EL-KASÎDETÜ’N-NU’MÂNİYYE
İMÂM-I A’ZAM EBÛ HANÎFE (Rh.A.)’IN -KISA- HAYÂTI
(Ebû Hanîfe Nu’mân
b. Sâbit b. Zûtâ b. Mâh (ö. 150/767) Hanefî mezhebînin imâmı, büyük müctehid.)
Adı
Nu’mân’dır. Babasının adı da Sâbit’dir. Hicretin 80. yılında Kûfe’de doğmuş ve
150 tarihinde Bağdad’da vefât etmiştir. Allâh’ın rahmeti üzerine olsun...
Sabit,
İmâm Hazret-i Âl-i’nin hizmetinde bulunmuş ve kendi nesli için onun duâsını
almıştır.
İmâm-ı
A’zam’ın annesi, babası Sâbit öldükten sonra, İmâm Ca’feri Sâdık ile
evlenmişti. İmâm-ı A’zam bu muhterem zâtın yanında yetişmişti. Ashâb-ı Kirâm’dan
birkaç zâtı görmüş olmak şerefini kazanmıştır.
İmâm-ı
A’zam’a uyanlardan her birine Hanefî veyâ Hanefiyyü’l Mezheb denir. Biz Türkler
ve diğer ırklara bağlı olan birçok müslümanlar bu büyük müctehidin mezhebîne
uymuş bulunmaktayız. Onun için amel bakımından imâmımız, İmâm-ı A’zam’dır.
İmâm
Ebû Hanîfe (rahîmehüllâh) bütün Ehl-i Sünnet tarafından saygı duyulan dört
büyük müctehidin birincisidir. İmâm-ı A’zam denilince yalnız bu hatıra gelir.
İlmi, zekâsı, zühd ve takvâsı çok yüksekti.
İçtihadındaki
yükseklik, mezhebîndeki kolaylık ve mükemmellik bütün müslümanlar tarafından
benimsenmiştir.
İmâm-ı
A’zam’ın yetiştirdiği âlimler arasında güçlü müctehidler vardır; fakat hepsi de
esâs bakımından hocalarına uymuş, hepsi de Hanefî mezhebînin fıkıh âlimlerinden
sayılmışlardır. Bunların en ünlüleri İmâm Ebû Yûsuf, İmâm Muhammed ve İmâm
Züfer’dir.[1]
Kabr-i Şerîfi
عند زيارته
لحضرة النبيّ ﷺ
للإمام الأعظم
أبي حنيفة النعمان بن ثابت ألكوفى رحمة الله عليه
EL-KASÎDETÜ’N-NU’MÂNİYYE
İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe (Rrahîmehüllâh)
m
Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm. (Rahmân ve Rahîm olan
Allâh (c.c.)’ın adıyla).
EL-KASÎDETÜ’N-NU’MÂNİYYE
İMÂM EBÛ HANÎFE (RRAHÎMEHÜLLÂH)’NİN “EL- KASÎDETÜ’N-
NU’MÂNİYYE” TERCÜMESİ
Ezelden ebede kadar
her hamd edenin hamdi, mahlûkâtı yoktan yaratan, hareket ettiren Allâh-ü Teâlâ
içindir. Bundan sonra salât
önderlikte seçilmiş olan zât üzerinedir. Hamd
âlemlerin Rabbine, Salât ve Selâm –kıyâmet gününe kadar devâmlı olrak- Efendimiz,
Hz. Muhammed (Aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’e O’nun Âl ve Ashâbı’nın üzerine
olsun.
İmâm-ı A’zam efendimiz, Hz.
Peygamber Efendimiz (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in kabr-i şerîfini ziyârete
gideceği zamân, Hz. Peygamber Efendimiz (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e
yakınlaşmaya vesîle olması ve yanında okuması için bir kasîde yazmıştır. Bu
kasîdeyi kendisinden başka kimsenin bilmediği halde, Medîne-i Münevvere’ye
girdiğinde bu kasîdeyi müezzinin okuduğunu duyunca çok acâibine gitmiştir.
Bu arada müezzini bekler ve
müezzine: --- “Bu kasîde kime âittir?” diye sorar.
Müezzin: --- “İmâm-ı A’zam
Ebû Hanîfe’ye âittir.” Der.
İmâm-ı A’zam (rahîmehüllâh): ---
“O’nu tanıyormusun.?” Der.
Müezzin: --- “Hayır.”
Der.
İmâm-ı A’zam (rahîmehüllâh): ---
“Bu kasîdeyi nereden buldun.?”Der.
Müezzin: --- “Rüyâmda Ebû Hanîfe’nin bu kasîdeyi
Peygamberimiz (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in huzûrunda okuduğunu gördüm, ve
bunu ezberleyip minâreden okudum.”
İmâm-ı A’zam (rahîmehüllâh)’ın gözleri yaşarır!..
m
|
اَلْحَمْدُ لِلَّهِ مُنْشِئِ
الْخَلْقِ مِنْ عَدَمِ ثُمَّ الصَّلَاةُ فِي الْقِدَمِ
|
قصيدة
الامام الاعظم الحنيفة النعمان رضى الله عنه عند زيارتة لحضرة النبى
|
هٰذِه۪ قَص۪يدَةُ
الْاِمَامِ الْاَعْظَمِ أَب۪ي حَن۪يفَةَ النُّعْمَانِ - رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ ــ
عِنْدَ
زِيَارَتِه۪ لِحَضْرَةِ النَّبِيِّ ﷺ كَتَبَ أَب۪ي حَن۪يفَةَ هٰذِهِ الْقَص۪يدَةُ
لِيَتَقَرَّبَ بِهَا مِنْ رَسُولِ اللّٰهِ ﷺ، وَلِيَنْشَدَهَا بَيْنَ يَدَيْهِ
ف۪ٓي أَثْنَآءِ زِيَارَتَه۪، وَلَمْ يَطَّلِعْ عَلَيْهَا أَحَدٌ فَلَمَّا وَصَلَ
إِلَى الْمَد۪ينَةِ الْمُنَوَّرَةِ، سَمِعَ الْمُؤَذِّنَ يَنْشَدُهَا عَلَى الْمَئْذَنَةِ
، فَعَجَبَ مِنْ ذٰلِكَ وَانْتَظَرَ الْمُؤَذِّنَ، فَسَأَلَهُ: لِمَنْ هٰذِهِ
الْقَص۪يدَةُ ؟ ... قَالَ :لِاَب۪ي حَن۪يفَةَ.
قَالَ: أَتَعْرِفُهُ ؟. قَالَ: لَا. قَالَ: وَ عَمَّنْ أَخَذْتُهَا ؟.
قَالَ: ف۪ي رُؤْيَايَ أَنْشَدَهَا بَيْنَ يَدَيِ الْمُصْطَفٰى ﷺ،
فَحَفِظْتُهَا وَنَاجَيْتُهُ بِهَا عَلَى الْمَئْذَنَةِ. فَدَمَعَتْ عَيْنًا
أَب۪ي حَن۪يفَةَ ... أَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ وَبَارِكْ عَلَيْكَ يَا
سَيِّد۪ي يَا رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّ اللّٰهُ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى أٰلِكَ
وَصَحْبِكَ وَسَلَّمَ صَلَاةً وَسَلَامًا دَآئِمَيْنِ مُتَلَازِمَيْنِ إِلٰي
يَوْمِ الدّ۪ينِ.
|
Rivâyet olunur ki! Bu kasîde-i Şerîfeyi sirâc İmâm-ı A’zam
hümâmî fahm rahmetüllâh-i Ekrem hazretleri,
Ravza-i Mutahhara da itmâm buyurduklarında; Cenâb-ı şehin-şâh kes’ur risâlet
aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm efendimiz hazretleri, Ravza-i Mutahhara’dan mübârek
dest-i şerîf devlet radifin nümâyân buyurup,
--- “Âferin –ba’di yan- İmâm” deyüb, nutku hidâyet bahş olûb, hazreti İmâm
rahmetü’l-lâh-i aleyh dahî şeref yâb bûs-i yed-i beyzâ-i inâyet bahş, Seyyîdi’s-sakaleyn
ile karîn-i devlet ve ikbâl oldu.
İş bu mübârek meymûn kasîde her subh-u ve Şâm hademe-i
ravza-i akdes olan seyyîd
sûde seyri aleyhi’s-selâm
hazretlerini medh ederler ve bu kasîdeyi okuyanlardan, âfât ve belâ ve şamâtat ‘a’dâ
ve mevt fecâe def’ ola!.. ve bunun
olduğu tâûn görmeye!.. sihr ve mekr-u kârâtimi ve günâhları mağfûr, dergâh-ı
Hakk’da makbûl ola!.. Ve dahî bu kasîdeyi okuyup akabinde her ne duâ ederse
aslâ red olmaya!.. Ve bunu okuyan her şeyden halâs olup her ni’mete vâsıl
ola!.. Ve belde üzerine kazâ geldikde, -bir kimesne bu kasîdeyi bir kere okusa-
ol kazâ ol beldeden def ola!.. Bi-iznillâh-i Teâlâ…
Ve be’de’t-tazarruu veddüâ münâdâ bi e’lâ savtike Yâ
Mühammed, Yâ Ehmed; Yâ Ebe’l-Kâsım… İnnî etevesselü ve eteveccehü bike
ilellâh-i azze ve celle liyeğfira ve yerhamenî ve yekziye havâyicî ve yefrah
annî fein hazara lekel bükâü fehüve ‘alâmetü’l-ecâbeti ve’l-ef’âdi ve fi’s-sâniyeti
feinnehû mücerrebün sahîhun ve billâhittevfîkı ve’l-’ınâyeti…
Hz. İbrâhîm reşad bin telamiz hac ahmed ez zihni
elkütahi ve hüve min telamizi hasan el Fevzi ve hüve min telamizi Osman el-
maruf. Ğaferallâhü lehü
1291
1-
Ey Efendilerin Efendisi, kapına geldim,
Rızânı arıyorum, kapına sığındım.[2]
2-
Ey yaratılanların en hayırlısı, sana şevk duyan,
Öyle bir kalbim vâr ki, senden başkasını istemez.[3]
3-
Izz-ü şerefine yemîn ederim ki, seni çok seviyorum,
Allâh bilir ki sana delice âşığım![4]
4-
Eğer sen olmasaydın hiç kimse yaratılmazdı;
Hayır, sen olmasaydın kâinat da yaratılmazdı.
5-
Dolunay nûrunu senden aldı,[5]
Güneş de senden aldığı güzellikle parladı.[6]
أَرْجُو
رِضَاكَ وَأَحْتَم۪ى بِحِمَاكَا
|
- 1
|
|
قَلْبًا
مَشُوقًا لَا يَرُومُ سِوَاكَا
|
- 2
|
|
وَاللّٰهُ
يَعْلَمُ أَنَّن۪ى أَهْوَاكَا
|
- 3
|
|
كَلَّا
وَلَا خُلِقَ الْوَرٰى لَوْلَاكَا
|
- 4
|
|
وَالشَّمْسُ
مُشْرِقَةٌ بِنُورِ بَهَاكَا
|
- 5
|
|
6-
Sen semâya/göğe yükselince O da (Hz. Îsâ el-Mesîh) yükseldi,
Ve seni karşılamak için süslendi.
7-
Rabbin sana, “merhabâ/hoş geldin –diye- nidâ etti,
Ve seni yanına da’vet edîb –çağırıp- selâmladı.[7]
8-
Sen bizim için şefâat talebînde bulundun,[8]
Rabbin de bunu kabûl edîb başkasına vermedi.[9]
9-
Atan Hz. Âdem (aliyh’i-selâm) işlediği zelleye[10]
karşı,
Seni vesîle kılınca, sıkıntıdan kurtuldu.[11]
10-
Hz. İbrâhîm Halîlüllâh senin adınla duâ edince,[12]
Ateşi serin oldu, Nemrud’un ateşi senin nûrun ile söndü.[13]
بِكَ
قَدْ سَمَتْ وَتَزَيَّنَتْ لِسُرَاكَا
|
- 6
|
|
وَلَقَدْ
دَعَاكَ لِقُرْبِه۪ وَحَبَاكَا
|
- 7
|
|
أَنْتَ
الَّذ۪ى ف۪ينَا سَأَلْتَ شَفَاعَةٌ
نَادَاكَ
رَبُّكَ لَمْ تَكُنْ لِسُوَاكَا
|
- 8
|
|
مِنْ
زَلَّةٍ بِكَ فَازَ وَهُوَ أَبَاكَا
|
- 9
|
|
وَبِكَ
الْخَل۪يلُ دَعَا فَعَادَتْ نَارُهُ
|
- 10
|
|
11-
Hz. Eyyûb (aleyh’i-selâm) başına gelen sıkıntı için,
Senin adınla duâ edince, sıkıntısı def oldu.[14]
12-
Hz. Îs’a el-Mesîh (aliyh’i-selâm) müjdeni getirdi,
Güzel sıfatlarınla yûceliğini methetti.
13-
Hz. Mûısâ (aliyh’i-selâm) da kıyâmette seni vesîle kılarak,
Sancağının altına sığınacaktır.
14-
Nebîler, bütün yaratılmışlar, Rasûller,
Ve Melekler senin “Livâü’l-Hamd”inin/sancağının altındadırlar.
15-
Senin öyle mu’cizelerin vardır ki bütün insanları,
A’ciz bırakmış; Fazîletlerinde
benzersiz kalmıştır.
فَأُز۪يلَ
عَنْهُ الْضُرُّ ح۪ينَ دَعَاكَا
|
- 11
|
|
وَبِكَ
الْمَس۪يحُ أَتٰى بَش۪يرًا مُخْبِرًا
بِصِفَاتِ
حُسْنِكَ مَادِحًا لِعُلَاكَا
|
- 12
|
|
بِكَ
فِى الْقِيَامَةِ مُحْتَمٍ بِحِمَاكَا
|
- 13
|
|
وَالْاَنْبِيَآءُ
وَكُلُّ خَلْقٍ فِى الْوَرٰى
وَالرُّسْلُ
وَالْاَمْلَاكُ تَحْتَ لِوَاكَا
|
- 14
|
|
لَكَ
مُعْجِزَاتٌ أَعْجَزَتْ كُلَّ الْوَرٰى
|
- 15
|
|
16-
Yediğin önkol[15]
zehirli olduğunu söyleyip îlân etti,
Kertenkele de da’vetine icâbet ederek huzûruna geldi.
17-
Kurtlar ve geyikler sana geldiler;
Ağlayarak kapına sığındılar.
18-
Vahşî hayvanlar gelip sana selâm verdiler,
Azgın deve de seni görünce sana şikâyet eyledi.
19-
Ağaçları çağırdın, sana itâat ederek geldiler
Davetine icâbet ederek huzûruna koştular.
20-
Avuçlarından sular aktı,
Çakıl taşlan da elinde tesbîh etti.
نَطَقَ-تْ-طَعَامٌ-الذَّرَاعُ
بِسُمِّه۪ لَكَ مُعْلِنًا
وَالضَّبُّ
قَدْ لَبَّاكَ ح۪ينَ أَتَاكَا
|
- 16
|
|
بِكَ
تَسْتَج۪يرُ وَتَحْتَم۪ى بِحِمَاكَا
|
- 17
|
|
وَشَكَا
الْبَع۪يرُ إِلَيْكَ ح۪ينَ رَاٰكَا
|
- 18
|
|
وَسَعَتْ
إِلَيْكَ مُج۪يبَةً لِنِدَاكَا
|
- 19
|
|
وَالْمَآءُ
فَاضَ بِرَاحَتَيْكَ وَسَبَّحَتْ
|
- 20
|
|
21-
Başının üstünde bir bulut seni gölgeledi,
Hurma kütüğü de sana kavuşmak için inledi.
22-
Toprakta yürüdüğün zamân ayağının izi çıkmazdı,
Taşa bastığın zamân ayakların gömülürdü.
23-
-Derman bulamayan- Hastalara şifâ verdin,
Yeryüzünü hayr ve bereketinle doldurdun.
24-
A’mâ/kör olan Katâde (r.a.)’nin gözlerini iâde ettin,
İbn Husayn’a şifalar ihsân eyledin.
25-
Yaralanan Hubeyb ile İbn-i Afrâ’yâ,
Elinin dokunmasıyla şifâlar verdin.
وَالْجِذْعُ
حَنَّ إِلٰى كَر۪يمِ لِقَاكَا
|
- 21
|
|
وَالصَّخْرُ
قَدْ غَاصَتْ بِه۪ قَدَمَاكَا
|
- 22
|
|
وَمَلَاْتَ
كُلَّ الْاَرْضِ مِنْ جَدْوَاكَا
|
- 23
|
|
وَابْنَ
الْحُصَيْنِ شَفَيْتَهُ بِشِفَاكَا
|
- 24
|
|
وَكَذَا
خُبَيْبًا وَابْنَ غَفْرَا بَعْدَ مَا
|
- 25
|
|
26-
Hayber’de Âl-i bin Ebû Tâlib’in ağrıyan gözüne,
Ağzının barı[16]
ile şifâ ihsân eyledin.
27-
Ümmü Ma’bed’in sütü kuruyan koyununa el sürdün,
Duân bereketiyle sütleri fışkırmağa başladı.
28-
-Cebîr- Câbir (r.a.)’in oğlu için duâ ettin;
Allâh-ü Teâlâ seni râzı etmek için çocuğu diriltti.
29-
Kuraklık –kıtlık- senesi Rabbine duâ ettin,
Duân berekityle bulutlar yağmur indirmeğe başladı.
30-
Bütün insanları İslâm’a da’vet ettin,
Onlar da isteyerek da’vetine icâbet ettiler.
[2] Efendimiz Hz. Muhammed Mustafâ (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm)’in birçok (Bâzı rivâyetlerde, 199. Bâzı rivâyetlerde, 203.
Kadardır.) isim ve sıfatları vardır. İmâm A’zam Ebû Hanîfe (rrahîmehüllâh)
bunlardan Seyyîd sıfatını seçmiştir. Zîrâ bu sıfat onun en belirgin sıfatıdır.
Namazlarımızda ve hâsıl olan her yerde, أَللّٰهُمَّ
صَلِّ عَلٰى سَيِّدِ ناَ
مُحَمَّدٍ ... أَللّٰهُمَّ باَرِكْ عَلٰي سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ ... “Efendimiz Muhammed’e salât eyle… Efendimiz
Muhammed’e bereket ihsân eyle…” Deriz. Burada dikkat çeken
ifâde, seyyîdü’s-sâdât (efendilerin efendisi) dir. Bu da O, bütün
Peygamberlerin de efendisidir.
[3] Hz. Muhammed (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm); iki
cihânın, ins ve cinnin, Arab ile acemin efendisidir. Peygamberimiz
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) gerçekten yaratılanların en hayırlısıdır. Allâh-ü Teâlâ’nın: ٨
وَمَآ اَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ٧
[سورة الانبيآء:٢١/١٠٧ ]
“(Rasûlüm!) Biz seni
ancâk âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ Sûresi 21/107) Ve yine, ٨ لَوْلاَكَ
لَوْلاَكَ لَمَا خَلَقْتُ اْلاَفْلاَكَ. ٧ “Eğer sen
olmasaydın felekleri yaratmazdım” (Aliyyü’l-Kârî,
el - Esrâru’l - Merfua, s. 288, sıra no, 385. Nitekim Aliyyü’l-Kâri de, hadisin
mânâsı doğru, demiştir. T.D.V. İslâm Ansiklopedisi 30/449, Arabca metni 463.
sf. de
[4] Müslümanlar Peygamber aşkını kalblerinde taşımış, bu
uğurda canlarını, mallarmı fedâ etmişlerdir. Bir gün Hz. Ömer radıyallâhu anh;
Ya Rasûlellâh, nefsim hariç seni her şeyden daha çok seviyorum, demiş;
Peygamberimiz (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) de, beni nefsinden de çok sevmedikçe
mü’min-i kâmil olamazsın, buyurmuştu. Hz. Ömer’e Hz. Peygamberimiz (aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) sorar: --- “En çok kimi seviyorsun?” Hz. Ömer:
--- “Anam, babam ve canımdan sonra seni.” Hz. Peygamberimiz: ---
“Hayır olmadı.” Hz. Ömer: --- “Canımdan sonra seni.” Hz.
Peygamberimiz: --- “Hayır olmadı.” Hz. Ömer: --- Anam babam
canım sana fedâ olunyâ Rasûlellâh!..” Hz. Peygamberimiz: --- “el-ân
temme îmân!.. (şimdi îmân tamam oldu.)”
[5] Câbir bin Semûre (r.a.) anlatıyor; Rasûlüllâh
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’i mehtaplı bir gecede gördüm; bir ona baktım, bir
aya baktım. Rasûlüllâh’m üzerinde kırmızı bir elbise vardı. Baktım o, aydan çok
güzeldi. (Tirmizî, Sünen, Menâkıb, 47; hadîs no, 2811; Tirmizî, Şemâil, hadîs
no, 9.) Bir adam Berâ bin Azîb (r.a.), Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm)’in yüzü kılıç gibi (uzun) mu idi, diye sordu? O da, “hayır, ay gibi
(değirmi) idi” dedi. (Şemâil, a.v. Menâkıb, 8.) كَانَ رَسُولُ
اللّٰهِ ﷺمَرْبُوعًا،
وَقَدْ رَأَيْتُهُ ف۪ي حُلَّةٍ حَمْرَآءَ مَا رَأَيْتُ شَيْئًا أَحْسَنَ مِنْهُ
قَطُّ. Hz. Berâ (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh
orta boylu idi. Ben onu kızıl bir hulle içerisinde gördüm. Ben Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm’dan
daha güzel bir şeyi hiç görmedim.” Kütüb-i Sitte, 15/72.
[6] Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’dan daha güzel bir şey görmedim; sanki güneş
yüzünde gezinirdi.” (Ahmed bin Hanbel, 2/380.)
[7] Mi’râc hakkında bilgi kasîdenin sonundadır.
[8] عَنْ أَب۪ي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ
عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ: لِكُلِّ نَبِىٍّ دَعْوَةٌ
مُسْتَجَابَةٌ، فَتَعَجَّلَ كُلُّ نَبِيِّ دَعْوَتَهُ، وَإِنِّي اخْتَبَأَتُ
دَعْوَت۪ي شَفَاعَةً لِاُمَّت۪ي يَوْمَ
الْقِيَامَةِ، فَهِيَ نَائِلَةٌ إِنْ شَآءَ اللّٰهُ تَعَالٰى: مَنْ مَاتَ مِنْ
أُمَّت۪ي َ يُشْرِكُ بِاللّٰهِ شَيْئًا. Hz. Ebu
Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki:
“Her peygamberin müstecâb (Allâh’ın kabûl edeceği) bir
duâsı vardır. Her peygamber o duâyı yapmada acele
etti. Ben ise bu duâmı kıyamet gününde,
ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı âhirete bıraktım). Ona
inşaallâh, ümmetimin şirk koşmadan ölenleri nâil olacaktır.” (Kütüb-ü
Sitte, 14/402; [Buhârî, Da’avât 1, Tevhîd 31;
Müslîm, Îmân 334, (198); Muvatta, Kur’ân 26, (1, 212); Tirmizî, Da’avât 141,
(3597); İbn-i Mâce, Zühd, 27.) ... سؤالا منه يا رسول الله هل وعدك ربك فيها
أو فيهما قال فظن أنه من شيء قد سمعه فقال ما سألته ربي وما أطمعني فيه وإني لأقوم
المقام المحمود يوم القيامة فقال الأنصاري وما ذاك المقام المحمود قال ذاك إذا جيء
بكم عراة حفاة غرلا فيكون أول من يكسى إبراهيم عليه السلام يقول اكسوا خليلي فيؤتى
بريطتين بيضاوين فيلبسهما ثم يقعد فيستقبل العرش ثم أوتى بكسوتي فألبسها فأقوم عن
يمينه مقاما لا يقومه أحد غيري يغبطني به الأولون والآخرون ... Bu saklanan ve va’d edilen makâma “Makâm-ı
Mahmûd” denir. Bunun ne olduğunu soran bir ensâriye Peygamber
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) efendimiz şöyle cevab verdi: --- “Sizler
mahşere çıplak, yalınayak ve doğduğunuz gibi sünnetsiz olarak getirildiğiniz
zaman, ilk giydirilecek Hz. İbrâhîm (alehi’s-selâm olacaktır. Sonra da ben
giydirilirim. Arş’ın sağına geçerim. Orası öyle bir makamdır ki benden başka
kimseye nasîb olmayacaktır. Gelmiş-geçmiş herkes bana gıpta edecektir.” (Ahmed
bin Hanbel, 1/398.)
[9] Şefaat hakkında Hadîs-i Şerîf kasîdenin sonundadır.
[10] Zelle: 1- Sürçme, sürçüp kayma. 2-
Yanılma, yanlış. 3- Ufak suç.
[11] Konu ile ilgili Hadîs-i Şerîf kasîdenin sonundadır.
[12] ٨ وَاِذْ
اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ النَّبِيّ۪نَ لَمَآ اٰتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ
وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَآءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِه۪
وَلَتَنْصُرُنَّهُۜ قَالَ ءَاَقْرَرْتُمْ وَاَخَذْتُمْ عَلٰى ذٰلِكُمْ اِصْر۪ىۜ
قَالُٓوا اَقْرَرْنَاۜ قَالَ فَاشْهَدُوا وَاَنَا۬ مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ ٧
[سورة آل عمران:٣/٨١-٨٢]
“Hani, Allâh peygamberlerden,
“Andolsun, size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra, elinizdekini doğrulayan
bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım
edeceksiniz” diye söz almış ve, “Bunu kabul ettiniz mi; verdiğim bu ağır görevi
üstlendiniz mi?” demişti. Onlar, “Kabul ettik” demişlerdi. Allâh da, “Öyleyse
şahid olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım” demişti.”[12] Hz. İbrrahîm aleyhisselam da Peygamberimizden
haberdar idi. Daha önce geçtiği üzere Allâh teala ondan da söz almış ve eğer
kendi zamanında Hz. Muhammed (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) gelecek olursa, ona
iman edeceği ikrarını almıştır.
[13] Açıklayıcı bilgi, kasîdenin sonundadır.
[14] Açıklayıcı bilgi, kasîdenin sonundadır.
[15] Önkol: Kolda bilek ile dirsek arasında kalan
iki kemikten başparmak doğrultusunda olanı. Önkol kemiği, öbür kemik
(dirsek kemiği) ten daha kısadır
[16] Ağız barı: Ağız suyu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder