ÜÇ AYLARIN FAZILETİ İFASI, REGAİB VE MİRAC GECELERİ ANLAM GAYE VE İBADETLERİ
E’ÛZÜ BESMELE VE MÂNÂSI
OKUNUŞU: “Eûzü billâh-i mine’ş-Şeytâni’r-Racîm, Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm.”
ANLAMI: “Allâh-ü Te’âlâ’nın huzârundan kovulmuş olan Şeytân’ın şerrinden yine Allâh-ü Te’âlâ-yâ sığınırım!.. , O Rahmân ve O Rahîm olan Allâh-ü Te’âlâ’nın adıyla başlarım!..
ORUÇ
RAMAZÂN
ORUCU VE FAZÎLETİ
﴿ يَآ اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ أٰمَنوُا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ
مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ ﴿١٨٣﴾ اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ
كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضًا اَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ
وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ فَمَنْ تَطَوَّعَ
خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۜ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ
تَعْلَمُونَ ﴿١٨٤﴾ شَهْرُ رَمَضَانَ
الَّذ۪ىٓ اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاأٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى
وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۜ وَمَنْ كَانَ مَر۪يضًا
اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ
الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ
وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿١٨٥﴾ ﴾ [سورة
البقرة:۲/۱۸۳-۱۸٥]
183. “Ey îmân edenler! Allâh’a karşı
gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de
farz kılındı.
184. Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim
hasta, yâ da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde
tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (meselâ fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha
hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
185. “(O
sayılı günler), insanlar için bir hidâyet rehberi, doğru yolun ve hakk ile
bâtılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’ân-ın kendisinde
indirildiği Ramazân ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla
geçirsin. Kim de hasta veyâ yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka
günlerde tutsun. Allâh, size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı
tamamlamanız ve hidâyete ulaştırmasına karşılık Allâh’ı yûceltmeniz ve
şükretmeniz içindir.”
RAMAZÂN HİLÂLİ İLE DİĞER HİLÂLLERİN SÜBÛTU
Ramazân ayı, kamerî aylardandır. Bunların sübûtu
hilâllerin, yâni yeni ayların görülmesi iledir. Bunun için Şa’bân ayının yirmi
dokuzuncu günü güneşin batışında insanların hilâli araştırmaları bir görevdir.
Hilâli görürlerse, ertesi günün Ramazân orucuna başlarlar. Hava bulutlu,
dumanlı bulunup da hilâl görülemezse, Şa’bân ayını otuz gün olarak tamâmlar,
sonra oruca başlanır.
Hilâl
görülünce üç kez tekbîr:
" أَللّٰهُ أَكْبَرُ أَللّٰهُ أَكْبَرُ لٰٓا
إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَللّٰهُ أَكْبَرُ أَللّٰهُ أَكْبَرُ وَلِلّٰهِ الْحَمْد."
OKUNUŞU: “Allâh-ü ekber, Allâh-ü ekber. Lâ
ilâhe illellâhü vallâhü ekber. Allâh-ü ekber ve lillâhi’l-hamd.”
ANLAMI: “Allâh-ü Te’âlâ büyüktür,
Allâh-ü Te’âlâ büyüktür, Allâh-ü Te’âlâ’dan başka kulluk edilecek hiçbir ilâh
yoktur. Allâh-ü Te’âlâ büyüktür. Hamd O’na mahsûsdur.”
Ve Tehlîl:
"لٰٓا
إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ
الْحَمْدُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْئٍ قَد۪يرٌ."
OKUNUŞU: “Lâ ilâhe illellâh-ü vahdehû lâ
şerîke leh, lehü’l mülkü ve lehü’l hamdü ve hüve alâ külli şey’in gadîr.”
ANLAMI: “Allâh’dan başka kulluk
edilecek hiçbir ilah ykdur. Tek-tir, eşi ve ortağı yoktur. Mülk O’nun hamd’de O’nundur. Her şeye kaâdirdir.”
Sonra üç kez
şöyle duâ edilmelidir:
"هِلَالَ
خَيْرٍ وَرُشْدٍ أٰمَنْتُ بِاللّٰهِ الَّذ۪ى خَلَقَكَ، أَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ى
ذَهَبَ بِشَهْرٍ كَذَا!؛ وَجَآءَ بِشَهْرٍ كَذَا!."
عَنْ طلحة بن عبيداللّٰه رَضِىَ اللّٰهُ عنه قال: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ إذَا رَأَى الْهِلَالَ
قَالَ:
"اَللّٰهُمَّ أَهْلِلْهُ
عَلَيْنَا بِالْاَمْنِ وَا۪يمَانِ، وَالسَّلَامَةِ وَالْاِسْلَامِ رَبّ۪ى ورَبُّكَ اللّٰهُ." أخرجه الترمذي.
Talha İbn-ü ‘Ubeydillâh (r.a.)
Anlatıyor: --- “Hz. Peygamber (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) Hilâl’i grünce şu duâyı
okurdu:
OKUNUŞU: “Hilâl-e
hayrin ve rüşdin! Âmentü billâhillezî halekake. Elhamdü lillâhillezî zehebe
bişehrin kezâ ve câe bişehrin kezâ. Allâhümme ehlilhü ‘aleynâ bi’l-emn-i ve’l-îmân-i
ve’s-selâmeti ve’l-İslâm-i Rabbî ve Rabbüke’l-lâh.”
--- “Allâh-ım! Ay’ın Hilâl devresini bize bereketli,
îmânlı, selâmetli ve İslâm üzere geçir. (Ey Hilâl) Benim de Senin de Rabb’in Allâh’tır.”
ANLAMI: “Ey hayır ve salah hilâli? Seni
yaratan Allâhü Te’âlâ’yâ îmân ettim. Şu ayı (Şa’bânı) götürüp bu
ayı (Ramazân’ı)
getiren Yûce Allâh’a hamd olsun, Allâh’ım! Bu ayı bizlere emniyetle, îmânla,
selâmet ve selâmla bulundur.”
"صوموا لرؤيته، وأفطروا
لرؤيته."
Hadîs-i Şerîf’te
Efendimiz (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm): --- “Hilâli gördüğünüz zaman oruç tutunuz ve
hilâli görünce de iftar ediniz.”
قد ثبت عن رسول الله
ﷺ من طرق كثيرة أنه قال: "صوموا لرؤيته، وأفطروا لرؤيته فإن غم
عليكم فاقدروا له ثلاثين." وفي لفظ آخر: "فأكملوا العدة ثلاثين يومًا."وفي رواية أخرى: "فأكملوا عدة شعبان ثلاثين يومًا
Diğer bir Hadîs-i Şerîf’te Efendimiz (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm): ---
“Hilâli gördükten sonra oruç tutunuz ve Hilâli gördükten sonra iftar ediniz. (bayram yapınız.) Size hava kapalı olunca da, şa’bân ayını otuza tamâmlayınız.”
RAMAZÂN’IN FAZÎLETİ
عَنْ
كَعْبِ بْنِ عُجْرَةَ –رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ- قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ:
"أَحْضِرُوا الْمِنْبَرَ"، فَحَضَرْنَا، فَلَمَّا ارْتَقَى دَرَجَةٌ
قَالَ: "أٰم۪ينَ"، فَلَمَّا ارْتَقَى الدَّرَجَةَ الثَّانِيَةَ قَالَ:
"أٰم۪ينَ"، فَلَمَّا ارْتَقَى الدَّرَجَةَ الثَّالِثَةَ قَالَ:
"أٰم۪ينَ"، فَلَمَّا نَزَلَ
قُلْنَا: "يَا رَسُولَ اللّٰهِ: لَقَدْ سَمِعْنَا مِنْكَ الْيَوْمَ شَيْئًا
مَا كُنَّا نَسْمَعُهُ. قَالَ: "إِنَّ جِبْر۪يلَ (عَلَيْهِ السَّلَامْ) عَرَضَ
ل۪ي فَقَالَ: بُعْدًا لِمَنْ أَدْرَكَ رَمَضَانَ فَلَمْ يُغْفَرْ لَهُ. قُلْتُ: "أٰم۪ينَ"،
فَلَمَّا رَق۪يتُ الثَّانِيَةَ قَالَ: بُعْدًا لِمَنْ ذُكِرْتَ عِنْدَهُ فَلَمْ
يُصَلِّ عَلَيْكَ، قُلْتُ: "أٰم۪ينَ"، فَلَمَّا رَق۪يتُ الثَّالِثَةَ قَالَ:
بُعْدًا لِمَنْ أَدْرَكَ أَبَوَاهُ الْكِبَرَ عِنْدَهُ أَوْ أَحَدُهُمُا فَلَمْ
يُدْخِلَاهُ، الْجَنَّةَ قُلْتُ: "أٰم۪ينَ."
عَنْ كَعْبِ بْنِ عُجْرَةَ –رَضِىَ اللّٰهُ
عَنْهُ- قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ:
Ka’b İbn-i Ucre (r.a)’den rivâyet edildiğine göre, bir kere
Efendimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem):
قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ: "أَحْضِرُوا الْمِنْبَرَ"،
--- “Mimberi hazır edin!” buyurdu.
(Ka’b Hz. şöyle anlatıyor) --- “Biz de hazırladık.”
فَحَضَرْنَا، فَلَمَّا ارْتَقَى دَرَجَةٌ
قَالَ: "أٰم۪ينَ"،
(Birinci) Bir basamak çıkınca: --- “Âmîn” dedi.
فَلَمَّا ارْتَقَى الدَّرَجَةَ الثَّانِيَةَ
قَالَ: "أٰم۪ينَ"،
İkinci basamağa çıkınca tekrar: --- “Âmîn” dedi.
فَلَمَّا ارْتَقَى الدَّرَجَةَ الثَّالِثَةَ
قَالَ: "أٰم۪ينَ"،
Üçüncü basamağa çıkınca yine: --- “Âmîn” dedi.
فَلَمَّا نَزَلَ قُلْنَا: "يَا رَسُولَ
اللّٰهِ: لَقَدْ سَمِعْنَا مِنْكَ الْيَوْمَ شَيْئًا مَا كُنَّا نَسْمَعُهُ.
قَالَ:
Mimberden inince biz: --- “Ey Allâh’ın Rasûlü bu gün senden (evvelce)
duymadığımız bir şey duyduk.” Dedik.
"إِنَّ جِبْر۪يلَ (عَلَيْهِ السَّلَامْ)
عَرَضَ ل۪ي فَقَالَ:
O zaman Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): --- “Şüphesiz
Cibrîl (a.s.) bana görünerek:
بُعْدًا لِمَنْ أَدْرَكَ
رَمَضَانَ فَلَمْ يُغْفَرْ لَهُ. قُلْتُ: "أٰم۪ينَ"
v --- Birinci basamağa çıktığımda: --- “Ramazâna yetişipte affolun-mayan Allâh’ın rahmetinden uzak olsun!” Dedi.
Bende: --- “Âmîn!” dedim,
فَلَمَّا رَق۪يتُ الثَّانِيَةَ قَالَ:
بُعْدًا لِمَنْ ذُكِرْتَ عِنْدَهُ فَلَمْ يُصَلِّ عَلَيْكَ، قُلْتُ:
"أٰم۪ينَ"،
v --- İkinci basamağa çıktığımda: --- “Sen yanında anılıpta sana salât okumayan Allâh’ın rahmetinden uzak
olsun!” Dedi.
Bende: --- “Âmîn!” dedim,
فَلَمَّا رَق۪يتُ الثَّالِثَةَ قَالَ: بُعْدًا
لِمَنْ أَدْرَكَ أَبَوَاهُ الْكِبَرَ عِنْدَهُ أَوْ أَحَدُهُمُا فَلَمْ
يُدْخِلَاهُ، الْجَنَّةَ قُلْتُ: "أٰم۪ينَ."
v --- Üçüncü basamağa çıktığımda: --- “Bir kişinin ana babasının ikisi veyâ biri, yanında yaşlanır da onu Cennet’e
sokmazlarsa o kişi de (Allâh’ın
lutfundan) uzak olsun!” Diye bedduâ etti.
Bende: --- “Âmîn!” dedim.” Buyurdu.
رَوَى الْاِمَام أَحْمَد ف۪ي مُسْنَده عَنْ أَنَسِ بْنِ
مَالِكٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ:
"هٰذَا رَمَضَانُ قَدْ جَآءَ تُفْتَحُ ف۪يهِ أَبْوَابُ
الْجَنَّةِ وَتُغْلَقُ ف۪يهِ أَبْوَابُ النَّارِ وَتُسَلْسَلُ ف۪يهِ الشَّيَاط۪ينُ،
بُعْدًا لِمَنْ أَدْرَكَ رَمَضَانَ فَلَمْ يُغْفَرْ لَهُ ف۪يهِ، إِذَا لَمْ يُغْفَرْ
لَهُ ف۪يهِ فَمَتٰى!.."
Bir Hadîs-i Şerîf’te Allâh Rasûlü (sallellâh-ü ‘aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmaktadır:
v
--- “Yine Ramazân geldi,
v
Bütün mağfiret imkânlarıyla!
v
Cennet kapıları ardına kadar açılır,
v
Cehennem kapıları sonuna kadar kapatılır
v
Şeytanlar bağlanıp kısıtlanır.
v
Ramazân’ı idrâk edip de bağışlanmamış olan
kimseye yazıklar olsun!..
v
Kişi Ramazân’da da günâhlarını affettiremezse,
peki yâ, ne zaman mağfirete nâil olunabilecek?!”
حدثنا علي بن محمد حدثنا وكيع وعبيد الله بن موسى عن نصر بن علي الجهضمي عن
النضر بن شيبان ح وحدثنا يحيى بن حكيم حدثنا أبو داود حدثنا نصر بن علي الجهضمي
والقاسم بن الفضل الحداني كلاهما عَنِ النَّضْرِ بْنِ شَيْبَانَ (رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ) قَالَ لَق۪يتُ أَبَا
سَلَمَةَ بْنَ عَبْدِ الرَّحْمٰنِ فَقُلْتُ: حَدَّثَن۪ي بِحَد۪يثٍ سَمِعْتَهُ مِنْ
أَب۪يكَ يَذْكُرُهُ ف۪ي شَهْرِ رَمَضَانَ قَالَ: نَعَمْ. حَدَّثَن۪ي أَب۪ي؛ أَنَّ
رَسُولَ اللّٰهِ ﷺ ذَكَرَ شَهْرَ رَمَضَانَ فَقَالَ:
"شَهْرٌ
كَتَبَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ صِيَامَهُ، وَسَنَنْتُ
لَكُمْ قِيَامَهُ. فَمَنْ صَامَهُ وَقَامَهُ إ۪يمَانًا وَاحْتِسَابًا خَرَجَ مِنْ
ذُنُوبِه۪ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ."
En-Nadr İbn-i Şeybân (r.a.) şöyle demiştir: “Ben Abdurrahmân İbn-i Avf’ın
oğlu Ebû Seleme (r.anhümâ)’yâ rastladım ve: --- “Ramazân ayı hakkında
babandan dinlediğin bir hadîsi bana zikret.” Dedim. Ebû Seleme (r.a.): ---
“Peki. Babam bana anlattığına göre Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyhi ve sellem) Ramazân ayını anlatarak şöyle buyurmuştur,” dedi:
--- “(Ramazân ayı) öyle bir aydır ki Âllah-ü Te’âlâ onun
orucunu üzerinize farz kıldı. Ben de, onun kıyâmını (gecelerini terâvîh veyâ başka ibâdetle ihyâ etmeyi)
sünnet
kıldım. Artık kim inanarak ve sırf Allâh rızâsını dileyerek orucunu tutar ve
gecelerini (Terâvîh veyâ
başka ibâdetle) ihyâ ederse anası kendisini doğurduğu gün gibi günâhlarından temizlenmiş
olur.”
*** --- “Kıyâmet günü olunca, Allâh kullarını hesaba çeker, üzerindeki kul
haklarını amellerinden karşılar, öyle ki oruç hâriç hiçbir şeyi kalmaz. Allâh
bâki kalan hakları kendinden öder ve orucuna dokunmaz, onunla da kulunu cennete
koyar.”
*** --- “Kim yalan söylemeyi, yalanla iş yapmayı bırakmazsa, Allâh’ın onun yemesini
içmesini terk etmesine ihtiyâcı yoktur.”
" خَمْسٌ يُفْطِرْنَ الصَّآئِمَ ، وَيُنْقُضْنَ الْوُضُٓوءَ:
الْكَذِبُ، وَالنَّم۪يمَةُ، وَالْغَيْبَةُ، وَالنَّظَرُ بِالشَّهْوَةِ،
وَالْيَم۪ينُ الْكَاذِبَةُـ"
ـ (حديث مرفوع) أَخْبَرَنَا شَيْرَوَيْهِ بْنُ شَهْرَدَارَ بْنِ
شَيْرَوَيْهِ ، أَخْبَرَنَا أَبُو عَلِيٍّ الْحَسَنُ بْنُ أَحْمَدَ بْنِ
عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الْبَنَّا ، قَالَ :
حَدَّثَنَا أَبُو الْفَتْحِ مُحَمَّدُ
بْنُ أَحْمَدَ بْنِ أَبِي الْفَوَارِسِ الْحَافِظُ ، قَالَ : حَدَّثَنَا أَبُو مُحَمَّدٍ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدِ
بْنِ جَعْفَرٍ ، قَالَ : حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ جَعْفَرٍ الْحَمَّالُ ، قَالَ : حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ عَنْبَسَةَ ، قَالَ : حَدَّثَنَا بَقِيَّةُ
، قَالَ : حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ
بْنُ الْحَجَّاجِ ، عَنْ جَابَانَ
، عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : امع الأحاديث برقم. (١١٩٩٣) ، علل الحديث (١/٢٥٨)
برقم (٧٦٦)، للإمام عبد الرحمن بن محمد بن بن إدريس بن مهران الرازي أبو محمد،
تحقيق: محب الدين الخطيب، دار المعرفة - بيروت، سنة النشر: ١٤٠٥هـ ـ المجموع شرح
المهذب (٦/٣٧٤) للإمام أبي زكريا النووي،
دار الفكر، سنة النشر: ١٩٩٧م ـ
Rasûlüllâh
(s.a.v.) Efendimiz buyurdular ki:
• Beş
şey oruçluyu iftar ettirir. (Orucun
sevâbını azaltır):
1-
Yalan söylemek,
2-
Gıybet etmek,
3-
Nemîme,
(insanların arasını bozmak koğuculuk, söz götürmek.)
4-
Yalan yere yemîn
etmek ve
5-
Şehvet ile harama bakmak.
(Câmi’ul-Ehâdîs: Hadîs NO:11993.)
TERÂVÎH NAMAZININ FAZÎLETİ
فضآئل صلاة التراويح في شهر رمضان
عَنْ
عَلِىِّ بْنِ أَب۪ي طَالِبٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ أَنَّهُ -(سئل
النبي ﷺ عن فضآئل)-
مَثَلَ عَنِ التَّرَاو۪يحِ
ف۪ي شَهْرِ رَمَضَانَ فَقَالَ:
"بَخٍ بَخٍ لِمَنْ
رَزَقَهُ اللّٰهُ قِيَامَ ذَالِكَ الشَّهْرِ فَمَنْ قَامَ،
Ali İbn-i Ebî Tâlib (r.a.) Ramazân
ayındaki terâvîhin fazîletini misâllerle anlatmak üzere şöyle buyurdu: “Allâh-ü Te’âlâ-nın bu ayın kıyâmını nasîb etmiş olduğu
kimselere ne mutlu! Ne mutlu!,
أَوَّلَ
لَيْلَةٍ: يَخْرُجُ
مِنْ ذُنُوبِه۪ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ،
1- İlk gece; terâvîh kılan kişi anasının
kendisini doğurduğu gün gibi günâhlarından çıkar.
Hadîs-i Şerîf’lerde Allâh Rasûlü (sallellâh-ü ‘aleyhi ve sellem) oruç hakkında şöyle
buyurmaktadır:
"صُومُوا
تَصِحُّوا."
--- “Oruç tutun, sıhhat bulun.”
"أَلصِّيَامُ
نِصْفُ الصَّبْرِ."
"Oruç sabrın yarısıdır."
* Oruç günâhlara karşı bir perde, bir
siperdir:
"أَلصِّيَامُ جُنَّةٌ وَهُوَ حِصْنٌ مِنْ حُصُونِ
الْمُؤْمِنِ."
"Oruç bir perdedir, mü’minin
sığınacağı kalelerden bir’kaledir..."
* Oruç cehenneme karşı da bir perdedir:
"أَلصِّيَامُ جُنَّةٌ وَحِصْنٌ حَص۪ينٌ مِنَ النَّارِ."
"Oruç ateşe karşı bir perde,
müstahkem bir kaledir";
"أَلصِّيَامُ جُنَّةٌ مَالَمْ يَخْرِقْهَا بِالْكَذِبَ اَوْ غ۪يبَةٍ."
"Oruç ateşe karşı (sağlam) bir perdedir, yeter ki yalanla, gıybetle kişi onu
yırtmamış olsun."
9/418
* Oruç en makbul, en sevâblı bir ibâdettir:
"نَوْمُ
الصَّآئِمِ عِبَادَةٌ وَصَمْتُهُ تَسْب۪يحٌ وَعَمَلُهُ مُضَاعَفُ وَدُعَآءُهُ
مُسْتَجَابٌ وَذَنْببُهُ مَغْفُورٌ."
"Oruçlunun uykusu ibâdettir,
susması tesbihtir, amelleri misliyle kabul edilir, duâsı makbuldür, günâhı
affedilir."
"أَلصِّيَامُ لَارِيَآءَ ف۪يهِ قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى هُوَ ل۪ي وَاَنَا اُجْز۪ي
بِهِ."
"Oruçta riya yoktur. Allâh Teâla
Hazretleri buyurur ki: "Oruç benim içindir, onun mükâfaatını ben
vereceğim, oruçlu yiyecek ve içeceğini benim için bıraktı."
"إِنَّ
الصَّآئِمَ إذَا أُكِلَ عِنْدَهُ لَمْ تَزَلْ تُصَلّ۪ي عَلَيْهِ الْمَلٰٓئِكَةُ
حَتّٰى يَفْرُغَ مِنْ طَعَامِهِ."
"Oruçlunun yanında birisi yemek
yiyince melekler ona rahmet okurlar, bu hal, öbürü yemesini bitirinceye kadar
devam eder."
عَنْ أَب۪ي هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّٰهُ
عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ: كُلُّ عَمَلِ ابْنُ أٰدَمَ
يُضَاعَفُ، الْحَسَنَةُ بِعَشْرِ أَمْثَالِهَا إِلٰى سَبْعِمِائَةِ ضِعْفٍ. قَالَ
اللّٰهُ تَعَالٰى: إِلَّاالصَّوْمَ فَإِنَّهُ ل۪ى وَأَنَا أَجْز۪ى بِه۪ يَدَعُ شَهْوَتَهُ
وَطَعَامَهُ مِنْ أَجْل۪ي: لِلصَّآئِمِ فَرْحَتَانِ، فَرْحَةٌ عِنْدَ فِطْرِه۪،
وَفَرْحَةٌ عِنْدَ لِقَآءِ رَبِّه۪، وَلَخُلُوفَ فَمِ الصَّآئِمِ أَطْيَبُ
عِنْدَ اللّٰهِ مِنْ ر۪يحِ الْمِسْكِ."
1. (3107)- Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)
anlatıyor: "Rasûlüllâh’ı (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyurdular ki:
"Ademoğlunun her ameli katlanır. (Zîrâ Cenâb-ı Hakk’ın bu husûstaki
sünneti şudur:) Hayır ameller en az on misliyle yazılır, bu yediyüz misline
kadar çıkar. Allâh Teâla Hazretleri (bir hadis-kudsîde) şöyle buyurmuştur:
"Oruç bu kaideden hariçtir. Çünkü o sırf benim içindir, ben de onu
(dilediğim gibi) mükâfaatlandıracağım. Kulum benim için şehvetini, yiyeceğini
terketti."
"Oruçlu için iki sevinç vardır:
Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir, diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki
sevincidir. Oruçlunun ağzından çıkan koku (halûf), Allâh indinde misk
kokusundan daha hoştur."
k.s.9/419
وَف۪ي رِوَايَة: "أَلصِّيَامُ جُنَّةٌ، فَإِذَا كَانَ
يَوْمُ صَوْمِ أَحَدِكُمْ فَلَا يَرفُثْ، وَلَا يَصْخَبْ، فَإِنْ شَاتَمَهُ
أَحَدٌ، أَوْ قَاتَلَهُ فَلْيَقُلْ إِنّ۪ي صَآئِمٌ. إِنّ۪ي صَائِمٌ."
2. (3108)- Bir rivâyette de şöyle
buyrulmuştur: "Oruç perdedir. Biriniz birgün oruç tutacak olursa kötü söz
sarfetmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya
kavga edecek olursa "ben oruçluyum!" desin (ve ona bulaşmasın)."
Kütüb-i Sitte, 9/420.
[Buhârî, Savm 2, 9, Libas 78; Müslim,
Sıyâm 164 (1151); Muvatta, Sıyâm 58, (1, 310); Ebû Dâvud, Savm 25 (2363);
Tirmizî, Savm 55, (764); Nesâî, Sıyâm 41, (2, 160-161); İbn-ü Mâce, Sıyâm 1,
(1638), Edeb 58, (3823).]
Bir rivâyette de şöyle buyrulmuştur:
"Oruç perdedir. Biriniz birgün oruç tutacak olursa kötü söz sarfetmesin,
bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek
olursa "ben oruçluyum!" desin (ve ona bulaşmasın)." [Buhârî,
Savm 2, 9, Libas 78; Müslim, Sıyâm 164 (1151); Muvatta, Sıyâm 58, (1, 310); Ebû
Dâvud, Savm 25 (2363); Tirmizî, Savm 55, (764); Nesâî, Sıyâm 41, (2, 160-161); İbn-ü
Mâce, Sıyâm 1, (1638), Edeb 58, (3823).]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivâyet, gösterilen kaynaklarda,
gerek temas edilen meselelerin miktarı ve gerekse bu meselelerin tertibi
yönünden farklı şekillerde gelmiştir. Buharî’nin 9. babtaki rivâyeti Teysir’in rivâyetiyle
daha fazla uygunluk arzeder.
2- Cenâb-ı Hakk’ın her bir hayır ameli
en az on misliyle kabul etmesine dâir sünneti Kur’ân-ı Kerîm’le sâbittir:
﴿ مَنَ جَآءَ
بِالحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ ... ﴾
[سورة الأنعام:۶/۱۶۰]
"Kim bir hayır yaparsa ona on katı
(sevâb) verilir..." (En’am 160). Rasûlüllâh bu âyete atıf yapmış
olmalıdır.
Hadisin devamında bunun, yediyüz katına
kadar çıkacağı belirtilmiştir. Bu rakam da Kur’an’da gelmiştir, ancak bu,
"Allâh’ın dilemesi" şartına bağlanmıştır:
﴿ مَثَلُ الّذ۪ينَ
يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ
سَبْعَ سَنَابِلَ ف۪ي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبّةٍۜ ... ﴾
[سورة البقرة:۲/۲۶۱]
"Mallarını Allâh yolunda
sarfedenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren
tanenin durumu gibidir. Allâh dilediğine kat kat verir, Allâh’ın lütfu
geniştir..." (Bakara 26l).
420
Hadis, orucun Allâh nezdindeki hayır
amelleri on misli ile yediyüz misli arasında değişen katlarıyla kabul etme
sünnetine girmediğini, yâni yediyüz mislinden daha fazla katlarıyla kabul
edilecek bir amel olduğunu belirtiyor. Kaf suresinde bu ziyadeye de temas
edildiğini söyleyebiliriz: "...Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır..."
(Kadr 3).
Burada yapılan bir hayrın Allâh tarafından otuzbin katıyla da kabul
edileceğinin Kur’anî bir delili mevcuttur. Hadiste Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm), Cenâb-ı Hakk’ın oruçlu hakkında, "Oruç bu kaideden
hariçtir... Ben onu dilediğim gibi mükâfaatlandıracağım..." dediğini
belirttiğine göre, kulun ihlâsı nisbetinde orucu sebebiyle otuzbin mislinden
fazla bir mükâfaata bile mazhar olabileceği söylenebilir, İlahî rahmetten bu
umulabilir.
3- Orucun "perde" olmasına gelince: Bâzı rivâyetlerde
"جُنّةُ مِنَ
النَّارِ."
"ateşe karşı perdedir" şeklinde daha sarîh gelmiştir. Bâzı
rivâyetlerde ise:
"أَلصِّيَامُ جُنَّةٌ كَجُنَّةِ اَحَدِكُمْ مِنَ الْقِتَالِ."
"Oruç, birinizin savaştaki zırhınız gibi ateşe karşı
zırhınızdır" veya:
جُنَّةُ وَحِصْنٌ حَص۪ينٌ مِنَ النَّارِ."
"Oruç, ateşe karşı
kalkandır ve müstahkem bir kaledir." Bâzı rivâyetlerde,
"أَلصِّيَامُ جُنَّةٌ مَالَمْ يَخْرُقْهَا بِالْغ۪يبَةِ."
"Oruç, gıybetle
yırtmadığı müddetçe, kişiye bir kalkan, bir sığınaktır" buyrulmuştur.
Hadislerin bâzılarında orucun, sahibi için ateşe karşı bir sığınak,
(bir perde, bir zırhlı, bir kalkan) olduğu tasrih edilmiş ise de bir kısmında
mutlak gelmiştir. Şârihler bu ıtlaktan, başka yorumlara da ulaşmışlardır: İbn-ü’l-Esir,
en-Nihâye’de, orucun sâhibini eza veren şehvetlerden koruduğunu belirterek,
oruç tutan kimsede, nefsi kötülüklere sevkeden şehvetlerin kırılacağına dikkat
çeker.
Kurtubi’ye göre oruç birkaç açıdan örtüdür:
* Orucun perdeye örtü olması, meşruluğu yönüyledir. Öyle ise
oruçluya, orucunu ifsâd eden ve sevâbını azaltan şeylerden koruması gerekir. Bu
husûsa, Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’ın şu sözü işâret eder:
"Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarfetmesin, bağırıp
çağırmasın..."
* Orucun (hâsıl ettiği) fâide yönüyle de ona örtü denmesi murad
edilmiş olabilir, bu da sahihtir. Çünkü oruç, nefsin şehvetlerini zayıflatır.
Buna ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm’ın şu sözü işâret eder: "...Kulum benim
için şehvetini... terketti."
* Hâsıl olan sevâb ve hasenatın katlanması sebebiyle de orucun örtü
olması murad edilmiş olabilir, bu da sahihtir.
Kadı İyaz, el-İkmâi’de: "Bunun mânası şudur: "Oruç, günâhlara
karşı perdedir
421
veya ateşe karşı perdedir veya bunların hepsine karşı
perdedir" der. Nevevî, hepsine karşı perde olmasında cezmeder.
İbn-ü’l Ârâbi der ki: "Oruç, ateşe karşı perdedir, çünkü o,
şehvetlerden kişinin kendisini tutmasıdır, ateş ise şehvetlerle kuşatılmıştır.
Hâsılı, kişi dünyada şehvetlerden kendini tutarsa, bu onun için âhirette ateşe
karşı bir perde olur."
Şunu da belirtelim ki, Ebû Ubeyde’den gelen bir rivâyette, gıybetin
oruca zarar vereceği belirtilmiştir. Hz. Aişe’den gelen bir rivâyette ise
gıybetin orucu bozacağı ifâde edilmiştir. İmâm Evzâî bu hadisi esas alarak gıybetle
orucun bozulacağına, o gün tutulan orucun kaza edilmesinin gerektiğine
hükmetmiştir. Zâhirî fakihlerden İbn-ü Hazm daha da ileri giderek oruçlu
olduğunu bilerek fiilî veya kavlî herhangi bir günâha âmmden tevessül eden
oruçlunun orucunun bozulacağına hükmetmiştir. İbn-ü Hazm’ı bu hükme sevkeden husûsun,
hadiste gelen
"فَلَايَرْفُثْ
وَلَايَجْهَلْ."
"Kötü söz sarfetmesin,
(bağırıp çağırmak gibi) cahillik yapmasın" emrinin mutlak olmasıdır. Bir
başka hadiste gelmiş olan,
"مَنْ
لَمْ يَدَعْ قَوْلَ الزُّورِ وَالْعَمَلَ بِه۪ فَلَيْسَ للّٰهِ حَاجَةً ف۪ي اَنْ
يَدَعَ طَعَامَهُ وَشَرَابَهُ."
Kim yalan söylemeyi, yalanla iş yapmayı bırakmazsa, Allâh’ın onun
yemesini içmesini terketmesine ihtiyâcı yoktur" ifâdesi de İbn-ü Hazm’a
delil olmuştur.
Bu meselede cumhur, nehyi tahrime hamletmiş olmakla birlikte,
orucun bozulması meselesinde farklı düşünmüştür: Evet cumhura göre, orucun
bozulması üç sebepten biri ile meydana gelir: Yemek, içmek ve cima.
İbn-ü Abdilberr, orucun diğer ibâdetlere üstünlüğünü beyan sadedinde
şöyle der: "O’nun fazîletini anlamada, ateşe karşı örtü olması sana
kâfidir." Nesâî’nin sahih bir senedle Ebû Ümâme’den kaydına göre:
"Ey Allâh’ın Rasûlü! dedim, senden alacağım müstesnâ bir amel
emret!" Bana:
"Sana orucu tavsiye ederim, çünkü onun emsâli yoktur!"
buyurdu." Cumhûr’un nezdinde meşhûr olan, başka delile binaen namazın
tercihidir.
4- Oruçlunun ağız kokusunun, Allâh’a misk kokusundan daha hoş
gelmesi ifâdesi de üzerinde durmaya değer. Halûf, oruç sebebiyle oruçlunun
ağzından çıkan kokuya denmiştir. Allâh nezdinde kokunun iyiliği kötülüğü mevzûbahis
olamayacağına göre, bu ifâde ne demektir? İhtilaf edilmiş, farklı izahlar ileri
sürülmüştür. Bâzıları şöyle:
* Bu bir mecazdır, güzel kokuların bize yakınlığını ifâde için
böyle bir mecaza başvurulması adet olmuştur. Orucun Allâh’a yakınlığını ifâde
için, bundan bir istiâre yapılmıştır. Öyleyse mânâ şöyledir: "Oruç Allâh
nezdinde, misk’in
422
sizin nezdinizdeki iyiliğinden daha iyidir" veya "misk’in
size yakınlığından daha çok oruç Allâh’a yakındır."
* Bu ifâdeden maksad, bu melekler hakkındadır; yâni onlar,
oruçlunun ağız kokusundan, sizin misk kokusundan hoşlandığınızdan daha çok
hoşlanırlar.
* Misk ve halûf’un Allâh nezdindeki hükmü, sizin nezdinizdeki
hükümlerinin zıddıdır.
* Allâh ona âhirette öyle bir mükâfaat verir ki, o sayede ağzının
kokusu misk kokusundan daha hoş bir hâl alır.
* Oruçlu öyle bir mükâfaata nail olur ki, bu misk kokusundan daha
hoştur
* Oruçlunun ağız kokusu, zikir ve ilim meclislerinde mûtad olan
misk kokusundan daha sevâblıdır.
Bu altı vecihten ortaya çıkan netice, "hoş" mânasının
kabul ve rızâya hamlidir. Yâni "daha hoş" demekle "Allâh’ın
kabûlüne ve rızâsına daha uygun" denmiş olmaktadır. el-Kâdı Hüseyn’in Ta’lîk’ında
naklettiğine göre, "Kıyâmet günü, bütün ibâdetlerin kendilerine has bir
kokuları olacaktır. İşte orada orucun kokusu, diğer ibâdetlere nazaran misk
kokusu gibi olacaktır."
Söylenen son üç husûsu te’yid eden
"يَومَ
الْقِيَامَةِ."
Kıyâmet günü..."
Ziyâdesi, bâzı rivâyetlerde gelmiştir. Müslim’in rivâyeti şöyle:
"لَخُلُوفُ
فَمِ الصَّآئِمِ اَطْيَبُ عِنْدَ اللّٰهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ ر۪يحِ
الْمِسْكِ."
"Oruçlunun ağız kokusu
"Kıyâmet günü" Allâh yanında misk kokusundan daha hoştur."
Son olarak şunu da kaydedelim: Bâzı tabipler bu kokuyu, sıhhat
alâmeti görerek hayra yorarlar. Onlara göre vücuddaki fazla maddeler,
zayıflamış hücreler, zararlı birikimler açlık sebebiyle vücut tarafından
yakılarak temizlenirler Burna hoş gelmeyen bu koku, tabir câizse ileride,
kanser dâhil çeşitli hastalıklara sebep olabilecek zararlı maddelerin
yakılmasından hâsıl olan dumanın kokusudur. Bunların oruçla yakılıp vücuttan
atılması, sıhhat kaynağıdır.
5- Hadiste Cenâb-ı Hakk’ın, "Oruç benim içindir..."
buyurmasındaki maksad nedir? Bu husûsta münakaşa edilmiş, farklı görüşler ileri
sürülmüştür:
* Bâzıları: "Oruçta riya olmaz, diğer ibâdetlerde
olabilir" demiştir. Ebû Ubeyd’in Garib’indeki sözü şöyle: "Biliyoruz
ki, hayır amellerin hepsi Allâh içindir ve bunların mükâfaatını da O
verecektir. Allâh bilir yâ, Rab Teâla, orucu kendine has kıldı, çünkü İbn-ü
Adem oruç tutunca, hâriçte görülen bir fiilde bulunmaz, oruç daha çok içte
kalan bir fiildir. Rasûlüllâh, (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’ın
"لَيْسَ
فِي الصِّيَامِ رِيَآءٌ."
"Oruçta riya
yoktur" hadisleri de bu husûsu te’yid eder. Bu böyledir, çünkü oruç hâriç
bütün ameller hareketle vukûa gelir. Oruç ise,
423
insanlara saklı kalan niyyetle yapılır..."
* Bâzıları: "... Orucun sevâbını ben veririm..." sözünden
maksad "Onun sevâbını, ecrinin ne kadar katlanacağını ben bilirim" demektir"
diye açıklamıştır. Diğer ibâdetlerin sevâbına bâzı kimselerin muttali olması
mümkündür; nitekim âyetlerde haber vermiştir ki on mislinden yediyüz misline
kadar ücret verilmektedir. Oruç, bu takdirin dışında tutulmuştur.
* Bâzıları: "... Oruç benim içindir..." sözünün manası:
"Bana en sevgili, nezdimde en mûteber ibâdet" demektir"
demiştir, (bu husûs yukarıda açıklandı).
* Bâzıları: "Orucun Allâh’a izafesi onu teşrif ve tazim
gayesini güder, tıpkı Beytullah tabirinde olduğu gibi..." demiştir.
* Bâzıları: "şehvetlerden olan yemek vs.’den istiğna Allâh’a âit
vasıflardandır. Şu halde oruçlu, O’na muvafık sıfatlarla Allâh’a yakınlık
kazanınca, Allâh o sıfatı kendine izafe etmiştir."
Kurtubi der ki: "Kulların amelleri, onların hallerine
uygundur, oruç hâriç... Oruç, Hakk’ın sıfatlarına uygun bir sıfattır. Sanki
şöyle demiştir: "Oruçlu bana uygun bir sıfatla bana yaklaşmaktadır."
* Bâzıları: "Mânâ böyledir. Ancak meleklere izafesi
şartıyla... Zîrâ bu mânâ meleklerin sıfatıdır" demiştir.
* Bâzıları: "Bu, Allâh’a hastır, kulların bunda hiçbir
nasibleri, hazları yoktur" demiştir.
* Bâzıları: "Orucun Allâh’a nisbet edilişinin sebebi, oruçla
başka şeylere ibâdet edilmediği içindir. Hâlbuki namaz, sadaka, tavaf vs. ile
başka şeylere ibâdet edile gelmiştir" demiştir. Ancak bâzı yıldıza ve
heykellere tapanların oruçla da tapındıkları gösterilerek bu iddiaya itiraz
edilmiştir.
* Bâzıları: "Oruç hâriç, kulların bütün ibâdetleri, üzerindeki
kul haklarına verilir, oruç hâriç, o verilmez" demiştir. Bu mevzuya giren
bir rivâyet şöyledir: "Kıyâmet günü olunca, Allâh kullarını hesaba çeker,
üzerindeki kul haklarını amellerinden karşılar, öyle ki oruç hâriç hiçbir şeyi
kalmaz. Allâh bâki kalan hakları kendinden öder ve orucuna dokunmaz, onunla da
kulunu cennete koyar."
Bu açıklamaya Kurtûbî, bâzı karînelere dayanarak itiraz ederse de İbn-ü
Hacer, daha başka karîneler göstererek itiraza hakk vermez.
وَعَنْ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ:
قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ: "مَنْ صَامَ يَومًا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ تَعَالٰى جَعَلَ اللّٰهُ
بَيْنَهُ وَبَيْنَ النَّارِ خَنْدَقًا كَمَا بَيْنَ السَّمَآءِ وَالْاَرْضِ."
أخرجه الترمذي.
424
3. (3109)- Yine Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm) buyurdular ki: "Kim Allâh Teâla yolunda bir gün oruç tutsa, Allâh
onunla ateş arasına, genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek
kılar." (Tirmizî, Cihâd 3, (1624).]
وَعَنْ أَب۪ى أُمَامَةَ رَضِىَ
اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قُلْتُ يَا رَسُولُ اللّٰهِ: مُرْن۪ي بِأَمْرِ يَنْفَعُنِي
اللّٰهُ تَعَالٰى بِه۪، فَقَالَ: عَلَيْكَ بِالصَّوْمِ فَإِنَّهُ عَدْلَ لهُ."
أخرجه النسائي .
4. (3110)- Ebû Ümâme (r.a.) anlatıyor: "Ey Allâh’ın Rasûlü
dedim, bana öyle bir amel emret ki (yaptığım takdirde) Allâh beni mükâfaatlandırsın."
"Sana dedi, orucu tavsiye ederim, zîrâ onun bir eşi
yoktur." [Nesâî, Sıyâm 43, (4, 165).]
وَعَنْ سَهْلِ بْنِ سَعْدٍ رَضِىَ
اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ: إِنَّ فِي الجَنَّةَ بَابًا يُقَالُ
لَهُ الرَّيَّانُ لَايَدْخُلُهُ إِلَّاالصَّآئِمُونَ، فَإِذَا دَخَلُوا أُغْلِقَ
فَلَا يَدْخُلُ مِنْهُ أَحَدٌ."
أخرجه الخمسة إلا أبا داود. وزاد الترمذي: "وَمنْ دَخَلَهُ لَايَظْمَاُ
أَبَدًا."
5. (3111)- Sehl İbn-ü Sa’d (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm) buyurdular ki: "Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır.
Oradan sadece oruçlular girer. Oruçlular girdiler mi artık kapanır, kimse
oradan giremez." [Buharî, Savm 4, Bed’ü’l- Halk 9; Müslim, Sıyâm 166,
(1152); Nesâî, Sıyâm 43, (4, 168); Tirmizî, Savm 55, (765).]
Tirmizî’nin rivâyetinde şu ziyâde var: "Oraya kim girerse
ebediyyen susamaz."
AÇIKLAMA:
Bâzı rivâyetlerde "Cennetin sekiz kapısı vardır. Bunlardan
biri, oruçluların girdiği Reyyân kapısıdır..." şeklinde gelmiştir. Reyyân
kelimesinin kökü reyy’dir, kana kana içmek, suya doymak mânasına gelir. Reyyân,
suya kanmış, susuzluğu olmayan gibi mânalara gelir.
وَعَنْ أَب۪ى هُرَيْرَةَ رَضِىَ
اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ: مَنْ فَطَّرَصَآئِمًا كَانَ لَهُ
مِثْلَ أَجْرِه۪ غَيْرَ أَنَّهُ لَايَنْقُصُ
مِنْ أَجْرِ الصَّآئِمِ شَيْئًا." أخرجه الترمذي .
6. (3112)- Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm) buyurdular ki: "Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine
onun sevâbı kadar sevâb yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevâbından hiçbir
eksiltme olmaz." [Tirmizî, Savm 82, (807); İbn-ü Mâce, Sıyâm 45, (1746).]
وَعَنْهُ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْه: قَالَ
قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ: إِذَا دَخَلَ رَمَضَانُ فُتِّحَتْ أَبْوَابُ الْجَنَّةِ، وَغُلِّقَتْ
أَبْوَابُ النَّارِ، وَسُلْسِلَتِ الشَّيَاط۪ينُ." أخرجه الستة إ أبا داود .
7. (3113)- Yine Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllâh
(‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyurdular ki: "Ramazân ayı girdiği zaman
cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire
vurulur." [Buhârî, Savm 5, Bed’ü’l- Halk 11, Müslim, Sıyâm 2, (1079);
Nesâî, Sıyâm 5, (4, 129).]
AÇIKLAMA:
1- Ramazânda "şeytanların bağlanması", "Cennet
kapılarının açılması", "Cehennem kapılarının kapanması" gibi
mefhumlar çeşitli yorumlara mevzu olmuştur. Biz burada sadece birkaç tanesini
kaydedeceğiz:
Kâdı İyaz der ki: "Bunların, zâhirî mânalarında olması,
kelimelerin ilk ifâde ettiği hakikat üzere olmaları ihtimâlden uzak değildir.
Bütün bunlar, ramazân ayının girmesine ve hürmetinin büyüklüğüne ve mü’minlere
eziyetten şeytanın men edildiğine bir alâmet, bir işârettir. Kezâ, sevâbın ve
affın çokluğuna bir işâret olması da ve şeytanın iğvalarını azaltmasına ve
onların zincire vurulmuşa döndüklerine bir işâret olması da muhtemeldir."
Kâdı İyaz sözlerine devamla der ki: "Bu ikinci ihtimâli Müslim’de
gelen İbn-ü şihâb rivâyetindeki bir ziyade teyid eder:
"فُتِحَتْ
اَبْوَابُ الرَّحْمَةِ."
"...Rahmet kapıları açılır."
İyaz der ki: "Cennet kapılarının açılmasından maksadın;
cennete girmenin sebepleri olan ibâdetleri, Allâh’ın kullarına açması olması da
muhtemeldir. Kezâ cehennem kapılarının kapanmasından murad da himmetlerin,
sahiplerini ateşe atan isyanlardan çevrilmesidir. Şeytanların bağlanmasından
murad da onların mü’minleri şaşırtma ve şehvetleri tezyin gibi işlerden âciz
bırakılmasıdır."
426
"وَف۪ي
اُخْرٰى لِلنِّسَآئ۪ى: وَيُنَاد۪ى مُنَادٍ كُلِّ لَيْلَةً: يَا بَاغِىَ الْخَيْرَ
هَلُمَّ، وَيَا بَاغِىَ الشَّرِّ أَقْصَرْ."
8. (3114)- Nesâî’nin bir rivâyetinde şöyle gelmiştir: "Bir
münâdi, her gece şöyle nida edip bağırır: "Ey hayır isteyen, gel! Ey şer
isteyen kendini şerden tut!" [Nesâî, Savm 5, (4, 130).]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin baş kısmı Teysîr’de hazfedilmiş. Aslı şöyle: "Ramazân
ayında sema kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, her bir âsi (mârid)
şeytan zincire vurulur ve bir münadi her gece şöyle nida edip bağırır: "Ey
hayır arayan gel! Ey şer arayan, kendini şerden tut!"
427
وَعَنْ أَنَسٍ رَضِىَ اللّٰهُ
عَنْهُ قَالَ: سُئِلَ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ أَيُّ الصَّوْمِ أَفْضَلُ بَعْدَ
رَمَضَانَ؟ قَالَ: شَعْبَانَ لِتَعْبَانَ رَمَضَانَ، وَأَىُّ الصَّدَقَةِ
أَفْضَلُ؟ قَالَ ف۪ي رَمَضَانَ." أخرجه الترمذي .
9. (3115)- Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm): "Ramazândan sonra hangi oruç efdâldir?" diye sorulmuştu,
şu cevâbı verdi:
"Ramazânı ta’zim için şa’bân!" Tekrar soruldu:
"Hangi sadaka efdâldir?"
"Ramazânda verilen!" cevâbını verdi." [Tirmizî,
Zekat 28, (663).]
428
“Hiçbiriniz oruçlu olduğu gün, çirkin söz
söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Eğer biri kendisine söver veya sataşırsa
«Ben oruçlum!» desin.” (Buhârî, Savm, 9)
Yine başka bir hadiste nakledilmiştir ki,
Ashâb-ı Kirâm:
“-Ey Allâh’ın Rasûlü!.. (Oruçlu) onu, ne
ile zedeler?” diye sormuş, Peygamber Efendimiz de:
“-Yalan ve gıybetle…” şeklinde cevâb
vermişlerdir. (Nesâî, Sıyâm, 43)
“Ramazân-ı Şerîf’in evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da
Cehennem’den âzâd olmaktır.” (İbn-i Huzeyme, Sahîh, III, 191)
الصيام فرض لتأديب النفس
البشرية فماذا فعلت النفس ليؤدبها الله؟؟؟؟؟؟
عندما خلق الله الانسان لم يدب
الروح فيه دفعة واحدة إنما بث الروح بكل عضو على حدة
فعندما خلق الله اليد سألها :
من أنا ومن أنت؟؟؟ فقالت أنا أنا وأنت ربي.
وخلق القدم وسألها نفس السؤال
وكان جوابها:أنا أنا وأنت ربي.
وكان جواب جميع أعضاء الجسد
واحد:
أي أنا أنا وأنت ربي.
وهكذا إلى أن دبت الروح بكافة
أنحاء جسد آدم.............
وعندما خلق الله النفس البشرية
سألها السؤال نفسه من أنا ومن أنت؟؟؟؟؟؟؟؟؟؟
فكان جوابها: أنا أنا وأنت أنت
!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
وكرر الله السؤال عليها فكان
جوابها نفسه!!
فأمر عزوجل بتعذيبها لمدة مئة
عام
وعندما عادت سألها السؤال ذاته
وكان جوابها نفسه أنا أنا وأنت أنت.
ولأنه تعالى خلقها ويعرف نقطة
ضعفها أمر بتجويعها وحرمانها من الطعام لمدة مئة عام
وعندما عادت سألها تعالى من أنت
ومن أنا ؟؟؟؟؟
فكان الجواب المنتظر:
أنا أنا وأنت ربي.
ثم خلق الله تعالى العقل وسأله
من أنت ومن أنا فجاوبه:
أنا العقل وأنت ربي
.
وهكذا كان حساب الناس على قدر
عقولهم.............
Rivâyet olunur ki, Cenâb-ı Hakk, nefsi yaratınca O’na sorar:
“-Sen kimsin, ben kimim?”
Nefis cevâb verir:
“-Sen sensin, ben de benim!”
Cenâb-ı Hakk, kendisini var eden Rabbini tanımak istemeyen nefsi, ceza
olarak bin yıl ateşte yakar. Bin yıl sonra tekrar sorar:
“-Sen kimsin, ben kimim?”
Nefis tekrar azgınca cevâb verir:
“-Sen sensin, ben benim!”
Allâh-ü Te’âlâ, bin yıl daha nefsi ceza olarak yakar, tekrar sorduğunda
yine aynı cevâbı alır. Bu defa ceza olarak onu üç gün aç bırakır. Üç gün sonra
nefse:
“-Sen kimsin, ben kimim?” sorusunu sorunca nefis bitkin bir şekilde cevâb
verir:
“-Sen Âlemlerin Rabbi Allâhsın, ben ise âciz bir nefsim!..”
Bu rivâyette de görüldüğü üzere, oruç, nefsi terbiye etmenin en kolay
yoludur.
Nefsin Yaratılışı..
Allâh-ü Te’âlâ ne zaman ki nefsi yarattı;ona sordu:
"Ey nefis!Bildin mi, ben kimim ve sen kimsin?"
Nefis: "Sen sensin, ben de benim" diye cevâb verdi.
İşte nefis o zamandan beri Allâh-ü Te’âlâ-nın huzûrunda senlik benlik
davasında bulundu,
hâlâ da bu davayı bırakmamıştır..
Allâh-ü Te’âlâ bunun üzerine nefse hışım etti. O hışmın pırıltısından
cehennem yaratıldı.
Allâh-ü Te’âlâ-nın emri ile cehennem 3 bin sene yakıldı. Öylesine karardı
ki cehennemin içinde
göz gözü görmez hâle geldi ve iyice ısındı.
Allâh-ü Te’âlâ-nın emri ile nefs, cehenneme atıldı. İyice yandıktan sonra
çıkarılıp
Allâh-ü Te’âlâ-nın huzûruna getirildi ve soruldu:
"Ey nefis! Sen kimsin, ben kimim?"
Nefis: "ben benim, sen de sensin" diye cevâb verdi.
Allâh-ü Te’âlâ bin yıl daha cehennemde yakılmasını emretti.
Tekrar çıkardılar ve kendisine sordular. Yine aynı cevâbını verdi.
Allâh-ü Te’âlâ-nın emri ile bin yıl daha cehennemde yakıldı.
Böylece nefs-i emmâre toplam 3 bin yıl cehennemde yandı ve senlik-benlik
davasınından vazgeçmedi.
Bunun üzerine Allâh-ü Te’âlâ "nefsin gıdasının kesilmesi"
emrini verdi.
Nefsin gıdası kesildi ve 3 günde feryâdı basarak: "Beni Rabbime
iletin" dedi.
Cehennem görevlileri hayretler içinde kalıp:
"Bu nefis üç bin yıl cehennemde yanıp türlü türlü azaplar çekti,
bir defa olsun "RABBİM" demedi. Şimdi gıdası üç gün kesildi,
tuttu "beni Rabbime iletin" dedi.
Cehennem malikleri Allâh-ü Te’âlâ’yâ niyaz edip, şöyle dediler:
"İlâhî! Sen gâibleri bilicisin. Şu nefis ki 3 bin yıl cehennemde
yandığı halde hiç kimseye baş eğmedi.
Şimdi üç gün aç kaldı, "BENİ RABBİME GÖTÜRÜN" diye feryâda
başladı." dediler.
Allâh-ü Te’âlâ huzûruna getirilmesini irâde buyurdu. Gittiler nefsi
getirdiler.
Allâh-ü Te’âlâ nefse sordu:
"Ey Nefis! Bildin mi, ben kimim, sen kimsin?"
Nefis bu defa şu cevâbı verdi:
"Bildim Mevlam. Sen Rabbimsin, ben de senin âciz kulunum"
Müzekkin-Nüfus (Eşrefoğlu Rûmî Hz.) Sayfa:296-297
bu Hüreyre(r.a) den rivâyete göre,Peygamber(s.a.v)’’Her kim,inanarak ve sevâbını
Allâh’tan umarak Kadir gecesinde kalkar ibâdet ederse,onun için geçmiş günâhları
mağfiret olunur.’’buyurmuştur.(Buhârî,Savm:6,2/228)
Ebû Hüreyre(r.a)den rivâyete göre Rasûlüllâh(s.a.v)buyurdu ki:’’Ramazân
aynın birinci gecesi olunca,şeytanların ve cinlerin şirretleri zincire vurulur;cehennemin
kapıları kapatılır ve hiçbir kapısı açılmaz;cennetin kapıları açılır ve hiçbir
kapısı kapatılmaz ve bir münadi(çağırıcı),’’Ey hayır dileyen!(hakka ibâdete)gel!Ey
şer dileyen!günâh işlemekten vaz geç artık! Diye çağırır.Allâh’ın bu ayda,iftar
saatlerinde cehennemden âzâd ettiği nice kimseler vardır ve bu ,her gecedir.’’(Tirmizî,Savm:1,3/66-67
, No:682 , Nesei, Sıyâm:3, İbn-i Mace,Sıyâm:2)
Ebû Hüreyre(r.a)den rivâyete
göre,Nebi(s.a.v),zorlamaksızın,Müslümanları,Ramaza n ayını hakkıyla ifa etmeye
teşvik eder ve şöyle buyururdu:’’Ramazân ayı girdiğinde,cennet kapıları
açılır,cehennem kapıları kapanır,şeytanlar o ayda zincire vurulur.’’(Nesei300,Sıyâm:5)
Halid el-Cüheni(r.a)den rivâyete göre;dedi ki:Rasûlü Ekrem(s.a.v)şöyle
buyurdu:’’Herkim bir oruçluya iftar yemeği yedirirse,kendisine onun sevâbı
kadar sevâb vardır.Şu kadar var ki,(Allâh-u Teala)oruçlunun ecrinden hiç bir
şey eksiltmez.’’(Tirmizî,Savm:82,3/162, No:807,İbn-i Mace, Sıyâm:45,Dârimî,Savm:13,Ahmed
İbn-i Hanbel:4/114-116,5/192)
Ebû Hüreyre(r.a)den rivâyet edildiğine göre Rasûlüllâh (s.a.v)şöyle
buyurdu:’’Ümmetime, Ramazânı şerîf ayında beş haslet(özellik)verilmiştir
ki,onlar kendilerinden evvel hiç bir ümmete verilmemiştir.Oruçlunun ağız kokusu
Allâh indinde misk kokusundan daha hoştur,iftar edinceye kadar melekler onlar
için istiğfar eder.Allâh-u Teala hergün cennetini süsler sonra(ona
hitaben)yakında Salih kullarım kendilerinden sıkıntı ve eziyetleri atıp sana
varacaklar,buyurur.O ayda azgın şeytanlar zincire vurulur,binaenaleyh başka
ayda yaptıklarına o ayda ulaşamazlar.Ramazânı şerîfin son gecesinde (oruç tutan
kullar)affolunurlar.O zaman yâ Rasûl!O gece kadir gecesimidir?diye sorulunca
Efendimiz(s.a.v):Hayır!Lakin çalışan kişiye ücreti,işini bitirdiği zaman
verilir,buyurdu.’’(Ahmed İbn-i Hanbel:2/292)
Ka’b İbn-i Ucre(r.a)den rivâyet edildiğine göre,bir kere
Efendimiz(s.a.v):’’Mimberi hazır edin!buyurdu.(Ka’b Hazretleri şöyle
anlatıyor)Biz de hazırladık.Bir basamak çıkınca:’’Amin’’ dedi.İkinci basamağa
çıkınca tekrar’’Amin’’ dedi.Üçüncü basamağa çıkınca yine’’Amin’’ dedi.Mimberden
inince biz:’’Ey Allâh’ın Rasûlü bu gün senden(evvelce) duymadığımız bir şey
duyduk.’’ Dedik.
O zaman Rasûlüllâh(s.a.v):Şüphesiz
Cibrîl(a.s)bana görünerek:’’Ramazâna yetişipte affolunmayan Allâh’ın rahmetinden
uzak olsun! Dedi. Bende:’’Amin’’ dedim. İkinci basamağa çıktığımda:’’Sen
yanında anılıpta sana salat okumayan Allâh’ın rahmetinden uzak olsun! Dedi.
Bende:’’Amin’’ dedim. Üçüncü basamağa çıktığımda:’’Bir kişinin ana babasının
ikisi veya biri,yanında yaşlanır da onu cennete sokmazlarsa o kişi de(Allâh’ın
lutfundan )uzak olsun.’’ Diye bedduâ etti. Ben de:’’Amin’’ dedim
buyurdu.(Hakim,Müstedrek:4/153)
Ebû Hüreyre(r.a) den rivâyet edildiğine göre,Rasûlüllâh(s.a.v):’’ Beş
vakit namaz,bir Cuma diğer cumaya kadar, Ramazân da diğer ramazâna kadar, büyük
günâhlardan sakınıldığı takdirde aralarındaki(günâhları)silerler.’’buyurdu.(Müslim,
Taharet:16,1/209,Ahmed İbn-i Hanbel:2/400)
Hazreti Enes(r.a)den rivâyet edilmiştir ki. Bir kere Rasûlüllâh(s.a.v)e:’’Hangi
sadaka daha üstündür?’’ diye soruldu.Efendimiz(s.a.v):’’Ramazândaki sadakadır.’’buyurdu.(Suyûtî,Dürrü’l-Mensûr:1/449)
Bera İbn-i Azib(r.a)den rivâyete göre,Efendimiz(s.a.v):’’Ramazândaki
cumanın üstünlüğü,Ramazânın diğer aylara üstünlüğü gibidir.’’buyurdu.(Deylemi,Müsnedi
Firdevs:4352)
Said bin Cübeyr (r.a.) den rivâyet edilmiştir,
Der ki;
-“Bizden önceki ümmetlerin oruc’ları, yatsı vaktınden
gelecek günün akşamına kadar idi. Nitekim İslâm’ın ilk günlerinde de böyle
idi.”
1_Oruc ateşe (kötülüklere ,günâhlara) karşı bir kalkandır.sizden biriniz
oruçlu bulunduğu günde kötü söz konuşmasın ve kavga
etmesin.(Riyazussalihin:1220)
2_Kim kötü sözleri ve kötü işleri
bırakmazsa, o kimsenin yemesini, içmesini terketmesine Allâhın ihtiyâcı
yoktur.( Tac:2/61 )
3_Şüphesiz Allâh-ü Te’âlâ, ramazân orucunusizin üzerinize farz kıldı.Ben
de size, ondaki terâvîh namazını sünnet kıldım.Kim ki inanarak ve Allâhtan mükâfaatını
umarak oruç tutarsa, anasından doğduğu gündeki gibi günâhlarından temizlenmiş
olur.(tac:2/46)
4_Yûce Allâh oruç hakkında;Oruc benim içindir.Onun mükafatını ancak ben
veririm.(Tac:2/40)
5_Nice oruç tutan vardır ki,orucun ona açlıktan başka bir faydası
yoktur.(tac:2/61
6_Ey Müminler;Mübârek ay, şehri ramazân geldi.allâh onda oruç tutmanızı
size farz kıldı.o ayda cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve
azgın şeytanlar zincirlere vurulur.O ayda bir gece vardır ki, bin aydan
hayırlıdır.O gecenin hayrına nail olmayan (hakkıyla idrâk ve ihyâ etmeyen)
büyük mahrûmiyete uğramıştır.(ahmet nesei:94)
7_Ramazân ayı gelince cennet
kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincirlere
vurulur.(tac:47)
8_ Kim inanarak ve mükâfaatını yalnız Allâhtan umarak, oruc tutarsa,
geçmiş günâhları affedilir.(tac:58)
9_Sahur yapınız, çünkü sahurda
bereket vardır.(tac:58)
10_İnsanlar iftar etmekte acele ederse, hayırlı olmakta devam
ederler.Sizden biriniz iftar etiği vakit,hurma ile iftar etsin.Çünkü hurma
berekettir.Hurma bulamayan da su ile iftar etsin.Zîrâ su
temizleyicidir.(tac:2/60)
11_oruç tutunuz ki, sıhhat bulasınız.(Keşful Hafa:1631)
12_oruç kalkandır.Biriniz
oruçlu iken çirkin, kötü ve kaba söz
söylemesin, bağırıp çağırmasın, kavga etmesin.Birisi kendisine söver yâ da çatarsa
ona ben oruçluyum desin.(Müslim,sıyâm,163)
13_Oruç sabrın yarısıdır.(tirmizî:536)
14_Cennette reyyân adında bir kapı vardır ki buradan kıyâmet gününde
sadece oruç tutanlar cennete gireceklerdir.(muslım,sıyâm,166)
15_Kim Allâh için bir gün oruç tutarsa, Allâh yetmiş
yıllık bir mesâfe kadar onu cehennem ateşinden uzaklaştırır.(muslım,sıyâm,168)
Bu
konuda imâm-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Mübârek Ramazân ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nâfile namaz, zikir,
sadaka ve bütün nâfile ibâdetlere verilen sevâb, başka aylarda yapılan farzlar
gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir.
Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günâhları affolur. Cehennemden âzâd olur. O
oruçlunun sevâbı kadar, ayrıca buna da sevâb verilir. O oruçlunun sevâbı hiç
azalmaz.
Bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibâdet
etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur, Cehennemden âzâd olur. Ramazân-ı
Şerîf ayında, Rasûlüllâh, esirleri âzâd eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu
ayda ibâdet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasîb olur. Bu
aya saygısızlık edenin, günâh işleyenin bütün senesi, günâh işlemekle geçer.
Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibâdet etmelidir. Allâh-ü Te’âlâ-nın
râzı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, âhıreti kazanmak için fırsat bilmelidir.
Kur’ân-ı Kerîm, Ramazânda indi. Kadir gecesi, bu aydadır. Ramazân-ı Şerîfte,
iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Rasûlüllâh bu iki sünneti
yapmaya çok önem verirdi.
İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye
ve dolayısıyla her şeye muhtâc olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zâten
bu demektir.
Hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince, (Zehebez-zama’ vebtellet-il uruk
ve sebet-el-ecr inşaallâhü te’âlâ) duâsını okumak, terâvîh kılmak ve hatim
okumak önemli sünnettir.
Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce Müslüman affolur, âzâd
olur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar,
zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. Allâh-ü Te’âlâ, bu mübârek ayda
Onun şanına yakışacak, kulluk yapmayı ve Rabbimizin râzı olduğu, beğendiği
yolda bulunmayı, hepimize nasîb eylesin! Âmîn. (Mektubât ,1.c. 45.m.) Hadîs-i
Şerîf’te, (Özürsüz, Ramazânda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl
boyu oruç tutsa, Ramazândaki o bir günkü sevâba kavuşamaz) buyuruldu. [Tirmizî]
(Ama dini bir mâzeret varsa oruç tutmamak günâh olmaz.)
(Temizlik
imanın yarısı, oruç da sabrın yarısıdır.)
[Müslim]
(Oruçlu iken ölene, kıyâmete kadar oruç tutmuş gibi sevâb yazılır.)
[Deylemi]
(Oruçlu iken ölen Cennete girer.) [Bezzar]
(Oruç tutan, namaz kılan kimse, mükafatını kıyâmette aklı kadar alır.)
[Hatib]
(Oruç şehveti keser.) [İ. Ahmed]
Mübârek vakitlerde, günâhlardan titizlikle uzak durmalı, taatları, ibâdetleri
ve her çeşit hayratı artırmalıdır. Zîrâ Allâh-ü Te’âlâ, tarafından sevilen
kimse, fazîletli vakitlerde fazîletli amellerle meşgûl olur. Buğzettiği kul
ise; fazîletli vakitlerde kötü işlerle meşgûl olur. Kötü işlerle meşgûl olanın
bu hareketi azâbının daha şiddetli olmasına ve Allâh-ü Te’âlâ-nın, ona daha çok
buğzetmesine sebep olur. Çünkü o, böyle yapmakla vaktin bereketinden mahrûm
kalmış ve onun hürmet ve şerefini çiğnemiş olur. (Mev’iza-i hasene)
Rasûlüllâh efendimizin rüyâsı
(Rüyâmda acâib şeyler gördüm. Ümmetimden birini azap melekleri yakalamıştı.
Aldığı abdestler gelip, onu içindeki zor durumdan kurtardı. Birini gördüm,
kabri onu sıkıyordu. Kıldığı namazlar gelip, onu kabir azâbından kurtardı.
Birine şeytanlar musallat olmuştu. Ettiği zikirler gelip, şeytandan onu
kurtardı. Birinin de susuzluktan dili çıkmıştı. Tuttuğu Ramazân orucu gelip,
susuzluğunu giderdi.
Birini zulmet sarmıştı. Yaptığı hac gelip karanlıktan çıkardı. Birine ölüm
meleği gelmişti. Ana babasına yaptığı iyilikler gelip, ölümüne engel oldu,
geciktirdi. Birini Müslümanlarla konuşturmuyorlardı. Sıla-i rahim gelip, ona
şefaat etti, onlarla konuştu. Peygamberinin yanına gitmek isteyen birine engel
oluyorlardı. Aldığı gusül, onu alıp yanıma getirdi. Ateşten korunmak isteyen
birisine, sadakası gelip ateşe perde oldu. Birini zebaniler alıp Cehenneme
götürürken, yaptığı emr-i maruf ve nehy-i münker gelip kurtardı. Biri Cehennem
ateşine atılmıştı. Allâh korkusu ile döktüğü gözyaşları gelip oradan kurtardı.
Birine amel defteri solundan verilirken, Allâh korkusu gelip, defterini sağa
aldı. Sevâbları hafif gelen birine, kendinden önce ölen çocukları gelip, sevâbını
ağırlaştırdı. Cehennemin kenarında, korkudan titreyen birine, Allâh-ü Te’âlâya
olan hüsnü zannı gelince, titremesi durdu. Sırattan zorla geçen biri, Cennete
geldi. Fakat kapılar kapalıydı. Kelime-i şehadeti gelip, onu Cennete koydu.) [Taberani,
Hakîm-i Tirmizî]
Hz. Rasûl-i Ekrem (s.a.a) bir
hutbesinde şöyle buyuruyor: "Her
kim Ramazân ayını sükut halinde oruç tutar da, kulağını, gözünü, dilini,
şehvetini ve vücudunun organlarını yalandan, haramdan ve gıybetten kurbet (Allâh’a
yaklaşma) kastıyla korursa Allâh-u Te’âlâ onu kendine mukarreb (yakın) kılar, öyle
ki o adam Hz. İbrahim Halilullah (a.s) ile aslına bakılsın." [10]
Vesail-uş Şia, c.7, s.117.
1218 Ebû Hüreyre r.a.’den rivâyet
edildiğine göre Rasûlüllâh sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem şöyle buyurdu:
Aziz ve celîl olan Allâh"İnsanın oruç
dışında her ameli kendisi içindir Oruç benim içindir, mükâfaatını da ben
vereceğim" buyurmuştur
Oruç kalkandır Biriniz oruç tuttuğu
gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin Şayet biri kendisine söver yâ da
çatarsa: ‘Ben oruçluyum’ desin Muhammed’in canı kudret elinde olan Allâh’a
yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allâh katında misk kokusundan daha
güzeldir Oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç anı vardır: Birisi, iftar ettiği
zaman, diğeri de orucunun sevâbıyla Rabbine kavuştuğu andır "
Buhârî, Savm 9; Müslim, Sıyâm 163
1219 Yine Ebû Hüreyre r.a.’den rivâyet
edildiğine göre Rasûlüllâh sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem şöyle buyurdu:
"Allâh yolunda çift sadaka veren kimse,
cennetin muhtelif kapılarından, ‘Ey Allâh’ın (sevgili) kulu! Burada hayır ve
bereket vardır’, diye çağırılır Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından,
mücahidler cihad kapısından, oruçlular reyyân kapısından, sadaka vermeyi
sevenler de sadaka kapısından (cennete girmeye) davet edilirler "
Ebû Bekir r.a.:
– Anam babam sana kurban olsun ey Allâh’ın Rasûlü!
Gerçi bu kapıların birinden çağrılan kimsenin diğer kapılardan çağırılmaya ihtiyâcı
yoktur ama, bu kapıların hepsinden birden çağrılacak kimseler de var mıdır?
dedi
Rasûlüllâh sallellâh-ü ‘aleyh-i ve
sellem:
– "Evet, vardır Senin de o bahtiyârlardan
olacağını ümit ederim" buyurdu
Buhârî, Savm 4, Cihâd 37, Bed’u’l–halk
9, Fezâilü ashâbi’n–Nebî 5; Müslim, Zekât 85, 86 Ayrıca bk Tirmizî, Menâkıb 16;
Nesâî, Zekât 1, Cihâd 20, Sıyâm 43
Rasûlüllah (sallallâhu aleyhi ve selem) buyuruyor ki;
-“Ramazânın ilk gecesi geldiği zaman, bütün cennet kapıları
açılır. Bu kapılardan hiç biri Ramazân ayı boyunca kapanmaz. Allâh (c.c.) bir
münadiye şöyle nida etmesini emreder.
-“Ey hayır isteyen, gel.”
-”Ey şer yolundan olan azğın (azğınlığından) vazgeç.”
Sonra der ki:
-“İstiğfar eden yokmu? İstiğfar eden bağışlanacak.”
-“İsteyen yok mu? İstediği kendisine verilecek.”
-“Tevbe eden yok mu? Tevbesi kabul olunacak.”
Bu çağırmalar şafak atıncaya kadar devam eder. Allâh (c.c.) her Ramazân
bayramı gecesi azâba müstehâk olan bir milyon kişiyi cehennem azâbından ÂZÂD
EDER.”
Mükaşefe-tül Kulub (İmâm-i Ğazali)
1220 Sehl İbni Sa’d r.a.’den rivâyet
edildiğine göre Nebî sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem şöyle buyurdu:
"Cennette reyyân denilen bir kapı vardır
ki, kıyâmet günü oradan ancak oruçlular girecek, onlardan başka kimse
giremeyecektir Oruçlular nerede? diye çağrılır Onlar da kalkıp girerler ve o
kapıdan onlardan başkası asla giremez Oruçlular girince o kapı kapanır ve bir
daha oradan kimse girmez "
Buhârî, Savm 4; Müslim, Sıyâm 166
Ayrıca bk Nesâî, Sıyâm 43; İbni Mâce, Sıyâm 1
1221 Ebû Saîd el–Hudrî r.a.’den rivâyet
edildiğine göre Rasûlüllâh sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem şöyle buyurdu:
"Allâh rızâsı için bir gün oruç tutan
kimseyi Allâh-ü Te’âlâ, bu bir günlük oruç sebebiyle cehennem ateşinden yetmiş
yıl uzak tutar "
Buhârî, Cihâd 36; Müslim, Sıyâm
167–168 Ayrıca bk Tirmizî, Fezâilü’l–cihâd 3;
1222 Ebû Hüreyre r.a.’den rivâyet
edildiğine göre Rasûlüllâh sallalllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim, fazîletine inanarak ve karşılığını Allâh’tan
bekleyerek ramazân orucunu tutarsa, geçmiş günâhları bağışlanır "
Buhârî, Îmân 28, Savm 6; Müslim, Sıyâm 203,
Müsâfirîn 175 Ayrıca bk Ebû Dâvûd, Ramazân 1, Savm 57; Tirmizî, Savm 1, Cennet
4; Nesâî, Sıyâm 39; İbni Mâce, İkâmet 173, Sıyâm 2, 33
1223 Yine Ebû Hüreyre r.a.’den rivâyet
edildiğine göre Rasûlüllâh sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem şöyle buyurdu:
"Ramazân ayı girdiğinde cennet kapıları
açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır "
Buhârî, Savm 5, Bed’ul–halk 11;
Müslim, Sıyâm 1, 2, 4, 5
1224 Yine Ebû Hüreyre r.a.’den rivâyet
edildiğine göre Rasûlüllâh sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem şöyle buyurdu:
"Ramazân hilâlini görünce oruç tutunuz
Şevval hilâlini görünce de oruca son veriniz Ramazânın başlangıcı bulutlu bir
güne rastlarsa, şâbanı otuza tamamlayınız "
Buhârî, Savm 11; Müslim, Sıyâm 4, 7,
8, 17–20 Ayrıca bk Tirmizî, Savm 5; Nesâî, Sıyâm 8; İbni Mâce, Sıyâm 7
Bu, Buhârî’nin rivâyetidir Müslim’in
rivâyetinde şöyle buyurulmaktadır: "Eğer şevval ayının başlangıcı bulutlu
olursa, orucu otuza tamamlayınız "
(Bu rivâyet için de ayrıca bk Ebû
Dâvûd, Sıyâm 7; Nesâî, Sıyâm 10; İbni Mâce, Sıyâm 7)
*** --- Hz. Câbir r.a. anlatıyor: Peygamberimiz (‘aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm) : “Her iftar vaktinde Allâh tarafından (cehennemden) âzâd edilen kimseler
bulunur. Bu, (Ramazânın) her gecesinde olur.”
*** --- Ebû Hüreyre
(r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki:
“Ramazân girip çıktığı halde günâhları affedilmemiş olan
insanın burnu sürtülsün.
Anne ve babasına veyâ bunlardan birine yetişip de onlar
sayesinde cennete girmeyen kimsenin de burnu sürtülsün.
Ben yanında
zikredildiğim zaman bana salat okumayan kimsesinin de burnu sürtülsün!”
[Tirmizî, Daavat 110, (3539).]
*** --- Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)’nin anlattığına göre: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) onları, kesin bir emirde bulunmaksızın ramazân gecelerini ihyâya
teşvik ederdi. (Bu maksadla) derdi ki: “Kim ramazân gecesini, sevâbına inanarak ve bunu elde etmek niyetiyle namazla ihyâ ederse geçmiş günâhları affedilir.”
Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) -bu tavsiyesi herhangi bir
değişikliğe uğramadan- vefat etti. Bu durum (terâvihin ferden kılınması) Hz.
Ebû Bekr’in hilafeti zamanında da böylece devam etti, Hz. Ömer’in hilafetinin
başında da böyle devam etti.”
*** --- Herim İbn-ü Hanbeş r.a. anlatıyor: “Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm buyurdular ki: “Ramazân ayında yapılan bir umre (sevâb cihetiyle) bir hacca muâdildir.”
*** --- İbn-ü Abbâs (r.a.ümâ)
anlatıyor: “Rasûlüllâh
(aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), Ensâr’dan Ümmü Sinân adındaki bir kadına: “Bizimle haccetmekten
seni ne alıkoydu?” diye sordu. Kadın:
“Ebû
fülânın (kocasını kasteder) sadece iki sulama devesi var. Biriyle o ve oğlu
haca gitti. Öbürü (ile de ben kaldım) arâzimizi suluyor(um)” dedi.
*** --- Bunun üzerine Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm):
“Öyleyse
Ramazân’da (yapacağın) umre, (kaçırdığın) bir
haccın veyâ benimle (yapmış olacağın) bir haccın kazasıdır. Ramazân
gelince umre yap. Zîra Ramazân’daki bir umre hacca muâdil olur.” [Buhârî,
Umre 4, Cezâu’s-Sayd 26; Müslim, Hacc 222
*** --- Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) buyurdular ki:
“Beş vakit namaz, bir cuma namazı diğer cuma namazînâ,
bir Ramazân diğer Ramazâna hep kefarettirler. Büyük günâh irtikab edilmedikçe
aralarındaki günâhları affettirirler.”
[Müslim, Taharet 14, (223)
*** --- Hz. Âişe (r.a.â) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)
Ramazân ayında, diğer aylarda görülmeyen bir gayrete girerdi. Ramazânın son on
gününde ise çok daha şiddetli bir gayrete geçerdi. Son on günde geceyi ihyâ
eder, ailesini de (gecenin ihyâsı için) uyandırırdı, izarını da bağlardı.” [Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadir 5, Müslim, İ’tikâf
8, (1175)
*** --- Şeddül-Mi’zer=İzarın bağlanması: Âlimler bununla,
Rasûlüllâh’ın son on günde hanımlarını terketmiş olduğunun kinâye edildiğini
belirtirler. Böylece ibâdete daha çok vakit ayırma imkânı aramış olmaktadır.
“Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm buyurdular ki:
“Her şeyin
bir zekatı (temizlenme vasıtası) vardır, cesedin zekatı oruçtur.”
Muhrız rivâyetinde şu ziyadede bulundu:
“Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm şunu ilave
etti:
“Oruç, sabrın yarısıdır.”
***--Hz. Rasûlüllâh orucun bedene sıhhat, eve bereket getireceğini
haber verir:
“Oruç tutun,
sıhhat bulun.”
***-- Birçok hadîste, orucun insanda ruhî terbiye
vasıtası olan, en mühim erdemlerden “sabr”a alıştıracağı belirtilir.
***-- Oruç günâhlara karşı bir perde, bir siperdir:
“Oruç bir perdedir, mü’minin sığınacağı kalelerden bir
kaledir...”
**-- Oruç cehenneme karşı da bir perdedir:
Oruç ateşe karşı bir perde, müstahkem bir kaledir”
“Oruç ateşe karşı (sağlam) bir perdedir, yeter ki
yalanla, gıybetle kişi onu yırtmamış olsun.”
***-- Oruç en makbul, en sevâblı bir ibâdettir:
“Oruçlunun uykusu ibâdettir, susması tesbihtir, amelleri
misliyle kabul edilir, duâsı makbuldür, günâhı affedilir.”
***--Diğer bir Hadîs-i Şerîf’te :
“Oruçta riya yoktur. Allâh Te’âlâ Hazretleri buyurur ki: “Oruç
benim içindir, onun mükâfaatını ben vereceğim, oruçlu yiyecek ve içeceğini
benim için bıraktı.”
“Oruçlunun yanında birisi yemek yiyince melekler ona rahmet
okurlar, bu hal, öbürü yemesini bitirinceye kadar devam eder.”
***--Hz. Ebû Hüreyre (r.a.):
“Rasûlüllah (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyurdular ki:
“Ademoğlunun her ameli katlanır. (Zîrâ Cenâb-ı Hakk’ın
bu husûstaki sünneti şudur:) Hayır ameller en az on misliyle yazılır, bu yedi
yüz misline kadar çıkar. Allâh Te’âlâ Hazretleri (bir hadîs-kudsîde) şöyle
buyurmuştur: “Oruç bu kaideden hariçtir. Çünkü o sırf benim içindir, ben de onu
(dilediğim gibi) mükâfaatlandıracağım. Kulum benim için şehvetini, yiyeceğini
terk etti.”
“Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı
zamanki sevincidir, diğeri de Rabbi ne kavuştuğu zamanki sevincidir.
***--Oruçlunun ağzından çıkan koku (halûf), Allâh
indinde misk kokusundan daha hoştur.”
***--Bir rivâyette de şöyle buyrulmuştur:
“Oruç perdedir. Biriniz birgün oruç tutacak olursa kötü söz sarf
etmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veyâ kavga
edecek olursa “ben oruçluyum!” desin (ve ona bulaşmasın).” Buhârî,
Savm
***--Cenâb-ı Hakk’ın her bir hayır ameli en az on misliyle kabul
etmesine dâir sünneti Kur’ânı Kerîm’le sâbittir:
“Kim bir hayır yaparsa ona on katı (sevâb) verilir...” (En’am
160).
(Rasûlüllâh bu âyete atıf yapmış olmalıdır.
Hadîsin devamında bunun, yedi yüz katına kadar çıkacağı
belirtilmiştir.)
Bu rakam da Kur’ân’da
gelmiştir, ancâk bu, “Allâh’ın dilemesi” şartına bağlanmıştır:
***--”Mallarını Allâh yolunda sarf edenlerin durumu, her başağında
yüz tâne olmak üzere yedi başak veren tânenin durumu gibidir. Allâh dilediğine
kat kat verir, Allâh’ın lütfu geniştir...”
(Bakara 261 )
Orucun Allâh nezdindeki hayır amelleri on misli ile yedi yüz misli
arasında değişen katlarıyla kabul etme sünnetine girmediğini, yâni yedi yüz
mislinden daha fazla katlarıyla kabul edilecek bir amel olduğunu belirtiyor.
Kaf sûresinde bu ziyadeye de temas edildiğini söyleyebiliriz:
“...Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır...” (Kadr 3).
*** --- Burada yapılan bir hayrın Allâh tarafından otuz bin katıyla
da kabul edileceğinin Kur’ânî bir delili mevcûddur.
Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) :
Cenâb-ı Hakk’ın oruçlu
hakkında :
“Oruç bu kaideden hariçtir... Ben onu dilediğim gibi mükâfaatlandıracağım...”
***--Kulun
ihlâsı nisbetinde orucu sebebiyle otuz bin mislinden fazla bir mükâfaata bile
mazhar olabileceği, İlahî rahmetten bu
umulabilir.
***--Orucun “perde” olmasına gelince: Bâzı rivâyetlerde “
“ateşe karşı perdedir”
şeklinde daha sarîh gelmiştir. Bâzı rivâyetlerde
ise:
“Oruç, birinizin savaştaki zırhınız gibi ateşe karşı
zırhınızdır” veyâ:
“Oruç, ateşe karşı kalkandır ve müstahkem bir kaledir.” Bâzı rivâyetlerde,
“Oruç, gıybetle yırtmadığı müddetçe, kişiye bir kalkan,
bir sığınaktır” buyrulmuştur.
Oruçluya,
orucunu ifsâd eden ve sevâbını azaltan şeylerden koruması gerekir. Bu husûsa, Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’ın şu sözü işâret
eder: “Biriniz bir gün oruç tutacak olursa
kötü söz sarf etmesin, bağırıp çağırmasın...”
* Orucun (hâsıl ettiği) fâide yönüyle de ona örtü
denmesi murad edilmiş olabilir, bu da sahîhtir. Çünkü oruç, nefsin şehvetlerini
zayıflatır. Buna ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm’ın şu sözü işâret eder: “...Kulum benim için
şehvetini... terketti.”
*
Hâsıl olan sevâb ve hasenatın katlanması sebebiyle de orucun örtü olması murad
edilmiş olabilir, bu da sahîhtir.
*** --- Kadı İyaz, el-İkmâi’de: “Bunun mânası şudur: “Oruç,
günâhlara karşı perdedir veyâ ateşe karşı perdedir veyâ bunların hepsine karşı
perdedir” der.
İbn-ü’l Ârabi der ki: “Oruç, ateşe karşı perdedir, çünkü o, şehvetlerden
kişinin kendisini ,
-7-
tutmasıdır, ateş ise şehvetlerle kuşatılmıştır. Hâsılı,
kişi dünyada şehvetlerden kendini tutarsa, bu onun için âhirette ateşe karşı
bir perde olur.”
Ebû Ubeyde’den
gelen bir rivâyette, gıybetin oruca zarar vereceği belirtilmiştir.
Hz. Âişe’den gelen bir rivâyette ise: gıybetin orucu bozacağı
ifâde edilmiştir.
İmâm Evzâî: bu hadîsi esas alarak gıybetle orucun bozulacağına, o
gün tutulan orucun kaza edilmesinin gerektiğine hükmetmiştir. Zâhirî
fakihlerden
İbn-ü Hazm: daha da ileri giderek oruçlu olduğunu bilerek fiilî
veyâ kavlî herhangi bir günâha âmmden tevessül eden oruçlunun orucunun bozulacağına
hükmetmiştir. İbn-ü Hazm’ı bu hükme sevkeden husûsun, hadîste gelen :
“Kötü söz sarf etmesin, (bağırıp çağırmak gibi) cahillik
yapmasın” emrinin mutlak olmasıdır.
*** --- Bir başka hadîste gelmiş olan,
***--Kim yalan söylemeyi, yalanla iş yapmayı
bırakmazsa, Allâh’ın onun yemesini içmesini terk etmesine ihtiyâcı
yoktur” ifâdesi
de İbn-ü Hazm’a delil olmuştur. Evet cumhura göre,
orucun bozulması üç sebepten biri ile meydana gelir: Yemek,
içmek ve cima.
*** --- İbn-ü Abdilberr, orucun diğer ibâdetlere üstünlüğünü beyan sadedinde
şöyle der: “O’nun fazîletini anlamada, ateşe karşı örtü olması sana
kâfîdir.”
-8-
*** --- Nesâî’nin sahîh bir senedle : Ebû Ümâme’den kaydına göre: “Ey
Allâh’ın Rasûlü! dedim, senden alacağım müstesnâ bir amel emret!” Bana: “Sana
orucu tavsiye ederim, çünkü onun emsâli yoktur!” buyurdu.”
*** --- Oruçlunun ağız kokusunun, Allâh’a misk kokusundan daha hoş gelmesi ifâdesi
de üzerinde durmaya değer ;
*** --- Halûf, oruç sebebiyle oruçlunun ağzından çıkan kokuya denmiştir.
Allâh nezdinde kokunun iyiliği kötülüğü mevzubahis olamayacağına göre, bu ifâde
ne demektir? İhtilaf edilmiş, farklı izahlar ileri sürülmüştür.
Bâzıları şöyle: Bu bir mecazdır, güzel kokuların bize yakınlığını ifâde için
böyle bir mecaza başvurulması adet olmuştur. Orucun Allâh’a yakınlığını ifâde
için, bundan bir istiâre yapılmıştır.
*** --- Öyleyse mânâ şöyledir: “Oruç Allâh nezdinde,
misk’in sizin nezdinizdeki iyiliğinden daha iyidir” veyâ “misk’in size yakınlığından daha çok oruç Allâh’a yakındır.”
***--Bu ifâdeden maksat, bu melekler hakkındadır; yâni onlar, oruçlunun
ağız kokusundan, sizin misk kokusundan hoşlandığınızdan daha çok hoşlanırlar.
***-- Allâh ona âhirette öyle bir mükâfaat verir ki, o
sayede ağzının kokusu misk kokusundan daha hoş bir hâl alır.
***-- Oruçlu öyle bir mükâfaata nail olur ki, bu misk
kokusundan daha hoştur
***-- Oruçlunun ağız kokusu, zikir ve ilim meclislerinde mûtad olan misk
kokusundan daha sevâblıdır.
-9-
*** --- Ortaya çıkan netice, “hoş” mânasının kabul ve rızâya
hamlidir. Yâni “daha hoş” demekle “Allâh’ın kabûlüne ve rızâsına daha uygun” denmiş olmaktadır.
*** --- el-Kâdı Hüseyn’in Ta’lîk’ında naklettiğine göre:
“Kıyâmet günü,
bütün ibâdetlerin kendilerine has bir kokuları olacaktır. İşte orada orucun kokusu,
diğer ibâdetlere nazaran misk kokusu gibi olacaktır.”
***
--- Söylenen son üç husûsu te’yid eden
***
--- Kıyâmet günü...” Ziyâdesi, bâzı rivâyetlerde gelmiştir. Müslim’in
rivâyetinde :
“Oruçlunun ağız kokusu “Kıyâmet günü” Allâh yanında misk
kokusundan daha hoştur.”
---Hadîste Cenâb-ı Hakk’ın, “Oruç benim içindir...” buyurmasındaki maksad
nedir? Farklı görüşler ileri sürülmüştür:
*** --- Bâzıları: “Oruçta riya
olmaz, diğer ibâdetlerde olabilir” demiştir.
---Ebû Ubeyd’in Garib’indeki sözü şöyle: “Biliyoruz ki, hayır
amellerin hepsi Allâh içindir ve bunların mükâfaatını da O verecektir. Allâh
bilir yâ, Rab Te’âlâ, orucu kendine has kıldı, çünkü İbn-ü Adem oruç tutunca,
hâriçte görülen bir fiilde bulunmaz, oruç daha çok içte kalan bir fiildir.
-10-
*** --- Rasûlüllâh, (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’ın :
“Oruçta riya yoktur” hadîsleri de bu husûsu te’yid eder. çünkü oruç hâriç
bütün ameller hareketle vukûa gelir. Oruç ise, insanlara saklı kalan niyyetle
yapılır...”
*** --- Bâzıları: “... Orucun sevâbını ben veririm...” sözünden maksad “Onun sevâbını, ecrinin ne
kadar katlanacağını ben bilirim” demektir”
---Nitekim âyetlerde haber vermiştir ki on mislinden yedi yüz
misline kadar ücret verilmektedir. Oruç, bu takdirin dışında tutulmuştur.
*** --- Bâzıları: “... Oruç benim
içindir...” sözünün manası: “Bana en sevgili, nezdimde en mûteber ibâdet” demektir” demiştir,
*** --- Bâzıları: “Orucun Allâh’a izafesi onu
teşrif ve tazim gâyesini güder, tıpkı Beytullah tabirinde olduğu gibi...” demiştir.
*** --- Bâzıları: “şehvetlerden olan yemek vs.’den
istiğna Allâh’a âit vasıflardandır. Şu halde oruçlu, O’na muvafık sıfatlarla
Allâh’a yakınlık kazanınca, Allâh o sıfatı kendine izafe etmiştir.”
*** --- Kurtubi der ki: “Kulların amelleri, onların hallerine uygundur, oruç
hâriç... Oruç, Hakk’ın sıfatlarına uygun bir sıfattır. Sanki şöyle demiştir: “Oruçlu bana uygun bir
sıfatla bana yaklaşmaktadır.”
-11-
*** --- Bâzıları: “Mânâ böyledir. Ancâk
meleklere izafesi şartıyla... Zîrâ bu mânâ meleklerin sıfatıdır” demiştir.
*** --- Bâzıları: “Bu, Allâh’a hastır,
kulların bunda hiçbir nasîbleri, hazları yoktur” demiştir.
*** --- Bâzıları: “Oruç hâriç, kulların
bütün ibâdetleri, üzerindeki kul haklarına verilir, oruç hâriç, o verilmez”
demiştir. Bu mevzuya giren bir rivâyet şöyledir: “Kıyâmet günü olunca, Allâh
kullarını hesaba çeker, üzerindeki kul haklarını amellerinden karşılar, öyle ki
oruç hâriç hiçbir şeyi kalmaz. Allâh bâki kalan hakları kendinden öder ve
orucuna dokunmaz, onunla da kulunu cennete koyar.”
*** --- ”Yine Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) buyurdular ki: “Kim Allâh Te’âlâ yolunda bir gün oruç tutsa, Allâh onunla ateş arasına,
genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek kılar.”
(Tirmizî, Cihâd 3, (1624).]
*** --- Sehl İbn-ü Sa’d (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) buyurdular ki: “Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır. Oradan sadece oruçlular girer.
Oruçlular girdiler mi artık kapanır, kimse oradan giremez.”
[Buharî, Savm 4, Bed’ü’l- Halk 9;
Müslim, Sıyâm 166, (1152); Nesâî, Sıyâm 43, (4, 168); Tirmizî, Savm 55, (765).]
AÇIKLAMA:
---Bâzı rivâyetlerde “Cennetin sekiz kapısı vardır.
Bunlardan biri, oruçluların girdiği Reyyân kapısıdır...” şeklinde gelmiştir. Reyyân kelimesinin kökü reyy’dir,
kana kana içmek, suya doymak mânasına gelir. Reyyân, suya kanmış, susuzluğu
olmayan gibi mânalara gelir.
*** --- Hz. Ebû
Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Kim bir oruçluya iftar
ettirirse, kendisine onun sevâbı kadar sevâb yazılır. Üstelik bu sebeple
oruçlunun sevâbından hiçbir eksiltme olmaz.”
[Tirmizî, Savm 82, (807); İbn-ü Mâce, Sıyâm 45, (1746).]
*** --- Yine Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) buyurdular ki: “Ramazân ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemîn kapıları
kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.”
[Buhârî, Savm 5, Bed’ü’l- Halk 11, Müslim, Sıyâm 2, (1079); Nesâî, Sıyâm
5, (4, 129).]
*** --- Hz. Enes
(r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm): “Ramazândan sonra hangi oruç efdâldir?” diye sorulmuştu, şu cevâbı verdi:
“Ramazânı ta’zim için şa’bân!” Tekrar soruldu: “Hangi sadaka efdâldir?”
“Ramazânda verilen!” cevâbını verdi.”
[Tirmizî, Zekat 28, (663).]
“Ramazândan sonra en hayırlı oruç, Allâh’ın ayı olan
Muharrem ayındaki oruçtur.”
---Ancâk (sadedinde olduğumuz) Enes hadîsi zayıftır, Ebû Hüreyre hadîsi sahîhtir.
*** --- Hz. Ebû Hüreyre
r.a. anlatıyor: “Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm buyurdular ki: “Nice oruçlular vardır ki,
tuttuğu oruçtan yanına sadece çektiği açlık kâr kalır. Nice gece namazı
kılanlar vardır ki onların da kârı gece uykusuz kalmaktan ibarettir.”
*** --- İbn-ü Abbâs r.a.üma
anlatıyor: “Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm buyurdular ki:
“Gündüz orucuna
sahur yemeği ile yardımcı olun, kaylûle (öğle uykusu) ile de gece
namazînâ yardımcı olun!”
*** --- Hz. Ebû Hüreyre r.a. anlatıyor: “Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm buyurdular ki: “İnsanlar iftarı tacil edip (geciktirmedikleri) müddetçe hayır üzere
devam ederler. Öyleyse iftarı tacil edin (ilk vaktinde orucunuzu açın). Çünkü
Yahudiler, iftarlarını tehir ederler.”
*** --- Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) buyurdular ki: “Sahur yemeği yiyin, zîrâ sahurda bereket var.”
[Buhârî, Savm 20, Müslim, Sıyâm 45, (1095); Tirmizî, Savm 17, (708);
--- Bundan murad çok şeyler yemek değildir.
“Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki:
“Bir yudum su ile de olsa sahur yapın” buyurmuştur.
--- Ebû Saîdi’l-Hudrî (r.a.)’den kaydettiği bir hadîste ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm: “Sahur berekettir, sakın onu
bırakmayın. Bir yudumluk su ile de olsa sahur yapın. Zîrâ Allâh ve melekleri,
sahur yapanlara rahmet okurlar” buyurmuştur.
---Bâzı âlimler bereketten maksadın sahur’un sebep
olduğu seher vakti uyanması ve duâsı olduğunu söylemiştir.
*** --- Sünnete
uymak.
*** --- Ehl-i
Kitâb’a muhâlefet.
*** --- İbadet
etmeye sahur yemeği ile güç kazanmak.
*** --- Şevk ve
canlılıkta artış.
-17-
*** --- Açlığın sebep olacağı ahlâkî düşüklüğün
atılması.
*** --- O sırada isteyeceklere, sadaka verme imkânına
kavuşmak.
*** --- Duâ ve
ibâdetlerin kabul edilme vakti olan seher vaktinde duâ ve zikre sebebiyet.
*** --- Uykudan önce ihmal edenlere oruca niyet etme
imkanı... vs.
*** --- Amr İbn-ü’l-As (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) buyurdular ki: “Bizim orucumuzla Ehl-i Kitâb’ın orucunu ayıran fark sahur yemeğidir.”
[Müslim,
Sıyâm 46, (1096); Ebû Dâvud, Savm 15, (2343)
“Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırt edilinceye kadar
yiyin için” (Bakara 187)
*** --- Talk İbn-ü Ali
(r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Fecr-i kâzib
size mâni olmasın, fecr-i sadık karşınıza çıkıncaya kadar yiyin için.”
[Ebû Dâvud, Savm 17,
(2348); Tirmizî, Savm 15, (705).]
*** --- İmâm Mâlik’ten anlatıldığına göre, Abdulkerîm İbn-ü Ebî’l-Muhârik’in
şöyle söylediğini işitmiştir: “Nübüvvet (peygamberlik) amellerinden biri de iftarın ta’cili (öne
alınması), sahurun da te’hir edilmesidir.”
[Muvatta, Kasru’s-Salât 46, (1, 158).]
*** --- Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm), Namaz kılmazdan önce birkaç taze hurma ile orucunu açardı. Eğer taze
hurma yoksa kuru hurma ile açardı. Eğer kuru hurma da bulamazsa birkaç yudum su
yudumlardı.”
[Ebû Dâvud,
Savm 22, (2556); Tirmizî, Savm 10, (694).]
*** --- Mu’âz İbn-ü Zühre anlatıyor: “Bana ulaştı ki, Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), iftar ettiği zaman şu duâyı
okurdu: “Allâhümme leke sumtü ve alâ rızkıke eftartü. (Ey Allâhım senin rızân
için oruç tuttum ve senin rızkınla orucumu açıyorum.)” [Ebû Dâvud, Savm 22, (2358).]
*** --- Hz. Hafsa
(r.a.â) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Kim orucu fecirden önce
niyetle (kesin kılmazsa) onun orucu yoktur.”
[Ebû
Dâvud, Savm 71, (2454); Tirmizî, Savm 33, (730
---Hanefilere göre: Oruca niyetin vakti, güneşin batmasından ertesi günü
istîvâ anına (kaba kuşluk) kadar devam eder. İstîvâ (Kaba kuşluk) anından sonra
niyet sahîh değildir. Ancâk namazın çeşidine göre, bâzı tefrikte bulunurlar:
*** Farz orucun niyeti güneşin batmasından kaba kuşluğa kadar devam eder.
*** Kaza, kefâret ve mutlak nezir oruçları için niyet, güneşin
batmasından fecr-i sâdık’a kadardır, daha sonra yapılamaz.
*** Nâfile oruçlar için de güneşin batmasından ertesi günü istîvâ (Kaba
kuşluk) zamanına kadar caizdir.
*** --- ”İşlerin ve amellerin en hayırlısı az da olsa devamlı
olanıdır”
---Sistemli ve devamlı olan hayırlı amelleri övmüştür. Bir işin
az da olsa devamlı olması bir sistemîn ifâdesidir. Sistem güven verir, netice
hasıl eder.
*** --- Hz. Ebû
Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Kadın, kocası varken izin
almadan (nâfile) oruç tutmasın.”
[Buharî, Nikâh 84, 86; Müslim, Zekât 84, (1026); Ebû Dâvud, Savm 74,
(2485); Tirmizî, Savm 65, (782);
AÇIKLAMA:
---Ebû Dâvud’un rivâyetinde, “Ramazân dışında” ziyadesi
vardır.
---Hadîs, kadın nâfile oruç tutmak isteyince, beraber
oldukları takdirde, kocasından izin almasını şart koşmaktadır. Ramazân orucu için böyle bir
izin mevzubahis değildir. Bu husûs bâzı rivâyetlerde tasrih edilmiştir:
*** --- ”Kadın ramazân orucu dışında... oruç tutamaz.”
*** --- Eyub (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) buyurdular ki: “Kim Ramazân
orucunu tutar ve ona şevval ayından altı gün ilave ederse, sanki yıl orucu
tutmuş olur.”
[Müslim,
Sıyâm 204, (1164); Tirmizî, Savm 53, (759); Ebû Dâvud, Savm 58, (2432).]
*** --- Enes İbn-ü Mâlik demiştir ki: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) buyurdular ki: “Allâh Te’âlâ Hazretleri, yolcudan namazın yarısını kaldırdı, oruca da
yeme husûsunda ruhsat tanıdı. Ayrıca çocuk emziren ve hamile kadınlara,
çocukları husûsunda endişe ettikleri takdirde, orucu yeme ruhsatı tanıdı.”
[Ebû Dâvud, Savm 43, (2408); Tirmizî, Savm 21, (715); Nesâî, Savm 51, (4,
180-182), 62, (4, 190); İbn-ü Mâce, Sıyâm 12, (1668).]
*** --- Akşamleyin iftar ederken şöyle duâ yapılması sünnettir:
“Allâhumme
leke Sumtü ve bike amentü ve aleye tevekkeltü ve alâ rızkıke aftartü ve
sevmelğedi min şehriramazâne neveytü. Feğfir lî ma kaddemtü ve ma
ahhertü.”
Anlamı:
“Allâh’ım! Senin rızân için oruç
tuttum, sana îmân ettim, sana güvendim, senin rızkınla iftar ettim (orucumu
açtım). Ramazân ayının yarinki gününü oruç tutmaya da niyet ettim. Artık benim
geçmiş ve gelecek günâhlarımı bağışla...”
Şöyle
de duâ edilir:
“Yâ vasi’al-mağfireti, iğfir-lî ve
livalideyye ve lil-müminine yevme yekumu’l-hisab...”
Anlamı: “Ey bağışlaması bol olan Rabbim! Beni, ana-babamı
ve mü’minleri hesab gününde bağışla...
*** --- Orucu
hurma gibi tatlı bir şeyle açmak mendubdur.
*** --- Oruçlu
kimsenin, yakınlarına ve fakirlere fazlaca yardımda bulunması müstahabdır.
*** --- Oruçlunun mümkün olduğu kadar gece ve gündüz Kur’ân okumak, zikir
yapmak,
*** --- Ramazân
orucunu tutmaya engel olacak derecede bedene takatsizlik verici işlerde
bulunmak caiz değildir.
*** --- Peygamberimize
Salat ve Selam getirmek ve ilimle uğraşmak sûretiyle meşgûl olması müstahabdır.
*** --- Oruçlunun
boş ve yararsız sözlerden dilini tutması da müstahabdır. Gıybetten, söz
taşımadan kaçınmak ise her zaman vacibdir. Ancâk
bu kaçınmanın gerekliliği Ramazânda daha çok kuvvet kazanır.
*** --- ORUÇLU İÇİN İTİKAF DA MÜSTAHABDIR.
***
--- Şeriatta ise itikâf: Bir mescidde; veyâ o
hükümdeki bir yerde itikâf niyeti ile durmaktan ibarettir.
**---İtikâflar: Vacib, müekked sünnet ve
müstahab nevilerine ayrılır. Şöyle ki: Dil ile
nezredilen bir itikâf vacibdir. Ramazân ayının son on gününde itikâf, kifaye
yolu ile bir müekked sünnettir. Başka bir zamanda ibâdet niyeti ile bir
mescidde bir müddet yapılan itikâf da müstahabdır.
*** --- Bir itikâfın en az müddeti, İmâm
Ebû Yusuf’a göre bir gündür. İmâm Muhammed’e göre bir saattir. Bir saat, fıkıh
alimlerine göre, zamanın belirsiz olan az veyâ çok bir parçası demektir.
*** --- Rasûlü Ekrem (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem) Efendimiz Medine-i Münevvere’ye hicretinden sonra âhırete
göçüşlerine kadar her Ramazânın son on gününü itikâf ile geçirirlerdi.
*** --- İhlâs
ile olan bir itikâf, amellerin pek şereflisi sayılmaktadır. Bu sayede kalbler
bir müddet olsun, dünya işlerinden uzak kalır ve Hakka yönelir.
*** --- İslâm
büyüklerinden ünlü Ata demiştir ki: “İtikâf yapan, ihtiyâcından dolayı büyük bir zatın
kapısında oturup dilediğini elde etmedikçe buradan ayrılıp gitmem, diye
yalvaran bir kimseye benzer ki, Allâh’ın bir mabedine sokulmuş, beni
bağışlamadıkça buradan ayrılıp gitmem demektir.”
*** --- Sonuç: İtikâf sayesinde insanın maneviyatı yükselir, kalbi
nurlanır, simasında kulluk nişanları parlar, ilâhî feyizlere kavuşur.
İtikâfın Şartları
***-- Bir itikâfın sıhhati şu şartların bulunmasına bağlıdır:
***
--- 1) İtikâf yapan, müslüman, akıllı ve temiz
bulunmalıdır. Onun için müslüman olmayanın, delinin, cünubun, hayız ile
nifastan temiz bulunmayanın itikâfı olmaz.
***
--- 2) İtikâfa niyet edilmiş olmalıdır.
*** --- 3) İtikâf, mescidde veyâ o hükümdeki
bir yerde yapılmalıdır. Şöyle ki: İçinde
cemaatla namaz kılınan herhangi bir mescidde İtikâf yapılabilir. Büyük
camilerde yapılması daha fazîletlidir. Kadınlar da
kendi evlerinde mescid edinilen veyâ mescid olarak ayıracakları bir odada
itikâfda bulunurlar. Buraları onların hakkında birer mescid sayılır.
Kadınların dışardaki mescidlerde itikâf etmeleri caiz ise de, kerahetten
kurtulamaz. Kadınların kendi evlerinde namaz kılmaları, mescidlerde namaz
kılmalarında daha fazîletli olduğu gibi evlerinde itikafları da her türlü fitne
ve fesad düşüncesinden beri olacağı cihetle mescidlerde itikâfda
bulunmalarından daha fazîletlidir.
***
--- 4) Vacib olan bir itikâfda, itikâf yapan
oruçlu bulunmalıdır. Bu halde orucun yanılarak bozulması itikâfa zarar vermez.
Diğer itikâflar için oruç şart değildir. Çünkü onlar için bir müddet yoktur.
Öyle ki camiden bir iki saat içinde çıkıncaya kadar itikâfa niyet edilmesi de
sahîhdir.
*** --- İtikâf için büluğ, erkeklik, hürriyet şart değildir. Buna göre akıllı
olan çocuğun, kadının, kölenin itikâfları sahîhdir. Şu
kadar var ki, kadının itikâfı kocasının iznine bağlıdır. İsterse bunlar
itikâfı nezretmiş olsunlar, hüküm aynıdır.
*** --- Bir
kimse, itikâf için zevcesine izin verse bundan dönemez, artık engellenmesi
doğru olmaz.
İtikâfın Edebleri
***--1) İtikâf, Ramazân ayının son on gününde ve mescidlerin en fazîletlisinde
yapılmalıdır.
***
--- 2) İtikâf esnasında hayırdan başka bir şey
söylenmemelidir. Günâh gerektirmeyen şeyleri konuşmakta bir sakınca yoktur.
***
--- 3) İtikâf esnasından Kur’ân-ı Kerîm okumaya,
hadîs-i şerîf, okumaya devam etmelidir.
*** --- 4) İtikâf yapan kimse, temiz
elbiselerini giymeli, güzel kokular sürünmelidir.
***
--- 5) Nefsine itikâfı vacib kılacak kimse, buna
yalnız kalben niyetle yetinmemeli, dili ile de söylemelidir.
İtikâfa Dâir Bâzı Meseleler
*** --- Bir ay itikâf adansa ve bundan
yalnız gecelere veyâ gündüzlere niyet edilse, bu niyet sahîh olmaz. Çünkü ay,
belli mikdardaki geceler ile gündüzlerden ibarettir. Onun için geceli ve
gündüzlü bir ay itikâf gerekir.
*** --- Yalnız gündüzleri itikâfda bulunmaya niyet
edilmesi sahîhdir. Bu durumda her gün fecrin doğuşundan önce mescide girip
güneşin batışından sonra çıkılır. Fasılasız itikâfa niyet edilmemişse,
istenilen günlerde itikâf yapılabilir. Bir gün için itikâfa niyet edildiği
zaman da, buna gece dâhil olmaz. Fakat fasılasız şu kadar gün itikâfa denilerek
nezredilse, geceler de bu nezre girer. Aksi de böyledir. Son günün güneş
batışından sonra mescidden çıkılır. Böylece itikâf sona erer.
*** --- Muayyen bir ramazân ayını itikâfla geçirmeğe
nezredilse, o ramazân orucu bu itikâf orucu içinde yeterli olur. Böyle bir
nezir yapıldığı halde, ramazân orucu tutulup da itikâf yapılmasa, başka bir
zamanda oruçlu olarak fasılasız bir ay itikâf edilmesi gerekir. Eğer itikâf
yapılmaksızın diğer bir ramazân girecek olsa, artık bunda yapılacak itikâf
yeterli olmaz.
*** --- Fakat bir oruç için kazaya,
hem de yemîn keffaretine niyet edilecek olsa, hiç biri geçerli olmaz. Çünkü
bunların aralarında zıddiyet vardır. Bu durumda o oruç bir nâfile olmuş olur.
*** --- Bir veyâ birkaç ramazândan orucu kazaya kalmış olan kimse için uygun
düşen, bunları kaza ederken: “Üzerine kazası ilk vacib olan oruca” niyet
etmektir.
***
--- Bir kadın henüz adet içinde iken, geceleyin oruca niyet edip fecirden önce
temizlenecek olsa, orucu sahîh olur.
*** --- Oruçlu için İtikaf da müstahabdır.
*** --- İbn-ü Abbâs r.a.üma anlatıyor: “Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm mutekif hakkında: “O, günâhları hapseder ve bütün hayırları işlemiş gibi ona hayırlar
kazandırır” buyurdular.”
İtikâfın
Mahiyeti, Nevileri ve Teşriî Hikmeti
*** --- İtikâf lügat deyiminde bir şeye devam etmek
manasındadır. Bir şeye devam eden kimseye de mutekif (itikâf yapan) denir.
***
--- Şeriatta ise itikâf: Bir mescidde; veyâ o
hükümdeki bir yerde itikâf niyeti ile durmaktan ibarettir.
**---İtikâflar: Vacib, müekked sünnet ve
müstahab nevilerine ayrılır. Şöyle ki: Dil ile
nezredilen bir itikâf vacibdir. Ramazân ayının son on gününde itikâf, kifaye
yolu ile bir müekked sünnettir. Başka bir zamanda ibâdet niyeti ile bir
mescidde bir müddet yapılan itikâf da müstahabdır.
*** --- Bir itikâfın en az müddeti, İmâm
Ebû Yusuf’a göre bir gündür. İmâm Muhammed’e göre bir saattir. Bir saat, fıkıh
alimlerine göre, zamanın belirsiz olan az veyâ çok bir parçası demektir.
*** --- Rasûlü Ekrem (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem) Efendimiz Medine-i Münevvere’ye hicretinden sonra âhırete
göçüşlerine kadar her Ramazânın son on gününü itikâf ile geçirirlerdi.
*** --- İhlâs
ile olan bir itikâf, amellerin pek şereflisi sayılmaktadır. Bu sayede kalbler
bir müddet olsun, dünya işlerinden uzak kalır ve Hakka yönelir.
*** --- İslâm
büyüklerinden ünlü Ata demiştir ki: “İtikâf yapan, ihtiyâcından dolayı büyük bir zatın
kapısında oturup dilediğini elde etmedikçe buradan ayrılıp gitmem, diye yalvaran
bir kimseye benzer ki, Allâh’ın bir mabedine sokulmuş, beni bağışlamadıkça
buradan ayrılıp gitmem demektir.”
*** --- Sonuç: İtikâf sayesinde insanın maneviyatı yükselir, kalbi
nurlanır, simasında kulluk nişanları parlar, ilâhî feyizlere kavuşur.
İtikâfın
Şartları
***--
Bir itikâfın sıhhati şu şartların bulunmasına bağlıdır:
-29-
***
--- 1) İtikâf yapan, müslüman, akıllı ve temiz
bulunmalıdır. Onun için müslüman olmayanın, delinin, cünubun, hayız ile nifastan
temiz bulunmayanın itikâfı olmaz.
***
--- 2) İtikâfa niyet edilmiş olmalıdır.
*** --- 3) İtikâf, mescidde veyâ o hükümdeki
bir yerde yapılmalıdır. Şöyle ki: İçinde
cemaatla namaz kılınan herhangi bir mescidde İtikâf yapılabilir. Büyük
camilerde yapılması daha fazîletlidir. Kadınlar da
kendi evlerinde mescid edinilen veyâ mescid olarak ayıracakları bir odada
itikâfda bulunurlar. Buraları onların hakkında birer mescid sayılır.
Kadınların dışardaki mescidlerde itikâf etmeleri caiz ise de, kerahetten kurtulamaz.
Kadınların kendi evlerinde namaz kılmaları, mescidlerde namaz kılmalarında daha
fazîletli olduğu gibi evlerinde itikafları da her türlü fitne ve fesad
düşüncesinden beri olacağı cihetle mescidlerde itikâfda bulunmalarından daha fazîletlidir.
***
--- 4) Vacib olan bir itikâfda, itikâf yapan
oruçlu bulunmalıdır. Bu halde orucun yanılarak bozulması itikâfa zarar vermez.
Diğer itikâflar için oruç şart değildir. Çünkü onlar için bir müddet yoktur.
Öyle ki camiden bir iki saat içinde çıkıncaya kadar itikâfa niyet edilmesi de
sahîhdir.
*** --- İtikâf için büluğ, erkeklik, hürriyet şart değildir. Buna göre akıllı
olan çocuğun, kadının, kölenin itikâfları sahîhdir. Şu
kadar var ki, kadının itikâfı kocasının iznine bağlıdır. İsterse bunlar
itikâfı nezretmiş olsunlar, hüküm aynıdır.
*** --- Bir
kimse, itikâf için zevcesine izin verse bundan dönemez, artık engellenmesi
doğru olmaz.
KADİR GECESİ VE FAZİLETİ
1. Muhakkak ki Biz ( Kur’ân-ı) onu Kâdir gecesinde
indirdik.
2. Kâdir gecesinin ne olduğunu sana ne şey bildirdi?
3. Kâdir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.
-51-
4. Onda melekler ve Ruh, Rabbilerinin izni ile her bir
emirden iniverir.
5. O (gece) tan yeri ağarıncaya değin bir
selâmettir. (Kadr 1-5)
*** --- Bir rivâyette şöyle gelmiştir: “Kadir gecesini, kim
sevâbına inanıp onu kazanmak ümidiyle ihyâ
ederse, geçmiş günâhları affedilir.”
[Buharî, Terâvih 1, Müslim, Müsâfirîn 174, (759); Ebû Dâvud, Salât 318,
(1371); Tirmizî, Savm 83, (808)
KADİR GECESİ VE NAMAZI
*** --- Ramazân ayının yirmi yedinci gecesine
rastladığı kuvvetle tercih edilen gece Kadir
Gecesidir, pek mübârek bir gecedir.
***
--- Kur’ân-ı Kerîm, bu geceden başlayarak Peygamber Efendimize inmiştir. Bu geceyi ibâdetle geçirmenin sevâbı çoktur. Bu gecenin bir anı vardır ki, ona raslayan bir duâ muhakkak
kabul olunur.
*** --- Bu
şerefli gecede, terâvîhden sonra bir müddet daha ibâdette bulunulması, nâfile
namaz kılınması, bu geceyi ibâdetle geçirmek demektir.
*** --- Deniliyor ki, Kadir Gecesi namazının en azı iki rekât, ortası yüz rekât ve en çoğu
da bin rekâttır.
***
--- Bu namaz iki rekât kılındığı takdirde : ---Her rekâtinde iki yüz âyet okunmalı,
***
--- Yüz rekâta kadar kılındığı zaman :
---Her
rekâtinde Fâtihâ sûresinden sonra “ Kadir Sûresi” ile üç defâ da İhlâs sûresi
okunup her iki rekâtta bir selâm verilmelidir.
-52-
“Allâhümme
inneke afüvvün tühibbu’l-afve fa’fü annî = duâsı da Allâh’ım! Sen affedicisin,
bağışlamayı seversin; beni affet”, tekrarlanmalıdır.
*** --- Bu
namazın bu şekilde kılınacağına dâir rivâyetler pek kuvvetli değildir. Asıl maksad, bu geceyi mümkün olduğu kadar ibâdetle
geçirmektir.
*** --- Bu
kutsal gecede elden geldiği kadar, diğer nâfile namazlar gibi namazlar
kılınabilir. Bununla beraber ağır ve zor davranışlardan kaçınılması daha fazîletlidir.
*** --- Hz. Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) ile (bir ramazân) ayında beraber oruç tuttuk. Ay boyunca bize son
yedi güne kadar hiç (ziyade) namaz kıldırmadı. Ayın son yedinci gününde gecenin
üçte biri geçinceye kadar bize namaz kıldırdı. Altıncı gününde yine bir şey kıldırmadı.
Beşinci gününde gecenin yarısı geçinceye kadar namaz
kıldırdı. Kendisine: “Bu gecemizin geri kalan kısmında da bize nâfile kıldırsanız!” dedik.
Talebimize karşı:
“Kim imâmla namaza başlar, sonuna kadar devam ederse, kendisine gecenin
tamâmînı namazla geçirmiş (sevâbı) yazılır” buyurdular.
*** --- Sonra Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm),
aydan son üç gece kalıncaya kadar başka namaz kıldırmadılar. Üçüncü gece bize
namaz kıldırdılar. Ehline ve kadınlarına duâ ettiler. Bize (o kadar uzun) namaz
kıldırdılar ki “Felâh”ı kaçırmaktan korktuk.
*** --- (Ebû Zerr’e): “Felâh” nedir?
diye
soruldu:
*** --- ”felâh’a gelin” denir, yâni “sizi cennette bâki kılacak amele gelin” demektir.
*** --- Yine Ebû Hüreyre anlatıyor: “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) buyurdular ki:
“Gece ve gündüzde bir kısım melekler nöbetleşe aranızda
bulunurlar.
Bunlar sabah namazı ile ikindi namazında toplanırlar.
Sonra sizi geceleyin takip eden melekler (hesabınızı
vermek üzere huzûr-u İlahiye) yükselir. Sizi çok iyi bilen Allâh, bu meleklere
sorar:
“Kullarımı nasıl bıraktınız?”
“Biz onları namaz kılıyorlarken bıraktık, biz onlara
namaz kılarlarken vardık!” derler.”
[Buharî, Mevâkitu’s-Salat 16, Bed’ü’l-Halk
6, Tevhid 23, 33; Müslim, Mesacid 210, (632); Muvatta, Kasru’s-Salat 82, (1,
170); Nesaî, Salat 21, (1, 240, 241).]
ORUÇ
“Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm buyurdular ki:
“Her şeyin
bir zekatı (temizlenme vasıtası) vardır, cesedin zekatı oruçtur.”
Muhrız rivâyetinde şu ziyadede bulundu:
“Rasûlüllâh ‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm şunu ilave
etti:
“Oruç, sabrın yarısıdır.”
***--Hz. Rasûlüllâh orucun bedene sıhhat, eve bereket getireceğini
haber verir:
“Oruç tutun,
sıhhat bulun.”
***-- Birçok hadîste, orucun insanda ruhî terbiye vasıtası
olan, en mühim erdemlerden “sabr”a alıştıracağı belirtilir.
***-- Oruç günâhlara karşı bir perde, bir siperdir:
“Oruç bir perdedir, mü’minin sığınacağı kalelerden bir
kaledir...”
**-- Oruç cehenneme karşı da bir perdedir:
Oruç ateşe karşı bir perde, müstahkem bir kaledir”
“Oruç ateşe karşı (sağlam) bir perdedir, yeter ki
yalanla, gıybetle kişi onu yırtmamış olsun.”
***-- Oruç en makbul, en sevâblı bir ibâdettir:
“Oruçlunun uykusu ibâdettir, susması tesbihtir, amelleri
misliyle kabul edilir, duâsı makbuldür, günâhı affedilir.”
***--Diğer bir Hadîs-i Şerîf’te :
“Oruçta riya yoktur. Allâh Te’âlâ Hazretleri buyurur ki: “Oruç
benim içindir, onun mükâfaatını ben vereceğim, oruçlu yiyecek ve içeceğini
benim için bıraktı.”
“Oruçlunun yanında birisi yemek yiyince melekler ona rahmet
okurlar, bu hal, öbürü yemesini bitirinceye kadar devam eder.”
***--Hz. Ebû Hüreyre (r.a.):
“Rasûlüllah (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyurdular ki:
“Ademoğlunun her ameli katlanır. (Zîrâ Cenâb-ı Hakk’ın
bu husûstaki sünneti şudur:) Hayır ameller en az on misliyle yazılır, bu yedi
yüz misline kadar çıkar. Allâh Te’âlâ Hazretleri (bir hadîs-kudsîde) şöyle
buyurmuştur: “Oruç bu kaideden hariçtir. Çünkü o sırf benim içindir, ben de onu
(dilediğim gibi) mükâfaatlandıracağım. Kulum benim için şehvetini, yiyeceğini
terk etti.”
“Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı
zamanki sevincidir, diğeri de Rabbi ne kavuştuğu zamanki sevincidir.
***--Oruçlunun ağzından çıkan koku (halûf), Allâh
indinde misk kokusundan daha hoştur.”
***--Bir rivâyette de şöyle buyrulmuştur:
“Oruç perdedir. Biriniz birgün oruç tutacak olursa kötü söz sarf
etmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veyâ kavga
edecek olursa “ben oruçluyum!” desin (ve ona bulaşmasın).” Buhârî,
Savm
***--Cenâb-ı Hakk’ın her bir hayır ameli en az on misliyle kabul
etmesine dâir sünneti Kur’ânı Kerîm’le sâbittir:
“Kim bir hayır yaparsa ona on katı (sevâb) verilir...” (En’am 160).
(Rasûlüllâh bu âyete atıf yapmış olmalıdır.
Hadîsin devamında bunun, yedi yüz katına kadar çıkacağı
belirtilmiştir.)
Bu rakam da Kur’ân’da
gelmiştir, ancâk bu, “Allâh’ın dilemesi” şartına bağlanmıştır:
***--”Mallarını Allâh yolunda sarf edenlerin durumu, her başağında
yüz tâne olmak üzere yedi başak veren tânenin durumu gibidir. Allâh dilediğine
kat kat verir, Allâh’ın lütfu geniştir...”
(Bakara 261 )
Orucun Allâh nezdindeki hayır amelleri on misli ile yedi yüz misli
arasında değişen katlarıyla kabul etme sünnetine girmediğini, yâni yedi yüz
mislinden daha fazla katlarıyla kabul edilecek bir amel olduğunu belirtiyor.
Kaf sûresinde bu ziyadeye de temas edildiğini söyleyebiliriz:
“...Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır...” (Kadr 3).
*** --- Burada yapılan bir hayrın Allâh tarafından otuz bin katıyla
da kabul edileceğinin Kur’ânî bir delili mevcûddur.
TERÂVÎH
NAMAZININ FAZÎLETİ
فضآئل صلاة التراويح في شهر رمضان
عَنْ عَلِىِّ بْنِ أَب۪ي طَالِبٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ
أَنَّهُ -(سئل النبي ﷺ عن فضآئل)- مَثَلَ عَنِ التَّرَاو۪يحِ ف۪ي شَهْرِ رَمَضَانَ فَقَالَ:
"بَخٍ بَخٍ لِمَنْ
رَزَقَهُ اللّٰهُ قِيَامَ ذَالِكَ الشَّهْرِ فَمَنْ قَامَ،
Ali İbn-i Ebî Tâlib (r.a.) Ramazân
ayındaki terâvîhin fazîletini misâllerle anlatmak üzere şöyle buyurdu: “Allâh-ü Te’âlâ-nın
bu ayın kıyâmını nasîb etmiş olduğu kimselere ne mutlu! Ne mutlu!,
أَوَّلَ
لَيْلَةٍ: يَخْرُجُ
مِنْ ذُنُوبِه۪ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ،
1- İlk gece; terâvîh kılan kişi anasının
kendisini doğurduğu gün gibi günâhlarından çıkar.
وَاللَّيْلَةَ الثَّانِيَةَ: يُغْفَرُ -لَهُ-
وَلِاَ بَوَيْهِ وَإِنْ كَانَا مُؤْمِنَيْنِ،
2- İkinci gece; eğer mi’minseler ana-babası mağfiret
olunur,
وَاللَّيْلَةَ الثَّالِثَةَ: تُنَاد۪يهِ
الْمَلٰٓئِكَةُ مِنْ تَحْتِ الْعَرْشِ "إِسْتَأْنِفِ الْعَمَلَ فَقَدْ غُفِرَ
لَكَ مَا مَضٰى مِنْ ذُنُوبِكَ"،
3- Üçüncü gece: Arş’ın altından melekler kendisine “Ameline
yeniden başla, geçmiş olan günâhların muhakkâk senin için bağışlanmıştır.”
diye seslenir,
وَاللَّيْلَةَ الرَّابِعَةَ: لَهُ مِنَ
الْاَجْرِ مِثْلُ قِرَآءَةِ التَّوْرَاةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالزَّبُورِ
وَالْفُرْقَانِ،
4- Dördüncü gece: Kendisi için Tevrât, İncîl, Zebûr
ve Furkân’ı okumuş kadar sevâb vardır,
وَاللَّيْلَةَ الْخَامِسَةَ: يُعْط۪يهِ اللّٰهُ تَعَالٰى مِثْلُ
مَنْ صَلّٰى فِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَسْجِدِ الْمَد۪ينَةِ وَالْمَسْجِدِ
الْاَقْصٰى،
5- Beşinci gece: Allâh-ü Te’âlâ ona;
ü Mescid-i Harâm’da,
ü Mescid-i Nebevî’de,
ü Mescid-i Aksâ’da,
kılmış
olanların sevâbını verir,
وَاللَّيْلَةَ السَّادِسَةَ: يُعْط۪يهِ
اللّٰهُ تَعَالٰى ثَــوَابَ مَنْ طَافَ بِاالْبَيْتِ الْمَعْمُورِ وَيَسْتَغْفِرُ
لَهُ كُلُّ حَجَرٍ وَمَدَرٍ،
6- Atıncı gece: Allâh-ü Te’âlâ kendisine,
ü Beyt-i Ma’mûr’u
tavâf eden (Melek) lerin sevâbını verir,
ü Her taş ve tuğla (ya varıncaya kadar her şey)
kendisi için istiğfâr eder,
وَاللَّيْلَةَ السَّابِعَةَ: فَكَأَنَّمَا أَدْرَكَ مُوسٰى
عَلَيْهِ السَّلَامُ وَنَصَرَهُ عَلٰى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ،
7- Yedinci gece: -Sanki- Mûsâ (a.s.)’yâ kavuşup,
Fir’avun ve Hâmân’a karşı ona yardım etmiş gibi olur,
وَاللَّيْلَةَ الثَّامِنَةَ: فَكَأَنَّمَا أَدْرَكَ قِتَالَ
بَدْرٍ، وَأَعْطَاهُ اللّٰهُ تَعَالٰى مَا أَعْطٰٓى إِبْرَاه۪يمَ عَلَيْهِ
السَّلَامُ،
8- Sekizinci
gece:
ü Bedir Harbine katılmış gibidir,
ü Ayrıca Allâh-ü Te’âlâ ona İbrâhîm (a.s.)’e verdiği mükâfaatı
verir,
وَاللَّيْلَةَ التَّاسِعَةَ: فَكَأَنَّمَا عَبَدَ اللّٰهَ
تَعَالٰى عِبَادَةَ دَاوُدَ التَّآئِبِ وَعِبَادَةَ النَّبِيِّ عَلَيْهِ
الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ،
9- Dokuzuncu gece:
ü Tevbekâr Dâvud (a.s.)’ın ibâdeti,
ü Rasûlüllâh (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’in taati kadar
Allâh-ü Te’âlâ’yâ ibâdet etmiş gibidir,
وَاللَّيْلَةَ الْعَاشِرَةَ: يَرْزُقُهُ اللّٰهُ تَعَالَى
السَّلَامَةَ فِى الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَخَيْرَيِ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ
وَيُشَفَّعُ ف۪ى سَبْع۪ينَ أَلْفًا وَزِيَادَةً،
10-Onuncu gece:
ü Allâh-ü Te’âlâ kendisine dünya ve âhırette selâmet nasîb eder,
ü İki cihânın hayırlarını bahşeder,
ü Ayrıca 70.000 ve daha fazla kişi hakkında şefaatçi kılınır,
وَاللَّيْلَةَ الْحَادِيَةَ عَشَرَ: يَخْرُجُ مِنَ الدُّنْيَا
رَيَّانًا وَيَمُرُّ عَلَى الصِّرَاطِ كَالْبَرْقِ الْخَاطِفِ،
11-Onbirinci gece:
ü Dünyadan suya kanmış olarak çıkar,
ü Sıratı göz kapan şimşek gibi geçer,
وَاللَّيْلَةَ الثَّانِيَةَ عَشَرَ: يَكْتُبُ اللّٰهُ لَهُ
أَجْرَ سَبْع۪ينَ حَجَّةً وَسَبْع۪ينَ عُمْرَةً مَقْبُولَةً وَجَآءَ يَوْمَ
الْقِيَامَةِ كَالْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ،
12-Onikinci gece:
ü Allâh-ü Te’âlâ kendisine 70 adet kabul olunmuş hacc,
ü Makbûl umre ecri yazar,
ü Kıyâmet günü (mahşere) dolunay
gecesindeki ay gibi (nurlu olarak) gelir,
وَاللَّيْلَةَ الثَّالِثَةَ عَشَرَ: يُعْطٰى مِنَ الثَّوَابِ
كَمَنْ عَمَرَ بَيْتَ الْمَقْدِسِ وَمَنْ جَاوَرَ ف۪يهِ مِنَ النَّبِيّ۪ينَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ
وَالشُّهَدَآءِ وَالصَّلِح۪ينَ وَ جَآءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ اٰمِنًا مِنْ كُلِّ
سُٓوءٍ،
13-Onüçüncü gece:
ü Beyt-i Makdis’i ma’mûr etmiş kimseler,
ü Orada mücâvir bulunmuş peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve
sâlihler gibi sevâblara nâil kılınır,
ü Kıyâmet günü bütün kötülüklerden emîn olarak (mahşere) gelir,
وَاللَّيْلَةَ الرَّابِعَةَ عَشَرَ: كَانَ كَمَنْ أَدْرَكَ
لَيْلَةَ الْقَدْرِ وَصَلّٰى مَا بَيْنَ الرُّكْنِ وَالْمَقَامِ إِلَى الصَّبَاحِ
وَجَآءَتِ الْمَلٰٓائِكَةُ يَشْهَدُونَ لَهُ أَنَّهُ قَدْ صَلَّى التَّرَاو۪يحَ
فَلَايُحَاسِبُهُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ،
14-Ondördüncü gece:
ü Kadir gecesine ulaşıp,
ü Hacerü’l-Esved ile Makâm-ı İbrâhîm arasında namaz kılmış gibi
olur,
ü Melekler onun terâvîh kılmış olduğuna dâir şâhid olarak (mahşere) gelir,
ü Bu nedenle kıyâmet gününde Allâh-ü Te’âlâ kendisini (zor bir hesâb ile) muhâsebeye tâbî tutmaz,
وَاللَّيْلَةَ الْخَامِسَةَ عَشَرَ: يَسْتَج۪يبُ اللّٰهُ
دَعْوَتَهُ وَيَقْض۪ى حَاجَتَهُ وَيُعْط۪ى لَهُ مَا لَا يَصِفُهُ الْوَاصِفُونَ
وَتُصَلّ۪ي عَلَيْهِ الْمَلٰٓائِكَةُ وَحَمَلَةُ الْعَرْشِ وَالْكُرْسِيِّ،
15-Onbeşinci gece:
ü Allâh-ü Te’âlâ duâsını kabul eder,
ü Hâcetini görür,
ü Anlatanların ta’rîf edemeyeceği kadar kendisine mükâfaat verir.
ü Ayrıca melekler, özellikle Arş’ı ve Kürsî’yi taşıyan melâike
kendisine salâtta bulunurlar (feyz ve rahmet yağdırırlar),
وَاللَّيْلَةَ السَّادِسَةَ عَشَرَ: يَخْرُجُ مِنْ قِبْرِه۪
وَهُوَ يُنَاد۪ى: “أَشْهَدُ أَنْ لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا
رَسُولُ اللّٰهِ” وَيَكْتُبُ اللّٰهُ لَهُ بَرَآءَةَ النَّجَاةِ مِنَ النَّارِ
وَبَرَآءَةَ الدُّخُولِ فِي الْجَنَّةِ،
16-Onaltıncı gece:
ü Kabrinden: “Şâhidlik ederim ki; Allâh-ü Te’âlâ’dan
başka hiçbir ilâh yoktur. Yine şehâdet ederim ki; Muhammed (aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm) onun kulu ve Rasûlüdür.” diye nidâ
ederek (kelime-i
şehâdet getirerek) kabrinden çıkar.
ü Böylece Allâh-ü Te’âlâ kendisine cehennemden kurtuluş berâati ve
cennete giriş berâati yazar,
وَاللَّيْلَةَ السَّابِعَةَ عَشَرَ: لَايَخْرُجُ مِنَ
الدُّنْيَا حَتّٰى يَرٰى مَقَامَهُ فِى الْجَنَّةِ وَيُعْطٰي مِثْلَ ثَوَابِ
الْاَنْبِيَآءِ،
17-Onyedinci gece:
ü Cennet’teki makâmînı görmedikçe dünyadan çıkmaz,
ü Kendisine peygamberlerin sevâbının bir misli bağışlanır,
وَاللَّيْلَةَ الثَّامِنَةَ عَشَرَ: يُعْطٰى أَجْرَ
الْمُجَاهِد۪ينَ وَالشُّهَدَآءِ وَيُنَاد۪ى مَلَكٌ: “يَا عَبْدَ اللّٰهِ! إِنَّ
اللّٰهَ رَضِىَ عَنْكَ وَعَنْ وَالِدَيْكَ”،
18-Onsekizinci gece:
ü Mücâhidlerin ve şehîdlerin ecrine nâil kılınır,
ü Bir melek kendisine: “Ey Allâh’ın kulu! Muhakkak
ki Allâh-ü Te’âlâ, senden de, anan-babandan da râzı olmuştur” diye nidâ
eder,
وَاللَّيْلَةَ التَّاسِعَةَ عَشَرَ: كَفَاهُ اللّٰهُ هَمَّ
الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَيُرْفَعُ اللّٰهُ دَرَجَاتُهُ فِى الْفِرْدَوْسِ،
19-Ondokuzuncu gece:
ü Allâh-ü Te’âlâ kendisine dünya ve âhıret sıkıntılarına karşı
kâfî gelir,
ü Firdevs (cennetin)’de derecelerini
yükseltir,
وَاللَّيْلَةَ الْعِشْر۪ينَ: لَايَخْرُجُ مِنَ الدُّنْيَا
حَتّٰى يَرٰى النَّبِيَّ عَلَيْهِ السَّلَامُ وَيُبَشِّرَهُ بِالْجَنَّةِ
وَتَزُورَهُ الْمَلٰٓئِكَةُ،
20-Yirminci gece:
ü Rasûlüllâh (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’i görmeden,
ü Kendisini cennetle müjdelemeden,
ü Melekler onu ziyâret etmeden dünyadan çıkmaz,
وَاللَّيْلَةَ الْحَادِيَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: بَنَى اللّٰهُ
لَهُ بَيْتًا فِى الْجَنَّةِ مِنَ النُّورِ يَكْتُبُ اللّٰهُ لَهُ ثَوَابًا
بِعَدَدِ مَنْ فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ،
21-Yirmibirinci gece:
ü Allâh-ü Te’âlâ Kendisine cennette nurdan bir köşk binâ eder,
ü Ve ona göktekilerle yerdekiler sayısınca sevâb yazar,
وَاللَّيْلَةَ الثَّانِيَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَكْتُبُ
اللّٰهُ لَهُ أَجْرَ كُلِّ مَنْ أَشْبَعَ يَت۪يمًا وَأَرْمَلَةً مِنْ أُمَّةِ
مُحَمَّدٍ وَجَآءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ اٰمِنًا مِنْ كُلِّ غَمٍّ وَهَمٍّ،
22-Yirmiikinci gece: Allâh-ü Te’âlâ ona Muhammed (aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm)’in ümmetinden;
ü Yetimleri ve dulları doyuran herkes kadar ecir yazar,
ü Böylece o, kıyâmet gününe
her türlü gamdan ve kederden emîn olarak gelir,
وَاللَّيْلَةَ الثَّالِثَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: كَانَ
كَأَنَّمَا اشْتَرٰى أُمَّةِ مُحَمَّدٍ وَأَعْتَقَهُمْ وَبَنَى اللّٰهُ لَهُ
مَد۪ينَةً فِي الْجَنَّةِ،
23-Yirmiüçüncü gece: Muhammed (aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm)’in ümmetinin;
ü Esirlerini satın alıp onları âzad etmiş gibi (sevâba nâil) olur,
ü Allâh-ü Te’âlâ kendisine Cennet’te bir şehir binâ eder,
وَاللَّيْلَةَ الرَّابِعَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: أَعْطَاهُ
اللّٰهُ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ وَكَانَ لَهُ أَرْبَعٌ وَعِشْرُونَ دَعْوَةً
مُسْتَجَابَةً،
24-Yirmiüçüncü gece:
ü Allâh-ü Te’âlâ amel defterini ona sağ elinden verir,
ü Kendisinin (24) yirmidört adet makbûl duâ hakkı olur,
وَاللَّيْلَةَ الْخَامِسَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَبْعَثُ
اللّٰهُ إِلَيْهِ مَلَكَ الْمَوْتِ ف۪ٓى أَحْسَنِ صُورَةٍ وَيُبَشِّرُهُ
بِالنَّع۪يمِ الّذ۪ى لَا يَقْنٰى وَيَرْفَعُ اللّٰهُ تَعَالٰى عَنْهُ عَذَابَ
الْقَبْرِ،
25-Yirmidördüncü gece:
ü Allâh-ü Te’âlâ ölüm meleğini ona en güzel bir sûrette gönderir
de o onu,
ü bitmez tükenmez ni’metlerle müjdeler,
ü Ayrıca Allâh-ü Te’âlâ ondan kabir azâbını kaldırır,
وَاللَّيْلَةَ السَّادِسَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: تَشْتَاقُ
الْجَنَّةُ إِلَيْهِ وَيَرْفَعُ اللّٰهُ تَعَالٰى لَهُ ثَوَابَ أَرْبَع۪ينَ
عَامًا،
26-Yirmialtıncı gece:
ü Cennet kendisine âşık olur,
ü Allâh-ü Te’âlâ onun için kırk senelik sevâb yükseltir,
وَاللَّيْلَةَ السَّابِعَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَأْمُرُ
اللّٰهُ رِضْوَانَ أَنْ يَفْتَحَ لَهُ أَبْوَابَ الْجِنَانِ،
27-Yirmiyedinci gece: Allâh-ü Te’âlâ Rıdvan’a Cennet
kapılarını onun için açmasını emreder,
وَاللَّيْلَةَ الثَّامِنَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَأْمُرُ
اللّٰهُ الْمَلٰٓئِكَةَ أَنْ يُغْلِقُو عَنْهُ أَبْوَابَ النَّارِ وَيَرْفَعُ
اللّٰهُ لَهُ أَلْفَ دَرَجَةٍ فِي الْجَنَّةِ،
28-Yirmisekizinci gece:
ü Allâh-ü Te’âlâ meleklere kendisine Cehennem kapılarını
kitlemelerini emreder,
ü Ayrıca onun Cennet’te (1000) bin derecesini yükseltir,
وَاللَّيْلَةَ التَّاسِعَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَكْتُبُ
اللّٰهُ لَهُ مِنَ الْاَجْرِ كَثَوَابِ أَيُّوبَ عَلٰى بَلٰٓائِه۪وَيَسْتُرُ
عَلَيْهِ سَيِّئَاتِه۪ فَإِذَا كَانَتِ،
29-Yirmidokuzuncu gece:
ü Allâh-ü Te’âlâ ona Eyyûb (a.s.)’un belâsına karşı (sabretme) sevâbı gibi ecirler yazar,
ü Kötülüklerini kendisine örter,
اللَّيْلَةَالثَّلَاثُونَ: يَقُولُ اللّٰهُ تَعَالٰى: "يَا
عَبْد۪ي كُلْ مِنْ ثِمَارِ الْجَنَّةِ وَغْتَسِلْ مِنْ مَآءِ السَّلْسَب۪يلِ
وَاشْرَبْ مِنْ مَآءِ الْكَوْثَرِ أَنَا رَبُّكَ وَأَنْتَ عَبْد۪ي.” وَيَأْمُرُ اللّٰهُ تَعَالٰى مُنَادِيًا أَنْ
يُنَادِىَ مِنْ عَنَلنِ السَّمَآءِ: “هٰؤُ۬لٰٓاءِ عُتَقَآئ۪ي مِنْ عَذَاب۪ى
وَعِزَّت۪ى وَجَلَال۪ى وَارْتِفَاعِ مَكَان۪ى لَاُدْخِلَنَّ الْجَنَّةَ
الصَّآئِم۪ينَ مِنْ أُمَّةِ مُحَمَّدٍ ﷺ."
30-Otuzuncu gece: -Olduğu zaman- Allâh-ü Te’âlâ:
--- “Ey benim (terâvîh namazlarını bitiren) kulum! Cennet meyvelerinden ye, Selsebîl gözesinden yıkan ve Kevser suyundan iç, Ben senin
Rabbinim; sen de Benim kulumsun!” buyurur.
Böylece bir münâdiye gökyüzünden doğru (kendisi adına): --- “İşte bunlar
azâbımdan âzadlılarımdır! İzzim, Celâlim ve Yûce Makâmım hakkı için; Muhammed
(aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’in Ümmetinden oruç tutanları cennete
girdireceğim!” diye nidâ etmesini emreder.”
Übeyy İbn-i Ka’b (r.a.)’den rivâyet edilen bir Hadîs-i Şerîf’te Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)
şöye buyurmuştur:
--- “Şa’bân-ı Şerîf’in yarısının (yâni berâet gecesinde) gecesi Cibrîl (‘aleyhi’s-selâm)
bana gelerek:
--- “Yâ Muhammed
(s.a.v.) kalk Rabbin için namaz kıl, başını ve ellerini semâya doğru kaldır, (duâ yap!)” Buyurdu.
Ben: ----
“Bu gece hangi gecedir?” dediğimde;
--- “Yâ Muhammed
(s.a.v.): ---- “Bu, Allâh-ü Sübhânehû’nun, 300 (üçyüz) rahmet ve mağfiret kapısı açtığı bir gecedir ki onda,
kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayan (Müslüman)
ların tümünü bağışlar. Ancak!;
1- Çok kin güdenler,
2- Kâhin (ğaybdan haber veren),
3- İçki içmeye devâm
edenleri,
4- Heykel tasvîr eden
ve
5- Zinâyı
bırakmayanları,
Tâ ki, Tevbe edip bu hâllerinden vaz geçmedikleri sürece affetmez.” Buyurdu.
(حديث مرفوع) (حديث موقوف) قَالَ: وَأَنْبَأَنَا نَصْرٌ، أَنْبَأَنَا
أَبُو الْقَاسِمِ عُمَرُ بْنُ أَحْمَدَ الْوَاسِطِيُّ، أَنْبَأَنَا أَبُو
الْحُسَيْنِ مُحَمَّدُ بْنُ أَحْمَدَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمٰنِ الْمَلَطِيُّ،
حَدَّثَن۪ي أَبُو بَكْرٍ أَحْمَدُ بْنُ صَالِحِ بْنِ مُحَمَّدٍ الْفَارِسِيُّ،
حَدَّثَن۪ي أَبُو حَن۪يفَةَ جَعْفَرُ بْنُ بَهْرَامَ، حَدَّثَنَا حَامِدُ بْنُ
مَحْمُودٍ الْهَمْدَانِيُّ، حَدَّثَنَا إِبْرَاه۪يمُ بْنُ عَبْدِ اللّٰهِ
الْبَصْرِيُّ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ حَازِمٍ، عَنِ الضَّحَّاكِ بْنِ
مُزَاحِمٍ، عَنْ أُبَيِّ بْنِ كَعْبٍ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ:
"إِنَّ
جِبْر۪يلَ أَتَان۪ي لَيْلَةَ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَان، قَالَ: قُمْ
فَصَلِّ وَارْفَعْ رَأْسَكَ وَيَدَيْكَ إِلَى السَّمَآءِ، قَالَ:
فَقُلْتُ: يَا جِبْر۪يلُ مَا هٰذِهِ اللَّيْلَةُ؟ قَالَ: يَا مُحَمَّدُ يُفْتَحُ
(تُفْتَحُ) ف۪يهَا أَبْوَابُ السَّمَآءِ، وَأَبْوَابُ الرَّحْمَةِ ثَلاثُمِائَةِ
بَابٍ، فَيُغْفَرُ لِجَم۪يعِ مَنْ لَا يُشْرِكُ بِاللّٰهِ شَيْئًا،
غَيْرَ
مُشَاحِنٍ،
|
-
1
|
أَوْ
عَاشِرٍ،
|
-
2
|
أَوْ مُدْمِنَ خَمْرٍ،
|
-
3
|
أَوْ
مُصِرٍّ،
|
-
4
|
عَلٰى
زِنًى (عَلَى الزِّنَا)،
|
-
5
|
فَإِنَّ
هٰؤُلٰٓاءِ لَا يُغْفَرُ لَهُمْ حَتّٰى يَتُوبُوا،
İçki içmeye devâm edenler……..
Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) efendimiz buyurdular
ki: --- “Yâ Cebrâîl (a.s.)
Cibrîl (‘aleyhi’s-selâm) buyurdu ki: --- “……..
Bunun üzerine Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)
efendimiz oradan çıktı, namaz kılıp secdeye vardı ve çok şiddetli şekilde
ağladı.
Hışmından
rahmetine sığınıyorum. Gazâbından rızâna sığınıyorum. Senden Sana sığınıyorum.
Zât’ın pek yûce olmakta dâim oldu.
Sana karşı övgüyü sayıp bitiremem. Sen kendini
övdüğün gibisin.”
Gecenin dörtte biri geçtikten sonra, Cibrîl (‘aleyhi’s-selâm) tekrâr inerek:
--- “Yâ Muhammed
(s.a.v.) başını semâya doğru kaldır.” Buyurdu.
Başını kaldırdığında birde ne görsün? Bütün Rahmet kapıları
(ardına kadar) açılmış, her semâ
kapısında bir melek bulunuyor. dünyâ semâsından Arş’a
kadar tüm melekler secdede Muhammed (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’in ümmeti için istiğfârda
bulunuyorlar ve
فَأَمَّا
مُدْمِنُ الْخَمْرِ فَإِنَّهُ يُتْرَكُ لَهُ بَابٌ (بَابًا) مِنْ
(أَبْوَابِ) الرَّحْمَةِ مَفْتُوحًا حَتّٰى يَتُوبَ، فَإِذَا تَابَ غَفَرَ اللّٰهُ
لَهُ
(غُفِرَ لَهُ)، وَأَمَّا الْمُشَاحِنُ (فَإِنَّهُ) -فَ-يُتْرَكُ لَهُ بَابٌ مِنْ أَبْوَابِ الرَّحْمَةِ حَتّٰى
يُكَلِّمَ صَاحِبَهُ، فَإِذَا كَلَّمَهُ غُفِرَ لَهُ، قَالَ
النَّبِيُّ ﷺ: يَا جِبْر۪يلُ، فَإِنْ لَمْ يُكَلِّمْهُ
حَتّٰى يَمْضِيَ عَنْهُ النِّصْفُ؟، قَالَ: لَوْ مَكَثَ إِلٰٓى
أَنْ يَتَغَرْغَرَ بِهَا ف۪ي صَدْرِه۪ فَهُوَ مَفْتُوحٌ، فَإِنْ تَابَ قُبِلَ
مِنْهُ، فَخَرَجَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ
إِلٰى بَق۪يعِ الْغَرْقَدِ، فَبَيْنَا هُوَ سَاجِدٌ قَالَ: وَهُوَ يَقُولُ ف۪ي
سُجُودِه۪: أَعُوذُ بِعَفْوِكَ مِنْ عِقَابِكَ، وَأَعُوذُ بِرِضَاكَ
مِنْ سَخَطِكَ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْكَ، جَلَّ ثَنَآؤُكَ، لَا
أَبْلُغُ الثَّنَآءَ عَلَيْكَ، أَنْتَ كَمَا أَثْنَيْتَ عَلٰى
نَفْسِكَ، فَنَزَلَ جِبْر۪يلُ عَلَيْهِ السَّلامُ ف۪ي رُبْعِ اللَّيْلِ، فَقَالَ:
يَا مُحَمَّدُۨ ارْفَعْ رَأْسَكَ إِلَى السَّمَآءِ فَرَفَعَ رَأْسَهُ،
فَإِذَا أَبْوَابُ الرَّحْمَةِ مَفْتُوحَةً (مَفْتُوحَةٌ) عَلٰى
كُلِّ بَابٍ مَلَكٌ يُنَاد۪ي: طُوبٰى لِمَنْ تَعَبَّدَ ف۪ي هٰذِهِ اللَّيْلَةِ
وَعَلَى الْبَابِ الْاٰخَرِ مَلَكٌ يُنَاد۪ي:
1- Birinci kapıdaki
melek: --- “Bu gece rukû’
edenlere müjdeler olsun!” diye nidâ ediyor.
2- İkinci kapıdaki
melek: --- “Bu gece secde
edenlere müjdeler olsun!” diye nidâ ediyor.
3- Üçüncü kapıdaki
melek: --- “Bu gece duâ
edenlere müjdeler olsun!” diye nidâ ediyor.
4- Dördüncü kapıdaki
melek: --- “Bu gece zikr
edenlere müjdeler olsun!” diye nidâ ediyor.
5- Beşinci kapıdaki
melek: --- “Bu gece Allâh
korkusundan ağlayanlara müjdeler olsun!” diye nidâ ediyor.
Diğer bir rivâyette; --- “Bu gece hayır (hasenât) yapanlara müjdeler olsun!” diye nidâ ediyor.
6- Altıncı kapıdaki
melek: --- “Bu gece tüm
Müslümanlara müjdeler olsun!” diye sesleniyor.
7- Yedinci kapıdaki
melek ise: --- “Bu gece bir
şey isteyen var mı ki, murâdı kendisine verilsin?!”
Diğer bir rivâyette; --- “Bu gece Kur’ân-ı Kerîm okuyanlara müjdeler olsun!” diye nidâ ediyor.
طُوبٰى
لِمَنْ سَجَدَ ف۪ي هٰذِهِ اللَّيْلَةِ، وَعَلَى الْبَابِ الثَّالِثِ مَلَكٌ
يُنَادِي: طُوبٰى لِمَنْ رَكَعَ ف۪ي هٰذِهِ اللَّيْلَةِ، وَعَلَى الْبَابِ
الرَّابِعِ مَلَكٌ يُنَادِي: طُوبٰى لِمَنْ دَعَا رَبَّهُ هٰذِهِ اللَّيْلَةَ،
وَعَلَى الْبَابِ الْخَامِسِ مَلَكٌ يُنَاد۪ي: طُوبٰى لِمَنْ نَاجٰى
رَبَّهُ ف۪ي هٰذِهِ اللَّيْلَةِ، وَعَلَى الْبَابِ السَّادِسِ مَلَكٌ يُنَادِي:
طُوبٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ ف۪ي هٰذِهِ اللَّيْلَةِ، وَعَلَى الْبَابِ السَّابِعِ
مَلَكٌ يُنَادِي: طُوبٰى لِلْمُوَحِّد۪ينَ، وَعَلَى الْبَابِ الثَّامِنِ مَلَكٌ
يُنَادِي: هَلْ مِنْ تَآئِبٍ يُتَابُ
عَلَيْهِ، وَعَلَى الْبَابِ التَّاسِعِ مَلَكٌ يُنَادِي: هَلْ مِنْ مُسْتَغْفِرٍ
فَيُغْفَرُ لَهُ؟ وَعَلَى الْبَابِ الْعَاشِرِ مَلَكٌ يُنَادِي: هَلْ مِنْ دَاعٍ
فَيُسْتَجَابُ لَهُ ؟ ثُمَّ إِنَّ رَسُولَ اللّٰهِ ﷺ،
قَالَ: يَا جِبْر۪يلُ إِلٰى مَتٰى أَبْوَابُ الرَّحْمَةِ مَفْتُوحَةٌ؟ قَالَ: مِنْ
أَوَّلِ اللَّيْلِ إِلٰى صَلَاةِ الْفَجْرِ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ:
ف۪يهَا مِنَ الْعُتَقَآءِ أَكْثَرُ مِنْ شُعُورِ الْغَنَمِ، ف۪يهَا تُرْفَعُ
أَعْمَالُ السَّنَةِ، وَف۪يهَا تُقَسَّمُ الْاَرْزَاقُ."
8- Sekizinci kapıda
duran melek de: --- “İstiğfâr
eden var mı ki, kendisi için (günâhları) mağfiret olunsun?!” diye bağırıyor.
Bunun üzerine: ---
“Ey Cibrîl! Bu kapılar ne zamana değin açık olacak?” diye sorduğumda;
--- “Gecenin başından fecrin tulû’una (imsâk vakti girenceye) kadar” buyurduktan sonra:
--- “Bu gece, Kelb kabîlesi’nin koyun sürülerinin tüyleri kadar (çok) sayıda Allâh-ü T’âlâ’nın, ateşten âzâdlıları vardır!” buyurdu.”
NEFİS VE MERHALELERİ
﴿ وَنَفْسٍ وَمَا
سَوّٰيهَاۙۖ ﴿٧﴾ فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ ﴿٨﴾ قَدْ اَفْلَحَ مَنْ
زَكّٰيهَاۙۖ ﴿٩﴾ وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ ﴿١٠﴾ ﴾
[سورة الشمس:۹۱/۷-۱۰]
7,8,9. “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip
ona kötülük duygusunu ve takvâsını (kötülükten
sakınma yeteneğini) ilhâm edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa
ermiştir.
10. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyâna uğramıştır.”
NEFİS VE ÇEŞİTLERİ
1-
NEFS-İ EMMÂRE: (Kötülükleri Emredici)
v Câhillik,
bahıllık (zekât, nafaka gibi şeriat emirlerini yerine getirmeyen, cimri, nêkes,
hasîs, pinti, verimsiz çorak toprak) ,hırs, kibir, gadap, şehvet, haset, su-i
ahlak (kötü ahlâk), boş işlerle uğraşmak, istihzâ (alaya alma, eğlenme), eziyet
ve benzerleridir.
v KURTULMA
ÇÂRESİ:
v LÂİLÂHE
İLLELLÂH
2-
NEFS-İ LEVVÂME: (Ayıplamak)
v Heves,
fikir, taaccüb, insanlara îtiraz, kahr, temennâ, gizli riyâ makâm ve şehvet
sevgisidir.
v KURTULMA
ÇÂRESİ: Şerîat isteği, tarîkât sevgisi. Gündüz oruç gece ibâdet. İbâdetlerin
medhini istememek.
3-
NEFS-İ MÜLHİME : İlim, cömertlik, kanaat, tevazu, sabır ve eziyetlere katlanmak, hararet,
ağlamak, boğazı tıkanmak, Hakk ile iştigal, havf ve reca’nın bulunmayışı. Güzel
sözleri duymakla hararetin artması, zikrullahı sevmek Allâh ile ferahlamak.
Güzel ve güler yüzle konuşmak.
4-
NEFS-İ MUTMAİNNE :
Cömertlik
ısrar tevekkül sabır, hilm, teslim, rızâ, sıdk,
rıfk (yumuşaklık), beşaşet (güler yüzlülük), şükür, sena, tazim, kalb
süruru, dil lütfu, ayıpları örtmek, kusurları affetmek.
5-
NEFS-İ RAZİYE : Vera, hulus, muhabbet, üns, huzûr, keramet, masivayı unutmak, kemal üzere
teslim ve rızâdır. (Bunların duâları asla red olunmaz fakat çok edepli ve
hayalı oldukları için isteyemezler).
6-
NEFS-İ MARZİYYE : Allâh-ü Te’âlâ-nın ahlakıyla ahlaklanmak. Beşeriyeti terk, ayıpları
örtmek, herkese lütuf ve şefkatli olmak (veli ve şeyh bu makamdadır).
7-
NEFS-İ KAMİLE : Bütün sıfatların en güzelleri bundadır. Sevâb ve ibâdet sadece Allâh rızâsı
içindir ve Cemalullah’ı görmek içindir.
*** Her insanda iki unsur vardır.
1-
Ölümsüzlük,
2- En yüksek olma
“Herkesin kazandığı yâ lehinedir veyâ aleyhinedir” (Bakara 286’dan)
Nefsin hayırlara zorla, kötülüklere kolaylıkla koştuğunu işâret ediyor.
KESEBET :
Kişinin iyilikler yapması hakkında,
İKTESEBET : Kişinin kötülükleri yapması hakkında.
*** Bu aylarda şeytanlar ve cinler bağlanıyor. Nefisle baş başa
kalınıyor.
*** Günâhlardan tövbe --TEVBE-İ NASUH-- ,
kaza ibâdetler zikir taat ...
CEHENNEM TABAKALARI
1. CUHNEM
(Cehennem) :Azâbı en hafif olan ve Müslüman olup günâhkarların yeridir...
2. SA’İR : Hıristiyanların yeridir...
3. SEKAR : Yahudilerin yeridir...
4. CAHİM : Mürtedler (Dinden dönenler) ve şeytanlar için acıklı bir azâb
yeridir.
5. HUTAME :Gayya kuyusu aradadır.
“... Çok
yakında GAYYA (denen cehen-nemdeki kuyu) ya kavuşacaklar-dır.”
(Meryem 59’dan)
GAYYA
: Cehennemîn en korkunç yeridir ki ; Cehennem ehli
ondan her gün bir çok kere Allâh’a sığınırlar.
Ye’cüc-Me’cüc
ve kâfirlerin yeridir.
6.
LEZİ’
: Puta ve ateşe tapanlar ile sihir yapanların
yeridir.
7.
HAVİYE
: Allâh’ı inkar edenler dinsizler, borcunu
ödemeyenler, yalancılar, münâfıkların yeridir. En hararetli azâb buradadır.
Yâ
Rabbî bizi Cehennem azâbından koru!.. (Âmîn!...)
LETÂİFLER
|
1- Kalb,
2- Rûh,
3- Sır,
4- Hafî,
5- Ahfâ,
6-
Nefis,
|
Yeri: Sol memenin iki parmak altı.
Yeri: Sağ memenin iki parmak altı.
Yeri: Sol memenin iki parmak üstü.
Yeri: Sağ memenin iki parmak üstü.
Yeri: Sadır dediğimiz, göbek ile boyun kemiği arası.
Yeri: İki kaşın arası ve alnın ortası.
|
7- Toprak,
8- Su,
9- Ateş,
10- Hava.
|
Yerleri: Bunların dördüne
birden ceset letâifleri veya –Anâsır-ı Erbaa=Dört ana madde- de denilir ki,
Baştan ayağa kadar bütün âzâlar vücûdun her zerresi (deri, kıllar, kan
damarları, bütün hücreler vs..) zikredilir.
|
NEFİS KONUSU ----- RÛHU’L-BEYÂN Cüz:30
﴿
وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِۚ ﴾ [سورة البلد:۹۰/۱۰]
Bu Âyet-i Kerîme (Şems Sûresi, 91/8.) tıpkı: “Ona iki yolu (doğruyu ve
eğriyi) göstermedik mi?”
Âyet-i Kerîmesi gibidir. Bunun mânâsı, Biz
insana her iki yolu da gösterdik, demektir. Sahîh bir Hadîs-i Şerîf’te şu ifâdeler yer almaktadır:
İmrân b. Husayn (r.a.)’dan rivâyet
olunuyor: Cüheyne yâ da Müzeyne kabîlesinden adamın birisi Rasûlüllâh (s.a.v.)’a
sorar: --- “İnsanların
yaptıkları şeyler ve gerçekleştirmek için çile çektikleri ameller onların
kaderleri midir, yoksa böyle değil midir?”
Rasûlüllâh (s.a.v.) bu soruya şöyle karşılık verir:
--- “Hayır tam tersine onların kaderidir.”
Soruyu soran kişi: --- “Mâdem kaderi oluyorsa o zaman amel etmek
niye ey Allâh’ın Rasûlü?” der.
Rasûlüllâh (s.a.v.) şöyle cevâb verir: --- “Allâh her iki mertebeden birisi için
yaratmış olduğu kuluna o mertebeyi hazırlar.” Sonra Rasûlüllâh (s.a.v.) bu sûredeki bu Âyet-i
okudu.”
İbn-i Abbâs (r.anhümâ) der ki: --- “Rasûlüllâh (s.a.v.) bu Âyet-i Kerîme’yi
okuduğunda şöyle duâ ederdi:
--- “Allâh’ım! Nefsime iyiliği göster,
nefsimi arındır. Sen en hayırlı arındıransın, sen nefsimin velîsi ve mevlâsısın.”
1.Emmare, 2. Levvame, 3. Mülhime, 4. Mutmainne, 5. Radiye, 6.
Merdiye, 7.Safiye
Bu yedi nefis mertebesinin her biri ayet ile sâbittir.
“Nefsimi temize çikarmiyorum. Çünkü nefis asiri sekilde kötülügü
emreder ”(Yusuf/ 53) ayetinde Allâh-ü Te’âlâ Hazretleri Nefsi Emmare den
bahsetmektedir.
“Kendini kinayan (pismanlik duyan) nefse yemin ederim ”(Kıyâmet
/2) ayetinde ise Nefsi Levvame den bahsetmektedir.
“Ona (Nefse) bozuklugunu ve korunmasini (isyanini ve itaatini)
ilham edene yemin olsun”(Sems /8) ayetinde Nefsi Mülhime den bahsetmektedir.
Mutmainne, Radiye ve Merdiye den ise toplu olarak söyle
bahsedilmektedir.
“Ey huzûra kavusmus nefis (insan) ! Sen Ondan hosnut, O da
senden hosnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarim arasina katil ve cennetime
gir .”(Fecr /.27.30)
Mürsidi Kamiller bu yedi nefsin her birini bir Esma ile terbiye
ederler.
NEFSI EMMARE
Kulu, Rabbinden uzaklastirarak kötülükleri islemeye tahrik eden
en süflî durumdaki isyankâr nefstir. "Emmâre" çok emredici demektir.
Bu sifati haiz olan nefsin yegâne maksadi, hevâ ve heveslerini ölçüsüzce
tatminden ibarettir. Sehvetin esiri, seytanin avânesi olmus; keyfine, zevkine, günâha
düskün olan nefstir.
Nefsin düskünlükleri ve asiri istekleri demek olan sehvetlere
karsi her hangi bir mücadele göstermemek, onun arzularina tâbi olarak seytanin
yoluna uyup gitmek de, nefs-i emmâre seviyesinde bulunan kimselerin ahvali
cümlesindendir.
Aslinda nefs-i emmâre, sahibine karsi seytandan bile tehlikeli
olabilmektedir.
Iste bu nefsi emmarenin kötü ve çirkin sifatlari ehli tasavvufun
görüsüne göre yedi tanedir.
• Hevâ’dir(Arzu, heves, ihtiras, muhabbet, nefsin haz ettigi
seyler)
• Gazap (Öfke, hiddet, kizma)
• Sehvettir
• Hirstir
• Buhül’dür (Cimrilik, hasislik)
• Ucup’dur (Kendini çok sevme yaptiklarini begenme bencillik,
gurur, baskalarini hor ve hakir görme)
• Kibir’dir.
Nefsi emarenin bu yedi kötü ve çirkin sifatlarini gidermeye de,
asagida sayacagimiz yedi sey sebeptir. Bu sayacagimiz yedi sey, bütün ehli
Islam’in gözlerini ve gönüllerini açan yedi hayirli ve faydali istir.
• Açliktir
• Susmaktir
• Az uyumaktir
• Halk içine lüzumundan fazla karismamaktir
• Daima LA ILAHE ILLALLÂH demektir
• Mürsid-i Kamile erismek, elini tutmak ve tövbe edip ona teslim
olmaktir.
• Mürsid-i Kâmilin irâdeti altinda olmak ve onun emri altinda
bulunmaktir (Onun her emrine itaat etmektir)
Bu yedi sey yukarida sayilan yedi çirkin ve kötü sifati
gidermege, yâni nefsi emmarenin fenaliklarini iyilige, iyi ve güzel ahlâka çevirmeye
sebeptir.
Gavsul Azam Hazretleri:
“ Seytan, bir günde yetmis türlü sekilde yetmis kere hacca davet
etti” buyurdular. Iste Nefsin ve Seytanin vesvesesi ile ruhu sultaninin hükmü
tamamen ortadan kalkan ve Nefsi Emmare de bulunan salik, Mürsidi Kamil elinde
olursa, onun Kutsi kuvveti bereketiyle kisa zamanda nefsi levvamaye tebdil
olur. Salik mürsidinin sözünü dinler verdigi dersi çekerse ona “KELIME-I
TEVHIDI” telkin ederler.
NEFİS MERTEBELERİ
NEFSI LEVVAME
Nefs-i emmâresini pismanlikla hesaba çekip, onun çirkin hâl ve
hareketlerinden kurtulmak için gayret gösterenler, nefs-i levvâmeye dogru mesâfe
alirlar. Böyle kimseler, nefs-i emmâredeki gibi "nasil olsa Allâh
affeder" düsüncesiyle avunma gafletinden nispeten arindiklari için,
kendilerini teselli edemezler. Bu sebeple de nefislerini kinar, pismanlikla
tövbe-istigfar ederler.
Levm etmek, kinamak ve ayiplamak demektir. Nefs-i levvâme;
yaptigi kötülüklerden, Allâh’in emir ve yasaklarina karsi gösterdigi ihmal ve
kusurlardan pismanlik duyarak vicdani muazzeb olan ve bu sebeple de kendisini
siddetle kinayan nefstir. Bu mertebede olan kisi, nefs-i emmâredeki fiillerin bâzılarindan
tövbe edip kurtulmustur. Yâni gafletten bir nebze siyrilmis ve günâh arzusu
azalmistir. Ancak bu hisler yeterince olgunlasmadigi için dayanamayip tekrar günâhlara
düsmekten de kendini kurtaramaz.
Bu kimselerin, Allâh-ü Te’âlâ’nin emirlerine baglilikta ve Salih
amellerinde çogalma görülür. Amelleri ekseriyetle Allâh içindir. Ancak ilâhî
ilhamlarin bahsettigi huzûr ve sükûna tam manasiyla kavusamadiklarindan, Allâh
için yaptiklari salih amellerinin halk tarafindan bilinmesini de içten içe
isterler. Yâni nefs-i emmârenin bazi kötü huylari devam etmekte, ancak kul bu
hâlinden dolayi kendini kinamaktadir.
Nefsin vasil oldugu bu merhalenin ismi, Kur’ân-i Kerim’deki:”
Levvâme (pismankâr) nefse kasem ederim..." (Kıyâmet / 2)
ayetinden gelmektedir.
Insanin kendi nefsini levm etmesi, yâni onu siddetle kinamasi,
sirf kuru sözlerle vuku buluyorsa, bunun umulan neticeyi hâsil etmeyecegi
asikârdir. Zîrâ “levvâme” ve “emmâre” mertebeleri arasinda gayet hassas ve ince
bir sinir vardir. Kisinin, nefsini azicik levm etmesi (kinamasi) sebebiyle
içinde bir kibir hâli beliriyorsa, orada hâlâ gizli de olsa nefs-i emmârenin
hükümranligi devam ediyor demektir.
Ayet-i kerimede Cenâb-i Hakk:
"Andolsun ki insani biz yarattik; nefsinin kendisine
fisildadiklarini da biliriz. (Zîrâ) Biz ona sah damarindan daha yakiniz."
(Kaf /16) buyurmaktadir.
Bu itibarla insan, nefsini levm ederken bile, nefs-i emmârenin
gizli desiselerinden ve kendisini emniyette hissetmek gafletinden siddetle
ictinâb etmelidir.
Tövbede sebatkâr olup kötü fiillerden arinabilmek, ancak manevî
terbiye ile mümkündür. Levvâme mertebesindeki nefs, sayet manevî terbiye altinda
ve salihlerle birlikte bulunuyorsa, kötü fiillerden kurtulur. Firsat bulunca
bunlara tekrar dönmez. Ancak kalpte, kin, hased, kibir gibi bazi kötü huylar
kalir.
Teveccühü artar ise seyhini müsahede eder hatta peygamberimizi
de müsahede eder. Nefsine uyar da gerilerse belki seyhini görür ama daha önceki
aldigi lezzeti ve tadi bulamaz. Bu halini devam ettirirse sifati mülhimeye
geçer. Fakat bu nefis mertebesi emmareye yakin oldugu için ona atlamak da çok
kolaydir. Bu nefis ikiyüzlüdür bir yüzü emmareye diger yüzü mülhimeye
bakmaktadir.
Levvamede bulunan salikin esmasi sayet üstadi verirse ismi
“CELAL” dir.
Levvame ve mülhimede bulunan saliklere tecelli ihsan olunur bu
tecelli sebebiyle üstadlarini ve peygamberimizi rüyâlarinda görürler. Ancak hakiki
tecelli nefsi mutmainne de olusur Daha sonra zikre devam ettikçe Nefsi
Mülhimeye çikar
NEFSI MUTMAINNE
Bu makam dervislik makamidir. Manen kisi bu makama kadar insan
degildir. Bu mertebeye erince insanlik sifati onda olusur. Züht ve takva
ehlinin ulasacagi en yüksek mertebe sifati mülhimedir. Burada tarikat ehli
haricindeki insanlari kötüleme yoktur. Sifati mülhime’nin öyle bir noktasi
vardir ki, o da çok yüksek bir makamdir. Fakat burada tarikat ehlinin hakli
oldugu bir durum vardir ki oda nefsi mutmainneye mürsidi kâmil olmadan çikilmaz
oldugudur. Çünkü insanin nefisle mücadelesi ancak burada kemale erer. Bu
noktadan sonra bir mürsidi kâmilin terbiyesi gerekmektedir .
Bu söylediklerime delil sudur ki, daglarda kendi kendine yetisen
agaçlarin meyveleri yenmez. Yense bile lezzeti olmaz. Ham ahlât gibi yiyenin
bogazina durur. Fakat bir bahçivan onlari yerinden sökerek, kendi bahçesine
dikse, budayip asilasa öyle bir meyve agaci olur o kadar lezzetli meyveler
verir ki, ilk hali ile arasinda büyük farklar olur. Iste onun gibi bir mürsidi
kâmilin elinde olanda böyle degisir.
Nefsi mutmainne de dervise ismi “HAY” telkin olunur. Dervis bos
kaldigi zaman sürekli bu zikri yapar. Bu makamda kisi gayet cömert olur. Dost
yoluna bütün mülkünü vermeye razi olur. Seyhine, ölü yikayicisinin elindeki ölü
gibi teslim olur. Ilahi ask günden güne artar günden güne artar. Kalp rikkati
artar, her an dost izini gözler gözyasi adeta su gibi olur. Bütün fiilleri
iyilik ve güzellik ve ahlaklari da üstün ve temiz ahlak ile belli olur. Tarafi
Ilahiden öyle bir hal ihsan buyurulur ki, islerini irâdesiz olarak Hakk’ka
teslim etmislerdir. İbâdetleri itaatleri Allâh-ü Te’âlânin rizasi içindir. Allâh
ile beraber olma anlamina gelen “Huzûru maallâh” kisiye hal olur .“Iyi bilin
ki, Allâh u Te’âlâ’nin Velileri (Dostlari) için hiçbir korku yoktur. Onlar,
mahzun da olacak degillerdir ” ayeti kerimesi ile tebsir olunur.
Iste bu makama geldiginde Allâh-u Zülcelâl Hazretlerinin dostu
olur, “Îrci” hitabina mahzar olur.
Bu mertebede kötü ve çirkin vasiflar, yerini güzel ahlâka terk
etmistir. Davranis olgunlugunda zirveyi teskil eden ve bütün beseriyete numune
olan Hazret-i Peygamber(sav) yüksek ahlâki, tarifsiz bir zevk ile güzelce
yasanmaktadir. Kulun kalbi, sabir, tevekkül, teslimiyet ve rızâ ile
taçlanmistir.
Böyle kimselerin gönülleri daima Hakk’in zikriyle mesguldür.
Ahkâmi Ser’iyyenin batinina da vâkif olmuslardir. Imam-i Rabbanî Hazretleri:
“Nefs-i mutmainneye kadar yapilan ibâdetler ve kulluk
taklididir. Nefsi mutmainne’de ise bunlar taklitten tahkike dönüsür.”
buyurmustur.
NEFSI RADIYE
Daima Hakk’a yönelmek suretiyle Allâh (cc) ile beraber olma
suuruna erismis, hikmetine ve hükmüne ram olarak Rabbinden razi ve hosnut hâle
gelmis olan nefstir. Bu mertebeye yükselen kul, kendi irâdesinden vazgeçip Hakk’in
irâdesinde fani olmustur. Kur’ân-i Kerim’deki:
“ Sen O’ndan, O da senden razi olarak Rabbine dön!” (Fecr /28)
ayetindeki
“Sen O’ndan razi olarak” hükmünün bu makama isaret ettigi beyan
olunmaktadir. Bu riza hâli, Hakk’tan gelen bütün çileli imtihanlara karsi sabir
göstermek ve bu husûsta O’nun irâdesini can u gönülden kabullenmektir. Ayet-i
kerimede buyurulur;
“ Andolsun sizi biraz korku, biraz açlik, biraz da mallardan,
canlardan ve mahsullerden noksanlastirmakla imtihan edecegiz. Sabredenleri
müjdele!” (Bakara /155)
Bu ayet-i kerimede ifâde buyrulan “sabredenler” zümresinden
olabilmek, ancak Cenâb-i Hakk’in takdirine velev ki o takdir, umuldugu ve
beklendigi gibi tecelli etmese bile- razi olmak ve asla isyana düsmemekle
mümkündür.
Iste nefs-i râdiye de, ilâhî irâdenin hayir veya ser olarak
tecelli eden bütün kaza hükümlerine tereddütsüz teslim olup riza gösterenlerin,
asla sikâyet etmeyenlerin makamidir. Bu makamin imtihanlari öncekilere nisbetle
daha agirdir. Zîrâ insan manen yükseldikçe iptilâlar artar.
Nitekim Allâh Rasûlü(sav) söyle buyurmustur:
“ Insanlar içinde en siddetli iptilâlara ugrayanlar
peygamberlerdir. Sonra da onlara yakinlik derecesine göre diger kimselerdir.
Insan dindarligi ölçüsünde iptilâlara maruz kalir.” (Tirmizî)
Bu nefisteki kisiler eger zikirlerine devam ederlerse ruhu
hayvan ruhu sultanin haliyle bir derece daha hallenir. Bunun alameti ise ruhu
hayvana kötü ve güç gelen seyler, onlara güzel ve kolay gelmeye baslar. Gayet
halim selim olur. Bütün mahlûkat onun elinden ve dilinden emin olurlar. Her
nereye varsa irâdesiz tazim ederler. Halk arasinda son derece sevilir ve
sayilir. Kendisi de kaza ve kaderinde olanlarin hepsine razi olur ve bir an
bile Allâh’in rizasindan ayrilmazlar. Keder ve sürur müsavi olur. Zâten bundan
dolayi bu nefse Radiye denmistir.
Salik, manada bütün mevcudati yok olmus görür. Yalniz, bir beyaz
veya kizil yahut baska bir renkte nur içinde kalir. Bâzılari o halde:
“ yeryüzünde her sey fanidir. Azamet ve ikram sahibi olan Rabbin
zâti bakidir” (Rahman /26,27) ayeti kerimesi ile ihsan olunur.
Bu Makamda olan kisiye Üstadi Tarafindan ismi “HAKK” telkin
olunur
NEFSİ MERDİYE
Râdiye mertebesinde bulunanlarin, bu mertebenin bütün
füyûzâtindan istifâde edebilmeleri için, Cenâb-i Hakk’in da onlardan razi
olmasi icâb eder. Yâni kulun Allâh’tan razi olmasi yetmeyip, kâmil bir terakki
için Allâh’in da kulundan razi olmasi gerekir. Diger bir ifâdeyle Hakk’tan rızâmiz,
O’nun yûce rızâsina mazhar olabilecek bir kivam ve güzellikte olmalidir. Bu
gerçeklestigi takdirde “merdiyye” sifati Allâh’a râci olmasina ragmen, kulun
bunu temine medar olan amelleri bereketiyle bu makam kula da izafe edilmistir.
Buna göre râdiye, Allâh’tan razi olanlarin; merdiyye ise Allâh’in da
kendisinden razi oldugu kimselerin makamidir.
Cenâb-i Hakk’in bizzat razi ve hosnut oldugu bir nefs olan
merdiyyede kötü huylar yok olmus, güzel huylar ve ahlâkî meziyetler inkisaf
etmistir.
Öyle ki; Yaratan’dan ötürü yaratilanlara sefkat, merhamet,
sevgi, cömertlik, affedicilik ve hassasiyet onda bir lezzet halindedir. Bu
mertebedeki bir mümin, nefsini en güzel bir sekilde muhasebe ve murakabe eder.
Her nefeste varlik ve benlik keyfiyetlerini gözeterek seytani hilelere karsi
bos bulunmaktan sakinir.
Yine bu mertebede kul, her halükârda ve bütün mevcudiyetiyle
Hakk’a teslim olmustur. Allâh’tan gelen kahir veya lütuf tecellilerinin her
ikisine de gösterdigi riza bereketiyle ebediyet âlemine göçerken, ilâhî rızâ
ile müjdelenerek kendisine cennet hil’ati giydirilmistir.
Yukarida da zikredilen:
“Sen O’ndan, O da senden razi olarak dön Rabbine!” (Fecr/28)
ayetindeki “ Rabbin de senden razi olarak” hükmü, bu hâli ifâde etmektedir.
Ayrica Beyyine Suresi’nin 8. ayetindeki
“... Allâh onlardan hosnut olmus, onlar da Allâh’tan hosnut
olmuslardir...” beyani da bu hakikatin diger bir ifâdesidir.
Bu hâl ve hakikatlere nail olan bir kul, artik hâdisati “hakke’l-yakin”
mertebesinden seyretmektedir. Allâh’in izniyle bazi gaybi sirlara vâkif
olabilir.
Yâni nefs-i râdiye makaminda müsahede ettigi kemâlat
tecellilerini, simdi bizzat nefsinde tatmakta ve o hâllerle hallenmektedir.
Sabir, tevekkül, teslimiyet ve rızâ gibi hasletler, onun davranislarinin hâkim
vasfi durumundadir.
Salik bu makamda Cenâbi Hakk ile keyfiyetsiz müsahede ve
mükâleme eder. Bundan sonra dervise “ Yâ Kayyum ” ismi telkin olunur. Bununda
kelime-i tevhide verecegi mana “Öyle ise bil ki, Allâh-u Te’âlâ’dan gayri
hiçbir ma’bud yoktur.” (Muhammed /19) olur.
Halleri, seriata uymak ve geregini yerine getirmek ve bütün
davranislarinda Peygamber Efendimize uymak olur ki:
“Allâh-u Te’âlâ’nin ahlaki ile ahlaklaniniz.
Allâh-u Te’âlâ’nin sifati ile sifatlaniniz”
Hadisi Serifi sirrinca Rasulullah Efendimizin(sav) sünnetlerini
icra ile ve Efendimizin ahlaki ile ahlaklanir. Kendileri daima Allâh’in huzûrunda
olurlar. Bu makamda olanlar Allâh’in hizmeti ile memurdurlar. Irsat veya
memleketler tasarrufunda olur. Ehlullahin erginlerinin hepsi nefsi merdiye’de
olurlar. Bu makam, makami vahdettir. Herkes bu makama varamaz. “Ölmeden önce
ölünüz” sirrina mahzar olmuslardir.
Allâh (cc) bu kimseye tayin olunan kiramen kâtibin meleklerinin
ellerinden o zatin amel defterini alir, gelmis geçmis, büyük küçük, en ufak
hataya varincaya kadar bütün kusurlarini affeder ve masumiyet hilatini
giydirerek kiramen kâtibin melekelerine buyurur ki: Ey meleklerim bunca
zamandir sizleri bu kulumun hizmetlerine vekil tayin etmistim. Simdi ben bu
kulumdan raziyim. Sizler de razi misiniz? Onlar da sahitlik eder ve: “Yâ Rab
bizler bu kuluna hizmet edeliden beri zerre kadar rizana aykiri bir halde
bulunmadi” derler. Allâh bundan sonra söyle buyurur. “Ey meleklerim ben de sizi
bu görevden azât ettim ve bu kulumdan razi oldum” buyurur.
NEFSİ SAFİYE
Nefs-i Safiye tezkiye neticesinde arinmis, saf, berrak, ulvî ve
olgun nefstir. Bütün marifet sirlarinin tahsil edildigi ve ancak Cenâb-i Hakk
tarafindan vehbî olarak lütfedilen bir makamdir; Hakk vergisidir, sirf
çalismakla elde edilmez. Kader sirrina mebni, ilâhî bir ihsandir.
Nefs-i Safiyyeye erisenlere umumiyetle irsad hizmeti tevdi
edildiginden bu makama ayni zamanda “irsad makami” da denilir. Cenâb-i Hakk, bu
makamdakilerin hâl ve davranislarindaki mükemmellikle, insanlari gafletten ikaz
edici bir tesir halk eder. Böyle zâtlar, bir Fâsik ile görüsseler, o fâsigin
hâlini anlar, kalbî hastaliklarinin ilâcini, hâl lisaniyla kendilerine
bildirirler. Fâsik, eger kalbi mühürlenmemisse insafa gelir ve pismanlikla
gafletten uyanir.
Üstadimiz Nefsi Safiye Makami için söyle buyurdular;
Nefsin yedinci mertebesidir. Diger bütün mertebeleri kapsar.
Safa makamidir. Kisi bu makama geldiginde mana âleminde, önce derisini
yüzerler, etlerini keserler ve parçalarlar. Kemiklerini kendisi görür. Ondan
sonra, onlari kiyma makinesine verirler, kiyma makinesinde çektikten sonra
firina götürürler ve pisirirler, onu alip cehennem atesi ile sicak kavururlar.
Et, simsiyah olur, o eti getirirler her tarafini silindir ile ezerler. Gayet
toz haline getirip, bunu alir götürürler ve Allâh-u Te’âlâ Hazretlerine arz
ederler. Iste bu, senin için yok olacak kül, o külü 18 bin âlemin her tarafina
savururlar. O her tarafta kendi zâtini görür, her tarafta yok olur. Fenafillâh
olur, Cenâbi Zül Celal Hz.lerinin zâtinda degil sifatlarinda fani olur, Yedi
nur berzahini asar, Sekiz kat cenneti geçer fani olur, Yokluk oldugundan dolayi
vekil oluyor, digerleri ise ham oluyor.
Bir insaninda Mürsid-i Kamil olmasi için diger bir sartta
Rasulullah efendimizin bizzat görev vermesidir. Böyle olunca varisi nebi
olduklarindan sekline ve suretine seytan giremez. Müridine son nefeste bizzat
yetisir, kefil olur. Safiye ehli olanlar gönüllerine ilham edilen her manayi Allâh’tan
bilir ve ortaya çikan her hali Kur-an’in özündendir diyerek kabul ederler.
Hatta kendilerini yok addederek gönül hanesinden bir adim disari çikmazlar.
Sufiler hiçbir engel tanimayan miraci manevinin zuhur ettigi bu mertebeyi “hal,
kal ile bilenmez” diyerek ehlinin anlayislarina havale ederler.
NEFSİN 7 MERTEBESİ
1- NEFS-İ EMMARE ( Kötülüğü emreden ve bundan
zevk alan nefistir)
Bu nefsin eserinden kibir benlik, hırs, şehvet, kıskançlık, cimrilik, kin,
intikam, hiddet gibi huylar çıkar.
2- NEFS-İ LEVVAME (Kötülük yaptığında bundan pişman olup af dileyen
nefistir)
Kendini kınayan, kötüleyen, azarlayan nefstir .
Bu nefs sahibi, günah işlediğinde pişman olup tevbe eder, kendisini kınar,
yapmamak için karar verir. Fakat günah önüne gelince duramaz, yine içine düşer.
Sonra pişman olur. İyilik ve kötülük arasında gider gelir.
Kendini beğenme, çekişme, gizli riya, makam ve şehvet tutkusu gibi nefs-i
emmârenin bazı vasıfları bu mertebede de bulunur. Fakat nefs hakkı hak; batılı
batıl görür. Yine bilir ki, bu sıfatlarla huzurdan uzaktır. Fakat onlardan
kurtulamıyor.
Hali muhabbet, gidişi tarikat, mahalli Kalp'tir. Alemi Berzah Alemi'dir.
Nefsiyle mücahedede sabit olursa Misal Alemi'dir. Uykuyla uyanıklık arasında
–genellikle oturma halinde- Misal Alemi'n*den bir çok manalar temessül eder.
3- NEFS-İ MÜLHİME ( Allah'tan ilham alan nefistir)
Allahu Tealâ nefsin isyan ve itaatini vasıtasız ilham ettiği için bu makamda
nefsin adı mülhime olmuştur. Nitekim Kur'an'da : “Sonra da o nefse isyan ve
itaati ilham edene yemin ederim” (Şems, 8) buyrulmuştur .
Nefs, tevbe, zikir, rabıta ve mücahedeyle günahların ağırlığından ve şehvet
bağından kurtulunca, ilham ve feyiz almaya kabiliyet kazanır. Devamlı olarak
kâmil mürşidden kalbine ilhamlar gelir. Bu mertebede hayvanî nefs tamamen ıslah
olur. Haramdan kaçar, hayırlara koşar.
Alemi Ruhlar Alemi, mahalli Ruh'tur. Ruhunda ilâhi aşk ateşi parlamaya başlar.
İlim, tevazu, yumuşaklık, kanaat, mert*lik, sabır, belaya tahammül gibi, güzel
hasletler belirir. Visal rüzgarları esmeye başlar. Fakat ego, ona açık ve bariz
bir şekilde saldırmaya başlar . Kendini ve amellerini beğendirir, insanları
küçük ve değersiz gösterir, ümitsizliğe düşürür, Allah'ın azabına karşı ona
emniyet hissi verir. Bu makamda mürşidin himmeti olmazsa tehlikeye düşebilir.
Bu makamda salik, sırlara vakıf olduğundan esrar ile meşgul bulunduğu cihetle
bunun üstünde olan kemalden mahcup kalmıştır. Bu makamın seyri Allah (CC)
Hz.leri olduğu için salikin batınında imanın hakikati zuhur etmiş olmakla
müşahedelerinde masiva kalmamıştır. Bu makamın alemi, ervahtır, salik arzu
ettiğini görür ve tasarrufa bile kadir olur.
4- NEFS-İ MUTMAİNNE (Tatmin olmuş nefistir)
Cenab -ı Mevlâ'nın “Ey tatmin olmuş Nefs” (Fecr , 27) hitabıyla ıstıraptan kurtulup
huzura eren nefstir . Her türlü şek ve şüpheden temizlenip rahatlamış, ayne'l -
yakîne ve kâmil imana ulaşmıştır. Kötü huylardan tamamen pak olmuş, fenalıklara
arzusu kalmamıştır. Seyri, Allah ile gerçekleşmiş (seyr-i meallah), velilik
mertebesine ulaşmıştır. Alemi, Muhammedî Hakikat, mahalli Sır'dır. Manevi
tecellilerin mazharıdır . Sıfatları, tevekkül, incelik, cömertlik, yumuşaklık,
güler yüz, tatlı dil, kusurları bağışlama, hamd, şükür, müşahede, teslimiyet ve
rızadır.
Azizim! Malum ola ki, sıfat-ı mutmainnede bulunan zevatın halleri şöyle olur:
Bunlar, artık tereddütlerden ve iç kuruntulardan kurtulmuşlardır. Ve teslim-i
külli ile teslim olmuşlardır. . Bu zevata “veli” adı verilir. Bu mertebede
olanlara Yüce Allah (CC) Hz.leri Mucizel Beyan’ında şöyle hitap etmektedir: . .
Ayet-i Kerimedeki aşka ve muhabbete nail olur, Zikrullah ile gönlü rahat eder,
kalbi mutmain olur.
5- NEFS-İ RADİYYE ( Allah'tan razı olmuş nefistir)
İster bela, ister sefa, Allah'ın bütün fiillerinden razı olan, O'ndan başka her
şeyi gözünden silip atan ve sadece Rabbi'nin rızasına nazarını diken nefstir .
Bu nefse: “Razı olmuş ve razı olunmuş olarak Rabbine dön” ( Fecr , 28)
kelâmıyla hitab edilmiştir. Seyri Allah'tadır ( Seyr -i fillâh ). Alemi Lâhut
(Ruhanîler) Alemi; mahalli, Sırrın Sırrı'dır. Beşerî sıfatlardan büsbütün yok
olmakla fenâya varmıştır. Fakat bu makama varanlar arif değil, velidirler. O
yüzden başkasını irşad edemezler.
Azizim! Malum olsun ki, nefs-i radiyye sıfatında olan bu zatlar, yine bu hal
ile bazan ilerler, bazan da gerilerler ve böylece zikrine ve fikrine devam ve
sebat ederlerse, Cenab-ı Hakk’tan (CC) kendilerine teveccüh eden her şeye
rıza-i külli ile razı olurlar ve onlar için keder ile sürur müsavi olur. Çünkü
Yüce Allah (CC) Hz.leri onları Mucizel Beyan’ında müjdelemiştir: “Rabbine razı
ve marzi olarak dön.”[6]
Allah (CC) Hz.leri’nin vermiş olduğu belalara tahammül gösterirler ve: “O’ndan
(CC) gelen her şey güzeldir. Lütfu da hoş, kahrı da hoş.” derler, “Eyvallah!
Hoş geldi, safa geldi!” derler, Cenab-ı Hakk (CC) Hz.leri'nden gelenleri öpüp
başlarının üstüne koyarlar.
6- NEFS-İ MARDİYYE (Allah'ın razı olduğu nefistir)
Ariflerin makamıdır. Bekabillâh burada tahakkuk eder. Muhtaç olduğu ilimleri
bütünüyle alıp, mana aleminden bu görünen madde alemine dönmüştür. Dış
itibariyle diğer insanlardan ayırdedilmez . Fakat iç itibariyle bütün cisimleri
altına çevirecek bir tılsım gibidir. Kendine lütfedilen marifet bilgi*sinden
dünya halkına ikram eder. İlâhi bilgi dairesinin mahremidir. Onun müşahedesine yâ*bancı
bir diyar yoktur. Kendisine üfürülen ruh ile görür, bilir. Sesini uzaklardan
işittirir. Mür*şidinden izin almak kaydıyla irşadı sahihtir. Seyri Allah'tan
(Seyr-i anillâh )'dır. Alemi şu görünen maddi alem, mahalli Hafâ'dır .
“Onun işiten kulağı olurum, gören gözü olurum, konuşan lisanı olurum, yürüyen
ayağı olurum. Benimle işitir, benimle görür, benimle konuşur, benimle tutar ve
benimle yürür.”[7]
7- NEFS-İ KAMİLE (Seçkin, saf, tertemiz nefstir)
Allah'ın en seçkin dostları olan Gavs ve Kutupların makamıdır. Seyirleri
Allah'ladır (Seyr-i billâh). Alemleri; kesrette (çoklukta) vahdet, vahdette
kesrettir. Mahalleri Ahfâ'dır . Önceki bütün nefislerin güzel vasıflarını
üzerinde toplamış*lardır. Her halleri ibadet ve zikirdir. Bir an Allah'tan
gafil olmazlar. Onların mu*radı Allah'ın murad ettiği şeydir. .
Cenab-ı Hak onlarla alemlere ikramda bulunur, belaları def eder. Saliklerin
gönüllerinde onlar sayesinde haller zuhur eder. Ama herkese merhamet ve
şefkatle bakarlar. İnsanların kusurlarına bakmazlar. İyiliği emreder,
kötülükten sakındırırlar.
Pak ve tertemiz yüzleri huzur ve aydınlık saçar. Onları görenler Allah'a
yönelirler. Mübarek yüzlerine edeple bakmak bile ibadettir. İnce ve lâtif
sözleri katıksız hikmet bilgisidir. Gayet ince, zarif, yumuşak ve alçak
gönüllülükle telkinde bulunurlar. .
Bu dünyada onların kapısında bulunmaktan daha büyük devlet ne olabilir? Onlar
olmadan bunca sarp yollar nasıl aşılır?
Azizim! Malum ola ki, ruh-u hayvanın kendisine mahsus olan yaratılışı sıfat-ı
emmare ve ruh-u sultanın kendisine mahsus olan yaratılışı sıfat-ı safiyyedir.
Ruh-u hayvan, Cenab-ı Hakk’ın (CC) ihsanı, mürşidin himmeti ve ruh-u sultanın
rağbet göstermesiyle kendi sıfatı olan emmarelikten geçer. Yani başlangıcından
bu hale gelinceye kadar, hayvanlık sıfatlarından arta kalan eserler de tamamen
mahvolur ve ruh-u sultanın kendisine mahsus olan sıfat-ı insaniyye ile
sıfatlanır. Bu makamda olan salik, Cenab-ı Hakk’ın şu Ayet-i Kerime’sinin
muhatabı olur: “O’nun (CC) vechinden başka her şey helak olucudur.”[9] Ayet-i
Kerime’sinin sırrını seyr ile müşahade eder. İşte bu büyük ihsana malik olan
zatlara “insan-ı kamil” denilir. Sözün kısası, sıfat-ı safiyye ile sıfatlanan
zatların nefisleri, ruh-u sultana döner. Nefs-i hayvaniyetten eser kalmaz. Bu
bahtiyar insanlar tasavvuf (tarikat) yolunda çalışarak nefs-i hayvaniden
tamamiyle kurtularak sıfat-ı insaniyye ile muttasıf olurlar.[10]
Kaynaklar
[1] Yusuf S. A.53
[2] El-Kıyame S. A.2
[3] Eş-Şems S. A.8
[4] El-Fecr S. A.27-30
[5] Er-Rad S. A.28
[6] El-Fecr. S.A.28
[7] Buhari Rikak 38. İbn Hanbel. IV. 256
[8] El-İnsan S. A.30-31
[9] El-Kasas S. A.88
[10] Miftahul Kulub. S.135
Beytü’l-Ma’mûr: Ma’mûr, bakımlı ev.
Kâbe’nin üst hizâsında bulunan bir yerdir. Diğer bir adı da “Durâh”dır.
Beytü’l-Ma’mûr’dan Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bahsedilir: “Tûr’a, yayılmış ince deri üzerine satır
satır dizilmiş Kitâb’a, bayındır eve (beytü’l-ma’mûra), yükseltilmiş tavan gibi
göğe, kaynayacak denize andolsun ki, Rabbi’nin azabı hiç şüphesiz gelecektir” (Tûr Sûresi, 52/1-7) Allâh-ü Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’in
bâzı yerlerinde kasem ettiği gibi bu Âyet-i Kerîme’de de Tûr Dağı’na, Kur’ân-ı
Kerîm’e ve Beytü’l-Mâ’mûra yemîn etmektedir. Buradaki yemînden maksad, bunların
kıymetine işâret etmek ve değerlerini yükseltmektir. Müfessirler bu ayet-i
kerîmede sözü geçen Beytü’l-Ma’mûr-u genellikle, yedinci kat semâda, Ka’be-nin
üst hizâsında bulunan bir ev olarak tefsîr etmişlerdir. O’nu günde yetmiş bin
melek namaz kılmak ve tavâf etmek için ziyâret eder ve kıyâmete kadar da bir daha
geriye dönmezler. (Muhtasar’u Tefsir-i İbn-i Kesîr, Nşr. M. Ali es-Sâbünî,
Beyrut 1401, III, 388-389; Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul
1936, VI, 4551; el-Hâzin, Lübâbü’t-Te’vîl fî Meâni’t-Tenzîl, IV, 242;
el-Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, IV, 467; İsmail Hakkı Bursevî,
Rühu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’an, IV, 123).
21.
Sana davacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı aşarak mabede girmişlerdi.
22. Hani Dâvûd’un yanına girmişlerdi de Dâvûd onlardan
korkmuştu. Onlar, “Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık
etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet” dediler.
23. İçlerinden biri şöyle dedi: “Bu benim
kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle
iken ‘Onu da bana ver’ dedi ve tartışmada beni bastırdı.”
24. Davud dedi ki: “Andolsun, senin koyununu kendi
koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esâsen ortakların pek
çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak îmân edip sâlih ameller işleyenler başka.
Onlar da pek azdır.” Dâvûd, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken
Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allâh’a yöneldi.
25. Biz de bunu ona bağışladık. Şüphesiz katımızda
onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır.
26. Ona dedik ki: “Ey Dâvûd! Gerçekten biz seni
yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna
uyma, yoksa seni Allâh’ın yolundan saptırır. Allâh’ın yolundan sapanlar için
hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azab vardır.”
﴿ وَدَاوُ۫دَ
وَسُلَيْمٰنَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِى الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ
شَاهِد۪ينَۙ ﴾ [سورة الأنبيآء:٢١/٧٨]
“Dâvûd
ile Süleymân’ı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm
veriyorlardı. Çünkü halkın koyunları o
ekine girmişti. Biz de hükümlerine şâhîd olmuştuk.” (Enbiyâ Sûresi,
21/78)
Tefsir kaynaklarında belirtildiğine göre; bu olayda Hz.Dâvûd,
koyunların ekin sâhibine verilerek zararın tazmîn edilmesine hükmetmiş, Hz.
Süleymân ise koyunların geliriyle zararın tazmîninin her iki taraf için daha
uygun düşeceği yolunda hüküm vermişti.
Kıssa şu şekilde de açıklanabilir. Ayette de belirtildiği gibi
Hz. Dâvûd sadece dâvâcıyı dinleyip hüküm vermiş, dâvâlıyı dinlememiş, daha
sonra bu tutumunun yanlış olduğunu düşünerek tövbe etmiştir. Olay yine
Kur’an’da zikredilen, ekin tarlasına girip zarar veren sürü kıssasıyla da
ilgili olabilir. Zira iki kıssada da haksızlık, koyunlar ve Hz. Dâvûd’un
hükmünde tam isâbet etmemesi söz konusudur. Sonuç olarak kıssa kesinlikle
Hz.Dâvûd’un günah işlediğini göstermemektedir. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb ilgili
ayetlerin tefsiri)
Nitekim rivâyete göre Hz. Ali (r.a.); “Kim Hz. Dâvûd’la ilgili
bu kötü haberleri anlatırsa, ona iki celde -yüz altmış sopa- vuracağım”
(Sa’lebî, Arâisu’l-Mecâlis, s. 284; Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l Kur’an,
15/119; F. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, 26/192) demiştir.
Hz. Dâvud (a.s.)'un zellesini bağışlatmak için kırk gün kırk
gece durmadan ibâdet, tevbe ve istiğfâr ettiği de anlatılır.
﴿ عَيْنًا ف۪يهَا
تُسَمّٰى سَلْسَب۪يلًا ﴾
[سورة الإنسان:٧٦/١٨] “Orada bir pınar ki ona “selsebîl” adı verilir.” (İnsân Sûresi,
76/18.) Selsebîl: Cennet’te bir çeşme veyâ ırmağın adı.
Tatlı, latîf, lezîz su.
Risale-i Ahmediyye:16, sh:103-106. (Abdülkâdir-i
Geylânî, el-Ğunye, 1/347; Safûrî, Nüzhetü’l-Mecâlis, 1/142.)
RÛHU'L-BEYÂN, İsmail
Hakkı BURSEVÎ, 10/56, Damla yay., no.211, İst/2002. (Hadîsi Müslim, Ahmed b.
Hanbel, İbnü'l-Münzîr, İbn-i Merdûye rivâyet etmişlerdir. Bkz.
ed-Dürrü’l-Mensûr, 6/356. )
RÛHU'L-BEYÂN, İsmail
Hakkı BURSEVÎ, 10/56, Damla yay., no.211, İst/2002. (Hadîs-i Şerîf’i Ahmed b. Hanbel, Müsned’inde; Taberânî,
İbnü’l-Münzîr ve benzer ifâdelerle Müslim rivâyet etmişlerdir. Bkz. Muhtasar,
İbn-i Kesîr Tefsiri. 3/645.)
Hava kapalı olunca,
Ramazan hilâlinin görüldüğüne müslim, âkil, baliğ ve âdil bir kimsenin şehâdeti
yeterlidir. Erkek veyâ kadın olmasında fark yoktur. Ramazan ayının yirmi dokuzuncu günü de, güneşin
batışından itibaren Şevval ayının hilâli araştırılır. Görülürse bayram yapılır,
görülmezse, Ramazan otuz gün tutulur. Kamerî aylar, bâzen
otuz, bâzen da yirmi dokuz gün olur. Her kamerî ayın
başlangıcı, ya hilâl görmekle veyâ ondan önceki ayın günleri otuza
tamâmlanmakla tesbit edilir. (Üç İmama göre, gündüzün görülen hilâle itibar edilmez. Bu hilâl
mutlaka gelecek geceye aittir. Bu konuda müneccimlerin sözleri de geçerli
değildir. Herhalde hilâl geceleyin görülmelidir.)
لا أعلم دعاءً خاصًا يقال عند دخول
شهر رمضان وإنما هو الدعاء العام عن سائر الشهور فإن النبي ﷺ كان إذا رأى الهلال في رمضان وفي
غيره يقول: "أَللّٰهُمَّ
أَهِل۪ه عَلَيْنَا بِالْيُمْنِ وَالْا۪يمَانِ وَالسَّلَامَةِ وَالْاِسْلَامِ
هِلَالَ خَيْرٍ وَرُشْدٍ رَبّ۪ي وَرَبِّكَ اللّٰهُ ." وَف۪ي بَعْضِ الرِّوَايَاتِ أَنَّهُ ﷺ كَانَ يَقُولُ:
أخرجه الستة.وقوله "الصَّوْمُ ل۪ي"
أي لم يشاركنى فيه أحد، و عبد به غيري، فإن سائر العبادات قد عبدت بـها الكفار آلهتها،
فأنا حينئذ أجزيه على قدر اختصـاصه بي، وأنا أتولى الجزاء عليه بنفسي، و أكله إلى
أحد غيري."وَالخُلُوفُ" بضم الخاء : تغير ريح
فم الصائم من ترك الاكل والشرب."وَالرَّفَثُ" مخاطبة الرجل المرأة
بما يريده منها، و قيل: هو التصريح بذكر الجماع،
وهو الحرام في الحج على المحرم، وأما الرّفث في الكم إذا لم يكن مع امرأة ف يحرم لكن
يستحب تركه. "وَالصَّخَبُ": الضجة والجلبة.