NAMAZA BAŞLAMA ÂDÂBI
1-
Ta’dil-i Erkân-a riâyet etmeliyiz. Farz veyâ Vâcib diyen
âlimlerimiz vardır…
Ø
TA’DİL-İ
ERKÂN: Rükunlara gereken hassâsiyeti gösterip her
rükunu adâletle yerine getirmeliyiz.
2-
Namaza niyet.
a-
Dil, Akıl ve Kalb ile.
3-
Namaza; aç iken, tuvâlet ihtiyâcı -büyük-küçük- hâsıl olmuş iken
durmamalıyız.
4-
Her rükunda Allâh-ü Te’âlâ-yı hatırlamaya âzamî güç sarf
etmeliyiz.
5-
Her rükunda gözlerin bakma yerlerine riâyet edilmelidir. Bu
durum Mevlâmızı unutmamaya yardımcı olur.
---Tenbihü’l-Ğâfilîn adlı eserde: (sh.195)---
... --- HATEM-İ ZÂHİD HZ. ÂSIM İBN-İ YUSUF HZ.’NİN YANINA GİRDİĞİNDE;
---
“Ey Hatem namaz kılmayı güzel becere biliyor musun?”
Diye sorar... O
da --- “EVET” der...
Bunun üzerine
Âsım: --- “Peki nasıl kılıyorsun?”
Buyurdular
ki: --- “Namaz
vakti yaklaşınca ABDESTİMİ sünnet vech ile tazeliyorum. Namaz kılacağım yere
gelip dikiliyorum her uzvum yerleşiyor.
1-
KA’BE-İ MU’AZZAMA-yı iki kaşımın
arasında,
2-
MAKÂM-I İBRÂHÎM’i göğsümün hizasında,
3-
ALLÂH’I TE’ÂLÂ’yı mekândan münezzeh (pak
ve uzak) olduğu halde başımda hazır,
4-
ALLÂH’I TE’ÂLÂ-yı kalbimdeki her şeyi
bilir olduğu halde görüyorum.
5-
Ayağım SIRAT KÖPRÜSÜ’nün üzerinde,
6-
CENNET sağımda,
7-
CEHENNEM solumda,
8-
MELEKÜ’L-MEVT (ÖLÜM MELEĞİ)’ni arkamda
hissediyorum.
9-
Kılacağım namazın SON olduğunu
zannediyorum.
10- Sonra
(İHSÂN) ile Mevlâ’yı görür gibi İFTİTAH TEKBİRİ-Nİ alıyorum.
11- Düşüne
düşüne OKUYORUM.
12- TEVAZU
ile RÜKU’a varıyorum.
13- TAZARRU
(Allâh’a yalvararak SECDE yapıyorum.
14- Ümitle
TAHİYYAT’a oturuyor, teşehhüt okuyorum.
15- Sünnet
üzere SELAM veriyorum.
16- Korkuyla
ümîd arasında kalkıyor bu hâl üzere SABR’a devâm ediyorum.
Âsım Hz.: --- “Ey Hatem senin namazın böyle mi?” dedi.
Hatem de: --- “Evet otuz
senedir böyle” Dedi.
6-
Önce elleri yere koyarak secdeye gitmemeliyiz.
7-
Secdede iki ayağımızı yerden kaldırmamalıyız.
8-
Secdeye giderken pantolonun iki paçasını yukarı çekerek
gitmemeliyiz.
9-
Namazda “Ameli Kebir” Ameli Sağır” vardır. ---Çok iş, Az iş---
KIBLEYE YÖNELMEK VE
NAMAZI HUŞÛ’ İLE KILMAK
٣٩١--- حَدَّثَنَا عَمْرُو بْنُ عَبَّاسٍ، قَالَ: حَدَّثَنَا ابْنُ
المَهْدِيِّ، قَالَ: حَدَّثَنَا مَنْصُورُ بْنُ سَعْدٍ، عَنْ مَيْمُونِ بْنِ سِيَاهٍ،
عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ: "مَنْ صَلّٰى صَلَاتَنَا وَاسْتَقْبَلَ قِبْلَتَنَا، وَأَكَلَ ذَب۪يحَتَنَا
فَذٰلِكَ الْمُسْلِمُ الَّذ۪ي لَهُ ذِمَّةُ اللّٰهِ وَذِمَّةُ رَسُولِه۪، فَلَا تُخْفِرُوا
اللّٰهَ ف۪ي ذِمَّتِه۪."[1]
٣٩٢
--- حَدَّثَنَا نُعَيْمٌ،
قَالَ: حَدَّثَنَا ابْنُ المُبَارَكِ، عَنْ حُمَيْدٍ الطَّو۪يلِ، عَنْ أَنَسِ بْنِ
مَالِكٍ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ: "أُمِرْتُ أَنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ حَتّٰى يَقُولُوا لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ، فَإِذَا قَالُوهَا، وَصَلَّوْا صَلَاتَنَا،
وَاسْتَقْبَلُوا قِبْلَتَنَا، وَذَبَحُوا ذَب۪يحَتَنَا، فَقَدْ حَرُمَتْ عَلَيْنَا
دِمَآؤُهُمْ وَأَمْوَالُهُمْ، إِلَّا بِحَقِّهَا وَحِسَابُهُمْ عَلَى اللّٰهِ."
٣٩٣--- قَالَ ابْنُ أَب۪ي مَرْيَمَ: أَخْبَرَنَا يَحْيَى بْنُ أَيُّوبَ،
حَدَّثَنَا حُمَيْدٌ، حَدَّثَنَا أَنَسٌ، عَنِ النَّبِيِّ ﷺ، وَقَالَ عَلِيُّ بْنُ عَبْدِ اللّٰهِ، حَدَّثَنَا خَالِدُ بْنُ الْحَارِثِ،
قَالَ: حَدَّثَنَا حُمَيْدٌ، قَالَ: سَأَلَ مَيْمُونُ بْنُ سِيَاهٍ، أَنَسَ بْنَ مَالِكٍ،
قَالَ: يَآ أَبَا حَمْزَةَ، مَا يُحَرِّمُ دَمَ العَبْدِ وَمَالَهُ؟ فَقَالَ: "مَنْ
شَهِدَ أَنْ لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ، وَاسْتَقْبَلَ قِبْلَتَنَا، وَصَلّٰى صَلَاتَنَا،
وَأَكَلَ ذَب۪يحَتَنَا، فَهُوَ المُسْلِمُ، لَهُ مَا لِلْمُسْلِمِ، وَعَلَيْهِ
مَا عَلَى المُسْلِمِ."
28 --- Kıbleye Yönelmenin
Fazîleti Bâbı.
391 --- Enes (r.a.) şöyle dedi: Rasûlüllâh (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem) şöyle buyurdu:
--- “Her kim
bizim kıldığımız namazı kılar, kıblemize karşı durur ve kestiğimizi yerse,
Allâh’ın ve Allâh elçisinin ahd ve emânını hak eden Müslüman, işte odur. Artık
Öyle olan bir kimsenin ahd ve emânı husûsunda Allâh’a (ve Rasûlüne) hıyânet etmeyin”.
392 --- Enes
(r.a.) şöyle dedi: Rasûlullâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) şöyle buyurdu:
--- “İnsanlar Lâ ilâhe İllellâh ( = Allâh’dan başka hakk ilâh yok) deyinceye kadar, onlarla
muhârebe etmekliğim bana emr olundu. Onlar bunu söyledikleri, namazımızı
kıldıkları, kıblemize yöneldikleri ve kestikleri hayvanları bizim kestiğimiz
hayvanlar gibi kestikleri zaman, artık onların kanları ve malları bize harâm
olmuştur, ancak kanların ve malların kendi hakları mukâbili olmak müstesnâdır.
Onların (bâtınlarından dolayı olan) hesâbları Allâh’a âittir”.
Ve İbn-ü
Ebî Meryem şöyle dedi: Bize Yahya (ibn Eyyûb) haber verip şöyle dedi: Bize
Humeyd et-Tavîl tahdîs edip şöyle dedi: Bize Enes, Peygamber (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem)’den tahdîs etti. Ve Ali İbn ‘Abdillâh şöyle dedi: Bize
Hâlid İbn Haris tahdîs edip şöyle dedi: Bize Humeyd et-Tavîl tahdîs edip şöyle
dedi:
Meymûn İbn-ü Siyah, Enes İbn Mâlik’e sorup: Yâ
Ebâ Hamza! Kulun kanını ve malını harâm kılan şey nedir? Dedi. Enes
(r.a.):
--- “Kim Lâ ilâhe illellâh ( = Allâh’dan başka
hakk ilâh yoktur) esâsına (zâhiren) şehâdet eder, kıblemize yönelir,
namazımızı kılar ve kestiğimiz hayvanı yerse, işte o müstesnâdır. Artık Müslümânın
lehine olan, onun da lehine; müslümânın aleyhine olan, onun da aleyhinedir”, dedi.[2]
١٠٠٠--- وَعَنْ مُطَرِّفِ بْنِ عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ الشِّخّ۪يرِ، عَنْ أَب۪يهِ قَالَ: "أَتَيْتُ النَّبِيَّ - ﷺ- وَهُوَ يُصَلّ۪ي وَلِجَوْفِه۪ٓ أَز۪يزٌ كَأَز۪يزِ الْمِرْجَلِ"، يَعْن۪ي:
يَبْك۪ي."
وَفِي رِوَايَةٍ
قَالَ: "رَأَيْتُ
النَّبِيَّ -ﷺ- يُصَلّ۪ي وَف۪ي صَدْرِه۪ٓ أَز۪يزٌ كَأَز۪يزِ الرَّحَا مِنَ
الْبُكَآءِ"،[3]
Abdullah
b. eş-Şihhîr (r.a.)’den yapılan rivâyette, demiştir ki:
--- “Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) Efendimizi
gördüm, namaz kılarken göğsünde ağlamaktan dolayı bakır tencerenin (kaynarken
çıkardığı) sese benzer ses çıkarıyordu.”
Hz. Peygamber
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) bütün namazlarını huşu’ ve huzûr içerisinde
korku ve ümîd arasında kılardı. Nitekim Mutarrıf (r.a.), babasından şöyle
nakletmiştir:
--- “Hz. Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’i namaz kılarken
gördüm, göğsünden değirmen sesi gibi inilti çıkıyordu.”
Başka bir
rivâyette ise; ---
“Göğsünden kaynayan tencerenin sesi gibi ses çıkıyordu.”
CÂMİİ –MESCİD- ÂDÂBI
10- Safları yara-yara illâ da ön
safta namaz kılacağım, oranın sevâbı fazla diye herkesi rahatsız edecek tavır
ve hareketleri aslâ yapmamalıyız…
Ø Ön safta namaz kılacak isek
fazla sevaba ulaşmak istiyorsak cemâate önceden gelmemiz gerekmektedir.
11-
Saflarımızı düzgün ve sık tutmalıyız.
a-
Yahûdîler Müslümanların üç hasletini kıskandıkça kıskanırlar…
رقم
الحديث: 5052
(حديث مرفوع) حَدَّثَنَا عَمْرُو بْنُ إِسْحَاقَ، قَالَ: نَا أَبِي، قَالَ: نَا عَمْرُو بْنُ الْحَارِثِ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ سَالِمٍ، عَنِ الزُّبَيْدِيِّ، قَالَ: نَا عِيسَى بْنُ يَزِيدَ، أَنَّ طَاوُسًا أَبَا عَبْدِ الرَّحْمَنِ حَدَّثَهُ، أَنَّ مُنَبِّهًا أَبَا وَهْبٍ حَدَّثَهُ يَرُدُّهُ إِلَى مُعَاذٍ، أَنَّ نَبِيَّ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ جَلَسَ فِي بَيْتٍ مِنْ بُيُوتِ أَزْوَاجِهِ، وَعِنْدَهُ عَائِشَةُ، فَدَخَلَ عَلَيْهِ نَفَرٌ مِنَ الْيَهُودِ، فَقَالُوا: السَّامُ عَلَيْكَ يَا مُحَمَّدُ، قَالَ "وَعَلَيْكُمْ". فَجَلَسُوا فَتَحَدَّثُوا، وَقَدْ فَهِمَتْ عَائِشَةُ تَحِيَّتَهُمُ الَّتِي حَيَّوْا بِهَا النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَاسْتَجْمَعَتْ غَضَبًا وَتَصَبَّرَتْ، فَلَمْ تَمْلِكُ غَيْظَهَا، فَقَالَتْ: بَلْ عَلَيْكُمُ السَّامُ وَغَضَبُ اللَّهِ وَلَعْنَتُهُ، بِهَذَا تُحَيُّونَ نَبِيَّ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ؟ ثُمَّ خَرَجُوا ، فَقَالَ لَهَا النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ "مَا حَمَلَكَ عَلَى مَا قُلْتِ؟" قَالَتْ : أَوْ لَمْ تَسْمَعْ كَيْفَ حَيَّوْكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ؟ وَاللَّهِ مَا مَلَكْتُ نَفْسِي حِينَ سَمِعْتُ تَحِيَّتَهُمْ إِيَّاكَ، فَقَالَ لَهَا النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: "لا جَرَمَ، كَيْفَ رَأَيْتِ رَدَدْتُ عَلَيْهِمْ! إِنَّ الْيَهُودَ قَوْمٌ سَئِمُوا دِينَهُمْ، وَهُمْ قَوْمٌ حُسَّدٌ، وَلَمْ يَحْسِدُوا الْمُسْلِمِينَ عَلَى أَفْضَلَ مِنْ ثَلاثٍ: رَدِّ السَّلامِ، وَإِقَامَةِ الصُّفُوفِ، وَقَوْلِهِمْ خَلْفَ إِمَامِهِمْ فِي الْمَكْتُوبَةِ: آمِينَ". لا يُرْوَى هَذَا الْحَدِيثُ عَنْ مُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ إِلا بِهَذَا الإِسْنَادِ، وَلا نَعْلَمْ مُنَبِّهًا أَبَا وَهْبٍ أَسْنَدَ حَدِيثًا غَيْرَ هَذَا.
(حديث مرفوع) حَدَّثَنَا عَمْرُو بْنُ إِسْحَاقَ، قَالَ: نَا أَبِي، قَالَ: نَا عَمْرُو بْنُ الْحَارِثِ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ سَالِمٍ، عَنِ الزُّبَيْدِيِّ، قَالَ: نَا عِيسَى بْنُ يَزِيدَ، أَنَّ طَاوُسًا أَبَا عَبْدِ الرَّحْمَنِ حَدَّثَهُ، أَنَّ مُنَبِّهًا أَبَا وَهْبٍ حَدَّثَهُ يَرُدُّهُ إِلَى مُعَاذٍ، أَنَّ نَبِيَّ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ جَلَسَ فِي بَيْتٍ مِنْ بُيُوتِ أَزْوَاجِهِ، وَعِنْدَهُ عَائِشَةُ، فَدَخَلَ عَلَيْهِ نَفَرٌ مِنَ الْيَهُودِ، فَقَالُوا: السَّامُ عَلَيْكَ يَا مُحَمَّدُ، قَالَ "وَعَلَيْكُمْ". فَجَلَسُوا فَتَحَدَّثُوا، وَقَدْ فَهِمَتْ عَائِشَةُ تَحِيَّتَهُمُ الَّتِي حَيَّوْا بِهَا النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَاسْتَجْمَعَتْ غَضَبًا وَتَصَبَّرَتْ، فَلَمْ تَمْلِكُ غَيْظَهَا، فَقَالَتْ: بَلْ عَلَيْكُمُ السَّامُ وَغَضَبُ اللَّهِ وَلَعْنَتُهُ، بِهَذَا تُحَيُّونَ نَبِيَّ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ؟ ثُمَّ خَرَجُوا ، فَقَالَ لَهَا النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ "مَا حَمَلَكَ عَلَى مَا قُلْتِ؟" قَالَتْ : أَوْ لَمْ تَسْمَعْ كَيْفَ حَيَّوْكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ؟ وَاللَّهِ مَا مَلَكْتُ نَفْسِي حِينَ سَمِعْتُ تَحِيَّتَهُمْ إِيَّاكَ، فَقَالَ لَهَا النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: "لا جَرَمَ، كَيْفَ رَأَيْتِ رَدَدْتُ عَلَيْهِمْ! إِنَّ الْيَهُودَ قَوْمٌ سَئِمُوا دِينَهُمْ، وَهُمْ قَوْمٌ حُسَّدٌ، وَلَمْ يَحْسِدُوا الْمُسْلِمِينَ عَلَى أَفْضَلَ مِنْ ثَلاثٍ: رَدِّ السَّلامِ، وَإِقَامَةِ الصُّفُوفِ، وَقَوْلِهِمْ خَلْفَ إِمَامِهِمْ فِي الْمَكْتُوبَةِ: آمِينَ". لا يُرْوَى هَذَا الْحَدِيثُ عَنْ مُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ إِلا بِهَذَا الإِسْنَادِ، وَلا نَعْلَمْ مُنَبِّهًا أَبَا وَهْبٍ أَسْنَدَ حَدِيثًا غَيْرَ هَذَا.
1)
Birbirimize “SELÂM” vermemizi,
2)
Namazlarda saf tutmamızı,
3)
İmâm Fâtihâ Sûresi-ni okuduktan sonra “ÂMÎN” dememizi.
DİĞER DİNE MENSUPLARINA SELÂM VERMEK BÂBI
علي بن إبراهيم،
عن أبيه، عن ابن أبي عمير، عن ابن اذينة، عن زرارة عن أبي جعفر (عليه السلام) قال:
دخل يهودي على رسول الله (صلى الله عليه وآله) وعائشة عنده فقال: السام عليكم فقال: رسول الله (صلى الله عليه
وآله) عليكم، ثم دخل آخر فقال مثل ذلك فرد عليه كمارد على صاحبه ثم دخل آخر فقال
مثل ذلك فرد رسول الله (صلى الله عليه وآله) كمارد على صاحبيه فغضبت عائشة فقالت:
عليكم السام والغضب واللعنة يا معشر اليهود يا إخوة القردة والخنازير، فقال لها
رسول الله (صلى الله عليه وآله): يا عائشة إن الفحش لو كان ممثلا لكان مثال سوء،
إن الرفق لم يوضع على شئ قط إلا زانه ولم يرفع عنه قط إلا شانه، قالت: يا رسول
الله أما سمعت إلى قولهم: السام عليكم؟ فقال:
بلى أما سمعت مارددت عليهم؟ قلت: عليكم، فإذا سلم عليكم مسلم فقولوا: سلام
عليكم وإذا سلم عليكم كافر فقولوا: عليك.
Ali b.
İbrahim bana babasından, o İbni Ebî Umeyr’den, o İbni Uzeyne’den, o Zürâre’den,
o da Ebu Cafer (r.a.)‘dan anlattı, dedi ki:
--- “Bir Yahudi Rasûlüllâh (s.a.s)’in yanına girdi, Âişe de onun
(Rasûlüllâh (s.a.s)’in) yanında idi.
Yahudi
dedi ki: --- “Essêmü ‘aleykum (ölüm sizin üzerinize
olsun).”
Rasûlüllâh
(s.a.s) dedi ki: --- “ve ‘aleykum (sizin üzerinize
olsun).”
Sonar bir başkası geldi, önceki gibi söyledi. Rasûlüllâh (s.a.s)
öncekine verdiği gibi cevap verdi.
Sonar bir başkası da geldi ve öncekiler gibi söyledi, Rasûlüllâh
(s.a.s) de öncekilere verdiği gibi cevap verdi. Sonunda Âişe öfkelendi ve dedi
ki:
--- “Ölüm, gazap ve lânet üzerinize olsun ey Yahudi topluluğu,
ey maymunların ve domuzların kardeşleri!”
Rasûlüllâh
(s.a.s) ona dedi ki: --- “Ey Âişe, eğer utanmazlık
ve kabalık örnek olsaydı şüphesiz kötü bir örnek olurdu.”
Âişe
dedi ki: --- “Yâ Rasûlüllâh (s.a.s) onların “Essêmü
‘aleykum (ölüm sizin üzerinize olsun)” sözünü duymadın mı?”
Rasûlüllâh
(s.a.s) dedi ki: --- “Evet (duydum), peki sen benim
onlara “’Aleykum (sizin üzerinize olsun)” dediğimi duymadın mı? Bir Müslüman
size selam verdiği zaman “es-Selâmü ‘aleykum (selam üzerinize olsun)” deyin.
Bir kâfir size selam verdiği zaman ise “ve ‘aleyke (senin üzerine olsun)”
deyin.”
“ESSÊM-Ü ‘ALEYKÜM”= Ölüm belâ senin üzerine olsun demektir…
Yahûdîler Hz. Peygamberimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’e böyle selam
verirlerdi… Hz. Peygamberimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) de --- “VE
‘ALEYKUM” derdi.
---‘Âişe annemiz bunlara “Maymunların Domuzların kardeşleri,
ölüm lânet gazap sizin üzerinize olsun” diye kızarmış…---
12-
Telefon gibi namazımızın ihlâsını bozacak herhangi bir şeye izin
vermemeliyiz.
وعن عبدالرحمن
بن شِبْل قال:
نَهٰى رَسولُ اللّٰهِ ﷺ عَنْ نَقْرَةِ الْغُرَابِ،
وَافْتَراشِ السَّبُعِ، وَأنْ يُوَطِّنَ الرَّجُلُ بِالمَكَانِ الَّذ۪ى فِي الْمَسْجِدِ
كَمَا يُوَطِّنُ الْبَع۪يرُ."
أخرجه
أبو داود والنسائى. "نقرةُ الغرابِ" المتابعة بين السجدتين من غير
طمأنينة بينهما."وافتراشُ السبعِ" أن يضع ساعديه على الارض في السجود
كالكلب وغيره من السباع.وقوله: "وأنْ يُوطِّنَ الرَّجُلُ بِالمَكانِ كَما
يُوطِّنُ البَعِيرُ" معناه أن يألف مكاناً معلوماً من المسجد يصلى فيه يعدوه كالبعير
يأوى من عَطَن الابل إ لا إلى مكان قد اعتاده.
Abdurrahmân İbn-ü Şibl (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh
(‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm);
(MUSALLÎ-NİN=NAMAZ KILANIN)
1-
Karga gagalamasından,
2-
Vahşî hayvanlar gibi kolları
yaymaktan,
--- BU HADÎS-İ ŞERÎF-TE NAMAZLA İLGİLİ 3 (ÜÇ) ÂDÂB VARDIR:
---
1- İki secde arasında bir miktar
oturmaya (tuma’nîne) yer vermeden çabucak ikinci secdeye gitmeyi KARGA GAGALAMASI olarak tavsif etmiştir. Çünkü karga da bir leşe rastlayınca gagalarını peş
peşe aralıksız saplar.
2-
Musallî’nin secde sırasında kollarını yere yaymasını da VAHŞİ HAYVANLAR-ın yatma sırasında
(ön ve arka) bacaklarını yere yaymasına benzetmiştir. Hâlbuki kollar yana doğru
çıkmış ve dirsekler havada olmalıdır. Secde hâlinde iken ik’a -KÖPEK OTURUŞU- ile kolların yere yapıştırılması.
Çünkü ‘Âişe (r. ‘anhâ) Peygamber Efendimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)'in namazını anlatırken şöyle demektedir:
"...O şeytanın arkası
üzerine (makadı) oturmasını ve adamın kollarını
yırtıcı hayvanlar gibi yere yapıştırmasını yasaklardı..."
3-
Namaz kılan
kimse mescidde aynı yere alışıp, her gelişinde orada namaz kılmamalıdır. Bu
davranış hadîste “DEVE GİBİ MEKÂN TUTMAK” tabiriyle yasaklanmıştır. Çünkü develer
ağıllarda her seferinde aynı alıştıkları yere ıharak yatmayı tercih ederler.
CÂMİİ VE
CEMÂAT’İN FAZÎLETİ
VE CÂMİ’ İÇİ ÂDÂBI
Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm. (O Rahmân ve O
Rahîm olan Allâh-ü Teâlâ’nın adıyla.)
عَنْ أَب۪ى هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ:
صَلَاةُ الرَّجُلِ ف۪ي
جَمَاعَةٍ تُضَعَّفُ عَلٰى صَلَاتِه۪ ف۪ي بَيْتِه۪ وَسُوقِه۪ خَمْسًا وَعِ شْر۪ينَ
ضِعْفًا، وذٰلِكَ أَنَّهُ إِذَا تَوَضَّأَ فَأَحْسَنَ الْوَضُٓوءَ، ثُمَّ خَرَجَ
إِلَى الْمَسْجِدِ لَا تُخْرِجُهُ إِلَّا الصَّلَاةُ لَمْ يَخْطُ خُطْوَةً إِلَّا
رُفِعَتْ لَهُ بِهَا دَرَجَةٌ، وَحُطَّتْ عَنْهُ بِهَا خَط۪يئَةٌ، فَإِذَا صَلّٰى
لَمْ تَزَلِ الْمَلٰٓئِكَةُ تُصَلّ۪ى عَلَيْهِ مَا دَامَ ف۪ي مُصَلَّاهُ:
أَللّٰهُمَّ صَلِّ، أَللّٰهُمَّ ارْحَمْهُ. وَلَايَزَالُ أَحَدُكُمْ. ف۪ي صَلَاةٍ
مَا انْتَظَرَ الصَّلَاةَ. أخرجه الستة إلاالنسائى، وهذا
لفظ البخارى.
HZ. EBÛ HÜREYRE (R.A.) ANLATIYOR:
--- “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyurdular ki: --- “Kişinin
cemaatle kıldığı namazın sevâbı evinde ve çarşıda (iş yerinde) kıldığı namazından yirmi beş kat fazladır.
Şöyle ki, abdest alınca güzel bir abdest alır, sonra mescide gider, evinden
çıkarken sâdece mescid gâyesiyle çıkmıştır. Bu sırada attığı her adım sebebiyle bir derece yükseltilir, bir
günâhı affedilir. Namazı kıldı mı, namazgâhında olduğu müddetçe melekler ona
rahmet okumaya devam ederler ve şöyle derler: --- ‘Ey Rabbimiz! Buna rahmet et,
merhamet buyur.’ Sizden herkes, namaz beklediği
müddetçe namaz kılıyor gibidir.[5]
عَنْ أَب۪ي
هُرَيْرَةَ – رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ – أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ ﷺ قَالَ:
" مَنْ جَلَسَ فِي
الْمَسْجِدِ يَنْتَظِرُ الصَّلَاةَ فَهُوَ ف۪ى صَلٰوةٍ وَالْمَلٰٓائِكَةُ
تَقُولُ -- تُصَلّ۪ي عَلٰى أَحَدِكُمْ مَا
دَامَ ف۪ي مُصَلَّاهُ-- (أَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لَهُ، أَللّٰهُمَّ ارْحَمْهُ)
مَا لَمْ يُحْدِثْ" . من جلس ينتظر في
مصلاه ينتظر
إقامة الصلاة فهو في صلاة منذ انتظرها ولم تزل الملائكة تصلي عليه وتقول
اللهم اغفر له اللهم ارحمه ما لم يحدث. (رواه البخاري.)
Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
--- “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm) buyurdular ki:
--- “Bir kimse, mescidde namazı beklemek için oturursa (dünyâ kelâmı) konuşmadığı sürece namazdadır ve melekler
ona: --- ‘Allâh’ım!.. onu
affet, Allâh’ım!.. --namaza münâfî bir şey yapmadıkça-- ona
merhamet et’ diye duâ ederler.”[6]
LÜTFEN CÂMİİ’ İÇERİSİNDE KONUŞMAYALIM
عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: عُرِضَتْ عَلَيَّ أُجُورُ
أُمَّتِي، حَتّى اَلْقَذَاةُ يُخْرِجُهَا الرَّجُلُ مِنَ الْمَسْجِدِ، وَعُرِضَتْ
عَلَىَّ ذُنُوبُ أُمَّتِى، فَلَمْ أرَ ذَنْبًا أَعْظَمَ مِنْ سُورَةٍ مِنَ
الْقُرآنِ أوْ آيَةٍ أُوتِيهَا الرَّجُلُ ثُمَّ نَسِيهَا."[7]
Hz.
Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü ve’sselâm buyurdular
ki:
--- "Ümmetimin ücreti bana arz
edilip gösterildi. Öyle ki mescidden çıkarılıp atılan bir çer-çöpün sevabını
bile gördüm. Ümmetimin günâhı da bana arz edi (lip gösteril) di. Kişiye
Kur'an'dan kendine gelen sûre veyâ âyeti unutmasından daha büyük bir günâh
görmedim."[8]
Hz.
Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü
ve’sselâm mescidin kıble (duvarında) balgam gördü. Bu onun ağrına
gitti, kalkıp eliyle kazıdı ve: --- "Sizden
biri namaza kalkınca, Rabbine husûsi hitapta bulunur veya Rabbi (nin kıblesi)
kendisi ile kıblesinin arasındadır. Öyleyse
hiç biriniz kıble cihetine tükürmesin. (İlla
tükürecekse bâri) soluna veyâ ayağının altına tükürsün!" buyurdular. Sonra, (göstermek için) ridâsının bir
kenarını alıp içine tükürerek elbisesinin kenarını üst üste katladı, sonra da:
--- "Veya şöyle yapsın!" buyurdu (ve tükürüğü katlar arasında
ovdu)."
MESCİDLERİN
TEMİZLİĞİ
Ebu
Sa'idi'l-Hudri (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü ve’sselâm
buyurdular ki: --- "Kim mescidden (insanlara
rahatsızlık veren) bir şeyi çıkarırsa Allâh-ü Te’âlâ Hazretleri ona cennette
bir ev yapar."
Yine
Ebu Sa’idi’l-Hudri (r.a.) anlatıyor: ---
"Mescidlere ilk defa kandil koyan Temimu'd-Dari'dir."
MESCİDE
GİRERKEN DUA
Rasûlüllâh
‘aleyhi’s-salât-ü ve’sselâm'ın pek muhterem kerimeleri Hz. Fatıma r.’anhâ
anlatıyor: --- "Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü ve’sselâm
mescide girince:
---
"Bismillâh-i ve’sselâm-ü ‘alâ Rasûlillâh-i. Allâhümmeğfir lî zünûbî vefteh
lî rahmetike (Allâh'ın adıyla girip, Allâh'ın Rasûlüne
selam ediyorum. Ey Allâh-ım, benim günahımı affet, bana rahmet kapılarını aç)" derdi.
Mescidden
çıkarken de: ---
" Bismillâh-i. Ve’sselâm-ü ala Rasûlillâh-i. Allâhümmeğfir lî zünûbî vefteh
lî ebvâbe fadlike (Allâh'ın adıyla çıkıyorum, Rasûlüllâh’a
selâm ediyorum. Allâh-ım, günâhımı affet, bana Fazl-ü Keremin-in kapılarını
aç!)" diye dua okurdu."
İSLÂM’DA
İLK NAMAZ
Beş
vakit namaz bugün bilinen şekliyle hicretten bir buçuk yıl kadar önce Mi’râc
gecesinde farz kılınmıştır. Ancak, vahyin başlangıcından îtibâren namaz
ibâdetinin mevcûd olduğu, sabah ve akşam olmak üzere günde iki vakit kılındığı
bilinmektedir. Zîrâ Cebrâîl (‘aleyhi’s-selâm)
ilk vahyin akabinde Peygamber Efendimiz’i Mekke’nin yakınlarındaki bir vâdiye
götürmüş, vâdinin bir köşesine gelince ayağını yere vurmuş, oradan fışkıran su
ile önce kendisi, sonra da Rasûl-i Ekrem Efendimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve
sellem) abdest almıştır. Ardından da Rasûlüllâh’a (salât ve selâm
üzerine olsun) iki rekât namaz kıldırmış ve işte namaz böyle kılınır,
demiştir.[9]
Câbir
b. Abdullah (r.a.)’dan rivâyet edilen Hadîs-i Şerîf’de, yapılan amellerin
Allâh’ın verdiği ni’metlere karşılık gelmeyeceği haber verilmektedir. Hadîs’de
anlatıldığına göre, geçmiş ümmetlerden, bir kulun yaptığı beş yüz senelik
ibâdet, Allâh’ın o kula verdiği ni’metlerden yalnız görme ni’metine karşılık
gelir. Vücûdunun diğer âzâları şükürsüz kalır. Kul ise ancak Allâh’ın
rahmetiyle cennete girer.[10]
جَم۪يعُ الْحُقُوقِ مَحْفُوظَةٌ Her hakkı mahfûz olup, Şaban GÜNBEY’e âittir.
[1] سم الكتاب: صحيح البخاري، المسمي الجامع الصحيح المسند من حديث
رسول الله ﷺ وسننه وأيامه،
المؤلف: للإمام حافظ أبي عبدالله محمد بن إسماعيل بن إبراهيم بن المغيرة الجعفي
البخاريّ رحمة الله تعالي، ١٩٤ – ٢٥٦ هـ، تحقيق، إعتني به: أبو عبدالله عبد السلام
بن محمد بن عمر علوسي، الناشر: مكتبة
الرشد، المملكة العربية السعدية-الرياض،الطبعة: طبعة الثانية، ١٤٢٧ ه-٢٠٠٦ م. كتاب
الصلاة (٨)، باب فضل استقبال القبلة (٢٨/٢٨)، طرف الحديث: رقم الحديث: ٣٩١-٣٩٣،
ص:٦١-٦٢.
[2] el-BUHÂRÎ, Li’l-İmâm El-hâfız Ebî ‘Abdillâh Muhammed
bin İsmâ’îl b. İbrâhîm b. el-Muğîrati el-Cü‘fiyy, -Rahımehüllâh-i Te’âlâ-, (h.
194-256), Sahîhu’l-Buhârî (el-Müsemmâ)
el-Câmi’us-Sahîhu’l-Müsned-i min Hadîs Rasûlillâh-i (s.a.v.) ve Süneni-hî ve
Eyyâmi-hî, thk., Ebû ‘Abdillâh
‘Abdü’s-Selâm b. Muhammed b. Ömer ‘Alûsî, Mektebetü’r-Rüşd, İkinci Baskı,
Riyat/Su‘udî, 1427/2006. Kitâbü’s-Salât (8), Bâb-ü Fazl-ı İstikbâli’l-Kıblet-i
(28/28), Hadîs No:391-393, s.61-62; Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken
Yayınları: 1/482-383.
[3]
رَوَاهُ
أَحْمَدُ وَرَوَى النَّسَائِيُّ الرِّوَايَةَ الْاُولٰى وَأَبُو دَاوُدَ
الثَّانِيَة؛ اسم الكتاب: مرقاة
المفاتيح شرح مشكاة المصابيح، المؤلف: علي بن (سلطان) محمد، أبو الحسن نور الدين
الملا الهروي القاري (المتوفى: ١٠١٤ هـ)، الناشر: دار الفكر، بيروت – لبنان،
الطبعة: الأولى، ١٤٢٢ هـ - ٢٠٠٢ م، عدد الأجزاء: ٩، ص:٢/٧٩١.
[4] Ebû
Dâvud, Salât 148, (862); Nesâî, İftitâh 145, (2, 214); Kütüb-i Sitte, İbrâhîm
CANAN, 8/452-453.
[5]
Kütüb-i
Sitte, 9/101, (Buhârî, Ezân 30, Cuma’ 2; Müslîm, Salât 272 (649); Ebû Dâvud,
Salât 49, (559); Tirmizî, Salât 245, (330) ; İbn-ü Mâce, Mesâcid 16, (788).
[7] رواه الترمذي ( 2916 ) وضعفه، ونقل
عن البخاري استغرابه، وأبو داود ( 461 )، وضعفه الألباني في ضعيف الترمذي.
[9] İbn Hişâm,
Sîretü’n-Nebî, 1/207; Şeblencî, Nûrü’l-Ebsâr, s. 30; Abdülmecid Hâni,
el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 39.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder