6 Nisan 2016 Çarşamba

REGÂİB KANDİLİ


REGÂİB KANDİLİ

ŞUHÛR-U SELÂSEMİZ VE LEYLE-İ REGÂİB’İMİZ MUTLU-KUTLU-MÜBÂREK OLSUN! TEBRÎK EDERİM!

Selam olsun! Ömrümüze 83 küsur yıl mânevî; rahmet, mağfiret, af, âfiyet ve bereketler getiren mübârek mu’azzez Şuhûr-u Selâse (Şehr-i Recebüllâh-Şehr-i Şa’bân-ı Rasûlüllâh-Şehr-i Ramazân-ı Ümmet-i Muhammed Rasûlüllâh ) … Hoş geldiniz.  Safâlar getirdiniz.  Allâh’ım! Âlem-i İslâm-ı muzaffer kıl. Allâh’ım! Sana, Kur’ân-ı Kerim’e ve Rasûlün Muhammed Mustafâ (s.a.v.)’e itaat eden; Devlet ricâllerimizi küffâra karşı; heybetli, azametli, vakarlı ve korkutucu kıl. İslam’ı bizimle dünyâya hâkim kıl. Kıl ki yeryüzünün zulmü sona ersin… Anne babalarımızı ve hâssaten tüm Müslüman kardeşlerimizi her türlü dünyâ ve âhiret sıkıntısından ve belâlarından koru. Yâ Rabbî! Hepimizi sev ve sevindir. Dünyâ ve âhiret güzelliklerinin tamâmını bizlere ihsân eyle. Kendi faydamıza olup ta aklımıza veyâ dilimize gelmeyen her ne duâ etmemiz gerekiyorsa o duâları yaptığımız gibi kabûl et Allâh’ım! Bizlerin günâhlarından Zât-ı Ecell-i ‘Âlân’a aslâ bir zarâr gelmeyeceği gibi, yaptığımız sevaplardan da Sana aslâ bir fâide dokunmaz. Bizlere kulum diyerek taltif ederek Cennetten cemâlini hepimize nasîb eyle Allâh’ım!.. Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)’i gerçek sûretinde rüyâlarımızda hiç unutmayacağımız bir şekilde görmemizi nasîb eyle. İsteyen herkese mebrûr bir HAC İBÂDETİ yapmayı nasîb eyle! Evlatlarımıza an karîbü’z-zamân hayırlı zevç ve zevcelerle izdivaç kurmalarını nasîb eyle.  Evlat hasreti çekenlere İslâm’a uygun yetişen hayırlı nesiller nasîb eyle Allâh’ım! Ş.g.

RASÛLÜLLÂH (S.A.V.) EFENDİMİZ ÜÇ AYLAR GİRDİĞİNDE: --- "YA RABBİ, RECEB VE ŞA’BÂN-I BİZLER İÇİN MÜBÂREK KIL VE BİZİ RAMAZÂN-A ERİŞTİR" DİYE DUÂ EDERDİ.

TÜM İSLÂM ÂLEMİNİN MÜBÂREK ÜÇ AYLARINI TEBRİK EDER, ÜLKEMİZE VE ÂLEM-İ İSLÂM’A HAYIR VE MUTLULUKLAR GETİRMESİNİ CENÂB-I ALLÂH’DAN NİYÂZ EDERİM.



E’ÛZÜ BESMELE VE MÂNÂSI--- OKUNUŞU: “Eûzü billâh-i mine’ş-Şeytâni’r-Racîm, Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm.” ANLAMI: “Allâh-ü Te’âlâ’nın huzârundan kovulmuş olan Şeytân’ın şerrinden yine Allâh-ü Te’âlâ-yâ sığınırım!.. , O Rahmân ve O Rahîm olan Allâh-ü Te’âlâ’nın adıyla başlarım!..

﴿ يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَد۪يدًاۙ ﴿٧٠﴾ يُصْلِحْ لَكُمْ اَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظ۪يمًا ﴿٧١﴾ [سورة الأحزاب:٣٣/٧٠-٧١]



®       “Ey Îmân edenler!


n Allâh’a karşı gelmekten sakının,

n Doğru söz söyleyin ki;


·       Allâh sizin işlerinizi düzeltsin

·       Ve günâhlarınızı bağışlasın.


®       Kim Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat ederse;


·                   Muhakkâk büyük bir başarıya ulaşmıştır.”[1]




RECEB AYININ FAZÎLETİ


Receb-i Şerîf ayında, önemli olaylardan biri de, Kıble’nin Mescid-i Aksâ’dan Mescid-i Harâm’a çevrilmesidir…[2]


*** --- Receb ayının ilk Cum’â Gecesi Regâib Kandili’dir, ‘rağıbe’nin çoğuludur; Rağbet olunan çok kıymetli şey, bol ihsân ve yüksek vergiler, bağışlar ve bahşişler.... mânâlarına gelir.


*** --- Receb ayı Eşhur-u Hurûm’dur... (Bu aylarda kâfirler bile kan dökmez, kan dâvâları dâhi askıya alınırdı...)

Kutsal gecelerimiz hangileridir?


1-      Mevlit Kandili: (Peygamber Efendimizin doğum gecesi; Hicri takvime göre Rebiü’l-evvel ayının 11’ini 12’sine bağlayan gece)

2-      Regâib Kandili: (Recep ayının ilk Cuma gecesi),

3-      Mi’râc Kandili: (Peygamberimiz (s.a.v)’in miraca çıktığı gecedir; Recep ayının 27. gecesi),

4-      Berâet Kandili; (Şaban ayının 15. gecesi),

5-      Kadir Gecesi: (Kur’ân-ı Kerîm’in Peygamberimize gönderilmeye başlandığı gece; Ramazan ayının 27. gecesi),

6-      Cum’â Gecesi; (Perşembeyi Cumaya bağlayan gece),

7-      Ramazân ve Kurban Bayramı Geceleri.

Her Dînin Mübârek Zaman Ve Mekânları Vardır. Dînimiz İslâm’ın Da Bu Gibi Kutsal Yer Mekân Zamânları Vardır… Ayrıca Vatan Nâmus Îmân Bayrak Ezân Gibi Kutsal Değerlerimiz Vardır… Bunları Her Müslümanın Bilmesi Ve İhyâ Etmesi Gerekmektedir… Bunlar Can Mal Ve Her şeyden Üstün Ve Azîzdir…


®        Regâib Kandili,

®        Receb Ayı Başlangıcı,

®        Şa’bân Ayı Başlangıcı,

®        Ramazân Ayı Başlangıcı,

®        Mi’râc Kandili,

®        Berâet Kandili,

®        Kadir Gecesi,

®        ‘Arafe Günleri-nde,

®        Muharrem Ayı Başlangıcı (Hicrî Yılbaşı),

®        ‘Âşûrâ Günü…

®        Mevlid Kandili,

®        Kurban Bayramı sabâhı

®        Ramazân Bayramı sabâhı

®        Cum’â Günü ve Gecesi

®        Ka’be, 3 Mescid, Harem bölgeleri

®        Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere


RECEB-İ ŞERÎF’İN İLK CUM’Â GECESİ REGÂİB KANDİLİ’DİR.


REGÂİB KANDİLİ’NDE VUKÛ BULAN ÖNEMLİ OLAYLARDAN BÂZILARI:

1-   Hz. Âmîne annemizin Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e hâmile olduğunu anladığı gecedir.

2-   Bu gece Cebrâil (a.s.)’ın Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)’e namazın nasıl kılındığını (kılınacağını) öğrettiği gecedir.


İSLÂM’DA İLK NAMAZ


Beş vakit namaz bugün bilinen şekliyle hicretten bir buçuk yıl kadar önce Mi’râc gecesinde farz kılınmıştır. Ancak, vahyin başlangıcından îtibâren namaz ibâdetinin mevcûd olduğu, sabah ve akşam olmak üzere günde iki vakit kılındığı bilinmektedir. Zîrâ Cebrâîl (‘aleyhi’s-selâm) ilk vahyin akabinde Peygamber Efendimiz’i Mekke’nin yakınlarındaki bir vâdiye götürmüş, vâdinin bir köşesine gelince aya­ğını yere vurmuş, oradan fışkıran su ile önce kendisi, sonra da Rasûl-i Ekrem Efendimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) abdest almıştır. Ardından da Rasûlüllâh’a (salât ve selâm üzerine olsun) iki rekât namaz kıldırmış ve işte namaz böyle kılınır, demiştir.[3]

MU’CİZE VE KERÂMET DIŞINDA OLAĞANÜSTÜ HALLER

Peygamber mucizesi ve velinin kerameti dışında bazı olağanüstü haller daha vardır. Bunlar irhâs, meûnet, istidrac ve ihânet olmak üzere dört maddede toplanabilir:

1-   İRHÂS:

Peygamberlik görevi verilmezden önce peygamberlerde görülen olağanüstü haller olup, daha sonra bu kimsenin peygamber olacağına delîl sayılır.

Hz. ‘Îsâ’nın beşikte iken konuşması ve Hz. Muhammed’i (s.a.s.) dâimâ bir bulutun izlemesi, bâzı ağaç ve taşların ona selâm vermesi irhâs kabilindendir.

2-   MEÛNET:

Yardım ve kolaylık anlamına gelir. Amelleri, davranışları ve ahlâkı güzel olan bâzı müminlerde ortaya çıkan olağanüstü haldir. Bazı müminlerin büyük sıkıntı ve musîbetlerden kolayca kurtulmaları, geçimlerini kolaylıkla sağlamaları, Cenâb-ı Hakk’ın onlara meûnet türünden bir yardımıdır.

Çanakkale Savaşı’nda Seyit Onbaşı’nın 276 kg. top mermisini kaldırması gibi.

3-   İSTİDRÂC:

Süre tanımak, mühlet vermek demektir. Küfrü ve günâhı açık olan kimselerde kendi isteklerine uygun olarak ortaya çıkan olağanüstü hallerdir. Cenâb-ı Hak, istidrâc gösterecek kimseye daha fazla küfür ve günâha dalması için bu yeteneği verir.

Şeytanın duasının kabul olunarak, kıyâmete kadar kötülük yapmasına fırsat verilmesi,

Firavun, Nemrut ve benzerlerinin yeryüzündeki saltanatlarının bir süre kendi istedikleri tarzda yürümesi istidrac türünden olaylardır. Yine zâlimlerin ve kâfirlerin bir bölümünün dünya işlerinin iyi gitmesi de istidracla ilgilidir.

4-   İHÂNET:

İstidrac küfrü ve isyânı açık olan kimselerin elinden isteklerine uygun olağanüstü olay olurken, ihânet bu kimsenin arzusunun aksine olağanüstü hâlin meydâna gelmesidir. Bu da küfrü ve isyânı açık olan kimselerin elinde ortaya çıkar.

Meselâ: Peygamberlik iddiâsında bulunan Müseyleme, bir gözü kör olan çocuğun, gözünün açılması için tükrüğünü sürmüş ancak çocuğun diğer gözü de  kör olmuştur. Yine bir kuyunun suyunu artırmak için kuyuya tükürünce kuyu tamâmen kurumuştur. Buna “Hızlân” da denir.

5-   SİHİR:

Sihir ve san’at türüne giren bâzı garip olaylar vardır ki, bunlar alet, sebep ve araçlara bağlı olarak yapılır ve gerçekte tabiat kurallarına uygun olarak meydâna gelebilir. Sebep ve şartları bilen kimseler, her zaman bu tip garip hünerleri gösterebilir. Bunların fizik açıklamaları bulunduğu için gerçekte olağanüstü özellikleri yoktur.

3-   Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)’in ‘Rûhu-nun’ ilk kez yer-yüzüne indiği gecedir.


RECEB-İ ŞERÎF AYININ ESRÂRI

RECEB-İ ŞERÎF AYINDA OKUNACAK DUÂ

"أَللّٰهُمَّ بَارِكْ لَنَا ف۪ى رَجَبَ وَ شَعْبَانَ وَ بَلَّغْنَا رَمَضَانَ."

--- “Allâh’ım Receb ve Şa’bân-ı hakkımızda mübârek kıl ve bizi Ramazân’a ulaştır”


***Efendimiz (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) üç aylar girince bol bol bu duâyı okurdu.

"رَجَبَ شَهْرُ اللّٰهِ وَشَعْبَانُ شَهْر۪ي وَرَمَضَانُ شَهْرُ أُمَّت۪ي"

“Receb-i Şerîf ayı Allâh’a mahsûs özel aydır (yâni Receb Allâh (c.c.) ayıdır), Şa’bân-ı Şerîf ayı benim ayımdır, Ramazân-ı Şerîf ayı ise ümmetimin ayıdır.”

"رَجَبَ شَهْرٌ عَظ۪يمٌ يُضَاعِفُ اللّٰهُ ف۪يهِ الْحَسَنَاتِ"

“Receb-i Şerîf ayı, çok büyük fazîletli ve mübârek bir aydır. Öyle ki Allâh-ü Te’âlâ Receb-i Şerîf ayında iyilikleri kat kat, bol bol mükâfaatlan-dırır.”

(حديث مرفوع) أَخْبَرَنَا أَبُو الْقَاسِمِ إِسْمَاع۪يلُ بْنُ مُحَمَّدٍ الْاَصْبَهَانِيُّ الْحَافِظُ، أَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ إِبْرَاه۪يمَ، وَغَيْرُهُ، قَالُوا: ثَـنَا أَبُو سَع۪يدٍ النَّقَّاشُ، ثَنَا أَبُو أَحْمَدَ الْعَسَّالُ، ثنا جَعْفَرُ بْنُ أَحْمَدَ بْنِ فَارِسٍ، ثنا مُحَمَّدُ بْنُ إِسْمَاع۪يلَ الْبُخَارِيُّ، ثنا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُغِيرَةِ، ثنا مَنْصُورٌ، يَعْنِي ابْنَ زَيْدٍ، ثنا مُوسَى بْنُ عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ يَز۪يدَ الْاِنْصَارِيُّ، سَمِعْتُ أَنَسَ بْنَ مَالِكٍ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ :

"إِنَّ فِي الْجَنَّةِ نَهْرًا يُقَالُ لَهُ: رَجَبٌ، أَشَدُّ بَيَاضًا مِنَ اللَّبَنِ، وَأَحْلٰى مِنَ الْعَسَلِ، مَنْ صَامَ يَوْمًا مِنْ رَجَبٍ سَقَاهُ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ مِنْ ذٰلِكَ النَّهْرِ."[4]

Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur:


--- “Cennette ‘Receb’ isminde bir nehir vardır, suyu sütten beyaz, baldan tatlıdır. Receb-i Şerîf ayında oruç tutana bu sudan ikrâm edilir ve bir daha susamaz.”

"أن الدعآء يستجاب في خمس ليال. في ليلة الجمعة، وليلة الاضحى وليلة الفطر (والعيدين)، وأول ليلة من رجب، وليلة النصف من شعبان."[5]

Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor;


--- “Beş gece vardır ki, o beş gecede yapılan duâlar geri çevrilmez, kabûl olunur. Bunlar:


1-      Receb-i Şerîf ayının ilk Cum’â gecesi (Regâib gecesi),

2-      Şa’bân-ı Şerîf ayının 15. Gecesi (Berâet gecesi),

3-      Cum’â geceleri,

4-      Ramazân Bayramı gecesi,

5-      Kurban Bayramı gecesi.”[6]


*** --- Bu gecede;

®       Ana-Babaların,

®       Eş, dost

®       Ve akrabaların gönülleri hoş edilmeli,

®       Dargınlar barıştırılmalıdır.

®       Yetimler,

®       Fakirler,

®       Yolda kalmışlar,

®       Kimsesizler...

Gözetilmeli herkese yardım eli uzatılmalıdır.

رَوَاهُ الدَّيْلَم۪ي ف۪ي مُسْنَد الْفِرْدَوْس مِنْ حَد۪يث أَب۪ي هُرَيْرَة، وَقَوْلُهُ: "سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ"[7]

Rasûlüllâh (s.a.v.) buyurdular ki: “Bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir.” Deylemî, Müsned, II, 324.


*** --- Câmiilerde Cemâate devâm edilmelidir.


*** --- Bol-bol ‘zikir’ yaparak Allâh-ü Te’âlâ’yı hatırlamalıyız… Yine Bol-bol duâ etmeliyiz…

﴿ وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ى فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى [سورة طٰهٰ:۲۰/۱۲٤]

“Her kim de benim zikrimden (Kur’ân’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyâmet gününde kör olarak haşrederiz.”[8]

﴿ قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّ۪ى لَوْلَا دُعَآؤُ۬كُمْۚ ... [سورة الفرقان:۲٥/۷۷]

(Ey Muhammed!) De ki: “Duânız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin! ...”[9]


*** --- Bol-bol mânâlarını düşünerek Kur’ân-ı Kerîm okumalıyız.


Nitekim bir Hadîs-i Şerîf’te:

"إِنَّ هٰذِهِ الْقُلُوبَ تَصْدَأُ كَمَا يَصْدَأُ الْحَد۪يد، إِذَا أَصَابَهُ الْمَآءَ، فَق۪يلَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ: وَمَا جِلٰٓاؤُ۬هَا؟ فَقَالَ: -كَثْرَةُ- تِلَاوَةُ الْقُرْأٰنُ وَذِكْرُ الْمَوْتِ. [10] إِنَّ الْقُلُوبَ تَصْدَأُ كَمَا يَصْدَأُ الْحَد۪يد، إِذَا أَصَابَهُ الْمَآءَ، قَالُوا: يَا رَسُولَ اللّٰهِ فَمَا جِلٰٓاؤُ۬هَا؟ قَالَ: كَثْرَةُ ذِكْرُ اللّٰهِ."[11]

--- “Muhakkâk ki, demire su değdiğinde nasıl paslanıyorsa, şu kalbler de öyle pas tutar.” “Yâ Rasûlellâh! Onun cilâsı nedir?” diye sordular. Cevâben --- “Ölümü çok zikretmek, hatırlamak ve çokça Kur’ân okumaktır.”[12]  Diğer bir rivâyette; “Allâh Lafza-i Celâlini çokça söylemektir.” Buyurdu.


--- “Elbise nasıl yıpranır,  eskirse, kalbteki îmân da öylece yıpranıp eskir. O halde îmânınızı dâimâ tâzeleyin.” Buyurulur. Bu hadîsten de anlaşılacağı üzere, Allâh-ü Te’âlâ-nın emirlerini vakti vaktinde yaparak, sâlih amellerde, bol zikirde bulunarak îmânı beslemek, tâze tutmak gerekir.[13]


Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) --- “Dünyâda mü’minin telaffuz ettiği her bir zikir kelâmînın uhrevî bir ağaç ve meyve olduğunu, kişinin ebedî hayattaki manevî mertebesini yûcelttiğini” belirtir.[14]

                                   

RECEB AYININ FAZÎLETİ

عَنِ الْحُسَيْنِ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَاَلَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ:

"مَنْ أَحْيٰى لَيْلَةً مِنْ رَجَبَ وَصَامَ يَوْمَهَا أَطْعَمَهُ اللّٰهُ مِنْ ثِمَارِ الْجَنَّةِ وَكَسَاهُ مِنْ خُضْرِ الْجَنَّةِ وَسَقَاهُ مِنَ الرَّح۪يقِ الْمَخْتُومِ، إِلَّا مَنْ فَعَلَ ثَلَاثًا: مَنْ قَتَلَ نَفْسًا أَوْ سَمِعً مُسْتَغ۪يثًا يَسْتَغ۪يثُ بِاللّٰهِ بِلَيْلٍ أَوْ نَهًارٍ يَا غَوْثًا بِاللّٰهِ فَلَمْ يُغِثْهُ أَوْ شَكَا إِلَيْهِ أَخُوهُ حَاجَةً فَلَمْ يُفَرِّجْ عَنْهُ."

“Her kim, Receb’den bir geceyi (bile) ihyâ eder, gününü de oruçlu geçirirse, Allâh-ü Te’âlâ ona;


·          Cennet meyvelerinden yedirir,

·          Cennet’in yeşil ipeklerinden giydirir,

·          Cennet’in hâlis olan içeceğinden içirir.


ü  Ancak üç şey yapan müstesnâ:


1-      Bir şahsı öldüren,


2-      Gece veya gündüzleyin “Allâh-ü Te’âlâ aşkına imdât” diye Allâh-ü Te’âlâ adıyla yardım isteyeni işitip de ona yardım etmeyen,


3-      (Dîn) kardeşi kendisine bir sıkıntısını şikâyet ettiği halde (maddi gücü varken) ondan (sıkıntıyı) gidermeyen.”[15]

عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: خَطَبَ رَسُولُ اللّٰه قَبْلَ رَجَبَ بِجُمْعَةِ فَقَالَ: أَيُّهَا النَّاسِ إنه قد أظلكم شهر عظيم شهر رجب، شهر الله الأصم، تضاعف فيه الحسنات وتستجاب فيه الدعوات ويفرج فيه عن الكربات، لا يرد فيه للمؤمنين دعوة، فمن اكتسب فيه خيرا ضوعف له فيه أضعافا مضاعفة والله يضاعف لمن يشاء، فعليكم بقيام ليله وصيام نهاره ، فمن صلى في يوم فيه خمسين ركعة يقرأ في كل ركعة ما تيسر من القرآن أعطاه الله من الحسنات بعدد الشفع والوتر وبعدد الشعر والوبر، ومن صام منه يوما كتب له به صيام سنة،

"وَمَنْ خَزَنَ ف۪يهِ لِسَانَهُ لَقَّنَهُ اللّٰهُ حُجَّتَهُ عِنْدَ مُسَآءَلَةِ مُنْكَرٍ وَنَك۪يرٍ،

RECEB-İ ŞERÎF’TE LİSÂNI MUHÂFAZA


Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur: --- “Her kim Receb ayında (yalan, gıybet, dedikodu ve iftira gibi haramlardan) dilini korursa Allâh (c.c.) ona, Münker ve Nekîr’in sorguları ânında hüccetini telkin eder (cevâbını öğretir).

ومن تصدق فيه بصدقة كان بها فكاك رقبته من النار،

وَمَنْ وَصَلَ ف۪يهِ رَحِمَهُ وَصَلَهُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَنَصَرَهُ عَلٰٓى أَعْدَآئِه۪ أَيَّامَ حَيَاتِه۪،

RECEB-İ ŞERÎF’TE SILA-I RAHIM


Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur: --- “Her kim Receb ayında (yakın ve uzak akrabâsını arayıp sorarak) sıla-i rahımde bulunursa, Allâh (c.c.) onu, dünyada ve âhırette (bütün muratlarına) ulaştırır ve hayâtının günleri boyunca, düşmanlarına karşı ona yardım    eder.”  

وَمَنْ عَادَ ف۪يهِ مَر۪يضًا أَمَرَ اللّٰهُ كِرَامَ مَلٰٓائِكَتِه۪ بِزِيَارَتِه۪ وَالتَّسْل۪يمِ عَلَيْهِ،

RECEB-İ ŞERÎF’TE HASTA ZİYÂRETİ


Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur: --- “Her kim Receb ayında bir hasta ziyâret ederse, Allâh (c.c.) kıymetli meleklerine, onu ziyâret etmelerini ve kendisine selâm vermelerini emreder.”

وَمَنْ صَلّٰى ف۪يهِ عَلٰى جَنَازَةٍ فَكَأَنَّمَا أَحْيَا مَؤُودَةً،

RECEB-İ ŞERÎF’TE CENÂZE NAMAZI


Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur: --- “Her kim Receb ayında bir cenâze üzerine namaz kılarsa, diri diri gömülen bir kız çocuğunu hayâta kavuşturmuş gibi (sevâba nâil) Olur.”

وَمَنْ أَطْعَمَ مُؤْمِنًا ف۪يهِ طَعَامًا أَجْلَسَهُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَلٰى مَآئِدَةٍ عَلَيْهَا إِبْرَاه۪يمَ وَمُحَمَّدٌ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِمَا،

RECEB-İ ŞERÎF’TE YEDİRİP İÇİRMEK


Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur: --- Her kim Receb ayında bir mü’mine bir yemek yedirirse, kıyâmet günü Allâh (c.c.) onu İbrâhîm ve Muhammed (aleyhime’s-selâm)’ın sofrasına oturtur.

وَمَنْ سَقٰى ف۪يهِ شَرْبَةً مَآءٍ سَقَاهُ اللّٰهُ مِنَ الرَّح۪يقِ الْمَخْتُومِ،

Bir yudum su içirene de, damgalı hâlis Cennet şarabından içirir.”[16]

وَمَنْ كَسَا ف۪يهِ مُؤْمِنًا كَسَاهُ اللّٰهُ تَعَالٰى أَلْفَ حُلَّةٍ مِنْ حُلَلِ الْجَنَّةِ،

RECEB-İ ŞERÎF’TE FAKİR GİYDİRMEK


Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur: --- “Her kim receb ayında bir mü’mini giydirirse, Allâh (c.c.) ona cennet hullelerinden bin hulle    giydirir.”[17]   

وَمَنْ أَكْرَمَ ف۪يهِ يَت۪يمًا وَمَسَحَ يَدَهُ عَلٰى رَأْسِه۪ غَفَرَ اللّٰهُ لَهُ بِعَدَدِ كُلِّ شَعْرَةٍ مَسَّتْهَا يَدُهُ،

RECEB-İ ŞERÎF’TE YETİME İKRÂM


Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur: --- “Her kim Receb ayında bir yetime ikrâmda bulunur ve elini başına sürerse, elinin değdiği her kıl sayısınca Allâh (c.c.) kemlisi için (bir günâh) bağışlar.”[18]


KUR’ÂN-I KERİM’İN TEMİZLENMEDEN (ABDESTSİZ) ELE ALINMAZ:

Âyet-i Kerîme’de açık ve kesin olarak şöyle buyrulmaktadır:

﴿ لَا يَمَسُّهُٓ اِلَّا الْمُطَهَّرُونَۜ [سورة الواقعة: ٥٦٩]

“Ona tam bir sûrette temizlenmiş (yâni tertemiz) olanlardan başkası dokunamaz.”[19]

Bu Âyet-i Kerîme’de küçük abdest, büyük abdest ve kadınların mu’ayyen hâlleri mevzû-bahistir. Dört hak mezheb de, Mushâf’a abdestsiz el sürmenin harâm olduğu görüşünde ittifâk etmişlerdir.[20] Hazret-i Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’den î’tibâren 1437 küsûr senedir bu böyle tatbîk edilmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm, kalblerimizin tabîbi, rûhlarımızın gıdâsı ve şifâ kaynağıdır. Kur’ân-a muhabbetimiz ve sadâkatimiz ne kadarsa, onun devâ ve şifâsı da o nisbette tecellî eder. Zîrâ Rabbimiz onu “şifâ ve rahmet” olarak lutfetmiştir.

٥٠٢٧- "خَيْرُكُمْ مَنْ تَعَلَّمَ القُرْآنَ وَعَلَّمَهُ."

٥٠٢٨- "إِنَّ أَفْضَلَكُمْ مَنْ تَعَلَّمَ القُرْآنَ وَعَلَّمَهُ."

5027--- … Osman ibni Affân (r.a.)’dan rivâyet edildiğine göre Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) şöyle buyurdu: --- “Sizin en hayırlınız Kur’ân-ı (Kerîm’i) öğrenen ve öğretendir.”[21]

5027--- … Ebû Abdirrahmân es-Sulemî (r.a.)’den: Osmân İbn-i Affân (r.a.) şöyle dedi: --- Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) --- “Muhakkak ki en fazîletli olanınız, Kur’ân-ı (Kerîm)’i öğrenen ve öğretendir" buyurdu.[22]

"اُغْدُ عَالِمًا، أَوْ مُتَعَلِّمًا، أَوْ مُسْتَمِعًا، وَلَا تَكُنِ الرَّابِعَ فَتَهْلِكَ."

Sahâbe-i Kirâm’ın âlim ve büyüklerinden Hz. Abdullâh b. Mes’ûd (r.’a.), Sultânül-Enbiyâ vel-ulemâ (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) Efendimiz’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: --- “Ya âlim, ya ilim öğrenen, ya da ilim dinleyen ol. Dördüncüsü olma, helâk olursun!”[23]

"اغْدُ عَالِمًا، أَوْ مُتَعَلِّمًا، أَوْ مُسْتَمِعًا، أَوْ مُحِبًّا، وَلَا تَكُنِ الْخَامِسَ فَتَهْلَكَ."

Hz. Ebû Bekkr’in oğlu Abdürrahmân Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) Efendimiz’den şöyleişittiğini rivâyet etmektedir:

®              “Ya öğreten (Âlim) ol.

®              Ya öğrenen (talebe) ol.

®              Ya dinleyen ol.

®              Ya da (ilmi) seven ol. (İlmi=Kur’ân-ı Kerîm’i, öğrenen, öğreten ve dinleyeni seven ol.)

Sakın; beşincisi olma hekâk olursun.”[24]

"اِقْرَءُوا الْقُرْآنَ فَإِنَّهُ يَأْت۪ي يَوْمَ الْقِيَامَةِ شَف۪يعًا لِاَصْحَابِه۪ ..."

252- (804) Bana Hasenü’bnü Aliyy EI-Hûlvânî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Tevbe —ki Rabî’ b. Nâfi’dir.— rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Muâviye (yâni İbni Sellâm) Zeyd’den naklen rivâyet etti. Zeyd, Ebû SelIâm’ı şöyle derken işitmiş: Bana Ebû Ümâmete’l-Bâhilî rivâyet etti. Dedi ki: Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’i --- “Kur’ân-ı (Kerîm’i) okuyunuz. Çünkü Kur’ân-ı (Kerîm), kıyâmet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir…”[25]

Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyurdu ki; --- “Ümmetimin en şereflileri, Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyen hâfızlar (O’na hizmet edenler) ve gecelerini ihyâ edenlerdir.”[26]

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Kur’ân’ın ilim ve hikmetleriyle istikâmetlenen, ahlâkıyla ahlâklanan ve evlâtlarına Kur’ân’ı titizlikle öğreten anne babalara şu müjdeyi vermektedir:

وَأخرج الديلمي أَنه قَالَ: "أَدِّبُوا أَوْلَادَكُمْ، عَلٰى ثَلَاثَ خِصَالٍ: حُبٌّ نَبِيِّكُمْ، وَحُبٌّ أَهْلِ (اٰلِ) بَيْتِه۪، وَقِرَآءَةُ (تِلَاوَةُ) الْقُرْاٰن."

Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyurdu ki: --- “Çoçuklarınıza üç esâsı öğretin… Üç esâs üzere çocuklarınızı yetiştiriniz…

1-                (Nebî) Peygamber sevgisi verin evlâd-ü ‘ıyâlinize…

Bütün Nebî ve Rasûlleri=Peygamberleri Hâssaten bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafâ (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’i sevmeyi öğretin evlâd-ü ‘ıyâlinize…


2-                Ehl-i Beyt-i (Peygamberin eşini, çocuklarını, âilesini) sevgisini verin evlâd-ü ‘ıyâlinize…

Hz. Âmine annemizi, Ezvâc-ı Tâhirât’ı=Peygamberimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in tertemiz zevcelerini, Hz. ‘Âişe annemizi, Hz. ‘Ali efendimizi, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin efendilerimizi, Hz. Fâtıma annemizin sevgisini verin evlâd-ü ‘ıyâlinize…

3-                Kur’ân-ı Kerîm’i okuma öğrenme sevgisini verin evlâd-ü ‘ıyâlinize…

 

Hükümlerine uymayı, O’na sımsıkı sarılmayı O’nun ahlâkıyla ahlâklanmayı emirlerini tutup nehiylerinden kaçmayı öğretin evlâd-ü ‘ıyâlinize… O’na hürmet edip baş-tâcı yapmayı öğretin evlâd-ü ‘ıyâlinize…


“Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin: Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’ân kıraati… Çünkü hamele-i Kur’ân (yâni Kur’ân hafızları) hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde peygamberler ve asfiyâ (yâni safâya ermiş olan Allâh dostları) ile birlikte Arş’ın gölgesindedir.”[27]

ومن استغفر الله فيه مرة واحدة غفر الله له، ومن سبح الله تسبيحة أو هلل تهليلة كتب عند الله من الذاكرين الله كثيرا والذاكرات،

وَمَنْ خَتَمَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنَ مَرَّةً وَاحِدَةً أُلْبِسَ هُوَ وَوَالِدَاهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا تَاجًا مُكَلَّلًا بِاللُّؤْلُؤِ وَالْمَرْجَانِ وَأَمِنَ مِنْ فَزَعِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ.”[28]

RECEB-İ ŞERÎF’TE KUR’ÂN-I KERÎM HATMİ


Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur: --- Her kim Receb ayında Kur’ân-ı Kerîm’i bir kere hatmederse;   kendisine ve ana babasından her birine, inci ve mercanlarla bezenmiş bir taç giydirilir ve o kişi kıyâmet gününün dehşetinden emîn olur.”[29]


RECEB-İ ŞERÎF AYININ ESRÂRI

RECEB-İ ŞERÎF AYINDA OKUNACAK DUÂ


*** ---  REGÂİB GECESİ NAMAZI:                  


v Her kim Receb-i Şerîf ayında Sabah namazından sonra 1 (bir) kere Yâ-Sîn’i Şerîf-i okursa;


ü  Elli senelik günâhı affolunur,

ü  Kabir azâbından emîn olur.


v Receb-i Şerîf ayında 4 (dört) rekât namaz;


1.                Rekâtta 100 (yüz) Âyet-el Kürsî

2.                Rekâtta 100 (yüz) İhlâs-ı Şerîf

3.                Rekâtta 100 (yüz) Âyet-el Kürsî

4.                Rekâtta 100 (yüz) İhlâs-ı Şerîf


Okursa Cennetteki yerini görmeden ölmez.


Receb-i Şerîf ayının ilk cuma gecesine “Leyle-i Regâib” denir. Bâzı alimlerin açıklamasına göre, Peygamber Efendimiz (sallellâh-ü aleyh-i ve sellem) bu gece pek çok ruhanî ahvâl ve ikrâma kavuşmuş olmakla Yûce Allâh’a şükür için on iki rekât namaz kılmıştır.


Peygamber Efendimizin bu Regâib gecesinde ana rahmine düşmüş olduğuna dâir olan bir rivâyet, uygun görülmemektedir. Çünkü bu gece ile Hazret-i Peygamberimizin doğumu arasındaki zaman, bu hesaba aykırı düşmektedir.


Ancâk Hazret-i Âmîne annemizin, Peygamber Efendimiz’e hâmile kaldığını bu gece anlamış olması düşünülebilir.


Sebeb ne olursa olsun, bu gece pek mübârek bir gecedir. Zâten Regâib, istenilen, değeri çok olan, bağış, ihsan, ikrâm ve çok nefis şeyler demektir ve “Rağibe” kelimesinin çoğuludur.


Bu geceyi ibâdetle geçirmenin sevâbı çok büyüktür. Fakat bu gecede kılınacak namazın sünnet veyâ mendub olması hakkında kuvvetli bir delil bulunmamaktadır. Bu gecede toplanıp cemaatla namaz kılınması bid’at sayılmaktadır.


Zâten Terâvîh Namazı’ndan başka hiç bir nâfile namazın çağrışarak cemaatla kılınması sünnet değildir, mekrûh sayılır. Ancâk bir yerde bulunan iki, üç kişinin bu gibi namazları cemaatla kılmaları câiz görülmüştür.


RECEB-İ ŞERÎF’DE VAKİTLERİ BELİRSİZ NAMAZLAR!..


RECEB-İ ŞERÎF’İN BAŞI, ORTASI VE SONUNDA KILINACAK NAMAZLAR!..

عَنْ سَلْمَانَ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ عَنِ النَّبِيِّ أَنَّهُ قَالَ وَقَدِ اسْتَهَلَّ رَجَبُ: "يَا سَلْمَانُ مَا مِنْ مُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ يُصَلّ۪ى ف۪ي هٰذَا الشَّهْرِ ثَلَاث۪ينَ رَكْعَةً وَهُوَ شَهْرُ رَجَبَ، يَقْرَأُ ف۪ي كُلِّ رَكْعَةٍ فَاتِحَةَ الْكِتَابِ مَرَّةَ وَ ( قُلْ هُوَ اللّٰهُ أَحَدٌ ... ) ثَلَاثَ مَرَّاتٍ وَ ( قُلْ يَآ أَيُّهَا الْكَافِرُونَ ... ) ثَلَاثَ مَرَّاتٍ، إِلَّا مَحَا اللّٰهُ تَعَالٰى عَنْهُ ذُنُوبَهُ وَأَعْطٰى (كُلّ ذنب عمله في صغره وكبره وأعطاه الله سبحانه) مِنَ الْاَجْرِ كَمَنْ صَامَ ذٰلِكَ الشَّهْرَ كُلَّهُ، (وكتب عند الله) وَكَانَ مِنَ الْمُصَلّ۪ينَ إِلَى السَّنَةِ الْمُقْبِلَةِ، وَرُفِعَ لَهُ ف۪ي كُلِّ يَوْمٍ عَمَلُ شَه۪يدٍ مِنْ شُهَدَآءِ بَدْرٍ، وَكُتِبَ لَهُ بِصِيَامِ كُلِّ يَوْمٍ (يصومه منه) عِبَادَةُ سَنَةٍ وَرُفِعَ لَهُ أَلْفُ دَرَجَةٍ، فَإِنْ صَامَ الشَّهْرَ كُلَّهُ وَصَلّٰى هٰذِهِ الصَّلٰاةَ أَنْجَاهُ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ مِنَ النَّارِ وَأَوْجَبَ لَهُ الْجَنَّةَ، (يا سلمان) وَكَانَ ف۪ى جِوَارِ اللّٰهِ سُبْحَانَهُ أَخْبِرْن۪ي بِذٰلِكَ جَبْرَآئ۪يلُ عَلَيْهِ السَّلَامُ وَقَالَ: يَا مُحَمَّدُ هٰذِه۪ عَلَامَةٌ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ الْمُشْرِك۪ينَ الْمُنَافِق۪ينَ، لِاَنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَا يُصَلُّونَ ذٰلِكَ. قَالَ سَلْمَانُ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ: فَقُلْتُ: يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَخْبِرْن۪ي كَيْفَ أُصَلّ۪هَا؟ (هذه الثلاثين ركعة ومتى اصليها) قَالَ: يَا سَلْمَانُ تُصَلّ۪ي ف۪ٓي أَوَّلِه۪ عَشَرَ رَكَعَاتٍ تَقْرَأُ ف۪ي كُلِّ رَكْعَةٍ فَاتِحَةَ الْكِتَابِ مَرَّةً وَاحِدَةً وَ ( قُلْ هُوَ اللّٰهُ أَحَدٌ ... ) ثَلَاثَ مَرَّاتٍ، وَ ( قُلْ يَآ أَيُّهَا الْكَافِرُونَ ... ) ثَلَاثَ مَرَّاتٍ، فَإِذَا سَلَّمْتَ رَفَعْتَ يَدَيْكَ وَقُلْتَ: لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ، يُحْي۪ي وَيُم۪يتُ وَهُوَ حَيٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْئٍ قَد۪يرٌ، أَللّٰهُمَّ لَا مَانِعَ لِمَا أَعْطَيْتَ وَلَا مُعْطِيَ لِمَا مَنَعْتَ وَلَا يَنْفَعُ ذَا الْجَدِّ مِنْكَ الْجَدُّ، ثُمَّ امْسَحْ بِهِمَا وَجْهَكَ.

وَصَلِّ ف۪ى وَسَطِ الشَّهْرِ عَشَرَ رَكَعَاتٍ إِقْرَأْ ف۪ي كُلِّ رَكْعَةٍ فَاتِحَةَ الْكِتَابِ مَرَّةً وَاحِدَةً وَ ( قُلْ هُوَ اللّٰهُ أَحَدٌ ... ) ثَلَاثَ مَرَّاتٍ، وَ ( قُلْ يَآ أَيُّهَا الْكَافِرُونَ ... ) ثَلَاثَ مَرَّاتٍ، فَإِذَا سَلَّمْتَ فَارْفَعْ يَدَيْكَ إِلَى السَّمَآءِ وَقُلْ: لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ، يُحْي۪ي وَيُم۪يتُ وَهُوَ حَيٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْئٍ قَد۪يرٌ، إِلٰهًا، وَاحِدًا، صَمَدًا، فَرْدًا، وَتْرًا لَمْ يَتَّخِذْ صَاحِبَةً وَلَا وَلَدًا.  ثُمَّ امْسَحْ بِهِمَا عَلٰى وَجْهَكَ. وَ صَلِّ ف۪ٓي أٰخِرِ الشَّهْرِ عَشَرَ رَكَعَاتٍ إِقْرَأْ ف۪ي كُلِّ رَكْعَةٍ فَاتِحَةَ الْكِتَابِ مَرَّةً وَاحِدَةً وَ ( قُلْ هُوَ اللّٰهُ أَحَدٌ ... ) ثَلَاثَ مَرَّاتٍ، وَ ( قُلْ يَآ أَيُّهَا الْكَافِرُونَ ... ) ثَلَاثَ مَرَّاتٍ، فَإِذَا سَلَّمْتَ فَارْفَعْ يَدَيْكَ إِلَى السَّمَآءِ وَقُلْ: لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ، يُحْي۪ي وَيُم۪يتُ وَهُوَ حَيٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْئٍ قَد۪يرٌ، وَ صَلَّى اللّٰهُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى أٰلِهِ الطَّاهِر۪ينَ وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللّٰهِ الْعَلِيِّ الْعَظ۪يمِ. وَسَلْ حَاجَتَكَ يُسْتَجَبْ لَكَ دُعَآؤُكَ وَيَجْعَلُ اللّٰهُ بَيْنَكَ وَبَيْنَ جَهَنَّمَ سَبْع۪ينَ خَنْدَقًا كُلُّ خَنْدَقٍ كَمَا بَيْنَ السَّمَآءِ وَالْاَرْضِ وَيَكْتُبُ لَكَ بِكُلُّ رَكْعَةٍ أَلْفَ أَلْفِ رَكْعَةٍ وَيَكْتُبُ لَكَ بَرَآءَةً مِنَ النَّارِ وَجَوَازًا عَلَى الصِّرَاطِ."  قَالَ سَلْمَانُ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ: فَلَمَّا فَرَغَ النَّبِىُّ مِنَ الْحَد۪يثِ خَرَرْتُ سَاجِدًا أَبْك۪ى شُكْرًا لِلّٰهِ تَعَالٰى لِمَا سَمِعْتُ مِنْ هٰذِهِ الزِّيَادَةِ.

Selmân (r.a.)’dan rivâyete göre, Receb Hilâli belirdiğinde, Nebî (sallellâh-ü aleyh-i ve sellem) ona şöyle buyurdu: --- “Ey Selmân! Herhangi bir îmânlı kadın veyâ erkek bu ayda otuz rekât kılar; her rekâtta, bir kere Fâtihâ, üçer kere de İhlâs ve Kâfirûn Sûrelerini okursa, mutlakâ Allâh-ü Te’âlâ ondan günâhlarını siler, ayın tamâmînı oruç tutmuş gibi kendisine ecir verir, gelecek seneye kadar (devâmlı) namaz kılanlardan (sayılmış) olur.


Kendisi için her gün, Bedir şehidlerinden bir şehid ameli yükseltilir. Her günün orucuna mukâbil onun için, bir senelik ibâdet yazılır. Onun için bin derece yükseltilir.


Eğer ayın tümünü tutup bu namazı da kılarsa, Allâh-ü Te’âlâ onu ateşten kurtarır, cenneti kendisine vâcib kılar ve Allâh-ü Te’âlâ-nın (mânevî) civârında (makbûllerden) olur.


Cibrîl (a.s.) bana bunu bildirdi ve: --- “Yâ Muhammed! Bu (namaz) sizinle, müşrik ve münâfıklar arasında bir alâmettir, çünkü münâfıklar bunu kılamazlar” dedi.”


Bunun üzerine Selmân (r.a.), bu namazı nasıl ve ne zaman kılacağını sorunca.


Rasûlüllâh (sallellâh-ü aleyh-i ve sellem)     şöyle buyurdu:


v    --- “Ey Selmân! Ayın başında on rekât kılıp; her rekâtta bir Fâtihâ, üç kere de İhlâs ve Kâfirûn Sûreleri’ni okursun. (Son) selâmînı verince, ellerini kaldırıp:

لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ، يُحْي۪ي وَيُم۪يتُ وَهُوَ حَيٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْئٍ قَد۪يرٌ، أَللّٰهُمَّ لَا مَانِعَ لِمَا أَعْطَيْتَ وَلَا مُعْطِيَ لِمَا مَنَعْتَ وَلَا يَنْفَعُ ذَا الْجَدِّ مِنْكَ الْجَدُّ.

“Allâh’dan başka hiçbir ilâh yoktur. O, tektir, hiçbir ortağı yoktur. Mülk O’na âittir, hamd O’na mahsûstur, diriltir ve öldürür, Kendisi ise dâimâ diridir, hiç ölmez. Bütün hayırlar, O’nun (kudret) elindedir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir. Ey Allâh’ım! Senin verdiğine hiçbir engel yoktur, engellediğini de verecek biri yoktur. Zenginlik sâhibine, serveti sana karşı yaramaz!” dersin.


Sonra ellerini yüzüne sür.


v    Ayın ortasında da on rekât kılıp; her rekâtta bir Fâtihâ, üç kere de İhlâs ve Kâfîrûn Sûrelerini okursun. (Son) selamı verince, ellerini kaldırıp:

لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ، يُحْي۪ي وَيُم۪يتُ وَهُوَ حَيٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْئٍ قَد۪يرٌ، إِلٰهًا، وَاحِدًا، صَمَدًا، فَرْدًا، وَتْرًا لَمْ يَتَّخِذْ صَاحِبَةً وَلَا وَلَدًا.

“Allâh’dan başka hiçbir ilâh yoktur. O, tektir, hiçbir ortağı yoktur. Mülk O’na âittir, hamd O’na mahsûstur. Diriltir ve öldürür. Kendisi ise dâimâ diridir, hiç ölmez.


Bütün hayırlar, O’nun (kudret) elindedir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir. O, Vâhid, Ehad, Samed, bir ve tek ilâhtır, eş ve çocuk edinmemiştir.” de, sonrasında ellerinle yüzünün üstünü meshet.


v    Ayın sonunda da on rekât kılıp; her rekâtta bir Fâtihâ, üç kere de İhlâs ve Kâfîrûn Sûrelerini okursun, (Son) selâmı verince, ellerini kaldırıp:

لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ، يُحْي۪ي وَيُم۪يتُ وَهُوَ حَيٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْئٍ قَد۪يرٌ، وَ صَلَّى اللّٰهُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى أٰلِهِ الطَّاهِر۪ينَ وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللّٰهِ الْعَلِيِّ الْعَظ۪يمِ.

“Allâh’dan başka hiçbir ilâh yoktur. O, tektir, hiçbir ortağı yoktur. Mülk O’na âittir, hamd O’na mahs’ustur. Diriltir ve Öldürür. Kendisi ise dâimâ diridir, hiç ölmez.


Bütün hayırlar, O’nun (kudret) elindedir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir. Allâh-ü Te’âlâ, Efendimiz Muhammed (sallellâh-ü aleyh-i ve sellem)’e, ve temiz    Ehl-i Beyti’ne salât etsin.


O çok yûce ve pek büyük Allâh-ü Te’âlâ-nın yardımı olmadan (hiçbir şeye) güç ve kuvvet yoktur.” de ve dileğini iste, duân kabûl edilir.


Allâh-ü Te’âlâ seninle cehennem arasına, her birinin mesâfesi gökle yer arası kadar geniş olan yetmiş hendek koyar ve her rekâta mükâbil sana bir milyon rekât yazar, ayrıca sana ateşten berat ve sırattan geçiş izni verir.”


Selmân (r.a.) şöyle anlattı: “Nebî (sallellâh-ü aleyh-i ve sellem)     bu hadîsi bitirince, duyduğum  bu  kadar  fazla mükâfaattan  dolayı Allâh-ü    Te’âlâ-yâ    şükür    için,       ağlayarak secdeye   kapandım.”[30] 

عَنْ أنس بن مالك قال: خطب رسول الله قبل رجب بجمعة فقال:

"أيها الناس! ... فَمَنْ صَلّٰى ف۪ي يَوْمٍ ف۪يهِ خَمْس۪ينَ صَلَاةً (رَكْعَةً) يَقْرَأُ ف۪ي كُلِّ رَكْعَةٍ مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْأٰنِ أَعْطَاهُ اللّٰهُ مِنَ الْحَسَنَاتِ بِعَدَدِ الشَّفْعِ وَالْوَتْرِ وَبِعَدَدِ الشَّعَرِ وَالْوَبَرِ..."[31]

Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te Rasûlüllâh (sallellâh-ü aleyh-i ve sellem)     şöyle buyurmuştur: --- “Her kim Receb-de, Kur’ân-dan kolayına gelen (sûreler)-le elli (rekât nâfile) namaz kılarsa, Allâh-ü Te’âlâ ona çiftler ve tekler adedince insan tüyleri ile hayvan kılları sayısınca (sevâb ve) haseneler yazar.”[32]

عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُمَا مَرْفُوعًا قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ:

"مَنْ صَامَ يَوْمًا مِنْ رَجَبٍ، وَصَلّٰى ف۪يهِ أَرْبَعَ رَكَعَاتٍ، يَقْرَأُ ف۪ي أَوَّلِ رَكْعَةٍ مِائَةَ مَرَّةٍ: (أٰيَةَ الْكُرْسِيِّ)، وَفِي الرَّكْعَةِ الثَّانِيَةِ مِائَةَ مَرَّةٍ: (قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ ...) لَمْ يَمُتْ حَتّٰى يَرٰى مَقْعَدَهُ مِنَ الْجَنَّةِ أَوْ يَرٰى لَهُ."

İbn-i Abbâs (r.anhümâ)’nın rivâyet ettiği  (Merfû’)[33] bir Hadîs-i Şerîf’te  Rasûlüllâh (sallellâh-ü aleyh-i ve sellem)     şöyle buyumıuştur: --- “Her kim Receb-den bir gün oruç tutar ve onda, ilk rekâtında yüz kere Âyet’el-Kürsî, ikinci rekâtında yüz kere İhlâs-ı Şerîf okuyarak dört rekât kılarsa, cennetteki makâmını görmedikçe veyâ bu kendisine gösterilmedikçe   ölmez.”[34]    

  

RECEB-İ ŞERÎF’İN YARI GECESİ NAMAZI


من الصلوات المحدثة التي ابتدعت في شهر رجب صلاة ليلة النصف من رجب. قال الحافظ ابن حجر معدداً الصلوات المحدثة في شهر رجب: (ومنها مارواه أبو الفرج بن الجوزي في الموضوعات له: قال: أنبأنا أبو عثمان بن الحسن بن نصر الأديب، أخبرنا علي بن محمد بن حمدان، أخبرنا إبراهيم بن محمد بن أحمـد بن يوسف، حدثنا ربيعـة بن علي بن محمد، أخبرنا محمد بن الحسن، أخبرنا عبد الله بن عبد العزيز، أخبرنا عصـام بن محمـد، أخبرنا سلمـة بن شبيب، وعمـرو بن هشـام، ومحمود بن غيلان، قالوا: أخبرنا أحمد بن زيد بن يحيى عن أبيه، عن أنس بن مالك رضى الله عنه مرفوعًا قال: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ :

"مَنْ صَلّٰى لَيْلَةَ النِّصْفِ مِنْ رَجَبَ، أَرْبَعَ عَشَرَةَ رَكْعَةً، يَقْرَأُ ف۪ي كُلِّ رَكْعَةٍ أَلْحَمْدُ مَرَّةً، وَقُلْ هُوَ اللّٰهُ أَحَدُ إِحْدٰى عشرة مَرَّةً (عِشْر۪ينَ مَرَّةً)، وَقُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ،  وَقُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ، فَإِذَا فَرَغَ مِنْ صَلٰاتِه۪ صَلّٰى عَلَيَّ عَشْرَ مَرَّاتٍ، ثُمَّ يُسَبِّحُ اللّٰهَ وَيَحْمَدُهُ وَيُكَبِّرُهُ وَيُهَلِّلُهُ ثَلَاث۪ينَ مَرَّةً، بَعَثَ اللّٰهُ تَعَالٰى إِلَيْهِ أَلْفَ مَلَكٍ، يَكْتُبُونَ لَهُ الْحَسَنَاتِ، وَيَغْرِسُونَ لَهُ الْاَشْجَارَ فِي الْفِرْدَوْسِ، وَمَحٰي عَنْهُ كُلَّ ذَنْبٍ أَصَابَهُ إِلٰى تِلْكَ اللَّيْلَةِ، وَلَمْ يَكْتُبْ عَلَيْهِ خَط۪يئَةً إِلٰى مِثْلِهَا مِنَ الْقَابِلِ، وَيَكْتُبُ لَهُ بِكُلِّ حَرْفٍ قَرَأَ ف۪ي هٰذِهِ الصَّلٰاةِ سَبْعَمِائَةِ حَسَنَةٍ، وَيَبْن۪ي لَهُ بِكُلِّ رُكُوعٍ وَسُجُودٍ عَشَرَةَ قُصُورٍ فِي الْجَنَّةِ مِنْ زَبَرْجَدٍ أَخْضَرَ، وَأَعْطٰي بِكُلِّ رَكْعَةٍ عَشْرَ مَدَآئِنَ فِى الْجَنَّةِ كُلُّ مَد۪ينَةٍ مِنْ يَاقُوةٍ حَمْرَٓأَ وَيَأْت۪يهِ مَلَكٌ فَيَضَعُ يَدَهُ بَيْنَ كَتِفَيْهِ فَيَقُولُ لَهُ: إِسْتَأْنِفِ الْعَمَلَ، فَقَدْ غُفِرَ لَكَ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ".

Enes (r.a.)’dan merfû’an rivâyet edilen bir Hadîs-i Şerîf’de Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur:


--- “Her kim recebin yarı (onbeşinci) gecesinde ondört rekât kılar; her rekâtta, bir Fâtihâ, yirmi İhlâs, üçer kere de Felak ve Nâs Sûreleri’ni okur.


Namazını bitirince bana on kere salât okur sonra da otuzar kere, tesbîh, hamd, tekbîr ve tehlîl de bulunursa, yâni:

"سُبْحَانَ اللّٰهِ -- أَلْحَمْدُ لِلّٰهِ -- أَللّٰهُ أَكْبَرُ -- لٰا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ".

“Sübhânellâh --- Elhamdülillâh --- Allâh-ü Ekber --- Lâ ilâhe illellâh.”


Derse, Allâh-ü Te’âlâ ona, sevâblarını yazmak, Firdevs (cennetin)’de kendisi için ağaçlar dikmek üzere bin melek yollar.


O geceye kadar yaptığı bütün günâhları siler, bir dahaki seneye kadar üzerine hiçbir günâh yazmaz.


Bu namazda okuduğu her harfe karşılık, kendisine yediyüz hasene yazar, her rükû’ ve secdesine karşılık cennette ona yeşil zebercedden on kasr (köşk) binâ eder.


Her rekâta mukâbil, cennette ona kırmızı yâkuttan on şehir verir. Bir melek gelip, elini omuzları arasına koyarak: ‘Geçmiş günâhların muhakkak bağışlandı, ameline yeniden başla’ der.”[35]


Recebin yarı (onbeşinci) gecesi, bir Fâtihâ, on İhlâs ile yüz rekât kılınıp, peşine bin kere istiğfârda bulunmak, gününde de, bir Fâtihâ ve bir İhlâs ile elli rekât kılmak, teşvik edilen amellerdendir.”[36]


RECEB-İ ŞERÎF’İN  YİRMİ YEDİNCİ GECESİ Mİ’RÂC KANDİLİ’DİR...


Mİ’RÂC KANDİLİ

٨ سُبْحَانَ الَّذ۪ىٓ اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَاالَّذ۪ى بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَالسَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ ٧ [سورة الاسرآء:١٧/١]

“Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Harâm’dan çevresini bereket-lendirdiğimiz Mescid-i Aksâ’yâ götüren Allâh’ın şanı yûcedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”[37]

﴿ عَلَّمَهُ۫ شَد۪يدُ الْقُوٰىۙ ﴿٥﴾ ذُو مِرَّةٍۜ فَاسْتَوٰىۙ ﴿٦﴾ وَهُوَ بِالْاُفُقِ الْاَعْلٰىۜ ﴿٧﴾ ثُمَّ دَنَا فَتَدَلّٰىۙ ﴿٨﴾ فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰىۚ ﴿٩﴾ فَاَوْحٰٓى اِلٰى عَبْدِه۪ مَآ اَوْحٰىۜ ﴿١٠﴾ مَا كَذَبَ الْفُؤَ۫ادُ مَا رَاٰى ﴿١١﴾ اَفَتُمَارُونَهُ۫ عَلٰى مَا يَرٰى ﴿١٢﴾ وَلَقَدْ رَاٰهُ۬ نَزْلَةً اُخْرٰىۙ ﴿١٣﴾ عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى ﴿١٤﴾ عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَاْوٰىۜ ﴿١٥﴾ اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰىۙ ﴿١٦﴾ مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى ﴿١٧﴾ لَقَدْ رَاٰى مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرٰى ﴿١٨﴾ [سورة النجم:٥۳/٥­-۱۸]

5,6,7. (Kur’ân’ı) ona, üstün güçlere sâhib, muhteşem görünümlü (Cebrâîl) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip) doğruldu.

8.        Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu.

9.        (Peygambere olan mesâfesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu.

10.     Böylece Allâh kuluna vahyedeceğini vahyetti.

11.     Kalb, (gözün) gördüğünü yalanlamadı.

12.     (Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz?

13.     Andolsun ki, o, Cebrâîl’i bir başka inişte daha (aslî sûretiyle) görmüştü.

14.     Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında.

15.     Me’vâ cenneti onun (Sidre’nin) yanındadır.

16.     O zaman Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.

17.     Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı.[38]

18.     Andolsun, o, Rabbinin en büyük alâmetlerinden bir kısmını gördü.[39]

"إِنَّ مِمَّا اَدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلاَمِ النُّبُوَّةِ اُولٰى: إِذَا لَمْ تَسْتَحْ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ."

Peygamberimiz (s.a.v.): --- “İnsanlığın ilk nübüvvetten aldığı öğüt şudur: “Eğer hayân yoksa git dilediğini yap.”[40]Buyurmuştur.


Mİ’RÂC-DA HZ. PETGAMBERİMİZ (ALEYHİ’S-SALÂT-Ü VE’S-SELÂM)’E VERİLEN HEDİYELER


1-               BAKARA SÛRESİNİN SON İKİ ÂYET-İ KERÎMESİ

2-               BEŞ VAKÎT NAMAZ

3-               ŞİRK HÂRİÇ ÜMMET-İ MUHAMMED’İN AFFI


Bunları inceleyelim…


Mİ’RÂC-DA VUKÛ BULAN HÂDİSELER


Mİ’RÂC-DA ETTEHIYYÂTÜ’NÜN (TEŞEHHÜD’ÜN)  OKUNMASI


Teşehhüd duâsı Rasûlüllâh (s.a.v.)’ın Mi’râc hadîsesinin Cenâb-ı Hakk’la mülâkat sahnesini aksettirir. Şöyle ki: Fahr-i Kâinât, ubudiyet dâiresinin Rubûbiyet dâiresindeki halktan Hakk’a bir elçi olarak Kurbiyet-i İlâhîyyeye mazhâr olunca, temsîl ettiği ibâdullah adına Cenâb-ı Hakk’a bir nev’î selâm olarak hitâbda bulunuyor:

أَلتَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ وَالصَّلَوَاتُ وَالطَّيِّبَاتُ،

“Bütün duâlar ve övgüler (veyâ bütün mülkler) bedenî ve mâlî ibâdetler, Yûce Allâh’a mahsûsdur. Bunlara başkaları hakk kazanamaz.”      


“Tahiyyât, tayyibât ve salavât Allâh içindir.” Cenâb-ı Hakk, huzûruna gelip selâm (ve hediye) makâmînda Habîb-i Kibriyâsının sunduğu bu hitâba şöyle cevâb verir: Cenâb-ı Zü’l-Celâl ve-tegaddes Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)’ in bu hamd’ine karşılık vermiş;

أَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ أَيُّهَا النَّبِىُّ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وبَرَكَاتُهُ،

“Selâm da, Yûce Allâh’ın rahmet ve bereketi de Ey Şanlı Peygamber! Sana âittir.” “Ey Nebî, selâm, Allâh’ın rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun!”


Tekrâr Peygamberimiz (s.a.v.); rahmet ve bereketin yalnız kendine değil, bütün peygamberlere, meleklere ve sâlih kullara da ulaşması için:

أَلسَّلاَمُ عَلَيْنَا وَعَلٰى عِبَادِ اللّٰهِ الصَّالِح۪ينَ،

“Selâm hem bizlere, hem de Yûce Allâh’ın sâlih Kullarına (Peygamberlere, meleklere ve iyi kulların üzerine) olsun.”


Diyerek Yûce Allâh’ın rahmet ve bereketini genellemiştir.


Hakk ile halkın temsîlcisi arasında cereyân eden bu mükâlemeye şâhîd olan Cebrâil (Aleyhi’s-Selâm) şahâdetini beyân eder:

أَشْهَدُ أَنْ لاَإِلٰهَ إِلاَّ اللّٰهُ وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمّداً رَسُولُ اللّٰهِ.

“Şahâdet ederim ki, (kesinlikle inanırım ki) Yûce Allâh’dan başka gerçek ma’bûd yoktur. Yine şahâdet ederim ki, Hz. Muhammed (s.a.v.) Yûce Allâh’ın kulu ve Peygamberidir.” Buyurmuşlardır.


Bir rivâyette “Allâh’ın sâlih kulları” ibâresinden sonra şöyle denmiştir: “Siz bu teşehhüdü yaptınız mı semâ ve arzdaki bütün sâlih kullara selâm vermiş olursunuz.”[41]


Şu halde, mü’minin mi’râcı olarak tavsîf edilen namazdaki teşehhüd, rûhen ve kalben hüşyâr[42] olan mü’minlere, günde beş vakit, Rasûlüllâh’ın kulluk hayâtındaki en zirve, en müntehâ makâm olan Mi’râc safhasını yaşatmaktadır.[43]


*** --- Müslümanlar, her Tahıyyatta (oturuluşta) bu manzarayı hatırlar ve Mi’râc-a yükselmiş olur.


Yaşayamayacağı bir husûsu anlaması mümkün olamaz. Akıl onu idrâkten acizdir.


Nitekim İran şâiri şöyle der:


“Kıssa-i bî-reng-i mira ez men-i bî-dil nepürs,

Katre deryâ geşt ü Peygamber nemîdânem çi şud.


“Renk âlemînden sıyrılmış olan mi’râc kıssasını ben bî dile sorma,

Katre iken deryâ oldum, bilmem ki, Peygamber ne oldu?”


Şeş cihetten ol münezzeh Zül-Celâl
Bikemukeyf ona gösterdi cemal
Bir fezâ oldu o demde rûnümâ
Ne mekân var anda ne arz-u semâ
Kim, ne hâlidir, ne mâli, ol mahal
Akl ü fikr etmez o hâli fehmü hal:
Âşikâre gördü Rabbü’l İzzeti
Âhırette öyle görür ümmeti
Gel habîbim sâna aşık olmuşam
Cümle halkı sâna bende kılmışam
Her birisinden geçerken îlerû
Emr olundu Yâ Muhammed gel berû
Merhaben bik yâ Muhammed dediler
Ey şefâat kâni Ahmed dediler
Yürü kim meydan senindir bu gece
Sohbeti sultan seninidir bu gece
Ermedi evvel gelen bu devlete
Kimse layık olmadı bu rif’ate:
Ne murâdın vâr ise kılam revâ
Eyleyem bir derde bin türlü devâ
Ümmetini sanâ verdim ey Habib
Cennetimi anlara kıldım nasib
Zâtıma mir’at edindim zâtını
Bîle yazdım âdım ile âdını
Sen ki mi’râc eyleyûb etdin niyâz
Ümmetin mîrâcını kıldım namâz
Her kaçan kim bu namazı kılalar,
Cümle gök ehli savabın bulalar
Çünkü her türlü ibâdet bundadır,
Hakka kurbiyyetle vuslat bundadır
Sıdk ile beş vakit olundukça eda,
Elli vaktin ecrin eyler hakk ata.
Dediler: “Ey Kıble-i İslâmü dîn
Kutlu olsun sâna mîrâc-i Güzîn
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedinillezî câe bilhakkıl mübîn ve erseltehû rahmetel lil âlemîn.


BAKARA SÛRESİNİN SON İKİ ÂYET-İ KERÎMESİ (ÂMENE’R-RASÛLÜ)


Bakara sûresinin sonundaki iki âyet halkımızca Âmene’r-Rasûl diye adlandırılan aşr-ı şerîf’dir. Rasûlüllâh (s.a.v.)’a Mi’râc esnâsında vahyedilmiştir. Cenâb-ı Peygamber Mi’râc sırasında Rabbü’l-Âlemîn’e ümmetinin tahiyyât, tesbihât ve salâvât nevinden ibâdetlerini hediye olarak takdim etmiş, mukâbilinde de Rabbü’l-Âlemîn’den ümmetine hedâya olarak bu iki âyeti getirmiştir. Onlarda mü’minler için öyle müjdeler ifâde edilmiştir. Hakîkaten, Mi’râc gibi Arşı A’la’yı aşıp Kurbiyet-i İlâhîyeye ulaşan muhteşem bir seyahatin muazzam yolcusu Rahmeten lil-âlemîn olan Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in Fahr-i Kâinat olma makâmîna layık, günâhkâr ve hatâkâr kullara Rabbü’l-Âlemîn’den olmaya elyak[44] misilsiz bir hediye olmuştur:


ü    Tâkâtlarının dışında sorumluluk yoktur!

ü    Unutarak, kasıdsız olarak yaptığı hatalarda sorumluluk yoktur!


Rasûlüllâh (s.a.v.) bu iki âyetin “cennet hazînelerinden”, “Arş-ı Âzam’ın altında bulunan hazine”den alınmış olduğunu belirtmiştir. Âyetler meâlen şöyledir:

بسم الله الرحمن الرحيم.

﴿ اٰمَنَ الرَّسُولُ بِمَآ اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّه۪ وَالْمُؤْمِنُونَۜ كُلٌّ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ۜ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِه۪۠ وَقَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ ﴿٢٨٥﴾ لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَاۜ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَااكْتَسَبَتْۜ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَس۪ينَآ اَوْ اَخْطَاْنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَآ اِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه۪ۚ وَاعْفُ عَنَّا۠ وَاغْفِرْ لَنَا۠ وَارْحَمْنَا۠ اَنْتَ مَوْلٰينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ ﴿٢٨٦﴾

[سورة البقرة:٢/۲۸٥-۲۸٦]

Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm. (O, Rahmân ve O, Rahîm olan Allâh (c.c.)’ın adıyla).


“O Peygamber de kendisine Rabbinden indirilene imân etti, müminler de. Onlardan her biri, Allâh’a, meleklerine, kitâblarına, peygamberlerine inandı. “Onun (Allâh’ın) peygamberlerinden hiçbirini diğerlerinden ayırmayız, (hepsine inanırız), dinledik (kabûl ettik, emrine) itaat ettik. Ey Rabimiz, mağfiretini (isteriz). Son varışımız ancâk sanadır” dediler. Allâh hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. (Herkesin) kazandığı (hayır) kendi fâidesine, yaptığı (şer de) kendi zararınadır. “Ey Rabbimiz unuttuk yahut yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme. Ey Rabbimiz, bizden evvelki (ümmet) lere yüklediğin gibi üstümüze ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz, tâkat getiremeyeceğimizi bize taşıtma. Bizden (sâdır) olan (günâhları) sil, bağışla, bize mağfiret et, bizi esirge. Sen Mevla’mızsın bizim. Artık kâfîrler gürûhuna karşı da bize yardım et”[45]


Önceki âyet îmân esâslarını ve mü’minin edebini beyân ederken, son âyet, Cenâb-ı Hakk’ın mü’mine olan başlıca lütûflarını sayıyor. Rabbimizin lütûfları, kulun duâ ve talebi üslûbunda sayılmaktadır, toplam yedi tânedir. Yâni yedi aded Lûtf-i Rabbânî’dir. Zîrâ vermek istemeseydi istemek vermezdi![46]


Buhârî şârihi Aynî, “Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi yükleme” âyetinin mânâsı yedi farklı şekilde anlaşılmıştır der ve kaydeder:


1-               Yâ Rabbî! Bize,  tâkat getiremeyeceğimiz meşakkatli emirlerde bulunma.

2-               Bize azâb verme.

3-               Bizi içimizden geçen vesveseler sebebiyle cezâlandırıp azâb etme.

4-               Bize kuvvetli şehvet verme, çünkü bu, ateşe gitmemize sebeb olur.

5-               Bize, tâkat getiremeyeceğimiz aşk ve muhabbet yükleme.

6-               Bizi düşmanların şamatasından koru.

7-               Bizi tefrikaya düşürme.


Bir kısım âlimler,  bu son âyetin mü’minlere duâ öğrettiğini binaenaleyh, her mü’minin bunu ezberleyerek duâ makâmında okuması gerektiğini söylemiştir.[47]


ÖNCEKİ ÜMMETLERE YÜKLENEN AĞIR YÜKLER (=TEKLÎFLER) HAFİFLETİLMİŞTİR.


Önceki ümmetlere yüklenen ağır yükler (=teklîfler) den bâzıları şunlardır:


1-           Tevbelerinin kabûlü için kendilerini öldürmeleri, (=Nefsin katledilmesi)[48]

2-           Günâh işleyen uzuvlarını kesmeleri,

3-           Elbiseleri­nin pislenen yerlerini kesmelerinin emredilmesi,

4-           Sudan başka bir şeyle temizlenmemeleri, (Temizlik için necâset bulaşan yer kesilip atılırdı.)[49]

5-           Günde ve gecede 50 vakît namaz kılmaları,

6-           Mescidden başka bir yerde namazlarının kabûl edilmemesi,

7-           Oruç tutan kişinin uyuduktan sonra yemek yemesinin harâm olması,

8-           Günâhları sebebiyle bâzı rızıkların kendilerine harâm oluşu,

9-           Mallarının dörtte birinin zekât olarak verilmesi,[50]

10-     Gece işlenen günâhın sabahleyin kapıda yazılması gibi nice zorluklardır.


Bütün bu zorluk, teklîf ve yükler de bu Ümmet-i Muhammed’den kaldırılmıştır.[51]


İbn-i Abbâs ve İbn-i Cüreyc (r.anhüm)’den nakledildiğine göre, evvelki ümmetlere yüklenen bu yükten murâd: Onların, maymuna ve hınzıra döndürülmeleridir.[52] Bu gibi cezâlar da bu ümmetten kaldırılmıştır. Nitekim:

"رُفِعَ عَنْ أُمَّتِى الْخَسْفُ وَالْمَسْخُ، ضالْغَرَقُ."

Bir Hadîs-i Şerîf’de şöyle buyurulmuştur:


--- “Ümmetimden (geçmiş ümmetlerde olduğu gibi toplu hâlde) Hasf (yere batmak), Mesh (sûretin hayvan sûretine döndürül-mesi) ve Gark (suda boğulmak) kaldırıl-mıştır.”[53]


Mİ’RÂC DA MÂŞITA ANNEMİZ’İN KABRİNİN KOKUSU


1 --- Übey İbn-ü Ka’b (r.a.)’ın anlattığına göre: “Rasûlüllâh (s.a.v.) Mi’râc gecesinde çok hoş bir koku hissetti.


--- “Ey Cibrîl bu güzel koku nedir?” diye sordu.


O da anlattı: --- “Bu mâşıta (berber) kadının, iki oğlunun ve kocasının kabirlerinin kokusudur. Bunların hikâyesi şöyledir: Hızır (Aleyhi’s-Selâm), Benî İsrâîl’in ileri gelenlerinden biriydi. Onun yol güzergâhında manastırda oturan bir râhib vardı. Hızır oradan geçtikçe râhib önüne çıkar, İslâm’ı öğretirdi. Hızır buluğa erince babası onu bir kadınla evlendirdi. Hızır İslâm’ı hanımına öğretti ve bunu kimseye haber vermemesi husûsunda söz aldı. Kendisi kadınlara yaklaşmazdı. Bu sebeple bir müddet sonra kadını boşadı.


Aradan zaman geçince babası, Hızır’ı bir başka kadınla evlendirdi. Hızır ona da İslâm’ı öğretti ve kimseye söylememesi için söz aldı. Bu sırrı o iki kadından biri tuttu, diğeri ifşâ etti. (Böylece onun İslâm’ı yaydığı ortaya çıktı.) Bunun üzerine Hızır oradan kaçtı. Deniz ortasında bir adaya geldi. Odun kesmek için iki kişi oraya geldi ve onu gördüler.


Bunlardan biri Hızır’ı gördüğünü gizledi, diğeri ifşâ etti ve: --- “Ben Hızır’ı gördüm!” dedi.


Ona: --- “Seninle berâber onu başka kim gördü?” denildi.


O: --- “Falan kimse!” dedi. Ona soruldu ise de gördüğünü söylemedi. Onların dîninde yalan söyleyen öldürülürdü. Zamanla bu sır tutan adam, öbür sır tutan kadınla evlendi. Bu kadın, Firavun’un kızının başını tararken tarak elinden düştü.


Kadıncağız: --- “Firavun helâk olsun!” dedi.


Kız bunu babasına haber verdi. Kadının kocasından başka iki de oğlu vardı. Fir’avun, onları da çağırttı. Bunları dinlerinden çevirmek için Firavun ısrar etti. Onlar direndiler.


O zaman Fir’avun: --- “Öyleyse sizi öldüreceğim!” dedi.


Karı-koca: --- “Bu, tarafınızdan bize bir ihsân olur!” diye merdâne cevâb verdiler ve: “Madem öldüreceksin hiç olsun bizi bir kabre koy!” dediler. O da öyle yaptı.


Rasûlüllâh (s.a.v.), Mi’râc-da iken güzel bir koku duydu, Cibrîl (Aleyhi’s-Selâm)’a bunu sordu. O da bu hâdiseyi anlattı.”[54]


2 --- Enes İbn-ü Mâlik (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (s.a.v.) buyurdular ki:


--- “Mi’râc gecesinde cennetin kapısı üzerinde şu ibârenin yazılı olduğunu gördüm: “Sadaka on misliyle mükâfatlandırıla-caktır. Ödünç para onsekiz misliyle mükâfaatlandırıla-caktır.”


Ben: --- “Ey Cibrîl! Ödünç verilen şey ne sebeple sadakadan daha üstün oluyor?” diye sordum.


--- “Çünkü dedi, dilenci (çoğu kere) yanında para olduğu halde sadaka ister. Borç isteyen ise, ihtiyâcı sebebiyle talebde bulunur.”[55]


3 --- Hz. Peygamberimiz (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’e: --- “Başları taşlarla vurularak ezilen, eski halini aldıkça da tekrar ezilmek sûretiyle azâb edilmekte olan toplulukların yanından geçti ve:


--- “ Bunlar kimdir ey Cebrâîl ?” diye sordu. 


Cebrâîl (a.s.): --- “Bunlar kendilerine farz kılınan namazları ifa etmekte tembellik edenlerdir.” Cevâbını verdi.


4 --- Ön ve arkalarında suçlarını bildiren yaftalar asılı bulunan, koyunların ot yedikleri gibi yayılan ve zehirli kurumuş diken ve zakkum ile cehennemin kızdırılmış taşlarını yiyen kimseler şeklinde topluluk gösterildi. Hz. Muhammed (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm),  Cebrâîl (a.s.)’e: --- “Bunlar kim ey Cebrâîl ?” diye sordu.


Cebrâîl (a.s.)’da: --- “Bunlar mallarının farz kılınan zekatlarını vermeyenlerdir.” Dedi.


5 --- Önlerinde etlerin en güzelinden nefis bir şekilde pişirilmiş, tertemiz tencerelerin içerisinde, lezîz etler konmuş; yanına da çok pis kaplara çiğ ve kokmuş etler konmuş; temiz ve lezîz etler dururken pis tencerelerdeki kokmuş etleri yiyen kalabalığın yanından geçerken, bunların kim olduklarını Cebrâîl (a.s.)’a sordu:


Cebrâîl (a.s.) da: --- “Bunların her biri senin ümmetinden iken yanı başında nikâhlı hanımı bulunduğu halde onu bırakarak namus ve iffetten mahrûm kadınla zinâ etmiş,  o pis kadının yanında sabahlamış. Bu topluluktaki kadınlardan her biri de, yanı başındaki nâmuslu ve iffetli eşi dururken onu bırakmış, nâmus ve iffetten mahrûm yabancı erkeğin yanına giderek onunla sabahlamış olan kadınlardır.”


6 --- Kan hâlinde akmakta olan bir nehir içinde yüzen ve cehennem taşlarını yutmakta olan bir kişi gösterildi. Cebrâîl (a.s.)’a bunun kim olduğunu sordu:


Cebrâîl (a.s.)’da: --- “Bunun fâiz yiyen olduğunu söyledi.”


7 --- Demir makaslarla dudakları kırpılan, kırpıldıkça da eski hâline dönen, dudakları tekrâr kırpılmak sûretiyle azâb edilen kimseler göste-rildi. Bunların kim olduğunu sordu:


Cebrâîl (a.s.)’da: --- “Bunlar ümmetinden yapmadıklarını söyleyen ve söyledikle-rini yapmayan, fitneyi körükleyen hatibler olduklarını” söyledi.          


8 --- İri bir öküzün bir inden çıkarak tekrâr dönmek istediğini, ama dönemediğini görünce;


--- “Yâ Cebrâîl! Bu durum nedir ?” diye sordu.


Cebrâîl (a.s.): --- “Ümmetinden müsteh-cen konuşanların söylemiş oldukları kötü sözden mahcûb olup kurtulmak istediği halde kurtulamayan kişilerin durumudur.”  Dedi.


Mİ’RÂC GECESİ NAMAZI VE TESBÎHÂT:


Receb ayının yirmi yedinci gecesine rastlayan mübârek Mi’raç Gecesinde;


1-                On iki rekât nâfile namaz kılınması iyi görülmüştür. Her rekâtında Fâtihâ ile başka bir sûre okuyarak iki rekâtta bir selâm vermeli, sonra yüz defâ:

"سُبْحَانَ اللّٰهِ وَالْحَمْدُ للّٰهِ وَ لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَللّٰهُ أَكْبَرُ وَلاَحَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللّٰهِ."

OKUNUŞU: “Sübhanallâhi velhamdü lillâhi ve lâilâhe illallâhü, vellâhü ekber, velâ havle velâ kuvvete illâ billâh.”


ANLAMI: “Allâhım seni tenzîh ederim, hamdler sana mahsûsdur. Allâh’dan başka ilâh yoktur, Allâh en büyüktür, güç kuvvet Allâh’dandır.” Denilmelidir. Bundan sonra,                   

أَسْتَغْفِرُاللّٰهْ.

2-                Yüz defâ istiğfâr ederek, Bundan sonra da,                   

"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰٓى أٰلِ سَيِّدِنَا وَنَبِيِّنَا مُحَمَّدٍ."

OKUNUŞU: “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammediv ve alâ âl-i seyyidinâ ve nebiyyinâ Muhammed.”


ANLAMI: “Allâhım! Efendimiz Muhammed’e ve onun âl-i’ne salât eyle.”


3-                Yüz defâ Salât ve Selâm okumaya çalışılmalıdır.


4-                Gündüzün de oruçlu bulunmalıdır.


Bu durumda günâhla ilgili olmaksızın yapılacak her duânın kabulü, Allâh (c.c.)’dan umulur.








[1] Ahzâb Sûresi, 33/70-71.
[2] Kıble, Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dan Mekke’deki Mescîd-i Harâm’a (Ka’be-ye) çevrildi. 2/624, Receb/Ocak. TDV İslâm Ansiklopedisi, 30/479-481.
[3] İbn Hişâm, Sîretü’n-Nebî, 1/207; Şeblencî, Nûrü’l-Ebsâr, s. 30; Abdülmecid Hâni, el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 39.
[4] نَسَبُ مُوسَى هَذَا أَصَحُّ مِنْ قَوْلِ مَنْ قَالَ مُوسَى بْنُ عِمْرَانَ
[5] الأم (1 / 264) ، مغني المحتاج إلى معرفة ألفاظ المنهاج (4/130 فتح القدير: 2/93)
[6] Suyûtî, Câmiu’s-Sagîr, (Feyzü’l-Kadir’le birlikte), 3/454, Beyrut, 1972 (İbn-i Asâkir’den rivayetle). Ayrıca bkz. Suyuti, Fethu’l-Kebir, 2/93.
[7] رواه أبو عبد الرحمن السلمي في كتاب "آداب الصحبة" له عن عقبة بن عامر رفعه، وفي سنده ضعف أو انقطاع. ورواه غيره أيضًا، وقوله: "فضل العلم خير من فضل العبادة.
[8]  Tâ-Hâ Sûresi, 20/124.
[9] Fürkân Sûresi, 25/77’den.

[10] الراوي: عبدالله بن عمر المحدث: العراقي - المصدر: تخريج الإحياء - الصفحة أو الرقم: ١/٣٦٣؛ المصدر: السلسلة الضعيفة - الصفحة أو الرقم: ٦٠٩٦

[11] الراوي: عبد الله بن عمر المحدث: ابن عدي - المصدر: الكامل في الضعفاء - الصفحة أو الرقم ١/٤٢٠
[12] Beyhekî, Şuâ’bü’l-Îmân.
[13] Kütüb-i Sitte 4/35–36.
[14] Kütüb-i Sitte 17/537.
[15] Ebû Muhammed el-Hallâl, Fedâil-ü Şehr-i Receb, No: 6, sh:54, Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, No: 593 3/620.
[16] Receb-i Şerîf Risâlesi,  Arifan Yay. Sh:274-281,  (İbn-i Asâkir,  Târîh-u Medînet-i Dımeşk, No:512l, 43/291-292)
[17] Receb-i Şerîf Risâlesi,  Arifan Yay. Sh:274-281,  (İbn-i Asâkir,  Târîh-u Medînet-i Dımeşk, No:512l, 43/291-292)
[18] Receb-i Şerîf Risâlesi,  Arifan Yay. Sh:274-281,  (İbn-i Asâkir,  Târîh-u Medînet-i Dımeşk, No:512l, 43/291-292)
[19] Vâkı’a Sûresi, 56/79.
[20] el-Mevsûatü’l-Fıkhıyye, XVIII, 322.
[21] Buhari, Fedailu’l-Kur’an (66), “Sizin en hayırlınız… Öğrenen ve öğretendir” Bâbı (21), Hadîs no:5027, 5028.
[22] Hadîsin râvîsi Sa’d ibn Ubeyde şöyle dedi: --- “Ebû Abdirrahmân es-Sulemî, Osmân ibn Affân’ın halifeliği zamânından Haccâc ibn Yûsuf es-Sakafî zamânı oluncaya kadar insanları okuttu.. Ebû Abdirrahmân es-Sulemî: --- “İşte Kur’ân-ı öğrenen ve öğretenin efdaliyeti hakkında Osmân’ın Peygamber’den rivâyet ettiği bu hadîstir ki, beni şu Kur’ân okutma makâmıma oturtmuştur” dedi.
[23] Dârimî, Sünen, İlim, 254. عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: "اُغْدُ عَالِمًا، أَوْ مُتَعَلِّمًا، أَوْ مُسْتَمِعًا، وَلَا تَكُنِ الرَّابِعَ فَتَهْلِكَ."
[24] Taberani- Mucemu’s-Sağir, Hadîs no:786, 2/63; Mecmau’z- Zevâid, c.1, s.122.
[25] Zehrâveyn’i (yâni) Bakara ile Âl-i ‘Imrân Sûrele­ri-ni okuyun! Çünkü onlar kıyâmet gününde iki bulut yâhut iki gölge veyâ safbeste iki fırka kuş gibi gelecek; okuyucularını müdâfaa edeceklerdir. Sûre-i Bakara’yı okuyun! Zîra onu okumak berekettir; terk etmek ise pişmanlıktır.   Onu tahsîl etmeye betale-ler muktedir olamazlar.” (Sahîh-ı Müslim, Kur’an’ın Faziletleri ve Kur’an’a Te’allük Eden Şeyler Bâbı (32), Kur’ân-ı ve Sûre-i Bakara’yı Okumanın Fazileti Babı (42), Hadîs no:252- (804), 1/553. --- Buyururken işittim. Muâviye:  “Duydum ki BattâîIer: Sihirbazlar mânâsına gelirmiş.” Demiş.---)
[26] Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, I, 36/1063.
[27] Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, I, 226.
[28] الراوي: أنس بن مالك المحدث: ابن حجر العسقلاني - المصدر: تبيين العجب - الصفحة أو الرقم: ٤١
[29] Receb-i Şerîf Risâlesi,  Arifan Yay. Sh:274-281,  (İbn-i Asâkir,  Târîh-u Medînet-i Dımeşk, No:512l, 43/291-292)
[30]  Ahdülkadir-i   Geylânî   el-Ğunye, 1/329-330, Safûrî, Nüzhetü’l-Mecâlis, 1/141.
[31]  الراوي: أنس بن مالك، المحدث: ابن حجر العسقلاني - المصدر: تبيين العجب -
لصفحة أو الرقم: 41
[32] İbn-i Asâkir, Târîh-ü Medînet-i Dımeşk, No:5121, 43/291-292.
[33] Merfû’: Lügât olarak yükseltilmiş demektir. Istılâhta muttasıl, munkatı’, müallâk hangi çeşit senedle olursa olsun, Rasûlüllâh’a nisbet edilen hadîs. Mutlâk olarak hadîs denince merfû’ hadîs yâni Rasûlüllâh’la ilgili bir rivâyet anlaşılır.
[34] Suyûtî,   el-Le’âlî,   2/55,   İbn-i Arrâk, Tenzîhü’ş-Şerî’a, 2/89. (Recebi Şerifin Fazileti, Cübbeli Ahmet Hoca, s:220-230. İbn- Cevzî’nin, “Mevzû’at”-ını tahkîk eden Nureddin Boyacılar hocamız, bu hadîsin uydurma olmayıp, isnâdının zayıf olduğunu açıklamıştır. Bakınız! Hadis No: 1007, 2/435.)
[35] Cûzekanî, Suyûtî, el-Le’âlî, 2/57. (Receb-i   Şerîf’in   Fazîleti. Cübbeli Ahmet Hoca.)
[36] Muhammed en-Nâzilî, Hazinetü’l esrâr, sh:67.
[37] Kütüb-i Sitte, 6/333.
[38] Âyette Hz. Peygamber’in Cebrail’i gördüğü anda bakışlarının onda sabitleştiği, başka bir şeye bakamadığı anlatılmaktadır.
[39] Necm Sûresi, 53/5-18.
[40] Kütüb-i Sitte, 8/471.
[41] Hüşyâr: Uyanık, akıllı, zekî. Ayık. Uslu.
[42] Münteha: Son, en son derece, en son yer, nihâyet.
[43] Kütüb-i Sitte, 8/474-475, Rahmetü’n-Mine’r-Rahmân, II, s. 527-528; Kara  Davud, s. 324-325. Elyak: Daha münâsib, Daha lâyık.
[44] Bakara Sûresi, 2/285-286.
[45] Bakara Sûresi, 2/285-286, Kütüb-i Sitte, 3/252-253
[46] Kütüb-i Sitte, 3/350
[47] Kütüb-i Sitte 13/78
[48] Kütüb-i Sitte 13/78
[49] Kütüb-i Sitte 13/78
[50] Rûhu’l-Furkân 3/281-283
[51] Rûhu’l-Furkân 3/284, (Dürrü’l-Mensûr 2/135.)
[52] Rûhu’l-Furkân 3/284, (Tefsîr-i Kebîr:2/579.)
[53] Kütüb-i Sitte, 17/544-545
[54] Kütüb-i Sitte, 17/292
[55] Kütüb-i Sitte, 7/117-118

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder