12 Ocak 2016 Salı

SADAKANIN ÖNEMİ----بَيْنَا رَجُلٌ فِي فَلَاةٍ مِنَ الاَرْضِ إِذْ سَمِعَ صَوْتًا فِي سَحَابَةِ اسْقِ حَدِيقَةَ فَلَانٍ.HZ. PEYGAMBERİMİZ SALLELLÂH-Ü 'ALEYH-İ VE SELLEM'İN ŞAKALAŞMASI


SADAKANIN ÖNEMİ


"HANİ DERİZ YA;

 

1-         BABANIN HATIRI YOKMU?

2-         ANNENNİN HATIRI YOKMU?

3-         EŞİNİN HATIRI YOKMU?

4-         EVLETLARININ HATIRI YOKMU?

5-         DAYININ HATIRI YOKMU?

6-         TEYZENİN HATIRI YOKMU?

7-         ARKADAŞININ HATIRI YOKMU?

8-         KOMŞUNUN HATIRI YOKMU?

9-         SEVDİKLERİNİN HATIRI YOKMU?... VD.

 

İŞTE SADAKA DA ALLÂH-Ü TE’ÂLÂ-NIN HATIRI İÇİNDİR…

 
وَعَنْه رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ للّٰهِ :  بَيْنَا رَجُلٌ فِي فَلَاةٍ مِنَ الاَرْضِ إِذْ سَمِعَ صَوْتًا فِي سَحَابَةِ اسْقِ حَدِيقَةَ فَلَانٍ. فَتَنَحَّى ذٰلِكَ السَّحَابُ فَأَفْرَغَ مَاءَهُ ف۪ي حَرَّةٍ فَإِذَا شَرْجَةٌ مِنْ تِلْكَ الشِّرَاجِ قَدِ اسْتَوْعَبَتْ ذٰلِكَ الْمَاءَ. فَتَتَبَّعَ الْمَاءَ فَإِذَا رَجُلٌ قَائِمٌ ف۪ي حَد۪يقَةٍ يُحَوِّلُ الْمَاءَ بِمِسْحَاتِه۪. فَقَالَ لَهُ: يَا عَبْدُ اللّٰهِ، مَا اسْمُكَ لِمَ ؟ قَالَ فَلَانٌ، اِسْمُ الَّذ۪ي سَمِعَ فِي السَّحَابَةِ. فَقَالَ لَهُ: يَا عَبْدَ اللّٰهِ، لِمَ سَأَلْتَن۪ي عَنْ اسْم۪ي؟ قَالَ: سَمِعْتُ صَوْتًا فِي  السَّحَابِ الَّذ۪ي هٰذَا مَاؤُهُ يَقُولُ: اِسْقِ حَدِيقَةَ فَلَانٍ،اِسْمِكَ. فَمَا تَصْنَعُ ف۪يهَا؟ قَالَ: أَمَّا إِذْ قُلْتَ هٰذَا فَإِنّ۪ي أنْظُرُ إِلَى مَا يَخْرُجُ مِنْهَا فَأَتَصَدَّقُ بِثُلِثِه۪.وَآكُلُ أَنَا وَعِيَال۪ي ثُلُثَهُ، وَأَرُدَّ ف۪يهَا ثُلُثَهُ."

أخرجه مسلم."الحَرَّةُ" بفتح الحاء: ا‘رض ذات الحجارة السوداء."وَالشَّرْجَةُ" واحدة الشراج وهى مسايل الماء إِلَى السهل من الارض."وَالمِسْحَاةُ" المجرفة من الحديد .



3250- Hz. Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: --- "Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyurdular ki:



--- "Bir adam boş bir arazide giderken bulut içinden gelen bir ses işitti: "Falancanın bahçesini sula!" diyordu. O bulut uzaklaşarak suyunu bir ketire (kayalığa) boşalttı. Derken oradaki sel yollarından biri bu suların tamâmını akıtmaya başladı. Adam da suyun istikâmetini takiben yürüdü. Bir müddet sonra, suyu bahçesine çevirmek üzere elinde bir kürek, çalışan bir adam gördü. Ona:



--- "Ey Allâh'ın kulu ismin ne?" diye sordu.



--- "Falan!" dedi. Bu isim, adamın buluttan işittiği isimdi. Bu sefer o sordu:



--- "Ey Allâh'ın kulu, peki sen benim adımı niye sordun?"



--- "Ben sana şu suyu getiren buluttan bir ses işitmiştim, senin ismini söyleyerek "Falanın bahçesini sula!" diyordu.



--- “Sen bahçede ne yapıyorsun?"



--- "Mademki sordun söyleyeyim. Ben bu bahçeden çıkan mahsûle nezâret ederim. Ondan çıkan mahsûlün;



1-  Üçte birini tasadduk ederim,

2-  Üçte birini ben ve âilem yeriz,

3-  Üçte birini de bahçeye iâde ederim (tohum olarak)" dedi." Müslim, Zühd 45, 2984. ---Tasadduk yaptığından dolayı Cenâb-ı Hakk onun bahçesine özel bulut tahsis ediyor…----


HZ. PEYGAMBERİMİZ SALLELLÂH-Ü 'ALEYH-İ VE SELLEM'İN ŞAKALAŞMASI


“Çöl halkından Zahir adında bir adam vardı. Zahir Peygamberimiz’e (asm) her gelişinde kendi yetiştirdiği ürünlerden hediyeler getirirdi. Şehirden çöle döneceği zaman da, Peygamber Efendimiz (asm) ihtiyacı olan şeylerle onun heybesini doldururdu. Gelen hediyelere bu şekilde karşılık verdikten sonra da şöyle buyururdu:

“Zahir bizim çölümüz, biz de onun şehriyiz.”


Peygamberimiz (asm) Zahir’i çok severdi. Hâlbuki Zahir hiç de güzel değildi. Fizikî olarak son derece çirkin bir adamdı.

Bir gün pazarda çölden getirdiği malları satmaya çalıştığı bir sırada Peygamber Efendimiz (asm) gitti, sessizce yaklaştı, Zahir’i arkasından kucakladı ve elleriyle gözlerini kapadı.


Zahir tutanın kim olduğunu göremiyordu. “Tutan kimse bıraksın.” diye çabalamaya başladı. Bu arada göz ucuyla arkasından tutanın Efendimiz (asm) olduğunu anlayınca sırtını Peygamberimiz’in (asm) göğsüne iyice dayamaya başladı.


Zahir’in bu neşeli hareketinden hoşlanan Peygamber Efendimiz (asm) yüksek sesle:


“Bu köleyi satıyorum, var mı alan?” diye seslenmeye başladı.


Zahir boynu bükük, mahzun bir halde:


“ Ya Resulullah, benim gibi değersiz bir köleye kuruş veren olmaz. ” deyince Peygamber Efendimiz (asm):


“Hayır, ya Zahir! Sen Allâh katında hiç de değersiz değilsin.” buyurdu.


(İmam Tirmizi, Şemail)



SANA BAHA BİÇİLMEZ

Zahir, çölde yaşayan Müslümanlardandır. Çölden Hz. Muhammed (asv)'in siparişlerini getirir ve Hz. Muhammed (asv) de onun şehirden yaptığı alışverişine yardımcı olur. Aralarındaki ilişkinin bu boyutuna dikkat çekerek:

"Zahir bizim çölümüzdür, biz de onun şehriyiz." der.

Fakat Zahir'in ciddi bir sorunu vardır. Doğuştan gelen bazı fizyonomik kusurları nedeniyle insanlar arasında görünmek istememekte, mecburen topluma karıştığı zamanlarda ise "Herkes bana bakıyor!" kompleksi ile ezilmekte, sıkıntı çekmektedir. Hz. Muhammed (asv) de Zahir'in bu sorununun farkındadır. Ve bir gün onu rahatlatmanın fırsatını da yakalar.

Zahir, Medine çarşısının en kalabalık olduğu bir saatte alışveriş yapmaktadır. Hz. Muhammed (asv) sessizce arkasından sokulur, elleriyle Zahir'in gözlerini yumarak bedenini kendisine çeker. Kendisine bu şakayı yapanın, kokusundan Hz. Muhammed (asv) olduğunu tanıyan Zahir ise, duyduğu mutluluktan adeta kendinden geçmiş olarak bütün vücuduyla Hz. Muhammed (asv)'e yaslanır. Peygamberlerinin o güne kadar hiç kimseye bu denli mesafesiz davranmadığını bilen Müslümanlar hayretten büyüyen gözlerle etrafına yığılırlar. Hz. Muhammed (asv) tebessümle seslenir:

"Bir kölem var. Satıyorum. Onu benden kim alır?"

Zahir bir yandan yaşadığı sürpriz iltifatın şokuyla, diğer yandan ise ömrü boyunca bütün bilincini doldurmuş olan o kompleksin etkisiyle, peygamberinin şakasına biraz acılık karışmış bir şakayla cevap verir.

"Yemin olsun ki ey Allâh'ın Elçisi, beş para etmez bir köleyi satmaya çalışıyorsun."

İşte Hz. Muhammed (asv)'in beklediği fırsatta budur. "Herkes bana bakıyor" kompleksinin sahibine "herkes" in içinde öyle bir tedavi uygulayacaktır ki, o andan itibaren Zahir, hiç kimse karşısında en küçük bir sıkıntı hissetmeden, rahat ve başı dik olarak yaşayacaktır. Bu tam taşı gediğine koyma fırsatıdır. Hz. Muhammed (asv) o anda şakayı keser. Ciddileşir. Zahir'i göstererek ve kendilerini sarmış olan kalabalığa seslenerek:

"Hayır; andolsun ki Allâh ve Allâh'ın Elçisi katında senin değerine paha biçilmez!"der.

O gün Zahir'in, hayatının bayram günüdür.[1]



Zahir (r.a.) hakkında Efendimiz (s.a.v.): "Zahir bizim çölümüzdür, bizse onun şehriyiz" buyururken neyi iltifat yapmaktadır?



Değerli kardeşimiz;

Peygamber Efendimiz (s.a.s.), engelli sahabelere iltifatta ve ikramda bulunmuş, onlarla şakalaşmış, onların sosyal hayata katılımlarını sağlayan kolaylıklar getirmiş, meslekî anlamda ve istihdam boyutuyla yeni imkânlar sağlamıştır.

Mesela; Hz. Abdullah’a hem müezzinlik hem de yöneticilik görevi vermiştir. Bacağından sakat olan Hz. Mu’âz bin Cebel, bizzat Peygamberimiz (s.a.s.) tarafından Yemen valisi olarak tayin edilmiştir.

Peygamberimiz (s.a.s.)’in, toplum içinde hiçbir sosyal statüye sahip olmayan ve horlanan engellileri, şefkatli bir yaklaşım ile bu durumdan kurtarmıştır.

Bunlardan biri de Hz. Zahir’dir.

Zahir bin Harun adlı bu zat, çölden hediyelerle birlikte Rasûlüllâh (s.a.s.)’a gelirdi. Rasûlüllâh da ayrılacağı zaman Zahir’in ihtiyaçlarını tedarik ederdi. Rasûlüllâh: “Zahir bizim çölümüzdür, biz de onun şehriyiz” buyururdu. Sert yapılı ve biraz da yakışıklı olmayan bir adam olmasına rağmen onu severdi. Bu ifade, “Zahir, bizim çölde yaşayanımızı temsil eder, biz de onun şehirde yaşayanını temsil ederiz” anlamına gelir.

Bu iltifatı şu noktalardan anlamak mümkündür:

Hz. Peygamber (s.a.s) -o anda orada bulunan insanlara- o yaşlı, bedevî adamla karşılıklı hediyeleştiklerini ilan ediyor. Bu ise, o kimseye büyük bir onur kazandırıyor. İşte bu bir iltifattır.

Hz. Peygamber (s.a.s) bu çok küçük çaptaki -karşılıklı- hediyeleşmeyi anlatırken, onu öyle güzel bir üslupla anlatıyor ki, kendisini onunla aynı kefeye koyuyor. “O bizim çölümüz” derken,  o şahsın -kendileri için- çölde yetişen yiyeceklerin bir ambarı gibi gösteriyor, ona olan ihtiyacını ima ediyor ve böylece onun getirdiği şeylere değer veriyor. “Biz de onun şehriyiz” demekle de, kendisinin de şehirde bulunan eşyayı ona hediye ettiğini vurgulamakla, aralarında bulunan dostluğa işaret etmiştir. Bundan daha büyük bir iltifat olabilir mi?

Bir gün Rasûlellâh (sav), ürünlerini sattığı sırada Zahir’e yaklaşmış ve arkadan ona sarılmıştı; Zahir arkasına dönemiyor, kim olduğunu göremiyordu. “Bırak gideyim, kimsin sen?” dedi. Fakat arkasına döndüğünde Rasûlüllâh (s.a.s.)’ı görünce sırtını Rasûlüllâh’ın göğsüne yasladı. Rasûlüllâh: “Kim bir köle satın alacak?” dedi. Zahir; “Ey Allâh’ın Resulü! Allâh için, işe yaramaz bu mal!” deyince, Rasûlüllâh (s.a.s.) şöyle cevap vermişti: “Hayır; Allâh indinde, senin değerin yüksektir.”

MENKIBE:

Şükür ve cömertlik zenginliğe vesiledir...
Ebû Abdullah el-Hâris er-Razi Hazretlerinden rivayet olundu:
Allah bazı peygamberlerine vahyetti.
"Ben falanca kişinin ömrünün yarısını fakirlikte; diğer yarısını zenginlikte geçirmesine hükmettim. Onu (zenginlik ve fakirlikte hangisini önce yaşama tercihinde) serbest bırak. Hatta onun dilediğini öne alayım," dedi.
Bu ilâhî vahyi alan peygamber, o adamı çağırdı. Durumu ona bildirdi. Adam:
"Bana müsâde et. Eşimle istişare edeyim," dedi. Adam, eşine danıştığında hanımı kendisine:
"Önce zenginliği seç," dedi. Adam karısına:
"Zenginlikten sonra, fakirlik zor ve şiddetlidir. Amma fakirlikten sonra zenginlik ise, güzel ve tatlıdır," dedi. Kadın çıkış­tı:
"Hayır! Bu konuda beni dinleyeceksin,"dedi.
Adam, peygamber (a.s.)'e gitti.
"Cenâb-ı Allah'ın bana tercihini bıraktığı ömrümün yarı zenginliğinin, ömrümün ilk başında bana vermesini dilerim"dedi.
Cenâb-ı Allah, ona dünyada genişlik verdi. Zenginlik kapıları açıldı.
Adamın eşi kendisine:
"Eğer sen bu zenginliğin ömrünün sonuna kadar sende kalmasını istiyorsan, Allah'ın sana verdiğiyle sen de mahluklarına karşı sahi olmada kullan. Cömert davran," dedi.
Adam cömert oldu. Kendisine bir elbise aldığı zaman, aynı elbiseden bir de fakirlere alırdı. Cenab- ı Allah'ın ona zenginlikte geçireceği ömrünün yarısı tamam olduğu vakit; Allah, o zaman peygamberine vahyetti:
"Hakikaten ben onun ömrünün yansını fakirlik; diğer yansını zenginlikte geçirmesine hükmetmiştim. Onu nimetlerime şükredici buldum. Şükür, nimetin artmasını gerektirir. Ona müjde ver! Onun ömrünün geri kalanı da zenginlikte geçirmesine hükmettim," buyurdu.
(İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, Fatih Yayınevi: c.1 s.161-162.)


Mevlana Celaleddin (k.s) şöyle buyurdu....

"Ekin eken önce anbar boşaltır;
ama sonra hasılatı pek çok olur.
Fakat tohumu anbarda tutulursa israf olur.
Fareler yiyip mahveder."






HAYAT VE ÖLÜM

Bir adam, Afrika'da yürürken arkasından bir Aslan---ın koştuğunu görür. Hızla kaçarken tam önünde bir kuyu görür ve hızla kuyuya iner. İpe sarılıp kuyuya inerken… Alt tarafta büyük bir Yılan görür…

Yılan hızla buna doğru yükselirken... --------- “Ne yapacağım” der. Üstte Aslan, altta Yılan... O sırada iki tâne Fâre! Biri beyaz diğeri siyah! İpi kemirmeye başlarlar... Her yerden başı belâda iken bir anda bir yüzünde ıslak bir şey hisseder. Bir Arı bir damla bal yüzüne bırakır ve balın tadı damağında iken...

 

--------- “Uyanır. Oh Be Rüyâ İmiş” der...

 

Bir Rüyâ ta’bircisine olayı anlatır… --------- “Rüyâmın yorumu ne?” Diye!

--------- “Sen bilmezmisin ki, anlamadın mı?” der gülerek…

 

1-    Peşinden koşan ASLAN, Ölüm Meleği---dir…

2-    İçinde YILAN bulunan KUYU, senin Mezârın---dır...

3-    Sarıldığın İP, senin Hayâtın---dır...

4-    Beyaz Ve Siyah FÂRELER, gece ile gündüz---dür Ömrün---ü kemirirler…

5-    Peki ya o BAL nedir dersen? Dünyâ---nın geçici lezzeti---dir, ölümün arkasında bir hesâb olduğunu sana unutturur...

 

GÜZEL BİR MENKÎBE

 

------------ … Bir kişi birisinden tarla (arâzi) satın alır… Satın alan adam tarlayı sürerken bir küp altın bulur… Hemen altını alıp tarlayı aldığı adama giderek: --------- “Bu bulduğum altınlar senindir. Ben bunların karşılığını sana ödemedim” der…  Arsayı satan kişi --------- “Hayır ben sana tarlanın hem üstünü hem de altını sattım. Onda benim hakkım yoktur” der… Bir türlü anlaşamazlar olay mahkemelik olur… Hâkim’e (Kadı efendiye) giderle…

 

Bu arada olay herkes tarafından öğrenilir… Önemli bir hâl alır… Orada bulunan Haham ve Papazlar da mahkemeyi önemseyerek acaba Kadı nasıl çözecek bu olayı diye hayretlerini gizleyememişler… Mahkemeye gitme ve dinleme kararı almışlar…

 

Sonuçta mahkeme kurulur… Kadı olayı iyice dinler ve sonunda: Arsayı satana: --------- “Senin çocuğun var mı?” Der… --------- “Evet, üç kız 1 oğlum var” der… Yaşlarını sorar… Erkek çocuğunun 21 yaşında olduğunu söyler…

 

Araziyi alana aynı şekilde sorar… O da: “Biri kız biri erkek 2 çocuğum var” der… Yaşlarını sorar… Kızının 18 yaşında olduğunu söyler…  

 

Kadı karârını açıklar: “Senin oğlunla, senin kızının evlenmelerinde bir sakınca yoksa bu altın küpünün birazını geline mehir olarak vereceğim… Kalanını da âilece kullansınlar” der… 

 

Her iki baba da evlenmelerini onaylarlar ve hem de sevinirler…

 

Haham ve Papazlar da bu kararı çok beğenirler ve Müslüman olurlar…

 

HAYVANLARA İTAAT ETMEK MERHAMETLİ DAVRANMAK

 

--------- … Hz. Peygamber Mekke---i Mükerreme’nin fethine giderken yolda yavrularının üzerine gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir köpek görmüş ve hemen Ashâbı’ndan Cü’ayl b. Sürâka’yı yanına çağırarak onu bu köpek ve yavrularının başına nöbetçi dikmiştir… --Köpeğin; 10.000 Askerden daha fazla muazzam bir ordunun sesinden rahatsız olarak korkmasın diye!--Ş.G. (Vâkıdî, Meğazi, II, 225)


 


 

 

 

TEFEKKÜR-MÜRÂKABE-ÖĞÜT VE İBRET ALMAK!


﴿ اَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ۠ ﴿١٧﴾ وَاِلَى السَّمَآءِ كَيْفَ رُفِعَتْ۠ ﴿١٨﴾ وَاِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ۠ ﴿١٩﴾ وَاِلَى الْاَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ۠ ﴿٢٠﴾ فَذَكِّرْ اِنَّمَآ اَنْتَ مُذَكِّرٌۜ ﴿٢١﴾ لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُصَيْطِرٍۙ [سورة الغاشية:۸۸/۱۷ـــ۲۲]

17-        “Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır!

18-        Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiştir!

19-        Dağlara bakmıyorlar mı, nasıl dikilmişlerdir!

20-        Yeryüzüne bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır!

21-        Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin.

22-        Sen, onlar üzerinde bir zorba değilsin.”[1]

DEVE’NİN ÖZELLİKLERİ ---Ş.G.---

1-     Hörgüç: Hörgüçler yağ ile doludur. Besine ihtiyaç duymadan bir ay yolculuk yapabilmesine imkân tanırlar.

2-    Bacaklar: Uzun bacakları, yumuşak yayvan iki toynaklı ayakları kumda ya da karda yürümeleri kolaylaştırır. Aynı yandaki bacaklarını birlikte kaldırarak kendilerine özgü bir biçimde koşarlar.

Uzun Bacaklar: Deve yürürken, bir yanındaki iki ayağı bir arada, diğer yanındaki iki ayağı da bir arada olmak üzere ayaklarını ikişerli ayrı ayrı hareket ettirir. Bu sebeple develere “çöl gemileri” adı verilmiştir. Develerin bacakları çok güçlüdür, develer yaklaşık 455 kg. yük kaldırabilirler.

Yine günde 160 kilometre yürüyebilir; kısa mesafelerde saatte 65 kilometre hızla, uzak mesafe koşularında ise yaklaşık 40 kilometre hızla koşabilirler. Devenin ayak tabanı yere değdiğinde yayılır. Böylece deve kumda batmadan ilerleyebilir.

3-    Süt: Potasyum ve demir miktarlarının daha yüksek olmasının yanında, C vitamini de diğer hayvanların sütünün 3 katıdır.

4-    Burun delikleri: Develer istediklerinde burun deliklerini kapatıp açabilirler. Böylelikle kum fırtınalarında kum solumaktan kurtulurlar.

5-    Yaşam şekli ve Beslenme: Develer güç iklim koşullarına dayanıklı az besinle yetinebilen hayvanlardır. Gerektiğinde dikenli bitkiler ve kuru otlarla beslenebilir. Yeterli yiyecek bulamayınca hörgüçlerindeki yağı kullanırlar. Hörgüçte depolanan yağ ırka ve beslenme koşullarına göre 700-900 kg’ma kadar çıkabilir. Ama susuzluğa günlerce dayanabilirler. 10 dakikada yaklaşık 60 litre su içer. Su kaynağı bulunca 80-90 litre su içerler.

6-    Açlık ve susuzluğa dayanma yeteneği:  Deve, 50 °C sıcaklıkta 8 gün aç-susuz kalabilir. Bu süre içinde toplam ağırlığının %22’sini kaybeder. İnsan, vücudunda bulunan suyun %12’sini kaybettiğinde ölürken, deve, vücudundaki suyun %40’ını kaybettiği halde ölmez. Devenin susuzluğa dayanıklılığının diğer bir sebebi de, gündüz vücut ısısını 41 °C’ye kadar çıkartan bir mekanizmaya sahip olmasıdır. Soğuk çöl gecelerinde ise vücut ısısını 30 °C’ye kadar düşürebilmektedir. Öbür nedeni ise develer bir

7-    Göz kapakları: Develerin 3 sıra göz kapakları bulunur. Kum fırtınalarının değişen şiddetine göre göz kapaklarını kapatabilirler. Gözlerinin üstünde ve altında bulunan uzun kirpikleri, kapandıklarında gözü tamamen kapatırlar. Ayrıca iki sırada üç tane koruyucu kirpikleri, tüylü kulak delikleri gereğinde kapanabilen burun delikleri, keskin görme ve koku alma duyuları da kum fırtınası gibi elverişsiz çevre koşullarına uyum sağlamalarına yardımcı olur.

8-    Vücut Sıcaklığı: Dışarısının sıcaklığı daha fazla olduğunda, çoğu memeli soğumak için terler. Fakat develer terlemezler. Bunun yerine vücut sıcaklıklarını, normal vücut sıcaklıklarının 11 derece üstüne kadar arttırırlar. Bu sebeple vücutlarındaki suyu daha uzun süre muhafaza edebilirler.

9-    Kıllar: Gövdelerini örten iki tip kıldan alttaki ince ve kısa olanlar bazı yumuşak ve dayanıklı kumaşların yapımında kullanılır.

 


وَعَنْه رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ للّٰهِ :  بَيْنَا رَجُلٌ فِي فَلَاةٍ مِنَ الاَرْضِ إِذْ سَمِعَ صَوْتًا فِي سَحَابَةِ اسْقِ حَدِيقَةَ فَلَانٍ. فَتَنَحَّى ذٰلِكَ السَّحَابُ فَأَفْرَغَ مَاءَهُ ف۪ي حَرَّةٍ فَإِذَا شَرْجَةٌ مِنْ تِلْكَ الشِّرَاجِ قَدِ اسْتَوْعَبَتْ ذٰلِكَ الْمَاءَ. فَتَتَبَّعَ الْمَاءَ فَإِذَا رَجُلٌ قَائِمٌ ف۪ي حَد۪يقَةٍ يُحَوِّلُ الْمَاءَ بِمِسْحَاتِه۪. فَقَالَ لَهُ: يَا عَبْدُ اللّٰهِ، مَا اسْمُكَ لِمَ ؟ قَالَ فَلَانٌ، اِسْمُ الَّذ۪ي سَمِعَ فِي السَّحَابَةِ. فَقَالَ لَهُ: يَا عَبْدَ اللّٰهِ، لِمَ سَأَلْتَن۪ي عَنْ اسْم۪ي؟ قَالَ: سَمِعْتُ صَوْتًا فِي  السَّحَابِ الَّذ۪ي هٰذَا مَاؤُهُ يَقُولُ: اِسْقِ حَدِيقَةَ فَلَانٍ،اِسْمِكَ. فَمَا تَصْنَعُ ف۪يهَا؟ قَالَ: أَمَّا إِذْ قُلْتَ هٰذَا فَإِنّ۪ي أنْظُرُ إِلَى مَا يَخْرُجُ مِنْهَا فَأَتَصَدَّقُ بِثُلِثِه۪.وَآكُلُ أَنَا وَعِيَال۪ي ثُلُثَهُ، وَأَرُدَّ ف۪يهَا ثُلُثَهُ."

أخرجه مسلم."الحَرَّةُ" بفتح الحاء: ا‘رض ذات الحجارة السوداء."وَالشَّرْجَةُ" واحدة الشراج وهى مسايل الماء إِلَى السهل من الارض."وَالمِسْحَاةُ" المجرفة من الحديد .

 

3250- Hz. Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: --- "Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyurdular ki:

 

--- "Bir adam boş bir arazide giderken bulut içinden gelen bir ses işitti: "Falancanın bahçesini sula!" diyordu. O bulut uzaklaşarak suyunu bir ketire (kayalığa) boşalttı. Derken oradaki sel yollarından biri bu suların tamâmını akıtmaya başladı. Adam da suyun istikâmetini takiben yürüdü. Bir müddet sonra, suyu bahçesine çevirmek üzere elinde bir kürek, çalışan bir adam gördü. Ona:

 

--- "Ey Allâh'ın kulu ismin ne?" diye sordu.

 

--- "Falan!" dedi. Bu isim, adamın buluttan işittiği isimdi. Bu sefer o sordu:

 

--- "Ey Allâh'ın kulu, peki sen benim adımı niye sordun?"

 

--- "Ben sana şu suyu getiren buluttan bir ses işitmiştim, senin ismini söyleyerek "Falanın bahçesini sula!" diyordu.

 

--- “Sen bahçede ne yapıyorsun?"

 

--- "Mademki sordun söyleyeyim. Ben bu bahçeden çıkan mahsûle nezâret ederim. Ondan çıkan mahsûlün;

 

1-  Üçte birini tasadduk ederim,

2-  Üçte birini ben ve âilem yeriz,

3-  Üçte birini de bahçeye iâde ederim (tohum olarak)" dedi." Müslim, Zühd 45, 2984. ---Tasadduk yaptığından dolayı Cenâb-ı Hakk onun bahçesine özel bulut tahsis ediyor…----





[1] Ğâşiye Sûresi, 88/17-22.
 
 


[1] Yrd. Doç. Dr. Abdullah Özbek, Bir Eğitimci Olarak Hazreti Muhammed, s.69; İmam-ı Tirmizi, Şemail-i Şerif, s.257.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder