18 Mart 2013 Pazartesi

ŞEHÎDLİK--- ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ--- PEYGAMBERİMİZ HZ. MUHAMMED S.A.V. ÇANAKKALE’DE... SÜTÇÜ İMÂM ALİ…


ŞEHÎDLİK







﴿ وَلَاتَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ أَمْوَاتًاۜ بَلْ أَحْيَآءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ ﴿١٦٩﴾ فَرِح۪ينَ بِمَآ أٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۙ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذ۪ينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْۙ أَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَاهُمْ يَحْزَنُونَۢ [سورة آل عمران:٣/ ١٦٩-١٧٠]

“Allâh yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allâh’ın, lütfundan kendilerine verdiği ni’metlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehîd olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.”[1]

ÂYET-İ KERÎME’NİN SEBEBİ NÜZÛLÜNE GELİNCE;

وَعَنْهُ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ لِاَصْحَابِه۪: إِنَّهُ لَمَّا أُص۪يبَ إِخْوَانُكُمْ بِأَحَدٍ جَعَلَ اللّٰهُ تَعَالٰي أَوْوَاحَهُمْ ف۪ي جَوْفِ طَيْرٍ خُضُرٍ تَرِدْ أَنْهَارَ الْجَنَّةِ تَأْكُلُ مِنْ ثِمَارِهَا وَتَأْو۪ٓى إِلٰى قَنَاد۪يلَ مِنْ ذَهَبٍ مُعَلَّقَةٍ ف۪ي ظِلِّ الْعَرشِ فَلَمَّا وَجَدُوا طَيِّبَ مَأْكَلِهِمْ وَمَشْرَبِهِمْ وَمَق۪يلِهِمْ قَالُوا: مِنْ يُبَلِّغُ إِخْوَانَنَا عَنَّا أَنَّنَا أَحْيَآءُ فِي الْجَنَّةِ نُرْزَقُ؟ لِئَلَّا يَزْهَدُوا فِي الْجنَّةِ وَلَايَنْكُلُوا عِنْدَ الْحَرْبِ. فَقَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: أَنَا أُبَلِّغُهُمْ عَنْكُمْ. فَأَنْزَلَ اللّٰهُ تَعَالٰى: ﴿وَلَاتَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ أَمْوَاتًاۜ بَلْ أَحْيَآءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ إِلٰٓى أٰخِرِ الْاٰيًاتِ. أخرجه أبو داود .

İbn-ü Abbâs (r.anhümâ) anlatıyor:--- “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ashâbına şöyle dedi:

--- “Uhud’da şehîd olan kardeşleriniz var ya! Allâh, onların ruhlarını yeşil kuşların içine koydu. Bunlar cennetin nehirlerine giden, cennet meyvelerinden yiyen ve Arş’ın gölgesine asılmış, altından kandillere girip istirahat eden kuşlardır. Şehîdler böylece güzel güzel yiyip içip dinlenince şöyle dediler:

--- “Kardeşlerimize bizden kim haber  götürecek ve bildirecek  ki bizler cennette  dirileriz, rızıklanıyoruz? Bu haber gitmeli ki onlar cennete karşı isteksiz olmasınlar ve harbde korkak  davranmasınlar!”

Allâh Teâla onlara cevâben:

--- “Sizin haberinizi ben duyuracağım” buyurdu ve şu Âyet-i Kerîme’leri indirdi: (Âl-i Imrân Sûresi, 3/169-170.)[2]

Bu husustaki Câbir (r.a.) hadîsinde o şöyle anlatıyor:

--- “Bir gün Allâh’ın Rasûlü (s.a.v.) bana rastladı,”

--- “Ey Câbir, seni biraz kırgın (üzgün) görüyorum, neden?” diye sordu,

Ben: --- “Ey Allâh’ın elçisi, babam Uhud’da şehîd oldu arkasında bir âile ve borç bıraktı.” dedim.

--- “Allâh’ın babanı ne ile ve nasıl karşıladığı husûsunda sana bir müjde vermiyeyim mi?” buyurdu, ben:

---”Evet ey Allâh’ın Rasûlü, müjdele.” dedim.

--- “Allâh, birisiyle konuşacağı zaman ancak bir perde arkasından konuşur. Ama babanı diriltti ve onunla yüzyüze, arada bir perde olmaksızın konuştu:

--- “Ey kulum, benden dilekte bulun, sana vereyim.” buyurdu. Baban: “Ey Rabbim, beni dirilt de senin yolunda cihadda tekrar öldürüleyim, şehîd olayım.” dedi.

Rabb Tealâ: --- “Hiç şüphesiz benim daha önceki Onlar oraya bir daha döndürülmeyecekler.” sözüm geçmiştir.” buyurdu.

Câbir der ki: Bunun üzerine bu Âyet-i Kerîme nâzil oldu.

Allâh (c.c.) yolunda (savaşta) canını fedâ eden Müslümana şehîd denir. Bu savaş, ister kişinin malını, isterse âilesini korumak için olsun farketmez.

KİMLER ŞEHÎD OLARAK ÖLÜRLER


﴿ وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ أَمْوَاتٌۜ بَلْ أَحْيَآءٌ وَلٰكِنْ لَاتَشْعُرُونَ [سورة البقرة:٢/١٥٤]

“Allâh yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.”[3]

﴿ ... وَلَنْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لِلْكَافِر۪ينَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ سَب۪يلًا۟ [سورة النسآء:٤/١٤١]

“ … Allâh, mü’minlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir.”[4]


  Kur’ân-ı Kerîm’de 6666 Âyet-ü Kerîme vardır…

  Namaz: 64 Âyet…

  Oruç: 3 Âyet…

  Hac: 12 Âyet…

  Zekat: 58 Âyet…

  Toplam: 137 Âyet…

  Namaz 9 sene sonra farz kılındı!..

  Oruç 12 sene sonra farz kılındı!..

  Hac 23 sene sonra farz kılındı!..

  Cihâd: 544 Âyet…

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ. ﴿ يَآ أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُۙ ﴿١﴾ قُمْ فَاَنْذِرْۙ ﴿٢﴾ وَرَبَّكَ فَكَبِّرْۙ [سورة المدثر:٧٤/١-٣]

Bismillâhirrahmânirrahîm. “Ey örtünüp bürünen (Peygamber!) (1) Kalk da uyar. (2) Rabbini yücelt.” (3)[5]

  Her ibâdetin günâh ve sevâbı ferdîdir!...

  Cihâd’ın günah ve sevâbı umumidir!..

  Yıkanmaz, kefenlenmez!..

  Şehîd acıyı da tatlıyı da duyar!..

  Rûhları cennette yeşil kuşlar olarak gezer!..

  Mîzânı yok!..

  Hiç kimse öldükten sonra geri gelmek istemez. Şehîd hâriç!..

  70 kişiye şefaat eder!..

  Cihâd’a koşarak gidilir, ama câmiye koşarak gidilmez mekrûhtur!..

  Eyyûb el-Ensârî onun için 90 yaşında bunun için istanbulu kuşatmaya katılmıştır.

ü  Dedelerimiz bunun için, Çanakkale, kurtuluş, trablusgarb, yemen vs. savaşlarını yapmışlardır!..

وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَٰهِ : مَنْ مَاتَ وَلَمْ يَغْزُ وَلَمْ يُحَدِّثْ نَفْسَهُ بِغَزْوٍ مَاتَ عَلٰى شُعْبَةٍ مِنَ النِّفَاقِ.

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: --- “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki:--- “Kim gazve yapmadan ve gazâ yapmayı temennî etmeden ölürse nifaktan bir şûbe üzerine ölmüş olur.”[6]

  Nifak: Genel mânâda münafıklıktır.

MELEKLERİN YIKADIĞI SAHÂBE: HANZALA B. EBÛ ÂMİR (r.a.)

  Hayyeale’l-Cihâd-i Yâ Hanzala!...

(Cinib olarak savaşa katılır ve şehîd olur, hanımı ağlar sızlar!...)

Sâlihâ hanımı Eşi: --- “Hanzale cünüptü! Savaş emrini duyunca yıkanmaya fırsat bulamadan evden çıkıp gitti! Yıkansaydı harbe geç kalacaktı!” dedi.

Resûli Ekrem Efendimiz (a.s.m.): --- “İşte melekler onu bunun için yıkadılar!” buyurdu.

HZ. NEVFEL (r.a.)’İN ŞEHÂDETİ

  Nevfel (r.a.) Efendimizin huzuruna geldi:

Ya Resûlallâh, ben dua edeyim siz de amin deyin dedi ve dua etmeye başladı.

- Ya Rabbi Nevfel kuluna şehidlik ihsan eyle... Bu iki oğlumu yetim, annelerini dul eyle.

  Kılıcını kuşandı, Resûlüllah’la beraber harbe iştirak etti. Şehid oldu.

  Cenazede Peygamber Efendimiz ayak parmaklarının ucuna basarak yürüdü. Bunun hikmeti sorulduğunda şöyle buyurdular:

--- “Beni Peygamber olarak gönderen Allâh’a yemin ederim ki, Nevfel’in cenazesine gelen meleklerin çokluğundan ayaklarımı basacak yer bulamıyorum bir melek kanadını benim ayaklarımın altına serdi ona basıyorum.”

  Harb bitmiş, Medineye dönüyorlardı. Peygamberimiz (s.a.v.) Nevfel’in şehid olduğunu hanımına söyleyemedi ve eliyle arka tarafı işaret etti.

  Arkada Hazreti Ali Kerremellahu Vechehü vardı. O da Resûlüllah söylemediğini görünce eliyle arkayı işaret edip geçti. Nevfel’in hanımı askerin en arkasından gelmekte olan Hazreti Ebu Bekir’in yanına varıp Nevfel’i sordu.

  Hazreti Ebu BEkir, Mübarek sakalını da ağzına alıp:

--- “Ya Rabbi! Habibin gönül yıkmaktan sakındı. Ben Nevfel’in şehid olduğunu söylersem Resûlüllah’a muhalefet etmiş olurum. Eğer söylemesem yalan söylemiş olurum. Sen bana yardım et. Ya bana ilhamla ne diyeceğimi bildir ya bu hatunun kalbine bir sabır ve tahammül gücü ver, diye dua ettikten sonra sakalını ağzına alarak: “Ya Allâh!” diye nida etti. Bir de baktılar ki, okun yaydan fırladığı gibi Hazreti Nevfel atına binmiş elinde kılınç olduğu halde tozu dumana katıp geliyor. Doğru Hazreti Ebu Bekir’in huzuruna gelip:

-Buyurun Ya Ebu Bekir! Beni mi çağırdınız? dedi.

 Hazreti Ebu Bakir’in elini öptü ve bütün eshabı selâmladı. Eshab bu işe hayret etmişlerdi.

 Gazadan dönen Resûlüllah her zaman ki gibi mescide girip iki rek’at namz kıldı. Nevfel de selâm verip girdi. Efendimiz:

--- “Bu Allâh’ın bir ayetidir, acaba kimin sebebiyle zuhur etti? dedikleri sırada, Cebrâîl aleyhisselam gelip Allâh’ın selâmını getirdi ve.

--- “Ya Resûlüllah şükür secdesi eyle! Cenab-ı Allâh İsa aleyhisselâm gibi senin eshabından birine de ölüleri diriltme selahiyetiverdi. Eğer Hazreti Ebu Bekir bir kere daha”Allâh” dese idi, Cenab-ı Allâh bütün şehidleri diriltecekti, buyurdu.

  Bunun üzerine Efendimiz(s.a.v.) kalkıp Hazreti Ebu Bekir’in sakalından öptü ve: --- “Hak Te’âlâ sana büyük ikramda bulundu. Allâh’a hamdolsun ki bana Hazreti İsa gibi ölüleri diriltme izni verilen bir ümmet verdi, dedi.

 Ondan sonra Hz. Nevfel iki oğula daha sahip oldu ve Yemame cenginde şehid edildi.

57. ALAY’İN KAHRAMANLIK DESTÂNI

 1914, Çanakkale cephesinde dillere destân kahramanlık!..

 Bu Alay; 19. Tümen’in 57.nci Alayı!..  

 Zor ve çetin günlerden bir gün!.. Düşman durmadan saldırıyor, Anadolu evlâdını dört bir yandan kuşatmıştı!..

   Ya çemberi yarıp çıkacaklar!..

  Ya teslim olacaklar!..

  Ya da Şehâdet şerbetini içecekler!..

  Bir anda Mü’minleri cesâretlendiren, kâfirleri korkuya salan bir ses duyuldu!.. BİNBAŞI LÜTFİ BEY!.. --- “Yetiş yâ Muhammed, kitâbın elden gidiyor, yetiş!..”

  Çanakkale de bulunan bir alman subay da bu olaya şâhittir!..

Alman Subay anlatıyor: Korkunç bir sesle birlikte bir Türk askeri siperden kalktı, düşmana doğru koşmaya başladı. Hem koşuyor hem kollarını sağa sola sallıyor, hem de sesi çıktığı kadar bağırıyordu. Yanımda bulunan tercümanıma dedim ki:

–Şu koşan asker ne diyor?

–Komutanım! “Yetiş ya Muhammed Kitabın elden gidiyor!” diye bağırıyor.

Böyle bir manzarayı tarih görmemiştir. Asker sanki üzüm toplar gibi düşman mermilerini elleriyle topluyordu. Onu gören diğer askerler de siperlerinden hareketlendi ve o anda çok çetin bir savaş başladı. Kısa zaman sonra karaya çıkan İngiliz birliğinden geriye yerde yatan asker cesetlerinden başka bir şey görünmüyordu.

  Mehmetçiği gizli bir el koruyordu!..

 Çünkü; Fahr-i Kâinât efendimiz teşrîf etmişti!..

  Bu olaydan 13 yıl sonra, Cemal ÖĞÜTHocaefendi Hacca gider!..

  Türbedârla samimiyet kurar!..

  Türbedâra Osmanlı sevgisini sorar!..

  1914-1915 yıllarında Hindistandan hâl ehl-i birinin hâtırâtını anlatmaya başlar!..

PEYGAMBERİMİZ HZ. MUHAMMED S.A.V. ÇANAKKALE’DE


  Tarihler 1928 yılını göstermektedir. Osmanlının son devir âlimlerinden, ilmi ile amil Alasonyalı Cemal Öğüt Hocaefendi hacca gider.

  Mekke’deki vazifesinin tamamladıktan sonra Medine’ye gider. Türbedar Osmanlı devletine son derece bağlıdır, hatta o kadar ki Osmanlı adı geçtiği yerde muhakkak bir hürmet ifadesi belirtisi gösteriyordu. Bu nuranî ihtiyarın Osmanlı’ya bu derece bağlı ve hürmetli olması Cemal Öğüt Hocaefendinin merakımı celbeder, bir gün sorar:

“Sizde Osmanlı’ya karşı derin bir sevgi ve muhabbet görüyorum, bunun özel bir sebebi var mı?”

Nurani ihtiyar derin bir düşünceye daldı, kısa süre sonra başını kaldırdı ve şöyle dedi: “Allâh ve Resûl’ünün muhabbeti, Osmanlı’yı sevmemi gerektirir.”

1915 yılının hac mevsimi idi. Hindistan ulemâsından, âlim, zahit, keşfi açık gerçek bir Allâh dostu da bulunuyordu. Hindistanlı âlimde bir şey dikkatimi çekmişti, sohbetlerinde ağlıyor, namazlarında ağlıyor, yolda yürürken bile gözünden yaş eksik olmuyordu. Ağlamadığı zamanlar bile devamlı hüzünlü idi. Merakım artıkça artı ve bir gün kendisine bunun sebebini sordum:

“Efendi! Bu mübarek yerdesin, gözün gönlün açılacağı yerde devamlı ağlıyorsun, ağlamadığın zamanlarda yüzünde hüzün var, bunun sebebi, hikmeti nedir?”

“Ben uzun yılların hasreti ile çok uzaklardan buralara geldim. Ben Kâinatın Efendisi’nin kokusunu, ruhaniyetini Hindistan’dan alırdım. Şimdi buralara geldim, Efendimin kabr–i şerifi başındayım, ama Hindistan’da aldığım feyiz ve nuranîliği burada bulamadım. Bu ne hâldir diye düşünüyorum, acaba bir günah mı işledim, bir suçum mu var? Efendim benim üzerimden himmetini çekti mi? Ya da Efendim, burada değil, burada olsa onu hisseder, onun ruhaniyetinden bereketlenirdim. Bu hâl beni perişan etti… Ağlamamın sebebi budur.”

Bu Hindistanlı âlimin, yalan söyleme, abartı yapma gibi bir durumu söz konusunu değildi. Son derece samimî bir hâl içindedir. Her hac mevsiminde değişik bölgelerden gelen Allâh dostları ile karşılaşır, onları Allâh Resûlü’nün ruhaniyeti ile nasıl bağlantılar kurduklarını bilirdi. Bu Hindli âlim de onlardan biri idi, türbedarın bunda zerre şüphesi yoktu.

Sabah namazına kalkmadan önce türbedar bir rüya görür. Rüyasında Kâinatın Efendisini görür. Nûr yüzlü türbedar, edebinden Efendimize bir şey soramaz. Dün yaşananlar aklına gelir, bir şey diyemez. Türbedarın düşüncelerine Kâinatın Efendisi cevap verir:

“O kardeşimin hissettiği doğrudur. Ben her zamanki makamımda değilim, birkaç zamandır Çanakkale’deyim… Çok zor durumda bulunan kardeşlerimi yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı. Onlara yardım ediyorum…”




 




 Sütçü İmâm Ali…

31 Ekim 1919 günü hamamdan çıkan 3 Türk kadına Fransız-Ermeni lejyonerleri;

“Burası artık Türk memleketi değildir. Fransız müstemlekesinde (memleketinde) peçe ile gezilmez!”

Diyerek kadının peçesini yırttılar. Bunu gören Sütçü İmam; 31 Ekim 1919'da düşmana ilk kurşunu atarak Fransız askerinin birini öldürür diğerini yaralayarak, Kahramanmaraş'taki Kurtuluş hareketini başlatır.[1] Cemaat Cum’â Günü; Cum’â Namazını kılmak üzere câmiide toplanıyor. İmam cemaate de şöyle sesleniyor:

“Esâretinizi, -nâmus ve iffetinizi- kurtarıncaya kadar size;

CUMA NAMAZI KILDIRMIYORUM…”







[1] Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi.
 
 

Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünya’da eşi


(Her okuyuşumda bende farklı hisler uyandırıyor.Müthiş bir eser.Çok sevdiğim bir şiir)

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ
Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünya’da eşi,
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya,
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayasızca tahaşşüt ki ufuklar kapalı,
Nerde gösterdiği vahşetle, bu bir Avrupa’lı.
Dedirir; yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş açılıp mahpesi yahut kafesi.
Eski dünya, yeni dünya, bütün akvam-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi mahşermi hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyorsun karşısında,
Avustralya ile bakıyorsun Kanada.
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk,
Sade bir hadise var ortada vahşetler denk.
Kimi hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela,
Hani tauna da zuldur bu rezil istila.
Ah o yirminci asır yomu o mahluk-u asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyla sefil.
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısında,
Döktü karnında ki esrarı hayasızcasına.
Maske yırtılmasa da bize afetti o yüz,
Medeniyet denilen kahpe hakikat yüzsüz.
Sonra melundaki tahribe müvekkel eshab,
Öyle müthiştir ki eder her biri bir mülkü harab.
Öteden saikalar parçalıyor amakı,
Beriden zelzeleler kaldırıyor afakı.
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin,
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağım,
Atılan her lağımın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,
O ne müthiş tipidir savrulur enkaz-ı beşer.
Kafa, göz gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak;
Boşanır sırtlara vadilere sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüşte o namert eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar alevde seller.
Veriyor yangını durmuşta açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler,
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler.
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından,
Alınır kalamı göğsünde ki kat kat iman.
Hangi kuvvet haşa edecek kahrına ram,
Çünkü tesisi ilahi o metin istihkam.
Sarılır düşürülür mevk-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun-i beşer.
O benim sun-i bediim onu çiğnetme dedi,
Asımın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek,
İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek.
Şu hüda gövdesi bir baksana dağlar taşlar,
O rükû olmasa dünyada eğilmez başlar.
Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna yarab ne güneşler batıyor.
Ey bu toprak için toprağa düşmüş asker,
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi,
Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın,
Gömelim gel seni tarihe desem sığmassın.
Hercü-merc ettiğim edvarda yetmez o kitap,
Seni ancak ebediyetler eder istiab.
Bu taşındır diyerek kabeyi diksem başına,
Ruhumun vahyini duysamda geçirsem taşına.
Sonra gök kubbeyi alsam da rida namıyla,
Kanıyan lahdine çeksem bütün ecramıyla.
Ebr-i lisanı açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandili süreyyayı uzatsam oradan .
Sen bu avizenin altında bürünmüş kanına,
Uzanırken gece mehtabı getirsem yanına.
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem,
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem
Tüllenen mağribi akşamları sarsam yarana,
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
Sen ki son ehli salihin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanı Salahaddin’i
Kılıç arslan gibi eclalini ettin hayran.
Sen ki islami kuşatmış boğunuyorken hüsran,
O demir hançeri göğsünde kırıp parçaladın.
Senki ruhunla beraber gezer ecramı adın,
Senki asara gömülsen taşacaksın heyhat.
Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor peygamber.

MEHMET AKİF ERSOY

DUR YOLCU

Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir!.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğün bu tümsek Anadolu'nda
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed'in yattığı yerdir!

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed'in düşmanı boğduğu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir!...

Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir!...


NECMETTİN HALİL ONAN


İSLAM ALİMLERİ ŞEHÎDLERİ 3 KISMA AYIRMIŞLAR:

A-  Allâh yolunda savaşırken öldürülen ve hem dünyâ hem âhiret ahkâmı îtibâriyle şehîd sayılanlar.

1-        Allâh-ü Te’âlâ yolunda öldürülenler; Allâh-ü Te’âlâ yolunda ölenler; cephede savaşırken öldürülenler, Allâh için dîn, vatan ve nâmus uğrunda savaşta öldürülenler,

B-   Âhiret ahkâmı îtibâriyle şehîd sayılan, ancak dünyâda kendilerine şehîd muâmelesi yapılmayanlar.

1-        Cum’â günü ve gecesi ölenler,

2-        Abdestli yatıp ölenler,

3-        Suda boğularak ölenler,

4-        Sahur’da çok yemekten patlayarak ölenler,

5-        Yanarak ölenler,

6-        Gurbette ölenler,

7-        Yılan vb. haşerâtın sokup zehirlenmesinden dolayı ölenler,

8-        İshâl’den ve bâzı iç hastalıklardan ölenler,

9-        Karın sancısından (ağırısından) ölenler,

10-    Çökük=göçük (yıkıntı) altında kalanlar,

11-    Üzerine taş yuvarlanarak ölenler,

12-    Canını korurken öldürülenler,

13-    Malını korurken öldürülenler,

14-    Dîn kardeşini savunurken öldürülenler,

15-    Komşusunu savunma uğrunda öldürülenler,

16-    Bulaşıcı hastalıktan ölenler,

17-    Zâtü’l-Cenb’den (karaciğer zarı  iltihaplanma-sı=Kanser)

18-    Sara hastalığından,

19-    Tâun’dan (vebâ’dan), koleradan, veremden, şiddetli öksürükten, sâir hastalıklardan,

20-    Zâtüre, verem gibi hastalıklardan ölenler,

21-    İyiliği emredib kötülükten men ederken ölenler,

22-    Doğum esnâsında, karnında çocuğuyla ölen kadınlar, -hâmilelikten doğuma kadar ve çocuğu memeden kesene kadar-

23-    Soğukta gusledip ölenler,

24-    Allâh rızâsı için müezzinlik ederken ölenler,

25-    Haksız olarak, zulümle hapsedilip ölenler,

26-    Hayvandan düşüp ölenler,

27-    Günde 20 (yirmi) kere ölümü düşünenler,

28-    Gıda maddelerini ucuza satanlar,

29-    Müdâra edenler, insanlarla iyi geçinenler,

30-    Dînini öğrenmek-öğretmekte iken ölenler,

31-     Helâlinden ticâret yapanlar,

32-    Misâfir iken ölenler,

33-    Devlete! karşı gelen tarafından müsâdemede[7] öldürülenler,

34-    Üzerine kaya düşerek ölenler,

35-    Zulüm ve işkence edilerek öldürülenler,

36-    Yol kesiciler tarafından öldürülenlerle,

37-    Savaş günlerinde gayrimüslim vatandaşlar veya bize iltica etmiş yabancılar tarafından öldürülenler,[8]

38-    Garîb, kimsesiz olarak ölenler,

39-    60 yaşını geçip, beş vakit namazı edâ edenler,

40-    Peygamber efendimiz (aleyhi’s-slât-ü ve’s-selâm)’e günde yüz kere salevât getirenler,

41-    Namazda iken ölenler,

42-    Devâmlı olarak, duhâ namazı kılanlar,

43-    Her ay üç gün oruç (eyyâm-ı beyz) tutanlar,

44-    Yolculukta vitir namazını terk etmeyenler,

45-    Her gece Yâ-Sîn Sûresini okuyanlar,

46-    Helâl kazanıp çoluk çocuğuna ibâdet yapmaları için çalışanlar,

47-    Her gün 25 kere “Allâhümme bârik lî fi’l-mevti ve fî-mâ ba’de’l-mevt” okuyanlar,

48-    Ölüm hastalığında, kırk kere “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn” okuyanlar,

49-    Ehl-i sünnet i’tikâdını ve namazı ta’dîl-i erkân ile kılmayı ihyâ edenler,

50-    Terk edilmiş bir Sünnetûlüllâh’ı ihyâ edenler,

51-    Her sabah-akşam üç kere (Eûzü billâhissemîıl âlîm-i mine’ş-şeytânirracîm) ile (Haşr) sûresinin sonunu okuyanlar,

52-  Allâh-ü Te’âlâ’dan, ihlâsla şehîd-lik isteyenler.


Peygamberimiz (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm): --- Kim içtenlikle Allâh’dan şehîd olarak ölmeyi dilerse, yatağı üzerinde ölse bile Allâh onu şehitlerin makamlarına ulaştırır.”[9]

C-  Sâdece dünyâ ahkâmı îtibâriyle şehîd sayılanlar. (Münâfıklar.)

Ya İslâm’la yükselirsin, ya inkârda çürürsün.

Yol mezarda bitmez, gittiğinde görürsün.


et-TÎN SÛRE-İ CELÎLESİ


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ﴿ وَالتّ۪ينِ وَالزَّيْتُونِۙ ﴿١﴾ وَطُورِ س۪ين۪ينَۜ ﴿٢﴾ وَهٰذَا الْبَلَدِ الْاَم۪ينِۙ ﴿٣﴾ لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ٓى أَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ ﴿٤﴾ ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِل۪ينَۙ ﴿٥﴾ إِلَّا الَّذ۪ينَ أٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍۜ ﴿٦﴾ فَمَا يُكَذِّبُكَ بَعْدُ بِالدّ۪ينِۜ ﴿٧﴾ أَلَيْسَ اللّٰهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِم۪ينَ [سورة التين:٩٥/١-٨] مكّ۪ى

Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm. (O Rahmân ve O Rahîm olan Allâh-ü Te’âlâ’nın adıyla.)

“Andolsun o (sayısız menfaatleri olan) incire ve zeytine. (1) Ve (Mûsâ -Aleyhi’s-selâm-ın Aîlâh-ü Te’âlâ ile konuşmasına mahal olmuş pek mübârek) Sînîn (vâdisin)- deki Tûr (dağın)’a. (2) Bir de işte şu çok güvenli şehir (olan Mekke-i Mükerremey) e ki. (3) Andolsun; elbette Biz insanı muhakkak en güzel bir kıvam verme içerisinde yarattık. (ki, yüz üstü değil de dik olarak yürümesi, sûretinin güzelliği, uzuvlarının düzgünlüğü ve eliyle yeyip içmesi bunun da bir göstergesidir)! (4) Sonra (bu şekilde güzel yaratılış ni’metine şükretmediği için) onu (cehennem ehlinden yaparak, görüntü bakımından) alçakların en alçağı olan (bir durum) a çevirdik / (cehennem derekeleri içerisinde) aşağılann en aşağısı olan (bir tabakay) a döndürdük / (en güzel biçimde yaratılıp bir zaman genç ve güzel olarak yaşamasının) ardından (sırtını kamburlaştırarak, saçını sakalını beyazlatarak, derisini kırıştırarak, görme-işitme ve anlayış kâbiliyetlerini zaafa uğratarak) onu aşağıların en aşağısı (olan ömrün en rezîl çağına döndürdük./! (5)Ancak o kimseler müstesnâ ki; îmân (şartlarına şüphesiz bir şekilde i’tikâd) etmişlerdir ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemişlerdir; işte o (cehennem ehlinin aşağılık durumundan kurtula)n lar için, (ardı arkası) kesilmeyen / başa kakılmayan / pek büyük bir ecir vardır. / Lâkin o kimseler ki (genç ve sıhhatli oldukları dönemlerde) îmân etmişlerdir ve sâlih ameller işlemişlerdir; işte onlar (yaşlılığa ve hastalığa uğradıklarında aynı ibâdetleri yapamasalarda, hastalık ve yaşlılık gibi zorluklara sabretmeleri sebebiyle kendileri) için, (ardı arkası) kesilmeyen pek büyük hir mükâfat vardır. (6) (Ey kâfir insan!) Artık bu (nca kat’î delillerin açığa çıkması)n dan sonra hangi şey sana o (âhîretteki) cezâyı / o (İslâm) dîni (ni)/ yalan saydırabilir? (7) Gerçekten hüküm verenlerin en doğru hüküm vereni ancak Allâh değil midir? (Mâdemki öyledir, o halde kıyâmet günü kullar arasında isâbetli hükmünü verecektir.) Sağlam iş yapanların en muhkem iş yapanı ancak Allâh olmamış mıdır?(Mademki öyledir, o halde mükelleflerin diriltilmeyip cezâsız bırakılması düşünülecek şey değildir!) (8).[10]

Cenâb-ı Hakk üç şeyi üç şeyde gizlemiştir:


1-      Rızâsını, ibâdette,

2-      Gazâbını günâhlarda,

3-      Velîleri’ni Müslümanlar (halk arasında) da.[11]

Dört şeyin azı da çoktur;

1-      Ateş,

2-      Düçmanlık,

3-      Fakirlik,

4-      Hastalık.

﴿ وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلَى يَدَيْهِ يَقُولُ يَالَيْتَنِى اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَب۪يلًا [سورة الفرقان:٢٥/ ٢٧]

“O gün zâlim kimse, (çâresizlik içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir: “Ne olurdu ben de peygamberle berâber aynı yolu tutsaydım!”[12]

Cenâb-ı Hakk bana, Lütf-i ifâde nasîb eylesin,

Cenâb-ı Hakk sizlere de, Lütf-i istifâde nasîb eylesin,

Dil tükenmez bir hazînedir,

Bâzen de dermânı bulunmaz bir hastalıktır.










































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder