HİKMET İLE DAVET ETMEK
﴿ اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ
وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ى هِىَ اَحْسَنُۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ
عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ ﴾ [سورة النحل:١٦/١٢٥]
“(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle,
güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Şüphesiz senin
Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en
iyi bilendir.” (Nahl Sûresi, 16/125.)
" ... اَلنُّصُوصُ الْمَحْدُودَةُ عَلَى الْحَوَادِثُ الْمَمْدُودَةُ ... "
“ … NASLAR SINIRLIDIR. ANCAK HADİSELER SINIRSIZDIR… “
Kıyasın
kabul edilemez bir yöntem olduğunu kanıtlamak sadedinde "sınırlı
rakamla sınırsız işlem mümkünse sınırlı nassla sınırsız meselenin çözümü
mümkündür" şeklinde bir açıklama yapılması ve yine kıyas yoluna
başvurulması da ironik bir durumdur. Buradaki kıyası biçimsel hale getirirsek
şu durum ortaya çıkar:
Asıl: 0'dan 9'a kadar olan
sınırlı rakamlar
Aslın hükmü: Sınırsız
mesele çözülebilir.
Fer': Sınırlı nasslar
İllet: Sınırlı, mahdud
olmak
Sonuç: Sınırlı sayıda
nassla sınırsız mesele çözülebilir.
… Sıfırdan dokuza kadar sınırlı
rakamlarla sınırsız işlemlerin yapılabilmesi gibi, sınırlı sayıdaki ayetle
sınırsız anlam ve çözüm de ayetler arası ilişkilerle mümkün olabilir. Bunun
kesin olarak mümkün olmadığı ispat edilmeden, böylesi bir ön kabul kıyasın
meşrûiyetine delil olamaz.
'İslâm ölmez ki ihyâ
edelim'
Davet ancak ilimle yapılır.
Tebliğ ise ihlas ile yapılır.
USUL-Ü BELİRLEYEN DÖRT KAVRAM VARDIR.
1- İHYÂ,
2- ISLÂH,
3- TECDÎD,
4- İÇTİHÂD-dır.
İslam
ölmez ki ihya edelim. Ama bizim dine bakışımız ölüye dönüşebilir. Bunun ihyaya
ihtiyacı var. Dinin nassları ölmez ki ihya edilsin. İhya insan anlayışında
ancak olabilir.
İslam
hastalanmaz ki ıslah edelim. İslam’ın değil kendimizi ıslah etmemiz
lazım. Tecdit de aynı şekilde İslam eskimez ki yenilensin. Ama bizim
bakışımız eskiyebilir.
Herhangi
bir kimsenin kendi fetvasını ve düşüncesini mutlaklaştırması en büyük tehlike
olmuştur. Dinin mutlakları ile yorumcunun, âlimin yorumu aynı değildir. Eski
âlimler bir görüş ortaya atarlar;
" ... وَاللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِه۪
... "
Ama: “ – Benim en son anlayışım ve
görüşüm budur!=Ben bu kadarına varabildim! - Buradaki murâd edileni en
iyi Allâh-ü Te’âlâ bilir = Bunun doğrusunu Allâh-ü Te’âlâ bilir” derlerdi.
Görüş
mutlaklaşınca da tekfîr devreye giriyor ve ardından da şiddet geliyor.
Kendini
mutlaklaştıran her lider zamanla ruhbanlaşıyor ve ruhban liderde en zalim
diktatör olup çıkıyor.[1]
٢٤٥٨-
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ مُوسَى، قَالَ: حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ
عُبَيْدٍ، عَنْ أَبَانَ بْنِ إِسْحَاقَ، عَنِ الصَّبَّاحِ بْنِ مُحَمَّدٍ، عَنْ
مُرَّةَ الهَمْدَانِيِّ، عَنْ عَبْدِ اللهِ بْنِ مَسْعُودٍ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ
اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اسْتَحْيُوا
مِنَ اللهِ حَقَّ الحَيَاءِ. قَالَ: قُلْنَا: يَا
رَسُولَ اللهِ إِنَّا نَسْتَحْيِي وَالحَمْدُ لِلَّهِ، قَالَ: لَيْسَ ذَاكَ،
وَلَكِنَّ الاِسْتِحْيَاءَ مِنَ اللهِ حَقَّ الحَيَاءِ أَنْ تَحْفَظَ الرَّأْسَ
وَمَا وَعَى، وَالبَطْنَ وَمَا حَوَى، وَلْتَذْكُرِ الْمَوْتَ وَالبِلَى، وَمَنْ
أَرَادَ الآخِرَةَ تَرَكَ زِينَةَ الدُّنْيَا، فَمَنْ فَعَلَ ذَلِكَ فَقَدْ
اسْتَحْيَا مِنَ اللهِ حَقَّ الحَيَاءِ. هَذَا حَدِيثٌ غَرِيبٌ إِنَّمَا
نَعْرِفُهُ مِنْ هَذَا الوَجْهِ مِنْ حَدِيثِ أَبَانَ بْنِ إِسْحَاقَ عَنِ الصَّبَّاحِ
بْنِ مُحَمَّدٍ." [2]
2458- Abdullah
b. Mes’ûd (r.’a.)’den rivâyete göre; Rasûlüllâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
--- “Allâh’dan gereği biçimde hayâ edin!”
Bunun
üzerine --- “Ey Allâh’ın Peygamberi!” dedik, --- “Zaten;
hayâlı davranıyoruz Elhamdülillah!”
Buyurdu
ki: --- “O sizin anladığınız utanma hissi değildir! Allâh’dan
gereği biçimde hayâ etmek demek; baş ve başta bulunan organlarla, karın ve
karının içeresine aldığı organları her türlü günâh ve harâmlardan korumak, ölümü
ve toprak altında çürümeyi dâima hatırlamaktır. Âhireti isteyen dünyânın süsünü
bırakır. Kim bu şekilde davranırsa Allâh’dan gereği biçimde hayâ etmiş olur.”[3]
TESETTÜRLE İLGİLİ AYETLER:
٤١٠٤- حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ كَعْبٍ الْأَنْطَاكِيُّ، وَمُؤَمَّلُ بْنُ
الْفَضْلِ الْحَرَّانِيُّ، قَالَا: حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ، عَنْ سَعِيدِ بْنِ
بَشِيرٍ، عَنْ قَتَادَةَ، عَنْ خَالِدٍ، قَالَ: يَعْقُوبُ ابْنُ دُرَيْكٍ: عَنْ
عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا، أَنَّ أَسْمَاءَ بِنْتَ أَبِي بَكْرٍ، دَخَلَتْ
عَلَى
رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَعَلَيْهَا ثِيَابٌ رِقَاقٌ،
فَأَعْرَضَ عَنْهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَقَالَ: "يَا
أَسْمَاءُ، إِنَّ الْمَرْأَةَ إِذَا بَلَغَتِ الْمَحِيضَ لَمْ تَصْلُحْ أَنْ يُرَى
مِنْهَا إِلَّا هَذَا وَهَذَا" وَأَشَارَ إِلَى وَجْهِهِ وَكَفَّيْهِ قَالَ
أَبُو دَاوُدَ: "هَذَا مُرْسَلٌ، خَالِدُ بْنُ دُرَيْكٍ لَمْ يُدْرِكْ
عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا." [4]
4104... --- “Âişe (r.’anhâ)'dan rivâyet olunduğuna göre: --- “Esmâ Bint-i Ebî Bekir (bir
gün) üzerinde ince (bir elbise) ile Rasûlüllâh (s.a.v.)’ın
yanına gelmişti. (Hz. Peygamber) ondan yüzünü çevirdi ve:
---
“Ey Esmâ! (şurası) muhakkak ki, kadın ergenlik çağına
erişince on (un vücûdun) dan şundan ve şundan başkasının görünmesi uygun
olmaz” dedi ve (kendi) yüzü ile elini işâret etti.”[5]
"Ey
Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle, dışarı
çıkarken üstlerine cilbablarını alsınlar. Bu, onların tanınmasını ve bundan
dolayı incitilmemelerini sağlar. Allah, Gafûrdur, Rahîmdir." (Ahzab,
33/59).
"Mümin
kadınlara da şöyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Zinet
yerlerini açmasınlar. Bunlardan kendiliğinden görünen kısmı müstesnadır.
Baş örtülerini
yakalarının üstüne koysunlar. Zinet yerlerini kendi kocalarından, babalarından,
kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kendi erkek
kardeşlerinden, kendi kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin
oğullarından, kendi kadınlarından, kölelerinden, erkeklik duygusu kalmayan
hizmetçilerden veya henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan
çocuklardan başkasına göstermesinler.
Gizleyecekleri
zinetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah'a
tövbe edin. Böylece korktuğunuzdan emin umduğunuza nail olasınız." (Nûr,
24/31).
"Ay halinden
kesilmiş ve evlenme için ümidi kalmamış olan yaşlı kadınlar zinet yerlerini
erkeklere göstermemek şartıyla dış elbiselerini bırakmalarında onlar için bir
günah yoktur. Bununla birlikte yine de sakınmaları kendileri için daha
hayırlıdır." (Nûr, 24/60).
Tesettürle
ilgili hadisler:
Umeys’in kızı
Esma’dan nakledildi. Dediki:
Resulüllah
(s.a.v) bir gün Hz. Aişe (r.anha)’nın evine girdi. Kızkardeşi Esma yanında idi.
Üzerinde vücudunun hertarafını örten ve yenleri geniş bir elbise vardı.
Resulüllah
(s.a.v) onu görünce kalkıp dışarı çıktı. Hz. Aişe (r.anha) kızkardeşine
“buradan uzaklaş Resulüllah (s.a.v) sende hoşlanmadığı bir şey gördü” dedi.
Hz. Esma
uzaklaştı arkasından Resulüllah (s.a.v) içeriye girdi.Hz. Aişe (r.anha) niçin
kalkıp gittiğini sordu. Resulüllah (s.a.v) de elbisesinin yenini sadece
parmakları görünecek şekilde ellerinin üzerine çekerek şöyle cevap verdi:
“Kızkardeşini
görmedin mi? Müslüman bir kadın şurasından başkasını gösteremez."
(Mecmeu’zzevâid nr:4168)
Bu hadis-i
şerif’ten Hz. Esma’nın giydiği elbisenin bedenini örttüğünü, fakat kollarında
açıklık olduğunu bunun üzerine Resulüllah (s.a.v) bu kıyafetinden
hoşlanmadığını, ellerinin üstünün parmaklara kadarda örtünmesi gerektiğini
islam alimleri anlamışlardır ve de böyle ifade etmişlerdir.
Usame b.Zeyd
(r.a) nakletti. Dedi ki:
“Resulüllah
(s.a.v) Dihye’tül- Kelbi’nin kendisine hediye ettiği mısır kumaşlarından sık
dokunmuş bir elbiseyi bana giydirdi, ben de onu hanımıma giydirdim. Resulüllah
(s.a.v) daha sonra bana sordu: ne oldu Mısırdan gelen elbiseyi giymiyorsun?
Dedim ki, ey Allah’ın Resulü ben onu hanımıma giydirdim. Resulüllah (s.a.v)
buyurdu ki, altına pijama türünden bir şey giymesini ona emreyle. Çünkü ben o
elbisenin kemiklerinin hacmini belli etmesinden korkuyorum.” (Ahmet b. Hambel)
Ibn-i Abbas
(r.anhuma)’dan dediki:
“Resulüllah
(s.a.v) kadınlardan erkeklere benzeyenlere, erkeklereden de kadınlara
benzeyenlere lanet etti.” (Buhari nr:5751, ebu Davut nr:4098, Ahmet b.Hambel
nr:3149, Nesei nr:9161)
“Ümmetimin son
dönemlerinde bir takım adamlar olacaktır. Erkekler gibi eğerlerin (bineklerin)
üzerine binip cami kapılarına ineceklerdir. Hanımları ise giyinik uryandır,
(giyinik çıplaktır), başları üzerinde arık deve hörgücü gibisi vardır. Onalara
lanet edin. Zira onlar lanet olunmuşlardır.” (Ahmet b.Hambel - müsned nr.6786,
Ibn-i Hibban sahih nr:5655-7347)
Hz. Âişe'den
rivâyete göre, bir gün Hz. Ebû Bekir'in kızı Esmâ ince bir elbise ile Allah
Resulunun huzuruna girmişti. Resulullah (s.a.s) ondan yüz çevirdi ve şöyle
buyurdu:
"Ey Esma!
Şüphesiz kadın erginlik çagına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerinden başkasının
görünmesi uygun değildir."
Hz. Peygamber
bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti." (Ebu Davûd, Libâs,
31). "Allah Teâlâ ergin kadının namazını başörtüsüz kabul etmez" (İbn
Mâce, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât, 160; Ahmed b. Hanbel, IV, 151, 218, 259).
"Erkeğin
avret yeri göbeği ile diz kapağı arasıdır." (Ahmed b. Hanbel, II/187).
"Diz kapağı avret yerindendir." (Zeylai, Nasbu'r-Raye, I, 297).
Sahih-i
Müslim'de Ebû Hüreyre (r.a.} tarafından bir rivayette Peygamberimiz (s.a.s),
giyindiği halde açık olan, yani ince ve şeffaf elbise ile dolaşan kadınların
Cehennemlik olduklarını, Cennetin kokusunu bile alamayacaklarını bildirirler.
(Müslim, Libas.-125.)
Harbın oğlu
Züheyr bana anlattı: Bize Cerir Sehl’den o da babasından o da Ebu Hureyre
(r.a)’den nakletti. Ebu Hureyre (r.a) dedi ki:Resulüllah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Ateşlik
iki sınıf insan ki ben onları henüz görmedim. Yanlarında sığır kuyruğu gibi
kamcılar olup insanları onlarla döven topluluk ve biri de bir takım kadınlar
topluluğudur ki bunlar giyinik, çıplaktırlar. Görenleri yoldan saptıran ve
kendileri de haktan sapanlardır. Başları bir tarafa sarkan deve hörgücü gibi
olacaktır. Bunlar cennete giremiyecekler. Kokusu şu kadar, şu kadar yürüme
mesafesinden alındığı halde, bunlar cennetin kokusunu da bulup
alamıyacaklardır." (Müslim - sahih bab: libas ve’l- zineh hadis nr.3971)
Alkame bin Ebi
Alkame annesinin şöyle dediğini rivayet eder:
"Abdurrahman'ın
kızı Hafsa'nın başında, saçını gösterecek şekilde ince bir başörtüsü olduğu
halde Hz. Âişe'nin huzuruna girdi. Hz. Âişe başından örtüsünü alarak ikiye
katladı, kalınlaştırdı." (Muvatta', Libas:4)
Hz. Ömer (r.a.)
ise, cam gibi şeffaf olmasa da, giyindiği zaman altını iyice belli eden
elbisenin kadınlara giydirilmemesi hususunda mü'minlere ikazda bulunmuştur.
(Beyhakî. Sünen, 2:235)
İmam Serahsî bu
nakilden sonra, kadının giydiği elbise çok ince de olsa yine aynı hükmü taşır,
şeklinde bir açıklama getirir. Daha sonra da, "Giyindiği halde açık"
olan mealindeki hadisi kaydeder ve şöyle der: "Bu çeşit bir elbise şebeke
(ağ) gibidir, örtünmeyi temin etmez. Bunun için yabancı erkeklerin bu şekilde
giyinmiş bir kadına bakması helâl olmaz." (el-Mebsût, 10:155)
"Kadın
örtülmesi gereken avrettir. Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker."
(Tirmizî, Radâ, 18).
Hz. Âişe
(R.anhâ)'dan nakledilen;
"Allah
Teâlâ erginlik çağına ulaşan kadının namazını başörtüsüz kabul etmez."
(İbn Mace, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât, 160) hadisi saçları da kapsamına alır.
Hz. Âişe (r.
anhâ) ilk başörtüsü uygulamasını şöyle anlatır:
"Allah ilk
muhâcir kadınlara rahmet etsin onlar; "Baş örtülerini yakalarının üstüne
taksınlar..." (en-Nûr, 24/31) ayeti inince, etekliklerini kesip bunlardan
başörtüsü yaptılar."
Yine Safiyye
binti Şeybe şöyle anlatır: "Biz Âişe ile birlikte idik. Kureyş
kadınlarından ve onların üstünlüklerinden söz ettik. Hz. Âîşe dedi ki:
"Şüphesiz
Kureyş kadınlarının birtakım üstünlükleri vardır. Ancak ben, Allah'a yemin
olsun ki, Allah'ın kitabını daha çok tasdik eden ve bu kitaba daha kuvvetle
inanan Ensar kadınlarından daha faziletlisini görmedim.
Nitekim Nûr
sûresinde "Kadınlar başörtülerini yakalarının üstüne taksınlar..."
ayeti inince, onların erkekleri bu ayetleri okuyarak eve döndüler. Bu erkekler
eşlerine, kız, kız kardeş ve hısımlarına bunları okudular. Bu kadınlardan her
biri etek kumaşlarından, Allah'ın kitabını tasdik ve ona iman ederek başörtüsü
hazırladılar. Ertesi sabah, Hz. Peygamberin arkasında başörtüleriyle sabah
namazına durdular. Sanki onların başları üstünde kargalar vardı."
(Buharî,
Tefsîru Sûre, 29/12; İbn Kesîr, Muhtasar, M. Alî, es-Sâbûnî, 7. Baskı, Beyrut
1402/1981, II/600).
Kadının
namazdaki avreti el ve yüzü dışında kalanıdır. Dışarıya çıkarken alimlerin
çoğunluğuna göre el ve yüz dışında vücudunun her tarafını örtmeli. Dolayısıyla
ayakları çıplak olarak dışarı çıkamaz, çıksa haram işlemiş olur.
İmam
Şafii’ye göre kadın dışarı çıktığı zaman yani yabancı erkeklerin karşısına
çıkarken bütün bedeni örtülü olması lazım. Çünkü Allah (cc) Nur suresinde
Resulüne; “Ey Resul! Müminlerin kadınlarına de ki; ziynetlerini yabancı
erkeklerden örtsünler ancak zahir azalar hariç.” Cumhur, zahir azaların el ve
yüz olduğunu söylüyor. Ama imam Şafii ise; kadının en çok ziyneti yüzünde ve
elindedir, dolayısıyla el ve yüzün örtünmesi lazımdır. Zahirden gayenin ise
elbise giyildikten sonra görünen vücuttur.” Demiş.
İmam
Ebu Hanife ise; kadının namazda örmesi vacip olan yerler; el, yüz ve iki ayak
dışında kalandır diyor. Dolayısıyla el, yüz ve ayakları çıplak olarak dışarıya
çıkabilir, ama eğer fitneden emin ise…
***
Kadının
yüz kısmının sokakta veya yabancı erkeklerin yanında örtülüp örtülmemesi
problemini İslâmî açıdan şu şekilde değerlendirmek mümkündür.
Kuran-ı
Kerimde kadının örtünme sınırları şöyle belirlenir: Ey Peygamber! Mümin
kadınlara söyle gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını
korusunlar, açıkta kalan yerler dışında, ziynetlerini göstermesinler. Baş
örtülerini yakalarının üstüne indirsinler" (en-Nûr, 24/31); Ey Peygamber!
Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle. (Bir ihtiyaç için
dışarıya çıkarken) dış örtülerini üzerlerine alıp örtünsünler. Bu, onların
başkaları tarafından tanınıp rahatsız edilmemeleri için daha uygundur"
(el-Ahzâb, 33/59); İlk cahiliye devri kadınlarının açılıp saçıldığı gibi açılıp
saçılmayın" (el-Ahzâb, 33/33); Kadınlar gizledikleri süslerinin bilinmesi
için ayaklarını yere vurmasınlar" (en-Nûr, 24/31)
Yukarıdaki
ayetlerde bir "baş örtüsü", bir de "dış örtü" olmak üzere
iki parça örtüden söz edilmektedir. Baş örtüsünün yakaların üstüne inecek
şekilde örtülmesinden amaç; kadının baş, saç, kulak, boyun, gerdanlık ve göğüs
kısımlarının örtülmesidir. Çünkü İslâm'dan önceki Arap kadınlarının başları tam
olarak açık değildi. Onlar baş örtülerini enselerine bağlar veya arkalarına
bırakırlar, yakaları önden açılır, gerdanları ve gerdanlıkları açıkta kalır,
ziynetleri görünürdü. Dış örtü ise kadının vücûdunu örten, altını göstermeyen
ve vücut hatlarını ortaya koymayacak şekilde bolca olan bir örtüdür.
Yüz'ün
örtülmesine ait ayetlerde bir açıklık yoktur. Ancak "ziynetlerini veya
ziynet yerlerini açmasınlar" ifadesinden, kadının yüzünün ziynet ve
güzellik yeri olduğu düşünülerek bu kısmın örtülmesi gerekip gerekmediği İslâm
hukukçularınca tartışılmıştır.
Hanefi
ve Mâlikîlere göre, örtünmeyi emreden ayette; "ziynetlerden açıkta kalan
yerler müstesnâ" (en-Nûr, 24/31) ifadesi; kadının sokakta örtmek zorunda
olmadığı bazı yerlerinin bulunduğunu gösterir. Bu yerler de yüz ve ellerden
ibarettir. Bazı sahabe ve tâbiîlerden bu görüş nakledilmiştir. Saîd b. Cübeyr,
Atâ ve Dahhâk bunlardandır (bk. et-Taberî, Câmiul-Beyân fî Tefsîril-Kur'an,
XVIII, 118).
Bu
konuda dayanılan önemli delillerden birisi de Hz. Âişe (r.anhâ) dan nakledilen
şu hadistir: "Ebû Bekr (r.a)'in kızı Esmâ (ö. 73/692), üzerinde ince bir
elbise varken, Allah Resulünün yanına geldi. Resulullah (s.a.s) ondan yüz
çevirerek şöyle buyurdu:
"Ey
Esmâ! Kadın âdet görme yaşına ulaşınca şurası ve şurasından başka yerinin
görülmesi uygun değildir. " O, bunu söylerken yüzünü ve ellerini
gösterdi" (Ebû Dâvud, Libâs, 31; Kurtubî, el-Câmi' Li Ahkâmil-Kur'an,
Beyrut 1405, XII, 229).
Diğer
yandan kadının namazda ellerini ve yüzünü açık tutabileceği konusunda görüş
birliği vardır. Namaz dışında da bu yerlerin avret sayılmaması gerekir. Çünkü
namazda avret yerlerinin örtülmesi farzdır. Bu yerlerin örtülmemesi, farz
olmadığını gösterir. Kadın hac'ta da el ve yüzünü açık tutmaktadır.
Kadın
iş yaparken, gerekli eşyayı tutarken ve hatta örtüsünü örterken bile ellerini
açmaya muhtaç olduğu gibi, çevresini görme, nefes alıp verme bakımından yüzünü
örtmesinde güçlük vardır. Diğer yandan şahitlikte, mahkemede ve nikâh gibi
muamelelerde yüzün açılmasına ihtiyaç vardır. Bu yüzden "zaruretler kendi
miktarlarınca takdir olunur" kaidesince bunların açılmasında bir sakınca
yoktur (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1960, V, 3505, 3506).
Şâfiî
ve Hanbelîlere göre yüz ve eller de avret yeri sayılır. Onlara göre,
"Ziynetlerini açmasınlar" ayeti, ziynetin açılmasını yasaklamaktadır.
Ziynet de ya yaratılıştan olur yüz ve eller de bu kapsama girer. Ya da
dışarıdan süsleme şeklinde olur. Elbise, mücevherat, boyama, kaş yakınma gibi.
Ayet, ziynetlerin açılmasını mutlak olarak yasakladığına göre, yabancı
erkeklerin yanında ziynet sayılan yerlerin açılmaması gerekir. Bu iki mezhep,
"Ziynetlerden açıkta kalan kısım müstesnâ..." ifadesini kasıt ve
tasarlama olmaksızın kendiliğinden rüzgar, bağın çözülmesi vb. sebeplerle
örtünün açılması şeklinde te'vil etmiştir (Muhammed Alî es-Sâbûnî, Tefsîru Âyâtil-Ahkâm,
Dımaşk 1397/ 1977, II, 155).
Hadisten
dayandıkları deliller şunlardır: Cabir b. Abdillah, "Allah elçisine,
ansızın bakışın durumunu sordum. "Gözünü çevir" buyurdu"
demiştir (Ebû Dâvud Nikâh, 43; Tirmizî, Edeb, 28; Ahmed b. Hanbel, IV, 358,
361). Ansızın bakılan yerin, kadının eli ve yüzü olması akla ilk gelen
husustur. Abdullah b. Abbas (r.anhümâ)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Allah Resulu, Fadl b. Abbas'ı hacda terikesine almıştı. Fadl, güzel saçlı
ve yakışıklı bir genç idi. Bir kadın gelip Allah Resulünden fetvâ sordu. Fadl
ona bakıyor, o da Fadl'a bakıyordu. Allah Resulü, Fadl'ın yüzünü öbür yana
çevirdi" (Buharî, Meğazî, 77; Hac, I ; Müslim, Hac, 407).
Buradaki
örtme, fitneye düşme, yani zinaya yol açma tehlikesi yüzündendir. Ancak
hadislerde "kadının yüzünü örtünüz" veya "kadının yüzü de
avrettir" anlamı açıkça ifade edilmemiştir. Bazı sahabilerin kadınlara
şehvetle bakmaları veya anlamlı bakışlarıyla kadınları rahatsız etmeleri
önlenmek istenmiştir. Böyle bir fitne korkusu doğunca, mümin kadınların da
iffetlerini koruması ve erkeklerin dikkatli bakışlarına hedef olmaması
amaçlanmalıdır. Sahabe hanımlarının yüzlerini örttükleri açık olarak
nakledilmediği için, bu konuda bir icma'ın varlığından söz edilemeyeceği gibi;
peçe örtmenin farz veya sünnet olduğunu söylemek de güçtür. Belki genç ve güzel
bazı bayanların, erkeklerin rahatsız edici bakışlarından korunmak ve gönül
dünyalarını daha temiz tutabilmek için başvurdukları bir korunma biçimidir.
﷽
٣٥٩٥-
حَدَّثَنِي
مُحَمَّدُ بْنُ الحَكَمِ، أَخْبَرَنَا النَّضْرُ، أَخْبَرَنَا إِسْرَائِيلُ،
أَخْبَرَنَا سَعْدٌ الطَّائِيُّ، أَخْبَرَنَا مُحِلُّ بْنُ خَلِيفَةَ، عَنْ
عَدِيِّ بْنِ حَاتِمٍ، قَالَ: بَيْنَا أَنَا عِنْدَ النَّبِيِّ ﷺ إِذْ أَتَاهُ رَجُلٌ فَشَكَا إِلَيْهِ
الفَاقَةَ، ثُمَّ أَتَاهُ آخَرُ فَشَكَا إِلَيْهِ قَطْعَ السَّبِيلِ، فَقَالَ: "يَا
عَدِيُّ، هَلْ رَأَيْتَ الحِيرَةَ؟" قُلْتُ: لَمْ أَرَهَا، وَقَدْ أُنْبِئْتُ
عَنْهَا، قَالَ "فَإِنْ طَالَتْ بِكَ حَيَاةٌ، لَتَرَيَنَّ الظَّعِينَةَ
تَرْتَحِلُ مِنَ الحِيرَةِ، حَتَّى تَطُوفَ بِالكَعْبَةِ لاَ تَخَافُ أَحَدًا
إِلَّا اللَّهَ، -قُلْتُ فِيمَا بَيْنِي وَبَيْنَ نَفْسِي فَأَيْنَ دُعَّارُ
طَيِّئٍ الَّذِينَ قَدْ سَعَّرُوا البِلاَدَ-، وَلَئِنْ طَالَتْ بِكَ حَيَاةٌ
لَتُفْتَحَنَّ كُنُوزُ كِسْرَى"، قُلْتُ: كِسْرَى بْنِ هُرْمُزَ؟ قَالَ:
"كِسْرَى بْنِ هُرْمُزَ، وَلَئِنْ طَالَتْ بِكَ حَيَاةٌ، لَتَرَيَنَّ
الرَّجُلَ يُخْرِجُ مِلْءَ كَفِّهِ مِنْ ذَهَبٍ أَوْ فِضَّةٍ، يَطْلُبُ مَنْ
يَقْبَلُهُ مِنْهُ فَلاَ يَجِدُ أَحَدًا يَقْبَلُهُ مِنْهُ، وَلَيَلْقَيَنَّ
اللَّهَ أَحَدُكُمْ يَوْمَ يَلْقَاهُ، وَلَيْسَ بَيْنَهُ وَبَيْنَهُ تَرْجُمَانٌ
يُتَرْجِمُ لَهُ، فَلَيَقُولَنَّ لَهُ: أَلَمْ أَبْعَثْ إِلَيْكَ رَسُولًا
فَيُبَلِّغَكَ؟ فَيَقُولُ: بَلَى، فَيَقُولُ: أَلَمْ أُعْطِكَ مَالًا وَأُفْضِلْ
عَلَيْكَ؟ فَيَقُولُ: بَلَى، فَيَنْظُرُ عَنْ يَمِينِهِ فَلاَ يَرَى إِلَّا
جَهَنَّمَ، وَيَنْظُرُ عَنْ يَسَارِهِ فَلاَ يَرَى إِلَّا جَهَنَّمَ " قَالَ
عَدِيٌّ: سَمِعْتُ النَّبِيَّ ﷺ، يَقُولُ: "اتَّقُوا النَّارَ وَلَوْ
بِشِقَّةِ تَمْرَةٍ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ شِقَّةَ تَمْرَةٍ فَبِكَلِمَةٍ طَيِّبَةٍ"
قَالَ عَدِيٌّ: فَرَأَيْتُ الظَّعِينَةَ تَرْتَحِلُ مِنَ الحِيرَةِ حَتَّى تَطُوفَ
بِالكَعْبَةِ لاَ تَخَافُ إِلَّا اللَّهَ، وَكُنْتُ فِيمَنِ افْتَتَحَ كُنُوزَ
كِسْرَى بْنِ هُرْمُزَ وَلَئِنْ طَالَتْ بِكُمْ حَيَاةٌ، لَتَرَوُنَّ مَا قَالَ
النَّبِيُّ أَبُو القَاسِمِ: ﷺ يُخْرِجُ مِلْءَ كَفِّهِ حَدَّثَنِي عَبْدُ اللَّهِ
بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنَا أَبُو عَاصِمٍ، أَخْبَرَنَا سَعِيدُ بْنُ بِشْرٍ،
حَدَّثَنَا أَبُو مُجَاهِدٍ، حَدَّثَنَا مُحِلُّ بْنُ خَلِيفَةَ، سَمِعْتُ
عَدِيًّا كُنْتُ عِنْدَ النَّبِيِّ ﷺ ..." [6]
3595--- “ … ‘Adiyy İbn Hâtim (r.’a.) şöyle
demiştir: --- “Ben Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in yanında bulunduğum
sırada Peygamber (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’a bir adam gelip, O’na
fakirliğinden yakındı. Sonra Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’e
başka bir kimse geldi ve O’na yol kesilmesinden şikâyet etti. Peygamber (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem):
--- “Yâ ‘Adiyy! Sen
el-Hîre şehrini gördün mü?” dedi.
Ben: ---
“Ben onu görmedim, fakat orası hakkında bana haber verildi” dedim. Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem):
--- “Eğer hayâtın uzun
olursa muhakkak sen hevdeci içinde yolculuk eden kadının el-Hîre’den hareket
edip Allâh’dan başka hiç kimseden korkmayarak tâ Ka’be-yi tavâf edeceğini
göreceksin” buyurdu.
Ben buna ta’accüb ederek kendi
kendime: --- “Beldelerde fitne ve fesâd ateşini
tutuşturmuş olan o Tayy Kabîlesi’nin yol kesicileri nerede olacak ki (kadın tek
başına yolculuk edecek.” Dedim. Hz. Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i
ve sellem) devam edip:
--- “Yemîn olsun eğer
sana hayât uzun olursa, muhakkak Kisrâ’nın hazîneleri feth-olunacaktır” buyurdu. Ben:
--- “Kisrâ İbn-i
Hürmüz’ün hazîneleri mi?” dedim. Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) şöyle dedi:
--- “Kisrâ İbn-i
Hürmüz’ün. Yemîn olsun eğer senin hayâtın uzun olursa, muhakkak sen elinin
dolusu altın yâhud gümüşü sadaka olarak çıkarıp da bunu kendisinden kabûl
edecek kimse arayacak, fakat kendisinden bunu kabûl edecek hiçbir kimse bulamayacak
olan kimseyi göreceksin.”
--- “Yine yemîn ederim
ki, sizden biriniz Allâh’a kavuşacağı gün, Allâh ile kendi arasında kelâmını tercüme
edecek bir tercüman bulunmayarak Allâh’a kavuşacak,
Allâh-ü Te’âlâ da ona:
--- “Ben sana bir Rasûl göndermedim mi ve O sana tebliğ etmiyor muydu? Diye soracak.”
--- “O kul da: --- “Evet, (gönderdin yâ Rabbî)!
Diye cevâb verecek. Bu
sefer Allâh-ü Te’âlâ: --- “Ben sana mal vermedim mi; bu sûretle sana
ihsânda bulunmadım mı? Diye soracak.
Kul: ---
“Evet (verdin ve ihsânda bulundun)!” diyecek.
--- “Bu hâlde o kimse
sağına bakar cehennemden başka bir şey göremez. Soluna bakar yine cehennemden
başka bir şey göremez.”
Adiyy dedi ki: --- “Ben Peygamber (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem)’den işittim, şöyle buyuruyordu:
--- “Şimdi sizin her biriniz
bir tek hurmanın yarısı ile bunu da bulamazsa güzel sözle olsun kendinizi
cehennem ateşinden koruyunuz.”
Adiyy şöyle demiştir: --- “Ben el-Hîre’den hevdeci içinde yolculuğa çıkıp, Allâh’dan
başka hiç kimseden korkmayarak nihâyet Ka’be-yi tavâf eden kadını gördüm. Ben
kendim Kisrâ İbn-i Hürmüz’ün hazînelerini fetheden ordunun içinde bulundum.
Yemîn olsun eğer sizlere hayât uzun olursa, elbette sizler Peygamber Ebû Kâsım (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in söylediği elinin
dolusu altını sadaka olarak çıkaracak olan o kimseleri göreceksiniz.”[7]
١٨٢٦٠- حَدَّثَنَا يَزِيدُ، أَخْبَرَنَا هِشَامُ
بْنُ حَسَّانَ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ سِيرِينَ، عَنْ أَبِي عُبَيْدَةَ، عَنْ
رَجُلٍ، قَالَ: قُلْتُ لِعَدِيِّ بْنِ حَاتِمٍ: حَدِيثٌ بَلَغَنِي عَنْكَ أُحِبُّ
أَنْ أَسْمَعَهُ مِنْكَ، قَالَ: نَعَمْ، لَمَّا بَلَغَنِي خُرُوجُ رَسُولِ اللَّهِ
ﷺ، فَكَرِهْتُ خُرُوجَهُ كَرَاهَةً شَدِيدَةً، خَرَجْتُ حَتَّى وَقَعْتُ نَاحِيَةَ
الرُّومِ، وَقَالَ يَعْنِي يَزِيدَ بِبَغْدَادَ، حَتَّى قَدِمْتُ عَلَى قَيْصَرَ،
قَالَ: فَكَرِهْتُ مَكَانِي ذَلِكَ أَشَدَّ مِنْ كَرَاهِيَتِي لِخُرُوجِهِ، قَالَ:
فَقُلْتُ: وَاللَّهِ، لَوْلَا أَتَيْتُ هَذَا الرَّجُلَ، فَإِنْ كَانَ كَاذِبًا
لَمْ يَضُرَّنِي، وَإِنْ كَانَ صَادِقًا عَلِمْتُ، قَالَ: فَقَدِمْتُ
فَأَتَيْتُهُ، فَلَمَّا قَدِمْتُ قَالَ النَّاسُ: عَدِيُّ بْنُ حَاتِمٍ، عَدِيُّ
بْنُ حَاتِمٍ. قَالَ: فَدَخَلْتُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ ﷺ، فَقَالَ لِي: "يَا
عَدِيُّ بْنَ حَاتِمٍ، أَسْلِمْ تَسْلَمْ" ثَلَاثًا، قَالَ: قُلْتُ: إِنِّي
عَلَى دِينٍ، قَالَ: "أَنَا أَعْلَمُ بِدِينِكَ مِنْكَ» فَقُلْتُ: أَنْتَ
أَعْلَمُ بِدِينِي مِنِّي؟ قَالَ: "نَعَمْ، أَلَسْتَ مِنَ الرَّكُوسِيَّةِ،
وَأَنْتَ تَأْكُلُ مِرْبَاعَ قَوْمِكَ؟" قُلْتُ: بَلَى، قَالَ: "فَإِنَّ
هَذَا لَا يَحِلُّ لَكَ فِي دِينِكَ"، قَالَ: فَلَمْ يَعْدُ أَنْ قَالَهَا،
فَتَوَاضَعْتُ لَهَا، فَقَالَ: "أَمَا إِنِّي أَعْلَمُ مَا الَّذِي
يَمْنَعُكَ مِنَ الْإِسْلَامِ، تَقُولُ: إِنَّمَا اتَّبَعَهُ ضَعَفَةُ النَّاسِ،
وَمَنْ لَا قُوَّةَ لَهُ، وَقَدْ رَمَتْهُمْ الْعَرَبُ. أَتَعْرِفُ الْحِيرَةَ؟
" قُلْتُ: لَمْ أَرَهَا، وَقَدْ سَمِعْتُ بِهَا. قَالَ: "فَوَالَّذِي
نَفْسِي بِيَدِهِ، لَيُتِمَّنَّ اللَّهُ هَذَا الْأَمْرَ، حَتَّى تَخْرُجَ
الظَّعِينَةُ مِنَ الْحِيرَةِ، حَتَّى تَطُوفَ بِالْبَيْتِ فِي غَيْرِ جِوَارِ
أَحَدٍ، وَلَيَفْتَحَنَّ كُنُوزَ كِسْرَى بْنِ هُرْمُزَ" قَالَ: قُلْتُ:
كِسْرَى بْنُ هُرْمُزَ؟ قَالَ: "نَعَمْ، كِسْرَى بْنُ هُرْمُزَ،
وَلَيُبْذَلَنَّ الْمَالُ[8]
حَتَّى لَا يَقْبَلَهُ أَحَدٌ" قَالَ عَدِيُّ
بْنُ حَاتِمٍ: "فَهَذِهِ الظَّعِينَةُ تَخْرُجُ مِنَ الْحِيرَةِ، فَتَطُوفُ
بِالْبَيْتِ فِي غَيْرِ جِوَارٍ، وَلَقَدْ كُنْتُ فِيمَنْ فَتَحَ كُنُوزَ كِسْرَى
بْنِ هُرْمُزَ، وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَتَكُونَنَّ الثَّالِثَةُ، لِأَنَّ
رَسُولَ اللَّهِ ﷺ قَدْقَالَهَا." [9]
[1] Kaynak: Dinihaberler.com / Özel Haber,
Diyanet İşleri eski Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez.
[2] الكتاب:
سنن أبي داود، كتاب اللباس (٢٦/٢٦)، باب: فيما تبدي المرأة من زينتها (٣١)، رقم
الحديث:٤١٠٤، ص:٧٦٣؛ [حكم الألباني] : صحيح.
[3] Tirmizî, Kitâb-ü
Sıfetü’l-Kıyâme (24), Allah İçin Gereği Biçimde Hayâ Etmek Ne Demektir?
Bâbı (24), Hadîs no:2458, s:401-402; Müsned: 3489; (Tirmizî: Bu
hadis garibtir. Bu hadisi sâdece, Ebân b. İshâk’ın Sabbah b. Muhammed’den rivâyetiyle
bilmekteyiz.)
[4]
الكتاب:
الجامع الكبير - سنن الترمذي، كتاب صفة
القيامة (٣٤)، باب: (٢٤)، رقم الحديث:٢٤٥٨، ص:٤٠١-٤٠٢.
[5]
Ebî
Dâvud, Kitâbü’l-Libâs (26), Kadınların Zînet (Yer)Lerinden Nerelerini
Gösterebileceği Konusunda (Gelen Hadisler) Bâbı
(31/33), Hadîs no:4104, s:763. (Ebû Dâvûd dedi ki: Bu (hadis)
Mürsel’dir. (Çünkü) Halid b. Düreyk, Âişe (r.’anhâ)'ya erişmemiştir.)
[7]
Buhârî, Kitâbü’l-Menâkıb (61), İslâm’da Peygamberlik
Alâmetleri Bâbı (25/25), Hadîs no:3595,
s:489. (Peygamber’in bir Mu’cize olarak haber verdiği yollarda emniyetin gerçekleşeceği
müjdesi, kendi hayâtında gerçekleşmeye başlamış, Hz. Ebû Bekr (r.’a.), Hz. Ömer
(r.’a.) ... devirlerinde de kemâlini bulmuştur. Peygamber (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem)’in haber verdiği fetihler de Sahâbîler devrinde
gerçekleşip, ondan sonraki devirlerde ardı arası kesilmeksizin sürüp
gitmiştir.)
[8] في (ظ ١٣): وليبذلن الله المال.
[9] الكتاب:
مسند الإمام أحمد بن حنبل، المؤلف: أبو
عبد الله أحمد بن محمد بن حنبل بن هلال بن أسد الشيباني (المتوفى: ٢٤١ هـ)، المحقق:
شعيب الأرنؤوط - عادل مرشد، وآخرون إشراف: د عبد الله بن عبد المحسن التركي الناشر:
مؤسسة الرسالة الطبعة: الأولى، ١٤٢١ هـ - ٢٠٠١ م، ٣٠/١٩٦، رقم الحديث:١٨٢٦٠؛ (بعضه صحيح،
وهذا إسناد حسن من أجل أبي عبيدة- وهو ابن حذيفة ابن اليمان - فقد روى عنه جمع،
وذكره ابن حبان في "الثقات"، ووثقه العجلي ولا نعلم فيه جرحاً، وهو من
رجال النسائي وابن ماجه، وبقية رجاله ثقات رجال الشيخين. يزيد: هو ابن هارون.
وقوله: "عن رجل" الصحيح أنه ليس في طريق هشام بن حسان، كما صرح بذلك
حماد بن زيد، فيما سيأتي ٤/٣٧٩ ولم يرد من طريقه عند الحكم والبيهقي، كما سيرد في
التخريج، وإنما هو في إسناد يونس بن محمد المؤدب، عن حماد بن زيد، عن أيوب، عن
محمد بن سيرين، الآتي برقم (١٨٢٦٨) . والحديث موصول بين أبي عبيدة بن حذيفة وعدي
بن حاتم كما هو ظاهر. وأخرجه الحاكم في "المستدرك" ٤/٨-٥١٩ من طريق عبد
الله بن بكر = البيهقي، والبيهقي في "دلائل النبوة" ٥/٣٤٣ من طريق مخلد
بن الحسين، كلاهما عن هشام بن حسان، به. لم يذكر الرجل المبهم في الإسناد. قال
الحاكم: صحيح على شرط الشيخين، ولم يخرجاه، ووافقه الذهبي. قلنا: أبو عبيدة بن
حذيفة ليس من رجال الشيخين، كما سلف. وقد أخرجه البخاري في "صحيحه" (٣٥٩٥)
من طريق سعد الطائي، عن محل بن خليفة، عن عدي بن حاتم مرفوعاً بلفظ: بينا أنا عند
النبي صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إذ أتاه رجل، فشكا إليه الفاقة، ثم أتاه
آخر، فشكا إليه قطع السبيل، فقال: "يا عدي، هل رأيت الحيرة؟ " قلت: لم
أرها، وقد أُنبئت عنها. قال: "فإن طالت بك حياة لترين الظعينة ترتحل من
الحيرة حتى تطوف بالكعبة، لا تخاف أحداً إلا الله" قلت فيما بيني وبين نفسي:
فأين دُعَار طييء الذين قد سعَروا البلاد؟! "ولئن طالت بك حياة لتفتحن كنوزُ
كسرى" قلت: كسرى بن هرمز؟! قال: "كسرى بن هرمز، ولئن طالت بك حياة
لترينَّ الرجلَ يُخرجُ مِلْءَ كفه من ذهب أو فضة، يطلب من يقبله منه، فلا يجد
أحداً يقبله منه..". وجاء في آخره نحو قول عدي في هذه الرواية. وأخرج ابن
ماجه (٨٧) ، وابن أبي عاصم في "السنة" (١٣٥) ، والطبراني في
"الكبير" ١٧/ (١٨٢) ، والخطيب في "تاريخ بغداد" ١١/٦٨-٦٩ من
طريق عبد الأعلى بن أبي المساور، عن الشعبي، قال: "قدم عدي بنُ حاتم الكوفة
أتيناه في نفر من فقهاء أهل الكوفة، فقلنا له: حدثنا ما سمعت من رسول الله صَلَّى
اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فقال: أتيت النبي صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فقال:
"يا عدي بن حاتم، أسلم تسلم" قلت: وما الإسلام؟ قال: "تشهد أن لا
إله إلا الله، وأني رسول الله، وتؤمن بالأقدار كلها، خيرها وشرها، حلوها
ومرها"- وهذا لفظ ابن ماجه- وعبد الأعلى بن أبى المساور متروك. وسيرد
بالأرقام (١٨٢٦٨) و (١٨٢٦٩) و٤/٣٧٨ و٣٧٩. وفي الباب في قوله: "وليبذلن المال
... " عن أبي هريرة مرفوعاً: "لا تقوم الساعة حتى يكثر فيكم المال
فيفيض، حتى يُهمَّ رب المال من يتقبل منه = صدقته" سلف برقم (٨١٣٥). وعن
حارثة بن وهب، سيرد ٤/٣٠٦. قال السندي: قوله: من الرَّكوسية، ضبط بفتح الراء، وهم
النصارى. مِرْباع القوم: كان الرئيس في الجاهلية يأخذ ربع مال الرعية، ويسمي ذلك
الربع: المِرْباع. فلم يَعْدُ، من عدا يعدو، أي: فما تجاوز قولَ هذه المقالة أن
تواضعتُ لهذه المقالة. وقال الحافظ في "الفتح" ٦/٦١٣ في شرح حديث
البخاري السالف: قوله: "فلا يجد أحداً يقبله منه"، أي: لعدم الفقراء في
ذلك الزمان، تقدم في الزكاة قول من قال: إن ذلك عند نزول عيسى بن مريم عليه
السلام، ويحتمل أن يكون ذلك إشارة إلى ما وقع في زمن عمر بن عبد العزيز، وبذلك جزم
البيهقي في "الدلائل" من طريق يعقوب بن سفيان بسنده إلى عمر بن أسيد بن
عبد الرحمن بن زيد بن الخطاب قال: إنما ولي عمر بن عبد العزيز: ثلاثين شهراً ألا
والله ما مات حتى جعل الرجل يأتينا بالمال العظيم، فيقول: اجعلوا هذا حيث ترون في
الفقراء، فما يبرح حتى يرجع بماله، يتذكر من يضعه فيه، فلا يجده، وقد أغنى عمر
الناس. قال البيهقي: فيه تصديق ما روينا في حديث عدي بن حاتم. انتهى. ولا شك في
رجحان هذا الاحتمال على الأول لقوله في الحديث: "ولئن طالت بك حياة". (١)
إسناده صحيح، رجاله ثقات رجال الشيخين غير عبد الله بن أحمد، = فمن رجال النسائي،
وزيد بن الحباب فمن رجال مسلم، ويحيى بن الوليد بن المُسَيَّر فمن رجال أبي داود
والنسائي وابن ماجه، وكلهم. ثقة. وهو في "مصنف" ابن أبي شيبة ٢/٥٥، ومن
طريقه أخرجه ابن أبي عاصم في "الآحاد والمثاني" (٢٤٨٨)، والطبراني في
"الكبير" ١٧/ (٢٢٢). وأخرجه الدولابي في "الكنى" ١/١٨٢ عن
الحسن بن علي بن عفان، والطبراني في "الكبير" ١٧/ (٢٢٢) من طريق عثمان
بن أبي شيبة كلاهما عن زيد ابن الحباب، به. وأخرجه ابن أبي عاصم في "الآحاد
والمثاني" (٢٤٨٩) ، والطبراني في "الكبير" ١٧/ (٢٢٢) من طريق عبد
الرحمن بن مهدي، عن يحيى بن الوليد بن المُسَيَّر، بنحوه، وفيه قصة، وزاد فيه:
فلما حضرت الصلاة تقدم عديٌ، وأتم الركوع والسجود، وتجوز في صلاته، فلما أنصرف
قال: هكذا كنا نصلي خلف النبي-صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ. قلنا: فهذه
الرواية تبين أن المراد من قوله: فليتم الركوع والسجود، الإيجازُ مع الإكمال. قال
السندي: أي من غير تطويل القيام. وفي الباب عن أنس رضي الله عنه قال: كان النبي
صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ من أتم الناس صلاةً وأوجزه، سلف برقم (١١٩٦٧). وعن
ابن عمر وأبي هريرة، سلف بالرقمين: (٤٧٩٦) و (٧٤٧٤) وانظر بقية أحاديث الباب هناك.)؛ الكتاب:
سنن الدارقطني المؤلف: أبو الحسن علي بن عمر بن أحمد بن مهدي بن مسعود بن النعمان بن دينار
البغدادي الدارقطني (المتوفى: ٣٨٥ هـ)، حققه وضبط نصه وعلق عليه: شعيب الارنؤوط،
حسن عبد المنعم لبي، عبد اللطيف حرز الله،
أحمد برهوم الناشر: مؤسسة الرسالة، بيروت – لبنان الطبعة: الأولى، ١٤٢٤ هـ - ٢٠٠٤
م، عدد الأجزاء:٥، رقم الحديث:٣/٢٢٤-٢٣٦،٢٢٥،؛ الكتاب: الكتاب المصنف في
الأحاديث والآثار، المؤلف: أبو بكر بن أبي شيبة، عبد الله بن محمد بن إبراهيم بن
عثمان بن واستي العبسي (المتوفى: ٢٣٥ هـ)،
المحقق: كمال يوسف الحوت الناشر: مكتبة الرشد – الرياض الطبعة: الأولى، ١٤٠٩، عدد
الأجزاء: ٧، ٧/٣٤٢، رقم الحديث؛ ٣٦٦٠٦؛ الكتاب: السنن الكبرى، المؤلف: أحمد
بن الحسين بن علي بن موسى الخُسْرَوْجِردي
الخراساني، أبو بكر البيهقي (المتوفى: ٤٥٨ هـ)، المحقق: محمد عبد القادر عطا، الناشر:
دار الكتب العلمية، بيروت – لبنات، الطبعة: الثالثة، ١٤٢٤ هـ - ٢٠٠٣ م، رقم
الحديث؛ ١٠١٣١؛ الكتاب: شرح السنة،
المؤلف: محيي السنة، أبو محمد الحسين بن مسعود بن محمد بن الفراء البغوي الشافعي (المتوفى: ٥١٦ هـ)، تحقيق: شعيب
الأرنؤوط-محمد زهير الشاويش، الناشر: المكتب الإسلامي - دمشق، بيروت، الطبعة:
الثانية، ١٤٠٣ هـ - ١٩٨٣ م، عدد الأجزاء: ١٥، رقم الحديث؛ ٤٢٣٨.