İSLÂM’DA İLK ABDEST VE İLK NAMAZ
ابتداء ما افترض الله
سبحانه وتعالى على النبي -صلى الله عليه وسلم- من الصلاة وأوقاتها وافتُرضت
الصلاةُ عَلَيْهِ فَصَلَّى رَسُولُ اللَّهِ -صَلَّى الله عليه وَآلِهِ،
وَالسَّلَامُ عَلَيْهِ وَعَلَيْهِمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ. افُترضت
الصلاة رَكْعَتَيْنِ ثُمَّ زِيدَتْ: قَالَ ابْنُ إسْحَاقَ: وَحَدَّثَنِي صَالِحُ
بْنُ كَيْسَان عَنْ عُرْوة بْنِ الزُّبَيْرِ، عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ
عَنْهَا قَالَتْ: افتُرضت الصَّلَاةُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ -صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- أَوَّلَ مَا افتُرضت عَلَيْهِ، رَكْعَتَيْنِ رَكْعَتَيْنِ،
كُلَّ صَلَاةٍ؛ ثُمَّ إنَّ اللَّهَ تَعَالَى أَتَمَّهَا فِي الحضَر أَرْبَعًا
وَأَقَرَّهَا فِي السَّفَرِ عَلَى فَرْضها الأول ركعتين.[1]
جبريل يعلم
الرَّسُولَ -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- الْوُضُوءَ وَالصَّلَاةَ: قَالَ
ابْنُ إسْحَاقَ: وَحَدَّثَنِي بعضُ أَهْلِ الْعِلْمِ: أَنَّ الصَّلَاةَ حِينَ
افتُرضت عَلَى رَسُولِ اللَّهِ -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- أَتَاهُ
جِبْرِيلُ وَهُوَ بِأَعْلَى مَكَّةَ، فَهَمَزَ لَهُ بِعَقِبِهِ فِي نَاحِيَةِ
الْوَادِي، فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ عَيْنٌ؛ فَتَوَضَّأَ جِبْرِيلُ عَلَيْهِ
السَّلَامُ، وَرَسُولُ اللَّهِ -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- يَنْظُرُ
إلَيْهِ، ليُرِيَه كَيْفَ الطَّهور لِلصَّلَاةِ، ثُمَّ تَوَضَّأَ رَسُولُ اللَّهِ
-صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- كَمَا رَأَى جِبْرِيلَ تَوَضَّأَ. ثُمَّ
قَامَ بِهِ جبريلُ فَصَلَّى بِهِ، وَصَلَّى رَسُولُ اللَّهِ -صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- بِصَلَاتِهِ، ثُمَّ انْصَرَفَ جبريلُ عليه السلام.
الرسول -صلى الله
عليه وسلم- يُعلم خَدِيجَةَ الْوُضُوءَ وَالصَّلَاةَ: فَجَاءَ رَسُولُ اللَّهِ
-صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- خَدِيجَةَ، فَتَوَضَّأَ لَهَا ليرِيَها
كَيْفَ الطَّهورُ لِلصَّلَاةِ كَمَا أَرَاهُ جبريلُ، فَتَوَضَّأَتْ كَمَا
تَوَضَّأَ لَهَا رَسُولُ اللَّهِ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ، ثُمَّ صَلَّى
بِهَا رَسُولُ اللَّهِ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ كَمَا صَلَّى بِهِ
جِبْرِيلُ فَصَلَّتْ بصلاته.[2]
Beş vakit namaz
bugün bilinen şekliyle hicretten bir buçuk yıl kadar önce Mi’râc gecesinde farz
kılınmıştır. Ancak, vahyin başlangıcından îtibâren namaz ibâdetinin mevcûd
olduğu, sabah ve akşam olmak üzere günde iki vakit kılındığı bilinmektedir.
Zîrâ Cebrâîl (‘aleyhi’s-selâm) ilk vahyin akabinde Peygamber
Efendimiz’i Mekke’nin yakınlarındaki bir vâdiye götürmüş, vâdinin bir köşesine
gelince ayağını yere vurmuş, oradan fışkıran su ile önce kendisi, sonra da
Rasûl-i Ekrem Efendimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) abdest
almıştır. Ardından da Rasûlüllâh’a (salât ve selâm üzerine olsun) iki
rekât namaz kıldırmış ve işte namaz böyle kılınır, demiştir.[3]
Peygamberimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’e vahyin açıktan geldiği günde, Cebrâîl (‘aleyhi’s-selâm) Peygamberimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’e abdest almayı ve namaz kılmayı da öğretti.
Mekke´nin yukarı tarafında vâdinin bir köşesinde ökçesini yene vurdu. Oradan bir su kaynadı. Cebrâîl (‘aleyhi’s-selâm), ondan abdest aldı.
Peygamberimiz (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem), Cebrâîl (‘aleyhi’s-selâm)’ın abdest alışına bakıyor, Cebrâîl
(‘aleyhi’s-selâm) da namaz için nasıl abdest alınıp temizlenileceğini ona
göstermek istiyordu:
Dirseklerine kadar, ellerini yıkadı. Ağzını su ile çalkaladı. Burnuna su çekti. Sonra, yüzünü yıkadı. Başını ve kulaklarının arkasını, ıslak eliyle mesnetti. Topuklarına kadar, ayaklarını yıkadı.
Abdest bittikten sonra, avucuna su aldı, edeb yerine su serpti.
Peygamberimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’da, Cebrâîl (‘aleyhi’s-selâm)’dan gördüğü gibi abdest aldı.
Bundan sonra, Cebrâîl (‘aleyhi’s-selâm); namazın nasıl kılınacağını
Peygamberimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’a göstermek için, kalkıp onunla
birlikte iki rekât namaz kıldı ve bu namazda yüzünün üzerine dört secde yaptı.
Yüce Allâh; Peygamberimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’ın gözünü, yüzünü
güldürmüş, Allâh-ü Te’âlâ-dan beklediği, gönlünün hoşlandığı ibâdet emri gelmiş
bulunuyordu. Derin bir inanç ve sevinç içinde eve döndü.
Yüce Allâh´ın kendisine olan üstün ikrâmını Hz. Hadîce (annemize)’e haber verdi. Hemen elinden tutup, onu suyun yanına götürdü.
Namaz için nasıl abdest alınıp temizlenileceğini göstermek üzere, Cebrâîl (‘aleyhi’s-selâm)’ın kendisine gösterdiği gibi abdest aldı.
Hz. Hadîce (annemize) de Peygamberimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in gösterdiği gibi abdest aldıktan sonra, Peygamberimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem), Cebrâîl (‘aleyhi’s-selâm)’ın kendisine kıldırmış olduğu gibi, ona namaz kıldırdı.
Peygamberimiz (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem), kendisine peygamberlik geldiği Pazartesi gününde ilk
namazı kılmıştı.
Hz. Hadîce (annemize) de, aynı günde, günün sonuna doğru, ilk defâ aynı namazı kılmak mutluluğuna ermişti.[4]
7637 - أَخْبَرَنِي أَحْمَدُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ سَلَمَةَ الْعَنَزِيُّ،
ثَنَا عُثْمَانُ بْنُ سَعِيدٍ الدَّارِمِيُّ، ثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ صَالِحٍ
الْمُقْرِئُ، ثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ هَرِمٍ الْقُرَشِيُّ، وَحَدَّثَنَا عَلِيُّ
بْنُ حَمْشَاذَ الْعَدْلُ، ثَنَا عُبَيْدُ بْنُ شَرِيكٍ، ثَنَا يَحْيَى بْنُ
بُكَيْرٍ، ثَنَا اللَّيْثُ بْنُ سَعْدٍ، عَنْ سُلَيْمَانَ بْنِ هَرِمٍ، عَنْ
مُحَمَّدِ بْنِ الْمُنْكَدِرِ، عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ، رَضِيَ اللَّهُ
عَنْهُمَا قَالَ: خَرَجَ عَلَيْنَا النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ،
فَقَالَ: " خَرَجَ مِنْ عِنْدِي خَلِيلِي جِبْرِيلُ آنِفًا فَقَالَ: يَا
مُحَمَّدُ، وَالَّذِي بَعَثَكَ بِالْحَقِّ إِنَّ لِلَّهِ عَبْدًا مِنْ عَبِيدِهِ
عَبَدَ اللَّهَ تَعَالَى خَمْسَ مِائَةِ سَنَةٍ عَلَى رَأْسِ جَبَلٍ فِي الْبَحْرِ
عَرْضُهُ وَطُولُهُ ثَلَاثُونَ ذِرَاعًا فِي ثَلَاثِينَ ذِرَاعًا وَالْبَحْرُ
مُحِيطٌ بِهِ أَرْبَعَةَ آلَافِ فَرْسَخٍ مِنْ كُلِّ نَاحِيَةٍ وَأَخْرَجَ اللَّهُ
تَعَالَى لَهُ عَيْنًا عَذْبَةً بِعَرْضِ الْأُصْبَعِ تَبَضُّ بِمَاءٍ عَذْبٍ
فَتَسْتَنْقِعُ فِي أَسْفَلِ الْجَبَلِ وَشَجَرَةَ رُمَّانٍ تُخْرِجُ لَهُ كُلَّ
لَيْلَةٍ رُمَّانَةً فَتُغَذِّيهِ يَوْمَهُ، فَإِذَا أَمْسَى نَزَلَ فَأَصَابَ
مِنَ الْوضُوءِ وَأَخَذَ تِلْكَ الرُّمَّانَةَ فَأَكَلَهَا ثُمَّ قَامَ
لِصَلَاتِهِ، فَسَأَلَ رَبَّهُ عَزَّ وَجَلَّ عِنْدَ وَقْتِ الْأَجَلِ أَنْ يَقْبِضَهُ
سَاجِدًا وَأَنْ لَا يَجْعَلَ لِلْأَرْضِ وَلَا لِشَيْءٍ يُفْسِدُهُ عَلَيْهِ
سَبِيلًا حَتَّى بَعَثَهُ وَهُوَ سَاجِدٌ قَالَ: فَفَعَلَ فَنَحْنُ نَمُرُّ
عَلَيْهِ إِذَا هَبَطْنَا وَإِذَا عَرَجْنَا فَنَجِدُ لَهُ فِي الْعِلْمِ أَنَّهُ
يُبْعَثُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَيُوقَفُ بَيْنَ يَدَيِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ
فَيَقُولُ لَهُ الرَّبُّ: أَدْخِلُوا عَبْدِي
الْجَنَّةَ بِرَحْمَتِي، فَيَقُولُ: رَبِّ بَلْ بِعَمَلِي، فَيَقُولُ الرَّبُّ:
أَدْخِلُوا عَبْدِي الْجَنَّةَ بِرَحْمَتِي، فَيَقُولُ: يَا رَبِّ، بَلْ بِعَمَلِي، فَيَقُولُ الرَّبُّ: أَدْخِلُوا عَبْدِي
الْجَنَّةَ بِرَحْمَتِي، فَيَقُولُ: رَبِّ بَلْ بِعَمَلِي، فَيَقُولُ اللَّهُ
عَزَّ وَجَلَّ لِلْمَلَائِكَةِ: قَايِسُوا عَبْدِي بِنِعْمَتِي عَلَيْهِ
وَبِعَمَلِهِ فَتُوجَدُ نِعْمَةُ الْبَصَرِ قَدْ أَحَاطَتْ بِعِبَادَةِ خَمْسِ
مِائَةِ سَنَةٍ وَبَقِيَتْ نِعْمَةُ الْجَسَدِ فَضْلًا عَلَيْهِ فَيَقُولُ: أَدْخِلُوا عَبْدِي النَّارَ قَالَ: فَيُجَرُّ إِلَى النَّارِ
فَيُنَادِي: رَبِّ بِرَحْمَتِكَ أَدْخِلْنِي
الْجَنَّةَ، فَيَقُولُ: رُدُّوهُ فَيُوقَفُ بَيْنَ يَدَيْهِ فَيَقُولُ: يَا عَبْدِي،
مَنْ خَلَقَكَ وَلَمْ تَكُ شَيْئًا؟ فَيَقُولُ: أَنْتَ يَا رَبِّ، فَيَقُولُ:
كَانَ ذَلِكَ مِنْ قِبَلِكَ أَوْ بِرَحْمَتِي؟ فَيَقُولُ: بَلْ بِرَحْمَتِكَ.
فَيَقُولُ: مَنْ قَوَّاكَ لِعِبَادَةِ خَمْسِ مِائَةِ عَامٍ؟ فَيَقُولُ: أَنْتَ
يَا رَبِّ، فَيَقُولُ: مَنْ أَنْزَلَكَ فِي جَبَلٍ وَسَطَ اللُّجَّةِ وَأَخْرَجَ
لَكَ الْمَاءَ الْعَذْبَ مِنَ الْمَاءِ الْمَالِحِ وَأَخْرَجَ لَكَ كُلَّ لَيْلَةٍ
رُمَّانَةً وَإِنَّمَا تَخْرُجُ مَرَّةً فِي السَّنَةِ، وَسَأَلْتَنِي أَنْ
أَقْبِضَكَ سَاجِدًا فَفَعَلْتُ ذَلِكَ بِكَ؟ فَيَقُولُ: أَنْتَ يَا رَبِّ،
فَقَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: فَذَلِكَ بِرَحْمَتِي وَبِرَحْمَتِي أُدْخِلُكَ
الْجَنَّةَ، أَدْخِلُوا عَبْدِي الْجَنَّةَ فَنِعْمَ الْعَبْدُ كُنْتَ يَا عَبْدِي
فَيُدْخِلُهُ اللَّهُ الْجَنَّةَ، قَالَ جِبْرِيلُ عَلَيْهِ السَّلَامُ: إِنَّمَا
الْأَشْيَاءُ بِرَحْمَةِ اللَّهِ تَعَالَى يَا مُحَمَّدُ «هَذَا حَدِيثٌ صَحِيحُ
الْإِسْنَادِ، فَإِنَّ سُلَيْمَانَ بْنَ هَرِمٍ الْعَابِدَ مِنْ زُهَّادِ أَهْلِ
الشَّامِ، وَاللَّيْثَ بْنَ سَعْدٍ لَا يَرْوِي عَنِ الْمَجْهُولِينَ."[5]
[التعليق - من تلخيص الذهبي] 7637 - لا والله وسليمان بن هرم غير معتمد
Câbir b. Abdillâh (r.anhümâ) rivayet
ediyor ve şöyle diyor: (Bir defasında) Nebi (s.a.v.) bize çıkageldi ve şöyle
buyurdu: “Az önce dostum Cibrîl yanımdan çıktı. Dedi ki: ‘Yâ Muhammed! Seni hak
ile gönderene yemin olsun ki, muhakkak ki Allah’ın kullarından bir kulu var.
Denizin ortasında genişliği ve uzunluğu otuz zirâ‘ya otuz zira‘ olan bir dağın
tepesinde Allah Teâlâ’ya beş yüz sene ibadet etti. Deniz onu, her taraftan dört
bin fersah genişliğinde çevrelemişti. Allah Teâlâ, onun için parmak
genişliğinde tatlı su akıtan tatlı bir (su) kaynağı çıkardı. (Su) dağın
eteğinde toplanıyordu. (Ve yine) bir nar ağacı çıkardı. (O nar ağacı) her gece
onun için bir nar çıkarıyor ve günlük yiyecek ihtiyacını karşılıyordu. Akşama
erdiği zaman abdestini tazeleyip bu narı alarak yiyor, sonra da namazına
kalkıyordu. Rabbi Azze ve Celle’den eceli geldiği zaman secde eder bir halde
(ruhunu) kabzetmesini ve kendisini secde eder bir halde (yeniden) diriltinceye
kadar ne yeryüzüne ne de başka bir şeye kendisinin bu halini ifsat edecek bir
imkân kılmamasını istedi.’ (Cebrail devamla) şöyle dedi: ‘(Allah onun duasını
kabul etti ve bunu) yerine getirdi. Biz (melekler) yeryüzüne indiğimiz zaman
ona uğrarız. (Cenâb-ı Hakk’ın katına) yükseldiğimiz zaman ise onun hakkında
(gaybe ait) bilgide şunu buluruz: Muhakkak ki o, kıyamet günü diriltilir ve
Allah Azze ve Celle’nin huzurunda durdurulur. Rab (Teâlâ) onun için: ‘Kulumu
cennete, rahmetimle girdiniz.’ buyurur. (O): ‘Ey Rabbim! Bilakis amelimle
(cennete girdir)!’ der. Rab (Teâlâ): ‘Kulumu cennete, rahmetimle girdiniz.’
buyurur. (O yine): ‘Ey Rabbim! Bilakis amelimle (cennete girdir)!’ der. Rab
(Teâlâ yine): ‘Kulumu cennete, rahmetimle girdiniz.’ buyurur. (O yine): ‘Ey
Rabbim! Bilakis amelimle (cennete girdir)!’ der. Bunun üzerine Allah Azze ve
Celle meleklerine: ‘Kulumu, ameli ve benim kendisine verdiğim nimetimle
kıyaslayınız.’ buyurur. Bunun üzerine göz nimetinin, beş yüz senelik ibadeti
kapsadığı ve beden nimetinin ise kendisine (Allah’ın) fazl(-ı ihsanı) olarak
(karşılıksız bir şekilde) kaldığı ortaya çıkar. Bunun üzerine (Allah): ‘Kulumu
cehenneme girdirin!’ buyurur.’ (Cebrail devamla) şöyle dedi: ‘(O kul) cehenneme
sürüklenince: ‘Rabbim! Rahmetinle beni cennete girdir!’ (diye) nida eder. Bunun
üzerine (Allah): ‘Ey kulum! Sen hiçbir şey değilken seni kim yarattı?’ buyurur.
(Kul): ‘Sen yâ Rabbi!’ der. (Allah): ‘Bu senin katından mı yoksa rahmetimden
mi?’ buyurur. (Kul): ‘Bilakis senin rahmetindendir!’ der. ‘Sana beş yüz sene
ibadet etmek için kim kuvvet verdi?’ buyurur. ‘Sen ey Rabbim!’ der. ‘Seni derin
denizin ortasında bir dağa indiren, tuzlu sudan senin için tatlı su çıkaran,
(normal şartlarda) senede bir defa çıktığı halde her gece senin için bir nar
bitiren, seni secde eder bir halde kabzetmemi istediğin (zaman) bunu senin için
yerine getiren kimdir?’ buyurur. ‘Sensin yâ Rabbi!’ der. Bunun üzerine Allah
Azze ve Celle şöyle buyurur: ‘İşte bunlar benim rahmetimledir. Ve Rahmetimle
seni cennete girdireceğim. Kulumu cennete girdirin! Ey kulum! Sen ne iyi bir
kuldun.’ buyurur ve Allah onu cennete girdirir.’ Cibrîl (a.s.): ‘Yâ Muhammed!
Muhakkak (tüm) eşya (işler) Allah Teâlâ’nın rahmetiyledir.’ dedi.” (Hâkim,
Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, et-Tevbe Ve’l-İnâbe, 37, c.4, s.278, h.no:7637)
1751 - حَدَّثَنَا خَيْرُ بْنُ عَرَفَةَ الْمِصْرِيُّ، ثنا عُرْوَةُ، ثنا عُبَيْدُ اللهِ بْنُ عَمْرٍو، عَنْ عَبْدِ الْكَرِيمِ بْنِ مَالِكٍ، عَنْ عَطَاءِ بْنِ أَبِي رَبَاحٍ، عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللهِ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «مَا فِي السَّمَاوَاتِ السَّبْعِ مَوْضِعُ قَدِمٍ وَلَا شِبْرٍ وَلَا كَفٍّ إِلَّا وَفِيهِ مَلَكٌ قَائِمٌ أَوْ مَلَكٌ رَاكِعٌ أَوْ مَلَكٌ سَاجِدٌ، فَإِذَا كَانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ قَالُوا جَمِيعًا سُبْحَانَكَ مَا عَبَدْنَاكَ حَق عِبَادَتِكَ، إِلَّا أَنَّا لَمْ نُشْرِكْ بِكَ شَيْئًا»[6]
Hiç kimse ibadetine güvenmesin. Zira Peygamberimiz (s.a.v.) ne buyuruyor biliyor musunuz? “Yedi gökte, ne bir ayak, ne bir karış, ne de bir avuç içi (kadar) yer yoktur ki, orada kıyam halinde (ibadet eden) bir melek ya da rükû eden bir melek ya da secde eden bir melek bulunmasın. Kıyamet günü olunca ise hep birlikte: ‘Subhâneke mâ abednâke hagga ibâdetike/(Ey Rabbimiz!) Sen (her türlü noksanlıktan) münezzehsin! Sana, layık olduğun hal üzere kulluk edemedik. Yalnız şu var ki bizler sana hiçbir şeyi ortak koşmadık.’ derler.” (Taberânî, Evsat, c.2, s.369, h.no:3568) Mu’cemü’l-Kebîr, 2/184.
222 - (486) حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ، حَدَّثَنِي عُبَيْدُ اللهِ بْنُ عُمَرَ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ يَحْيَى بْنِ حَبَّانَ، عَنِ الْأَعْرَجِ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، عَنْ عَائِشَةَ، قَالَتْ: فَقَدْتُ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَيْلَةً مِنَ الْفِرَاشِ فَالْتَمَسْتُهُ فَوَقَعَتْ يَدِي عَلَى بَطْنِ قَدَمَيْهِ وَهُوَ فِي الْمَسْجِدِ وَهُمَا مَنْصُوبَتَانِ وَهُوَ يَقُولُ: «اللهُمَّ أَعُوذُ بِرِضَاكَ مِنْ سَخَطِكَ، وَبِمُعَافَاتِكَ مِنْ عُقُوبَتِكَ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْكَ لَا أُحْصِي ثَنَاءً عَلَيْكَ أَنْتَ كَمَا أَثْنَيْتَ عَلَى نَفْسِك»[7]
42- Rükü ve Sücüdda Okunacak Dualar Babı
1751 - حَدَّثَنَا خَيْرُ بْنُ عَرَفَةَ الْمِصْرِيُّ، ثنا عُرْوَةُ، ثنا عُبَيْدُ اللهِ بْنُ عَمْرٍو، عَنْ عَبْدِ الْكَرِيمِ بْنِ مَالِكٍ، عَنْ عَطَاءِ بْنِ أَبِي رَبَاحٍ، عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللهِ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «مَا فِي السَّمَاوَاتِ السَّبْعِ مَوْضِعُ قَدِمٍ وَلَا شِبْرٍ وَلَا كَفٍّ إِلَّا وَفِيهِ مَلَكٌ قَائِمٌ أَوْ مَلَكٌ رَاكِعٌ أَوْ مَلَكٌ سَاجِدٌ، فَإِذَا كَانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ قَالُوا جَمِيعًا سُبْحَانَكَ مَا عَبَدْنَاكَ حَق عِبَادَتِكَ، إِلَّا أَنَّا لَمْ نُشْرِكْ بِكَ شَيْئًا»[6]
Hiç kimse ibadetine güvenmesin. Zira Peygamberimiz (s.a.v.) ne buyuruyor biliyor musunuz? “Yedi gökte, ne bir ayak, ne bir karış, ne de bir avuç içi (kadar) yer yoktur ki, orada kıyam halinde (ibadet eden) bir melek ya da rükû eden bir melek ya da secde eden bir melek bulunmasın. Kıyamet günü olunca ise hep birlikte: ‘Subhâneke mâ abednâke hagga ibâdetike/(Ey Rabbimiz!) Sen (her türlü noksanlıktan) münezzehsin! Sana, layık olduğun hal üzere kulluk edemedik. Yalnız şu var ki bizler sana hiçbir şeyi ortak koşmadık.’ derler.” (Taberânî, Evsat, c.2, s.369, h.no:3568) Mu’cemü’l-Kebîr, 2/184.
222 - (486) حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ، حَدَّثَنِي عُبَيْدُ اللهِ بْنُ عُمَرَ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ يَحْيَى بْنِ حَبَّانَ، عَنِ الْأَعْرَجِ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، عَنْ عَائِشَةَ، قَالَتْ: فَقَدْتُ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَيْلَةً مِنَ الْفِرَاشِ فَالْتَمَسْتُهُ فَوَقَعَتْ يَدِي عَلَى بَطْنِ قَدَمَيْهِ وَهُوَ فِي الْمَسْجِدِ وَهُمَا مَنْصُوبَتَانِ وَهُوَ يَقُولُ: «اللهُمَّ أَعُوذُ بِرِضَاكَ مِنْ سَخَطِكَ، وَبِمُعَافَاتِكَ مِنْ عُقُوبَتِكَ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْكَ لَا أُحْصِي ثَنَاءً عَلَيْكَ أَنْتَ كَمَا أَثْنَيْتَ عَلَى نَفْسِك»[7]
42- Rükü ve Sücüdda Okunacak Dualar Babı
222-
(486) Bize Ebû
Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi
ki): Bana Ubeydullah b. Ömer, Mu-hammed b. Yahya b. Habbân'dan, o da A'rac'dan,
o da Ebû Hüreyre'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Bir
gece Besû-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'i yataktan kaybettim de
kendisini a-raştırdını. Derken elim, secdegâhında iken onun ayaklarının altına
dokunu verdi. Ayakları dikilmiş; kendisi:
— «Allah'ım senin gadabından senin
rızana; Azabındanda affına sığınırım! Hem senden sana sığınırım!» Sana karsı
senayı bttiremem! Sen kendini nasıl sena ettinse öylecesin!» diyor.[8]
Allah’ın Habibi, ahir zaman Nebisi, bütün
insanların ve peygamberlerin en üstünü, Hz. Allah’ı bilme hususunda onun önünde
kimsenin olmadığı bir insan dua ederken diyor ki: “…(Allah’ım!) Sana (layık
olduğun hal üzere) sena edemem! Sen, zatını nasıl sena ettinse öyle (yüce)sin!”
(Müslim, Salât, 42) Acizim diyor. Sen Rabsin, kullar Sen'i takdir edemez, Sen
ancak kendi şanındaki gibisin yâ Rabbi!..
Allah’ım şu kalplerimizi, gönüllerimizi imanın halâvetini, itaatin lezzetini, sevgisinin ve yakınlığının güzelliğini tadanlardan etsin inşallah.
Rabbim bizlere, ailelerimize, çoluk-çocuğumuza, komşularımıza, bütün neslimize, tanıdığımız tanımadığımız bütün ümmet-i Muhammed’e bu hidayeti nasip etsin.
* * *
Vallahi Allah’ın azabı çok çetin. Allah (c.c.) bu hâle kimseyi bırakmasın. Ama şunu da unutmayın, Rabbimiz (c.c.) Kur'ân-ı Mecîd'inde haber veriyor: "...O (Habibim) size çok düşkün..." (Bkz., Tevbe sûresi, 9/128) “İstiyorsun ki ümmetinden bir tanesi bile ateşe düşmesin; ama Cennet de benim, Cehennem de benim. ‘Andolsun, cehennemi hem cinlerden hem de insanlardan dolduracağım’ (Secde sûresi, 32/13)” buyuruyor.
Allah’ım! Peygamberlerin bile kullukta acziyetini itiraf etmişken, biz ne ibadetimizle ne de taatımızla Sen’in kadrini takdir edebiliriz; ama biliyoruz ki Sen’den başka gidecek kapımız yok. Bizi yaratan ve sahibimiz olan Sen’sin güzel Allah’ım. Bütün bu acizliğimizle, bütün bu zelilliğimizle ellerimizi Sana açtık. Bizi yaratan Rabbim! Nihayetsiz güç ve kudretin sahibi olan Rabbim! Bizi bağışla yâ Rabbi! Anne ve babalarımızı bağışla yâ Rabbi. Eş ve çocuklarımızı bağışla ey Allah'ım! Komşularımızı, arkadaşlarımızı bağışla yâ Rabbi! Hidayetlerini artır Allah’ım! Ateşe adım adım giderken halinden bihaber olan ümmet-i Muhammedi ayıktır yâ Rabbi! Kalplerine fütûhât nasip et, hidayet nasip et Allah’ım! Yollarımızı Peygamber Efendimizin (s.a.v.) yolu kıl yâ Rabbi! Biz ve bütün ümmet-i Muhammedi bağışla yâ Rabbi!
Allah’ım şu kalplerimizi, gönüllerimizi imanın halâvetini, itaatin lezzetini, sevgisinin ve yakınlığının güzelliğini tadanlardan etsin inşallah.
Rabbim bizlere, ailelerimize, çoluk-çocuğumuza, komşularımıza, bütün neslimize, tanıdığımız tanımadığımız bütün ümmet-i Muhammed’e bu hidayeti nasip etsin.
* * *
Vallahi Allah’ın azabı çok çetin. Allah (c.c.) bu hâle kimseyi bırakmasın. Ama şunu da unutmayın, Rabbimiz (c.c.) Kur'ân-ı Mecîd'inde haber veriyor: "...O (Habibim) size çok düşkün..." (Bkz., Tevbe sûresi, 9/128) “İstiyorsun ki ümmetinden bir tanesi bile ateşe düşmesin; ama Cennet de benim, Cehennem de benim. ‘Andolsun, cehennemi hem cinlerden hem de insanlardan dolduracağım’ (Secde sûresi, 32/13)” buyuruyor.
Allah’ım! Peygamberlerin bile kullukta acziyetini itiraf etmişken, biz ne ibadetimizle ne de taatımızla Sen’in kadrini takdir edebiliriz; ama biliyoruz ki Sen’den başka gidecek kapımız yok. Bizi yaratan ve sahibimiz olan Sen’sin güzel Allah’ım. Bütün bu acizliğimizle, bütün bu zelilliğimizle ellerimizi Sana açtık. Bizi yaratan Rabbim! Nihayetsiz güç ve kudretin sahibi olan Rabbim! Bizi bağışla yâ Rabbi! Anne ve babalarımızı bağışla yâ Rabbi. Eş ve çocuklarımızı bağışla ey Allah'ım! Komşularımızı, arkadaşlarımızı bağışla yâ Rabbi! Hidayetlerini artır Allah’ım! Ateşe adım adım giderken halinden bihaber olan ümmet-i Muhammedi ayıktır yâ Rabbi! Kalplerine fütûhât nasip et, hidayet nasip et Allah’ım! Yollarımızı Peygamber Efendimizin (s.a.v.) yolu kıl yâ Rabbi! Biz ve bütün ümmet-i Muhammedi bağışla yâ Rabbi!
Allâhümme
Rabbenâ âtinâ fi’d-dünya haseneten ve fi’l-âhirati haseneten ve gınâ
azâbe’n-nâr. Rabbena’ğfirlî velivâlideyye ve lil’mü’minîne yevme
yegûmu’l-hisâb.
Allâhümme inneke afuvvun, kerîmun, tuhibbü’l-afve fa’fu annâ.
Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ, ve in lem tağfir lenâ, ve terhamnâ lenekûnenne mine’l-hâsirîn.
Ve selâmun ale’l-murselîn. Ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn.
Allâhümme inneke afuvvun, kerîmun, tuhibbü’l-afve fa’fu annâ.
Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ, ve in lem tağfir lenâ, ve terhamnâ lenekûnenne mine’l-hâsirîn.
Ve selâmun ale’l-murselîn. Ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn.
Câbir b. ‘Abdullâh
(r.’a.)’dan rivâyet edilen yukarıdaki Hadîs-i Şerîf’de, yapılan amellerin Allâh’ın verdiği
ni’metlere karşılık gelmeyeceği haber verilmekte-dir. Hadîs’de anlatıldığına
göre, geçmiş ümmetler-den, bir kulun yaptığı beş yüz senelik ibâdet, Allâh’ın o
kula verdiği ni’metlerden yalnız görme ni’metine karşılık gelir. Vücûdunun
diğer âzâları şükürsüz kalır. Kul ise ancak Allâh’ın rahmetiyle cennete girer.[9]
[1] ذكر المزني أن الصلاة قبل الإسراء كانت
صلاة قبل طلوع الشمس وصلاة بعد الغروب، وقال ابن سلام: فرض الصلوات الخمس قبل
الهجرة بعام، فعلى هذا يحتمل قول عائشة: "فزيد في صلاة الحضر" أي زيد
فيها حين أكملت خمسًا، فتكون الزيادة في الركعات وفي عدد الصلوات، ويكون قولها:
"فُرضت الصلاة ركعتين" أي: قبل الإسراء.
[2] الحديث مقطوع في السيرة، ومثله لا يكون
أصلا في الأحكام الشرعية، ولكنه قد روي مُسندًا إلى زيد بن حارثة -برفعه- غير أن
هذا الحديث المسند يدور على عبد الله بن لهِيعَة وقد ضُعِّف ولم يخرج عنه البخاري
ومسلم؛ لأنه يقال: إن كتبه احترقت، فكان يحدث من حفظه، وكان مالك بن أنس يحسن فيه
القول. وانظر تمام القول في هذا الموضوع في: "الروض الأنف: للسهيلي، من
تحقيقنا ج ١ ص:٢٨٤".
[3]
İbn Hişâm,
Sîretü’n-Nebî, 1/207; Şeblencî, Nûrü’l-Ebsâr, s. 30; Abdülmecid Hâni,
el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 39.
[5] الكتاب: المستدرك على الصحيحين، المؤلف: أبو عبد الله الحاكم
محمد بن عبد الله بن محمد بن حمدويه بن نُعيم بن الحكم الضبي، الطهماني النيسابوري
المعروف بابن البيع (المتوفى:٤٠٥ هـ)، تحقيق: مصطفى عبد القادر عطا، الناشر: دار
الكتب العلمية- يروت، الطبعة: الأولى،١٤١١- ١٩٩٠، عدد الأجزاء: ٤، كتاب التوبة و
الإنابة (٤٠)، رقم الحديث:٧٦٣٧، ص: ٤/٢٧٨-٢٧٩.
[6] الكتاب: المعجم الكبير، المؤلف: سليمان بن أحمد بن أيوب بن
مطير اللخمي الشامي، أبو القاسم الطبراني (المتوفى: ٣٦٠ هـ)، المحقق: حمدي بن عبد
المجيد السلفي، دار النشر: مكتبة ابن تيمية – القاهرة، الطبعة: الثانية، عدد
الأجزاء:٢٥، ويشمل القطعة التي نشرها لاحقا المحقق الشيخ حمدي السلفي من المجلد ١٣
(دار الصميعي - الرياض / الطبعة الأولى،١٤١٥ هـ -١٩٩٤ م)،
[7] الكتاب: المسند الصحيح المختصر بنقل العدل عن العدل إلى رسول
الله صلى الله عليه وسلم، المؤلف: مسلم بن الحجاج أبو الحسن القشيري النيسابوري
(المتوفى: ٢٦١ هـ)، المحقق: محمد فؤاد عبد الباقي، الناشر: دار إحياء التراث
العربي – بيروت، عدد الأجزاء: ٥، كتاب صلاة (٦)، رقم الحديث:٢٢٢ (٤٨٦)، ص:٣٠٩؛ ١/٣٥٢.
[8] Sahîh-ı
Müslim, Kitâbü’s-Salat (6), Hadîs no:222 (486), s.309, 1/352.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder