HAYVAN HAKLARI
وعن ابن
عباس ( رضي الله عنهما ) أن رجلا أضجع شاة وهو يحد شفرته، فقال له النبي ﷺ:
"أتريد أن تميتها موتات، هلا أحددت شفرتك قبل أن تضجعها".[1]
İbn-i
Abbâs (r.anhümâ)’dan nakledilen bir rivâyete göre, Peygamber Efendimiz
(aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) koyun kesen bir adam görmüştü. Adam, kesmek üzere
koyunu yere yatırdıktan sonra bıçağını bilemeye çalışıyordu. Bu katı ve
duygusuz davranış karşısında Resûl-i Ekrem (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) adama
şöyle çıkıştı:
---
: “Hayvanı defâlarca mı öldürmek istiyorsun? Onu yere yatırmadan bıçağını
bilesen olmaz mıydı?"[2]
﴿ وَاللّٰهُ خَلَقَ كُلَّ دَآبَّةٍ مِنْ مَآءٍۚ فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ى
عَلٰى بَطْنِه۪ۚ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ى عَلٰى رِجْلَيْنِۚ وَمِنْهُمْ مَنْ
يَمْش۪ى عَلٰى اَرْبَعٍۜ يَخْلُقُ اللّٰهُ مَايَشَآءُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ
شَىْءٍ قَد۪يرٌ ﴾
[سورة النور:۲۴/۴۵]
45. “Allâh,
bütün canlıları sudan yarattı. İşte bunlardan bir kısmı karnı üzerinde sürünür,
kimi iki ayak üzerinde yürür, kimisi dört ayak üzerinde yürür. Allâh,
dilediğini yaratır. Çünkü Allâh, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”[3]
HAYVANLAR DÖRT (4) ŞEYİ BİLİRLER:
1- Yaratanını (Allâh-ü Teâlâ’yı),
2- Sâhibini,
3- Düşmanını,
4- Ölümünü.
HAYVANLARA
İTAAT ETMEK MERHAMETLİ DAVRANMAK
--------- … Hz.
Peygamber Mekke---i Mükerreme’nin fethine giderken yolda yavrularının üzerine
gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir köpek görmüş ve hemen Ashâbı’ndan Cü’ayl
b. Sürâka’yı yanına çağırarak onu bu köpek ve yavrularının başına nöbetçi
dikmiştir… --Köpeğin;
10.000 Askerden daha fazla muazzam bir ordunun sesinden rahatsız olarak
korkmasın diye!--Ş.G. (Vâkıdî,
Meğazi, II, 225)
HAYVANLARA
İTAAT ETMEK MERHAMETLİ DAVRANMAK
--------- … Hz.
Peygamber Mekke---i Mükerreme’nin fethine giderken yolda yavrularının üzerine
gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir köpek görmüş ve hemen Ashâbı’ndan Cü’ayl
b. Sürâka’yı yanına çağırarak onu bu köpek ve yavrularının başına nöbetçi
dikmiştir… --Köpeğin;
10.000 Askerden daha fazla muazzam bir ordunun sesinden rahatsız olarak
korkmasın diye!--Ş.G. (Vâkıdî,
Meğazi, II, 225)
BAYKUŞ
EFSANESİ
Hayat-ül hayvan kitabında bildiriliyor ki:
Yırtıcılar
dünyasının esrarengiz ve en az rastlanan kuş türü olan ve 130' u aşan çeşidi
bulunan baykuşların ülkemizde kukumav, kulaklı orman baykuşu, kır baykuşu,
peçeli baykuş, alaca baykuş, balık baykuşu, puhu gibi türleri bulunmakta ve
haklarında pek çok da efsane var:
Bay-Kuş..
Rivayet odur ki, Hz. Süleyman tüm hayvanların dilini bilir, kuşlarla iletişim
kurarmış. O kadar ki, kuşlar için bir tekke bile yaptırmış. ‘Tekke-i Mürgân’
adı verilen bu yerde kuşlar yılda bir kez toplanır, bir hafta eğlenir ve Hz.
Süleyman’a dua ederlermiş.
Hz. Süleyman çağında kuşların padişahı herşeyi bilen Simurg Anka Kuşu imiş.
Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerini her türlü dertten kurtaracağını
düşünürlermiş. İnsanlar arasında yaşamakta olan Anka kuşu, bir gün bir kız
kaçırmış ve bu yaptığından dolayı da devrin hükümdarına şikayet edilmiş. Anka
utancından el yüzüne çıkamaz olunca, kuşlar padişahsız kalmış. Bu arada Hz.
Süleyman'ın karısı kız gelin ediyormuş; kuş tüyü yataklar yaptırmak istemiş.
Hz. Süleyman, bütün kuşlara tüylerini dökmelerini emretmiş. Yarasa hemen
tüylerini dökmüş; öbür kuşlar düşünceye dalmışlar. Baykuş ise Hz. Süleyman'ın
katına gelmiş.
“Yeryüzünde kadın mı çok, erkek mi?” diye sormuş. Hz. Süleyman “erkek çok”
karşılığını verince “kadınların sözüne uyup başkalarının hakkına el uzatanları
da kadın saydınız mı?” demiş. Hz. Süleyman bu haddini bilmezliğe kızacak olmuş
ama, sonucu merak ettiği için yavaştan almış.
”Ne demek istedin, anlamadım” demiş. Baykuş şu karşılığı vermiş:
“Efendimiz, biz kuşların tüylerimizden başka birşeyciğimiz yok; onunla
soğuktan, sıcaktan, fırtınadan korunuruz; onunla uçarak rızkımızı ararız. Sizin
ise herşeyiniz var. Yine de eşinizin sözüne uyup tüylerimizi istiyorsunuz.”
Bu sözler adaleti seven Hz. Süleyman’ın hoşuna gitmiş.
”Benzerlerinin haklarını iyi savunuyorsun sen, bundan sonra kuşların bay’ı sen
olacaksın; adın da “bay-kuş” olacak.” demiş, Onu kuşların padişahı yapmış.
(Daha önceden adı sadece “kuş” imiş galiba) Yarasa ise tüylerini daha önceden
döktüğü için, tüysüz kalmış...
Uğurlu Kuş..
Haklarında en çok batıl inanç duyduklarımız da yine baykuşlar: Gece baykuş sesi
duymak kötüye işarettir; baykuş damda öterse evden cenaze çıkar; baykuş ötüşü
uğursuzluk getirir; tilki görülünce uğur, baykuş görülünce uğursuzluk sayılır;
bir evin başında baykuş öterse, o evde biri ölür ya da bir yıkım olur...
Hz. Süleyman bir gün gökte tahtı ile dolaşırken kendisine selam veren baykuşun
selamını alıp ona sormuş:
"Ey baykuş ben biliyorum ki arpa, buğday yemezsin, acaba
neden?"
"Ya
nebiyyallah, Adem ile Havva o hububatı yedikleri için dünyaya sürüldüler. Ben
de onun için yemem."
Baykuş değil sanki koskoca evliya mübarek...
"Ben biliyorum ki, sen su da içmiyorsun, neden acaba?"
"Ey Allah'ın peygamberi, Nuh peygamberin kavmi suda boğuldu.
Ben de suya tevbe ettim."
"Peki
niçin mamur yerlerde değil de harap yerlerde yaşarsın?"
"Harap yerler Allah'ın mirasıdır, sahipsizdir. Ben insanların
sahip olduğu binaya konmam".
"Harabelerde
niçin ötersin?"
"Ey dünya nimetlerine aldananlar, bulunduğum harabeyi görüyor
musunuz? Siz de bir gün bunun gibi harap olacaksınız, demek isterim".
"Peki evlerin üstünden uçarken ne diye ötersin? Ne demek
istersin bununla insanlara?"
"Ey
Ademoğlu yazıklar olsun sana. Arkanda bu kadar isyan ve günah, önünde de bu
kadar keder ve bela varken nasıl dünya nimetlerinden lezzet alıp
neşelendiğinize şaşarım."
"Niçin
gündüz uyur da gece uyumazsın?"
"Ey Allah'ın nebisi, gündüz ademoğullarının nefislerine uyup
zulümlerinin çoğaldığı zamandır. Onlardan kaçarım ki zulümleri bana erişmesin.
Gündüz uyurum ki, onların yaptıklarını gözlerim görmesin."
"Ya sabaha kadar ne zikredersin?"
"Ey insanlar, uykunuzu ve gafleti bırakın artık. Ahiret için
tedarik görüp, azık hazırlayın. Sonra beni yaratan Allahü Azimüşşanı noksan
sıfatlardan tenzih ederim."
"Ey
baykuş, senin kadar insana merhamet eden ve nasihatte bulunan yokmuş. Neden
insanoğlu seni uğursuz sayar anlamadım.”
HAYVANLARA
İTAAT ETMEK MERHAMETLİ DAVRANMAK
---------
… Hz. Peygamber Mekke---i Mükerreme’nin fethine giderken yolda yavrularının
üzerine gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir köpek görmüş ve hemen
Ashâbı’ndan Cü’ayl b. Sürâka’yı yanına çağırarak onu bu köpek ve yavrularının
başına nöbetçi dikmiştir… --Köpeğin;
10.000 Askerden daha fazla muazzam bir ordunun sesinden rahatsız olarak
korkmasın diye!--Ş.G.
(Vâkıdî, Meğazi, II, 225)
HAYVANLARIN
RASÛLÜLLÂH (SALLELLÂH---Ü ‘ALEYH---İ VE SELLEM)’E ŞİKÂYETTE BULUNMASI VE
HUYSUZLUK YAPAN HAYVANLARIN ONA BOYUN EĞMESİ
(Abdullah
İbn---i) Cafer şunu anlattı:
Rasûlüllâh
(s.a.v.) bir gün Ensar bahçelerinden birine girdi. Karşısına bir deve çıktı.
Rasûlüllâh (s.a.v.) onun inlediğini ve gözyaşı döktüğünü gördü, Rasûlüllâh
(s.a.v.) onun boynunu ve kulağım okşadıktan sonra deve sakinleşti. Rasûlüllâh
(s.a.v.):
---
"Devenin sahibi kim?" dedi. Ensar'dan bir genç gelip:
---
O deve bana aittir, Ya Rasûlüllâh! Dedi. Rasûlüllâh (s.a.v.):
---
"Allah'ın seni sahibi yaptığı bu hayvan hakkında Allah'tan korkmuyor
musun? Bana senin onu aç bıraktığını ve ona sert davrandığını şikâyet
ediyor" dedi.[4] [63]
Yala
İbn Mürre anlatmıştır:
Bir
gün Peygamber (s.a.v.)'m yanında oturuyordum. Ansızın bir deve gelip hemen
boynunu onun önüne uzattı. Sonra ağladı. Bunun üzerine Rasûlüllâh (s.a.v.):
---
"Yazık sana! Şu devenin sahibine bak. Onun önemli bir durumu var"
dedi.
Hemen
devenin sahibini aramağa başladım. Onun, Ensar’dan birisine ait olduğunu
anladım. Adamın Peygamberin (s.a.v.) yanma gitmesini söyledim. Rasûlüllâh
(s.a.v.):
---
Bu devenin hali ne böyle? Dedi. Adam:
---
Vallahi durumunun ne olduğunu bilmiyorum. Su taşıyamaz duruma gelinceye kadar
onu çalıştırdık. Dün gece---onu kesip etini taksim etmeyi kararlaştırdık, dedi.
Rasûlüllâh (s.a.v.):
---
"Bunu yapma! Onu bana ver yahut bana sat" dedi. Adam:
---
Tamam, senin olsun ya Rasûlüllâh! Dedi.
Deveye
sadaka damgası vurup (onu) O'na gönderdi.[5]
Enes anlattı:
Ensar'dan
bir ailenin su taşıdıkları bir develeri vardı. Deve onlara zorluk çıkarmağa ve sırtına
bindirmemeğe başlayınca Rasûlüllâh’a (s.a.v.) gelip huysuzluğunu şikâyet etmek
üzere:
---
Ekinlerimiz susadı, dediler. Rasûlüllâh (s.a.v.) ashabına:
---
"Kalkın" dedi.
Sahâbîler
kalkıp bahçeye girdiler. Deve de bahçenin bir köşesinde duruyordu. Peygamber
(s.a.v.) ona doğru yürüdü. Ensar’lı âile:
---Ya
Rasûlüllâh! O köpek gibi oldu. Sana saldırmasından korkuyoruz, dedi. Peygamber
(s.a.v.):
---
"Ondan bana bir zarar gelmez" dedi.
Deve
Rasûlüllâh'ı (s.a.v.) görünce O'na doğru geldi ve önünde secde yapmak üzere
eğildi. Rasûlüllâh (s.a.v.) onun alnından tuttu ve onu o güne kadar görülmemiş
bir şekilde uysallaştırdı. Böylece deveyi çalışır hale getirdi. Ashabı
Rasûlüllâh'a (s.a.v.):
---Ey
Allah'ın nebisi! Bu, aklı olmayan bir hayvan olduğu halde sana secde ediyor.
Bizim aklımız olduğuna göre, biz sana secde etmeye daha çok hak sahibiyiz,
dedi. Bunun üzerine Rasûlüllâh (s.a.v.):
---
"İnsanın insana secde etmesi doğru değildir. Eğer insanın insana secde
etmesi doğru olsaydı, üzerindeki hakkının büyüklüğünden dolayı, kadının
kocasına secde etmesini emrederdim" dedi.[6]
Cabir
İbn Abdillâh şunu anlattı:
Biz,
Peygamberle (s.a.v.) birlikte bir seferden gelmiştik. Ensar'ın bahçelerinden
birine vardık. Orada bahçeye hiç kimseyi sokmayan, huysuzluk yapan bir deve
gördük.
Bunu,
Rasûlüllâh'a (s.a.v.) söylediler. Rasûlüllâh bahçeye kadar geldi.
Deve
böğürdü, dudağını yere koyarak Rasûlüllâh'ın yanına geldi ve önünde çöktü.
Rasûlüllâh (s.a.v.):
---
"Bir yular getirin" dedi. Yuları deveye takıp sahibine verdi. Daha
sonra Sahâbîler’e dönüp: "Gökle yer arasında hiçbir şey yoktur ki benim
Allah'ın Rasûlü olduğumu bilmesin. Bundan cinlerin ve insanların asileri
müstesnadır" dedi.[7]
426)
Cabir şöyle anlattı:
Rasûlüllâh'la
birlikte bir yolculuğa çıktım. Ansızın bir deve ortaya çıktı. Tam ortaya gelip
onun önünde eğildi. Rasûlüllâh (s.a.v.) oturup Sahâbîler’e:
---
"Devenin sahibi kim?" dedi. Ensar'dan birkaç genç:
---
Bizim ya Rasûlüllâh! Dedi. Rasûlüllâh:
---
Bu devenin hali ne böyle? Dedi. Gençler:
---
Biz onunla yirmi sene su taşıdık. Semiz ve yağlı olduğu için onu boğazlayıp
çocuklarımız arasında taksim etmek istedik. Ama bizim elimizden kurtuldu,
dediler. Rasûlüllâh (s.a.v.):
---
Onu bana satar mısınız? Dedi. Onlar:
---
Hayır, o senin olsun, ya Rasûlüllâh! Dediler. Rasûlüllâh (s.a.v.):
---
"Değilse eceli gelinceye kadar ona güzel davranın" dedi. Müslümanlar
o sırada:
---Ya
Rasûlüllâh! Sana secde etmeğe bizim hayvanlardan daha çok hakkımız var dediler.
Rasûlüllâh (s.a.v.):
---
"Bir şeye secde edilmesi uygun değildir. Eğer böyle bir şey olsaydı,
kadınların kocalarına secde etmeleri gerekirdi" dedi.
Başka bir
rivayette şöyledir:
"Sizin
bu deveniz sizden yakınıyor ve sizin gençken onu kullandığınızı, yaşlanınca da
onu kesmek istediğinizi iddia ediyor…"[8]
وعن ابن
عباس ( رضي الله عنهما ) أن رجلا أضجع شاة وهو يحد شفرته، فقال له النبي ﷺ:
"أتريد أن تميتها موتات، هلا أحددت شفرتك قبل أن تضجعها".[9]
İbn-i
Abbâs (r.anhümâ)’dan nakledilen bir rivâyete göre, Peygamber Efendimiz
(aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) koyun kesen bir adam görmüştü. Adam, kesmek üzere
koyunu yere yatırdıktan sonra bıçağını bilemeye çalışıyordu. Bu katı ve
duygusuz davranış karşısında Resûl-i Ekrem (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) adama
şöyle çıkıştı:
---
: “Hayvanı defâlarca mı öldürmek istiyorsun? Onu yere yatırmadan bıçağını
bilesen olmaz mıydı?"[10]
HAYVANLAR DÖRT (4) ŞEYİ BİLİRLER:
1- Yaratanını (Allâh-ü Teâlâ’yı),
2- Sâhibini,
3- Düşmanını,
4- Ölümünü.
Bay-Kuş..
Rivayet odur ki, Hz. Süleyman tüm hayvanların dilini bilir, kuşlarla iletişim kurarmış. O kadar ki, kuşlar için bir tekke bile yaptırmış. ‘Tekke-i Mürgân’ adı verilen bu yerde kuşlar yılda bir kez toplanır, bir hafta eğlenir ve Hz. Süleyman’a dua ederlermiş.
Hz. Süleyman çağında kuşların padişahı herşeyi bilen Simurg Anka Kuşu imiş. Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerini her türlü dertten kurtaracağını düşünürlermiş. İnsanlar arasında yaşamakta olan Anka kuşu, bir gün bir kız kaçırmış ve bu yaptığından dolayı da devrin hükümdarına şikayet edilmiş. Anka utancından el yüzüne çıkamaz olunca, kuşlar padişahsız kalmış. Bu arada Hz. Süleyman'ın karısı kız gelin ediyormuş; kuş tüyü yataklar yaptırmak istemiş. Hz. Süleyman, bütün kuşlara tüylerini dökmelerini emretmiş. Yarasa hemen tüylerini dökmüş; öbür kuşlar düşünceye dalmışlar. Baykuş ise Hz. Süleyman'ın katına gelmiş.
“Yeryüzünde kadın mı çok, erkek mi?” diye sormuş. Hz. Süleyman “erkek çok” karşılığını verince “kadınların sözüne uyup başkalarının hakkına el uzatanları da kadın saydınız mı?” demiş. Hz. Süleyman bu haddini bilmezliğe kızacak olmuş ama, sonucu merak ettiği için yavaştan almış.
”Ne demek istedin, anlamadım” demiş. Baykuş şu karşılığı vermiş:
“Efendimiz, biz kuşların tüylerimizden başka birşeyciğimiz yok; onunla soğuktan, sıcaktan, fırtınadan korunuruz; onunla uçarak rızkımızı ararız. Sizin ise herşeyiniz var. Yine de eşinizin sözüne uyup tüylerimizi istiyorsunuz.”
Bu sözler adaleti seven Hz. Süleyman’ın hoşuna gitmiş.
”Benzerlerinin haklarını iyi savunuyorsun sen, bundan sonra kuşların bay’ı sen olacaksın; adın da “bay-kuş” olacak.” demiş, Onu kuşların padişahı yapmış. (Daha önceden adı sadece “kuş” imiş galiba) Yarasa ise tüylerini daha önceden döktüğü için, tüysüz kalmış...
Uğurlu Kuş..
Haklarında en çok batıl inanç duyduklarımız da yine baykuşlar: Gece baykuş sesi duymak kötüye işarettir; baykuş damda öterse evden cenaze çıkar; baykuş ötüşü uğursuzluk getirir; tilki görülünce uğur, baykuş görülünce uğursuzluk sayılır; bir evin başında baykuş öterse, o evde biri ölür ya da bir yıkım olur...
Hz. Süleyman bir gün gökte tahtı ile dolaşırken kendisine selam veren baykuşun selamını alıp ona sormuş:
"Ey baykuş ben biliyorum ki arpa, buğday yemezsin, acaba neden?"
Baykuş değil sanki koskoca evliya mübarek...
"Ben biliyorum ki, sen su da içmiyorsun, neden acaba?"
"Ey Allah'ın peygamberi, Nuh peygamberin kavmi suda boğuldu. Ben de suya tevbe ettim."
"Harap yerler Allah'ın mirasıdır, sahipsizdir. Ben insanların sahip olduğu binaya konmam".
"Ey dünya nimetlerine aldananlar, bulunduğum harabeyi görüyor musunuz? Siz de bir gün bunun gibi harap olacaksınız, demek isterim".
"Peki evlerin üstünden uçarken ne diye ötersin? Ne demek istersin bununla insanlara?"
"Ey Allah'ın nebisi, gündüz ademoğullarının nefislerine uyup zulümlerinin çoğaldığı zamandır. Onlardan kaçarım ki zulümleri bana erişmesin. Gündüz uyurum ki, onların yaptıklarını gözlerim görmesin."
"Ya sabaha kadar ne zikredersin?"
"Ey insanlar, uykunuzu ve gafleti bırakın artık. Ahiret için tedarik görüp, azık hazırlayın. Sonra beni yaratan Allahü Azimüşşanı noksan sıfatlardan tenzih ederim."
İBÂDETTE İHLÂS-IN ÖNEMİ
﴿ اَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ۠ ﴿١٧﴾
وَاِلَى السَّمَآءِ كَيْفَ رُفِعَتْ۠ ﴿١٨﴾ وَاِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ۠
﴿١٩﴾ وَاِلَى الْاَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ۠ ﴿٢٠﴾ فَذَكِّرْ اِنَّمَآ اَنْتَ
مُذَكِّرٌۜ ﴿٢١﴾ لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُصَيْطِرٍۙ ﴾ [سورة الغاشية:۸۸/۱۷ـــ۲۲]
17-
“Deveye
bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır!
18-
Göğe
bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiştir!
19-
Dağlara
bakmıyorlar mı, nasıl dikilmişlerdir!
20-
Yeryüzüne
bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır!
21-
Artık
sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin.
﴿ وَاللّٰهُ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَآءِ مَآءً فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ
بَعْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ف۪ى ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ۟ ﴿٦٥﴾ وَاِنَّ لَكُمْ فِى الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ نُسْق۪يكُمْ مِمَّا
ف۪ى بُطُونِه۪ مِنْ بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ
لَبَنًا خَالِصًا سَآئِغًا لِلشَّارِب۪ينَ ﴿٦٦﴾
وَمِنْ ثَمَرَاتِ النَّخ۪يلِ وَالْاَعْنَابِ
تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَرًا وَرِزْقًا حَسَنًاۜ اِنَّ ف۪ى ذٰلِكَ لَاٰيَةً
لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿٦٧﴾ وَاَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ اَنِ اتَّخِذ۪ى مِنَ
الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَۙ ﴿٦٨﴾ ثُمَّ كُل۪ى
مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُك۪ى سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلًاۜ يَخْرُجُ مِنْ
بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِفَآءٌ لِلنَّاسِۜ اِنَّ ف۪ى
ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٦٩﴾ وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ ثُمَّ
يَتَوَفّٰيكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَىْ لَا
يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْئًاۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ۟ ﴿٧٠﴾ وَاللّٰهُ
فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍ فِى الرِّزْقِۚ فَمَا الَّذ۪ينَ فُضِّلُوا بِرَآدّ۪ى رِزْقِهِمْ عَلٰى مَا
مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَهُمْ ف۪يهِ سَوَآءٌۜ اَفَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ
يَجْحَدُونَ ﴿٧١﴾ وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا وَجَعَلَ
لَكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ بَن۪ينَ وَحَفَدَةً وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ
اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ
وَبِنِعْمَتِ اللّٰهِ هُمْ يَكْفُرُونَۙ ﴾
[سورة النحل:۱٦/٦٥ـــ٧٢]
65- Allâh, gökten su indirdi de onunla yeryüzünü ölümünden sonra
diriltti. Şüphesiz bunda dinleyecek bir toplum için bir ibret vardır.
66- Şüphesiz (sağmal) hayvanlarda da sizin için
bir ibret vardır. Onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından (süzülen) içenlere
hâlis ve içimi kolay süt içiriyoruz.
67- Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden hem içki, hem de
güzel bir rızık edinirsiniz. Elbette bunda aklını kullanan bir toplum için bir
ibret vardır.
68- Rabbin, bal arısına şöyle ilhâm etti: “Dağlardan, ağaçlardan ve
insanların yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine
evler edin.”
69- “Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin sana kolaylaştırdığı (yaylım)
yollarına gir.” Onların karınlarından çeşitli renklerde bal çıkar. Onda
insanlar için şifâ vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir (toplum)
için bir ibret vardır.
70- Allâh, sizi yarattı. Sonra sizi öldürecek. İçinizden kimileri
de, bilgili olduktan sonra hiçbir şeyi bilmesin diye ömrünün en düşkün çağına
ulaştırılır. Şüphesiz Allâh hakkıyla bilendir, (her
şeye) hakkıyla gücü yetendir.
71- Allâh, rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün
kılınanlar, rızıklarını ellerinin altındakilere vermezler ki rızıkta hep eşit
olsunlar. Şimdi Allâh’ın ni’metini mi inkâr ediyorlar?
72- Allâh, size kendi cinsinizden eşler vâr etti. Eşlerinizden de
oğullar ve torunlar verdi ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı. Öyleyken onlar
bâtıla inanıyorlar da Allâh’ın ni’metini inkâr mı ediyorlar?”[12]
Rûhu’l-Beyân tefsirinde bu âyetin (66. Âyet) açıklaması şu
şekilde geçmektedir; Allâh (c.c.) sütü kan ile işkembe arasındaki bir yerde
yarattı. Dolayısıyla işkembe organı yemi sindirdiği zaman, altı işkembe
dışkısı, ortası süt, üstü ise kan olur. Süt ile bunlar arasında Allâh’ın
kudretinden bir perde meydâna gelmiştir. Hiç biri bir diğerine ne renk, ne tat,
nede koku itibâriyle karışmazlar. Burada bize verilen, almamız gereken mesaj
şudur; “Ey benim kullarım, size posa
ile kan arasından hâlis bir süt çıkardığım gibi siz de bana posa gibi olan
nefis ile kan gibi olan Şeytan arasından muhlis-hâlis bir ibâdet çıkarın.”
﴿ مَنْ كَانَ يُر۪يدُ
الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ ف۪يهَا
وَهُمْ ف۪يهَا لَا يُبْخَسُونَ ﴿١٥﴾ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَيْسَ لَهُمْ فِى الْاٰخِرَةِ اِلَّا
النَّارُۘ وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا ف۪يهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴾. [سورة هود۱۱/۱۵-۱۶] أخرجه
مسلم والترمذي واللفظ له والنسآئى.
15- “Kim yalnız dünyâ hayâtını ve onun zînetini
isterse, biz onlara yaptıklarının karşılığını orada tastamâm öderiz. Orada
onlar bir eksikliğe uğratılmazlar.
16- İşte onlar, kendileri için âhırette ateşten
başka bir şey olmayan kimselerdir. (Dünyâda) yaptıkları şeyler, orada boşa
gitmiştir. Zâten bütün yapmakta oldukları da boş şeylerdir.”[13]
Buna; Ebâ Yezid Bestamî’nin bir ibretlik hâli ile misâl
verelim. 45 kere hacca gitmiş olan Ebâ Yezid Bestamî (k.s.), bir gün Arafat
tepesinde oturuyordu.
Nefsi ona: ---
“Ey Ebâ Yezid! Senin bir benzerin var mı dır? Kırk beş defâ hacc yaptın,
binlerce defâ Kur’ân-ı Kerîm’i hatmetme bahtiyârlığına eriştin.” Diye fısıldadı. Bu ses onu çok üzdü.
Derhâl toparlandı ve oradaki mahşeri kalabalığa;
--- “Kim
benim kırk beş defâ yapmış olduğum haccı bir ekmeğe satın alabilir?” diye sordu. Bir adam başını kaldırıp:
---
“Ben alırım dedi.” Ve ekmeği uzattı. Ebâ Yezid Bestamî
aldığı ekmeği orada bulunan bir köpeğin önüne attı. Böylece nefsin ümîdini
kesmiş oldu. Süt gibi temiz olan ibâdetine, posa gibi olan nefsi karışınca kırk
beş haccnın karşılığını bir köpeğe yem etti.
رحمة
النبي - ﷺ - بالحيوان
حقا هو
رحمة الله للناس أجمعين، عربهم وعجمهم، مؤمنهم وكافرهم، بل شملت رحمته ـ صلى الله
عليه وسلم ـ العجماوات من الطير والحيوان، فكان رحمة لمن على الأرض جميعا، كما قال
الله تعالى : { وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ
}(الأنبياء:107) ..
وينطلق
الهدي النبوي للرحمة بالحيوان في توازن يجمع بين منفعة الإنسان، وبين الرحمة
والرفق، فيأمر برحمة الحيوان وعدم القسوة معه، ولا يتجاهل احتياجات الإنسان
الغذائية والمعيشية التي تتطلب الانتفاع به .. ومن ثم فلا يسمح بالعبث بالحيوانات
أو إيذائها أو تكليفها ما يشق عليها، ولا يوافق على قول بعض جماعات الرفق بالحيوان
المعاصرة التي تدعو إلى منع قتل الحيوانات بالكلية، تذرعاً بالرفق معها وحماية
حقوقها ..
ومن
الرحمة بالحيوان والطير في هدي النبي ـ صلى الله عليه وسلم ـ أنه لا يجوز تعذيبها
ولا تجويعها، أو تكليفها ما لا تطيق، ولا اتخاذها هدفا يرمى إليه،بل وتحريم لعنها،
وهو أمر لم ترق إليه البشرية في أي وقت من الأوقات، ولا حتى في عصرنا الحاضر، الذي
كثرت فيه الكتابات عن الرفق بالحيوان ..
وقد شدد
النبي ـ صلى الله عليه وسلم ـ المؤاخذة على من تقسو قلوبهم على الحيوان ويستهينون
بآلامه، وبين أن الإنسان على عِظم قدره وتكريمه على كثير من الخلق، فإنه يدخل
النار في إساءة يرتكبها مع الحيوان، فقد دخلت النار امرأة في هِرَّة، حبستها فلا
هي أطعمتها ولا هي أطلقتها.. وفي المقابل دخلت الجنة امرأة بغي في كلب سقته، فشكر
الله تعالى لها فغفر لها ..
وإن
استقراء صور الرحمة بالحيوان في سيرته ـ صلى الله عليه وسلم ـ أمر يطول، فقد تعددت
مظاهر وصور هذه الرحمة، ومن ذلك :
نهيه ـ
صلى الله عليه وسلم ـ عن اتخاذ شيء فيه الروح غرضا يُتعلم فيه الرمي .. فعن سعيد
بن جبير ـ رضي الله عنه ـ قال : ( مَرَّ عبد الله بن عمر ـ رضي الله عنهما ـ
بفتيان من قريش قد نصبوا طيرا وهم يرمونه، وقد جعلوا لصاحب الطير كل خاطئة من
نبلهم ، فلما رأوا ابن عمر تفرقوا، فقال ابن عمر : من فعل هذا؟، لعن الله من فعل
هذا، إن رسول الله - صلى الله عليه وسلم - لعن من اتخذ شيئا فيه الروح غرضا )(
مسلم ).
وعن ابن
عمر ـ رضي الله عنهما ـ : أنه دخل على يحيى بن سعيد وغلام من بني يحيى رابط دجاجة
يرميها ، فمشى إليها ابن عمر حتى حلها، ثم أقبل بها وبالغلام معه، فقال : ازجروا
غلامكم عن أن يصبر هذا الطير للقتل، فإني سمعت النبي - صلى الله عليه وسلم - نهى
أن تصبر بهيمة أو غيرها للقتل )(البخاري ) . والتصبير : أن يحبس ويرمى .
ومن رحمته
ـ صلى الله عليه وسلم ـ أنه نهى أن يحول أحد بين حيوان أو طير وبين ولده .
فعن عبد
الله بن مسعود - رضي الله عنه - قال : كنا مع رسول الله - صلى الله عليه وسلم - في
سفر فانطلق لحاجته، فرأينا حُمرَة (طائر صغير) معها فرخان، فأخذنا فرخيها، فجاءت
الحمرة فجعلت تُعَرِّشُ(ترفرف بجناحيها)، فجاء النبي - صلى الله عليه وسلم ـ فقال
: ( من فجع هذه بولدها؟، ردوا ولدها إليها )( أبو داود ).
ومن صور
رحمته ـ صلى الله عليه وسلم ـ بالحيوان نهيه عن المُثْلة بالحيوان، وهو قطع قطعة
من أطرافه وهو حي، ولعَن من فعل ذلك ..
فعن ابن
عمر ـ رضي الله عنهما ـ : ( أن النبي - صلى الله عليه وسلم - لعن من مَثَّل
بالحيوان )( البخاري ).
وعن جابر
- رضي الله عنه - : ( أن النبي - صلى الله عليه وسلم - مر عليه حمار قد
وُسِمَ(كوي) في وجهه، فقال : لعن الله الذي وسمه )( مسلم ) .
ومن صور
رحمته ـ صلى الله عليه وسلم ـ بالحيوان ـ، أن بين لنا أن الإحسان إلى البهيمة من
موجبات المغفرة ..
فعن أبي
هريرة - رضي الله عنه - أن النبي - صلى الله عليه وسلم - قال : ( بينا رجل بطريق
اشتد عليه العطش، فوجد بئرا، فنزل فيها فشرب ثم خرج، فإذا كلب يلهث يأكل
الثرى(التراب) من العطش، فقال الرجل : لقد بلغ هذا الكلب من العطش مثل الذي كان
بلغ مني، فنزل البئر فملأ خفه ماء فسقى الكلب، فشكر الله له فغفر له .. قالوا : يا
رسول الله، وإن لنا في البهائم لأجرا ؟، فقال : في كل ذات كبد رطبة أجر )( البخاري
).
وأعجب من
ذلك ما رواه أبو هريرة - رضي الله عنه - قال: قال رسول الله - صلى الله عليه وسلم
- : ( بينما كلب يطيف بركية (بئر)، قد كاد يقتله العطش، إذ رأته بغي من بغايا بني
إسرائيل، فنزعت موقها(خُفَّها)، فاستقت له به، فسقته إياه، فغفر لها به )( البخاري
) .
وفي
المقابل أوضح لنا النبي - صلى الله عليه وسلم - أن الإساءة إلى البهائم ربما أودت
بالعبد إلى النار، فقال ـ صلى الله عليه وسلم ـ : ( دخلت امرأة النار في
هِرَّة(قطة)، ربطتها، فلا هي أطعمتها، ولا هي أرسلتها تأكل من خشاش الأرض حتى ماتت
هزلا )( مسلم ) .
وأمر ـ
صلى الله عليه وسلم ـ بمعاملة الحيوان بالرفق، فقد استصعب جمل على أصحابه، فأعاده
النبي - صلى الله عليه وسلم - إلى حاله الأولى بالرفق واللين ..
فعن أنس
بن مالك - رضي الله عنه – قال : ( كان أهل بيت من الأنصار لهم جمل يسنون(يسقون
عليه)، وإنه استصعب عليهم فمنعهم ظهره،وإن الأنصار جاؤوا إلى رسول الله - صلى الله
عليه وسلم - فقالوا : إنه كان لنا جمل نسني عليه وإنه استصعب علينا ومنعنا ظهره وقد
عطش الزرع والنخل فقال - صلى الله عليه وسلم - لأصحابه : قوموا، فقاموا ، فدخل
الحائط (البستان)، والجمل في ناحيته، فمشى النبي - صلى الله عليه وسلم ـ نحوه ،
فقالت الأنصار : يا رسول الله، قد صار مثل الكلب، نخاف عليك صولته، قال : ليس
عليَّ منه بأس، فلما نظر الجمل إلى رسول الله - صلى الله عليه وسلم - أقبل نحوه
حتى خر ساجدا بين يديه، فأخذ رسول الله - صلى الله عليه وسلم - بناصيته أذل ما
كانت قط حتى أدخله في العمل، فقال له أصحابه : يا رسول الله هذا بهيمة لا يعقل
يسجد لك، ونحن نعقل ، فنحن أحق أن نسجد لك؟ قال : لا يصلح لبشر أن يسجد لبشر، ولو
صلح لبشر أن يسجد لبشر لأمرت المرأة أن تسجد لزوجها لعظم حقه عليها )( أحمد ) .
ودخل
النبي ـ صلّى الله عليه وسلم ـ بستاناً لرجل من الأنصار ، فإذا فيه جَمَل ، فلما
رأى الجملُ النبيَّ ـ صلى الله عليه وسلم ـ ذرفت عيناه ، فأتاه رسول الله ـ صلى
الله عليه وسلم ـ فمسح عليه حتى سكن، فقال : ( لمن هذا الجمل؟، فجاء فتى من
الأنصار فقال : لي يا رسول الله ، فقال له: أفلا تتقي الله في هذه البهيمة التي
ملكك الله إياها، فإنه شكا لي أنك تجيعه )( أبو داوود ) .وتُدْئبُهُ(تتعبه)
ومن صور
رحمته ـ صلى الله عليه وسلم ـ أنه أمر بالإحسان إلى البهيمة حال ذبحها ، وأثنى على
من فعل ذلك، بل ونهى أن تحد آلة الذبح أمامها ..
فعن شداد
بن أوس - رضي الله عنه - عن رسول الله - صلى الله عليه وسلم - قال : ( إن الله كتب
الإحسان على كل شيء، فإذا قتلتم فأحسنوا القتلة، وإذا ذبحتم فأحسنوا الذبح، وليحد
أحدكم شفرته، فليرح ذبيحته )( مسلم ) .
وعن
معاوية بن قرة عن أبيه - رضي الله عنه - أن رجلا قال : ( يا رسول الله إني لأذبح
الشاة وأنا أرحمها، فقال : والشاة إن رحمتها رحمك الله )( أحمد ).
وعن ابن
عباس ـ رضي الله عنهما ـ أن رجلا أضجع شاة وهو يحد شفرته، فقال له النبي - صلى
الله عليه وسلم - : ( أتريد أن تميتها موتات، هلا أحددت شفرتك قبل أن تضجعها
)(الحاكم) .. وعن أبي أمامة ـ رضي الله عنه ـ قال : قال رسول الله ـ صلى الله عليه
وسلم ـ : ( من رحم ولو ذبيحة عصفور، رحمه الله يوم القيامة )( الطبراني )..
ومن عجيب
صور الرحمة بالحيوان في هدي النبي ـ صلى الله عليه وسلم ـ هو تحريم لعنه إياه، فعن
أبي برزة ـ رضي الله عنه ـ قال : كانت راحلة أو ناقة أو بعير عليها بعض
متاع القوم وعليها جارية، فأخذوا بين جبلين فتضايق بهم الطريق، فأبصرت رسول
الله ـ صلى الله عليه وسلم ـ، فقالت : حَلْ، حَلْ، اللهم العنها .. فقال
النبي ـ صلى الله عليه وسلم ـ : ( من صاحب هذه الجارية؟، لا تصحبنا
راحلة أو ناقة أو بعير عليها من لعنة الله تبارك وتعالى )( أحمد )..
وهكذا
كانت حياته ـ صلى الله عليه وسلم ـ كلها رحمة، شملت الصغير والكبير، والمؤمن
والكافر، بل حتى البهائم التي لا تعقل، وهو القائل ـ صلى الله عليه وسلم ـ : (
الراحمون يرحمهم الرحمن تبارك و تعالى، ارحموا من في الأرض يرحمكم من في السماء )(
أبو داود ) ..
ÂLEMLERE
RAHMET OLARAK GÖNDERİLEN;
PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.)’İN HAYVANLARA MUÂMELESİ
Bâzı hadisler, hayvanların, üzerimizde riâyet etmemiz gereken bir
kısım "hakları" olduğunu, bunların ihlâli hâlinde Kıyâmet gününde
hesap verileceği ifâde edilmektedir. Üsâme İbn-i Zeyd'e Peygamberimiz
(aleyhissalâtü vesselâm): "Ey Üsâme, acıkan ciğer sâhibi her hayvan
husûsunda dikkatli ol, Kıyâmet günü Allah'a şikâyet edilirsin" demiştir.
Hayvan hakları fikrini te'kîd eden bir başka hadiste: "Eğer hayvanlara
yaptığınız haksızlıklardan dolayı Allah sizi affedecek olursa, pek çok affa
mazhar kılmış demektir" buyrulur.
Bir hadiste şöyle buyrulur:
"Merhametli olanlara Rahmân (yâni merhamet sâhibi olan Allah) merhamet
eder. Yerde olanlara merhametli olun ki, gökte olanlar da (melekler) size
rahmet etsinler..."
"Her canlıya yapılan
iyiliğin
mutlaka bir sevabı
vardır."
Buhârî, Şürb, 9
İnsanoğlu hayatını idame
ettirebilmek için bir çok şeye muhtaçtır. Bunların en önemlilerinden biri de
hayvanlardır. Nitekim gıda, giyim, nakil gibi zaruri ihtiyaçların
giderilmesinden tezyin malzemelerine, hatta estetik zevklere hitap etmeye kadar
hayvanlar, insan için yaratılmıştır. Kur'an-ı Kerîm'de bu duruma şöyle dikkat
çekilir:
"Hayvanları da Allah
yaratmıştır. Sizin için onlarda ısıtıcı şeyler (yün) ve bir çok faydalar
vardır. Hem onların kendisinden (ve gelirinden) yersiniz. Akşamleyin
getirirken, sabahleyin de salıverirken onlarda sizin için bir (zevk ve)
güzellik vardır. (en-Nahl 16/5-6)
Atları, katırları ve
eşekleri de onlara binmeniz için ve (dünya hayatında) bir zînet olsun diye
yarattı. Ve (Allah Teâlâ) daha sizin bilmeyeceğiniz nice şeyler yaratır.
(en-Nahl 16/8)
Bir âyet-i kerimede ise
insanlar için sağmal hayvanlarda ibretler bulunduğu ifade edilerek bunların bir
sanat hârikası olduğu şöyle beyan buyrulmaktadır:
"Muhakkak sizin için
sağmal hayvanlarda bir ibret vardır. Zira size, onların karınlarındaki fışkı
ile kan arasından (gelen), içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis bir süt
içiriyoruz." (en-Nahl 16/66)
Kur'an-ı Kerîm'de bazı
sûreler çeşitli hayvan isimleriyle isimlendirilmiş,1 bunun yanında hayvanlar,
insanlar gibi bir ümmet olarak vasıflandırılmıştır:
"Yeryüzünde debelenen
hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki sizin gibi birer ümmet
olmasın. Biz kitapta (levh-i mahfuzda) hiçbir şeyi eksik bırakmadık, sonra
hepsi Rablerinin huzurunda toplanacaklardır." (el-Enâm 6/38)
İslâmî gelenek ve
literatürde önemli bir yeri olan "ümmet" kavramının hayvanlar için de
kullanılması gerçekten dikkat çekicidir. Zira hayvanlar, ekolojik düzen ve
dengenin sağlanmasında oldukça mühim bir yere sahiptirler. Ayrıca hayattaki her
nimet gibi hayvanlar da insanoğlunun hizmetine takdim edilmiş emanetlerdir.
Dolayısıyla bu emanetlerden istifade ederken hiyanet içinde olmamak, onlara
karşı daima güzel muamelede bulunmak gerekir. Söz konusu muamelenin en mükemmel
örneklerini âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz -sallallâhu
aleyhi ve sellem-'in tavsiye, emir ve uygulamalarında açıkça görmekteyiz.
Mesela o, belli başlı zararlılar hariç, (Buharî, Bed'u'l-halk, 16; Müslim,
Hacc, 66-67) hayvanların faydasız ve keyfî bir şekilde öldürülmesini
yasaklamıştır. Bir keresinde, ashabına:
"- Haksız yere bir
serçeyi öldürenden Allah Teâlâ kıyamet gününde hesap soracaktır"
buyurmuştu.
Ashap:
- Serçenin hakkı nedir, diye
sordu.
Peygamberimiz de:
"- Onun kesilmesi ve
sonra da yenilmesidir." buyurdu. (Dârimî, Edâhî, 16)
Benzer bir hadîs-i şerifte
Sevgili Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- buyuruyor ki:
"Kim bir serçeyi boş
yere sırf eğlence olsun diye öldürürse, kıyamet günü o serçe feryât ederek
Allah'a şöyle seslenir:
- Ey Rabbim! Falan beni
gereksiz yere öldürdü, herhangi bir fayda için öldürmedi." (Nesâî, Dahâyâ,
42)
Bu hadislerden anlaşıldığı
üzere dinimizde faydalanmak niyetiyle değil de sırf zevk ve eğlence olsun diye
hayvanların avlanması ve öldürülmesi uygun görülmemiş, bu durum onların hayat
haklarına tecavüz olarak değerlendirilmiştir. Hatta Peygamberimiz -sallallâhu
aleyhi ve sellem- bizleri, Allah'ı tesbih eden bir ümmet olarak vasıfladığı
karıncaların bile hayat hakkına riayet etmeye çağırmaktadır. (Buhâri, Cihâd,
152; Müslim, Selâm, 148) 2
Fahr-i Kâinât -sallallâhu
aleyhi ve sellem- insanları, gerek hayvanlara gerekse onların yavrularına karşı
daimî bir şefkat ve merhamete davet etmiştir. Abdullah bin Mesûd -radıyallâhu
anh- der ki:
Biz bir yolculukta
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile beraber idik. Efendimiz bir
ihtiyacı için yanımızdan ayrıldı. O sırada bir kuş gördük, iki tane de yavrusu
vardı. Biz yavrularını aldık, kuş ise aşağı yukarı çıkıp inerek çırpınmaya
başladı.
Neticede Resûl-i Ekrem
-sallallâhu aleyhi ve sellem- geldi ve şöyle buyurdu:
"- Kim bu zavallının
yavrusunu alarak ona eziyet etti, çabuk yavrusunu geri verin!" (Ebü Dâvud,
Cihâd, 112, Edeb, 163-164)
Amir -radıyallahu anh-'dan
nakledildiğine göre Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir gün ashabıyla
birlikte otururken elinde üzeri sarılı bir şey bulunan bir adam gelir ve
Efendimiz'e şöyle der:
- Ey Allah'ın Resûlü seni
görünce buraya geldim. Gelirken bir ağaç kümesinin yanına uğradım. Orada bir
kuşun yavrularının seslerini işittim de hemen onları alıp elbisemin arasına
sardım. Derken anneleri gelip başımın üzerinde dönmeye başladı. Neticede ben yavrularının
üzerini açtım, anne kuş gelip onların üzerine kondu. Ben tekrar üzerlerini
örttüm. Şimdi onlar işte burada benimle beraberdir.
Nebiyy-i Muhterem
-sallallâhu aleyhi ve sellem-:
"- Onları hemen
bırak" diye emretti.
Adam da bıraktı. Ama anneleri
yavrularını terk etmedi.
Bunun üzerine Fahr-i Kâinât
-sallallâhu aleyhi ve sellem- ashabına sordu:
"- Şu annenin
yavrularına şefkatine hayret ediyorsunuz değil mi?"
Ashap:
- Evet yâ Resûlallah,
dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz
-sallallâhu aleyhi ve sellem-:
"- Beni hak ile
gönderen Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun ki, Allah'ın kullarına karşı rahmeti, şu
anne kuşun yavrularına karşı taşıdığı şefkatten daha fazladır. Onları götür,
aldığın yere koy, anneleri de beraber olsun" buyurdu. Adam da onları
tekrar geri götürdü. (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 1)
Hadisimiz çerçevesinde
mesele ele alındığında tabiatta hür bir şekilde yaşamak üzere yaratılan
hayvanların kafeslere hapsedilmesi acaba ne kadar doğrudur?
Bir keresinde de Hz. Aişe
annemiz hırçın bir deveye binmişti. Hayvanı sakinleştirmek için onu sert bir
şekilde ileri geri götürmeye başladı. Nebiyy-i Muhterem - sallallâhu aleyhi ve
sellem- Hz. Âişe'ye:
"- Hayvana yumuşak
davran! Çünkü yumuşaklık nerede bulunursa orayı güzelleştirir. Yumuşaklığın
bulunmadığı her davranış çirkindir." buyurdu. (Müslim, Birr, 78, 79).
Efendimiz -sallallâhu aleyhi
ve sellem- hayvanlara gösterilen şefkat ve merhametin veya merhametsizliğin
insanın ebedi mutluluk veya hüsran vasıtası olabileceğini değişik vesilelerle
dile getirmiştir:
Ebû Hureyre - radıyallahu
anh-'den rivayet edildiğine göre Resûlullah - sallallahu aleyhi ve sellem-
şöyle buyurmuştur:
"Vaktiyle bir adam
yolda giderken çok susadı. Bir kuyu buldu, içine indi su içti ve dışarı çıktı.
Bir de ne görsün, bir köpek, dili bir karış dışarıda soluyor ve susuzluktan
nemli toprağı yalayıp duruyordu. Adam kendi kendine:
- Bu köpek de tıpkı benim
gibi pek susamış, deyip hemen kuyuya indi, ayakkabısını su ile doldurdu, onu
ağzına alarak yukarıya çıktı ve köpeği suladı. Adamın bu hareketinden Allah
Teâlâ hoşnut oldu ve onu bağışladı."
Sahâbîler:
- Ey Allah'ın Resûlü! Bizim
için hayvanlardan dolayı da sevap var mı? dediler.
Resûl-i Ekrem:
"- Her canlı sebebiyle
sevap vardır" buyurdu. (Buhârî, Şürb, 9; Müslim, Selâm 153)
Peygamber Efendimiz'in
burada verdiği örnek karşısında, sahâbîlerden bazılarının, "hayvanlara
iyilikten dolayı da sevap kazanabilir miyiz?" diye sormaları normaldir.
Çünkü bu tür bir davranış o günkü toplumda mevcut değildi. Âlemlere rahmet
olarak gönderilen Nebiyy-i Muhterem -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu
soruyu soranları ve onlar gibi düşünen bütün insanları, verdiği cevapla ikaz ve
irşad etmiştir. Böylece hayvan da olsa mahlûkata yapılacak her iyiliğin
Allah'ın rızasına ve mağfiretine vesîle olacağını anlamaktayız. Bağışlanma ise
saâdet vesilesidir.
Dikkat çekici bir diğer
hadis-i şerifte ise şöyle buyrulmuştur:
"Bir kadın, ölünceye
kadar hapsettiği bir kedi yüzünden azâba uğradı ve bu sebeple cehenneme girdi.
Hayvanı hapsettiğinde ona bir şey yedirmemiş, içirmemiş, yerdeki haşereleri
yemesine bile izin ve imkân vermemişti." (Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim,
Selâm, 151)
Bazen, hırçın hayvanları
sırf terbiye etmek için belli kısıtlamalara tabi tutmak gerekebilir. Ancak
burada aşırıya kaçmamaya dikkat edilmelidir. Savunmasızdır diye hayvana eziyet
edilmesi İslam'ın ruhuna aykırı bir davranıştır. Bu zulmün, dünyada veya
âhirette hesabı mutlaka sorulur.
Mâliki olduğumuz hayvanların
iyi beslenmesi, taşıyabilecekleri kadar yük vurulması, istirahatlarine gerekli
önemin verilmesi de Peygamberimizin üzerinde özenle durduğu hususlardandır. Bir
hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Otu bol yerlerde
yolculuk yaptığınız zaman, otlardan istifade etmeleri için develere imkân
verin. Çorak ve otsuz yerlerde yolculuk ederseniz, takattan düşmeden gidilecek
yere varmaları için develeri sür'atlice sürün. Gece mola verip yatacağınız
zaman yoldan ayrılıp bir kenara çekilin. Zira yol, hayvanların geçeceği ve
böceklerin geceleyeceği yerdir." ( Müslim, İmâre, 178) 3
Resûllullah -sallallâhu
aleyhi ve sellem- Ensar'dan bir kimsenin bahçesine uğramış, orada bir deve
görmüştü. Deve, Peygamber - sallallahu aleyhi ve sellem-'i görünce inledi ve
gözleri yaşardı. Efendimiz devenin yanına gitti, kulaklarının arkasını şefkatle
okşadı. Deve sakinleşti.
Bunun üzerine Hz. Peygamber:
"- Bu devenin sahibi
kimdir? Bu deve kimindir?" diye sordu. Medinelilerden bir delikanlı
çıkageldi ve:
- Bu deve benimdir, Ey
Allah'ın Resûlü, dedi.
Fahr-i Kâinât - sallallahu
aleyhi ve sellem-:
"- Seni sahip kıldığı
şu hayvan hakkında Allah'tan korkmuyor musun? O, senin kendisini aç bıraktığını
ve çok yorduğunu bana şikâyet ediyor" buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44)
Bu hadîs-i şerifte,
insanların şikayet ve müşkillerini dinleyip çözümler getiren Resûlullah
-sallallâhu aleyhi ve sellem-'in aynı zamanda hayvanlara da aynı muamelede
bulunmasının bir örneğini görmekteyiz.
Hayvanların haklarına
gösterilen ihtimamın bir başka örneğini Hz. Peygamber'in terbiyesinde büyümüş
Enes bin Mâlik hazretlerinin dilinden şöyle dinliyoruz:
"Biz bir yerde
konakladığımız zaman develerin yüklerini çözüp onları rahatlatmadan Allah'ı
tesbih ve ibadete koyulmazdık." 4(Ebû Dâvûd, Cihâd, 44)
Efendimiz -sallallâhu aleyhi
ve sellem- hayvanlara binmiş oldukları halde onlar üzerinde hareketsiz bir
şekilde uzun müddet konuşma yapan kimseleri de şöyle uyarmıştır:
"Hayvanlarınızın
sırtını minberler olarak kullanmaktan sakının. Zira tek başınıza güçlükle
gidebileceğiniz bir yere sizi götürmeleri için Allah onları sizlere musahhar
kıldı (emrinize verdi) . Arzı da sizin (durma yeriniz) kıldı, öyleyse
ihtiyaçlarınızı arz üzerinde görün." (Ebü Dâvud, Cihâd, 55)
Sehl bin Amr el-Ensârî -
radıyallahu anh- diyor ki:
Resûlullah - sallallâhu
aleyhi ve sellem- karnı sırtına yapışmış (böğürleri çökmüş) bir devenin
yanından geçti ve:
"- Konuşamayan bu
hayvanlar hakkında Allah'tan korkun! Besili olarak binin, besili olarak kesip
yiyin!" buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44)
Hadisimizdeki
"konuşamayan, ağzı, dili olmayan" nitelemesi, hayvanların merhamete
ve şefkate ne kadar muhtaç olduklarını çok etkili bir biçimde ifade etmektedir.
Hayvanları keserken de
onlara iyi muamelede bulunmak, boğazlama işini elden geldiğince çabuk yaparak
eziyet vermemek gerekir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
"Allah Teâlâ her
varlığa iyi davranılmasını emretmiştir. Öyleyse canlı bir varlığı öldürmeniz
gerektiğinde, bu işi (ona eziyet vermeden) güzel bir şekilde yapın. Bir hayvanı
boğazlayacağınız zaman, (yine ona eziyet vermeden) güzel bir şekilde kesin. Bu
işi yapacak olan kimse bıçağını iyice bilesin, hayvana acı çektirmesin." (
Müslim, Sayd, 57; Tirmizî, Diyât, 14)
İbn-i Abbas -radıyallahu
anhuma-'dan nakledilen bir rivayete göre, Peygamber Efendimiz koyun kesen bir
adam görmüştü. Adam, kesmek üzere koyunu yere yatırdıktan sonra bıçağını
bilemeye çalışıyordu. Bu katı ve duygusuz davranış karşısında Resûl-i Ekrem -
sallallâhu aleyhi ve sellem- adama şöyle çıkıştı:
"- Hayvanı defalarca mı
öldürmek istiyorsun? Onu yere yatırmadan bıçağını bilesen olmaz mıydı?"
(Hâkim, IV, 257, 260)
Peygamberimiz hayvanları
dövüştürmek maksadıyla onları tahrik etmeyi yasaklamıştır. (Ebû Dâvûd, Cihâd,
51; Tirmizî, Cihâd, 30) Binaenaleyh günümüzde yapılan horoz dövüşleri, deve ve
boğa güreşleri gibi müsabakalar Sünnet-i Seniyye'nin kesinlikle müsaade
etmediği âdetlerdir. Zira bu tür âdetler Allâh'ın mahlûkâtına zulümden başka
bir şey değildir.
Efendimiz -sallallâhu aleyhi
ve sellem- ashabını canlı hayvanların atış hedefi yapılmasından da şiddetle
sakındırmıştır. İbn-i Ömer - radıyallâhu anhüma-'dan rivayet edildiğine göre
kendisi birgün, bir kuşu hedef olarak dikip ona ok atan Kureyşli gençlerin yanına
uğramıştı. Hedefe isabet etmeyen her ok için kuş sahibine bir ödeme
yapıyorlardı. Gençler, İbn-i Ömer'in geldiğini görünce etrafa dağıldılar.
İbn-i Ömer arkalarından
şöyle seslendi:
- Bunu yapan kim? Allah ona
lânet etsin. Nitekim Resûllullah - sallallâhu aleyhi ve sellem- de canlı bir
hayvanı hedef olarak dikip ona atış yapana lânet okumuştu. (Buhârî, Zebâih, 25;
Müslim, Sayd, 59)
Peygamberimiz hayvanların
yüzünün dağlanarak tabiî görünümlerinin bozulmasını da yasaklamıştır. İbn-i
Abbâs -radıyallâhu anhüma-' dan rivayet edildiğine göre Nebî - sallallâhu
aleyhi ve sellem-, yüzüne damga vurulmuş bir merkebin yanından geçti. Bunun
üzerine:
"- Bu hayvanın yüzünü
dağlayana Allah lânet etsin!" buyurdu. (Müslim, Libâs, 107)
Gerek canlı hayvanlara işkence
yapmak, gerekse onların güzel sıfatlarının toplandığı yüzlerini damgalayarak
değiştirmek, Allah Teala'nın razı olmadığı bir durumdur. Dolayısıyla Efendimiz
-sallallâhu aleyhi ve sellem- işin ne kadar ciddî olduğunu ve haramlığının
kesinliğini belirtmek amacıyla "lanet" ifadesini kullanmıştır.
Aslında bu gibi kullanımlar Efendimiz'in mübarek sözlerinde pek nadir
geçmektedir. Zira o, insanlar bir tarafa hayvanlara bile gelişi güzel lanet
etmek, kötü söz söylemek veya sövmekten ümmetini sakındırmıştır. Bu yasağa
uymayan bazı kimseleri herkese örnek teşkil edecek bir tarzda tedib etmiştir.
İmrân bin Husayn
-radıyallahu anhümâ - diyor ki:
Bir yolculuk esnasında
Resûlullah - sallallahu aleyhi ve sellem-'le birlikte bulunuyorduk. Medineli
bir hanım, bindiği devesinden sıkılarak ona lânet etti.
Resûlullah -sallallâhu
aleyhi ve sellem- kadının sözünü duyunca:
"- Üzerindekileri alın,
deveyi salın gitsin. Çünkü o deve lânetlenmiştir" buyurdu.
İmrân der ki: O deve hâlâ
gözümün önündedir, insanların arasında gezinirdi de kimse ona ilişmezdi.
(Müslim, Birr, 80)
Konumuzla ilgili diğer
nebevî ifadeler ise şöyledir:
"Horoza sövmeyiniz.
Çünkü o namaz için uyandırır." ( Ebû Dâvûd, Edeb 105, 106)
"Horozun öttüğünü
işittiğiniz vakit, Allah'tan lütfunu ihsan etmesini isteyiniz; çünkü o, bir
melek görmüştür. Eşeğin anırmasını işittiğiniz vakit de şeytandan Allah'a
sığınınız; çünkü o, bir şeytan görmüştür." (Buhârî, Bedü'l-halk 15;
Müslim, Zikr, 82)
Efendimiz -sallallâhu aleyhi
ve sellem- o günün vazgeçilmez seyahat ve savaş vasıtalarından olan atların
beslenmesine ve bakımına ayrı bir önem vermiştir.
Utbe bin Abdillah es-Sülemî
-radıyallâhu anh- anlatıyor:
Resûlullah -sallallâhu
aleyhi ve sellem- buyurdular ki:
"Atın alnındaki tüyleri
kesmeyin, yeleleri de kesmeyin, kuyruğundaki tüyleri de. Çünkü kuyruğu
sinekleri vs. kovalar, yeleleri onu ısıtan elbisesidir, alnı ise orada hayır
bağlıdır." (Ebü Dâvud, Cihâd, 41)
Cerîr -radıyallâhu anh-
anlatıyor:
Resûlullah -aleyhissalâtu
vesselâm-'ı atın alnındaki tüyleri parmaklarıyla bükerken gördüm. Büküyor ve
şöyle diyordu:
"Atın alnına Kıyamet
gününe kadar hayır bağlanmıştır. Bu hayır, cihad sevabı ve ganimettir."
(Müslim, İmâre, 97; Nesâî, Hayl, 7)
Enes -radıyallâhu anh-'dan
nakledildiğine göre birgün Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in ridası
ile atının alnını okşadığı görüldü. Bunun sebebi sorulunca:
"- Ben bu gece at
mevzuunda azarlandım." diye mukabelede bulundu. (Muvatta, Cihâd, 47)
Öte yandan Peygamberimiz
-sallallâhu aleyhi ve sellem-'in ikaz ve beyanlarından, ihtiyaç olmadığı halde
evde köpek beslemenin uygun olmadığını anlamaktayız. Hadis-i şeriflerde ziraat,
hayvancılık, avcılık ve ev bekleme gibi bir sebep olmaksızın köpek besleyen kimsenin
sevabından her gün bir miktar eksileceği bildirilmiş, (Buhârî, Hars, 3, Zebâih,
6) içinde köpek bulunan eve meleklerin girmeyeceği ifade edilmiştir. (Buhârî,
Bedu'l-halk, 7, 17; Müslim, Libâs, 84) 5
Dolayısıyla lüzumsuz yere
zevk için köpek besleyenler hadis-i şerifteki uyarıların muhatabı
olmaktadırlar. Zira köpeğin kuduz hastalığına yakalanma ve onu bulaştırma
açısından hayvanlar arasında ilk sırayı aldığı, tüyü, salyası ve dışkısıyla bir
çok hastalığın yayılmasında etkin rol oynadığı göz önünde bulundurulduğunda,
dinimizin ihtiyaç olmaksızın zevk ve süs için evde köpek beslemeyi
yasaklamasının hikmeti daha iyi anlaşılacaktır. Bu yasağın diğer bir sebebi de
köpeğin gelip geçeni korkutması, hatta bazen de zarar vermesidir. Mamâfih,
bütün mahlûkâta merhamet ve şefkâti emreden İslâm bu tavrıyla, köpeklere kötü
muâmele edilmesini istemiş de değildir.
Buna karşılık hadislerde
kedi, âdeta evin aile fertleri gibi telâkkî edilmiş ve onun necis olmadığı
bildirilmiştir. Bu durum şu rivayetten açıkça anlaşılmaktadır. Sahâbeden Ebû
Katâde -radıyallâhu anh-'ın gelini Kebşe hanım bir gün ona abdest suyu
getirmişti. Bu esnada susamış bir kedi geldi. Ebû Katâde, su kabını eğerek
kediye su içirdi.
Kebşe diyor ki, benim
kendisine baktığımı görünce Ebû Katâde:
- Ey kardeşimin kızı bu
senin tuhafına gitti değil mi? dedi.
Ben de:
- Evet, dedim.
Bunun üzerine o, şöyle
söyledi:
- Resûlullah şöyle
buyurmuştur:
"Kedi pis değildir. O,
devamlı olarak etrafınızda dönüp dolaşan hayvanlardandır." (Ebû Dâvûd,
Tahâre, 38; Tirmizî, Tahâre, 69)
Hasılı insanlar gibi
hayvanların da belli başlı hakları olduğu, bunlara karşı muamelede Resûlullah
-sallallâhu aleyhi ve sellem-'in sünnetine uymanın gerekliliği ortadadır. Zira
bu hususta onun sünneti, hayat bahşeden güzel prensipler takdim ettiği gibi
insanın her türlü tasarrufundan hesaba çekileceğinin şuurunu da vermektedir. İş
gücünden, etinden ve sütünden istifade edilen hayvanların bakımlarını gereği
gibi yerine getirmek, onları sağlıklı ve semiz bir şekilde barındırmak
sahiplerinin vazifesidir. Rabbimizin tabiatta her birini bir hikmete mebni
olarak yarattığı diğer tüm hayvanlara da merhamet ve şefkatle muamele ayrı bir
mesuliyettir. Bütün bu sorumlulukları yerine getirmeyenleri ikaz etmek de
Müslümanların görevidir. Çünkü İslâm toplumu, rahmet toplumudur.
TEFEKKÜR-MÜRÂKABE-ÖĞÜT VE
İBRET ALMAK!
﴿ اَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ۠ ﴿١٧﴾
وَاِلَى السَّمَآءِ كَيْفَ رُفِعَتْ۠ ﴿١٨﴾ وَاِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ۠
﴿١٩﴾ وَاِلَى الْاَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ۠ ﴿٢٠﴾ فَذَكِّرْ اِنَّمَآ اَنْتَ
مُذَكِّرٌۜ ﴿٢١﴾ لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُصَيْطِرٍۙ ﴾ [سورة الغاشية:۸۸/۱۷ـــ۲۲]
17-
“Deveye
bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır!
18-
Göğe
bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiştir!
19-
Dağlara
bakmıyorlar mı, nasıl dikilmişlerdir!
20-
Yeryüzüne
bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır!
21-
Artık
sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin.
DEVE’NİN ÖZELLİKLERİ ---Ş.G.---
1- Hörgüç: Hörgüçler yağ ile doludur. Besine ihtiyaç duymadan bir
ay yolculuk yapabilmesine imkân tanırlar.
2-
Bacaklar: Uzun bacakları,
yumuşak yayvan iki toynaklı ayakları kumda ya da karda yürümeleri
kolaylaştırır. Aynı yandaki bacaklarını birlikte kaldırarak kendilerine özgü
bir biçimde koşarlar.
Uzun Bacaklar:
Deve yürürken, bir yanındaki iki ayağı bir arada, diğer yanındaki iki ayağı da
bir arada olmak üzere ayaklarını ikişerli ayrı ayrı hareket ettirir. Bu sebeple
develere “çöl gemileri” adı verilmiştir. Develerin bacakları çok
güçlüdür, develer yaklaşık 455 kg. yük kaldırabilirler.
Yine günde 160 kilometre yürüyebilir; kısa mesafelerde
saatte 65 kilometre hızla, uzak mesafe koşularında ise yaklaşık 40 kilometre
hızla koşabilirler. Devenin ayak tabanı yere değdiğinde yayılır. Böylece
deve kumda batmadan ilerleyebilir.
3- Süt: Potasyum ve demir miktarlarının daha yüksek olmasının
yanında, C vitamini de diğer hayvanların sütünün 3 katıdır.
4- Burun delikleri: Develer istediklerinde burun deliklerini kapatıp
açabilirler. Böylelikle kum fırtınalarında kum solumaktan kurtulurlar.
5- Yaşam şekli ve Beslenme: Develer güç iklim koşullarına dayanıklı az besinle
yetinebilen hayvanlardır. Gerektiğinde dikenli bitkiler ve kuru otlarla
beslenebilir. Yeterli yiyecek bulamayınca hörgüçlerindeki yağı kullanırlar.
Hörgüçte depolanan yağ ırka ve beslenme koşullarına göre 700-900 kg’ma kadar
çıkabilir. Ama susuzluğa günlerce dayanabilirler. 10 dakikada yaklaşık
60 litre su içer. Su kaynağı bulunca 80-90 litre su içerler.
6- Açlık ve susuzluğa dayanma
yeteneği: Deve, 50 °C sıcaklıkta 8 gün aç-susuz kalabilir.
Bu süre içinde toplam ağırlığının %22’sini kaybeder. İnsan, vücudunda bulunan
suyun %12’sini kaybettiğinde ölürken, deve, vücudundaki suyun %40’ını
kaybettiği halde ölmez. Devenin susuzluğa dayanıklılığının diğer bir sebebi de,
gündüz vücut ısısını 41 °C’ye kadar çıkartan bir mekanizmaya sahip olmasıdır.
Soğuk çöl gecelerinde ise vücut ısısını 30 °C’ye kadar düşürebilmektedir. Öbür
nedeni ise develer bir
7- Göz kapakları: Develerin 3 sıra göz kapakları bulunur. Kum
fırtınalarının değişen şiddetine göre göz kapaklarını kapatabilirler.
Gözlerinin üstünde ve altında bulunan uzun kirpikleri, kapandıklarında gözü
tamamen kapatırlar. Ayrıca iki sırada üç tane koruyucu kirpikleri, tüylü
kulak delikleri gereğinde kapanabilen burun delikleri, keskin görme ve koku
alma duyuları da kum fırtınası gibi elverişsiz çevre koşullarına uyum
sağlamalarına yardımcı olur.
8- Vücut Sıcaklığı: Dışarısının sıcaklığı daha fazla olduğunda, çoğu memeli
soğumak için terler. Fakat develer terlemezler. Bunun yerine vücut
sıcaklıklarını, normal vücut sıcaklıklarının 11 derece üstüne kadar
arttırırlar. Bu sebeple vücutlarındaki suyu daha uzun süre muhafaza
edebilirler.
9- Kıllar: Gövdelerini örten iki tip kıldan alttaki ince ve kısa olanlar bazı
yumuşak ve dayanıklı kumaşların
yapımında kullanılır.
Dipnotlar:
1.Mesela, Bakara (İnek), Nahl (Arı),
Ankebut (Örümcek), Neml (Karınca) sureleri gibi.
2.Bu husula ilgili çok ibretli ve hissiyat dolu
bir hikaye anlatılır: Birgün Bayezid-i Bistâmî, seyahat ederken bir ağaç
altında durur ve yemek yer. Yemeğini bitirip yoluna devâm eden büyük velî,
hayli yol aldıktan sonra torbasının üzerinde bir karınca görür. Hazret:
"- Allâh'ın bu mahlûkunu vatanından
ayırdım" diyerek geri dönüp karıncayı tekrar o ağacın altına bırakır.
3. Hadîs-i şerîf seyahatlerin hayvanlarla
yapıldığı dönemlerdeki bir duruma dikkat çekmektedir. Zira o dönemlerde yırtıcı
hayvanlar ve bir takım haşarat geceleyin yol boyu yürürler, geçen kafilelerden
düşen yiyecek kırıntılarını toplayıp karınlarını doyururlardı. Hem onlara mani
olmamak ve hem de onlardan bir zarar görmemek için yoldan uzak bir mekanda
istirahat tavsiye edilmiştir. Bunun yanında Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve
sellem- zararlı hayvanlarla birlikte bütün şerirlerin şerrinden korunmak
maksadıyla bizlere şu tavsiyede bulunmuştur: " Kim bir yerde konaklar da
sonra ‘Eûzu bi kelimâtillâhi't-tâmmeti min şerri ma halak (Yarattıklarının
şerrinden Allah'ın mükemmel kelimelerine sığınırım)' derse, konakladığı yerden
ayrılıncaya kadar hiçbir şey ona zarar vermez." (Müslim, Zikir, 54, 55)
4.Bu ifadenin "nafile namazı
kılmazdık" veya "kuşluk namazına durmazdık" anlamına geldiği
söylenmektedir. (Sehârenfûrî, XII, 49)
5.Yine bugün eğitilmiş köpeklerin bir
işaret üzerine enkâz altındaki ölü veya canlı insanların bulunduğu yeri
göstermesi yahut kaçakçıların uyuşturucu maddeleri sakladıkları gizli bölmeleri
bulup çıkarması, onların müsbet anlamda istifade edildiği alanlardır.
[4]
Müslim, Sahih, kitabu'l-hayd, babu mayusteru bini li kadai'l---hace, Ebu Davud,
Sür ---i, ---lafız farklılığıyla--- kitabu'l---cihad,'3/23 İbn Mace, Sünen,
1/122, 123; Beyhakî, Delâilü'n-Nübuvve, 6/26, 27
[5]
Heysemî, Mecmau'z---Zevaıd, 9/5, 6; Heysemî şöyle demiştir: Ahmed onu iki
isnadla Taberani de benzeriyle rivayet etmiştir. Ahmed'in iki isnadından bin
kendi adamları ve Sahıh'in adamlarıdır; Beyhakî, Delailu'n---Nubuvve, 6/20, 21
(uzun olarak).
[6] İmam
Ahmed, Musned, 3/159; Münzırî, Terğıb ve't---Terhib, 3/55; Beyhakî, Delailu'n---Nubuvve,
6/29; Suyutî, Durru'l---Mensur, 2/154; Hasaısu'l---Kubra, 2/56; Zebıdİ,
İtha---fu's---Sadeti'l---Muttekîn, 2/206; 5/403; el---Hindî/Kenzu'l---Ummal,
44777; Heysemî, Mecmau'z---Zevaid, 9/4. Bunu, Ahmed'le Bezzar rivayet etmiştir.
Onun ricali (ravileri) Enes'in kardeşinin oğlu Hafs hariç Sahih'in ricalidir. O
da sıkadır (güvenilirdir).
[7] Ebu
Nuaym, Delailu'n---Nubuvve, 325, 326; Beyhakî, Delailu'n---Nubuvve, 6/30;
Heysemî, Mecmau'z---Zevaid, 9/4 (Heysemî şöyle demiştir: "Bunu Taberani
rivayet etmiştir. Raviieri sikadır, (güvenilirdir), bazıları hakkında zayıflık
iddia edilmiştir); İbn Kesir, el---Bidaye ve'n---Nihaye, 6/136 (Taberani'nin
rivayetinden) İbn Kesir de şöyle demiştir: "Bu, bu vecihten yani ibn
Abbas'tan gelen (bu rivayet) çok garibtir.
En sağlamı, İmam Ahmed'in Cabir'den rivayet ettiğidir. el---Eclah'ın,
ez---Zeyyal'den onun da Cabir'den, Cabir'ın de ibn Abbas'tan rivayet ettiği
İmam Ahmed'inkinden daha sağlamdır."
[13] Kütüb-i Sitte, 7/306-308; (Hûd Sûresi,
11/15-16). (Müslim, İmâret 152, (1905); Tirmizî, Zühd 48, (2383); Nesâî, Cihâd
22, (6, 23, 24.)
[4]
Müslim, Sahih, kitabu'l-hayd, babu mayusteru bini li kadai'l---hace, Ebu Davud,
Sür ---i, ---lafız farklılığıyla--- kitabu'l---cihad,'3/23 İbn Mace, Sünen,
1/122, 123; Beyhakî, Delâilü'n-Nübuvve, 6/26, 27
[5]
Heysemî, Mecmau'z---Zevaıd, 9/5, 6; Heysemî şöyle demiştir: Ahmed onu iki
isnadla Taberani de benzeriyle rivayet etmiştir. Ahmed'in iki isnadından bin
kendi adamları ve Sahıh'in adamlarıdır; Beyhakî, Delailu'n---Nubuvve, 6/20, 21
(uzun olarak).
[6] İmam
Ahmed, Musned, 3/159; Münzırî, Terğıb ve't---Terhib, 3/55; Beyhakî, Delailu'n---Nubuvve,
6/29; Suyutî, Durru'l---Mensur, 2/154; Hasaısu'l---Kubra, 2/56; Zebıdİ,
İtha---fu's---Sadeti'l---Muttekîn, 2/206; 5/403; el---Hindî/Kenzu'l---Ummal,
44777; Heysemî, Mecmau'z---Zevaid, 9/4. Bunu, Ahmed'le Bezzar rivayet etmiştir.
Onun ricali (ravileri) Enes'in kardeşinin oğlu Hafs hariç Sahih'in ricalidir. O
da sıkadır (güvenilirdir).
[7] Ebu
Nuaym, Delailu'n---Nubuvve, 325, 326; Beyhakî, Delailu'n---Nubuvve, 6/30;
Heysemî, Mecmau'z---Zevaid, 9/4 (Heysemî şöyle demiştir: "Bunu Taberani
rivayet etmiştir. Raviieri sikadır, (güvenilirdir), bazıları hakkında zayıflık
iddia edilmiştir); İbn Kesir, el---Bidaye ve'n---Nihaye, 6/136 (Taberani'nin
rivayetinden) İbn Kesir de şöyle demiştir: "Bu, bu vecihten yani ibn
Abbas'tan gelen (bu rivayet) çok garibtir.
En sağlamı, İmam Ahmed'in Cabir'den rivayet ettiğidir. el---Eclah'ın,
ez---Zeyyal'den onun da Cabir'den, Cabir'ın de ibn Abbas'tan rivayet ettiği
İmam Ahmed'inkinden daha sağlamdır."
[13] Kütüb-i Sitte, 7/306-308; (Hûd Sûresi,
11/15-16). (Müslim, İmâret 152, (1905); Tirmizî, Zühd 48, (2383); Nesâî, Cihâd
22, (6, 23, 24.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder