ÜÇ AYLARIN FAZILETİ İFASI,
RECEB AYI REGAİB VE MİRAC GECELERİ ANLAM GAYE VE İBADETLERİ
RECEB AYI REGAİB VE MİRAC GECELERİ ANLAM GAYE VE İBADETLERİ
E’ÛZÜ BESMELE
VE MÂNÂSI
OKUNUŞU: “Eûzü
billâh-i mine’ş-Şeytâni’r-Racîm, Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm.”
ANLAMI: “Allâh-ü
Te’âlâ’nın huzârundan kovulmuş olan Şeytân’ın şerrinden yine Allâh-ü Te’âlâ-yâ
sığınırım!.. , O Rahmân ve O Rahîm olan Allâh-ü Te’âlâ’nın adıyla başlarım!..
ÜÇ
AYLAR
Abdulkâdir
Geylânî (rahımehüllâh) buyuruyor ki;
v Receb, cefâyı terk ayıdır;
v Şa’bân, amel ve vefâ ayıdır;
v Ramazân ise, sadâkât ve safâ ayıdır.
v Receb, tevbe ayıdır;
v Şa’bân, muhabbet ayıdır;
v Ramazân, Hakk’a yakınlık bulma ayıdır.
v Receb, hürmet ayıdır;
v Şa’bân, hizmet ayıdır;
v Ramazân, ni’met ayıdır.
v Receb, ibâdet ayıdır;
v Şa’bân, zâhidlik ayıdır;
v Ramazân ise, ziyâdesi ile ni’metlere ermek ayıdır.
v Receb ayında iyilikler kat kat artar;
v Şa’bân ayında kötülükler kalkar;
v Ramazân ayında ikrâmlar gelmeye başlar.
v Receb, önce gidenlerin ayıdır;
v Şa’bân ortadakilerin ayıdır;
v Ramazân ise, âsîlerin ayıdır.”
(Tevbe ettikler, ibâdet ve tâatta
bulundukları takdirde, âsîlerin günâhlarının en fazla affedileceği aydır)
Zünnûn–i
Mısrî (k. sirruhû) şöyle buyuruyor ki;
§ Receb, âfetlerin geri bırakıldığı;
§ Şa’bân, tâatların yapıldığı;
§ Ramazân da ikrâmların beklendiği aydır.
§ Receb, ekim,
§ Şa’bân, sulama;
§ Ramazân ise, harman ayıdır.
Her ekilen biçilir. Her yapılan işin karşılığı görülür. Bir
kimse ekim zamanını boşa geçirirse, harman zamanında pişmanlık duyar. Âhirette
kötülük göreceğinden dünyada beslediği ümitler de hiç olur.
Sâlih
zâtlardan bâzıları buyurmuşlardır ki;
ü Sene bir ağaçtır.
ü Receb ayı, senenin yapraklanma günleridir.
ü Şa’bân ayı, meyvelenme günleridir.
ü Ramazân ayı ise, senenin meyvelerinin toplandığı günlerdir.
Şöyle
anlatılmıştır:
ü Receb ayı, Allâh-ü Te’âlâ-dan gelecek mağfiretlere tahsîs
edilmiştir.
ü Şa’bân, özel olarak, şefâat ayı kılınmıştır.
ü Ramazân ayında iyilikler kat kat verilir.[1]
RECEB AYININ
FAZÎLETİ
Receb-i
Şerîf ayında, önemli olaylardan biri de,
Kıble’nin Mescid-i Aksâ’dan Mescid-i Harâm’a çevrilmesidir…[2]
﴿ وَمِنْ
حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَحَيْثُ
مَاكُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُۙ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ
عَلَيْكُمْ حُجَّةٌۗ اِلَّا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ
وَاخْشَوْن۪ى وَلِاُتِمَّ نِعْمَت۪ى عَلَيْكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۙ ﴾
[سورة البقرة:۲/۱٥۰]
“(Ey Muhammed!) Nereden yola çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i
Harâm’a doğru çevir. (Ey mü’minler!) Siz de nerede olursanız olun,
yüzünüzü Mescid-i Harâm’a doğru çevirin ki, zâlimlerin dışındaki insanların
elinde (size karşı) bir koz olmasın. Zâlimlerden korkmayın, benden
korkun. Böylece size ni’metlerimi tamamlayayım ve doğru yolu bulasınız.”[3]
*** --- Receb ayının ilk Cum’â
Gecesi Regâib Kandili’dir, ‘rağıbe’nin çoğuludur; Rağbet olunan
çok kıymetli şey, bol ihsân ve yüksek vergiler, bağışlar ve bahşişler.... mânâlarına
gelir.
*** --- Receb ayı Eşhur-u Hurûm’dur.... (Bu aylarda kâfirler
bile kan dökmez, kan dâvâları dâhi askıya alınırdı...)
*** --- Bu gecede; Ana-Babaların,
eş, dost ve akrabaların gönülleri hoş edilmeli, dargınlar barıştırılmalıdır. Yetimler, fakirler, yolda
kalmışlar, kimsesizler... gözetilmeli herkese yardım eli uzatılmalıdır.
"سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ"
*** Efendimiz (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm):
--- “ İnsanların efendisi onlara
hizmet edendir.”
*** --- Câmiilerde Cemâate devâm
edilmelidir.
*** --- Bol-bol ‘zikir’ yaparak Allâh-ü Te’âlâ’yı
hatırlamalıyız… Yine Bol-bol duâ etmeliyiz…
﴿
وَمَنْ
اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ى فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ
الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى ﴾ [سورة طٰهٰ:۲۰/۱۲٤]
“Her kim de benim zikrimden (Kur’ân’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyâmet
gününde kör olarak haşrederiz.”[4]
﴿ قُلْ مَا
يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّ۪ى لَوْلَا دُعَآؤُ۬كُمْۚ ... ﴾ [سورة الفرقان:۲٥/۷۷]
“(Ey Muhammed!) De ki: “Duânız olmasa, Rabbim size ne diye
değer versin! ...”[5]
*** --- Bol-bol mânâlarını
düşünerek Kur’ân-ı Kerîm okumalıyız.
Nitekim bir Hadîs-i Şerîf’te:
"إِنَّ هٰذِهِ الْقُلُوبَ تَصْدَأُ كَمَا يَصْدَأُ الْحَد۪يد،
إِذَا أَصَابَهُ الْمَآءَ، فَق۪يلَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ: وَمَا
جِلٰٓاؤُ۬هَا؟ فَقَالَ: -كَثْرَةُ-
تِلَاوَةُ الْقُرْأٰنُ وَذِكْرُ الْمَوْتِ. [6]
إِنَّ الْقُلُوبَ تَصْدَأُ كَمَا يَصْدَأُ الْحَد۪يد، إِذَا أَصَابَهُ الْمَآءَ، قَالُوا:
يَا رَسُولَ اللّٰهِ فَمَا جِلٰٓاؤُ۬هَا؟ قَالَ: كَثْرَةُ ذِكْرُ اللّٰهِ."[7]
--- “Muhakkâk ki, demire su
değdiğinde nasıl paslanıyorsa, şu kalbler de öyle pas tutar.” “Yâ Rasûlellâh!
Onun cilâsı nedir?” diye sordular. Cevâben --- “Ölümü çok zikretmek, hatırlamak
ve çokça Kur’ân okumaktır.”[8] Diğer bir rivâyette; “Allâh Lafza-i Celâlini
çokça söylemektir.” Buyurdu.
--- “Elbise nasıl yıpranır,
eskirse, kalbteki îmân da öylece yıpranıp eskir. O halde îmânınızı dâimâ
tâzeleyin.”
Buyurulur. Bu hadîsten de anlaşılacağı üzere, Allâh-ü
Te’âlâ-nın emirlerini vakti vaktinde yaparak, sâlih amellerde, bol zikirde
bulunarak îmânı beslemek, tâze tutmak gerekir.[9]
Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) --- “Dünyâda
mü’minin telaffuz ettiği her bir zikir kelâmînın uhrevî bir ağaç ve meyve
olduğunu, kişinin ebedî hayattaki manevî mertebesini yûcelttiğini” belirtir.[10]
RECEB AYININ FAZÎLETİ
عَنِ الْحُسَيْنِ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ
قَاَلَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ:
"مَنْ أَحْيٰى لَيْلَةً مِنْ رَجَبَ وَصَامَ
يَوْمَهَا أَطْعَمَهُ اللّٰهُ مِنْ ثِمَارِ الْجَنَّةِ وَكَسَاهُ مِنْ خُضْرِ
الْجَنَّةِ وَسَقَاهُ مِنَ الرَّح۪يقِ
الْمَخْتُومِ، إِلَّا مَنْ فَعَلَ ثَلَاثًا: مَنْ قَتَلَ نَفْسًا أَوْ سَمِعً
مُسْتَغ۪يثًا يَسْتَغ۪يثُ
بِاللّٰهِ
بِلَيْلٍ
أَوْ
نَهًارٍ
يَا
غَوْثًا
بِاللّٰهِ
فَلَمْ
يُغِثْهُ
أَوْ
شَكَا
إِلَيْهِ
أَخُوهُ
حَاجَةً
فَلَمْ
يُفَرِّجْ
عَنْهُ."
“Her kim, Receb’den
bir geceyi (bile) ihyâ eder, gününü de oruçlu geçirirse, Allâh-ü Te’âlâ
ona;
·
Cennet
meyvelerinden yedirir,
·
Cennet’in
yeşil ipeklerinden giydirir,
·
Cennet’in hâlis
olan içeceğinden içirir.
ü Ancak üç şey yapan müstesnâ:
1- Bir şahsı öldüren,
2- Gece veya gündüzleyin “Allâh-ü Te’âlâ aşkına imdât” diye Allâh-ü
Te’âlâ adıyla yardım isteyeni işitip de ona yardım etmeyen,
3- (Dîn) kardeşi kendisine bir sıkıntısını şikâyet ettiği halde (maddi
gücü varken) ondan (sıkıntıyı) gidermeyen.”[11]
عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ
رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: خَطَبَ رَسُولُ اللّٰه ﷺ قَبْلَ رَجَبَ بِجُمْعَةِ
فَقَالَ: أَيُّهَا النَّاسِ إنه قد أظلكم شهر عظيم شهر رجب، شهر الله الأصم، تضاعف
فيه الحسنات وتستجاب فيه الدعوات ويفرج فيه عن الكربات، لا يرد فيه للمؤمنين دعوة،
فمن اكتسب فيه خيرا ضوعف له فيه أضعافا مضاعفة والله يضاعف لمن يشاء، فعليكم بقيام
ليله وصيام نهاره ، فمن صلى في يوم فيه خمسين ركعة يقرأ في كل ركعة ما تيسر من
القرآن أعطاه الله من الحسنات بعدد الشفع والوتر وبعدد الشعر والوبر، ومن صام منه
يوما كتب له به صيام سنة،
"وَمَنْ
خَزَنَ ف۪يهِ لِسَانَهُ لَقَّنَهُ اللّٰهُ حُجَّتَهُ عِنْدَ مُسَآءَلَةِ مُنْكَرٍ
وَنَك۪يرٍ،
RECEB-İ ŞERÎF’TE LİSÂNI MUHÂFAZA
Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te
Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur:
--- “Her kim Receb ayında (yalan, gıybet, dedikodu ve iftira gibi haramlardan)
dilini korursa Allâh (c.c.) ona, Münker ve Nekîr’in sorguları ânında
hüccetini telkin eder (cevâbını
öğretir).”
ومن تصدق فيه بصدقة كان بها فكاك
رقبته من النار،
وَمَنْ
وَصَلَ ف۪يهِ رَحِمَهُ وَصَلَهُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَنَصَرَهُ
عَلٰٓى أَعْدَآئِه۪ أَيَّامَ حَيَاتِه۪،
RECEB-İ ŞERÎF’TE SILA-I RAHIM
Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te
Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur:
--- “Her kim Receb ayında (yakın
ve uzak akrabâsını arayıp sorarak) sıla-i rahımde bulunursa, Allâh
(c.c.) onu, dünyada ve âhırette (bütün muratlarına) ulaştırır
ve hayâtının günleri boyunca, düşmanlarına karşı ona yardım eder.”
وَمَنْ
عَادَ ف۪يهِ مَر۪يضًا أَمَرَ اللّٰهُ كِرَامَ مَلٰٓائِكَتِه۪ بِزِيَارَتِه۪ وَالتَّسْل۪يمِ
عَلَيْهِ،
RECEB-İ ŞERÎF’TE HASTA ZİYÂRETİ
Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te
Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur: --- “Her kim Receb ayında bir hasta ziyâret ederse, Allâh (c.c.) kıymetli meleklerine, onu ziyâret etmelerini ve
kendisine selâm vermelerini emreder.”
وَمَنْ
صَلّٰى ف۪يهِ عَلٰى جَنَازَةٍ فَكَأَنَّمَا أَحْيَا مَؤُودَةً،
RECEB-İ ŞERÎF’TE CENÂZE NAMAZI
Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te
Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur:
--- “Her kim Receb ayında bir cenâze üzerine
namaz kılarsa, diri diri gömülen bir kız çocuğunu hayâta kavuşturmuş gibi (sevâba
nâil) Olur.”
وَمَنْ
أَطْعَمَ مُؤْمِنًا ف۪يهِ طَعَامًا أَجْلَسَهُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَلٰى
مَآئِدَةٍ عَلَيْهَا إِبْرَاه۪يمَ وَمُحَمَّدٌ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِمَا،
RECEB-İ ŞERÎF’TE YEDİRİP İÇİRMEK
Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te
Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur:
--- “Her kim
Receb ayında bir mü’mine bir yemek yedirirse, kıyâmet günü Allâh (c.c.) onu
İbrâhîm ve Muhammed (aleyhime’s-selâm)’ın sofrasına oturtur.
وَمَنْ سَقٰى ف۪يهِ شَرْبَةً مَآءٍ سَقَاهُ اللّٰهُ
مِنَ الرَّح۪يقِ الْمَخْتُومِ،
وَمَنْ كَسَا ف۪يهِ مُؤْمِنًا كَسَاهُ اللّٰهُ تَعَالٰى
أَلْفَ حُلَّةٍ مِنْ حُلَلِ الْجَنَّةِ،
RECEB-İ ŞERÎF’TE FAKİR GİYDİRMEK
Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te
Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur: --- “Her kim receb ayında bir mü’mini
giydirirse, Allâh (c.c.) ona cennet hullelerinden bin
وَمَنْ
أَكْرَمَ ف۪يهِ يَت۪يمًا وَمَسَحَ يَدَهُ عَلٰى رَأْسِه۪ غَفَرَ اللّٰهُ لَهُ بِعَدَدِ
كُلِّ شَعْرَةٍ مَسَّتْهَا يَدُهُ،
RECEB-İ ŞERÎF’TE YETİME İKRÂM
Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te
Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur:
--- “Her kim
Receb ayında bir yetime ikrâmda bulunur ve elini başına sürerse, elinin değdiği
her kıl sayısınca Allâh (c.c.) kemlisi için (bir günâh) bağışlar.”[14]
ومن استغفر الله فيه مرة
واحدة غفر الله له، ومن سبح الله تسبيحة أو هلل تهليلة كتب عند الله من الذاكرين
الله كثيرا والذاكرات،
وَمَنْ
خَتَمَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنَ مَرَّةً وَاحِدَةً أُلْبِسَ هُوَ وَوَالِدَاهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
كُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا تَاجًا مُكَلَّلًا بِاللُّؤْلُؤِ وَالْمَرْجَانِ وَأَمِنَ
مِنْ فَزَعِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ.”[15]
RECEB-İ ŞERÎF’TE KUR’ÂN-I KERÎM HATMİ
Enes İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te
Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur:
--- “Her kim Receb ayında
Kur’ân-ı Kerîm’i bir kere
hatmederse, kendisine ve ana
babasından her birine, inci ve mercanlarla bezenmiş bir taç giydirilir ve o
kişi kıyâmet gününün dehşetinden emîn olur.”[16]
RECEB-İ ŞERÎF AYININ ESRÂRI
RECEB-İ ŞERÎF AYINDA OKUNACAK DUÂ
"أَللّٰهُمَّ بَارِكْ لَنَا ف۪ى رَجَبَ وَ شَعْبَانَ وَ
بَلَّغْنَا رَمَضَانَ."
--- “Allâh’ım Receb ve Şa’bân-ı hakkımızda
mübârek kıl ve bizi Ramazân’a ulaştır”
***Efendimiz
(‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) üç aylar girince bol bol bu duâyı okurdu.
"رَجَبَ شَهْرُ اللّٰهِ وَشَعْبَانُ شَهْر۪ي وَرَمَضَانُ
شَهْرُ أُمَّت۪ي"
“Receb-i Şerîf ayı Allâh’a mahsûs özel aydır (yâni Receb Allâh (c.c.) ayıdır), Şa’bân-ı Şerîf ayı benim ayımdır,
Ramazân-ı Şerîf ayı ise ümmetimin ayıdır.”
"رَجَبَ
شَهْرٌ عَظ۪يمٌ يُضَاعِفُ اللّٰهُ ف۪يهِ الْحَسَنَاتِ"
“Receb-i Şerîf ayı, çok büyük fazîletli ve mübârek bir aydır.
Öyle ki Allâh-ü Te’âlâ Receb-i Şerîf ayında iyilikleri kat kat, bol bol mükâfaatlan-dırır.”
(حديث مرفوع) أَخْبَرَنَا أَبُو الْقَاسِمِ
إِسْمَاع۪يلُ بْنُ مُحَمَّدٍ الْاَصْبَهَانِيُّ الْحَافِظُ، أَنَا سُلَيْمَانُ
بْنُ إِبْرَاه۪يمَ، وَغَيْرُهُ، قَالُوا: ثَـنَا أَبُو سَع۪يدٍ النَّقَّاشُ، ثَنَا
أَبُو أَحْمَدَ الْعَسَّالُ، ثنا جَعْفَرُ بْنُ أَحْمَدَ بْنِ فَارِسٍ، ثنا
مُحَمَّدُ بْنُ إِسْمَاع۪يلَ الْبُخَارِيُّ، ثنا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُغِيرَةِ، ثنا
مَنْصُورٌ، يَعْنِي ابْنَ زَيْدٍ، ثنا مُوسَى بْنُ عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ يَز۪يدَ
الْاِنْصَارِيُّ، سَمِعْتُ أَنَسَ بْنَ مَالِكٍ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ:
"إِنَّ فِي الْجَنَّةِ نَهْرًا
يُقَالُ لَهُ: رَجَبٌ، أَشَدُّ بَيَاضًا مِنَ اللَّبَنِ، وَأَحْلٰى مِنَ
الْعَسَلِ، مَنْ صَامَ يَوْمًا مِنْ رَجَبٍ سَقَاهُ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ مِنْ ذٰلِكَ
النَّهْرِ."[17]
Enes
İbn-i Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te Rasûlüllâh
(‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur:
--- “Cennette ‘Receb’ isminde bir
nehir vardır, suyu sütten beyaz, baldan tatlıdır. Receb-i Şerîf ayında oruç
tutana bu sudan ikrâm edilir ve bir daha susamaz.”
RECEB-İ ŞERÎF’İN İLK CUM’Â GECESİ REGÂİB KANDİLİ’DİR.
REGÂİB KANDİLİ’NDE VUKÛ BULAN ÖNEMLİ OLAYLARDAN
BÂZILARI:
1- Hz. Âmîne annemizin Efendimiz
Hz. Muhammed (s.a.v.)’e hâmile olduğunu anladığı gecedir.
2- Bu gece Cebrâil (a.s.)’ın Hz.
Peygamberimiz (s.a.v.)’e namazın nasıl kılındığını (kılınacağını) öğrettiği
gecedir.
3- Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)’in
‘Rûhu-nun’ ilk kez yer-yüzüne indiği gecedir.
"أن الدعآء يستجاب في خمس ليال. في ليلة الجمعة، وليلة الاضحى وليلة الفطر (والعيدين)، وأول ليلة من رجب،
وليلة النصف من
شعبان."[18]
Hz.
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor;
--- “Beş gece vardır ki, o beş gecede
yapılan duâlar geri çevrilmez, kabûl olunur. Bunlar:
1-
Receb-i Şerîf ayının ilk Cum’â gecesi
(Regâib gecesi),
2-
Şa’bân-ı Şerîf ayının 15. Gecesi (Berâet
gecesi),
3-
Cum’â geceleri,
4-
Ramazân Bayramı gecesi,
*** --- REGÂİB GECESİ NAMAZI:
v
Her kim Receb-i
Şerîf ayında Sabah namazından sonra 1 (bir) kere Yâ-Sîn’i Şerîf-i okursa;
ü Elli senelik günâhı
affolunur,
ü Kabir azâbından emîn olur.
v
Receb-i
Şerîf ayında 4 (dört) rekât namaz;
1. Rekâtta 100 (yüz) Âyet-el
Kürsî
2. Rekâtta 100 (yüz) İhlâs-ı
Şerîf
3. Rekâtta 100 (yüz) Âyet-el
Kürsî
4. Rekâtta 100 (yüz) İhlâs-ı
Şerîf
Okursa
Cennetteki yerini görmeden ölmez.
Receb-i Şerîf ayının ilk cuma gecesine “Leyle-i Regâib” denir.
Bâzı alimlerin açıklamasına göre, Peygamber Efendimiz (sallellâh-ü aleyh-i ve sellem)
bu gece pek çok ruhanî ahvâl ve ikrâma kavuşmuş olmakla Yûce Allâh’a şükür için
on iki rekât namaz kılmıştır.
Peygamber Efendimizin bu Regâib gecesinde ana
rahmine düşmüş olduğuna dâir olan bir rivâyet, uygun görülmemektedir. Çünkü bu
gece ile Hazret-i Peygamberimizin doğumu arasındaki zaman, bu hesaba aykırı
düşmektedir.
Ancâk Hazret-i Âmîne annemizin, Peygamber
Efendimiz’e hâmile kaldığını bu gece anlamış olması düşünülebilir.
Sebeb ne olursa olsun, bu gece pek mübârek bir
gecedir. Zâten Regâib, istenilen, değeri çok olan, bağış, ihsan, ikrâm ve çok
nefis şeyler demektir ve “Rağibe” kelimesinin çoğuludur.
Bu geceyi ibâdetle geçirmenin sevâbı çok
büyüktür. Fakat bu gecede kılınacak namazın sünnet veyâ mendub olması hakkında
kuvvetli bir delil bulunmamaktadır. Bu gecede toplanıp cemaatla namaz kılınması
bid’at sayılmaktadır.
Zâten Terâvîh Namazı’ndan başka hiç bir nâfile
namazın çağrışarak cemaatla kılınması sünnet değildir, mekrûh sayılır. Ancâk
bir yerde bulunan iki, üç kişinin bu gibi namazları cemaatla kılmaları câiz
görülmüştür.
RECEB-İ ŞERÎF’DE VAKİTLERİ BELİRSİZ NAMAZLAR!..
RECEB-İ
ŞERÎF’İN BAŞI, ORTASI VE SONUNDA KILINACAK NAMAZLAR!..
عَنْ
سَلْمَانَ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ عَنِ
النَّبِيِّ ﷺ أَنَّهُ قَالَ وَقَدِ اسْتَهَلَّ رَجَبُ: "يَا سَلْمَانُ
مَا مِنْ مُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ يُصَلّ۪ى ف۪ي هٰذَا الشَّهْرِ ثَلَاث۪ينَ رَكْعَةً
وَهُوَ شَهْرُ رَجَبَ، يَقْرَأُ ف۪ي كُلِّ رَكْعَةٍ فَاتِحَةَ الْكِتَابِ مَرَّةَ
وَ ( قُلْ هُوَ اللّٰهُ أَحَدٌ ... ) ثَلَاثَ مَرَّاتٍ وَ ( قُلْ يَآ أَيُّهَا الْكَافِرُونَ
... ) ثَلَاثَ
مَرَّاتٍ، إِلَّا مَحَا اللّٰهُ تَعَالٰى عَنْهُ ذُنُوبَهُ وَأَعْطٰى (كُلّ ذنب
عمله في صغره وكبره وأعطاه الله سبحانه) مِنَ الْاَجْرِ كَمَنْ صَامَ ذٰلِكَ الشَّهْرَ
كُلَّهُ، (وكتب عند الله) وَكَانَ مِنَ الْمُصَلّ۪ينَ إِلَى السَّنَةِ الْمُقْبِلَةِ،
وَرُفِعَ لَهُ ف۪ي كُلِّ يَوْمٍ عَمَلُ شَه۪يدٍ مِنْ شُهَدَآءِ بَدْرٍ، وَكُتِبَ
لَهُ بِصِيَامِ كُلِّ يَوْمٍ (يصومه منه) عِبَادَةُ سَنَةٍ وَرُفِعَ لَهُ أَلْفُ دَرَجَةٍ،
فَإِنْ صَامَ الشَّهْرَ كُلَّهُ وَصَلّٰى هٰذِهِ الصَّلٰاةَ أَنْجَاهُ اللّٰهُ عَزَّ
وَجَلَّ مِنَ النَّارِ وَأَوْجَبَ لَهُ الْجَنَّةَ، (يا سلمان) وَكَانَ ف۪ى
جِوَارِ اللّٰهِ سُبْحَانَهُ أَخْبِرْن۪ي بِذٰلِكَ جَبْرَآئ۪يلُ عَلَيْهِ السَّلَامُ
وَقَالَ: يَا مُحَمَّدُ هٰذِه۪ عَلَامَةٌ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ الْمُشْرِك۪ينَ الْمُنَافِق۪ينَ،
لِاَنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَا يُصَلُّونَ ذٰلِكَ. قَالَ سَلْمَانُ رَضِىَ اللّٰهُ
عَنْهُ: فَقُلْتُ: يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَخْبِرْن۪ي كَيْفَ أُصَلّ۪هَا؟ (هذه
الثلاثين ركعة ومتى اصليها) قَالَ: يَا سَلْمَانُ تُصَلّ۪ي ف۪ٓي أَوَّلِه۪ عَشَرَ
رَكَعَاتٍ تَقْرَأُ ف۪ي كُلِّ رَكْعَةٍ فَاتِحَةَ الْكِتَابِ مَرَّةً وَاحِدَةً وَ ( قُلْ هُوَ
اللّٰهُ أَحَدٌ ... ) ثَلَاثَ مَرَّاتٍ، وَ ( قُلْ يَآ
أَيُّهَا الْكَافِرُونَ ... ) ثَلَاثَ مَرَّاتٍ، فَإِذَا سَلَّمْتَ
رَفَعْتَ يَدَيْكَ وَقُلْتَ: لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ،
لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ، يُحْي۪ي وَيُم۪يتُ وَهُوَ حَيٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ
الْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْئٍ قَد۪يرٌ، أَللّٰهُمَّ لَا مَانِعَ لِمَا أَعْطَيْتَ
وَلَا مُعْطِيَ لِمَا مَنَعْتَ وَلَا يَنْفَعُ ذَا الْجَدِّ مِنْكَ الْجَدُّ، ثُمَّ
امْسَحْ بِهِمَا وَجْهَكَ.
وَصَلِّ
ف۪ى وَسَطِ الشَّهْرِ عَشَرَ رَكَعَاتٍ إِقْرَأْ ف۪ي كُلِّ رَكْعَةٍ فَاتِحَةَ
الْكِتَابِ مَرَّةً وَاحِدَةً وَ (
قُلْ هُوَ اللّٰهُ أَحَدٌ ... ) ثَلَاثَ مَرَّاتٍ، وَ (
قُلْ يَآ أَيُّهَا الْكَافِرُونَ ... ) ثَلَاثَ
مَرَّاتٍ، فَإِذَا سَلَّمْتَ فَارْفَعْ يَدَيْكَ إِلَى السَّمَآءِ وَقُلْ:
لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ
الْحَمْدُ، يُحْي۪ي وَيُم۪يتُ وَهُوَ حَيٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ
عَلٰى كُلِّ شَيْئٍ قَد۪يرٌ، إِلٰهًا، وَاحِدًا، صَمَدًا، فَرْدًا، وَتْرًا لَمْ
يَتَّخِذْ صَاحِبَةً وَلَا وَلَدًا. ثُمَّ
امْسَحْ بِهِمَا عَلٰى وَجْهَكَ. وَ صَلِّ ف۪ٓي أٰخِرِ الشَّهْرِ عَشَرَ رَكَعَاتٍ إِقْرَأْ ف۪ي
كُلِّ رَكْعَةٍ فَاتِحَةَ الْكِتَابِ مَرَّةً وَاحِدَةً وَ (
قُلْ هُوَ اللّٰهُ أَحَدٌ ... ) ثَلَاثَ مَرَّاتٍ، وَ (
قُلْ يَآ أَيُّهَا الْكَافِرُونَ ... ) ثَلَاثَ
مَرَّاتٍ، فَإِذَا سَلَّمْتَ فَارْفَعْ يَدَيْكَ إِلَى السَّمَآءِ وَقُلْ:
لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ
الْحَمْدُ، يُحْي۪ي وَيُم۪يتُ وَهُوَ حَيٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ
عَلٰى كُلِّ شَيْئٍ قَد۪يرٌ، وَ صَلَّى
اللّٰهُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى أٰلِهِ الطَّاهِر۪ينَ وَلَا حَوْلَ
وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللّٰهِ الْعَلِيِّ الْعَظ۪يمِ. وَسَلْ حَاجَتَكَ يُسْتَجَبْ لَكَ دُعَآؤُكَ
وَيَجْعَلُ اللّٰهُ بَيْنَكَ وَبَيْنَ جَهَنَّمَ سَبْع۪ينَ خَنْدَقًا كُلُّ
خَنْدَقٍ كَمَا بَيْنَ السَّمَآءِ وَالْاَرْضِ وَيَكْتُبُ لَكَ بِكُلُّ رَكْعَةٍ
أَلْفَ أَلْفِ رَكْعَةٍ وَيَكْتُبُ لَكَ بَرَآءَةً مِنَ النَّارِ وَجَوَازًا
عَلَى الصِّرَاطِ." قَالَ
سَلْمَانُ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ: فَلَمَّا فَرَغَ النَّبِىُّ ﷺ مِنَ
الْحَد۪يثِ خَرَرْتُ سَاجِدًا أَبْك۪ى شُكْرًا لِلّٰهِ تَعَالٰى لِمَا سَمِعْتُ
مِنْ هٰذِهِ الزِّيَادَةِ.
Selmân
(r.a.)’dan rivâyete göre, Receb Hilâli belirdiğinde, Nebî (sallellâh-ü
aleyh-i ve sellem) ona şöyle
buyurdu: --- “Ey Selmân! Herhangi bir îmânlı
kadın veyâ erkek bu ayda otuz rekât kılar; her rekâtta, bir kere Fâtihâ, üçer
kere de İhlâs ve Kâfirûn Sûrelerini okursa, mutlakâ Allâh-ü Te’âlâ ondan günâhlarını
siler, ayın tamâmînı oruç tutmuş gibi kendisine ecir verir, gelecek seneye
kadar (devâmlı) namaz kılanlardan (sayılmış) olur.
Kendisi için her gün, Bedir şehidlerinden bir şehid ameli
yükseltilir. Her günün orucuna mukâbil onun için, bir senelik ibâdet yazılır.
Onun için bin derece yükseltilir.
Eğer ayın tümünü tutup bu namazı da
kılarsa, Allâh-ü Te’âlâ onu ateşten kurtarır, cenneti kendisine vâcib kılar ve
Allâh-ü Te’âlâ-nın (mânevî) civârında (makbûllerden) olur.
Cibrîl (a.s.) bana bunu bildirdi ve: --- “Yâ Muhammed! Bu (namaz) sizinle, müşrik ve
münâfıklar arasında bir alâmettir, çünkü münâfıklar bunu kılamazlar” dedi.”
Bunun üzerine Selmân (r.a.), bu namazı nasıl ve ne zaman kılacağını
sorunca.
Rasûlüllâh (sallellâh-ü
aleyh-i ve sellem) şöyle buyurdu:
v --- “Ey Selmân!
Ayın başında on rekât kılıp; her rekâtta bir Fâtihâ,
üç kere de İhlâs ve Kâfirûn Sûreleri’ni okursun. (Son) selâmînı
verince, ellerini kaldırıp:
لٰٓا
إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ
الْحَمْدُ، يُحْي۪ي وَيُم۪يتُ وَهُوَ حَيٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ
عَلٰى كُلِّ شَيْئٍ قَد۪يرٌ، أَللّٰهُمَّ لَا مَانِعَ لِمَا أَعْطَيْتَ وَلَا مُعْطِيَ
لِمَا مَنَعْتَ وَلَا يَنْفَعُ ذَا الْجَدِّ مِنْكَ الْجَدُّ.
“Allâh’dan
başka hiçbir ilâh yoktur. O, tektir, hiçbir ortağı yoktur. Mülk O’na âittir, hamd
O’na mahsûstur, diriltir ve öldürür, Kendisi ise dâimâ diridir, hiç ölmez. Bütün
hayırlar, O’nun (kudret) elindedir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir. Ey Allâh’ım!
Senin verdiğine hiçbir engel yoktur, engellediğini de verecek biri yoktur.
Zenginlik sâhibine, serveti sana karşı yaramaz!” dersin.
Sonra ellerini yüzüne sür.
v Ayın
ortasında da on rekât
kılıp; her rekâtta bir Fâtihâ, üç kere de İhlâs ve Kâfîrûn Sûrelerini okursun. (Son) selamı
verince, ellerini kaldırıp:
لٰٓا
إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ
الْحَمْدُ، يُحْي۪ي وَيُم۪يتُ وَهُوَ حَيٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ
عَلٰى كُلِّ شَيْئٍ قَد۪يرٌ، إِلٰهًا، وَاحِدًا، صَمَدًا، فَرْدًا، وَتْرًا لَمْ
يَتَّخِذْ صَاحِبَةً وَلَا وَلَدًا.
“Allâh’dan
başka hiçbir ilâh yoktur. O, tektir, hiçbir ortağı yoktur. Mülk O’na âittir,
hamd O’na mahsûstur. Diriltir ve öldürür. Kendisi ise dâimâ diridir, hiç ölmez.
Bütün hayırlar, O’nun (kudret) elindedir. O, her
şeye hakkıyla gücü yetendir. O, Vâhid, Ehad, Samed, bir ve tek ilâhtır, eş ve
çocuk edinmemiştir.” de,
sonrasında ellerinle yüzünün üstünü meshet.
v Ayın sonunda da on rekât kılıp; her rekâtta bir Fâtihâ,
üç kere de İhlâs ve Kâfîrûn Sûrelerini okursun, (Son) selâmı verince, ellerini
kaldırıp:
لٰٓا
إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ
الْحَمْدُ، يُحْي۪ي وَيُم۪يتُ وَهُوَ حَيٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ
عَلٰى كُلِّ شَيْئٍ قَد۪يرٌ، وَ صَلَّى
اللّٰهُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى أٰلِهِ الطَّاهِر۪ينَ وَلَا حَوْلَ
وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللّٰهِ الْعَلِيِّ الْعَظ۪يمِ.
“Allâh’dan
başka hiçbir ilâh yoktur. O, tektir, hiçbir ortağı yoktur. Mülk O’na âittir,
hamd O’na mahs’ustur. Diriltir ve Öldürür. Kendisi ise dâimâ diridir, hiç
ölmez.
Bütün hayırlar, O’nun (kudret) elindedir. O, her
şeye hakkıyla gücü yetendir. Allâh-ü Te’âlâ, Efendimiz Muhammed (sallellâh-ü
aleyh-i ve sellem)’e, ve temiz Ehl-i Beyti’ne salât etsin.
O çok yûce ve pek büyük Allâh-ü Te’âlâ-nın
yardımı olmadan (hiçbir şeye) güç ve kuvvet yoktur.” de ve dileğini iste, duân kabûl
edilir.
Allâh-ü Te’âlâ seninle cehennem
arasına, her birinin mesâfesi gökle yer arası kadar geniş olan yetmiş hendek
koyar ve her rekâta mükâbil sana bir milyon rekât yazar, ayrıca sana ateşten
berat ve sırattan geçiş izni verir.”
Selmân (r.a.) şöyle anlattı: “Nebî (sallellâh-ü aleyh-i ve sellem) bu hadîsi bitirince, duyduğum bu
kadar fazla mükâfaattan dolayı Allâh-ü Te’âlâ-yâ
şükür için, ağlayarak secdeye kapandım.”[20]
عَنْ أنس بن مالك قال: خطب رسول الله ﷺ قبل رجب بجمعة فقال:
"أيها الناس! ... فَمَنْ صَلّٰى ف۪ي يَوْمٍ ف۪يهِ خَمْس۪ينَ
صَلَاةً (رَكْعَةً) يَقْرَأُ ف۪ي كُلِّ رَكْعَةٍ مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْأٰنِ
أَعْطَاهُ اللّٰهُ مِنَ الْحَسَنَاتِ بِعَدَدِ
الشَّفْعِ وَالْوَتْرِ وَبِعَدَدِ الشَّعَرِ وَالْوَبَرِ..."[21]
Enes İbn-i
Mâlik (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te Rasûlüllâh (sallellâh-ü
aleyh-i ve sellem) şöyle buyurmuştur: --- “Her kim
Receb-de, Kur’ân-dan kolayına gelen (sûreler)-le elli (rekât nâfile) namaz
kılarsa, Allâh-ü Te’âlâ ona çiftler ve tekler adedince insan tüyleri ile hayvan
kılları sayısınca (sevâb ve) haseneler yazar.”[22]
"مَنْ صَامَ يَوْمًا مِنْ رَجَبٍ، وَصَلّٰى ف۪يهِ أَرْبَعَ
رَكَعَاتٍ، يَقْرَأُ ف۪ي أَوَّلِ رَكْعَةٍ مِائَةَ مَرَّةٍ: (أٰيَةَ الْكُرْسِيِّ)،
وَفِي الرَّكْعَةِ الثَّانِيَةِ مِائَةَ مَرَّةٍ: (قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ ...)
لَمْ يَمُتْ حَتّٰى يَرٰى مَقْعَدَهُ مِنَ الْجَنَّةِ أَوْ يَرٰى لَهُ."
İbn-i
Abbâs (r.anhümâ)’nın rivâyet ettiği (Merfû’)[23]
bir Hadîs-i Şerîf’te Rasûlüllâh
(sallellâh-ü aleyh-i ve sellem) şöyle
buyumıuştur: --- “Her kim
Receb-den bir gün oruç tutar ve onda, ilk rekâtında yüz kere Âyet’el-Kürsî,
ikinci rekâtında yüz kere İhlâs-ı Şerîf okuyarak dört rekât kılarsa, cennetteki
makâmını görmedikçe veyâ bu kendisine gösterilmedikçe ölmez.”[24]
RECEB-İ ŞERÎF’İN YARI GECESİ NAMAZI
من
الصلوات المحدثة التي ابتدعت في شهر رجب صلاة ليلة النصف من رجب. قال الحافظ ابن
حجر معدداً الصلوات المحدثة في شهر رجب: (ومنها مارواه أبو الفرج بن الجوزي في
الموضوعات له: قال: أنبأنا أبو عثمان بن الحسن بن نصر الأديب، أخبرنا علي بن محمد
بن حمدان، أخبرنا إبراهيم بن محمد بن أحمـد بن يوسف، حدثنا ربيعـة بن علي بن محمد،
أخبرنا محمد بن الحسن، أخبرنا عبد الله بن عبد العزيز، أخبرنا عصـام بن محمـد،
أخبرنا سلمـة بن شبيب، وعمـرو بن هشـام، ومحمود بن غيلان، قالوا: أخبرنا أحمد بن
زيد بن يحيى عن أبيه، عن أنس بن مالك رضى الله عنه مرفوعًا قال: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ:
"مَنْ صَلّٰى لَيْلَةَ النِّصْفِ مِنْ رَجَبَ، أَرْبَعَ عَشَرَةَ
رَكْعَةً، يَقْرَأُ ف۪ي كُلِّ رَكْعَةٍ أَلْحَمْدُ مَرَّةً، وَقُلْ هُوَ اللّٰهُ أَحَدُ
إِحْدٰى عشرة مَرَّةً (عِشْر۪ينَ مَرَّةً)، وَقُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ
ثَلَاثَ مَرَّاتٍ، وَقُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ
النَّاسِ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ، فَإِذَا فَرَغَ مِنْ صَلٰاتِه۪ صَلّٰى عَلَيَّ عَشْرَ
مَرَّاتٍ، ثُمَّ يُسَبِّحُ اللّٰهَ وَيَحْمَدُهُ وَيُكَبِّرُهُ وَيُهَلِّلُهُ ثَلَاث۪ينَ
مَرَّةً، بَعَثَ اللّٰهُ تَعَالٰى إِلَيْهِ أَلْفَ مَلَكٍ، يَكْتُبُونَ لَهُ الْحَسَنَاتِ،
وَيَغْرِسُونَ لَهُ الْاَشْجَارَ فِي الْفِرْدَوْسِ، وَمَحٰي عَنْهُ كُلَّ ذَنْبٍ
أَصَابَهُ إِلٰى تِلْكَ اللَّيْلَةِ، وَلَمْ يَكْتُبْ عَلَيْهِ خَط۪يئَةً إِلٰى مِثْلِهَا
مِنَ الْقَابِلِ، وَيَكْتُبُ لَهُ بِكُلِّ حَرْفٍ قَرَأَ ف۪ي هٰذِهِ الصَّلٰاةِ سَبْعَمِائَةِ
حَسَنَةٍ، وَيَبْن۪ي لَهُ بِكُلِّ رُكُوعٍ وَسُجُودٍ عَشَرَةَ قُصُورٍ فِي الْجَنَّةِ
مِنْ زَبَرْجَدٍ أَخْضَرَ، وَأَعْطٰي بِكُلِّ رَكْعَةٍ عَشْرَ مَدَآئِنَ فِى الْجَنَّةِ
كُلُّ مَد۪ينَةٍ مِنْ يَاقُوةٍ حَمْرَٓأَ وَيَأْت۪يهِ مَلَكٌ فَيَضَعُ يَدَهُ بَيْنَ
كَتِفَيْهِ فَيَقُولُ لَهُ: إِسْتَأْنِفِ الْعَمَلَ، فَقَدْ غُفِرَ لَكَ مَا تَقَدَّمَ
مِنْ ذَنْبِكَ".
Enes
(r.a.)’dan merfû’an rivâyet edilen bir Hadîs-i Şerîf’de Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm) şöyle buyurmuştur:
--- “Her kim recebin yarı (onbeşinci) gecesinde
ondört rekât kılar; her rekâtta, bir Fâtihâ, yirmi İhlâs, üçer kere de Felak ve
Nâs Sûreleri’ni okur.
Namazını bitirince bana on kere
salât okur sonra da otuzar kere, tesbîh, hamd, tekbîr ve tehlîl de bulunursa, yâni:
"سُبْحَانَ اللّٰهِ -- أَلْحَمْدُ لِلّٰهِ -- أَللّٰهُ
أَكْبَرُ -- لٰا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ".
“Sübhânellâh --- Elhamdülillâh --- Allâh-ü Ekber --- Lâ ilâhe
illellâh.”
Derse, Allâh-ü Te’âlâ ona, sevâblarını
yazmak, Firdevs (cennetin)’de kendisi için ağaçlar dikmek üzere bin melek
yollar.
O geceye kadar yaptığı bütün günâhları
siler, bir dahaki seneye kadar üzerine hiçbir günâh yazmaz.
Bu namazda okuduğu her harfe
karşılık, kendisine yediyüz hasene yazar, her rükû’ ve secdesine karşılık
cennette ona yeşil zebercedden on kasr (köşk) binâ eder.
Her rekâta mukâbil, cennette ona
kırmızı yâkuttan on şehir verir. Bir melek gelip, elini omuzları arasına
koyarak: ‘Geçmiş günâhların
muhakkak bağışlandı, ameline yeniden başla’ der.”[25]
Recebin yarı (onbeşinci) gecesi, bir
Fâtihâ, on İhlâs ile yüz rekât kılınıp, peşine bin kere istiğfârda bulunmak,
gününde de, bir Fâtihâ ve bir İhlâs ile elli rekât kılmak, teşvik edilen
amellerdendir.”[26]
RECEB-İ ŞERÎF’İN YİRMİ YEDİNCİ
GECESİ Mİ’RÂC KANDİLİ’DİR...
Mİ’RÂC KANDİLİ
٨ سُبْحَانَ الَّذ۪ىٓ اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ
الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَاالَّذ۪ى بَارَكْنَا حَوْلَهُ
لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَالسَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ ٧
[سورة
الاسرآء:١٧/١]
“Kendisine âyetlerimizden bir
kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece
Mescid-i Harâm’dan çevresini bereket-lendirdiğimiz Mescid-i Aksâ’yâ götüren
Allâh’ın şanı yûcedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”[27]
﴿ عَلَّمَهُ۫ شَد۪يدُ الْقُوٰىۙ ﴿٥﴾ ذُو مِرَّةٍۜ فَاسْتَوٰىۙ
﴿٦﴾ وَهُوَ بِالْاُفُقِ الْاَعْلٰىۜ ﴿٧﴾ ثُمَّ دَنَا فَتَدَلّٰىۙ ﴿٨﴾ فَكَانَ
قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰىۚ ﴿٩﴾ فَاَوْحٰٓى اِلٰى عَبْدِه۪ مَآ اَوْحٰىۜ ﴿١٠﴾
مَا كَذَبَ الْفُؤَ۫ادُ مَا رَاٰى ﴿١١﴾ اَفَتُمَارُونَهُ۫ عَلٰى مَا يَرٰى ﴿١٢﴾ وَلَقَدْ
رَاٰهُ۬ نَزْلَةً اُخْرٰىۙ ﴿١٣﴾ عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى ﴿١٤﴾ عِنْدَهَا
جَنَّةُ الْمَاْوٰىۜ ﴿١٥﴾ اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰىۙ ﴿١٦﴾ مَا زَاغَ
الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى ﴿١٧﴾ لَقَدْ رَاٰى مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرٰى ﴿١٨﴾ ﴾
[سورة
النجم:٥۳/٥-۱۸]
5,6,7. (Kur’ân’ı) ona, üstün güçlere sâhib, muhteşem görünümlü (Cebrâîl) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip) doğruldu.
8. Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu.
9. (Peygambere olan mesâfesi) iki yay
aralığı kadar, yahut daha az oldu.
10. Böylece Allâh kuluna vahyedeceğini vahyetti.
11. Kalb, (gözün) gördüğünü yalanlamadı.
12. (Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor
musunuz?
13. Andolsun ki, o, Cebrâîl’i bir başka inişte
daha (aslî
sûretiyle) görmüştü.
14. Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında.
15. Me’vâ cenneti onun (Sidre’nin) yanındadır.
16. O zaman Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.
18. Andolsun, o, Rabbinin en büyük alâmetlerinden
bir kısmını gördü.[29]
"إِنَّ مِمَّا اَدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلاَمِ النُّبُوَّةِ
اُولٰى: إِذَا لَمْ تَسْتَحْ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ."
Peygamberimiz (s.a.v.): --- “İnsanlığın
ilk nübüvvetten aldığı öğüt şudur: “Eğer hayân yoksa git dilediğini yap.”[30]Buyurmuştur.
Mİ’RÂC-DA HZ. PETGAMBERİMİZ (ALEYHİ’S-SALÂT-Ü
VE’S-SELÂM)’E VERİLEN HEDİYELER
1- BAKARA SÛRESİNİN SON İKİ ÂYET-İ KERÎMESİ
2- BEŞ VAKÎT NAMAZ
3- ŞİRK HÂRİÇ ÜMMET-İ MUHAMMED’İN AFFI
Bunları inceleyelim…
Mİ’RÂC-DA VUKÛ BULAN HÂDİSELER
Mİ’RÂC-DA ETTEHIYYÂTÜ’NÜN (TEŞEHHÜD’ÜN) OKUNMASI
Teşehhüd duâsı Rasûlüllâh (s.a.v.)’ın Mi’râc hadîsesinin Cenâb-ı
Hakk’la mülâkat sahnesini aksettirir. Şöyle ki: Fahr-i Kâinât, ubudiyet
dâiresinin Rubûbiyet dâiresindeki halktan Hakk’a bir elçi olarak Kurbiyet-i İlâhîyyeye
mazhâr olunca, temsîl ettiği ibâdullah adına Cenâb-ı Hakk’a bir nev’î selâm
olarak hitâbda bulunuyor:
أَلتَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ وَالصَّلَوَاتُ وَالطَّيِّبَاتُ،
“Bütün
duâlar ve övgüler (veyâ bütün mülkler) bedenî ve mâlî ibâdetler, Yûce Allâh’a mahsûsdur.
Bunlara başkaları hakk kazanamaz.”
“Tahiyyât, tayyibât ve salavât Allâh içindir.” Cenâb-ı Hakk,
huzûruna gelip selâm (ve hediye) makâmînda Habîb-i Kibriyâsının sunduğu bu hitâba
şöyle cevâb verir: Cenâb-ı Zü’l-Celâl ve-tegaddes Hz. Peygamberimiz
(s.a.v.)’ in bu hamd’ine karşılık vermiş;
أَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ أَيُّهَا النَّبِىُّ وَرَحْمَةُ
اللّٰهِ وبَرَكَاتُهُ،
“Selâm da,
Yûce Allâh’ın rahmet ve bereketi de Ey Şanlı Peygamber! Sana âittir.” “Ey Nebî,
selâm, Allâh’ın rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun!”
Tekrâr
Peygamberimiz (s.a.v.); rahmet ve bereketin yalnız kendine değil, bütün
peygamberlere, meleklere ve sâlih kullara da ulaşması için:
أَلسَّلاَمُ عَلَيْنَا وَعَلٰى عِبَادِ اللّٰهِ
الصَّالِح۪ينَ،
“Selâm
hem bizlere, hem de Yûce Allâh’ın sâlih Kullarına
(Peygamberlere, meleklere ve iyi kulların üzerine) olsun.”
Diyerek
Yûce Allâh’ın rahmet ve bereketini genellemiştir.
Hakk ile halkın temsîlcisi arasında cereyân eden bu mükâlemeye
şâhîd olan Cebrâil (Aleyhi’s-Selâm) şahâdetini beyân eder:
أَشْهَدُ
أَنْ لاَإِلٰهَ إِلاَّ اللّٰهُ وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمّداً رَسُولُ اللّٰهِ.
“Şahâdet
ederim ki, (kesinlikle inanırım ki) Yûce Allâh’dan başka gerçek ma’bûd yoktur. Yine
şahâdet ederim ki, Hz. Muhammed (s.a.v.) Yûce Allâh’ın kulu ve Peygamberidir.” Buyurmuşlardır.
Bir
rivâyette “Allâh’ın sâlih kulları” ibâresinden sonra şöyle denmiştir: “Siz bu
teşehhüdü yaptınız mı semâ ve arzdaki bütün sâlih kullara selâm vermiş
olursunuz.”[31]
Şu halde, mü’minin mi’râcı olarak tavsîf edilen namazdaki
teşehhüd, rûhen ve kalben hüşyâr[32] olan mü’minlere, günde
beş vakit, Rasûlüllâh’ın kulluk hayâtındaki en zirve, en müntehâ makâm olan Mi’râc
safhasını yaşatmaktadır.[33]
***
--- Müslümanlar, her Tahıyyatta (oturuluşta) bu manzarayı hatırlar ve Mi’râc-a yükselmiş olur.
Yaşayamayacağı
bir husûsu anlaması mümkün olamaz. Akıl onu idrâkten acizdir.
Nitekim İran
şâiri şöyle der:
“Kıssa-i
bî-reng-i mira ez men-i bî-dil nepürs,
Katre
deryâ geşt ü Peygamber nemîdânem çi şud.
“Renk
âlemînden sıyrılmış olan mi’râc kıssasını ben bî dile sorma,
Katre iken
deryâ oldum, bilmem ki, Peygamber ne oldu?”
Şeş
cihetten ol münezzeh Zül-Celâl
Bikemukeyf
ona gösterdi cemal
|
Bir fezâ
oldu o demde rûnümâ
Ne mekân
var anda ne arz-u semâ
|
Kim, ne hâlidir, ne mâli, ol mahal
Akl ü fikr etmez o hâli fehmü hal:
|
Âşikâre
gördü Rabbü’l İzzeti
Âhırette
öyle görür ümmeti
|
Gel
habîbim sâna aşık olmuşam
Cümle
halkı sâna bende kılmışam
|
Her birisinden geçerken îlerû
Emr olundu Yâ Muhammed gel berû
|
Merhaben bik yâ Muhammed dediler
Ey şefâat kâni Ahmed dediler
|
Yürü kim meydan senindir bu gece
Sohbeti sultan seninidir bu gece
|
Ermedi evvel gelen bu devlete
Kimse layık olmadı bu rif’ate:
|
Ne murâdın
vâr ise kılam revâ
Eyleyem
bir derde bin türlü devâ
|
Ümmetini
sanâ verdim ey Habib
Cennetimi
anlara kıldım nasib
|
Zâtıma mir’at
edindim zâtını
Bîle
yazdım âdım ile âdını
|
Sen ki mi’râc
eyleyûb etdin niyâz
Ümmetin
mîrâcını kıldım namâz
|
Her kaçan kim bu namazı kılalar,
Cümle gök ehli savabın bulalar
|
Çünkü her türlü ibâdet bundadır,
Hakka kurbiyyetle vuslat bundadır
|
Sıdk ile beş vakit olundukça eda,
Elli vaktin ecrin eyler hakk ata.
|
Dediler:
“Ey Kıble-i İslâmü dîn
Kutlu
olsun sâna mîrâc-i Güzîn
|
Allâhümme
salli alâ seyyidinâ Muhammedinillezî câe bilhakkıl mübîn ve erseltehû
rahmetel lil âlemîn.
|
BAKARA SÛRESİNİN SON İKİ ÂYET-İ KERÎMESİ (ÂMENE’R-RASÛLÜ)
Bakara sûresinin sonundaki iki âyet halkımızca Âmene’r-Rasûl
diye adlandırılan aşr-ı şerîf’dir. Rasûlüllâh (s.a.v.)’a Mi’râc esnâsında
vahyedilmiştir. Cenâb-ı Peygamber Mi’râc sırasında Rabbü’l-Âlemîn’e ümmetinin
tahiyyât, tesbihât ve salâvât nevinden ibâdetlerini hediye olarak takdim etmiş,
mukâbilinde de Rabbü’l-Âlemîn’den ümmetine hedâya olarak bu iki âyeti getirmiştir.
Onlarda mü’minler için öyle müjdeler ifâde edilmiştir. Hakîkaten, Mi’râc gibi
Arşı A’la’yı aşıp Kurbiyet-i İlâhîyeye ulaşan muhteşem bir seyahatin muazzam
yolcusu Rahmeten lil-âlemîn olan Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in Fahr-i Kâinat olma
makâmîna layık, günâhkâr ve hatâkâr kullara Rabbü’l-Âlemîn’den olmaya elyak[34] misilsiz bir hediye
olmuştur:
ü Tâkâtlarının dışında sorumluluk yoktur!
ü Unutarak, kasıdsız olarak yaptığı hatalarda sorumluluk yoktur!
Rasûlüllâh (s.a.v.) bu iki âyetin “cennet
hazînelerinden”, “Arş-ı Âzam’ın altında bulunan hazine”den alınmış
olduğunu belirtmiştir. Âyetler meâlen şöyledir:
بسم الله الرحمن الرحيم.
﴿ اٰمَنَ الرَّسُولُ بِمَآ
اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّه۪ وَالْمُؤْمِنُونَۜ كُلٌّ اٰمَنَ بِاللّٰهِ
وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ۜ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ
رُسُلِه۪۠ وَقَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ
الْمَص۪يرُ ﴿٢٨٥﴾ لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَاۜ لَهَا مَا
كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَااكْتَسَبَتْۜ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَس۪ينَآ
اَوْ اَخْطَاْنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَآ اِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ
عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ
لَنَا بِه۪ۚ وَاعْفُ عَنَّا۠ وَاغْفِرْ لَنَا۠ وَارْحَمْنَا۠ اَنْتَ مَوْلٰينَا
فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ ﴿٢٨٦﴾ ﴾
[سورة البقرة:٢/۲۸٥-۲۸٦]
Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm.
(O, Rahmân ve O, Rahîm olan Allâh (c.c.)’ın adıyla).
“O Peygamber de kendisine Rabbinden indirilene imân etti,
müminler de. Onlardan her biri, Allâh’a, meleklerine, kitâblarına,
peygamberlerine inandı. “Onun (Allâh’ın) peygamberlerinden
hiçbirini diğerlerinden ayırmayız, (hepsine inanırız), dinledik (kabûl
ettik, emrine) itaat ettik. Ey Rabimiz, mağfiretini (isteriz). Son
varışımız ancâk sanadır” dediler. Allâh hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden
başkasını yüklemez. (Herkesin) kazandığı (hayır) kendi fâidesine,
yaptığı (şer de) kendi zararınadır. “Ey Rabbimiz unuttuk yahut
yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme. Ey Rabbimiz, bizden evvelki (ümmet)
lere yüklediğin gibi üstümüze ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz, tâkat
getiremeyeceğimizi bize taşıtma. Bizden (sâdır) olan (günâhları)
sil, bağışla, bize mağfiret et, bizi esirge. Sen Mevla’mızsın bizim. Artık
kâfîrler gürûhuna karşı da bize yardım et”[35]
Önceki âyet îmân esâslarını ve mü’minin edebini beyân ederken,
son âyet, Cenâb-ı Hakk’ın mü’mine olan başlıca lütûflarını sayıyor. Rabbimizin
lütûfları, kulun duâ ve talebi üslûbunda sayılmaktadır, toplam yedi tânedir.
Yâni yedi aded Lûtf-i Rabbânî’dir. Zîrâ vermek istemeseydi istemek vermezdi![36]
Buhârî şârihi Aynî, “Bize
gücümüzün yetmeyeceği şeyi yükleme” âyetinin mânâsı yedi farklı şekilde
anlaşılmıştır der ve kaydeder:
1- Yâ Rabbî! Bize, tâkat
getiremeyeceğimiz meşakkatli emirlerde bulunma.
2- Bize azâb verme.
3- Bizi içimizden geçen vesveseler sebebiyle cezâlandırıp azâb
etme.
4- Bize kuvvetli şehvet verme, çünkü bu, ateşe gitmemize sebeb
olur.
5- Bize, tâkat getiremeyeceğimiz aşk ve muhabbet yükleme.
6- Bizi düşmanların şamatasından koru.
7- Bizi tefrikaya düşürme.
Bir kısım âlimler, bu son
âyetin mü’minlere duâ öğrettiğini binaenaleyh, her mü’minin bunu ezberleyerek
duâ makâmında okuması gerektiğini söylemiştir.[37]
ÖNCEKİ ÜMMETLERE YÜKLENEN AĞIR YÜKLER (=TEKLÎFLER) HAFİFLETİLMİŞTİR.
Önceki
ümmetlere yüklenen ağır yükler (=teklîfler) den bâzıları şunlardır:
2-
Günâh
işleyen uzuvlarını kesmeleri,
3-
Elbiselerinin
pislenen yerlerini kesmelerinin emredilmesi,
4-
Sudan başka
bir şeyle temizlenmemeleri, (Temizlik için necâset bulaşan yer
kesilip atılırdı.)[39]
5-
Günde ve
gecede 50 vakît namaz kılmaları,
6-
Mescidden
başka bir yerde namazlarının kabûl edilmemesi,
7-
Oruç tutan
kişinin uyuduktan sonra yemek yemesinin harâm olması,
8-
Günâhları
sebebiyle bâzı rızıkların kendilerine harâm oluşu,
10-
Gece işlenen
günâhın sabahleyin kapıda yazılması gibi nice zorluklardır.
Bütün bu
zorluk, teklîf ve yükler de bu Ümmet-i Muhammed’den kaldırılmıştır.[41]
İbn-i Abbâs ve İbn-i Cüreyc
(r.anhüm)’den nakledildiğine göre, evvelki ümmetlere yüklenen bu yükten murâd: Onların,
maymuna ve hınzıra döndürülmeleridir.[42]
Bu gibi cezâlar da bu ümmetten kaldırılmıştır. Nitekim:
"رُفِعَ عَنْ أُمَّتِى الْخَسْفُ وَالْمَسْخُ، ضالْغَرَقُ."
Bir Hadîs-i Şerîf’de şöyle buyurulmuştur:
--- “Ümmetimden (geçmiş ümmetlerde olduğu gibi toplu
hâlde) Hasf (yere batmak), Mesh (sûretin hayvan sûretine döndürül-mesi)
ve Gark (suda boğulmak) kaldırıl-mıştır.”[43]
Mİ’RÂC DA MÂŞITA ANNEMİZ’İN KABRİNİN KOKUSU
1 --- Übey İbn-ü Ka’b (r.a.)’ın anlattığına göre: “Rasûlüllâh
(s.a.v.) Mi’râc gecesinde çok hoş bir koku hissetti.
--- “Ey Cibrîl bu güzel koku nedir?” diye sordu.
O da anlattı: --- “Bu
mâşıta (berber) kadının, iki oğlunun ve kocasının kabirlerinin
kokusudur. Bunların hikâyesi şöyledir: Hızır (Aleyhi’s-Selâm), Benî
İsrâîl’in ileri gelenlerinden biriydi. Onun yol güzergâhında manastırda oturan
bir râhib vardı. Hızır oradan geçtikçe râhib önüne çıkar, İslâm’ı öğretirdi.
Hızır buluğa erince babası onu bir kadınla evlendirdi. Hızır İslâm’ı hanımına
öğretti ve bunu kimseye haber vermemesi husûsunda söz aldı. Kendisi kadınlara
yaklaşmazdı. Bu sebeple bir müddet sonra kadını boşadı.
Aradan zaman geçince babası, Hızır’ı bir başka kadınla
evlendirdi. Hızır ona da İslâm’ı öğretti ve kimseye söylememesi için söz aldı.
Bu sırrı o iki kadından biri tuttu, diğeri ifşâ etti. (Böylece
onun İslâm’ı yaydığı ortaya çıktı.) Bunun üzerine Hızır oradan kaçtı. Deniz
ortasında bir adaya geldi. Odun kesmek için iki kişi oraya geldi ve onu
gördüler.
Bunlardan biri Hızır’ı gördüğünü gizledi, diğeri ifşâ etti ve: --- “Ben
Hızır’ı gördüm!” dedi.
Ona: --- “Seninle berâber onu başka kim
gördü?” denildi.
O: --- “Falan kimse!” dedi. Ona
soruldu ise de gördüğünü söylemedi. Onların
dîninde yalan söyleyen öldürülürdü. Zamanla bu sır tutan adam, öbür sır
tutan kadınla evlendi. Bu kadın, Firavun’un kızının başını tararken tarak
elinden düştü.
Kadıncağız: --- “Firavun
helâk olsun!” dedi.
Kız bunu babasına haber verdi. Kadının kocasından başka iki de
oğlu vardı. Fir’avun, onları da çağırttı. Bunları dinlerinden çevirmek için
Firavun ısrar etti. Onlar direndiler.
O zaman Fir’avun: --- “Öyleyse
sizi öldüreceğim!” dedi.
Karı-koca: --- “Bu,
tarafınızdan bize bir ihsân olur!” diye merdâne
cevâb verdiler ve: “Madem öldüreceksin hiç olsun bizi bir kabre koy!” dediler. O
da öyle yaptı.
Rasûlüllâh (s.a.v.), Mi’râc-da iken güzel bir koku duydu, Cibrîl
(Aleyhi’s-Selâm)’a bunu sordu. O da bu hâdiseyi anlattı.”[44]
2 --- Enes İbn-ü Mâlik (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (s.a.v.) buyurdular
ki:
--- “Mi’râc gecesinde cennetin kapısı üzerinde şu ibârenin
yazılı olduğunu gördüm: “Sadaka on
misliyle mükâfatlandırıla-caktır. Ödünç para onsekiz misliyle mükâfaatlandırıla-caktır.”
Ben: --- “Ey Cibrîl! Ödünç verilen şey ne sebeple sadakadan daha
üstün oluyor?” diye sordum.
--- “Çünkü dedi, dilenci (çoğu kere) yanında para olduğu halde
sadaka ister. Borç isteyen ise, ihtiyâcı sebebiyle talebde bulunur.”[45]
3
--- Hz.
Peygamberimiz (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’e: --- “Başları taşlarla vurularak ezilen, eski halini aldıkça da tekrar ezilmek sûretiyle azâb
edilmekte olan toplulukların yanından geçti ve:
--- “ Bunlar
kimdir ey Cebrâîl ?” diye sordu.
Cebrâîl (a.s.): --- “Bunlar kendilerine farz
kılınan namazları ifa etmekte tembellik edenlerdir.” Cevâbını
verdi.
4
--- Ön ve arkalarında suçlarını
bildiren yaftalar asılı bulunan, koyunların ot yedikleri gibi yayılan ve zehirli kurumuş diken ve zakkum ile cehennemin kızdırılmış
taşlarını yiyen kimseler şeklinde topluluk
gösterildi. Hz. Muhammed (‘aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm), Cebrâîl (a.s.)’e: --- “Bunlar kim ey Cebrâîl ?” diye sordu.
Cebrâîl (a.s.)’da: --- “Bunlar mallarının farz
kılınan zekatlarını vermeyenlerdir.” Dedi.
5 --- Önlerinde
etlerin en güzelinden nefis bir şekilde pişirilmiş, tertemiz tencerelerin
içerisinde, lezîz etler konmuş; yanına da çok pis kaplara çiğ ve kokmuş etler
konmuş; temiz ve lezîz etler dururken pis tencerelerdeki kokmuş etleri yiyen
kalabalığın yanından geçerken, bunların kim olduklarını Cebrâîl
(a.s.)’a sordu:
Cebrâîl (a.s.)
da: --- “Bunların her biri senin ümmetinden iken yanı başında nikâhlı
hanımı bulunduğu halde onu bırakarak namus ve iffetten mahrûm kadınla zinâ
etmiş, o pis kadının yanında sabahlamış.
Bu topluluktaki kadınlardan her biri de, yanı başındaki nâmuslu ve iffetli eşi
dururken onu bırakmış, nâmus ve iffetten mahrûm yabancı erkeğin yanına giderek
onunla sabahlamış olan kadınlardır.”
6 --- Kan hâlinde
akmakta olan bir nehir içinde yüzen ve cehennem taşlarını yutmakta olan bir
kişi gösterildi. Cebrâîl (a.s.)’a bunun kim olduğunu sordu:
Cebrâîl (a.s.)’da: --- “Bunun fâiz yiyen olduğunu söyledi.”
7 --- Demir
makaslarla dudakları kırpılan, kırpıldıkça da eski hâline dönen, dudakları
tekrâr kırpılmak sûretiyle azâb edilen kimseler göste-rildi. Bunların
kim olduğunu sordu:
Cebrâîl (a.s.)’da: --- “Bunlar
ümmetinden yapmadıklarını söyleyen ve söyledikle-rini yapmayan, fitneyi
körükleyen hatibler olduklarını” söyledi.
8 --- İri bir öküzün
bir inden çıkarak tekrâr dönmek istediğini, ama dönemediğini görünce;
--- “Yâ
Cebrâîl! Bu durum nedir ?” diye sordu.
Cebrâîl (a.s.): --- “Ümmetinden
müsteh-cen konuşanların söylemiş oldukları kötü sözden mahcûb olup kurtulmak
istediği halde kurtulamayan kişilerin durumudur.” Dedi.
Mİ’RÂC GECESİ NAMAZI VE TESBÎHÂT:
Receb ayının yirmi yedinci gecesine rastlayan
mübârek Mi’raç Gecesinde;
1- On iki rekât nâfile namaz kılınması iyi görülmüştür. Her rekâtında Fâtihâ ile başka
bir sûre okuyarak iki rekâtta bir selâm vermeli, sonra yüz defâ:
"سُبْحَانَ اللّٰهِ وَالْحَمْدُ للّٰهِ
وَ لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَللّٰهُ أَكْبَرُ وَلاَحَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ
إِلاَّ بِاللّٰهِ."
OKUNUŞU: “Sübhanallâhi
velhamdü lillâhi ve lâilâhe illallâhü, vellâhü ekber, velâ havle velâ kuvvete
illâ billâh.”
ANLAMI: “Allâhım
seni tenzîh ederim, hamdler sana mahsûsdur. Allâh’dan başka ilâh yoktur, Allâh
en büyüktür, güç kuvvet Allâh’dandır.” Denilmelidir. Bundan sonra,
أَسْتَغْفِرُاللّٰهْ.
2- Yüz defâ istiğfâr ederek, Bundan
sonra da,
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ
عَلٰٓى أٰلِ سَيِّدِنَا وَنَبِيِّنَا مُحَمَّدٍ."
OKUNUŞU: “Allâhümme salli alâ
seyyidinâ Muhammediv ve alâ âl-i seyyidinâ ve nebiyyinâ Muhammed.”
ANLAMI: “Allâhım! Efendimiz
Muhammed’e ve onun âl-i’ne salât eyle.”
3- Yüz defâ Salât ve Selâm okumaya çalışılmalıdır.
4- Gündüzün de oruçlu bulunmalıdır.
Bu durumda günâhla ilgili olmaksızın yapılacak
her duânın kabulü, Allâh (c.c.)’dan umulur.
[2] Kıble, Kudüs’teki Mescîd-i Aksâ’dan Mekke’deki Mescîd-i
Harâm’a (Ka’be-ye) çevrildi. 2/624, Receb/Ocak. TDV İslâm Ansiklopedisi,
30/479-481.
[3] Bakara Sûresi, 2/150.
[4] Tâ-Hâ
Sûresi, 20/124.
[5] Fürkân Sûresi, 25/77’den.
[6] الراوي: عبدالله بن عمر
المحدث: العراقي - المصدر: تخريج الإحياء - الصفحة أو الرقم: ١/٣٦٣؛ الراوي: عبدالله بن عمر المحدث: الألباني -
المصدر: السلسلة الضعيفة - الصفحة أو الرقم: ٦٠٩٦
[10] Kütüb-i Sitte 17/537.
[11] Ebû Muhammed el-Hallâl, Fedâil-ü Şehr-i Receb, No: 6,
sh:54, Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, No: 593 3/620.
[12] Receb-i Şerîf Risâlesi, A.Mahmut ÜNLÜ, Arifan Yay.
Sh:274-281, İstanbul/2009. (İbn-i Asâkir,
Târîh-u Medînet-i Dımeşk, No:512l, 43/291-292)
[13] Receb-i Şerîf Risâlesi, A.Mahmut ÜNLÜ, Arifan Yay.
Sh:274-281, İstanbul/2009. (İbn-i Asâkir,
Târîh-u Medînet-i Dımeşk, No:512l, 43/291-292)
[14] Receb-i Şerîf Risâlesi, A.Mahmut ÜNLÜ, Arifan Yay.
Sh:274-281, İstanbul/2009. (İbn-i Asâkir,
Târîh-u Medînet-i Dımeşk, No:512l, 43/291-292)
[16] Receb-i Şerîf Risâlesi, A.Mahmut ÜNLÜ, Arifan Yay.
Sh:274-281, İstanbul/2009. (İbn-i Asâkir,
Târîh-u Medînet-i Dımeşk, No:512l, 43/291-292)
[19] Suyûtî,
Câmiu’s-Sagîr, (Feyzü’l-Kadir’le birlikte), 3/454, Beyrut, 1972 (İbn-i
Asâkir’den rivayetle). Ayrıca bkz. Suyuti, Fethu’l-Kebir, 2/93.
[20] Ahdülkadir-i Geylânî
el-Ğunye, 1/329-330, Safûrî, Nüzhetü’l-Mecâlis, 1/141.
[21] الراوي: أنس بن مالك، المحدث: ابن حجر العسقلاني - المصدر: تبيين العجب
-
لصفحة أو الرقم: 41
[22] İbn-i Asâkir, Târîh-ü Medînet-i Dımeşk, No:5121,
43/291-292.
[23] Merfû’: Lügât olarak yükseltilmiş demektir. Istılâhta
muttasıl, munkatı’, müallâk hangi çeşit senedle olursa olsun, Rasûlüllâh’a
nisbet edilen hadîs. Mutlâk olarak hadîs denince merfû’ hadîs yâni
Rasûlüllâh’la ilgili bir rivâyet anlaşılır.
[24] Suyûtî,
el-Le’âlî, 2/55, İbn-i Arrâk, Tenzîhü’ş-Şerî’a, 2/89. (Recebi
Şerifin Fazileti, Cübbeli Ahmet Hoca, s:220-230. İbn- Cevzî’nin, “Mevzû’at”-ını tahkîk eden Nureddin Boyacılar hocamız, bu
hadîsin uydurma olmayıp, isnâdının zayıf olduğunu açıklamıştır. Bakınız! Hadis
No: 1007, 2/435.)
[25] Cûzekanî, Suyûtî, el-Le’âlî, 2/57. (Receb-i Şerîf’in
Fazîleti. Cübbeli Ahmet Hoca.)
[26] Muhammed en-Nâzilî, Hazinetü’l esrâr, sh:67.
[27] Kütüb-i Sitte, 6/333.
[28] Âyette Hz. Peygamber’in Cebrail’i gördüğü anda
bakışlarının onda sabitleştiği, başka bir şeye bakamadığı anlatılmaktadır.
[29] Necm Sûresi, 53/5-18.
[30] Kütüb-i Sitte, 8/471.
[31] Hüşyâr: Uyanık, akıllı, zekî. Ayık. Uslu.
[32] Münteha: Son, en son derece, en son yer, nihâyet.
[33] Kütüb-i Sitte, 8/474-475, Rahmetü’n-Mine’r-Rahmân, II,
s. 527-528; Kara Davud, s. 324-325.
Elyak: Daha münâsib, Daha lâyık.
[34] Bakara Sûresi, 2/285-286.
[35] Bakara Sûresi, 2/285-286, Kütüb-i Sitte, 3/252-253
[36] Kütüb-i Sitte, 3/350
[37] Kütüb-i Sitte 13/78
[38] Kütüb-i Sitte 13/78
[39] Kütüb-i Sitte 13/78
[40] Rûhu’l-Furkân 3/281-283
[41] Rûhu’l-Furkân 3/284, (Dürrü’l-Mensûr 2/135.)
[42] Rûhu’l-Furkân 3/284, (Tefsîr-i Kebîr:2/579.)
[43] Kütüb-i Sitte, 17/544-545
[44] Kütüb-i Sitte, 17/292
[45] Kütüb-i Sitte, 7/117-118
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder