6 Aralık 2012 Perşembe

HZ. PEYGAMBER (S.A.V.)’E SALAVÂT --- اللهم صل على محمد وعلى آل محمد


HZ. PEYGAMBER (S.A.V.)’E SALAVÂT
عَنْ أَب۪ى مَسْعُودِ الْبَدْر۪ى رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: أَتَانَا رَسُولُ اللّٰهِ وَنَحْنُ ف۪ي مَجْلِسِ سَعْدِ بْنِ عُبَادَةَ، فَقَالَ لَهُ بَش۪يرُ بْنُ سَعْدٍ: أَمَرَنَا اللّٰهُ تَعَالٰى أَنْ نُصَلِّىَ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ، فَكَيْفَ نُصَلّ۪ى عَلَيْكَ؟ قَالَ قُولُوا: اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ، وَعَلٰٓى اٰلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا صَلَّيْتَ عَلٰٓى إِبْرَاه۪يمَ، وَبَارِكْ عَلٰى مُحَمَّدٍ، وَعَلٰٓى اٰلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا بَارَكْتَ عَلٰٓى اٰلِ إِبْرَاه۪يمَ إِنَّكَ حَم۪يدٌ مَج۪يدٌ، وَالسَّلَامُ كَمَا قَدْ عَلِمْتُمْ. أخرجه الستة إلا البخارى وللستة إلا الترمذي، عَنْ أَب۪ى حَم۪يدِ السَّاعْد۪ى رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالُوا يَارَسُولَ اللّٰهِ كَيْفَ نُصَلّ۪ى عَلَيْكَ؟ قَالَ قُولُوا: اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ، وَعَلٰٓى أَزْوَاجِه۪ وَذُرِّيَّتِه۪، كَمَا صَلّٰيْتَ عَلٰٓى إِبْرَاه۪يمَ، وَبَارِكْ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰٓى أَزوَاجِه۪ وَذرِّيِّتِه۪، كَمَا بَارَكْتَ عَلٰٓى إِبْرَاه۪يمَ إِنَّكَ حَم۪يدٌ مَج۪يدٌ. وَلِلْخَمْسَةِ عَنْ كَعْبِ بْنِ عجْرَةَ قَالَ: خَرَجَ عَلَيْنَا رَسُولُ اللّٰهِ فَقُلْنَا يَا رَسُولَ اللّٰهِ: قَدْ عَلِمْنَا كَيْفَ نُسَلِّمُ عَلَيْكَ، فَكَيْفَ نُصَلّ۪ى عَلَيْكَ؟ قَالَ قُولُوا: اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ، وَعَلٰٓى اٰلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا صَلّٰيْتَ عَلٰٓى إِبْرَاه۪يمَ إِنَّكَ حَم۪يدٌ مَج۪يدٌ، اَللّٰهُمَّ بَارِكْ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰٓى اٰلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا بَارَكْتَ عَلٰٓى اٰلِ إِبْرَاه۪يمَ إنَّكَ حَم۪يدٌ مَج۪يدٌ.

Ebû Mes’ud el Bedrî (r.a.) anlatıyor: --- “Biz Sa’d İbnu Ubâde’nin meclisinde otururken Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) yanımıza geldi. Kendisine, Beşîr İbnu Sa’d:

--- “Ey Allâh’ın Rasûlü! Bize Allâh Teâla Hazretleri, sana salât okumamızı emretti. Sana nasıl salât okuyabiliriz?” diye sordu. Efendimiz şu cevâbı verdi:

OKUNUŞU: --- “Şöyle söyleyin: “Allâhümme salli ‘alâ Muhammedi’v ve ‘alâ êl-i Muhammed, kemâ salleyte ‘alâ İbrâhîme ve bêrik ‘alâ Muhammedi’v ve ‘alâ êl-i Muhammedin kemâ bêrakte ‘alâ êl-i İbrâhîme inneke hamîdü’m-mecîd.”

ANLAMI: --- “Allâh’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in êl-i’ne rahmet kıl, tıpkı İbrâhîm’e rahmet kıldığın gibi. Muhammed’i ve Muhammed’in êl-i’ni mübârek kıl. Tıpkı İbrâhîm’in êl-i’ni mübârek kıldığın gibi.”
(Rasûlüllâh ilâveten şunu söyledi): --- “Selâm da bildiğiniz gibi olacak."[1]

 
Tirmizî dışındaki Kütüb-i Sitte kitaplarında, Ebû Humeyd es-Sâidî (r.a.)’den gelen bir rivâyet şöyle:

Ashâb sordu: --- “Ey Allâh’ın Rasûlü sana nasıl salât okuyalım?”

Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm): “Şöyle söyleyin:

OKUNUŞU: ---  Allâhümme salli alâ Muhammedi’v ve alâ ezvâcihî ve zürriyyetihî kemâ salleyte ‘alâ İbrâhîme ve bêrik ‘alâ Muhammedi’v ve ‘alâ ezvâcihî ve zürriyyetihî kemâ bêrakte ‘alâ İbrâhîme inneke hamîdü’n-mecîd.”

ANLAMI: --- “Allâhım! Muhammed’e zevcelerine ve zürriyetine rahmet kıl, tıpkı İbrâhîm’e rahmet kıldığın gibi. Muhammed’i, zevcelerini ve zürriyetini mübârek kıl, tıpkı İbrâhîm’i mübarek kıldığın gibi. Sen övülmeye lâyıksın, şerefi yücesin.”[2]

Ka’b İbnu ‘Ucre’den gelen bir rivâyet de şöyledir:  --- “Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) yanımıza gelmişti:

--- “Ey Allâh’ın Rasûlü, dedik, sana nasıl selâm vereceğimizi öğrendik. Ama, sana nasıl salât okuyacağız (bilmiyoruz)?”

OKUNUŞU: --- “Şöyle söyleyin! dedi: --- “Allâhümme salli ‘alâ Muhammedi’v ve ‘alâ êl-i Muhammedin kemâ salleyte ‘alâ İbrahîme inneke hamîdü’n-mecîd. Allâhümme bârik ‘alâ Muhammedin ve ‘alâ êl-i Muhammed, kemâ bârekte ‘alâ êl-i İbrâhîme inneke hamîdü’n-mecîd.”[3]

وَعَنْ أَنَسٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ : مَنْ صَلّٰى عَلَىَّ صَلَاةً وَاحِدَةً صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ عَشْرَ صَلَوَاتٍ، وَحُطَّتْ عَنْهُ عَشْرُ خَط۪يئَاتٍ، وَرُفِعَتْ لَهُ عَشْرُ دَرَجَاتٍ. أخرجه النسائى. وله في أخرى،عَنْ أَب۪ى طَلْحَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ: جَآءَ ذَاتَ يَوْمٍ وَالْبِشْرُ ف۪ي وَجْهِه۪، فَقُلْنَا: إِنَّا نَرَى الْبِشْرَ ف۪ي وَجْهِكَ؟ فَقَالَ: إِنَّهُ أَتَانِىَ الْمَلِكُ، فَقَالَ يَا مُحَمَّدُ: إِنَّ رَبَّكَ يَقُولُ أَمَا يُرْض۪يكَ أَنْ لَا يُصَلِّىَ عَلَيْكَ أَحَدٌ إِلَّا صَلَّيْتُ عَلَيْهِ عَشْرًا، وَلَا يُسَلِّمُ عَلَيْكَ أَحَدٌ إِلَّا سَلَّمْتُ عَلَيْهِ عَشْرًا.
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyurdular ki: --- “Kim bana (bir kere) salât okursa Allâh da ona on salât okur ve on günâhını affeder, (mertebesini) on derece yükseltir.”[4]

Yine Nesâî’de Ebû Talha (r.a.)’dan gelen bir rivâyet şöyle: --- “Bir gün Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm), yüzünde bir sevinç olduğu halde geldi. Kendisine:

--- “Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!” dedik.

--- “Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi: --- “Ey Muhammed! Rabbin diyor ki: “Sana salavât okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selâm okuyan herkese de benim on selâm okumam sana (ikrâm olarak) yetmez mi?”[5]

وَعَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ : أَوْلَى النَّاسِ ب۪ى يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَكْثَرُهُمْ عَلَىَّ صَلَاةً. أخرجه الترمذى. وله في أخرى،عَنْ عَلِيٌّ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ : أَلْبَخ۪يلُ مَنْ ذُكِرْتُ عِنْدَهُ فَلَمْ يُصَلِّ عَلَىَّ.

İbnu Mes’ud (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-sâlat-ü ve’s-selâm) buyurdular ki:

--- “Kıyâmet günü bana insanların en yakını, bana en çok salavât okuyandır.”[6]

Yine Tirmizî’de Hz. ‘Ali (r.a.)’den kaydedilen bir rivâyette şöyle denir: --- “Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyurdular ki:

--- “Gerçek cimri, yanında zikrim geçtiği halde bana salavât okumayandır.”[7]

وَعَنِ ابْنِ مَسْعوُدٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ : إِنَّ للّٰهِ مَلٰٓئِكَةً سَيَّاح۪ينَ فِي الْاَرْضِ يُبَلِّغُون۪ى عَنْ اُمَّتِى السَّلَامَ. أخرجه النسائِى.

Hz. İbnu Mes’ûd (r.a.) anlatıyor: --- “Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-sâlat-ü ve’s-salâm) buyurdular ki:

--- “Yeryüzünde Allâh’ın seyyâh melekleri vardır. Onlar ümmetimin selâmını (ânında) bana teblîğ ederler.”[8]

SALÂT-Ü SELÂM-IN HÜKMÜ

Hemen şunu belirtelim ki, Rasûlüllâh’a salât-ü selâm okumak bizzat Rabbü’l-‘âlemîn’in emridir:

٨ اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِىِّۜ يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا ٧ [سورة الأحزاب:٣٣/٥٦]

“Şüphesiz ki Allâh ve melekleri, Peygamber’e çok salât (ve tekrîm)ederler. Ey îmân edenler, siz de ona salât edin, tam bir teslimiyetle de selâm verin.”[9]

Bu emir bir farz mıdır, yoksa vâcib veya müstehâb mı ifâde eder? Bu sorunun cevâbında ulemâ on ayrı görüş beyân etmiştir:

1-           Taberî’ye göre “müstehâb”-dır.

2-           İbnü’l-Kassâr’ın nakline göre “vâcib”-dir ve bu hükümde icmâ’ edilmiştir.

3-           Ömürde bir kere salavât okumak vâcibdir. Namazda da olsa, namaz dışında da olsa vâcib yerine gelir. Tıpkı kelime-i tevhîd gibi. Hanefîlerden Ebû Bekr er-Râzî, İbn-ü Hazm bu görüştedir. Kurtubî de: “Ömürde bir kere de olsa salavât okumanın vücûbunda ihtilâf yoktur. Ancak o, müekked sünnetler gibidir, onların vâcib olduğu zamanlarda o da vâcibdir.” Der.

4-           Namazda son oturuşta, teşehhüdle namazdan çıkış selâmı arasında “vâcib”-dir. Şâfiî (rh.a.) ve kendisine tâbi olanlar bu görüştedir.

5-           Teşehhüdde “vâcib”-dir. (Şa’bî ve İshâk’ın görüşü). Teşehhüdde salât okunması, Şâfiî ve Ahmed İbn-ü Hanbel (rh.a.)’e göre farz ise de, Hanefîlere, Mâlik ve Cumhûr’a göre sünnettir. Farz diyenlere göre, salavât terkedilecek olsa, namaz iptâl olur, yeniden kılınması gerekir. Bu görüşünden dolayı, Şâfiî tenkîd edilmiştir.

6-           Ebû Câfer el-Bâkır (ra.)’ın: “Teşehhüd diye kayıtlanmaksızın namazın herhangi bir yerinde okunması vaciptir.” Dediği nakledilmiştir.

7-           Ebû Bekr el-Mâlikî: “Sayı ile tahdît edilmeksizin çokça okunması vaciptir.” Demiştir.

8-           “Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’ın zikri geçtikçe, hatırlandıkça söylenmelidir.” diye hükmedenler de olmuştur. Tahâvî, bir kısım Hanefîlerle, Halîmî ve bir kısım Şâfiîler gibi Zemahşerî ve Mâlikîlerden İbnü’l-Ârâbî: “Böyle yapmak ihtiyata uygun olanıdır.”Demiştir.

9-           Zemahşerî’nin naklettiğine göre: “Bir mecliste Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’ın zikri bir çok kere geçse de bir kere salât-ü selâm okunması yeterlidir, her seferinde okumak müstehâbdır.”

10-     Yine Zemahşerî’nin nakline göre “her duâ esnâsında” vâcibdir.

Şu halde ulemâ, salât-ü selâm okumanın vâcib olduğu husûsunda ihtilâf etmemiştir. Hangi şartlarda vâcib olduğunda ihtilâf varsa da, en uygunu Rasûlüllâh’ın ismi zikredildikçe okumaktır. Hutbe dinlerken, Kur’ân-ı Kerîm okurken  salavât getirmek vacib değildir.

SALÂT NEDİR?

Râğıb el-İsfehânî’ye göre salât, lügât olarak duâ, tebrîk, ta’zîm mânâlarına gelir. Dînî ıstılah olarak duâ mânasında kullanıldığı gibi ibâdet mânâsına da gelir.

ü  Kelime, kulun Allâh’a salâtını ifâde ediyorsa, duâ, namaz, ta’zîm mânâlarına gelir.

ü  Ancak Allâh ve Peygamber (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’in insanlara salâtını ifâde ediyorsa, bu durumda aynı kelime “tezkiye” ve “İlâhî rahmete mazhâr kılma” mânâlarına gelir.

ü  Melekler salât ediyorsa bu, duâ ve istiğfârdır.

Şu halde yukarıda kaydettiğimiz âyette, Allâh ve Melekler’in Hz. Peygamber’e salât etmesi, meleklerin Rasûlüllâh lehinde istiğfâr etmesi, Cenâb-ı Hakk’ın da rahmetine mazhâr kılması demektir.

Seyid Şerîf’e göre “salât”;

ü  Allâh’tan rahmet,
ü  Meleklerden istiğfâr,

ü  Mü’minlerden hayır duâdır.

İbnu Hacer’e göre ise “salât” Allâh’tan paygamberine olursa bu, rahmetin artmasıdır, başkalarına olursa rahmet ve tezkiyedir.

Mücâhid’e göre;

ü  Allâh’tan salât, tevfik ve ismettir,
ü  Meleklerden ‘avn ve nusret (yardım),
ü  Ümmetten ittibâdır.

Bâzı âlimler de,
ü  “Rabb’in, Peygamberine salâtı, O’nun şerefini yüceltme ve tekrîm (kıymet verme);
ü  Meleklerin salâtı, onun mükerremiyetini izhârdır;
ü  Ümmetin salâtı da onun şefâatini talebdir.” Demiştir.
 
Bâzı âlimlere göre de meleklerden "salât"ın mânası atf’dır, yani esirgeme, Cenâb-ı Hakk’a nisbet edilince, ya kullarını melekleri nezdinde senâ etmesi demek olur -ki bu, Allâh-ü Te’âla-nın peygamberlerine salâtının tefs3irine daha uygun düşer- yâhut kemâl-i rahmeti mânâsınadır. Salât, Allâh’dan başkasına nisbet edilince mânâsı hayır ile duâ olur.

Beyzâvî’ye göre: “Rasûlüllâh’a salât, onun şerefini izhâra ve şânını tâzim ve tekrîme îtinâdır.”

İbnu Hacer, burada kaydedilmeyen bâzı ulemâdan benzer bir kısım nakillerden sonra şunu söyler: “Bu kaydedilen görüşlerin en uygunu; Ebû’l-Âliye’den kaydettiğimizdir:

ü  “Hz. Peygamber’e Allâh’ın salâtının mânâsı, O’na senâsı ve şânını yüceltmesidir (tâzîmi).

ü  Melâikenin ve insanların salâtı ise, bunu onun için Allâh’dan talebdir. Öyle ise bu talebden murâd, artmayı taleb etmektir, salâtın aslını taleb etmek değil...” İbnu Hacer bu te’vilin en uygun oluşuna gerekçe olarak salât kelimesinin bütün kullanışlarda (salât Allâh’dan veyâ melâikeden veyâ insandan da olsa) hep aynı mânâyı taşımasını gösterir.

Rasûlüllâh’a salât ve selâmı mü’minlere emreden âyet-i kerîmede Hz. Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-salâm)’ın tâzîmi ve başkalarından farklı olarak tebcîlinin emredildiği husûsunda  ulemâ icmâ’ etmiştir.

Halîmî, salât okuyarak yerine getirilen bu ta’zîmin mahiyetini açıklamak üzere şöyle der: “Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’a salât okumanın mânâsı, O’nun tâzim edilmesidir (yüceltilmesi). Öyle ise, Allâhümme salli ‘alâ Muhammedin (ey Allâhım, Muhammed’e salât et) demenin mânâsı: “Muhammed’i büyük kıl” عَطِّمْ مُحَمَّدًاdemektir. Büyük kılınması, hem dünyâ ve hem  âhirettedir.

ü  Dünyâda büyük kılınması, zikrinin yüceltilmesi, dîninin izhârı ve şerîatının ibkâsıyla gerçekleşir.

ü  Âhirette büyük kılınması ise, sevâbının bol kılınması, ümmetine şefaatçi yapılması, Makâm-ı Mahmûd’la fazîletinin ebedîleştirilmesiyle olur.

Bu duruma göre, âyet-i kerîmede gelen: “Ey îmân edenler, siz de ona salât edin!” emrinin mânâsı“Salât okuyarak onun için Rabbinize duâ edin (bu söylenen büyüklük vasıtalarını ona vermesini taleb edin)” demektir.

BÂRİK

“Bereket ver” demektir. Burada bereket, hayır ve kerâmetin artması mânâsındadır. “Ayıplardan temizleme ve tezkiye mânâsınadır” diyen de olmuştur. “Maksad bunun sâbitleşip devâm etmesidir, nitekimبَرَكَتِ الْاِبِلُ  “deve yere çöküp sâbitleşti” demektir. yorumunu getiren de olmuştur.

SALÂT KELİMESİ PEYGAMBERLER DIŞINDA KULLANILIR MI?

Bu meselede ulemâa ihtilâf etmiştir. “Câiz”diyenler rahmet mânâsını kastederler. Nitekim bu mânâda Hz. Peygamber:

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى اٰلِ اَب۪ى اَوْفٰى

--- “Allâhım, Ebî Evfâ âilesine rahmet ve bereket ver” diye duâ etmiştir. Câiz değil diyenler daha ziyâde, salât kelimesine ta’zim mânâsını verenlerdir.

Allâhümme salli alâ Muhammedin sözümüz, sâdece “Allâh’ım, Muhammed’e rahmet et” veya “Muhammed’e merhamet et” mânasına gelseydi peygamberlerden başkası hakkında kullanmak da câiz olurdu. Kezâ “salât” kelimesi sâdece bereket ve rahmet mânâlarına gelseydi “namazda musallînin: “Esselâm-ü ‘aleyke eyyühe’n-nebiyy-ü ve rahmetüllah-i ve berakâtüh-ü” sözü ile birlikte salâtı okuması da vâcibdir” diyenlere göre teşehhüdde okunmasının vücûbu da düşerdi. Halbuki yukarıda belirtildiği üzere salâttan öncelikle kastedilen, ta’zim ve tekrîm (büyük kılmak, değer vermek)’dir.

Öyle ise esâs olan salâtın Rasûllullah’a tahsîsidir.  Ulemâ, terkîm ve ta’zîm mânâsında salâtın Hz. Peygamber’e has olduğunda müttefiktir.

ÂL-İ MUHAMMED

Rasûlüllâh’a okunan salâtda sâdece Efendimiz’e değil, onun âl-i’ne de salât ve selâm ediyoruz. Acabâ âl-i Muhammed kimlerdir?


ü Bu meselede de ulemâ ihtilâf eder. Bir görüşe göre “ehl” kelimesinden gelen “âl” kelimesi, âile mânâsına gelir. “Âl-i Muhammed” deyince bâzı âlimler Rasûlüllâh’ın sadaka haram olan yakınlarını anlamıştır. İmâm Şâfiî ve Cumhûr bu görüştedir. Nitekim Rasûlüllâh, Hasan İbn-ü Ali’ye “Biz âl-i Muhammed’iz, bize sadaka helâl olmaz” buyurmuştur. Aslında bunlar hakkında da ihtilâf edilmiştir.


ü Ahmed İbnu-ü Hanbel: “Teşehhüd hadîsindeki âl-i Muhammed’den murâd ehl-i beytidir” demiştir.
 
ü Âl-i Muhammed’den murâdın Rasûlüllâh’ın zevceleri ve zürriyeti olduğu da söylenmiştir. Ancak, bir kısım âlimler buna itirâz ederek, âl-i Muhammed’e her üçüncü de (yâni zevceler, zürriyet ve sadakanın haram edildiği yakınları) girdiğini belirtmişlerdir. Ebû Hüreyre (r.a.)’den gelen bir rivâyet bu üç grubu da âl-i Muhammed olarak zikretmiştir. “Öyle ise, hadîsi rivâyet eden râviler, bunlardan bâzısını unutarak zikretmeyi ihmâl etmiştir. Çünkü her biri ayrı ayrı rivâyetlerde zikredilirler...”
 

ü Bâzı rivâyetlerde Âl-i Muhammed tâbiriyle sâdece Rasûlüllâh’ın zevceleri kastedilmiştir.

ü Bâzı rivâyetlerde, sâdece zürriyet sözüyle husûsan Hz. Fâtıma’nın nesli kastedilmiştir.

ü Âl-i Muhammed bütün Kureyş’tir diyen de olmuştur.

ü Âl’den murad “bütün ümmet”tir diyen olmuştur. Bu sonuncu görüşü İmâm Mâlik’in, Ezherî’nin, bir kısım Şâfiîlerin benimsediğini; Şerh-u Müslim’de Nevevî’nin tercîh ettiği, el-Kâdı Hüseyin ve Râğıb gibi bâzılarının ittikâ ile kayıtlıyarak “ümmetten muttakî olanlar” dediklerini belirtirler...

ü Bu görüşü te’yid eden âyet ve hadîsler zikredilmiştir:

 ٨ ... اِنْ اَوْلِيَآؤُ۬هُٓ اِلَّا الْمُتَّقُونَ ... ٧   [سورة الأنفال:٨/٣٤]

“Onun dostları ancak muttakîlerdir”[10] buyurulmuştur.


Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) da;

"إِنَّ اَوْلِيَآئ۪ى مِنْكُمُ   الْمُتَّقُونَ."

“Sizden benim dostlarım, müttakî olanlarınızdır”buyurmuştur.

SALÂT VE SELÂM’DA HZ. İBRÂHÎM’İN ZİKRİ

Rasûlüllâh’a salavât okurken:“Allâh’ım, Muhammed’e ve Muhammed’in âline salât et, tıpkı İbrâhîm’e ve İbrâhîm’in âl-i’ne salât ettiğin gibi...” denmektedir. Burada Hz. İbrâhîm’in öncelikle zikredilmiş olması, yâni, Cenâb-ı Hakk’dan Peygamberimiz için salât taleb ederken, “İbrâhîm’e  salât yaptığın gibi...” denmiş olması ulemâ arasında ihtilâf mevzûu olmuştur. Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm), Hz. İbrâhîm ve onun âl-i’nden de efdâl olduğu halde, Hz. İbrâhîm ve âl-i daha efdâl imişçesine, onlara atfen Peygamberimiz ve âl-i için salât taleb ediyoruz?

Bu sorunun cevâbına geçmeden hemen belirtelim ki, okunan duâda Hz. İbrâhîm ve âl-i’nin Cenâb-ı Hakk’ın tebcîline mazhariyetleriyle ilgili ihbâr Kur’ân-ı Kerîm’in bir âyetine işâret etmektedir:

٨ قَالُوا اَتَعْجَب۪ينَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ رَحْمَتُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ اَهْلَ الْبَيْتِۜ اِنَّهُ حَم۪يدٌ مَج۪يدٌ ٧ [سورة هود:١١/٧٣]

Melekler, “Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketi size olsun ey (peygamber ocağının) ev halkı! Şüphesiz O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir.” dediler.”[11]

Meseleye getirilen açıklama ve cevâblara gelince, bâzıları şöyledir:

ü Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’ın bu ifâdesi, kendisinin Hz. İbrâhîm (aleyhisselâm)’den efdâl olduğunu bilmesinden önceye âittir.

ü Bunu tevâzu’ için söylemiştir.

ü Teşbîh burada, kadr-u kıymette değil, asıldadır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bunun örnekleri vardır:

٨ يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنوُا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ ٧ [سورة البقرة:٢/١٨٣]
“Sizden öncekilere oruç farz kılındığı gibi size de farz kılındı”[12]

٨ اِنَّآ اَوْحَيْنَآ اِلَيْكَ كَمَآ اَوْحَيْنَآ اِلٰى نُوحٍ وَالنَّبِيّ۪نَ مِنْ بَعْدِهِۚ ... ٧ [سورة النسآء:٤/١٦٣]
“Nûh’a vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik …”[13]

ü Burada teşbîh, nâkısı kâmile benzetme değil, meşhûr olmayanı meşhûr olana (bilinene) ilhâk nev’indendir.

ü Burada teşbîh, Hz. Peygamber ve âl-i’ne olan salâtın tamâmı ile Hz. İbrâhîm ve âl-i’ne olan salâtın tamâmı arasında yapılmıştır. Hz. İbrâhîm’in âl-i’ne pek çok peygamberin dâhîl olduğu düşünülecek olursa, kendisine benzetilmenin (müşebbeh bih), bu nokta-i nazardan daha kavî olduğu anlaşılır. Burada söylenmek istenen şudur: Hz. İbrâhîm’in neslinden pek çok peygamber gelmiştir. Hz. Peygamber’in neslinden velîler gelmiştir, ama peygamber gelmeyecektir. Peygamber’in fazîleti, velîlerin fazîletinden üstün olduğuna göre, Hz. İbrâhîm’in fazîleti, neslinden gelen peygamberlerin mazhâr olduğu fazîletlerle birlikte toplanınca, bu daha fazla gelir. Hatta bu nokta-i nazardan, Hz. Peygamber ve âl-i’ni de Hz. İbrâhîm’in âl-i arasında mütâlaa edebiliriz, çünkü neslen ona dayanmaktadır.İbnu Abbâs’dan, “Muhammed, âl-i İbrâhîm’dendir” hadisi rivâyet edilmiştir.

ü Hz. Peygamber’in bu duâdan murâdı, kendine verilen ni’metin tamâmlanmasıdır, tıpkı Hz. İbrâhîm’e tamâmlandığı gibi.

Bunlardan ve kaydetmediğimiz diğer bütün görüşlerden her birinin bir haklılık yönü vardır. Meseleyi tahlîl edenler umûmiyetle, Hz. Peygamber ve âl-i’nin fazîletleriyle, Hz. İbrâhîm ve âl-i’nin fazîletlerini toplam olarak nazar-ı dikkate almak ve hattâ Hz. Peygamber’i de -kıyâmete kadar mazhâr olacağı fazîletlerle birlikte- Hz. İbrâhîm’in fazîletleri meyânında mütâlaa ederek bu teşbihi değerlendirmek gerektiği görüşünü kuvvetli ve isabetli bulmaktadırlar. Doğruyu Allâh bilir.

SALÂTIN EHEMMİYETİ

İslam dîni, Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’a salât okumayı, kulluğun izhârında mühim ve müessir bir vâsıta kılmıştır. Daha önceki hadîslerde geçtiği üzere en makbûl bir duâdır, başkaca her çeşit duâlarımızın makbûl olma şartlarından biri salât kılınmıştır. Duâlarımızın başında, esnâsında (ortasında) ve sonunda salavât okunmalıdır.

Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) pek çok hadîslerinde kendisine salavât okumaya teşvîk buyurmuştur. Birkaç tânesini kaydedeceğiz:

ü “Duâ eden bir kimse peygambere salât okumadığı müddetçe duâsı perdelidir (hedefine ulaşamaz).”

ü “Her duâ semaya çıkmaktan yasaklanmıştır. Bana salât getiren duâ müstesna, o çıkabilir.”

ü “Kim bana salât getirmeyi unutursa ona cennetin yolu unutturulur.”

ü “Cebrâîl (‘aleyhi’s-selâm)’le karşılaştığımda bana şunu söyledi: “Sana müjdeler olsun. Allâh diyor ki: “Kim sana selâm verirse ben ona selâm veririm. Kim sana salât getirirse ben de ona salât (rahmet) ederim.”[14]

وَعَنْ أُبَىِّ بْنِ كَعْبٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ إِذَا ذَهَبَ ثُلُثَا اللَّيْلِ قَامَ فَقَالَ: يَآ أَيُّهَا النَّاسُ اذْكُرُوا اللّٰهَ، اذْكُرُوا اللّٰهَ. جَآءَتِ الرَّاجِفَةُ تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُ. جَآءَ الْمَوْتُ بِمَا ف۪يهِ. قَالَ أُبَىُّ، قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ، إِنّ۪ى أُكْثِرُ الصَّلَاةَ عَلَيْكَ، فَكَمْ أَجْعَلُ لَكَ مِنْ صَلَات۪ي؟ قَالَ: مَا شِئْتَ؛ قُلْتُ الرُّبُعَ؟ قَالَ: مَا شِئْتَ، وَإِنْ زِدْتَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكَ؛ قُلْتُ: النِّصْفَ؟ قَالَ مَا شِئْتَ، وَإنْ زِدْتَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكَ؛ قُلْتُ: الثُّلُثَيْنِ؟ قَالَ: مَاشِئْتَ، وَإنْ زِدْتَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكَ؛ قُلْتُ: أَجْعَلُ لَكَ صَلَات۪ي كُلّٰهَا؟ قَالَ: إِذًا تُكَفّ۪ى هَمُّكَ وَيُغْفَرَ ذَنْبُكَ. أخرجه الترمذي."الرَّاجِفَةُ" النفخة ا’ولى التي يموت بها الخئق.و"الرَّادِفَةُ"النفخة الثانية التي يحيون بها يوم القيامة.

Ubey İbnu Ka’b (r.a.) anlatıyor: --- “Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) gecenin üçte ikisi geçince kalkar ve:

--- “Ey insanlar! Allâh’ı zikredin! Allâh’ı zikredin! “Sarsıcı” kesinlikle gelecektir; “takipçi” de onun arkasından gelecektir. Ölüm, içindeki (şiddet ve sıkıntı) larla gelecek, (öyleyse ahirete hazırlanın!)  derdi. Übey devâmla dedi ki:

 --- “Ey Allâh’ın Rasûlü dedim, ben sana çok salât oku (mak isti) yorum. (Duâmda) ne miktârını sana salât-ü selâm yapayım?”

--- “Dilediğin kadar!” buyurdular.

--- “Dörtte bir (yeter mi)?” dedim.

--- “Dilediğin kadar!” buyurdular, “Eğer artırırsan, bu senin için daha hayırlı!” dediler.

--- “Üçte iki (ye ne dersiniz?)” dedim.

--- “Dilediğin kadar!” buyurdular, “Eğer artırırsan, bu senin için daha iyi!”dediler.

--- “(Kendim için duâ ettiğim vaktin) tamâmını size salât-ü selâm okumaya ayırayım mı?” dedim.

--- “Bu takdirde, (dünyevî ve uhrevî) dilediğin kabûl edilir, günâhın affedilir!”[15] buyurdular.”[16]



[1] Müslim,Salât 65, (405), Kasru’s-Salât 67,(1,165,166); Tirmizî,Tefsir, Ahzâb,(3218); Ebû Dâvut, Salât 183, (980,981); Nesâî, Sehv 49, (3, 45, 46).
[2] Buhârî, Daavât 33, Enbiya 8; Müslim, Salât 69, (407); Muvatta, Kasru’s-Salât 66, (1, 165); Ebû Dâvut, Salât, 183, (979); Nesâî, Sehv 54, (3, 49).
[3] Buhârî, Daavât 33: Müslim, Salât 66, (406); Ebû Dâvud, Salât 183, (976);Nesâî, Sehv 51, (3, 47); Tirmizî Vitr,20, (483).
[4] Nesâî, Sehv 55, (3, 50).
[5] Nesâî, Sehv 55, (3, 50).
[6] Tirmizî, Salât 357 , (484).
[7] Tirmizî, Daavât 110, (3540).
[8]  Nesâî, Sehv 46. (3, 43).
[9] Ahzâb Sûresi,  33/56.
[10] Enfâl Sûresi, 8/34’den.
[11] Hûd Sûresi, 11/73.
[12] Bakara Sûresi, 2/183.
[13] Nisâ Sûresi, 4/163’den.
[14] Kütüb-i Sitte, İbrahim CANAN, 7/135-143.
[15] Tirmizî, Kıyâmet 24, (2459).
[16]
·       Hadîste geçen ve “sarsıcı” diye çevirdiğimiz kelime  “râcife” dir. Şârihler, bununla nefhâ-i ûlâ denen İsrâfîl aleyhis-selâm’ın yapacağı birinci üfürmenin kastedildiğini söylerler. Bu üfleme ile bütün canlılar ölecektir. “Takipçi” diye  çevirdiğimiz “râdife” ise, nefhâ-i sâniye de denen ikinci üfleme diye açıklanmıştır. Bununla kıyâmet günü dirilme vukua gelecektir. Bu ibâreler, Nâzi’ât Sûresi’nde geçen   يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُ تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُ   “O gün sarsan sarsacak, onun takipçisi de peşinden gelecek” (Nâzi’ât Sûresi, 79/6-7) âyetlerine bir işâret vardır. Müfessirler burada birinci ve ikinci nefhânın kastedildiğini belirtmişlerdir. Gelecek diye, gelecek zamanla ifâde ettiğimiz fiilin aslı geçmiş zamanlardır, vukûa geleceği kesin olması sebebiyle, aynen olmuş gibi geçmiş zamanla ifâde edilmiştir.
·       “Ölümün içindeki” nden maksat, can çekişme ânında kabirde ve daha sonraki safhalarda karşılaşılacak sıkıntılı ve şiddetli hallerdir.
·       Hadîste Rasûlüllâh’a çok salavât okumanın fazîleti görülmektedir. Hadîs, duâ etme sırasında kişinin, nefsi için şunu bunu taleb edinceye kadar, Rasûlüllâh’a salât-ü selâm okuması, hem  dünyevî ve hem de uhrevî muradlarına ermede daha müessir, daha kârlı bir hareket olacağını haber vermektedir.
·       İslâm âlimleri,  nâssa dayanarak, salavâtın Allâh katında en makbûl bir duâ olduğunu kabûl ederler. “Öyleyse derler, Müslüman dünyevî  veyâ uhrevî, her ne taleb edecekse, önce  makbûl olan salavâtı sıkça okumalı, sonra dileklerini ifâde etmeli, dileklerini tekrâr salavât tâkib etmelidir.” Makbûl iki duâ arasında yapılacak duânın, kabûle daha yakın olduğunu belirtirler.
·             Duâ edebi ile ilgili olarak şunu da belirtelim ki, gerek salavât duâmız ve gerekse diğer taleblerimiz için, önce  istiğfârla mânevî bir temizlik yapmamız bu manevî temizlikten sonra salavât okumaya geçmemiz tavsiye edilmiştir. (Kütüb-i Sütte; İbrahim CANAN, 15/170-172.)
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder