16 Mart 2013 Cumartesi

64- KİTABU’L-MAĞAZI (BUHÂRÎ) ASHÂB-I BEDİR

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
   
 
 
 

 


(PEYGAMBER’İN GAZVELERİ KİTÂBI)[1]

PEYGAMBER (S.A.V.)’İN (BEDİR HARBİNDEN ÖNCE) BEDİR’DE ÖLDÜRÜLECEK OLAN KİMSELERİ ZİKREDİP SÖYLEMESİ BABI[2]

... Ebû İshâk şöyle demiştir: Bana Amr İbn-i Meymûn tahdîs etti ki, kendisi Abdullah İbn-i Mes’ûd (r.a.)’dan işitmiştir. O da Sa’d İbn-i Muâz el-Ensârî’den şöyle tahdîs etmiştir: Sa’d İbn-i Muâz, Mekkeli Umeyye İbn-i Halefin samîmî dostu idi. Umeyye ticâret için Şam’a giderken Medine’ye uğradığında, Sa’d İbn-i Muâz’a misafir olur, Sa’d da Mekke’ye uğradığında Umeyye İbn-i Halefin konağına iner, ona misafir olurdu. Rasûlüllâh (s.a.v.) Medine’ye hicret edip gelince Sa’d İbn-i Muâz, umre yapmak için Mekke’ye gitti ve Mekke’de Umeyye’ye inip ona misafir oldu da, ona hitaben:

 — Benim için Harem’in tenhâ bir saatini gözetle de ben Ka’be’-yi rahatça tavaf edeyim, dedi.

Bu istek üzerine Umeyye, Sa’d’ı, gündüzün yansına yakın olan kuşluk vaktinde Ka’be-ye çıkardı. Umeyye, Sa’d-la beraber bulunduğu bu sırada onlara Ebû Cehl kavuştu ve:

— Yâ Ebâ Safvân! Beraberinde bulunan bu adam kimdir? Diye sordu.
 
Oda: —  Bu Sa’d İbn-i Muâz’dır, dedi.

Bunun üzerine Ebû Cehl, Sa’d’a hitaben: — Dikkat et, ben seni görüyorum kî, sen Mekke’de emniyet içinde Ka’be-yi tavaf ediyorsun. Hâlbuki siz (Medîneliler), o dînlerini değiştirenleri (yânî Muhammed ile sahâbîlerini) sığındırdınız ve onlara nusrat ve yardım etmekte olduğunuzu söylüyorsunuz. Şunu iyi bil ki vallahi sen eğer Ebû Safvân Umeyye İbn-i-i Halefin beraberinde bulunmayaydın salimen ailene dönemezdin, dedi.

Sa’d İbn-i Muâz da Ebû Cehl’e karşı sesini yükselterek: — Dikkat et, vallâhi eğer sen beni bu tavaftan men’edersen, ben de sana. Karşı bundan daha şiddetlisini yapar, senin Medîne üzerin­den geçen ticâret yolunu keser ve seni ondan elbette men-ederim, dedi.

Bunun üzerine Umeyye, Sa’d-a hitaben: — Yâ Sa’d! Bu Mekke vâdîsi-ahâlîsinin seyyidi olan Ebu’l-Hakem’e (yânî Ebû Cehl’e) karşı sesini yükseltme! Dedi.

Sa’d bunun üzerine Umeyye’ye: — Yâ Umeyye! Sen de (Ebû Cehl’i koruyarak) beni tutma, bı­rak. Vallâhi ben Rasûlüllâh’tan işittim ki, kendilerinin seni öldüre­ceklerini söylüyordu, dedi.

Umeyye: —  Onlar beni Mekke’de mi öldürecekler? Dedi.

Sa’d: —  Bilmiyorum, dedi.

Umeyye bu sözden dolayı şiddetli bir şekilde korktu. Umeyye bu korku ile ailesinin yanma dönünce karısına hitaben:

— Yâ Ümme Safvân! Medîneli dostum Sa’d-ın bana ne dediği­ni bildin mi? dedi.

Karısı: —  O sana ne dedi? Diye sordu.

Umeyye: — Sa’d, Muhammed’in sahâbîlerine, kendilerinin beni öldürecek­lerini haber verdiğini söyledi. Ben de ona: --- Mekke’de mi öldürecek? Dedim. Sa’d: --- Bunu bilmiyorum dedi.

Ve Umeyye konuşmasını şöyle sürdürdü: —  Vallâhi ben Mekke’den dışarı çıkmam, dedi. Bir müddet sonra Bedir günü olduğu (yânî olacağı) zaman Ebû Cehl, insanların bu sefere çıkmalarını istedi ve:

— Muâviye’nin maiyyetinde gelmekte olan kervanınıza yetişin, dedi.

Umeyye, Mekke’den Bedir’e çıkmak istemedi.

Ebû Cehl, Umey­ye’ye geldi de: — Yâ Ebâ Safvân! Sen Mekke vâdîsi halkının seyyidi olduğun hâlde insanlar senin harbden geri kaldığını görünce seninle beraber geri kalırlar, dedi ve Ebû Cehl bu sözleri söylemekte devam ve ısrar etti.

Bunun sonunda Umeyye: — Sana gelince, sen benim Mekke’den çıkmam hususunda ısra­rınla bana galebe ettin. (Bir tehlike hissettiğim zaman binip kaçmak için) vallâhi ben Mekke’nin en hızlı koşan devesini bu sefer için mu­hakkak satın alacağım, dedi.

Sonra Umeyye (deveyi satın almasının ardından) karısına: —  Yâ Ümme Safvân, benim sefer hazırlığımı yap! Dedi.

Karısı da ona: — Yâ Ebâ Safvân! Sen Yesribli kardeşin Sa’d-ın sana vaktiyle söylediği sözü unutmuş hâldesin dedi.

O: — Hayır (ben o sözü unutmuş değilim, lâkin) ben onların beraberinde ancak yakın bir yere kadar yürümek istiyorum, dedi.

Ebû Safvân Umeyye İbn-i Halef, Bedir’e doğru yola çıkınca artık konakladığı herbir konak yerinde muhakkak devesini yanında bağlayıp hazır bulundurmaya başladı. Ve yolculuğunu bu suretle devam ettirdi. Nihayet Azîz ve Celîl olan Allâh, onu Bedir’de Öldürdü.[3]


Ve Yüce Allâh’ın şu kavli:

﴿ وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّٰهُ بِبَدْرٍ وَاَنْتُمْ اَذِلَّةٌۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿١٢٣﴾ اِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ اَلَنْ يَكْفِيَكُمْ اَنْ يُمِدَّكُمْ رَبُّكُمْ بِثَلَثَةِ أٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُنْزَل۪ينَۜ ﴿١٢٤﴾ بَلٰٓىۙ اِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَاْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هٰذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ أٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُسَوِّم۪ينَ ﴿١٢٥﴾ وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشرٰى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُمْ بِه۪ۜ وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِۙ ﴿١٢٦﴾ لِيَقْطَعَ طَرَفًا مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْ يَكْبِتَهُمْ فَيَنْقَلِبُوا خَائِب۪ينَ﴿١٢٧﴾

[سورة آل عمرٰن: ٣/١٢٣-١٢٧]          

123-  Andolsun, siz son derece güçsüz iken Allah size Bedir’de yardım etmişti. O hâlde Allah’a karşı gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız.

124-  Hani sen mü’minlere, “Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun.

125-  Evet, sabrettiğiniz ve Allah’a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.

126-  Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yardım ve zafer ancak mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah katındadır.

127-  Bir de Allah bunu, inkâr edenlerden bir kısmını helâk etsin veya perişan etsin de umutsuz olarak dönüp gitsinler diye yaptı.[5]

Ve Vahşî İbn-i Harb el-Habeşî: Hamza ibnu Abdilmuîtalib, Bedir gününde Tueyme İbn-i Adiyy ibni’l- Hıyâr’ı öldürdü, demiştir.

Ve Yüce Allâh’ın şu kavli:

﴿ وَاِذْ يَعِدُكُمُ اللّٰهُ اِحْدَى الطَّائِفَتَيْنِ اَنَّهَا لَكُمْ وَتَوَدُّونَ اَنَّ غَيْرَ ذَاتِ الشَّوْكَةِ تَكُونُ لَكُمْ وَيُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُحِقَّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ وَيَقْطَعَ دَابِرَ  الْكَافِر۪ينَۙ [سورة الأنفال: ٨/٧]

“Hani Allah size iki taifeden birini,[6] o sizindir diye va’dediyordu. Siz de güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı meydana çıkarmak ve kâfirlerin ardını kesmek istiyordu.”[7]

Ebû Abdillah el-Buhârî: "eş-Şevke", keskinlik ve silâhtır, demiştir.[8]

... Abdullah İbn-i Ka’b şöyle demiştir: Ben babam Ka’b İbn-i Mâlik (r.a.)’ten işittim, şöyle diyordu: --- Ben Tebûk gazasından başka Rasûlüllâh’ın yaptığı gazalardan hiçbirinde Rasûlüllâh’tan geri kalmadım, Şu kadar var ki, ben Bedir gazvesinde geri kalıp ona katılmadım. Fakat Bedir’den geri kalıp ona katılmayanlar itâb[9] edilmedi. Çünkü Rasûlüllâh bu sefere ancak Kureyş kervanını karşılamak isteğiyle çık­mıştı. Nihayet Allâh, müslümânlarla onların düşmanlarını, umma­dıkları bir zamanda harbetmek üzere bir yere getirdi.[10]

YÜCE ALLÂH’IN ŞU KAVLİ BABI:


﴿ اِذْ تَسْتَغ۪يثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ اَنّ۪ى مُمِدُّكُمْ بِاَلْفٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُرْدِف۪ينَ ﴿٩﴾ وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى وَلِتَطْمَئِنَّ بِه۪ قُلُوبُكُمْۚ وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟ ﴿١٠﴾ اِذْ يُغَشّ۪يكُمُ النُّعَاسَ اَمَنَةً مِنْهُ وَيُنَزِّلُ عَلَيْكُمْ مِنَ السَّمَآءِ مَآءً لِيُطَهِّرَكُمْ بِه۪ وَيُذْهِبَ عَنْكُمْ رِجْزَ الشَّيْطَانِ وَلِيَرْبِطَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ وَيُثَبِّتَ بِهِ الْاَقْدَامَۜ ﴿١١﴾ اِذْ يُوح۪ى رَبُّكَ اِلَى الْمَلٰٓئِكَةِ اَنّ۪ى مَعَكُمْ فَثَبِّتُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ سَاُلْق۪ى ف۪ى قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ فَاضْرِبُوا فَوْقَ الْاَعْنَاقِ وَاضْرِبُوا مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍۜ ﴿١٢﴾ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ شَآقُّوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَمَنْ يُشَاقِقِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۚ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ ﴿١٣﴾ [سورةالأنفال: ٨/٩-١٣]

9-        Hani Rabbinizden yardım istiyor, yalvarıyordunuz. O da, “Ben size ard arda bin melekle yardım ediyorum” diye cevap vermişti.[11]

10-     Allah bunu, sadece bir müjde olsun ve onunla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Yoksa yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

11-     Hani (Allah) kendi tarafından bir güvenlik olarak sizi hafif bir uykuya daldırıyor; sizi temizlemek, sizden şeytanın vesvesesini gidermek, kalplerinizi pekiştirmek ve ayaklarınızı sağlam bastırmak için üzerinize gökten yağmur yağdırıyordu.

12-     Hani Rabbin meleklere, “Ben sizinle beraberim. İman edenlere sebat verin. Ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım. Şimdi vurun boyunlarının üstüne. Vurun, onların bütün parmaklarına” diye vahyediyordu.

13-     Bu, onların Allah’a ve Resûlüne karşı gelmelerindendir. Her kim de Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse bilsin ki Allah’ın cezası şiddetlidir.[12]

... Târik İbn*i Şihâb (el-Becelî el-Ahmesî) şöyle demiştir: --- Ben İbn-i Mes’ûd (r.a.)’dan işittim, o şöyle diyordu: --- Ben Mıkdâd ibnu’l-Esved’in ağzından gayet kesin bir söz söylediğine şâhid oldum ki, o sözün sahibi olmak bana, ona kıyâs olunabilen her kıymetli sözden daha sevimlidir. Mıkdâd, müşrikler üzerine hareket etmeye çağırıyor ve Peygamber’in huzuruna gelerek:
 

— Biz Mûsâ kavminin (Mûsâ Peygamber’e karşı);

﴿ قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَآ اَبَدًا مَادَامُوا ف۪يهَا فَاذْهَبْ اَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلٰٓا اِنَّا هٰهُنَا قَاعِدُونَ [سورة المآئدة: ٥/٢٤]

“Dediler ki: “Ey Mûsa! Onlar orada bulundukça, biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin, onlarla savaşın. Biz burada oturacağız.”[13]

Dedikleri gibi söylemeyiz. Lâkin biz se­nin sağında, solunda, önünde, arkanda düşmanla çarpışırız! Dedi.
 
İbn-i Mes’ûd (r.a.): Mıkdâd’ın bu (ateşli) sözü üzerine Peygamber (s.a.v.)’in yüzünün parladığını ve Mıkdâd’m sözünün O’nu sevindirdiğini gördüm, demiştir.[14]

... İbn-i Abbâs (r.a.) şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) Bedir gü­nü: --- "Yâ Allâh bize olan yardım ahdini ve zafer va’dini (bunların gerçekleşmesini) istiyorum. Yâ Allâh, eğer (bu İslâm cemiyetinin helâkını) istersen yeryüzünde artık ibâdet edilmeyecek" diye duâ etti.

Ebû Bekr, Peygamber’in elini tuttu da: —  Yâ Rasûlallâh, bu duâ sana yeter, dedi.

Akabinde Rasûlüllâh:

﴿ سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ [سورة القمر: ٥٤/٤٥]

“O topluluk yakında (Bedir’de) bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.”[15]

Âyet-i Kerîmesi’ni okuyarak çadırdan dışarı çıktı.[16]

BEŞİNCİ BÂB; (BU, GEÇEN BÂBDAN BİR FASIL GİBİDİR.)


... İbn Cüreyc haber verip şöyle demiştir: Bana Abdu’l-Kerîm İbn-i-i Mâlik el-Hazrecî haber verdi. O da Abdullah ibni’l-Hâris’in âzâdlısı olan Mıksem’den işitmiştir. O da İbn Abbâs’tan tahdîs edi­yor, İbn-i Abbâs’tan şöyle derken işittiğini söylüyordu: --- Mü’minlerden (özürsüz) Bedir harbine çıkmayıp oturanlarla, Bedir harbine çıkan­lar müsâvî olmazlar.[17]

BEDİR HARBİ’NE KATILAN SAHÂBÎLERİN SAYISI BABI


... Bize Şu’be, Ebû İshâk’tan tahdîs etti ki, el-Berâ İbn-i Âzib (r.a.): --- (Bedir harbi zamanında) ben ve İbn-i Ömer küçük sayıldık, de­miştir. Ve bana Mahmûd İbn-i Gaylân tahdîs etti: Bize Vehb İbn-i Cerîr, Ebû İshâk’tan tahdîs etti ki, el-Berâ İbn-i Âzib (r.a.): --- Bedir harbi günü ben küçük sayıldım, İbn Ömer de küçük sayıldı. Bedir günü Muhacirler altmış küsur kişi, Ensâr da ikiyüzkırk küsur kişi idiler, demiş­tir.

... Ebû İshâk dedi ki: Ben el-Berâ (r.a.)’dan işittim, şöyle di­yordu: --- Bana Bedir’de hazır bulunanlardan olan Muhammed’in sahâbîleri tahdîs ettiler ki, onlar, Tâlût’un Ürdün Nehri’ni kendisiyle beraber geçen sahâbîlerinin sayısı kadar, yânî üçyüzon küsur kişi imişler. el-Berâ (devamla): --- Hayır vallâhi Tâlût ile beraber nehri yalnız mü’min olan geçti, demiştir.

... el-Berâ (r.a.) şöyle demiştir: Biz Muhammed’in sahâbîleri, Bedir sahâbîlerinin sayısı, Tâlût’Ia beraber Filistin Nehri’ni ge­çen Tâlût’un sahâbîlerinin sayısı üzeredir. Tâlût’la beraber o nehri ancak mü’min olan üçyüzon küsur kişi geçmiştir, diye konuşur idik.

... el-Berâ (r.a.) şöyle demiştir: Biz, Bedir sahâbîleri, Tâ­lût’la beraber nehri geçen Tâlût’un sahâbîleri sayısında olarak üçyü­zon küsur kişidir. Tâlût’un beraberinde ancak mü’min olan geçmiştir, diye konuşur idik.[18]

PEYGAMBER(S.A.V.)’İN KUREYŞ KÂFİRLERİNDEN ŞEYBE İBN RABÎA, UTBE VE EBÛ CEHL İBN HİŞÂM ALEYHİNE BEDDUA ETMESİ VE BUNLARIN HELAK OLMALARI BABI


... Abdullah İbn-i Mes’ûd (r.a.) şöyle demiştir: --- Peygamber (s.a.v.) Ka’be-ye doğru yöneldi de Kureyş’ten şu birkaç kişi aleyhine:

Şeybe İbn-i Rabîa,

Utbe İbn-i Rabîa,

el-Velîd İbn-i Utbe

Ebû Cehl İbn-i Hişâm, aleyhine beddua etti.

İbn Mes’ûd: --- Ben Allâh’a şehâdet ederim ki, bu kimselerin dör­dünü de Bedir sahasında yere serilmiş gördüm; o gün havası sıcak bir gün olduğundan, güneş onların renklerini siyaha değiştirmişti, de­miştir.[19]

EBÛ CEHLİN ÖLDÜRÜLMESİ BABI[20]


... Kays İbn-i Ebî Hazım, Abdullah İbn-i Mes’ûd (r.a.)’dan ha­ber verdi ki, o, Bedir günü kendisinde az bir hayât eseri kalmış hâl­deyken Ebû Cehl’in yanına gelmiş. Ebû Cehl’i tanıyıp: --- Allâh seni zelîl eylesin ey Allâh’ın düşmanı, demiş. Bunun üzerine Ebû Cehl: --- Beni niye horluyorsun? Sizin öldürdüğünüz kişiden daha şe­reflisi olur mu? Demiştir.

... Enes İbn-i Mâlik (r.a.) şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.): --- "Ebû Cehl ne yaptı (ne oldu)? Kim bakar anlar?" buyurdu, İbn-i Mes’ûd: --- Ben bakar anlarım, diyerek) gitti. Ve Ebû Cehl’i, Afra kadının iki oğlu (Muâz ve Muavviz) vurmuşlar da nihayet onu ölüm hâlinde buldu.

İbn Mes’ûd: --- Â sen misin Ebû Cehl? (Vuruldun mu?) dedi. Enes dedi ki Sonra İbn Mes’ûd, Ebû Cehl’in sakalından yakala­dı.

Ebû Cehl: --- Sizin öldürdüğünüz kişinin fevkinde bir kimse var mıdır? Yâhud:--- Kendi kavminin öldürdüğü kişinin üstünde bir kimse var mı? Râvî Ahmed İbn-i Yûnus: --- Sen Ebû Cehl misin? Şeklinde söylemiş.

... Enes İbn-i Mâlik (r.a.) şöyle demiştir: --- Peygamber (s.a.v.) Be­dir harbi gününde: --- "Ebû Cehl ne yaptı?" diye sordu. İbn Mes’ûd hemen gitti ve Ebû Cehl’i, Afra kadının iki oğlu vur­muş da nihayet onu ölüm hâlinde bulmuş, ve sakalından tutmuş da:

--- Sen misin yâ Ebâ Cehl? Demiş.

Ebû Cehl de: --- Kendi kavminin öldürdüğü kişinin fevkinde bir kimse var mı­dır? Yâhud da: --- Sizin öldürdüğünüz kişinin üstünde bir kimse var mıdır?de­miştir.[21]

Bana İbnu’l-Müsennâ tahdîs etti: Bize Muâz ibnu Muâz haber verdi: Bize Süleyman et-Teymî tahdîs etti: Bize Enes İbn-i Mâlik (r.a.) geçen hadîsin benzerini haber verdi.

Bize Alî ibnu Abdillah el-Medînî tahdîs edip şöyle dedi: Ben Yûsuf ibnu’l-Mâcişûn’dan yazdım; o da Salih İbn-i İbrahim’den; o da babası İbrahim’den; o da Salih’in dedesi Abdurrahmân İbn-i Avf’tan; Bedir kıssası hakkında, yânı Afra kadının iki oğlu (Muâz ve Muavviz) hadîsini almıştır.[22]

... Bize Ebû Miclez, Kays İbn-i Ubâd’dan tahdîs etti ki, Alî İbn-i Ebî Tâlib: --- Ben kıyamet gününde Rahmân’ın huzurunda müşriklerle mu­hakeme olmak üzere duruşmak için ilk diz çöken kimse olacağım, demiştir.

Ve bu hadîsin râvîsi Kays İbn-i Ubâd:

﴿هٰذَانِ خَصْمَانِ اخْتَصَمُوا ف۪ى رَبِّهِمْۘ فَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا قُطِّعَتْ لَهُمْ ثِيَابٌ مِنْ  نَارٍۜ يُصَبُّ مِنْ فَوْقِ رُؤُ۫سِهِمُ الْحَم۪يمُۚ ﴿١٩﴾ يُصْهَرُ بِه۪ مَا ف۪ى بُطُونِهِمْ وَالْجُلُودُۜ ﴿٢٠﴾ وَلَهُمْ مَقَامِعُ مِنْ حَد۪يدٍ ﴿٢١﴾ كُلَّمَآ اَرَادُٓوا اَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا مِنْ غَمٍّ اُع۪يدُوا ف۪يهَا وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ۟ ﴿٢٢﴾ [سورة الحج: ٢٢/١٩-٢٢]
“İşte iki hasım taraf ki, (yâni imân edenlerle etmeyenler) Rableri hakkında tartışmaya girmişlerdir. Bunlardan inkâr edenler için ateşten giysiler biçilmiştir. Başlarının üstünden de kaynar su dökülür. Onunla, karınlarının içindekiler ve derileri eritilir. Onlar için bir de demirden topuzlar vardır. Her ne zaman cehennemden, o ızdıraptan çıkmak isteseler, oraya geri döndürülürler ve onlara, “Tadın yangın azabını” denilir.”[23]
--- Âyet-i Kerîmesi, bizim hakkımızda indi, demiştir.
... Kays (İbn-i Ubâd) şöyle demiştir: Ben Ebû Zerr (r.a.)’den işittim, o kuvvetli bir yemîn ederek: --- Şübhesiz "Bu iki sınıf, Rabbleri hakkında birbirleriyle da'vâlaşan hasım iki zümredir..."[24] Âyeti, Bedir harbi günü birbirleriyle cenk etmek için ortaya çıkan bu altı kişi hakkında inmiştir. Demiş ve yukarıda geçen hadîsteki gibi o altı ismi saymıştır. Bunlar:[25]

ÎMÂN EDENLER!..

    (1)    Hz. Hamza (r.a.),

    (2)    Hz. ‘Ali (k.v.),

    (3)    Hz. ‘Ubeyde –yâhud- Ebû ‘Ubeyde İbnü’l-Hâris (r.a.);

DİĞER TARAF; ÎMÂN ETMEYENLER!..

    (1)    Şeybe İbn-i Rabîa (lânetüllâh),

    (2)    Utbe İbn-ü Rabîa (lânetüllâh),

    (3)    el-Velîd İbn-i Utbe (lânetüllâh).
… Bize Süleyman et-Teymî, Ebû Miclez’den tahdîs etti ki, Kays İbn-i Ubâd şöyle demiştir: Alî (r.a.): --- Şu "İki sınıf, Rabbleri (nin dîni) hakkında birbirleriyle da’­vâlaşan hasım iki zümredir..."[26] Âyeti bizim hakkımızda indi, demiştir.
... Ebû İshâk şöyle demiştir: --- Bir adam el-Berâ İbn-i Âzib’e: --- ‘Alî Bedir’de hazır bulundu mu? Diye sordu; ben de işitiyor­dum. el-Berâ (r.a.): --- Evet ‘Alî Bedir’de üst-üste iki zırh giyerek düşman ile cenkleş­mek için ortaya çıktı (ve düşmanını yendi), dedi.
… Abdurrahmân İbn-i Avf (r.a.) şöyle demiştir: --- (Mekke’de­ki malımı ve ailemi muhafaza etmesi için) ben Umeyye İbn-i Halefe bir mektûb yazıp (onunla karşılıklı) ahidleştim. Nihayet Bedir günü olunca... Râvî Abdurrahmân İbn-i Avf, hadîsin burasına ulaşınca Umeyye’nin ve oğlunun oradaki öldürülüşünü zikretmiştir. Bu öldürme ön­cesinde Bilâl (Umeyye’yi kaçıyor görünce: --- Bu Umeyye İbn-i Haleftir, yakalayınız!) eğer Umeyye bu defa kurtulursa, ben kurtulmam, demiştir.[27]
… Abdullah İbn-i Mes’ûd (r.a.)’dan (o şöyle demiştir): --- Pey­gamber (s.a.v.) -Mekke’de iken- Ve’n-Necmi Sûresi’ni okudu da, bu sû­renin sonunda secdeye vardı. Beraberinde bulunanlar da (mü’min müşrik) hep secdeye vardılar, yalnız bir ihtiyar vardı ki, o bir avuç toprak alıp onu alnına yükseltti ve:
--- Bu kadarı bana yeter, dedi.
Abdullah: Yemîn olsun o kimseyi ben, sonra Bedir’de kâfir ola­rak öldürülmüş gördüm, demiştir.
Bana İbrâhîm İbn-i Mûsâ haber verdi. Bize Hişâm ibnu Yûsuf, Ma’mer İbn-i Râşid’den; O da Hişâm’dan tahdîs etti ki, babası Urve İbnu’z-Zubeyr şöyle demiştir: Zubeyr’de üç kılıç darbesi vardı. Bunlardan biri omuz kökünde idi.
Urve dedi ki: Ben -çocuk iken- bu kılıç darbelerinin çukurluğu içine parmaklarımı sokar, oynardım.
Urve dedi ki: Bu yaraların ikisi Bedir gününde vurulmuş, birisi de Yermûk günü vurulmuştu.
Urve dedi ki: Kardeşim Abdullah ibnu’z-Zubeyr şehîd edildiği zaman Abdulmelik İbn-i Mervân bana:
--- Yâ Urve! Zubeyr’in kılıcını tanıyor musun? Dedi.
Ben: --- Evet tanıyorum, dedim.
Abdulmelik: --- O kılıçta ne vardı? Dedi.
Ben: --- O kılıcın ağzında bir kırık vardı ki, bu, Bedir günü kırılmıştı, dedim.
Abdulmelik: --- Sen doğru söyledin, dedi de Nâbiğâ’nın şu beytini okudu:
“Lâ aybe fîhim gayre enne suyûfehum,
Bihinne fulûlun min kırâ’ı’î-ketâibi.”
Sonra Abdulmelik o kılıcı Urve’ye geri verdi.
Hişâm: Biz o kılıca aramızda üçbin (dirhem) kıymet takdir et­tik. Onu vârislerimizden biri aldı. Ben onu kendim almış olmamı çok arzu ederdim, demiştir.[28]
Bize Ferve, Alî İbn-i Mushir’den; O da Hişâm’dan tahdîs etti ki, babası Urve: Zubeyr’in kılıcı gümüşle süslenmiş idi, demiştir. Hişâm da: Babam Urve’nin kılıcı gümüşle süslenmiş idi, demiştir.
... Hişâm İbn-i Urve, babası Urve’den şöyle haber vermiş­tir: Yermûk harbinde Rasûlüllâh’ın sahâbîleri Zubeyr’e: --- Haydi, Rûmlar’a şiddetli bir saldırışla saldır da, biz de senin­le beraber şiddetle saldıralım, dediler.
Zubeyr: --- Eğer ben saldırırsam, sizler yalan çıkar, arkaya dönersiniz, dedi.
Bunun üzerine mücâhid sahâbîler: --- Hayır yalan çıkmaz, geriye dönmeyiz, dediler.
Bu söz akabinde Zubeyr, Rumlar üzerine bir hücum yaptı. Nihayet onların harb şaftlarını yarıp onlardan öteye geçti. Zubeyr bu yarmayı, yanında hiçbir kimse bulunmadığı hâlde yapmıştı. Sonra Zubeyr arkadaşlarına doğru yönelerek dönüp geldi. Rumlar onun atının dizginini yakalamışlar da ona, boynu ile kürek kemiği arasından iki darbe vurmuşlar. Bu iki darbenin arasında Bedir gününde vuru­lan üçüncü darbe izi vardı.
Urve: --- Ben çocuk iken bu darbelerin çukurlukları içine parmaklarımı sokar, oynardım, demiştir.
Yine Urve: Zubeyr’in beraberinde o gün (yâni Yermûk vak’ası günü) Abdullah İbnü’z-Zubeyr de vardı. Abdullah İbnu’z-Zubeyr on yaşında idi. (İbn-i Hacer: Küsuru söylemedi, oniki yaşında idi, demiştir.) Babası onu bir ata bindirdi de, gözetip koruması için ona bir ada­mı vekîl ta’yîn etti.[29]
... Katâde şöyle demiştir: Bize Enes İbn-i Mâlik (r.a.), Ebû Talha’dan şöyle zikretti: Peygamber (s.a.v.) Bedir günü harb sonunda Kureyş şeriflerinden yirmidört kişinin cesedlerinin bir araya toplanma­sını emretti de, bunlar Bedir kuyularından pis ve pis şeyleri içine alan bir kuyuya atıldılar. Peygamber düşman bir kavme gâlib olunca, onun açık bir sahasında üç gece kalmak âdetinde idi. Bedir harbinin üçün­cü günü olunca da Peygamber, devesinin getirilmesini emretti. Yol ağırlığı deveye yüklenip bağlandı. Sonra Peygamber yürüdü, sahâbîleri de kendisinin ardı sıra yürüdüler.
Sahâbîler birbirlerine: --- Herhalde Peygamber bâzı ihtiyâcı için gitmektedir sanıyoruz, dediler. Nihayet Peygamber, öldürülen Kureyş ileri gelenlerinin atıldık­ları kuyunun bir tarafında durdu da onları kendi adlarıyla ve baba­larının adlarıyla şöyle çağırmaya başladı:
--- “Yâ Fulân oğlu Fulân, yâ Fulân oğlu Fulân! Siz Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat etmiş olsaydınız, itaatiniz sizleri sevindirir miydi? (Ey öldürülenler!) Biz, Rabb’imizin bize va’dettiği nusrat ve zaferi muhakkak surette gerçek bulduk. Siz de (bâtıl) rabbinizin va’dettiği nusrat ve zaferi gerçek buldunuz mu?" buyurdu.
Râvî Ebû Talha dedi ki: Ömer: --- Yâ Rasûlallâh! Kendilerinde ruhları bulunmayan şu cesedlere ne söylüyorsun? Dedi.
Bunun üzerine Rasûlüllâh (s.a.v.): --- “Muhammed’in nefsi elinde olan Allâh’a yemîn ederim ki, benim söylemekte olduğum sözleri sizler onlardan daha iyi işitir değilsiniz" buyurdu.
Katâde: --- Allâh onları ayıplamak, küçültmek, azâb etmek ve kaçırdıkları fırsatlara yanmaları, yaptıkları zulümlere pişmanlık duymaları için, Bedir kuyusundaki cesedlere Peygamber’in hitabesini işittirecek derecede hayât vermiştir,demiştir.[30]
... Bize Amr İbn-i Dînâr, Atâ İbn-i Ebî Rebâh’tan tahdîs etti ki, İbn-i Abbâs (r.a.) ---
﴿اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ كُفْرًا وَاَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ  الْبَوَارِۙ ﴿٢٨﴾ جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَاۜ وَبِئْسَ الْقَرَارُ [سورة إبراهيم: ١٤/٢٨-٢٩]
“Allah’ın nimetini küfre değişenleri ve kavimlerini helâk yurduna, yaslanacakları cehenneme sürükleyenleri görmedin mi? O, ne kötü duraktır! (karargâhtır!)[31]
Kavlinin tefsiri hakkında: --- O ni’meti küfre değiştirenler vallâhî Kureyş kâfirleridirler, demiştir.
Amr İbn-i Dînâr da: --- Onlar Kureyş’tir, Muhammed (s.a.v.) ise Allâh’ın ni’metidir. Ku­reyş kendilerine tâbi’ olan kavimlerini Bedir günü helak yurduna, yâni cehenneme sokmuşlardır, demiştir.[32]
... Urve şöyle demiştir: --- Âişe (r.anhâ)’nin yanında, İbn Ömer’in "Şübhesiz ölü, kabrinde kendi ailesinin ona ağlamasından dolayı azâb edilir" sözünü Peygamber’e yükselttiği zikrolundu.
Bunun üzerine Hz. Âişe: --- İbn-i Ömer yanılmıştır; Allâh ona rahmet etsin. Rasûlüllâh an­cak: --- "Şu muhakkak ki, ölü kendi hatâsı ve günâhı sebebiyle azâb olunmaktadır; hâlbuki şimdi ehli onun üzerine ağlamaktadır" buyur­muştur, dedi.
Hz. Âişe devamla dedi ki: --- Bu İbn-i Ömer’in naklettiği "Rasûlüllâh, içinde müşriklerden Bedir’de öldürülenler bulunan kuyunun üzerinde dikeldi de o cesed­lere hitaben söylediğini söyledi. --- “O cesedler benim söylemekte oldu­ğum sözleri muhakkak işitmektedirler" sözlerinin benzeridir. Rasûlüllâh ancak: --- "Onlar şimdi benim kendilerine söylemekte olduğum söz­lerin hakk olduğunu bilmektedirler" buyurmuştur, dedi.
Sonra Hz. Âişe (kendi te’vîlinin doğruluğuna delîl getirerek):
﴿اِنَّكَ لَاتُسْمِعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَآءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ [سورة النمل: ٢٧/٨٠]
“Şüphesiz sen ölülere duyuramazsın. Arkalarına dönüp kaçarlarken sağırlara da çağrıyı duyuramazsın.”[33]
﴿وَمَا يَسْتَوِى الْاَحْيَآءُ وَلَاالْاَمْوَاتُۜ اِنَّ اللّٰهَ يُسْمِعُ مَنْ يَشَآءُۚ وَمَآ اَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِى الْقُبُورِ [سورة فاطر: ٣٥/٢٢]
“Diriler ile ölüler de bir olmaz. Allah, dilediğine işittirir. Sen, kabirde bulunanlara işittirecek değilsin.”[34] Âyetlerini okudu.
Hz. Âişe: --- Onlar cehennemden oturacakları yerlerini aldıkları zaman... Diyordu.[35]
... Abdullah İbn-i Ömer (r.a.) şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.), Bedir kuyusu üzerinde durdu da, içindeki ölülere hitaben: --- "Siz, Rabb’inizin va’dettiği ikâbı[36]hakk buldunuz mu?" bu­yurdu.
Sonra da: --- "Şübhesiz şimdi onlar benim kendilerine söylemekte olduğum şeyi işitmektedirler" diye ekledi.
İbn Ömer’in bu hadîsi Hz. Âişe’ye zikrolununca, Hz. Âişe: --- Peygamber (s.a.v.)ancak "Onlar şimdi benim kendilerine ötedenberi söylemekte olduğum (tevhîd, îmân ve bunların gayrı) şeylerin hakk olduğunu bilmektedirler" buyurmuştur, dedi. Sonra, yukarıdaki Âye­t-i Kerîmeler’i okudu.

BEDİR HARBİNDE HAZIR BULUNANLARIN ÜSTÜNLÜĞÜ BÂBI

 

DEVAM EDECEK...

 

 





[1] el-Mağâzî, ğayn’ın fethi ve noktalı zâ’m sükûnu İle bir nesneyi irâde ve taleb ey­lemek, kasdeylemek ve düşmanla cenk ve kıtal eylemeye gitmek ma’nâlannadır. el-Mağzâ ve’t-Tağziye, bir adamı gazaya hami eylemek, gaza ettirmek. el-Mağzâ, mecra vezninde mekân ismidir; maksad ve meram ma’nâsınadır. Kelâmın mağzâsı, maksadı ma’nâsmadır. el-Mağâzî, mîm’in fethiyle, gâzîler kısmının, menkabeteri ve dâstânlanna denir; siyer ve şeh-nâme gibi. Mağâzî Kitabı bu ma’nâdandır. Şârih der ki, bu­nun müfredi yoktur yâhud müfredi Mağzâ ve Mağzât kelimeleridir (Kaamûs Ter,). Mağâzî, Mağzâ ve Mağzât’ın cem’i olduğuna ve bunlar da mîmli masdar veya mekân ismi olabileceğinden, bu, Peygamber’in gazve menkabeleri veya Pey­gamber’in gazve sahaları diye terceme edilebilir. Bu başlık, Peygamber’in sâdece harb ve cihâd menkabeleri, askerî hare­ketleri değil, Medine’de kurduğu islâm Devleti’nin dînî, siyâsî, hukukî ve icti-mâî bütün hayâtı ve faaliyetlerini içine almaktadır. Peygamber Mekke’de harbe izinli değildi, tslâm hukukunda insanlar ara­sında aslolan sulh ve musâlemet dâiresinde münâsebettir. Harbe zaruret Üzeri­ne başvurulur. Peygamber Medine’ye geldiğinde yine bu esas üzerine yürümüştür. Fakat islâm’ı ve müslümânlan savunmak İhtiyâcı belirince, evvelâ savunma har­bine izin verildi.
[2] Bir ara Rasûlullah harb sahasını gezdi. Eliyle işaret ederek ve Kureyş ileri gelen­lerinin adlarını birer birer sayarak: Inşâallah şurası Fulamn öleceği yerdir. Bu­rası da Fulamn, burası da Fulanın! diye göstermiş; hakîkaten haber verdiği kimselerden hiçbirisi, Peygamber’in gösterdiği noktadan ileri geçemeyip oraya devrilmiştir (Zâdu ‘1-Meâd.)
[3] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Bedir’de öldürülecek kimseleri haber vermiş, işte bu Umeyye de Bedir’de öldürülmüştür. Bu, Pey-gamber’in en belîğ mu’cizelerindendir. Bu sebebden dolayı bu hadîsin diğer bir rivayeti Peygamberlik Alâmetleri Bâbı’nda da geçmişti. Umeyye İbn-i Halefin öldürülmesi hakkında birkaç rivayet vardır. Mûsâ İbn-i Ukbe’ye göre, onu öldüren, Ensâr’dan Mazin oğulları’ndan bir adamdır. Mu-hammed İbn-i Ishâk’a göre Umeyye’nin ortak kaatilleri Muâz İbn-i Afra ile Hâri­ce İbn-i Zeyd ve Habîb İbn-i isaftır. Bir kavle göre Bilâl Habeşî, Ensâr’dan birkaç zât ile birlikte karşısına çıkıp hayâtına son verdiler. Pek şişman olan vücûdu şiştiği ve gömülmesine çâre bulunamadığı için tamamen örtülünceye kadar üze­rine toprak yığdılar. Sonra İaşesi Bedir kuyusuna sürüklenirken parça parça ol­du. Bu Umeyye, Rasûlullah ile alay edenlerden biri olup "Veylun li-kulli hümeze" Sûresi onun hakkında inmişti. Mekke’de iken kölesi olan Bilâl’e İslâm Dîni’-nden dönmesi için türlü türlü işkenceler yapardı. Bedir’deki o meşhûf kuyuya, onunla birlikte yirmidört kadar Kureyş önde geleni atılmıştır.
[4] Bedir, Medine’den yüzyirmi fersah uzaklıkta bir yerin adıdır. Câhiliyet devrin­deki panayır yerlerinden biri olup suyu, muz ve üzüm bağları vardır. Küçük ve Büyük olmak üzere iki Bedir gazası vardır. Küçüğüne Birinci Be­dir de denilir. Bu, Peygamber’in Uşeyre’den dönüşünden on gün sonradır. Se­bebi de Kureyş başkanlarından Kürz İbn-i Câbir’in bir müfreze ile Medîne korularına kadar gelerek Medîneliler’in hayvanlarını sürüp götürmesidir. Bu vak’a üzerine Peygamber, Muhacirler’den bir fırka ile Kürz’ün arkasından gitmiş ve Bedir ya­kınma kadar varmış, Kürz savuşup gitmiş bulunduğundan, Medine’ye dönmüştür. Bu başlıkta kasdedilen Büyük Bedir gazâ’sıdır, Uşeyre seferinin sebebi olan Ebû Sufyân kaafilesinin Şam’dan dönüşünü önlemek maksadıyle yapılmıştır. Bu, zengin bir ticâret kaafılesi olup, kırk kişi ile korunuyordu. Peygamber Üç-yüzon küsur kişi ile hareket etti. İki atlı ve yetmiş develeri vardı. Mekkeüler Ebû Sufyân kervanını kurtarmak için 950 veya 1000 kişi ile Mekke’den hareket etti­ler. Yüz atlı, yüz hecin süvârîsi, geri kalanı da piyade idi.
[5]Âl-i ‘Imrân Sûresi, 123-127.
[6] Âyette sözü edilen iki taife, Kureyş müşriklerinin Mekke’ye gitmekte olan silâhsız ticaret kervanı ile Mekke’den Bedir’e doğru hareket etmiş olan Kureyş ordusudur. Müslümanlar, orduyla savaşmak yerine, kervanı basarak ganimet elde etmek istemişlerdi.
[7] Enfâl Sûresi, 8/7.
[8] Buhârî buradaki âyetleri Bedir Harbi’nde İki taraf kuvvetleri ve sayılarının farklı olmasına rağmen, müslümânların zaferle va’dedilmiş olduklarını işaret için zik­retmiştir. Vahşî’nin sözünü Uhud Harbi kısmında senediyle getirmiştir.
[9] Îtab: Azarlamak, tekdir etmek.
[10] Bu seferde karşı çıkılacak kervan zayıf olduğu için fazla önem verilmemiş ve sefere katılmak serbest bırakılmıştı. İşte Ka’b İbn-i Mâlik bu sözleriyle Bedir har­bine katılmama sebebi olan bu serbest bırakılmayı ifâde etmiş oluyor. Ka’b’ın dediği gibi, Allah, müslümânlarla düşmanları olan Kureyş büyük ordusunu um­madıkları bir zamanda karşı karşıya getirdi. Müslümanlarda iki atlı vardı: Zu-beyr ibmı’l-Avvâm ile Mıkdâd ibnu’l-Esved. Yetmiş de develeri vardı, ikişer, üçer binmişlerdi. Altı zırh ve sekiz kılıçlan vardı. Rasûlullah, Ibnu Ümmİ Mektûm’u Medine’de kaymakam bırakarak, ramazânın sekizinci pazartesi günü hareket etti. Ruha mevkiinde Lubâbe İbn-i Abdilmunzir’i Medine’ye âmil ve muhafız ta’-yîn ederek geri gönderdi. Ordunun başkumandan sancağı demek olan livayı Mus’-ab İbn-i Umeyr’e verdi. Râye denilen İkinci derecedeki iki bayraktan birisini Alî İbn-i Ebî Tâlib’e, diğerini de Ensâr nâmına Sa’d İbn-i Muâz’a verdi. Bu suretle Bedir mevkiine doğru hareket edildi. Diğer taraftan Ebû Sufyân, Peygamber’in bu hareketini öğrenerek Mek­ke’ye haber gönderdi. Mekke zenginlerinin hepsi Ebû Sufyân kervanının ser­mâyesinde hisseli bulunduklarından, şehir heyecan içinde çalkalandı. Ebû Cehl’in kumandası altında bir ordu hazırlandı. Ebû Leheb’den başka bütün Mekke ile­ri gelenlerinin bu sefere katılması te’mîn edildi. Dokuzyüz elli veya bin mev-cûdlu olan bu orduda yüz atlı, yüz hecin süvârîli vardı. Geri kalanları piyade idi. Çoğunun arkasında zırh vardı. Bu ordu da Bedir’e doğru hareket etti. Ebû Sufyân, kervanı deniz sahili yoluyla Mekke’ye salimen ulaştırdı, fakat bu iki ordu Bedir’de karşı karşıya gelip çarpıştı. Neticede Mekkeliler’in, yirmidördü ileri gelenlerden olmak üzere, yetmişi ölü, yetmişi de esîr oİdu. Müslümanlar parlak bir zaferle Medine’ye döndüler.
[11] Burada Allah’ın yardımı bin melek aracılığı ile gerçekleşmiştir. Yoksa Allah Teâlâ dileseydi, tek bir melekle ya da aracısız olarak doğrudan doğruya yardım ederdi.
[12] Enfâl Sûresi, 8/9-13. Bu âyetlerde müslümânlann müşkil vaziyet karşısında Allah’a duaları, Yüce Al­lah’ın da onlara imdâd ve inayeti özetlenerek bildirilmiştir. Bedir’e varıldığı ge­ce, kuvvetli bir düşman karşısında bulunmalarına rağmen bütün ordu ferdlerinin tatlı bir uykuya dalmaları ve bu suretle şuur ve irâdelerinin yerine gelmesi, şüb­hesiz Allah’ın inayeti eseridir. O sabah dereler taşacak derecede bol yağmur yağ­mış, su kaplan doldurulmuş, abdest alınıp gusledilerek gönüllere gelen şeytân vesvesesi gitmişti. Hiç gezilmeyen kum sahası sertleşmiş, yürüme ve hareket ko­laylaşmıştı. Bunlar hep Allah’ın inayeti eseridir. Bedir’e varıldığında Sa’d İbn-i Muâz tarafından Rasûlullah için harb sahası­na y.akm bir düzlüğe gölgelenmek üzere bir çardak yapıldı. Rasûlullah ile Ebû Bekr burada oturdular.
[13] Mâide Sûresi, 5/24.
[14] Yukarıda mealleri verilen el-Enfâl Sûresi âyetleri ile bu İbn Mes ud hadisi Bedir seferi sırasında cereyan eden bir müzâkere safhasına işaret etmektedir. Bu mü­zâkereyi İbn Hişâm, es-Sîre’smde ve- oradan naklen Zâdu’l-Mead da tafsı atiy­le vermiştir. Özeti şudur: Rasûlullah, mütevâzî ordusuyla Bedir e doğru yollanıp Zafirân vâdîsine indiğinde Mekke’den kuvvetli bir Kureyş ordusunun hareket ettiğini haber aldı. Hiç hesâb edilmeyen bu hareket karşısında rnuslumanların vaziyeti müşkilleşti. Çünkü âyetteki ta’bîr veçhile, hor ve hakir bir mutreze ne büyük bir orduya karşı çıkmak ne kadar güç ise, Medine’ye gen dönmek de o derece âr ve utanmayı gerektirirdi. Bunun üzerine Peygamber bir istişare kur­du, durumu onlara haber verip Ensâr’ın, Muhâcirler’in ayrı ayrı görüşlerim al­dı. Kimisi Kureyş kervanı üzerine gitmeyi, kimisi gelen büyük orduya karşı çıkılması görüşlerini ileri sürdü. Bu arada Cibrîl gelip iki taifeden gayn muayyen birinin müslümânlar için va’d edildiğini müjdeledi. Uzun müzâkereden sonra Peygamber: "Haydi Allah ‘m bereketine doğru yürüyünüz. Size müjdelerim Ki^ Allah bu iki taifenin birisini kat’îsurette va’d etmiştir, zafer muhakkaktır... Buyurmuş ve Bedir’e doğru hareket edilmişti. Bu İbn Mes’ûd hadîsinde nakledilen Mıkdâd’ın bu güzel sözü, işte o müza­kere esnasında söylenmiş ve onun bu sözleri de Peygamber’i sevindirmişti.
[15] Kamer Sûresi, 54/45.
[16] Bu âyet Mekke’de indiği hâlde, hükmü, hicretten sonra vukû’a gelen Bedir mu­harebesinde gerçekleşmiştir. Ömer (r.a.) şöyle demiştir: Bu âyet inince hükmü­nün ne zaman, nerede gerçekleşeceğini bilmiyordum. Rasûlullah (s.a.v.) Bedir günü zırhını giyip de bu âyeti okuyunca, o zaman bunun hakîkatına vâkıf oldum. (Beydâvî, Şeyhzâde, Medârik.) Allah’ın bütün peygamberler hakkındaki va’di şudur:
﴿ وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَل۪ينَۚ ﴿١٧١﴾  اِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَۖ ﴿١٧٢﴾وَاِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ ﴿١٧٣﴾[سورة الصآفات: ٣٧/١٧١-١٧٣]
“Andolsun, peygamber olarak gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti: Onlara mutlaka yardım edilecektir. Şüphesiz ordularımız galip gelecektir.” (Sâffât Sûresi, 37/171-173.)
[17] Hadîsin başlığa uygunluğu, Bedir harbinde hazır bulunanlarla, onda hazır bu­lunmayan kimseler arasında müsâvîlik olmadığını beyân etmesi yönündendır. İbn Abbâs’ın bu sözü en-Nisâ: 95. âyetinin baş tarafına bir tefsirdir. Aye­tin tamâmı şöyledir:
﴿ لَا يَسْتَوِى الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ غَيْرُ اُ۬ولِى الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ دَرَجَةًۜ وَكُلًّا وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜ وَفَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ اَجْرًا عَظ۪يمًاۙ ﴿٩٥﴾ دَرَجَاتٍ مِنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةًۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا۟ ﴿٩٦﴾ [سورة النسآء: ٤/٩٥-٩٦]
“Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla, canlarıyla cihad edenleri, derece itibariyle, cihattan geri kalanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah (mü’minlerin) hepsine de en güzel olanı (cenneti) va’detmiştir. Ama mücahitleri büyük bir mükâfat ile kendi katından dereceler, bağışlanma ve rahmet ile cihattan geri kalanlara üstün kılmıştır. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Nisâ Sûresi, 4/95-96.)
[18] Hadîslerin başlığa uygunluğu açıktır. Bunlar ayrı ayrı senedterle el-Berâ’dan gelen rivayetlerdir. Bunlarda adı geçen Tâlût, Kur’ân’da şöyle geçer:
﴿ وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اللّٰهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًاۜ قَالُوا اَنّٰى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ اَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِنَ الْمَالِۜ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰيهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِى الْعِلْمِ وَالْجِسْمِۜ وَاللّٰهُ يُؤْت۪ى مُلْكَهُ مَنْ يَشَآءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ ﴿٢٤٧﴾ وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اٰيَةَ مُلْكِه۪ٓ اَنْ يَاْتِيَكُمُ التَّابُوتُ ف۪يهِ سَك۪ينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ اٰلُ مُوسٰى وَ اٰلُ هٰرُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ اِنَّ ف۪ى ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ۟ ﴿٢٤٨﴾ فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍۚ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّ۪ىۚ وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَإِنَّهُ مِنّ۪ىٓ اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه۪ۚ فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَل۪يلًا مِنْهُمْۜ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۙ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ۜ قَالَ الَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِإِذْنِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ ﴿٢٤٩﴾ وَلَمَّا بَرَزُوا لِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ قَالُوا رَبَّنَا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَۜ ﴿٢٥٠﴾ فَهَزَمُوهُمْ بِإِذْنِ اللّٰهِۙ وَقَتَلَ دَاوُ۫دُ جَالُوتَ وَاٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ۫ مِمَّا يَشَآءُۜ وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ الْاَرْضُ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَ ﴿٢٥١﴾ [سورة البقرة: ٢/٢٤٧-٢٥١]
 “Peygamberleri onlara, “Allah, size Tâlût’u hükümdar olarak gönderdi” dedi. Onlar, “O bizim üzerimize nasıl hükümdar olabilir? Biz hükümdarlığa ondan daha lâyığız. Ona zenginlik de verilmemiştir” dediler. Peygamberleri şöyle dedi: “Şüphesiz Allah, onu sizin üzerinize (hükümdar) seçti, onun bilgisini ve gücünü artırdı.” Allah, mülkünü dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir. Peygamberleri onlara şöyle dedi: “Onun hükümdarlığının alameti, size o sandığın gelmesidir. (1) Onda Rabbinizden bir güven duygusu ve huzur ile Mûsâ ailesinin, Hârûn ailesinin geriye bıraktığından kalıntılar vardır. Onu melekler taşımaktadır. Eğer inanmış kimselerseniz, bunda şüphesiz sizin için kesin bir delil vardır. Tâlût, ordu ile hareket edince, “Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.” dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) “Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir. (Tâlût’un askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et. Derken, Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davud, Câlût’u öldürdü. Allah, ona (Davud’a)hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. Eğer Allah’ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir.” (Bakara Sûresi, 2/247-251.)
(1) --- Rivayete göre söz konusu sandık Tevrat’ın içinde bulunduğu sandıktır. İsrailoğullarının isyanı üzerine bu sandık ellerinden çıkmıştı.
O sırada Isrâîl oğulları, peygamberleri Şemuîl’e Amâlika’nın saldırısından şikâyet ederek Amâlika’nın Câlût’una karşı harb edebilecek bir kahramanın ken­dilerine melik ta’yîn edilmesini rica ederler. Şemuîl Peygamber’e Tâlût vahy-olunur. Tâlût, merkebini ararken Şemuîl’e rast gelir. O da: --- Ey Tâlût, Isrâîl oğulları’na melik oldun, der. İsrâîl oğullan’na da bu ta’yîni bildirir. Tâlût’un başına seksen bin İsrâîl oğulları mücâhidi toplanır. Fakat Şemuîl Peygamber bunların dönekliğini bildiği için, Tâlût’a, bunları şöyle bir imtihan etmesini söyler: Kim şu Ürdün Nehri’nin suyundan içerse o benim dînimden değildir. Her kim, de içmezse bendendir, der. Hepsi içer, yalnız Dâvûd Peygamber’in de içlerinde bulunduğu üçyüzon küsur kişi içmez ki, Bedir mücâhidleri sayısına denktir. Tâlût ile Câlût arasında Havrân’da harb olur. Dâvûd, Câlût’u öldürür. Bir müddet sonra Şemuîl de ölür. Tâlût kırk sene adalet ve basiretle hükümrân olur.
[19] Bu hadîs Abdest Alma, Namaz ve Cihâd Kitâbları'nda da geçmişti. Peygamber Ka'be'de namaz kılarken, bu kimseler O'nunla eğlenmişler, biri de yeni boğaz­lanmış bir devenin döl yatağını getirip secdede iken Peygamber'in sırtı üzerine koymuş, kızı Fâtıma gelip bunu sırtından kaldırdıktan ve Peygamber de böylece namazını tamamladıktan sonra birer birer bu kimselerin isimlerini söylemek suretiyle, aleyhlerine beddua etmişti. İşte bu beddua Bedir'de gerçekleşmiş ve o kimselerin hepsi Bedir'de öldürülmüşlerdir.
[20] Ebû Cehl, ismi Amr ibn Hişâm ibni'l-Mugîre'dir, künyesi Ebû'l-Hakenı yâhud Ebû'I-Velîd idi de, Peygamber tarafından Ebû Cehl'e değiştirilmiş ve: "Bu, üm­metin fir'avnıdir" buyurulmuştur.
Ebû Cehl, müslümânlarm en azgın düşmanı ve bu düşmanca hareketlerin başlıca müsebbibi olduğundan bunun öldürülmesi keyfiyeti apayrı bir bâb tah-sîs edilerek burada getirilen hadîslerde iyice belirtilip ortaya konulmuştur.
[21] Buhârî bu Enes hadîsini burada ayrı ayrı tarîklerden ve bâzı lâfız farklafıyle arka arkaya birbirini tamamlar şekilde getirmiştir. İbn Mes'ûd'un: --- Â! Sen misin Ebû Cehl? Demesi, sakalından tutup çekmesi kavlen ve fiilen intikaam almak gâyesiyledir. Çünkü Ebû Cehl, Mekke'de ibn Mes'ûd'a çok ezâ ve cefâ etmişti. Ebû Cehl'in: Sizin öldürdüğünüz, yâhud: Kav­minin öldürdüğü kişinin fevkinde kimse var mıdır? Sözleri de bu yolda ölüm ne benim için küçüklüktür, ne de senin için bir şereftir, demek istemiştir.
[22] Bu hadîsin bir rivayeti Beşte bir Kitâbı'nda da geçmişti.
[23] Hacc Sûresi, 22/19-22.
[24] Hacc Sûresi, 22/19.
[25] Buhârî bu hadîsleri ayrı senedlerle ve bâzı lâfız farklanyle birbirini açıklar ve te'yîd eder bir surette böyle arka arkaya getirmiştir.İlk İslâm harbinin şu ilk mubârizleri hakkında inmiştir, demiş ve şöyle ilâve etmiştir: Onlar Bedir günü iki saff arasında tek başına kıtal için ortaya çıkan kimselerdir.
[26] Hacc Sûresi, 22/19.
[27] Bu hadîs, bu isnâd ve metinle Vekâlet Kitabı, "Bir müslümân bir harbîyi vekîl kıldığı zaman bâbı"nda, buradakinden daha bütün ve daha uzun olarak geç­mişti. Buradaki parantez içinde verilen kısımlar, o rivayetten alınmıştır.
[28] Başlığa uygunluğu, kılıçta Bedir günü kınlan bir kırık bulunmasıdır. Çünkü bun­da, Zubeyr'in Bedir vak'asında hazır bulunuşunu ve böylece Zubeyr'in Bedir sahâbîleri sayısına girdiğini apaçık söyleme vardır (Kastallânî).
[29] Başlığa uygunluğu "Bedir gününde vurulan (üçüncü) darbe izi" sözünden alı­nır. Çünkü bu söz, Zubeyr'in Bedir'de hazır bulunduğuna delâlet eder.
[30] Katâde'nin bu içtihadı, İbn Umer'in mezhebidir. Ona göre buradaki işitmek ha­kikat ma'nâsına hamledilir. Âişe ise, 29 rakamlı hadîste bunu ilimle te'vîl et­miştir. Âişe, "Sözlerimi sizden daha iyi işitirler" sözünü, "Sözlerimin hakk olduğunu şimdi pekiyi anlarlar" diye tefsir etmiştir. Peygamber'in bu veciz hitabesi eşsiz bir ilâhî intikaam idi. Bundan sonra Peygamber muzaffer olarak Medine'ye yollandı. İçlerinde birçok Kureyş ileri gelenleriyle Peygamber'in amcası Abbâs'ın da bulunduğu esirleri ve ganîmet mal­larını da beraber getirdiler. Safra mevkiinde ganîmet malları taksîm edildi. Nadr îbn Haris öldürüldü. Irk mevkiinde de Ukbe ibn Ebî Muayt'ın boynu vuruldu. Esîrler Medine'de taksîm edilip sâhiblerine esirlere iyi bakmaları tenbîh edildi. Zafer müjdecisi olarak Medine'ye Zeyd ibn Harise, Avâlî denilen Medine köy­lerine de Abdullah ibn Ravâha gönderilmişti. Bu zafer haberi ile Medine ve ci­van halkı çok sevindiler. Yahûdîler'le münafıklar da sindi.
[31] İbrâhîm Sûresi, 14/28-29.
[32] Hadîsin başlığa uygunluğu, İbn Abbâs'ın, ibrahim: 28-29 âyetlerinde zikredi­len kimselerin Kureyş kâfirleri olduğunu, bir tefsir olarak söylemesidir. Amr ibn Dinar'ın ifâdesi de bunun benzeridir.
[33]Neml Sûresi, 27/80.
[34]Fâtır Sûresi, 35/22.
[35] Aişe yâhud onun sözünü açıklayıcı olarak Urve, bu son sözüyle âyetteki mutlak nefyin, onların cehennemde İstikrar bulmaları haliyle kayıtlı olduğuna işaret et­miştir. Bu hadîsin değişik ve uzunca bir rivayeti Cenazeler Kitâbı'nda da geçmişti.
[36]İkâb: Ceza, cezalandırma.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder