3 Temmuz 2013 Çarşamba

NEFİS VE MERHALELERİ---1- NEFS-İ EMMÂRE:--- CEHENNEM TABAKALARI


NEFİS VE MERHALELERİ

 

 
﴿ وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَاۙۖ ﴿٧﴾ فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ ﴿٨﴾ قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَاۙۖ ﴿٩﴾ وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ ﴿١٠﴾

 [سورة الشمس:۹۱/۷-۱۰]

 7,8,9.  “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvâsını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilhâm edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.

10.        Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyâna uğramıştır.”[1]

 


NEFİS VE ÇEŞİTLERİ


­

1-     NEFS-İ EMMÂRE: (Kötülükleri Emredici)

 

v Câhillik, bahıllık (zekât, nafaka gibi şeriat emirlerini yerine getirmeyen, cimri, nêkes, hasîs, pinti, verimsiz çorak toprak) ,hırs, kibir, gadap, şehvet, haset, su-i ahlak (kötü ahlâk), boş işlerle uğraşmak, istihzâ (alaya alma, eğlenme), eziyet ve benzerleridir.

 

v KURTULMA ÇÂRESİ:

 

v LÂİLÂHE İLLELLÂH

 

2-     NEFS-İ LEVVÂME: (Ayıplamak)

 

v Heves, fikir, taaccüb, insanlara îtiraz, kahr, temennâ, gizli riyâ makâm ve şehvet sevgisidir.

 

v KURTULMA ÇÂRESİ: Şerîat isteği, tarîkât sevgisi. Gündüz oruç gece ibâdet. İbâdetlerin medhini istememek.

 

3-     NEFS-İ MÜLHİME : İlim, cömertlik, kanaat, tevazu, sabır ve eziyetlere katlanmak, hararet, ağlamak, boğazı tıkanmak, Hakk ile iştigal, havf ve reca’nın bulunmayışı. Güzel sözleri duymakla hararetin artması, zikrullahı sevmek Allâh ile ferahlamak. Güzel ve güler yüzle konuşmak.

 

4-     NEFS-İ MUTMAİNNE :  Cömertlik ısrar tevekkül sabır, hilm, teslim, rızâ, sıdk,  rıfk (yumuşaklık), beşaşet (güler yüzlülük), şükür, sena, tazim, kalb süruru, dil lütfu, ayıpları örtmek, kusurları affetmek.

 

5-     NEFS-İ RAZİYE : Vera, hulus, muhabbet, üns, huzûr, keramet, masivayı unutmak, kemal üzere teslim ve rızâdır. (Bunların duâları asla red olunmaz fakat çok edepli ve hayalı oldukları için isteyemezler).

 

6-     NEFS-İ MARZİYYE : Allâh-ü Te’âlâ-nın ahlakıyla ahlaklanmak. Beşeriyeti terk, ayıpları örtmek, herkese lütuf ve şefkatli olmak (veli ve şeyh bu makamdadır).

 

7-     NEFS-İ KAMİLE : Bütün sıfatların en güzelleri bundadır. Sevâb ve ibâdet sadece Allâh rızâsı içindir ve Cemalullah’ı görmek içindir.

 

*** Her insanda iki unsur vardır.

1-    Ölümsüzlük,

2-    En yüksek olma

“Herkesin kazandığı yâ lehinedir veyâ aleyhinedir”                                           (Bakara 286’dan)

 

Nefsin hayırlara zorla, kötülüklere kolaylıkla koştuğunu işâret ediyor.

 

KESEBET :Kişinin iyilikler yapması hakkında,

 

İKTESEBET : Kişinin kötülükleri yapması hakkında.

 

*** Bu aylarda şeytanlar ve cinler bağlanıyor. Nefisle baş başa kalınıyor.

 

*** Günâhlardan tövbe --TEVBE-İ NASUH-- ,kaza ibâdetler zikir taat ...                                           

 

CEHENNEM TABAKALARI

 

1.     CUHNEM(Cehennem) :Azâbı en hafif olan ve Müslüman olup günâhkarların yeridir...

2.     SA’İR : Hıristiyanların yeridir...

3.     SEKAR : Yahudilerin yeridir...

4.     CAHİM : Mürtedler (Dinden dönenler) ve şeytanlar için acıklı bir azâb yeridir.

5.     HUTAME :Gayya kuyusu aradadır.

“... Çok yakında GAYYA (denen cehen-nemdeki kuyu) ya kavuşacaklar-dır.”            

(Meryem 59’dan)

GAYYA : Cehennemîn en korkunç yeridir ki ; Cehennem ehli ondan her gün bir çok kere Allâh’a sığınırlar.

 

Ye’cüc-Me’cüc ve kâfirlerin yeridir.

 

6.     LEZİ’ : Puta ve ateşe tapanlar ile sihir yapanların yeridir.

7.     HAVİYE : Allâh’ı inkar edenler dinsizler, borcunu ödemeyenler, yalancılar, münâfıkların yeridir. En hararetli azâb buradadır.

 

Yâ Rabbî bizi Cehennem azâbından koru!.. (Âmîn!...)

 


LETÂİFLER
 
1-      Kalb,

2-      Rûh,

3-      Sır,

4-      Hafî,

5-      Ahfâ,
6-      Nefis,

 
Yeri: Sol memenin iki parmak altı.

 
Yeri: Sağ memenin iki parmak altı.

 
Yeri: Sol memenin iki parmak üstü.
 
Yeri: Sağ memenin iki parmak üstü.

 
Yeri: Sadır dediğimiz, göbek ile boyun kemiği arası.

 
Yeri: İki kaşın arası ve alnın ortası.
7-      Toprak,

8-      Su,

9-      Ateş,

10- Hava.

 
Yerleri: Bunların dördüne birden ceset letâifleri veya –Anâsır-ı Erbaa=Dört ana madde- de denilir ki, Baştan ayağa kadar bütün âzâlar vücûdun her zerresi (deri, kıllar, kan damarları, bütün hücreler vs..) zikredilir.

 

 

NEFİS KONUSU ----- RÛHU’L-BEYÂN         Cüz:30

﴿وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِۚ  [سورة البلد:۹۰/۱۰]

Bu Âyet-i Kerîme (Şems Sûresi, 91/8.) tıpkı: “Ona iki yolu (doğruyu ve eğriyi) göstermedik mi?”[2]

 

Âyet-i Kerîmesi gibidir. Bunun mânâsı, Biz insana her iki yolu da gösterdik, demektir. Sahîh bir Hadîs-i Şerîf’te şu ifâdeler yer almaktadır:

 

İmrân b. Husayn (r.a.)’dan rivâyet olunuyor: Cüheyne yâ da Müzeyne kabîlesinden adamın birisi Rasûlüllâh (s.a.v.)’a sorar: --- “İnsanların yaptıkları şeyler ve gerçekleştirmek için çile çektikleri ameller onların kaderleri midir, yoksa böyle değil midir?”

 

Rasûlüllâh (s.a.v.) bu soruya şöyle karşılık verir:

 

--- “Hayır tam tersine onların kaderidir.”

 

Soruyu soran kişi: --- “Mâdem kaderi oluyorsa o zaman amel etmek niye ey Allâh’ın Rasûlü?” der.

 

Rasûlüllâh (s.a.v.) şöyle cevâb verir: --- “Allâh her iki mertebeden birisi için yaratmış olduğu kuluna o mertebeyi hazırlar.” Sonra Rasûlüllâh (s.a.v.) bu sûredeki bu Âyet-i okudu.”[3]

 

İbn-i Abbâs (r.anhümâ) der ki: --- “Rasûlüllâh (s.a.v.) bu Âyet-i Kerîme’yi okuduğunda şöyle duâ ederdi:

 

--- “Allâh’ım! Nefsime iyiliği göster, nefsimi arındır. Sen en hayırlı arındıransın, sen nefsimin velîsi ve mevlâsısın.”[4]

 

1.Emmare, 2. Levvame, 3. Mülhime, 4. Mutmainne, 5. Radiye, 6. Merdiye, 7.Safiye

 

Bu yedi nefis mertebesinin her biri ayet ile sâbittir.

 

“Nefsimi temize çikarmiyorum. Çünkü nefis asiri sekilde kötülügü emreder ”(Yusuf/ 53) ayetinde Allâh-ü Te’âlâ Hazretleri Nefsi Emmare den bahsetmektedir.

 

“Kendini kinayan (pismanlik duyan) nefse yemin ederim ”(Kıyâmet /2) ayetinde ise Nefsi Levvame den bahsetmektedir.

 

“Ona (Nefse) bozuklugunu ve korunmasini (isyanini ve itaatini) ilham edene yemin olsun”(Sems /8) ayetinde Nefsi Mülhime den bahsetmektedir.

 

Mutmainne, Radiye ve Merdiye den ise toplu olarak söyle bahsedilmektedir.

 

“Ey huzûra kavusmus nefis (insan) ! Sen Ondan hosnut, O da senden hosnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarim arasina katil ve cennetime gir .”(Fecr /.27.30)

 

Mürsidi Kamiller bu yedi nefsin her birini bir Esma ile terbiye ederler.

 

 

 

NEFSI EMMARE

 

Kulu, Rabbinden uzaklastirarak kötülükleri islemeye tahrik eden en süflî durumdaki isyankâr nefstir. "Emmâre" çok emredici demektir. Bu sifati haiz olan nefsin yegâne maksadi, hevâ ve heveslerini ölçüsüzce tatminden ibarettir. Sehvetin esiri, seytanin avânesi olmus; keyfine, zevkine, günâha düskün olan nefstir.

 

Nefsin düskünlükleri ve asiri istekleri demek olan sehvetlere karsi her hangi bir mücadele göstermemek, onun arzularina tâbi olarak seytanin yoluna uyup gitmek de, nefs-i emmâre seviyesinde bulunan kimselerin ahvali cümlesindendir.

 

Aslinda nefs-i emmâre, sahibine karsi seytandan bile tehlikeli olabilmektedir.

 

Iste bu nefsi emmarenin kötü ve çirkin sifatlari ehli tasavvufun görüsüne göre yedi tanedir.

 

• Hevâ’dir(Arzu, heves, ihtiras, muhabbet, nefsin haz ettigi seyler)

 

• Gazap (Öfke, hiddet, kizma)

 

• Sehvettir

 

• Hirstir

 

• Buhül’dür (Cimrilik, hasislik)

 

• Ucup’dur (Kendini çok sevme yaptiklarini begenme bencillik, gurur, baskalarini hor ve hakir görme)

 

• Kibir’dir.

 

Nefsi emarenin bu yedi kötü ve çirkin sifatlarini gidermeye de, asagida sayacagimiz yedi sey sebeptir. Bu sayacagimiz yedi sey, bütün ehli Islam’in gözlerini ve gönüllerini açan yedi hayirli ve faydali istir.

 

• Açliktir

 

• Susmaktir

 

• Az uyumaktir

 

• Halk içine lüzumundan fazla karismamaktir

 

• Daima LA ILAHE ILLALLÂH demektir

 

• Mürsid-i Kamile erismek, elini tutmak ve tövbe edip ona teslim olmaktir.

 

• Mürsid-i Kâmilin irâdeti altinda olmak ve onun emri altinda bulunmaktir (Onun her emrine itaat etmektir)

 

Bu yedi sey yukarida sayilan yedi çirkin ve kötü sifati gidermege, yâni nefsi emmarenin fenaliklarini iyilige, iyi ve güzel ahlâka çevirmeye sebeptir.

 

Gavsul Azam Hazretleri:

 

“ Seytan, bir günde yetmis türlü sekilde yetmis kere hacca davet etti” buyurdular. Iste Nefsin ve Seytanin vesvesesi ile ruhu sultaninin hükmü tamamen ortadan kalkan ve Nefsi Emmare de bulunan salik, Mürsidi Kamil elinde olursa, onun Kutsi kuvveti bereketiyle kisa zamanda nefsi levvamaye tebdil olur. Salik mürsidinin sözünü dinler verdigi dersi çekerse ona “KELIME-I TEVHIDI” telkin ederler.

 

 

 

 

 

 

NEFİS MERTEBELERİ

 

NEFSI LEVVAME

 

Nefs-i emmâresini pismanlikla hesaba çekip, onun çirkin hâl ve hareketlerinden kurtulmak için gayret gösterenler, nefs-i levvâmeye dogru mesâfe alirlar. Böyle kimseler, nefs-i emmâredeki gibi "nasil olsa Allâh affeder" düsüncesiyle avunma gafletinden nispeten arindiklari için, kendilerini teselli edemezler. Bu sebeple de nefislerini kinar, pismanlikla tövbe-istigfar ederler.

 

Levm etmek, kinamak ve ayiplamak demektir. Nefs-i levvâme; yaptigi kötülüklerden, Allâh’in emir ve yasaklarina karsi gösterdigi ihmal ve kusurlardan pismanlik duyarak vicdani muazzeb olan ve bu sebeple de kendisini siddetle kinayan nefstir. Bu mertebede olan kisi, nefs-i emmâredeki fiillerin bâzılarindan tövbe edip kurtulmustur. Yâni gafletten bir nebze siyrilmis ve günâh arzusu azalmistir. Ancak bu hisler yeterince olgunlasmadigi için dayanamayip tekrar günâhlara düsmekten de kendini kurtaramaz.

 

Bu kimselerin, Allâh-ü Te’âlâ’nin emirlerine baglilikta ve Salih amellerinde çogalma görülür. Amelleri ekseriyetle Allâh içindir. Ancak ilâhî ilhamlarin bahsettigi huzûr ve sükûna tam manasiyla kavusamadiklarindan, Allâh için yaptiklari salih amellerinin halk tarafindan bilinmesini de içten içe isterler. Yâni nefs-i emmârenin bazi kötü huylari devam etmekte, ancak kul bu hâlinden dolayi kendini kinamaktadir.

 

Nefsin vasil oldugu bu merhalenin ismi, Kur’ân-i Kerim’deki:”

 

Levvâme (pismankâr) nefse kasem ederim..." (Kıyâmet / 2) ayetinden gelmektedir.

 

Insanin kendi nefsini levm etmesi, yâni onu siddetle kinamasi, sirf kuru sözlerle vuku buluyorsa, bunun umulan neticeyi hâsil etmeyecegi asikârdir. Zîrâ “levvâme” ve “emmâre” mertebeleri arasinda gayet hassas ve ince bir sinir vardir. Kisinin, nefsini azicik levm etmesi (kinamasi) sebebiyle içinde bir kibir hâli beliriyorsa, orada hâlâ gizli de olsa nefs-i emmârenin hükümranligi devam ediyor demektir.

 

Ayet-i kerimede Cenâb-i Hakk:

 

"Andolsun ki insani biz yarattik; nefsinin kendisine fisildadiklarini da biliriz. (Zîrâ) Biz ona sah damarindan daha yakiniz." (Kaf /16) buyurmaktadir.

 

Bu itibarla insan, nefsini levm ederken bile, nefs-i emmârenin gizli desiselerinden ve kendisini emniyette hissetmek gafletinden siddetle ictinâb etmelidir.

 

Tövbede sebatkâr olup kötü fiillerden arinabilmek, ancak manevî terbiye ile mümkündür. Levvâme mertebesindeki nefs, sayet manevî terbiye altinda ve salihlerle birlikte bulunuyorsa, kötü fiillerden kurtulur. Firsat bulunca bunlara tekrar dönmez. Ancak kalpte, kin, hased, kibir gibi bazi kötü huylar kalir.

 

Teveccühü artar ise seyhini müsahede eder hatta peygamberimizi de müsahede eder. Nefsine uyar da gerilerse belki seyhini görür ama daha önceki aldigi lezzeti ve tadi bulamaz. Bu halini devam ettirirse sifati mülhimeye geçer. Fakat bu nefis mertebesi emmareye yakin oldugu için ona atlamak da çok kolaydir. Bu nefis ikiyüzlüdür bir yüzü emmareye diger yüzü mülhimeye bakmaktadir.

 

Levvamede bulunan salikin esmasi sayet üstadi verirse ismi “CELAL” dir.

 

Levvame ve mülhimede bulunan saliklere tecelli ihsan olunur bu tecelli sebebiyle üstadlarini ve peygamberimizi rüyâlarinda görürler. Ancak hakiki tecelli nefsi mutmainne de olusur Daha sonra zikre devam ettikçe Nefsi Mülhimeye çikar

 

NEFSI MUTMAINNE

 

Bu makam dervislik makamidir. Manen kisi bu makama kadar insan degildir. Bu mertebeye erince insanlik sifati onda olusur. Züht ve takva ehlinin ulasacagi en yüksek mertebe sifati mülhimedir. Burada tarikat ehli haricindeki insanlari kötüleme yoktur. Sifati mülhime’nin öyle bir noktasi vardir ki, o da çok yüksek bir makamdir. Fakat burada tarikat ehlinin hakli oldugu bir durum vardir ki oda nefsi mutmainneye mürsidi kâmil olmadan çikilmaz oldugudur. Çünkü insanin nefisle mücadelesi ancak burada kemale erer. Bu noktadan sonra bir mürsidi kâmilin terbiyesi gerekmektedir .

 

Bu söylediklerime delil sudur ki, daglarda kendi kendine yetisen agaçlarin meyveleri yenmez. Yense bile lezzeti olmaz. Ham ahlât gibi yiyenin bogazina durur. Fakat bir bahçivan onlari yerinden sökerek, kendi bahçesine dikse, budayip asilasa öyle bir meyve agaci olur o kadar lezzetli meyveler verir ki, ilk hali ile arasinda büyük farklar olur. Iste onun gibi bir mürsidi kâmilin elinde olanda böyle degisir.

 

Nefsi mutmainne de dervise ismi “HAY” telkin olunur. Dervis bos kaldigi zaman sürekli bu zikri yapar. Bu makamda kisi gayet cömert olur. Dost yoluna bütün mülkünü vermeye razi olur. Seyhine, ölü yikayicisinin elindeki ölü gibi teslim olur. Ilahi ask günden güne artar günden güne artar. Kalp rikkati artar, her an dost izini gözler gözyasi adeta su gibi olur. Bütün fiilleri iyilik ve güzellik ve ahlaklari da üstün ve temiz ahlak ile belli olur. Tarafi Ilahiden öyle bir hal ihsan buyurulur ki, islerini irâdesiz olarak Hakk’ka teslim etmislerdir. İbâdetleri itaatleri Allâh-ü Te’âlânin rizasi içindir. Allâh ile beraber olma anlamina gelen “Huzûru maallâh” kisiye hal olur .“Iyi bilin ki, Allâh u Te’âlâ’nin Velileri (Dostlari) için hiçbir korku yoktur. Onlar, mahzun da olacak degillerdir ” ayeti kerimesi ile tebsir olunur.

 

Iste bu makama geldiginde Allâh-u Zülcelâl Hazretlerinin dostu olur, “Îrci” hitabina mahzar olur.

 

Bu mertebede kötü ve çirkin vasiflar, yerini güzel ahlâka terk etmistir. Davranis olgunlugunda zirveyi teskil eden ve bütün beseriyete numune olan Hazret-i Peygamber(sav) yüksek ahlâki, tarifsiz bir zevk ile güzelce yasanmaktadir. Kulun kalbi, sabir, tevekkül, teslimiyet ve rızâ ile taçlanmistir.

 

Böyle kimselerin gönülleri daima Hakk’in zikriyle mesguldür. Ahkâmi Ser’iyyenin batinina da vâkif olmuslardir. Imam-i Rabbanî Hazretleri:

 

“Nefs-i mutmainneye kadar yapilan ibâdetler ve kulluk taklididir. Nefsi mutmainne’de ise bunlar taklitten tahkike dönüsür.” buyurmustur.

 

NEFSI RADIYE

 

Daima Hakk’a yönelmek suretiyle Allâh (cc) ile beraber olma suuruna erismis, hikmetine ve hükmüne ram olarak Rabbinden razi ve hosnut hâle gelmis olan nefstir. Bu mertebeye yükselen kul, kendi irâdesinden vazgeçip Hakk’in irâdesinde fani olmustur. Kur’ân-i Kerim’deki:

 

“ Sen O’ndan, O da senden razi olarak Rabbine dön!” (Fecr /28) ayetindeki

 

“Sen O’ndan razi olarak” hükmünün bu makama isaret ettigi beyan olunmaktadir. Bu riza hâli, Hakk’tan gelen bütün çileli imtihanlara karsi sabir göstermek ve bu husûsta O’nun irâdesini can u gönülden kabullenmektir. Ayet-i kerimede buyurulur;

 

“ Andolsun sizi biraz korku, biraz açlik, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden noksanlastirmakla imtihan edecegiz. Sabredenleri müjdele!” (Bakara /155)

 

Bu ayet-i kerimede ifâde buyrulan “sabredenler” zümresinden olabilmek, ancak Cenâb-i Hakk’in takdirine velev ki o takdir, umuldugu ve beklendigi gibi tecelli etmese bile- razi olmak ve asla isyana düsmemekle mümkündür.

 

Iste nefs-i râdiye de, ilâhî irâdenin hayir veya ser olarak tecelli eden bütün kaza hükümlerine tereddütsüz teslim olup riza gösterenlerin, asla sikâyet etmeyenlerin makamidir. Bu makamin imtihanlari öncekilere nisbetle daha agirdir. Zîrâ insan manen yükseldikçe iptilâlar artar.

 

Nitekim Allâh Rasûlü(sav) söyle buyurmustur:

 

“ Insanlar içinde en siddetli iptilâlara ugrayanlar peygamberlerdir. Sonra da onlara yakinlik derecesine göre diger kimselerdir. Insan dindarligi ölçüsünde iptilâlara maruz kalir.” (Tirmizî)

 

Bu nefisteki kisiler eger zikirlerine devam ederlerse ruhu hayvan ruhu sultanin haliyle bir derece daha hallenir. Bunun alameti ise ruhu hayvana kötü ve güç gelen seyler, onlara güzel ve kolay gelmeye baslar. Gayet halim selim olur. Bütün mahlûkat onun elinden ve dilinden emin olurlar. Her nereye varsa irâdesiz tazim ederler. Halk arasinda son derece sevilir ve sayilir. Kendisi de kaza ve kaderinde olanlarin hepsine razi olur ve bir an bile Allâh’in rizasindan ayrilmazlar. Keder ve sürur müsavi olur. Zâten bundan dolayi bu nefse Radiye denmistir.

 

Salik, manada bütün mevcudati yok olmus görür. Yalniz, bir beyaz veya kizil yahut baska bir renkte nur içinde kalir. Bâzılari o halde:

 

“ yeryüzünde her sey fanidir. Azamet ve ikram sahibi olan Rabbin zâti bakidir” (Rahman /26,27) ayeti kerimesi ile ihsan olunur.

 

Bu Makamda olan kisiye Üstadi Tarafindan ismi “HAKK” telkin olunur

 

NEFSİ MERDİYE

 

Râdiye mertebesinde bulunanlarin, bu mertebenin bütün füyûzâtindan istifâde edebilmeleri için, Cenâb-i Hakk’in da onlardan razi olmasi icâb eder. Yâni kulun Allâh’tan razi olmasi yetmeyip, kâmil bir terakki için Allâh’in da kulundan razi olmasi gerekir. Diger bir ifâdeyle Hakk’tan rızâmiz, O’nun yûce rızâsina mazhar olabilecek bir kivam ve güzellikte olmalidir. Bu gerçeklestigi takdirde “merdiyye” sifati Allâh’a râci olmasina ragmen, kulun bunu temine medar olan amelleri bereketiyle bu makam kula da izafe edilmistir. Buna göre râdiye, Allâh’tan razi olanlarin; merdiyye ise Allâh’in da kendisinden razi oldugu kimselerin makamidir.

 

Cenâb-i Hakk’in bizzat razi ve hosnut oldugu bir nefs olan merdiyyede kötü huylar yok olmus, güzel huylar ve ahlâkî meziyetler inkisaf etmistir.

 

Öyle ki; Yaratan’dan ötürü yaratilanlara sefkat, merhamet, sevgi, cömertlik, affedicilik ve hassasiyet onda bir lezzet halindedir. Bu mertebedeki bir mümin, nefsini en güzel bir sekilde muhasebe ve murakabe eder. Her nefeste varlik ve benlik keyfiyetlerini gözeterek seytani hilelere karsi bos bulunmaktan sakinir.

 

Yine bu mertebede kul, her halükârda ve bütün mevcudiyetiyle Hakk’a teslim olmustur. Allâh’tan gelen kahir veya lütuf tecellilerinin her ikisine de gösterdigi riza bereketiyle ebediyet âlemine göçerken, ilâhî rızâ ile müjdelenerek kendisine cennet hil’ati giydirilmistir.

 

Yukarida da zikredilen:

 

“Sen O’ndan, O da senden razi olarak dön Rabbine!” (Fecr/28) ayetindeki “ Rabbin de senden razi olarak” hükmü, bu hâli ifâde etmektedir.

 

Ayrica Beyyine Suresi’nin 8. ayetindeki

 

“... Allâh onlardan hosnut olmus, onlar da Allâh’tan hosnut olmuslardir...” beyani da bu hakikatin diger bir ifâdesidir.

 

Bu hâl ve hakikatlere nail olan bir kul, artik hâdisati “hakke’l-yakin” mertebesinden seyretmektedir. Allâh’in izniyle bazi gaybi sirlara vâkif olabilir.

 

Yâni nefs-i râdiye makaminda müsahede ettigi kemâlat tecellilerini, simdi bizzat nefsinde tatmakta ve o hâllerle hallenmektedir. Sabir, tevekkül, teslimiyet ve rızâ gibi hasletler, onun davranislarinin hâkim vasfi durumundadir.

 

Salik bu makamda Cenâbi Hakk ile keyfiyetsiz müsahede ve mükâleme eder. Bundan sonra dervise “ Yâ Kayyum ” ismi telkin olunur. Bununda kelime-i tevhide verecegi mana “Öyle ise bil ki, Allâh-u Te’âlâ’dan gayri hiçbir ma’bud yoktur.” (Muhammed /19) olur.

 

Halleri, seriata uymak ve geregini yerine getirmek ve bütün davranislarinda Peygamber Efendimize uymak olur ki:

 

“Allâh-u Te’âlâ’nin ahlaki ile ahlaklaniniz.

 

Allâh-u Te’âlâ’nin sifati ile sifatlaniniz”

 

Hadisi Serifi sirrinca Rasulullah Efendimizin(sav) sünnetlerini icra ile ve Efendimizin ahlaki ile ahlaklanir. Kendileri daima Allâh’in huzûrunda olurlar. Bu makamda olanlar Allâh’in hizmeti ile memurdurlar. Irsat veya memleketler tasarrufunda olur. Ehlullahin erginlerinin hepsi nefsi merdiye’de olurlar. Bu makam, makami vahdettir. Herkes bu makama varamaz. “Ölmeden önce ölünüz” sirrina mahzar olmuslardir.

 

Allâh (cc) bu kimseye tayin olunan kiramen kâtibin meleklerinin ellerinden o zatin amel defterini alir, gelmis geçmis, büyük küçük, en ufak hataya varincaya kadar bütün kusurlarini affeder ve masumiyet hilatini giydirerek kiramen kâtibin melekelerine buyurur ki: Ey meleklerim bunca zamandir sizleri bu kulumun hizmetlerine vekil tayin etmistim. Simdi ben bu kulumdan raziyim. Sizler de razi misiniz? Onlar da sahitlik eder ve: “Yâ Rab bizler bu kuluna hizmet edeliden beri zerre kadar rizana aykiri bir halde bulunmadi” derler. Allâh bundan sonra söyle buyurur. “Ey meleklerim ben de sizi bu görevden azât ettim ve bu kulumdan razi oldum” buyurur.

 

NEFSİ SAFİYE

 

Nefs-i Safiye tezkiye neticesinde arinmis, saf, berrak, ulvî ve olgun nefstir. Bütün marifet sirlarinin tahsil edildigi ve ancak Cenâb-i Hakk tarafindan vehbî olarak lütfedilen bir makamdir; Hakk vergisidir, sirf çalismakla elde edilmez. Kader sirrina mebni, ilâhî bir ihsandir.

 

Nefs-i Safiyyeye erisenlere umumiyetle irsad hizmeti tevdi edildiginden bu makama ayni zamanda “irsad makami” da denilir. Cenâb-i Hakk, bu makamdakilerin hâl ve davranislarindaki mükemmellikle, insanlari gafletten ikaz edici bir tesir halk eder. Böyle zâtlar, bir Fâsik ile görüsseler, o fâsigin hâlini anlar, kalbî hastaliklarinin ilâcini, hâl lisaniyla kendilerine bildirirler. Fâsik, eger kalbi mühürlenmemisse insafa gelir ve pismanlikla gafletten uyanir.

 

Üstadimiz Nefsi Safiye Makami için söyle buyurdular;

 

Nefsin yedinci mertebesidir. Diger bütün mertebeleri kapsar. Safa makamidir. Kisi bu makama geldiginde mana âleminde, önce derisini yüzerler, etlerini keserler ve parçalarlar. Kemiklerini kendisi görür. Ondan sonra, onlari kiyma makinesine verirler, kiyma makinesinde çektikten sonra firina götürürler ve pisirirler, onu alip cehennem atesi ile sicak kavururlar. Et, simsiyah olur, o eti getirirler her tarafini silindir ile ezerler. Gayet toz haline getirip, bunu alir götürürler ve Allâh-u Te’âlâ Hazretlerine arz ederler. Iste bu, senin için yok olacak kül, o külü 18 bin âlemin her tarafina savururlar. O her tarafta kendi zâtini görür, her tarafta yok olur. Fenafillâh olur, Cenâbi Zül Celal Hz.lerinin zâtinda degil sifatlarinda fani olur, Yedi nur berzahini asar, Sekiz kat cenneti geçer fani olur, Yokluk oldugundan dolayi vekil oluyor, digerleri ise ham oluyor.

 

Bir insaninda Mürsid-i Kamil olmasi için diger bir sartta Rasulullah efendimizin bizzat görev vermesidir. Böyle olunca varisi nebi olduklarindan sekline ve suretine seytan giremez. Müridine son nefeste bizzat yetisir, kefil olur. Safiye ehli olanlar gönüllerine ilham edilen her manayi Allâh’tan bilir ve ortaya çikan her hali Kur-an’in özündendir diyerek kabul ederler. Hatta kendilerini yok addederek gönül hanesinden bir adim disari çikmazlar. Sufiler hiçbir engel tanimayan miraci manevinin zuhur ettigi bu mertebeyi “hal, kal ile bilenmez” diyerek ehlinin anlayislarina havale ederler.


 NEFSİN 7 MERTEBESİ


1- NEFS-İ EMMARE ( Kötülüğü emreden ve bundan zevk alan nefistir)

Bu nefsin eserinden kibir benlik, hırs, şehvet, kıskançlık, cimrilik, kin, intikam, hiddet gibi huylar çıkar.

2- NEFS-İ LEVVAME (Kötülük yaptığında bundan pişman olup af dileyen nefistir)

Kendini kınayan, kötüleyen, azarlayan nefstir .


Bu nefs sahibi, günah işlediğinde pişman olup tevbe eder, kendisini kınar, yapmamak için karar verir. Fakat günah önüne gelince duramaz, yine içine düşer. Sonra pişman olur. İyilik ve kötülük arasında gider gelir.

Kendini beğenme, çekişme, gizli riya, makam ve şehvet tutkusu gibi nefs-i emmârenin bazı vasıfları bu mertebede de bulunur. Fakat nefs hakkı hak; batılı batıl görür. Yine bilir ki, bu sıfatlarla huzurdan uzaktır. Fakat onlardan kurtulamıyor.

Hali muhabbet, gidişi tarikat, mahalli Kalp'tir. Alemi Berzah Alemi'dir. Nefsiyle mücahedede sabit olursa Misal Alemi'dir. Uykuyla uyanıklık arasında –genellikle oturma halinde- Misal Alemi'n*den bir çok manalar temessül eder.

3- NEFS-İ MÜLHİME ( Allah'tan ilham alan nefistir)

Allahu Tealâ nefsin isyan ve itaatini vasıtasız ilham ettiği için bu makamda nefsin adı mülhime olmuştur. Nitekim Kur'an'da : “Sonra da o nefse isyan ve itaati ilham edene yemin ederim” (Şems, 8) buyrulmuştur .

Nefs, tevbe, zikir, rabıta ve mücahedeyle günahların ağırlığından ve şehvet bağından kurtulunca, ilham ve feyiz almaya kabiliyet kazanır. Devamlı olarak kâmil mürşidden kalbine ilhamlar gelir. Bu mertebede hayvanî nefs tamamen ıslah olur. Haramdan kaçar, hayırlara koşar.

Alemi Ruhlar Alemi, mahalli Ruh'tur. Ruhunda ilâhi aşk ateşi parlamaya başlar. İlim, tevazu, yumuşaklık, kanaat, mert*lik, sabır, belaya tahammül gibi, güzel hasletler belirir. Visal rüzgarları esmeye başlar. Fakat ego, ona açık ve bariz bir şekilde saldırmaya başlar . Kendini ve amellerini beğendirir, insanları küçük ve değersiz gösterir, ümitsizliğe düşürür, Allah'ın azabına karşı ona emniyet hissi verir. Bu makamda mürşidin himmeti olmazsa tehlikeye düşebilir.
Bu makamda salik, sırlara vakıf olduğundan esrar ile meşgul bulunduğu cihetle bunun üstünde olan kemalden mahcup kalmıştır. Bu makamın seyri Allah (CC) Hz.leri olduğu için salikin batınında imanın hakikati zuhur etmiş olmakla müşahedelerinde masiva kalmamıştır. Bu makamın alemi, ervahtır, salik arzu ettiğini görür ve tasarrufa bile kadir olur.

4- NEFS-İ MUTMAİNNE (Tatmin olmuş nefistir)

Cenab -ı Mevlâ'nın “Ey tatmin olmuş Nefs” (Fecr , 27) hitabıyla ıstıraptan kurtulup huzura eren nefstir . Her türlü şek ve şüpheden temizlenip rahatlamış, ayne'l - yakîne ve kâmil imana ulaşmıştır. Kötü huylardan tamamen pak olmuş, fenalıklara arzusu kalmamıştır. Seyri, Allah ile gerçekleşmiş (seyr-i meallah), velilik mertebesine ulaşmıştır. Alemi, Muhammedî Hakikat, mahalli Sır'dır. Manevi tecellilerin mazharıdır . Sıfatları, tevekkül, incelik, cömertlik, yumuşaklık, güler yüz, tatlı dil, kusurları bağışlama, hamd, şükür, müşahede, teslimiyet ve rızadır.

Azizim! Malum ola ki, sıfat-ı mutmainnede bulunan zevatın halleri şöyle olur: Bunlar, artık tereddütlerden ve iç kuruntulardan kurtulmuşlardır. Ve teslim-i külli ile teslim olmuşlardır. . Bu zevata “veli” adı verilir. Bu mertebede olanlara Yüce Allah (CC) Hz.leri Mucizel Beyan’ında şöyle hitap etmektedir: . . Ayet-i Kerimedeki aşka ve muhabbete nail olur, Zikrullah ile gönlü rahat eder, kalbi mutmain olur.

5- NEFS-İ RADİYYE ( Allah'tan razı olmuş nefistir)

İster bela, ister sefa, Allah'ın bütün fiillerinden razı olan, O'ndan başka her şeyi gözünden silip atan ve sadece Rabbi'nin rızasına nazarını diken nefstir . Bu nefse: “Razı olmuş ve razı olunmuş olarak Rabbine dön” ( Fecr , 28) kelâmıyla hitab edilmiştir. Seyri Allah'tadır ( Seyr -i fillâh ). Alemi Lâhut (Ruhanîler) Alemi; mahalli, Sırrın Sırrı'dır. Beşerî sıfatlardan büsbütün yok olmakla fenâya varmıştır. Fakat bu makama varanlar arif değil, velidirler. O yüzden başkasını irşad edemezler.
Azizim! Malum olsun ki, nefs-i radiyye sıfatında olan bu zatlar, yine bu hal ile bazan ilerler, bazan da gerilerler ve böylece zikrine ve fikrine devam ve sebat ederlerse, Cenab-ı Hakk’tan (CC) kendilerine teveccüh eden her şeye rıza-i külli ile razı olurlar ve onlar için keder ile sürur müsavi olur. Çünkü Yüce Allah (CC) Hz.leri onları Mucizel Beyan’ında müjdelemiştir: “Rabbine razı ve marzi olarak dön.”[6]

Allah (CC) Hz.leri’nin vermiş olduğu belalara tahammül gösterirler ve: “O’ndan (CC) gelen her şey güzeldir. Lütfu da hoş, kahrı da hoş.” derler, “Eyvallah! Hoş geldi, safa geldi!” derler, Cenab-ı Hakk (CC) Hz.leri'nden gelenleri öpüp başlarının üstüne koyarlar.

6- NEFS-İ MARDİYYE (Allah'ın razı olduğu nefistir)
Ariflerin makamıdır. Bekabillâh burada tahakkuk eder. Muhtaç olduğu ilimleri bütünüyle alıp, mana aleminden bu görünen madde alemine dönmüştür. Dış itibariyle diğer insanlardan ayırdedilmez . Fakat iç itibariyle bütün cisimleri altına çevirecek bir tılsım gibidir. Kendine lütfedilen marifet bilgi*sinden dünya halkına ikram eder. İlâhi bilgi dairesinin mahremidir. Onun müşahedesine yâ*bancı bir diyar yoktur. Kendisine üfürülen ruh ile görür, bilir. Sesini uzaklardan işittirir. Mür*şidinden izin almak kaydıyla irşadı sahihtir. Seyri Allah'tan (Seyr-i anillâh )'dır. Alemi şu görünen maddi alem, mahalli Hafâ'dır .

“Onun işiten kulağı olurum, gören gözü olurum, konuşan lisanı olurum, yürüyen ayağı olurum. Benimle işitir, benimle görür, benimle konuşur, benimle tutar ve benimle yürür.”[7]

7- NEFS-İ KAMİLE (Seçkin, saf, tertemiz nefstir)
Allah'ın en seçkin dostları olan Gavs ve Kutupların makamıdır. Seyirleri Allah'ladır (Seyr-i billâh). Alemleri; kesrette (çoklukta) vahdet, vahdette kesrettir. Mahalleri Ahfâ'dır . Önceki bütün nefislerin güzel vasıflarını üzerinde toplamış*lardır. Her halleri ibadet ve zikirdir. Bir an Allah'tan gafil olmazlar. Onların mu*radı Allah'ın murad ettiği şeydir. .

Cenab-ı Hak onlarla alemlere ikramda bulunur, belaları def eder. Saliklerin gönüllerinde onlar sayesinde haller zuhur eder. Ama herkese merhamet ve şefkatle bakarlar. İnsanların kusurlarına bakmazlar. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar.

Pak ve tertemiz yüzleri huzur ve aydınlık saçar. Onları görenler Allah'a yönelirler. Mübarek yüzlerine edeple bakmak bile ibadettir. İnce ve lâtif sözleri katıksız hikmet bilgisidir. Gayet ince, zarif, yumuşak ve alçak gönüllülükle telkinde bulunurlar. .

Bu dünyada onların kapısında bulunmaktan daha büyük devlet ne olabilir? Onlar olmadan bunca sarp yollar nasıl aşılır?

Azizim! Malum ola ki, ruh-u hayvanın kendisine mahsus olan yaratılışı sıfat-ı emmare ve ruh-u sultanın kendisine mahsus olan yaratılışı sıfat-ı safiyyedir. Ruh-u hayvan, Cenab-ı Hakk’ın (CC) ihsanı, mürşidin himmeti ve ruh-u sultanın rağbet göstermesiyle kendi sıfatı olan emmarelikten geçer. Yani başlangıcından bu hale gelinceye kadar, hayvanlık sıfatlarından arta kalan eserler de tamamen mahvolur ve ruh-u sultanın kendisine mahsus olan sıfat-ı insaniyye ile sıfatlanır. Bu makamda olan salik, Cenab-ı Hakk’ın şu Ayet-i Kerime’sinin muhatabı olur: “O’nun (CC) vechinden başka her şey helak olucudur.”[9] Ayet-i Kerime’sinin sırrını seyr ile müşahade eder. İşte bu büyük ihsana malik olan zatlara “insan-ı kamil” denilir. Sözün kısası, sıfat-ı safiyye ile sıfatlanan zatların nefisleri, ruh-u sultana döner. Nefs-i hayvaniyetten eser kalmaz. Bu bahtiyar insanlar tasavvuf (tarikat) yolunda çalışarak nefs-i hayvaniden tamamiyle kurtularak sıfat-ı insaniyye ile muttasıf olurlar.[10]

Kaynaklar


[1] Yusuf S. A.53

[2] El-Kıyame S. A.2

[3] Eş-Şems S. A.8

[4] El-Fecr S. A.27-30

[5] Er-Rad S. A.28

[6] El-Fecr. S.A.28

[7] Buhari Rikak 38. İbn Hanbel. IV. 256

[8] El-İnsan S. A.30-31

[9] El-Kasas S. A.88

[10] Miftahul Kulub. S.135
 
 
 









[1] Şems Sûresi, 91/7-10.
[2] Beled Sûresi, /10.
[3] RÛHU'L-BEYÂN, İsmail Hakkı BURSEVÎ, 10/56, Damla yay., no.211, İst/2002. (Hadîsi Müslim, Ahmed b. Hanbel, İbnü'l-Münzîr, İbn-i Merdûye rivâyet etmişlerdir. Bkz. ed-Dürrü’l-Mensûr, 6/356. )
[4] RÛHU'L-BEYÂN, İsmail Hakkı BURSEVÎ, 10/56, Damla yay., no.211, İst/2002. (Hadîs-i Şerîf’i Ahmed b. Hanbel, Müsned’inde; Taberânî, İbnü’l-Münzîr ve benzer ifâdelerle Müslim rivâyet etmişlerdir. Bkz. Muhtasar, İbn-i Kesîr Tefsiri. 3/645.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder