ÂSIM'IN NESLİYİZ... AMA NEDEN?
--- "ARILARIN KORUDUĞU KAHRAMAN SAHÂBÎ..."
MEHMET AKİF'İN BAHSETTİĞİ ASIM KİM , NEDEN ASIMIN NESLİYİZ ?
ÇOK GÜZEL BİR YAZI , LÜTFEN SONUNA KADAR OKUYALIM , YOKSA ANLATILMAK İSTENENİ ANLAYAMAYIZ
Hepimiz Bu Dizeleri Biliriz:
"Âsım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek.
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar.
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor.
Bir HİLAL uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor! ...
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın. ...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber."
PEKİ KİMDİR BU ASIM ? NEDEN ÂSIM'IN NESLİYİZ ? HİÇ MERÂK ETTİNİZ Mİ ? ARILARIN KORUDUĞU SAHÂBİ-Yİ ?
Hazreti Asım, ashab-ı kiram'dan (sahabelerden), peygamber efendimizin (sallellâh-ü 'aleyh-i ve sellem) arkadaşlarındandır. Kendisi Medineli olup künyesi Ebu Süleyman'dır. Bütün hayatı, Allah yolunda savaşlarda geçti. Doğum tarihi belli değildir. Hicretten önce iman etti. Kız kardeşi Cemile binti Sabit, hazret-i Ömer’in hanımıdır. Çok iyi ok atardı. Uhud savaşındada okçuların arasında yer alıyordu ve...
--- Bu gazâda müşriklerin sancaktarlarından Müsâfi bin Talhâ ile kardeşi Hâris bin Talhâ'yı ok ile öldürdü. Herşey böyle başladı... Dikkatli okuyalım şimdi...
--- Bunların anneleri Sülâfe binti Sa'd, Hz. Âsım'ın kafatasından şarap içmeyi nezrederek yemîn etti.
Onun başını kendisine getirene yüz deve vermeyi vaad etti.
Öğretmenler Heyeti Uhud savaşında ba'zı yakınları ölen müşrikler de, Müslümanlardan bunların intikamını almak istediler. Alçakça bir plân hazırladılar. Hemen de plânı tatbike koydular.
Bu maksatla bir heyet Medîne'ye giderek Resûlullahın huzuruna çıkıp ricada bulundular:- Yâ Resûlallah! Bizim kabîlelerimiz, İslâmiyeti kabûl ettiler. Yalnız Kur'ân-ı kerîm öğretmenine ihtiyâcımız var. Lütfen bize; İslâmiyeti, Kur'ân-ı kerîmi öğretecek kimseler yollar mısınız?
Sevgili Peygamberimiz kendilerine, 10 kişilik bir öğretmenler heyeti yolladılar.
Başlarında,
Âsım bin Sâbit hazretlerinin bulunduğu bu heyette,
Mersed bin Ebî Mersed,
Hâlid bin Ebî Bükeyr,
Hubeyb bin Adiy,
Zeyd bin Desinne,
Abdullah bin Târık,
Muattib bin Ubeyd de bulunuyordu.
Bu öğretmenler kâfilesi, geceleri yürüyerek, gündüzleri gizlenerek Hüzeyl kabîlesi topraklarında,
Reci' suyu başında, seher vakti konakladılar...
Bu sırada yanlarında bulunan Adal ve Kare kabîlesi heyetinden biri, bir bahane ile yanlarından ayrıldı. Hemen Lıhyanoğularına gidip haber verdi. Çok geçmeden kâfilenin etrâfı sarıldı. 200'den fazla silâhlı eşkıyâ oradaydı. "Bize öğretmen lâzım!" diyenler, çekip gittiler. O güzîde Müslümanları, eşkiyâ ile karşı karşıya bıraktılar... Lıhyanoğulları mensupları, esir ticâreti ile geçinirlerdi. Bu sebeple, "Teslim olun! Canınızı kurtarın!" teklifinde bulunuyorlardı. Asıl niyetleri onları Mekke'de köle olarak satmaktı. Böylece çok para kazanacaklardı. Çünkü Mekkeli müşrikler kendilerine demişlerdi ki:- Yakaladığınız her Müslüman için, değerinden fazla para öderiz! Bunu Müslümanlar da duymuşlardı. Âsım bin Sâbit, Mersed bin Ebî Mersed ve Hâlid bin Ebî Bükeyr: - Hiç bir zaman müşriklerin ne sözlerini, ne de akidlerini kabûl ederiz, diyerek müşriklerin tekliflerini reddettiler. Âsım bin Sâbit dedi ki: - Ben hiçbir zaman müşriklere el sürmemeye ve müşriklerden hiçbirini de kendime dokundurmamaya karar vermiştim. Onların sözlerine kanarak kâfirlere teslim olmam.
Sonra ellerini açarak şöyle duâ etti: - Allahım! Peygamberini durumumuzdan haberdâr et! Allahü teâlâ, Hz. Âsım'ın duâsını kabûl buyurdu ve Resûlullah efendimiz onlardan haberdar oldu.
Âsım bin Sâbit müşriklere haykırdı:- Biz ölmekten korkmayız! Çünkü dînimizde basiretliyiz. Ölünce şehîd olur Cennete gideriz!
Müşriklerin ileri gelenlerinden Süfyân bağırdı: - Ey Âsım, kendini ve arkadaşlarını zâyi etme, teslim ol! Âsım bin Sâbit ok atmak suretiyle cevap verdi.
Ok atarken:-
Ben güçlüyüm hiç eksiğim yok.
Yayımın kalın teli gerilmiştir.
Ölüm hak, hayat boş ve geçicidir.
Mukadderâtın hepsi başa gelicidir.
İnsanlar er-geç Allaha rücû edicidir.
Eğer ben sizinle çarpışmazsam,
Anam üzüntüsünden aklını kaybeder.
Ma'nâsında şiirler söylüyordu. Senin dînini korudum. Hz. Âsım'ın sadağında yedi ok vardı. Attığı her ok ile bir müşriki öldürdü. Oku bitince birçok müşriği mızrağıyla delik deşik etti. Öyle bir an oldu ki mızrağı da kırıldı. Hemen kılıcını sıyırdı, kınını kırıp attı. Bu, "ölünceye kadar döğüşeceğim, teslim olmayacığım" ma'nâsına gelirdi. Sonra da şöyle duâ etti: - Allahım! Ben bugüne kadar senin dînini koruyup hıfzettim, sakladım. Senden bu günün sonunda, benim etimi, vücudumu koruyup, hıfzetmeni niyâz ediyorum.
Çünkü Uhud'da öldürdüğü iki kardeş olan Hâris ve Müsâfi' bin Talhâ'nın anneleri Hz. Âsım'ın kafatasından şarap içmeye yemîn etmiş ve kafasını getirene yüz deve vermeyi vaad etmişti. Müşrikler bunu biliyorlardı. Âsım bin Sâbit'in ve diğer Eshâbın Allah Allah nidâları, dağları inletiyordu. İkiyüz kişiye karşı on mücâhid ölesiye çarpışıyor, yanlarına yaklaşanlar yaptıklarının cezâsını görüyorlardı. Âsım bin Sâbit en sonunda iki ayağından yaralanıp yere düştü. Kâfirler, Âsım bin Sâbit'ten o kadar korkmuşlardı ki yere düşünce bile yaklaşamadıkları için uzaktan ok atarak şehîd ettiler. O gün orada mevcut bulunan on sahâbîden yedisi şehîd oldu, üçü esir edildi. Lıhyanoğulları Sülâfe binti Sa'd'a satmak için Âsım bin Sâbit'in başını kesmek istediler. Fakat Allahü teâlâ, Hz. Âsım bin Sâbit'in duâsını kabûl buyurdu ve mübârek cesedine müşrikler el süremediler. Allahü teâlâ bir arı sürüsü gönderdi. Bulut gibi Âsım bin Sâbit'in üzerinde durdular. Hiç bir müşrik yanına yaklaşamadı. - Bırakın akşam olunca arılar onun üzerinden dağılır, biz de başını alırız, dediler. Akşam olunca Allahü teâlâ hiç bulut yok iken bir yağmur gönderdi. Görülmemiş bir yağmur yağdı. Sel geldi ve Âsım bin Sâbit'in cesedini alıp götürdü. Cesedin nerede olduğu bilinemedi. Ne kadar aradılarsa da bulunamadı. Bunun için müşrikler Âsım bin Sâbit'in hiçbir yerini kesmeye muvaffak olamadılar. Lıhyanoğulları O'nu taşa tuttular. Sonunda O'nu da şehîd ettiler. Hubeyb bin Adî ile Zeyd bin Desinne'yi Mekkelilere sattılar. Onlar da bu iki sahâbîyi asarak şehîd ettiler. Allah kulunu korurArıların, Âsım'ı korudukları hâdisesi zikredildiği zaman;
Hz. Ömer buyurdu ki: - Allahü teâlâ elbette mü'min kulunu muhâfaza eder. Âsım bin Sâbit, sağlığında müşriklerden nasıl korundu ise Allahü teâlâ da ölümünden sonra onun cesedini muhâfaza edip müşriklere dokundurmadı.
Bunun için Âsım bin Sâbit anılırken, "Arıların koruduğu kimse" diye anılırdı.
Mehmet Akif'in bu dizeleriyle yazımı bitiriyorum:
Sen ki asımın neslinin, çiğnetme nâmusunu.
At üstünden korkunun ve gafletin kâbusunu.
Ateşler yakıp Nemrut misali, atsalar seni.
Sakın hâ! Terk etmiyesin, imanını, dinini.
PEYGAMBER EFENDİMİZİ EN ÇOK ÜZEN 10 OLAY
MEHMET AKİF'İN BAHSETTİĞİ ASIM KİM , NEDEN ASIMIN NESLİYİZ ?
ÇOK GÜZEL BİR YAZI , LÜTFEN SONUNA KADAR OKUYALIM , YOKSA ANLATILMAK İSTENENİ ANLAYAMAYIZ
Hepimiz Bu Dizeleri Biliriz:
"Âsım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek.
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar.
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor.
Bir HİLAL uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor! ...
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın. ...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber."
(M. Akif)
PEKİ KİMDİR BU ASIM ? NEDEN ÂSIM'IN NESLİYİZ ? HİÇ MERÂK ETTİNİZ Mİ ? ARILARIN KORUDUĞU SAHÂBİ-Yİ ?
Hazreti Asım, ashab-ı kiram'dan (sahabelerden), peygamber efendimizin (sallellâh-ü 'aleyh-i ve sellem) arkadaşlarındandır. Kendisi Medineli olup künyesi Ebu Süleyman'dır. Bütün hayatı, Allah yolunda savaşlarda geçti. Doğum tarihi belli değildir. Hicretten önce iman etti. Kız kardeşi Cemile binti Sabit, hazret-i Ömer’in hanımıdır. Çok iyi ok atardı. Uhud savaşındada okçuların arasında yer alıyordu ve...
--- Bu gazâda müşriklerin sancaktarlarından Müsâfi bin Talhâ ile kardeşi Hâris bin Talhâ'yı ok ile öldürdü. Herşey böyle başladı... Dikkatli okuyalım şimdi...
--- Bunların anneleri Sülâfe binti Sa'd, Hz. Âsım'ın kafatasından şarap içmeyi nezrederek yemîn etti.
Onun başını kendisine getirene yüz deve vermeyi vaad etti.
Öğretmenler Heyeti Uhud savaşında ba'zı yakınları ölen müşrikler de, Müslümanlardan bunların intikamını almak istediler. Alçakça bir plân hazırladılar. Hemen de plânı tatbike koydular.
Bu maksatla bir heyet Medîne'ye giderek Resûlullahın huzuruna çıkıp ricada bulundular:- Yâ Resûlallah! Bizim kabîlelerimiz, İslâmiyeti kabûl ettiler. Yalnız Kur'ân-ı kerîm öğretmenine ihtiyâcımız var. Lütfen bize; İslâmiyeti, Kur'ân-ı kerîmi öğretecek kimseler yollar mısınız?
Sevgili Peygamberimiz kendilerine, 10 kişilik bir öğretmenler heyeti yolladılar.
Başlarında,
Âsım bin Sâbit hazretlerinin bulunduğu bu heyette,
Mersed bin Ebî Mersed,
Hâlid bin Ebî Bükeyr,
Hubeyb bin Adiy,
Zeyd bin Desinne,
Abdullah bin Târık,
Muattib bin Ubeyd de bulunuyordu.
Bu öğretmenler kâfilesi, geceleri yürüyerek, gündüzleri gizlenerek Hüzeyl kabîlesi topraklarında,
Reci' suyu başında, seher vakti konakladılar...
Bu sırada yanlarında bulunan Adal ve Kare kabîlesi heyetinden biri, bir bahane ile yanlarından ayrıldı. Hemen Lıhyanoğularına gidip haber verdi. Çok geçmeden kâfilenin etrâfı sarıldı. 200'den fazla silâhlı eşkıyâ oradaydı. "Bize öğretmen lâzım!" diyenler, çekip gittiler. O güzîde Müslümanları, eşkiyâ ile karşı karşıya bıraktılar... Lıhyanoğulları mensupları, esir ticâreti ile geçinirlerdi. Bu sebeple, "Teslim olun! Canınızı kurtarın!" teklifinde bulunuyorlardı. Asıl niyetleri onları Mekke'de köle olarak satmaktı. Böylece çok para kazanacaklardı. Çünkü Mekkeli müşrikler kendilerine demişlerdi ki:- Yakaladığınız her Müslüman için, değerinden fazla para öderiz! Bunu Müslümanlar da duymuşlardı. Âsım bin Sâbit, Mersed bin Ebî Mersed ve Hâlid bin Ebî Bükeyr: - Hiç bir zaman müşriklerin ne sözlerini, ne de akidlerini kabûl ederiz, diyerek müşriklerin tekliflerini reddettiler. Âsım bin Sâbit dedi ki: - Ben hiçbir zaman müşriklere el sürmemeye ve müşriklerden hiçbirini de kendime dokundurmamaya karar vermiştim. Onların sözlerine kanarak kâfirlere teslim olmam.
Sonra ellerini açarak şöyle duâ etti: - Allahım! Peygamberini durumumuzdan haberdâr et! Allahü teâlâ, Hz. Âsım'ın duâsını kabûl buyurdu ve Resûlullah efendimiz onlardan haberdar oldu.
Âsım bin Sâbit müşriklere haykırdı:- Biz ölmekten korkmayız! Çünkü dînimizde basiretliyiz. Ölünce şehîd olur Cennete gideriz!
Müşriklerin ileri gelenlerinden Süfyân bağırdı: - Ey Âsım, kendini ve arkadaşlarını zâyi etme, teslim ol! Âsım bin Sâbit ok atmak suretiyle cevap verdi.
Ok atarken:-
Ben güçlüyüm hiç eksiğim yok.
Yayımın kalın teli gerilmiştir.
Ölüm hak, hayat boş ve geçicidir.
Mukadderâtın hepsi başa gelicidir.
İnsanlar er-geç Allaha rücû edicidir.
Eğer ben sizinle çarpışmazsam,
Anam üzüntüsünden aklını kaybeder.
Ma'nâsında şiirler söylüyordu. Senin dînini korudum. Hz. Âsım'ın sadağında yedi ok vardı. Attığı her ok ile bir müşriki öldürdü. Oku bitince birçok müşriği mızrağıyla delik deşik etti. Öyle bir an oldu ki mızrağı da kırıldı. Hemen kılıcını sıyırdı, kınını kırıp attı. Bu, "ölünceye kadar döğüşeceğim, teslim olmayacığım" ma'nâsına gelirdi. Sonra da şöyle duâ etti: - Allahım! Ben bugüne kadar senin dînini koruyup hıfzettim, sakladım. Senden bu günün sonunda, benim etimi, vücudumu koruyup, hıfzetmeni niyâz ediyorum.
Çünkü Uhud'da öldürdüğü iki kardeş olan Hâris ve Müsâfi' bin Talhâ'nın anneleri Hz. Âsım'ın kafatasından şarap içmeye yemîn etmiş ve kafasını getirene yüz deve vermeyi vaad etmişti. Müşrikler bunu biliyorlardı. Âsım bin Sâbit'in ve diğer Eshâbın Allah Allah nidâları, dağları inletiyordu. İkiyüz kişiye karşı on mücâhid ölesiye çarpışıyor, yanlarına yaklaşanlar yaptıklarının cezâsını görüyorlardı. Âsım bin Sâbit en sonunda iki ayağından yaralanıp yere düştü. Kâfirler, Âsım bin Sâbit'ten o kadar korkmuşlardı ki yere düşünce bile yaklaşamadıkları için uzaktan ok atarak şehîd ettiler. O gün orada mevcut bulunan on sahâbîden yedisi şehîd oldu, üçü esir edildi. Lıhyanoğulları Sülâfe binti Sa'd'a satmak için Âsım bin Sâbit'in başını kesmek istediler. Fakat Allahü teâlâ, Hz. Âsım bin Sâbit'in duâsını kabûl buyurdu ve mübârek cesedine müşrikler el süremediler. Allahü teâlâ bir arı sürüsü gönderdi. Bulut gibi Âsım bin Sâbit'in üzerinde durdular. Hiç bir müşrik yanına yaklaşamadı. - Bırakın akşam olunca arılar onun üzerinden dağılır, biz de başını alırız, dediler. Akşam olunca Allahü teâlâ hiç bulut yok iken bir yağmur gönderdi. Görülmemiş bir yağmur yağdı. Sel geldi ve Âsım bin Sâbit'in cesedini alıp götürdü. Cesedin nerede olduğu bilinemedi. Ne kadar aradılarsa da bulunamadı. Bunun için müşrikler Âsım bin Sâbit'in hiçbir yerini kesmeye muvaffak olamadılar. Lıhyanoğulları O'nu taşa tuttular. Sonunda O'nu da şehîd ettiler. Hubeyb bin Adî ile Zeyd bin Desinne'yi Mekkelilere sattılar. Onlar da bu iki sahâbîyi asarak şehîd ettiler. Allah kulunu korurArıların, Âsım'ı korudukları hâdisesi zikredildiği zaman;
Hz. Ömer buyurdu ki: - Allahü teâlâ elbette mü'min kulunu muhâfaza eder. Âsım bin Sâbit, sağlığında müşriklerden nasıl korundu ise Allahü teâlâ da ölümünden sonra onun cesedini muhâfaza edip müşriklere dokundurmadı.
Bunun için Âsım bin Sâbit anılırken, "Arıların koruduğu kimse" diye anılırdı.
Mehmet Akif'in bu dizeleriyle yazımı bitiriyorum:
Sen ki asımın neslinin, çiğnetme nâmusunu.
At üstünden korkunun ve gafletin kâbusunu.
Ateşler yakıp Nemrut misali, atsalar seni.
Sakın hâ! Terk etmiyesin, imanını, dinini.
PEYGAMBER EFENDİMİZİ EN ÇOK ÜZEN 10 OLAY
Allah’ın son elçisi ve İslam’ın incisi peygamber efendimiz (s.a.v), çileli hayatında birçok üzücü olayla karşılaşmıştı. Yirmi üç yıllık nübüvveti son derece çetin sınavlarla geçmiş, fakat sonunda İslam’ın yeryüzünün son dini olmasını Allah’ın izniyle sağlamıştı.
Bu defa listemizde, peygamber efendimizin (s.a.v) hayatı boyunca karşılaştığı ve onu çok üzen on olay üzerinde duracağız. Peygamberler de birer insan olduğuna göre, onların da beşeri duyguları vardı. Kimi zaman sevinir, güler, kimi zaman üzülür ağlarlardı.
İnsan fıtratı gereği bu duyguların peygamberlerde de olması gayet normaldir. Hatta Kuran-Kerim’de efendimizin beşeri duygularına birçok kez yer verilir. Örneğin Furkan suresinin yedinci ayetinde Mekkelilerin bu duruma ilginç bir itirazına işaret edilir: Yine onlar dediler ki;
"Bu ne biçim Peygamberdir ki, bizim gibi yemek yiyor ve çarşıda-pazarda geziyor? Ona, kendisi ile birlikte uyarma görevi yürüten bir melek indirilseydi ya. "
Yukarıdaki ayette Mekkelilerin Peygamber efendimizin beşeri yönüne şaşırdıkları görülüyor. Evet, O (s.a.v) bir peygamberdi ama bir insandı da. Aynı surenin yirminci ayetinde peygamberin beşeri özelliklerini haiz bir birey olmasına şaşıranlara cevaben:
Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de hiç şüphesiz yemek yerler, çarşılarda dolaşırlardı… Buyrulmaktadır.
İşte bu gerçeği kavramış bir şair de bir beyitte şöyle der:
Muhammed’ün beşerun La kel beşer,
Bel huve yakatün beynel hacer…
(Muhammed (s.a.v) bir insandı, ama diğer insanlara benzemezdi, yakutun değeri taşlar içinde nasılsa o da insanlar arasında öyle değerliydi.)
Peygamber efendimizi, bir eş, bir dost, bir baba, bir birey olarak olaylardan bazıları şunlardır:
1. Sevgili Eşi Hz. Hatice’nin Vefatı:
Yirmi beş yıllık eşi ve yoldaşı, sevgili zevcesinin vefat etmesi peygamber efendimizin ömrü boyunca yaşadığı en büyük üzüntülerden biriydi. Hz. Hatice (r.a.) sadece bir eş değil, aynı zamanda bir danışman ve zaten az sayıdaki müminlerin (Hz. Ali ve Hz. Zeyd gibi) manevi annesiydi. Geride bıraktığı dört yetim kızı da üzüntüyü katlıyordu. Peygamberimizin bu üzüntüsü, Cebrail’den gelen bir haberle biraz da olsa yatışıyor, teselli buluyordu. Cebrail, Allah’tan selam getiriyor ve eşi için cennete bir döşek hazırlandığını belirtiyordu. Peygamber efendimiz, ilk eşini o kadar çok severdi ki ilerleyen yıllarda Hz. Aişe, sadece Hz Hatice’yi kıskandığını itiraf ederdi.
2. Amcası Ebu Talib’in Müslüman Olmadan Ölmesi:
Peygamber efendimizi, nübüvvetin ilk yıllarında azgın Mekkeli müşriklere karşı himaye eden ve ne olursa olsun, onun (s.a.v) arkasında olduğunu, onu Mekkelilere karşı koruyacağını, kendi işine bakmasını, tebliğe devam etmesini söyleyen amcasının, Müslüman olmadan ölmesi, efendimizi (s.a.v) derin bir hüsrana uğratmıştı. Bir yandan himayesiz kalması, bir yandan da çok sevdiği amcasının hidayete eremeden gittiğine şahit olması Efendimiz için esef verici bir durumdu. Hâlbuki Ebu Talip efendimize şöyle demişti: Ey karde¬şimin oğlu, git ve istediğini yap, çünkü Tanrı'ya andolsun ki seni hiçbir konuda yüzüstü bırakmayacağım.
3. Taifte Çocuklar Tarafından Taşlanması:
Peygamber efendimizin kendilerini islama çağırmak ve Müslümanlara himayeci olmalarını istemek için Taif’li liderlere gittiğinde hiç ummadığı tepkilerle karşılaşmıştı. Taif’in önde gelenleri alaycı konuşmuş ve onan inanmamışlardı. Biri “Peygamberlik için Allah senden başkasını bulamadı mı?” diye alay ediyor, öteki “Sen peygambersen, ben seninle konuşamam çünkü sen çok yücesin, yok yalan söylüyorsan ben yalancılarla da konuşmam.” Diyerek aklınca uyanıklık yapıyordu. Bu da yetmezmiş gibi dönüş yolunda Taifli çocuklar Peygamber efendimizi ve evlatlığı Zeyd’i taşa tutmuş onları yaralamışlardı. Üzüntü ve yorgunlukla kendini bir bahçeye atabildiğinde orada Ninovalı bir köleyle karşılaşmış ve onun Müslüman olmasını sağlamıştı. Bu, peygamber efendimiz için ufak da olsa bir teselliydi. Hicret’in onuncu yılında olan bu üç olaydan ötürü, İslam tarihçileri bu yıla hüzün yılı demişlerdir.
4. Hz. Hamza’nın Şehit edilişi:
Uhud dağı Uhud Dağı / Hamza nerde Uhud dağı / Yandı yüreğimin bağı / Hamza Nerede Uhud Dağı. Bu ve bunun gibi birçok ağıda ve edebi esere konu olan, kahramanlık ve şecaat timsali Hz. Hamza’nın Uhud Savaşında şehit edilip, naşına gösterilen insanlık dışı muamele Peygamber efendimizi (s.a.v) derinden etkileyen bir başka olaydır. Hz. Hamza’ya reva görülen bu iğrenç muamele karşısında duyduğu üzüntü ve sinirden şöyle demişti: Şimdiye kadar hiç böyle sinirlenmemiştim; gelecek sefer eğer Allah bana Kureyşlilere karşı za¬fer verirse, onlardan otuz cesede aynı şeyi yapacağım… Fakat sonra şöyle bir ayet indi: Eğer ceza verecekseniz, size ceza verilenin misliyle ceza verir ve eğer sabrederseniz, andolsun bu, sabredenler için daha hayırlı¬dır (Nahl 126). Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.), biraz önce ettiği yeminden geri dönmekle kalmayıp, cesetlere zarar verilmesini de yasakladı.
5. Reci Vakası:
Adal ve Karra kabilelerin efendimize (s.a.v) gelerek Müslüman olmak istediklerini belirtmeleri ve kendilerine dini öğretmen üzere muallimler istemeleri üzerine on bir sahabinin bu kabilelere doğru yola çıkarken bir komploya kurban gitmelerine reci hadisesi denir. Dokuz sahabe orada şehit düşmüştü. İkisi ise (Hubeyb ve Zeyd) esir alınarak Mekkeli Müşriklere satıldı. Onlar da kısa sürede asılarak şehit edildiler… On bir arkadaşının hain bir pusuya kurban gitmesi efendimizi çok üzmüştü.
6. Biri Mauna Olayı:
Reci vakasına benzer bir olay olan biri mauna olayında irşat ve tebliğe davet edilen 40 ya da 70 kişiden oluşan hepsi suffa ehlinden olan sahabi grubu Amir ve Süleyman Oğulları tarafından şehit edildi. Seçkin ve kıymetli sahabilerinin hunharca katledilmesi efendimizi derinden etkiledi. Öyle ki enes bin malik: "Resûlullah'ın, Bi'ri Mauna'da şehid edilen ashaba yanıp üzüldüğü kadar hiçbir kimseye, hiçbir şeye yanıp üzüldüğünü görmedim!" der. ibni Sa'd, Tabakat.
7. Hendek Savaşında Kaçırılan birkaç vakit namaz:
Peygamber efendimiz (s.a.v) ve arkadaşları (r.a) Bir savunma savaşı olan Hendek savaşı sırasında, mücadelenin amansız ve çetin geçmesinden dolayı öğle, ikindi ve akşam namazlarını kılamamışlardı. Bu çok üzücü bir durumdu. Çünkü ne olursa olsun namazdan feragat edilmemeliydi. Bu durum, Peygamber efendimizi (s.a.v) o kadar üzmüş ve sinirlendirmişti ki beddua etmekten kendini alamamışlardı: "Onlar, nasıl güneş batıncaya kadar uğraştırıp bizi namazımızdan alıkoydular ise, Allahü teâlâ da onların evlerine, karınlarına ve kabirlerine ateş doldursun!"
8. İfk Hadisesi:
Beni Kurayza Kuşatması’ndan sonra, eve dönüş yolunda Hz. Aişe’nin yolda düşürdüğü gerdanlığını aramaya koyulunca kervandan geri kalmıştı. Oradan geçmekte olan Safvan adlı sahabe Hz. Ayşe’yi devesine bindirip kervana yetiştirdi. Fakat münafıklar bunu yanlış (istedikleri gibi) anladılar. Hz. Aişe’ye pis bir iftira attılar. Medine bu olayla çalkanmaya başlamıştı. Peygamber efendimiz bu iftiradan dolayı çok üzüntülüydü. Fakat sonra gelen ayet işi açıklığa kavuşturmuş ve bunun açık bir iftira olduğunu belirtilerek buna inanan Müslümanları kınamıştı. (Nur: 11, 15–17)
9. Sevgili evlatlarının çocuk yaşlarda ölmesi:
Peygamber efendimizin (s.a.v) erkek çocukları İbrahim, Kasım, Abdullah ve Kız çocukları Zeynep, Rukiye, Ummü Gülsüm daha efendimizin hayatta iken çocuk yaşta vefat etmişlerdi. Her baba gibi o da, muhtelif zamanlarda ölen çocukları için çok üzüntü doymuş, onlar için bol bol Allaha dua etmiştir. Bu olayın farklı bir boyutu da müşrik ve münafıkların bu acı olayları bile vicdansızca bir koz olarak kullanıp peygamberimize ebter (soyu kurumuş) demeleridir. Üç ayetlik Kevser Suresi bu olayı konu edinir ve asıl ebterin müşrik ve münafıklar olduğunu bildirir.
10. vahyin çeşitli sebeplerden gecikmesi:
Peygamber efendimiz, bazen çeşitli sebeplerden dolayı Allah'tan vahiy gelmediği zamanlarda üzülmüşlerdi. Bunlardan en uzun ara oku emrinden sonra 3 yıllık bir süreçte başka ayet inmemesi. Sonra müdessir suresi gelmiştir. Bir diğer vahiy kesilmesi olayı 10-15 gün olmasına rağmen efendimiz çok daha üzmüştür. çünkü bu olayda müşrikler, peygamber efendimizle aralarındaki bir konuda (Zülkarneyn kimdir konusu) efendimiz sessizliğini bozamayınca dalga geçmişlerdi. O da buna çok üzülmüştü.
http://www.ruzname.net/peygamber-efendimizi-en-cok-uzen-10-olay
Bu defa listemizde, peygamber efendimizin (s.a.v) hayatı boyunca karşılaştığı ve onu çok üzen on olay üzerinde duracağız. Peygamberler de birer insan olduğuna göre, onların da beşeri duyguları vardı. Kimi zaman sevinir, güler, kimi zaman üzülür ağlarlardı.
İnsan fıtratı gereği bu duyguların peygamberlerde de olması gayet normaldir. Hatta Kuran-Kerim’de efendimizin beşeri duygularına birçok kez yer verilir. Örneğin Furkan suresinin yedinci ayetinde Mekkelilerin bu duruma ilginç bir itirazına işaret edilir: Yine onlar dediler ki;
"Bu ne biçim Peygamberdir ki, bizim gibi yemek yiyor ve çarşıda-pazarda geziyor? Ona, kendisi ile birlikte uyarma görevi yürüten bir melek indirilseydi ya. "
Yukarıdaki ayette Mekkelilerin Peygamber efendimizin beşeri yönüne şaşırdıkları görülüyor. Evet, O (s.a.v) bir peygamberdi ama bir insandı da. Aynı surenin yirminci ayetinde peygamberin beşeri özelliklerini haiz bir birey olmasına şaşıranlara cevaben:
Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de hiç şüphesiz yemek yerler, çarşılarda dolaşırlardı… Buyrulmaktadır.
İşte bu gerçeği kavramış bir şair de bir beyitte şöyle der:
Muhammed’ün beşerun La kel beşer,
Bel huve yakatün beynel hacer…
(Muhammed (s.a.v) bir insandı, ama diğer insanlara benzemezdi, yakutun değeri taşlar içinde nasılsa o da insanlar arasında öyle değerliydi.)
Peygamber efendimizi, bir eş, bir dost, bir baba, bir birey olarak olaylardan bazıları şunlardır:
1. Sevgili Eşi Hz. Hatice’nin Vefatı:
Yirmi beş yıllık eşi ve yoldaşı, sevgili zevcesinin vefat etmesi peygamber efendimizin ömrü boyunca yaşadığı en büyük üzüntülerden biriydi. Hz. Hatice (r.a.) sadece bir eş değil, aynı zamanda bir danışman ve zaten az sayıdaki müminlerin (Hz. Ali ve Hz. Zeyd gibi) manevi annesiydi. Geride bıraktığı dört yetim kızı da üzüntüyü katlıyordu. Peygamberimizin bu üzüntüsü, Cebrail’den gelen bir haberle biraz da olsa yatışıyor, teselli buluyordu. Cebrail, Allah’tan selam getiriyor ve eşi için cennete bir döşek hazırlandığını belirtiyordu. Peygamber efendimiz, ilk eşini o kadar çok severdi ki ilerleyen yıllarda Hz. Aişe, sadece Hz Hatice’yi kıskandığını itiraf ederdi.
2. Amcası Ebu Talib’in Müslüman Olmadan Ölmesi:
Peygamber efendimizi, nübüvvetin ilk yıllarında azgın Mekkeli müşriklere karşı himaye eden ve ne olursa olsun, onun (s.a.v) arkasında olduğunu, onu Mekkelilere karşı koruyacağını, kendi işine bakmasını, tebliğe devam etmesini söyleyen amcasının, Müslüman olmadan ölmesi, efendimizi (s.a.v) derin bir hüsrana uğratmıştı. Bir yandan himayesiz kalması, bir yandan da çok sevdiği amcasının hidayete eremeden gittiğine şahit olması Efendimiz için esef verici bir durumdu. Hâlbuki Ebu Talip efendimize şöyle demişti: Ey karde¬şimin oğlu, git ve istediğini yap, çünkü Tanrı'ya andolsun ki seni hiçbir konuda yüzüstü bırakmayacağım.
3. Taifte Çocuklar Tarafından Taşlanması:
Peygamber efendimizin kendilerini islama çağırmak ve Müslümanlara himayeci olmalarını istemek için Taif’li liderlere gittiğinde hiç ummadığı tepkilerle karşılaşmıştı. Taif’in önde gelenleri alaycı konuşmuş ve onan inanmamışlardı. Biri “Peygamberlik için Allah senden başkasını bulamadı mı?” diye alay ediyor, öteki “Sen peygambersen, ben seninle konuşamam çünkü sen çok yücesin, yok yalan söylüyorsan ben yalancılarla da konuşmam.” Diyerek aklınca uyanıklık yapıyordu. Bu da yetmezmiş gibi dönüş yolunda Taifli çocuklar Peygamber efendimizi ve evlatlığı Zeyd’i taşa tutmuş onları yaralamışlardı. Üzüntü ve yorgunlukla kendini bir bahçeye atabildiğinde orada Ninovalı bir köleyle karşılaşmış ve onun Müslüman olmasını sağlamıştı. Bu, peygamber efendimiz için ufak da olsa bir teselliydi. Hicret’in onuncu yılında olan bu üç olaydan ötürü, İslam tarihçileri bu yıla hüzün yılı demişlerdir.
4. Hz. Hamza’nın Şehit edilişi:
Uhud dağı Uhud Dağı / Hamza nerde Uhud dağı / Yandı yüreğimin bağı / Hamza Nerede Uhud Dağı. Bu ve bunun gibi birçok ağıda ve edebi esere konu olan, kahramanlık ve şecaat timsali Hz. Hamza’nın Uhud Savaşında şehit edilip, naşına gösterilen insanlık dışı muamele Peygamber efendimizi (s.a.v) derinden etkileyen bir başka olaydır. Hz. Hamza’ya reva görülen bu iğrenç muamele karşısında duyduğu üzüntü ve sinirden şöyle demişti: Şimdiye kadar hiç böyle sinirlenmemiştim; gelecek sefer eğer Allah bana Kureyşlilere karşı za¬fer verirse, onlardan otuz cesede aynı şeyi yapacağım… Fakat sonra şöyle bir ayet indi: Eğer ceza verecekseniz, size ceza verilenin misliyle ceza verir ve eğer sabrederseniz, andolsun bu, sabredenler için daha hayırlı¬dır (Nahl 126). Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.), biraz önce ettiği yeminden geri dönmekle kalmayıp, cesetlere zarar verilmesini de yasakladı.
5. Reci Vakası:
Adal ve Karra kabilelerin efendimize (s.a.v) gelerek Müslüman olmak istediklerini belirtmeleri ve kendilerine dini öğretmen üzere muallimler istemeleri üzerine on bir sahabinin bu kabilelere doğru yola çıkarken bir komploya kurban gitmelerine reci hadisesi denir. Dokuz sahabe orada şehit düşmüştü. İkisi ise (Hubeyb ve Zeyd) esir alınarak Mekkeli Müşriklere satıldı. Onlar da kısa sürede asılarak şehit edildiler… On bir arkadaşının hain bir pusuya kurban gitmesi efendimizi çok üzmüştü.
6. Biri Mauna Olayı:
Reci vakasına benzer bir olay olan biri mauna olayında irşat ve tebliğe davet edilen 40 ya da 70 kişiden oluşan hepsi suffa ehlinden olan sahabi grubu Amir ve Süleyman Oğulları tarafından şehit edildi. Seçkin ve kıymetli sahabilerinin hunharca katledilmesi efendimizi derinden etkiledi. Öyle ki enes bin malik: "Resûlullah'ın, Bi'ri Mauna'da şehid edilen ashaba yanıp üzüldüğü kadar hiçbir kimseye, hiçbir şeye yanıp üzüldüğünü görmedim!" der. ibni Sa'd, Tabakat.
7. Hendek Savaşında Kaçırılan birkaç vakit namaz:
Peygamber efendimiz (s.a.v) ve arkadaşları (r.a) Bir savunma savaşı olan Hendek savaşı sırasında, mücadelenin amansız ve çetin geçmesinden dolayı öğle, ikindi ve akşam namazlarını kılamamışlardı. Bu çok üzücü bir durumdu. Çünkü ne olursa olsun namazdan feragat edilmemeliydi. Bu durum, Peygamber efendimizi (s.a.v) o kadar üzmüş ve sinirlendirmişti ki beddua etmekten kendini alamamışlardı: "Onlar, nasıl güneş batıncaya kadar uğraştırıp bizi namazımızdan alıkoydular ise, Allahü teâlâ da onların evlerine, karınlarına ve kabirlerine ateş doldursun!"
8. İfk Hadisesi:
Beni Kurayza Kuşatması’ndan sonra, eve dönüş yolunda Hz. Aişe’nin yolda düşürdüğü gerdanlığını aramaya koyulunca kervandan geri kalmıştı. Oradan geçmekte olan Safvan adlı sahabe Hz. Ayşe’yi devesine bindirip kervana yetiştirdi. Fakat münafıklar bunu yanlış (istedikleri gibi) anladılar. Hz. Aişe’ye pis bir iftira attılar. Medine bu olayla çalkanmaya başlamıştı. Peygamber efendimiz bu iftiradan dolayı çok üzüntülüydü. Fakat sonra gelen ayet işi açıklığa kavuşturmuş ve bunun açık bir iftira olduğunu belirtilerek buna inanan Müslümanları kınamıştı. (Nur: 11, 15–17)
9. Sevgili evlatlarının çocuk yaşlarda ölmesi:
Peygamber efendimizin (s.a.v) erkek çocukları İbrahim, Kasım, Abdullah ve Kız çocukları Zeynep, Rukiye, Ummü Gülsüm daha efendimizin hayatta iken çocuk yaşta vefat etmişlerdi. Her baba gibi o da, muhtelif zamanlarda ölen çocukları için çok üzüntü doymuş, onlar için bol bol Allaha dua etmiştir. Bu olayın farklı bir boyutu da müşrik ve münafıkların bu acı olayları bile vicdansızca bir koz olarak kullanıp peygamberimize ebter (soyu kurumuş) demeleridir. Üç ayetlik Kevser Suresi bu olayı konu edinir ve asıl ebterin müşrik ve münafıklar olduğunu bildirir.
10. vahyin çeşitli sebeplerden gecikmesi:
Peygamber efendimiz, bazen çeşitli sebeplerden dolayı Allah'tan vahiy gelmediği zamanlarda üzülmüşlerdi. Bunlardan en uzun ara oku emrinden sonra 3 yıllık bir süreçte başka ayet inmemesi. Sonra müdessir suresi gelmiştir. Bir diğer vahiy kesilmesi olayı 10-15 gün olmasına rağmen efendimiz çok daha üzmüştür. çünkü bu olayda müşrikler, peygamber efendimizle aralarındaki bir konuda (Zülkarneyn kimdir konusu) efendimiz sessizliğini bozamayınca dalga geçmişlerdi. O da buna çok üzülmüştü.
http://www.ruzname.net/peygamber-efendimizi-en-cok-uzen-10-olay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder