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِى الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ  غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ [سورة الأنبيآء:٢١/٧٨]

“Dâvûd ile Süleymân’ı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı.  Çünkü halkın koyunları o ekine girmişti. Biz de hükümlerine şâhîd olmuştuk.” (Enbiyâ Sûresi, 21/78)

 

Tefsir kaynaklarında belirtildiğine göre; bu olayda Hz.Dâvûd, koyunların ekin sâhibine verilerek zararın tazmîn edilmesine hükmetmiş, Hz. Süleymân ise koyunların geliriyle zararın tazmîninin her iki taraf için daha uygun düşeceği yolunda hüküm vermişti.

 

Kıssa şu şekilde de açıklanabilir. Ayette de belirtildiği gibi Hz. Dâvûd sadece dâvâcıyı dinleyip hüküm vermiş, dâvâlıyı dinlememiş, daha sonra bu tutumunun yanlış olduğunu düşünerek tövbe etmiştir. Olay yine Kur’an’da zikredilen, ekin tarlasına girip zarar veren sürü kıssasıyla da ilgili olabilir. Zira iki kıssada da haksızlık, koyunlar ve Hz. Dâvûd’un hükmünde tam isâbet etmemesi söz konusudur. Sonuç olarak kıssa kesinlikle Hz.Dâvûd’un günah işlediğini göstermemektedir. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb ilgili ayetlerin tefsiri)

Nitekim rivâyete göre Hz. Ali (r.a.); “Kim Hz. Dâvûd’la ilgili bu kötü haberleri anlatırsa, ona iki celde -yüz altmış sopa- vuracağım” (Sa’lebî, Arâisu’l-Mecâlis, s. 284; Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l Kur’an, 15/119; F. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, 26/192) demiştir.

 

Hz. Dâvud (a.s.)'un zellesini bağışlatmak için kırk gün kırk gece durmadan ibâdet, tevbe ve istiğfâr ettiği de anlatılır.


[3] ﴿ عَيْنًا ف۪يهَا تُسَمّٰى سَلْسَب۪يلًا   [سورة الإنسان:٧٦/١٨] “Orada bir pınar ki ona “selsebîl” adı verilir.” (İnsân Sûresi, 76/18.) Selsebîl: Cennet’te bir çeşme veyâ ırmağın adı. Tatlı, latîf, lezîz su.


[4] Ramazan-ı Şerîf Risalesi/Cübbeli Ahmet Hocaefendi/sh:280-292. (Kitâbü’l-mevâ’ız fî fünûni’l-mecâlis, Zühretü’r-Riyâd, İsmail Hakkı, Mecâlisü’l-va’z ve’t-Tezkîr, sh:88-90, Osman el-Hobevî, Dürratü’l-Vâ’ızîn, sh:16,17, Muhammed Hayrî, Mecâlis-i Hayriyye ve Mefâtîh-ı Ilmiyye ,sh:15-99.); Ay ve Gecelerin Fazileti/İsmail Fındıklı/Yasin yayınevi sh:408-410.



[1] Hacc Sûresi, 22/77
[2] Bakara Sûresi, 2/183-185.
[3] Gunyetü’t-Tâlibîn, Abdülkâdir GEYLÂNÎ, sh:543.
[4] Âl-i ‘Imrân Sûresi, 3/61’den.
[5] Hadîd Sûresi, 57/7.
[6] Kütüb-i Sitte, 7/85. (Tirmizî, Da’avât 52, 3447.)
[7] رواه مسلم في الصيام باب وجوب صوم رمضان لرؤية الهلال والفطر لرؤيته برقم ۱۰۸۱ ، والنسائي في الصيام باب ذكر الاختلاف على عمر بن دينار برقم ۲۱۲۴ ، واللفظ له.
[8] Buhârî.
[9] Hakim, Müstedrek: 4/153.
[10]  مسند الإمام أحمد (۱۳۴۰۸) ، قال محققه: إسناده صحيح .
[11] İbn-i Ebî Şeybe, Müsannef, II:270; Taberânî, el-Mecmu’ul-Evsât, VII:323; Heysemî, el-Mecmû’ul-Zevâid, III:143; Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, II:99.
[12] En-Nadr İbn-i Şeybân (r.a.) şöyle demiştir: “Ben Abdurrahmân İbn-i Avf’ın oğlu Ebû Seleme (r.anhümâ)’yâ rastladım ve: --- “Ramazân ayı hakkında babandan dinlediğin bir hadîsi bana zikret.” Dedim. Ebû Seleme (r.a.): --- “Peki. Babam bana anlattığına göre Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyhi ve sellem) Ramazân ayını anlatarak şöyle buyurmuştur,” dedi:

[13] الحاشية رقم: ۱
[14] Ruhul Furkan, Cüz:2, Sure:2, Âyet:185. (İbn-i Mâce, İkâme, 173, 1/421, no:1328.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder