29 Ocak 2016 Cuma
28 Ocak 2016 Perşembe
ÖMER BİN ABDÜL'AZÎZ (R.A.) KİMDİR? (679-720) KISACA HAYATI-
ÖMER BİN ABDÜL'AZÎZ (R.A.) KİMDİR? (679-720) KISACA HAYATI
712
yılında Medine valiliğinden geri alındı. Ama bu sırada Ömer’in ünü bütün
Müslüman Emevî ülkesine yayılmıştı. 717 de halife olan amcası oğlu Süleymân bin
Abdülmelik vefat edince, Âlim Reca b. Hayran’ın desteği sayesinde halife
seçildi. Abdülmelik’in oğulları Yezid ve Hişam tarafından buna itiraz edilmişse
de halkın teveccühüyle bu is tamamlandı.
Kendi adının anıldığı hilafet fermanı okunduğunda
Ömer:
“Vallâhi, ben bu işi asla Allâh’tan istememiştim.”
Ne var ki salih iradeler, onu böylesine tehlikeli anlar
için seçmişti.
Ömer: Büyük hukukçu Salimü’s-Sûddî’ye:
“Hilafetim, seni sevindirdi mi, üzdü mü?”
Sûddî:
“İnsanların hesabına sevindim; ama senin payına da
üzüldüm.” Ömer:
“Nefsimin helakinden korkuyorum.” Sûddî:
“Korkuyorsan çok iyi… Çünkü ben de korkmamandan
endişeliydim.” Ömer:
“Bana bir öğüt ver!” Sûddî:
“Şunu unutma: Babamız Âdem, bir tek günah için
cennetten çıkarıldı” dedi.
Konstantinopolis’in
ikinci Arap Kuşatmasında Araplar başarılı olmamış ve kuşatmanın uzun sürmesi
dolayısıyla ordunun beraberlerinde iaşe ve hayvan yemi yetişmemiştir. Bu
nedenle Arap ordusu hem açlıktan hem de yem bulamadıkları için atlarını kesip
yemek zorunda kalmışlardı.
O
yıl halife olan Ömer, Ordu komutanı Mesleme’ye Konstantinopolis kuşatmasını
kaldırıp bütün askerlerini Suriye’ye geri getirmesi emrini verdi. Savaştan
ziyade barışı esas alan Ömer, bu tutumundan dolayı birçok kabilenin Müslüman
olmasını sağladı. Halk tarafından sevilmeyen, halka zulmeden ve keyfî
tasarrufta bulunan valileri değiştirip yerine yenilerini getirdi.
Tayinde
en çok dikkate aldığı konu; ehliyet, ilim, takva ve Salih ameldi. O, devlete
sadıkane hizmet verecek idarecilere görev verdi. Böylece hilafet müessesesi
taze kanla takviye edilmiş ve dört halife devrindeki canlılığına kavuşmuştur.
Emevî
ileri gelenleriyle Ömer arasında söyle bir tartışma geçer:
Ömer onların “Bize görev ver”
tekliflerine, “İsterseniz her birinizi asker yapayım.” cevabını verir.
Emeviler: “Ne diye yapamayacağımız bir
şeyi bize teklif ediyorsun?” diye söylenip, “Akraba değil miyiz? Bizim de bir
hakkımız yok mu?” diye diretince Ömer: --- “Benim için bu konuda, sizinle en
uzak bir Müslüman arasında hiçbir fark yoktur.” diyerek bu konuda tavrını
koydu.
ÖMER B. ‘ABDÜ’L-’AZÎZ’İN SOSYAL SİYÂSETİ
Doç. Dr. Murtaza Köse[1]
Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’i zirvelere ulaştıran hususların
başında, onun bir hamlede cismanî arzuları aşarak bedenin yerine ruhu, nefsin
yerine gönlü yerleştirip her işinde Rasûlüllâh’ın yolunu ve Allâh’ın rızasını
araştırması gelir.
İnsanlık;
gerçek mânâda idarecilerini bulduğunda hak, adalet, huzur, güven, istikrar ve
refah gibi insan fıtratının arzu ettiği kavramların pratik yansımaları hayatın
her sahasında görülecektir. Bu kavramların işaret ettiği değerlerin sosyal siyâsetle
hayata yansıtılması; fert ve toplumun maddî ve mânevî refahını artıracak ve
böylece huzurlu bir toplum ortaya çıkacaktır.
"Sosyal siyâset", genel mânâda toplumun değişik sosyal kesimlerinde ortaya çıkan farklı
içtimâî problemleri ortadan kaldırmayı, toplumun sosyal refahını temin etmeyi
ve içtimâî huzuru yaygınlaştırmayı hedefler. Aynı zamanda bu kavram, insanların
fıtratına ve benimsenen ahlâkî değerlere göre düzenlenen sosyal politikaların
tamamını ifade eder.
İslâm; içtimâî
hayatta sosyal adalet ve dayanışmanın gerçekleşebilmesi için gerekli her türlü
hukukî, ahlâkî, sosyal, siyasî ve iktisadî prensipleri bütün açıklığıyla ortaya
koymuş evrensel bir nizamdır. Bu nizamın kâmil mânâda en önemli tebliğ ve
temsilcisi de Hz. Peygamber’dir (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem). Kaynaklarda
İslâm âlimleri O’nun yaşadığı çağa, "Asrı Saadet" adını vermişlerdir.
Hz. Peygamber’in
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) ifade ettiği ve pratiğe koyduğu sistem,
kaynağını vahiyden almıştır. Bu mânâda O’nun (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)
sözleri ve uygulamalarının doğrudan ve dolaylı olarak Kur’ân-ı Kerîm’e
dayandığı kabul edilmektedir. İçinde büyüdüğü toplumun fertlerini
inançsızlıktan, sosyal adaletsizlikten kurtarma ve insan onuruna yakışır bir
hayat seviyesine çıkarma gayreti Hz. Peygamber’in (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve
sellem) hayatının gayesi olmuştur.
Hz. Peygamber’den
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) sonra Raşit halîfeler döneminde de İslâm’ın
temel siyâseti uygulanmıştır. Emevî halîfeleri döneminde ise, İslâm
coğrafyasının sınırları genişletilmiş olmasına rağmen, Raşit halîfeler dönemini
aksettiren bir yönetim anlayışı neredeyse yok gibidir. Bu dönemde ortaya çıkan
siyasî çekişmeler, idarecilerin keyfî uygulamaları, halkın yönetime karşı olan
itaat ve sadakat duygularını zaafa uğratmıştır.
Bu sebeplerle
Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz ve birkaç idareci hâriç tutulacak olursa Emevîler dönemi
idarecilerinde adaletli bir yönetimi yansıtacak manzaraların ve idarî yönetimin
olduğunu söylemek kaynaklar itibariyle oldukça zordur.
Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz
kısa bir müddet halîfelik yapmış olmakla birlikte devrinin âdil idarecilerinden
biridir. O üstün ahlâk ve sosyal sorumluluk şuuruna sahip bir devlet adamıydı.
O, İslâm’da ilk
tecdîd ve değişim hareketini gerçekleştirmiştir; bununla birlikte onun dünya
tarihinde ilk defa modern bir sosyal devletin temellerini attığını da
söyleyebiliriz. Sosyal problemlerin çözümünde Kur’ân ve Sünnet’i esas almış;
dört halîfe dönemindeki -özellikle dedesi Hz. Ömer’in 10 yılı aşkın
idareciliğindeki- devlet yönetimi siyâsetini çok iyi analiz ederek, onlara
uygun sosyal siyâsetler uygulamıştır.
O, İslâm’ın
sosyal ahlâk ilkelerini devlet siyâsetine aktararak modern sosyal devletlerin
hedeflediği sosyal barış, sosyal dayanışma, sosyal refah ve sosyal adaleti kısa
bir zamanda sağlamıştır.
Bunu da kendi
hayatından büyük fedakârlıklarda bulunarak İslâmî esaslara uygun sosyal siyâsetler
aracılığı ile hayata geçirmiştir. Kendi dönemine kadar hantallaşmış devlet
yapısını yeniden gözden geçirerek reform niteliğinde uygulamalar başlatmıştır.
Devlet bütçesine ağır maliyetler getiren çalışmayan memurları çalışmaya teşvik
ederek devlet bütçesini disipline etmeye çalışmıştır.
Ekonomik
alanda, İslâm’ın özüne uygun düzenlemeler yaparak, daha önce haksız olarak ele
geçirilmiştir. Bütün malları geri alarak Beytü’l-Mâl’e devretmiştir.[2]
Yüksek maaşlara
kısıtlama getirmiş; böylece ekonomide kısa zamanda müspet neticeler alınmasına
vesile olmuştur.[3]
Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’in
sosyal siyâset adına ortaya koyduğu uygulamalar ileride izah edileceği üzere,
bir yönüyle toplumda reform hareketi olarak telâkki edilebilir. O, kendinden
önceki devlet başkanlarının yöneticilikteki eksikliklerini ve hatalarını çok
iyi görebilen ve bunlardan ders çıkarabilen bir kamu yöneticisiydi. Medine vâlîliği
döneminde, değişik merkezlerdeki meslektaşlarının hatalarını görmesi onun
sosyal siyâseti daha gerçekçi yapabilmesine imkân hazırlamıştır.
a. Yolsuzluk ve
Haksızlıkla Mücâdele Siyâseti Bir bilim dalı
olarak sosyal siyâset, iktisadî faaliyetlerin, bazı sosyal kesimlerde doğurduğu
maddî olumsuzlukları ve sosyal adaletsizliği gidermeyi hedef alan bir
disiplindir. Aynı zamanda insanların fıtratına ve benimsenen ahlâkî değerlere
göre düzenlenen sosyal siyâsetin bütünüdür.
Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz
hem Medîne’de yedi yıl süreyle yaptığı vâlilik hem de daha sonra iki buçuk
seneyi aşkın devlet başkanlığı döneminde, İslâm’ın insan ve toplum hayatından
kaldırmayı temel hedef hâline getirdiği ilkeleri benimsemiştir.
Haksızlık ve
yolsuzluklarla mücâdeleyi hayatının temel hedeflerinden biri olarak saymıştır.
Bu konuda kendi yakın çevresinden başlayarak en uzak vilâyetlerdeki vâlîlerden,
devlet memurlarına varıncaya kadar tavizsiz uygulamalarını yürürlüğe koymuştur.
O günün
şartları ve imkânları dâhilinde yapılması gereken icraatları hiç kimse ve
grubun tesiri altında kalmadan amme vicdanını rahatlatacak tarzda hemen
yürürlüğe koymuştur. Devlet başkanı olarak adaletsizliği giderme ve halkla
devlet yetkililerinin kaynaşması adına hukuka saygısı olmayan, keyfice hareket
eden ve zâlimce uygulamalar yapan devlet memurlarına görevden el çektirmiştir.
Ayrıca
insanlara haksız yere vergi koyan idarecileri görevden almıştır. Onlara gerekli
cezayı tazminat veya hapis şeklinde uygulamıştır.[4]
Meselâ dönemin vâlîsi
Abbâs b. Veli b. ‘Abdü’l-Melik zamanında haksız bir şekilde toprağı gasp edilen
Humus’lu yaşlı bir zimmînin Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’e şikâyeti üzerine arâzisi
hemen kendisine iâde edilmiştir.[5]
Onun devrinde,
Arap milliyetçiliğinin ve kayırımcılığının yol açtığı her türlü ayırımcılığa
son verilerek sosyal eşitliğin yaygınlaşması ve Arap olmayan kavimlerin de
devlete bağlılığı sağlanmıştır. Bu çerçevede ülkede sosyal vatandaşlık ilkesi
benimsenmiştir.
Kamu
yöneticilerinden olan vâlî ve diğer yetkililerden haksızlık yapan, rüşvet alan
ve bu tür yanlış işlere tenezzül eden memurları derhal görevden almıştır.
Bunların yerine ilmî yeterlilikleri belli seviyede olan ehliyetli dindar,
duyarlı ve hakka azamî riayet etmeye çalışan memurlar vâlî, hâkim ve idareci
olarak atamıştır.
O, yönetimi
esnasında ehil olmayan Irak Vâlîsi Yezid bin Mühelleb’i görevden alarak hapse
attırmış ve yerine Adiy b. Erta’ı tayin etmiştir. Mısır emiri Abdülmelik b. Ebî
Veda’yı azledip yerine Eyyüb b. Şurahbili tayin etmiştir.[6]
Kufe
hâkimliğine Âmir b. Şurahil eş-Şa’bî, Basra hâkimliğine ise Hasanü’l-Basrî’yi
atamıştır.[7]
Hilafetinin ilk
günlerinde Horasan’a tayin ettiği genel vâlî Cerrah bin Abdülhakemî’ye daha
önce vâlî olan ve yolsuzluk yapan vâlîleri yakalatması ve hapse attırmasını
emretmiş ve o da bunu aynen yerine getirmiştir.[8]
Halîfe kendi
akrabalarından bile olsa, haksız kazanç elde edenlerin ellerinde bulundurdukları
mallarına el koymuş ve bu kararlara uymayanları da tutuklatmıştır.
Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz
liyakat ve ehliyet esasına dayanan bir uygulamayla yeni tayin ettiği vâlî ve
hâkimler sayesinde ayrımcılığı ortadan kaldırmakla başta Berberîler olmak üzere
birçok kavmin İslâmiyet’e girmesine vesile olmuştur; hattâ onun halîfeliği
zamanında Türklerden de İslâmiyet’i kabul edenler olmuştur.[9]
b. Fakirlik ve
Yoksullukla Alâkalı Sosyal Siyâseti Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz
devrinde sosyo-ekonomik yönden zayıf insanların sosyal ve ekonomik durumlarını
sürekli olarak iyileştirmek, onları kalkındırmak devletin en önemli
uygulamaları arasında olmuştur. Bu bağlamda halîfe, yönetimi altındaki vâlîlere
tâlimatlar vererek halktan ihtiyaç sahiplerinin tespit edilmesi ve onlara
gerekli maddî yardımların yapılarak devlet imkânlarından istifade
ettirilmesinin önemli bir vazife telâkki edilmesi gerektiğini vurgulamıştır.[10]
O, ülke içinde
ihtiyaç sahibi bir insanın kalmaması için tâlimatlar vermiştir. Buna bağlı
olarak yetim, dul, engelli, yaşlı vb. durumda olan insanları tespit ettirerek,
kendilerine ayni veya nakdi destekler sağlamıştır.
O, Irak Vâlîsi
Abdülhamid b. Abdurrahman’a yazdığı bir mektupta; "Sefahat ve israf
yolları dışında borçlu düşen ne kadar kimse varsa onların borçlarını ödenmesini
emretmiştir.
Mehir imkânı
olmayıp da evlenemeyen bekârların evlendirilmesi, zimmet ehlinden olup da mâlî
durumu zayıflamış ne kadar kimse varsa arâzisini işleyebilecek kadar
kendilerine ödünç para verilmesi gibi birçok yardım çeşidinin yerine
getirilmesini emretmiştir."[11]
Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz,
vâlîlerinden Adiy b. Erta’ya yazdığı mektubunda şunları ifade etmiştir: "Allâh
Teâlâ cizyenin ancak İslâm’ı kabul etmeyen ve haddi aşarak küfrü tercih eden
böylelikle de açık bir ziyanda olan kimseden alınmasını emir buyurmuştur.
Sen de cizyeyi
ödeme gücü olana emret. Ehl-i zimmetin varlıklı olmasına imkân ver ki, yerin
imar edilmesinde katkıları olsun. Çünkü bu Müslümanların hayat seviyelerinin
iyileşmesine vesile olacak ve düşmanlarına karşı kendilerine güç verecektir.
Etrafını gözet,
ehl-i zimmetten olup da ihtiyarlamış, gücü kalmamış ve geçim yolları tıkanmış
kimselere devlet hazinesinden kendisine yetecek kadar maaş bağla. Nitekim Müslümanlardan
bir adamın bir kölesi olup da bu köle yaşlanır, gücü zayıflar ve geçim imkânları
ortadan kalkarsa, efendisi onu ölünceye veya azat edinceye kadar geçindirmekle
yükümlüdür.
Zîrâ bana
nakledildi ki, Hz. Ömer kapı-kapı dolaşarak insanlardan dilenen zimmî bir
ihtiyara rastladığında ona şöyle dedi: ‘İnsaf mıdır ki gençliğinde senden cizye
almışken şimdi seni zaruretle baş başa bırakalım.’ Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz
devamla Hz. Ömer’in daha sonra bu zimmîye maaş bağladığını ifade
etmiştir."
Velid b. Raşid’den
nakledildiğine göre halîfe halkına ücret konusunda eşit davranıp mevâlî ve Arap
diye ayırım yapmaz, maaş artırımlarını da eşit oranda yapardı.[12]
Onun halîfeliği
döneminde birçok varlıklı insan fakirlere verilmesi maksadıyla çok miktarda
malla Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’in makamına geliyor; ancak mallarıyla geri dönmek
zorunda kalıyordu. Zîrâ devlet başkanı olan Ömer, fakir insanları
zenginleştirerek onları maddeten refaha kavuşturmuştu.[13]
Halîfe her gün
kendi malından bir dirhemi ayırarak fakir insanlarla beraber yemek yerdi; bazen
de zimmîlerin yanına gelir, onlar da Ömer’e yemek takdim ederlerdi. Halîfe de
onlara daha fazlasıyla karşılık verir, onlarla yemek yerdi.[14]
Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’in
devlet başkanlığı döneminde zekât verilecek kimse kalmamış, herkes insan onuruna
yakışır bir hayat sürdürme seviyesine ulaşmıştır. Bu dönem, Hz. Peygamber’in (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem) zekât verecek kimseler bulamayacaksınız dediği devirdir.
Efendimiz (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem) bu hususu şu ifadelerle dile getirmiştir: "Bir gün
elinizde zekâtla dolaşacaksınız; fakat verecek kimse bulamayacaksınız."[15]
Aynı konuda Ebu
Mûsa’dan bir rivâyette Allâh Rasûlü (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) şöyle
buyurmuştur: "Bir zaman gelecek, bir
kimse altından olan zekâtını (diyar diyar) dolaştıracak, onu alacak hiçbir
kimse bulamayacak…" Başka
bir hadîste de Efendimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Mal çoğalıp, taşmadıkça, kıyamet kopmayacaktır; o
derecede ki, bir adam malının zekâtını çıkaracak; fakat onu kabul edecek kimse
bulamayacak; hattâ Arabistan, çayırlıklara ve nehirler akan yerlere
dönecektir."[16]
Yahya b. Said’in
rivâyetinde şu ifadeler yer almaktadır: "Bir seferinde Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz
beni sadakaları toplamak ve sahiplerine vermek için Afrika’ya gönderdi. Zekâtı
topladık, onları vermek için fakirleri aradık; fakat verecek fakir kimse
bulamadık, ayrıca başka isteyen kimseler de çıkmadı; çünkü Ömer onları
zenginleştirmişti, onun yerine o paralarla köle satın alıp azat ettik."[17]
Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz
zekât vermeye gidilen yerlerde zekât verilecek kişinin kalmadığı bilgisi
kendisine ulaşınca vâlîlere o mallarla köle satın alıp âzât etmelerini
emretmiştir.[18]
Onun döneminde
zekâta muhtaç kimse kalmamış olmakla birlikte, eskiden fakir olan kimseler kısa
zaman sonra zekât verecek hâle gelmiştir.[19]
Halîfe
kendinden önceki vâlîlerin haksız uygulamaları neticesinde maddeten zarar
görmüş kişilerin zararlarını, müslim veya gayrimüslim ayrımı gözetmeden tazmin
ettirmiştir. Bir gün Şam ahalisinden birisi ordunun tarlasından geçerek ürününü
yok ettiğini ve maddi zararının olduğunu söylemesi üzerine, kendisine devlet
tarafından 10 bin dirhem verilerek zararı tazmin edilmiştir.
Halîfe zalim vâlîlerin
yanlış uygulamalarından zarar görmüş Kûfe halkının zararlarını gidererek, orada
yaşayan müslim-gayrimüslim bütün insanlara adaletle davranılması, özellikle
ehl-i zimmetin kalkındırılması için onlara maddî yardım edilmesi gerektiğini
zamanın vâlîsine emretmiştir.[20]
Halîfe,
idarecilerine halkın temel ihtiyaçları olan ev, hizmetçi, binek ev eşyasına
sahip olmalarına bakılmaksızın onların borçlu oldukları takdirde borçlarının
ödenmesi konusunda yardımcı olunmasını belirtmiştir.[21]
Fertune Sevdâ
isimli fakir bir kadın, halîfeye gönderdiği mektupta, evinin bahçesinin
duvarlarının alçak olması sebebiyle tavuklarının çalındığını belirtmesi üzerine
Ömer, o bölgenin idarecisi Eyyûb b. Şurahbîl’e mektup yazar ve kadının evinin
duvarlarının yapılmasını emreder.[22]
Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz;
sosyal devletin yapması gereken; ancak son birkaç asırdır hükümetlerin yıllarca
tartışarak uygulamaya koydukları küçük çocuklara yapılacak devlet yardımlarını
kendi zamanında yürürlüğe koymuş ve her çocuğa -sütten kesilmiş olsun veya
olmasın- Beytü’l-Mâl’dan tahsisat ayırmıştır.[23]
c. Sosyal
Hizmetler ve Eğitim Siyâseti Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz
ülke insanlarının eğitilmesi adına önemli bir kamu hizmeti olarak muallim ve
irşat ekipleri oluşturmuştur. Bu hizmetle devletin en ücra yerlerinde yaşayan
insanların irşadını hedeflemiştir. Halîfe bu siyâsetiyle hiçbir kimsenin eğitim
ve öğretim hakkından mahrum bırakılamayacağını ortaya koymuştur.
Kırsal kesimde
yaşayan insanları eğitmek maksadıyla Yezid b. Ebi Mâlik ve Hâris b. Yemced’i
görevlendirmiştir. Muallimlerin geçimlerini sağlamak maksadıyla onlara devlet
bütçesinden maaş bağlatmıştır. İlim adamlarının sıkıntı çekmeleri söz konusu
olunca her birine 100 dirhem maaş bağlanmasını istemiştir.[24]
Aynı zamanda bu
kişilere zaman zaman hazineden erzak tahsisatında da bulunulmasını emretmiştir.[25]
Halîfe Mısır’a
baş-kadı olarak tayin ettiği Yezid b. Ebî Habib’in burada hâkimlikle beraber
öğretmenlik yapmasını da söylemiştir.[26]
Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz
altyapı hizmetlerine de önem vermiştir. İçme suyu ihtiyacının karşılanması ve
tarlaların sulanması maksadıyla kanallar yaptırmıştır.[27]
Halîfe, hac
döneminde Müslümanların ibadetlerini rahat yapabilmeleri adına hacıların mesken
problemlerini çözmüştür. Bunu bir amme hizmeti olarak değerlendirmiş; o dönemde
Mekke’de bulunan evlerin kiraya verilmesinin câiz olmadığına hükmederek[28] bu
icraatını Hz. Ömer zamanındaki bir uygulamaya dayandırmıştır.[29]
Kamu
yöneticilerinin en önemli görevlerinden biri de, belediyecilik ve imar
işlerinin denetlenmesidir. Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’in döneminde yerleşim
yerlerinin, sokak ve caddelerin temizliğine dikkat edilmiş; yolculara ve
şehirlerarası yollarda ticaret yapan tüccarlara ücretsiz konaklama imkânları
sunulmuştur. Şehir merkezlerinde fakirler için aşevleri inşa ettirilmiş; imkânı
olmayan insanlara hayatını rahat bir şekilde devam ettirecek şekilde ev
eşyaları temin edilmiştir.[30]
Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’in
sosyal hizmet adına yaptığı icraatlardan biri de Medine’ye vâlî olduğunda Hz.
Peygamber’in (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) mescidini genişletmek olmuştur.[31]
Kendisine Nil
nehri kıyılarına dikilen ağaçlar sebebiyle gemi ve kayıkların kenara
çekilmesinde zorluklar yaşandığının bildirilmesi üzerine, Mısır vâlîsine mektup
yazmış ve bu durumun düzeltilmesini emretmiştir.[32]
Vâlîler sadece
hukuk kurallarının uygulanmasıyla değil aynı zamanda yöresel ihtiyaçların
belirlenmesi ve onlara giderilmesiyle de yükümlüdürler. Bu çerçevede Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz
vâlîlere gönderdiği genelgelerde belde halkının ahvâlînin sorulmasını, orada
yaşayan insanların durumlarından haberdar olunmasını istemiştir. Halîfe;
piyasada mal-fiyat dengelerinin araştırılması, yolda kalanların ihtiyaçlarının
giderilmesi, haksızlıkların ortadan kaldırılması hususunda da vâlîlerine sık
sık mektuplar yazmıştır.[33]
Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’in
en büyük hizmetlerinden biri de Hz. Peygamber’in (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve
sellem) hadîslerinin toplanması konusunda yaptırdığı çalışmadır. Devlet
başkanı, bidat ve hurafelerin yayıldığına ve Sünnet’in terk edilip unutulmaya
başlandığına şahit olmaktaydı. Bu sebeple hadîslerin derlenip toplanması
konusunda vâlîlere emirler verdi. Hadislerin devlet imkânlarıyla toplanma
faaliyeti de bu vesileyle Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’e nasip olmuştur.[34]
Günümüzde mahkûmlara
tanınan birçok hak ve imkânın ilk temelleri Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz devrinde
atılmıştır. Mahkûmların insan olma şeref ve haysiyeti öne çıkarılarak, onlara
insanca davranma konusunda genelgeler yayımlanmıştır. Onların ibadet etme
hürriyetlerine imkân verecek kolaylıklar sağlanmıştır. İbadetlerini sağlıklı
bir şekilde ayakta ifa edemeyecek olanların mahkûmiyetlerine son verilmiştir. Mahkûmlara
yazlık ve kışlık kıyafetlerin verilmesi sağlanmıştır.[35]
Bu devirde halîfe
yetim çocukların mallarına bakma görevini hâkimlere vermiştir. Dolayısıyla
hâkimler yetimlerin kanunî velisiydi. Hâkimlere verdiği bir başka görev de,
yetimlerin mallarının kayıt altına alınarak tescil edilmesiydi.[36]
Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz
muhtemel savaşların mutlaka şehir merkezleri dışında yapılmasını emretmiştir.
Böylelikle sivil halkın hangi inanç ve kültüre sahip olduklarına bakılmaksızın
zarar görmesini engellemiştir.[37]
Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’in
en önemli icraatlarından biri de, daha önceki Emevî idaresindeki ülkelerde Cuma
hutbelerinde Hz. Ali’ye lânet okuma âdetini kaldırmasıdır.
Cuma hutbelerinde; "Allâh adaleti,
hattâ adaletten de fazla olarak ihsanı, en güzel davranışı ve muhtaç oldukları
şeyleri yakınlara vermeyi emreder. Hayâsızlığı, çirkin işleri, zulüm ve
tecavüzü yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir."[38] Mealindeki âyetinin okunmasını emretmiştir.[39]
d. Azınlık
Hakları ve Fikir Hürriyeti Konusunda Sosyal Siyâseti Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’in hilafeti döneminde ülke sınırları içerisinde
bulunan farklı grupların (Müslümanlar, köleler, zimmîler, haricîler), belirli
hukukî statüye tabi olarak bir toplum oluşturdukları vakıadır. Bu sosyal
yapının ahenginin korunmasında, devlet başkanının etkin bir sosyal siyâset
uygulaması, meydana gelebilecek önemli sorunları asgariye indirmiştir.
Bu vesileyle
toplumda çeşitli sınıf ve grupların bütünleşmesi, halîfenin akıllı siyâsetiyle
sağlanmış olmaktadır. Halîfe, kargaşayı önlemek için farklı siyasî, dinî ve sosyal
gruplarla diyaloga geçerek ihtilâflı konuların fikri zeminde tartışılmasına
izin vermiştir.
Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz
farklı kanaate sahip insanlara kan dökmeme, fesat çıkarmama ve onları tahrik
etmeme şartıyla müsamahalı davranarak kendi ifadesiyle "hastayı ilâçla
tedavi imkânı varsa, cerrahî yolla müdahale etmeme" prensibini tercih
etmiştir.[40]
Halîfe, vâlîlerine
idareleri altında yaşayan başka din mensuplarının ibadethanelerini
yıktırmamalarını emretmiş;[41] böylelikle
onların ibadetlerini hür şekilde yapabilmelerine ve vakıf kurabilmelerine imkân
sağlamıştır.[42]
Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz,
iç barış adına farklı fikir gruplarını -özellikle haricîler ve kaderîler- ilmî
münazaralarla ikna siyâsetini tercih etmiştir. Vâlîlerine de bu şekilde hareket
etmeleri talimatını vermiştir. Bu dönemde bu tür gruplara mevcut yönetime karşı
fiilî tavır almadıkça, kan dökmeye yönelik faaliyetlere girişilmemiş; insanlar
arasında fesat çıkarmadıkça, bu gruplara esnek davranılması gerektiği devlet siyâseti
olarak tercih edilmiştir.[43]
e. Kamu
Mallarını Koruma ve İsraf Karşısındaki Siyâseti Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz kamu mallarını koruma, harcama kalemlerinde tasarruf,
saray masraflarını azaltma konusunda hem ailesine hem de vâlîlerine sık sık
nasihatlerde bulunmuştur.[44]
Halîfe özel
işleriyle kamuya ait işlerini birbirinden ayırmış; devlet malını hiçbir zaman
şahsına ait işlerde kullanmamıştır. Devlete ait işler için kendine tahsis
edilen bineklere binmemiş; bunların satılıp gelirlerinin Beytü’l-Mâla
konulmasını emretmiştir.[45]
Özel işlerinde
kendine ait kandil ve mumları; devlet işlerinde de kamu malı olan kandil ve
mumları kullanırdı. Resmî yazışma evraklarının kullanımında da aynı hassasiyeti
gösterirdi.
Lüzumsuz
kırtasiyecilikten uzak durulmasını, daha iktisatlı olması bakımından vâlîlerin
yazışmalarında ince uçlu kalem kullanılmasını emretmiştir.[46]
Aile
fertlerinin de aynı hassasiyetle hareket etmesini tavsiye ederdi. Erkek
evlatlarından birinin değerli bir yüzük satın aldığını öğrendiğinde, oğluna onu
hemen satmasını, daha ucuz bir yüzük almasını, artan parayla da aç insanları
doyurmasını söylemiştir.[47]
Kendisinin ve
ailesini nafakası için aylık 60 dirhem alırken, vâlîlerine takdir ettiği maaş,
kaynaklara göre 300 dinardı.[48]
Halk tarafından
kendisine bu husus sorulduğunda o: "Ben onları yanlış işlere tevessül edip
haksız kazanç elde etmelerinden müstağni kılmak istediğim için bu şekilde bir
takdirde bulundum." demiştir.[49]
f. Kamu
İdarecilerinin Görev ve Sorumluluklarıyla İlgili Siyâseti Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’in sosyal barış ve adaletin temini için yaptığı
çalışmalar kısa zamanda sonuç vermiş, bütün bu gayretler halk tarafından
takdirle karşılanmıştır.
Halîfe
tarafından azınlıklara "Sizin lehinize olan bizim de lehimize, sizin
aleyhinize olan bizin de aleyhimizedir." şeklinde garanti verilmesi,
onları bir güven ve emniyet şeridine almıştır. Halîfe, devlet memurlarına
halkın işlerine nezaret ederken hassas olmaları gerektiğini salık vermiş ve
onlardan herhangi bir maddî karşılık almamalarını emretmiştir.
Amr b.
el-Mühâcir’in rivâyetine göre; bir gün bir adam, Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz’e hediye
olarak elma getirir ve Allâh Rasûlü’nün (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)
kendisine gelen hediyeyi yediğini hatırlatır. Bunun üzerine Halîfe: "Vay
senin hâline! Allâh Rasûlü’ne (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) hediye edilen
şey o gün hediyedir, bugün ise bu hediye bize rüşvettir." diyerek hediyeyi
reddeder.[50]
Halîfe, vâlîlerin
ve imamların görevde bulundukları sürece ticaretle meşgul olmamalarını istemiş;
zîrâ bu tür bir meşgale sebebiyle görevlerini ihmal edebileceklerini ve halkın
nazarında kendilerini töhmet altında bırakabileceklerini ifade etmiştir.[51]
Ömer b. ‘Abdü’l-’Azîz,
ceza hukuku alanında, insanların suç işleyip işlemediklerinin tam tespitinin yapılması
hususunda, görevli devlet memurlarına ciddi talimatlar vermiş; haksız yere
insanların hapse atılmalarını önlemeye çalışmıştır. İnsanların suç işleyip
işlemediklerinin netleşmediği müşkil hâllerde de davaların kendisine havale
edilmesini istemiştir.[52]
DEVLET
ADAMLIGINA TİPİK ÖRNEK
Emîru’l-Mü’minîn
Ömer b. ‘Abdü’l-‘Azîz vefat edince, ondan sonra Yezid b. Abdülmelik halife
oldu. Hanedandan biri gelerek:
“Ey
mü’minlerin Emiri Yezid! Su müraî adam (Ömer b. Abdülaziz) Mü’minlere ihanet
etti. Gücünün yettiği kadar cevher ve inciyi evinin iki odasına doldurup
kilitledi.” dedi. Bunun üzerine Yezid, Ömer’in hanimi olan kız kardeşine haber
göndererek çağırttı ve:
“Bana,
Ömer’in kilitli iki odaya cevher ve incilerini doldurup bıraktığına dair haber geldi.
Dedi. Bunun üzerine Fatıma:
“Kardeşim,
Ömer su bohçanın içindekinden başka ne bir tüy, ne de bir yele bıraktı.” dedi.
Yezid bohçayı açtı. İçinde yamalı ve kalın bir entari, bir aba ve zayıf astarlı
kalın bir cübbe buldu... Bana bunları değil, kilitli iki odanın anahtarını
verin denmesi üzerine Fatima:
“Mü’minlerin
Emirinin ölümüyle bana musibet veren Allâh’a yemin ederim ki, o halife olalı
onun istemediğini bildiğim için, o iki odaya hiç girmedim. Şunlar oranın anahtarıdır.
Gel, aç ve içindekilerini Beytü’l Mal’e naklet.”
Yezid
ve şikâyetçi Ömer b. Velid gidip eve girdiler; odalardan birini açtılar, baktılar
ki deriden bir sandalye, yanında serilmiş dört çömlek ve bir de testi buldular.
Bunun üzerine şikâyetçi “Estagfirullâh” dedi. Sonra ikinci odayı açtılar. Baktılar
ki çakıllarla serilmiş bir mescid ve tavanında da asılmış bir zincir vardı. O
zincirde de boynuna geçecek kadar bir halka vardı... Orada kilitli bir sandık
buldular, açtılar. Onda bir sepet vardı, sepette bir cübbe ile bir yün elbise vardı.
Yezid ve yanındaki ağlayarak söyle dedi:
“Ey
kardeşim, Allâh sana rahmet eylesin. Muhakkak senin hem gizlin ve hem de aşikârın
temizmiş.” Şikâyetçi de: “Estagfirullâh, ben bana söylenen şeyi söyledim.”[53]
İLK HUTBESİ:
--- “Ey Nâs! Kuşkusuz Kur’ân-dan
sonra Kitâb, Muhammed (s.a.v.)’den sonra Peygamber yoktur. Bilesiniz ki, ben hâkim
değil infaz ediciyim. Kanun koyucu değil tâbiyim. Ben sizin hiçbirinizden daha hayırlı
değilim; üstelik içinizde yükü en ağır olan kişiyim. Zâlim devlet reisinden
kaçan adam zalim değildir. Şurasını iyi biliniz ki, Allâh’a isyan hususunda
kula itaat edilmez.”[54]
[1] Erzurum Atatürk
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, mkose@yeniumit.com.t
[2] İbn Abdilhakem, Ebu
Muhammed Abdullah, Sîretü Ömer b. Abdülaziz alâ Mâ Ravâhu’-İmâm Malik b. Enes
Ve Ashabuhu, Neşreden; Ahmed Ubeyd, Dımeşk, Mektebetü Vehbe, 1954.
[11] Ebû Ubeyd, Kâsım b.
Sellâm, Kitâbu’l-Emvâl, Kahire, Şirketü Mektebe, 1975, s. 357; İbn Abdilhakem,
a.g.e., s. 58.
[12] İbnü’l-Cevzî, Sîret.,
s. 107. İbnü’l-Cevzî, Cemalüddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman, Sîretü ve Menâkıbu
Ömer b. Abdülazizi’l-Halîfeti’z-Zâhid, Beyrut, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1984.
[25] Ebû Ubeyd, a.g.e., s.
372. ÖYLE DOLUYUM Kİ ŞU
ANDA BEDDUADAN BAŞKA BİR ŞEY BULAMIYORUM ELİMDEN GELEN DE BU... DUA NE KADAR
HAK İSE BEDDUA DA HAKTIR...
[30] Ebû Nuaym, a.g.e., V,
305; Ebû Nuaym, Ahmed b. Abdullah, Hilyetü’l-Evliya ve Tabakâtü’l-Asfiya,
Beyrut, 1967; İbnü’l-Cevzî, Sîret., s. 110. İbnü’l-Cevzî, Cemalüddin
Ebu’l-Ferec Abdurrahman, Sîretü ve Menâkıbu Ömer b.
Abdülazizi’l-Halîfeti’z-Zâhid, Beyrut, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1984.
[31] İbn Kesîr, a.g.e., IX,
194. İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut, Mektebetü’l-Meârif,
1966.
[34] Ahmed Naim, Sahih-i
Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1984, I,
48.
[35] Ebû Yûsuf, a.g.e., s.
150.YA RABBİ! AMERİKAYI
KAHREYLE... ARDI ARKASI KESİLMEYEN FELAKET, MUSIBET VE HUZURSULUKLARLA ÂCİLEN
CEZALARINI VER ALLAHIM... HZ. NUH' AS'IN TUFANINI VER ONLARA ALLAHIM... HZ.
MUSA AS'IN NİL-DE BOĞDUĞU FİRAVUNUN BELASINI VER ONLARA ALLAHIM... HZ. LUT
AS'IN KAVMİNE YAĞAN DAMGALI TAŞLARINI GÖNDER ONLARA ALLAHIM... EBREHEYE
GÖNDERDİĞİN EBABİLLERİNİ SAL ONLARA ALLAHIM...
[36] İbn Sa’d, a.g.e., V,
356; Heyet, II, 567 İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, Beyrut, Daru Beyrut, 1957.
[38] 16.Nahl, 90. EY TAYYİP ERDOĞAN DÜŞMANLARI
TAYYİP ERDOĞAN FANİ OLACAK -Kİ ALLAH GECİNDEN VERSİN- VATANIMIZ PAYİDAR
KALMASIN MI... BARİ BİR KERE VATANIMIZA SÖZLE DE OLSA SAHİP ÇIKALIM... BAK OZAN
ARİF NASIL HAYKIRIYOR...
[39] Mes’ûdî, a.g.e., III,
184; Ziriklî, a.g.e., V, 290 Mes’ûdî, Halil Ebû’l-Hasan Ali b. Hüseyn b. Ali,
Murûcu’z-Zeheb ve Meâdinü’l-Cevher, Beyrut, 1966.
[43] İbn Abdilhakem, a.g.e.,
s. 108; İbn Kuteybe, a.g.e., II, 99; İbn Kuteybe, Ebu Muhammed Abdullah B.
Müslim, el-İmâme ve’s-Siyâse, Beyrut, Dâru’l-Marife, tsz. Mes’ûdî, a.g.e., III,
191.
[44] İbnü’l-Cevzî, Sîret.,
s. 88. İbnü’l-Cevzî, Cemalüddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman, Sîretü ve Menâkıbu
Ömer b. Abdülazizi’l-Halîfeti’z-Zâhid, Beyrut, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1984.
[53] Prof.
I. Süreyya Sırma, Emeviler Dönemi, Hilafetten Saltanata, s. 108, 109.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)