17 Mart 2018 Cumartesi

ŞEHİTLİK MERTEBESİ VE HZ. PEYGAMBERIMIZ (S.A.V.) ÇANAKKALE'DE 18 MART ÇANAKKALE DESTANI


ŞEHİTLİK MERTEBESİ VE HZ. PEYGAMBERIMIZ (S.A.V.) ÇANAKKALE'DE 18 MART ÇANAKKALE DESTANI

ALLÂH (C.C.) SEVGİSİ, AŞKI VE MUHABBETİ.
"لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهْ"
“LÂ İLÂHE İLEELLÂH” ZİKRULLÂH=ALLÂH-Ü TEÂLÂ’YI ZİKİR!

Kur’ân-ı Kerîm’de Yûce Allâh-ü Te’âlâ buyuruluyor ki:

﴿ اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ
[سورة الرعد:۱۳/۲۸]
“Onlar, inananlar ve kalbleri Allâh’ı anmakla huzûra kavuşanlardır. Biliniz ki, kalbler ancak Allâh’ı anmakla huzûr bulur.”[1]
 ﴿ يَآ أَيُّهَا الَّذ۪ينَ أٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْرًا كَث۪يرًاۙ [سورة الأحزاب:٣٣/١- ٤١]

“Ey îmân edenler! Allâh’ı çokça zikredin.”[2]
﴿ تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يمًا غَفُورًا [سورة الإسرآء:۱۷/٤٤]
“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allâh’ı tesbîh ederler. Her şey O’nu hamd ile tesbîh eder. Ancak, siz onların tesbîhlerini anlamazsınız. O, halîm’dir (hemen cezâlandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.”[3]
﴿ وَاِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى  [سورة طٰهٰ:۲۰/۷]
“Sen sözü açığa vursan da, gizlesen de Allâh için birdir. Çünkü O, gizliyi de bilir, ondan daha gizli olanı da bilir.”[4]
"سُبْحَانَ اللّٰهِ وَبِحَمْدِه۪ عَدَدَ خَلْقِة۪ وَزِنَةَ عَرْشِه۪ وَرِضَانَفْسِه۪ وَمِدَادَ كَلِمَاتِه۪ سُبْحَانَ اللّٰهِ وَبِحَمْدِه۪ سُبْحَانَ اللّٰهِ الْعَظ۪يمِ"
“Allâh-ü Te’âlâ’yı mîzân dolusunca, ilminin sonsuzluğunca, rızâsına ulaşıncaya kadar ve Arş’ının tartısınca tesbîh ederim! Allâh-ü Te’âlâ’dan başkasına sığınılıp kaçılmaz, yine ancak O’na sığınılır! Allâh-ü Te’âlâ’yı çiftlerin ve teklerin sayısınca ve tamam olan kelimelerinin tamamının sayısınca tesbîh ederim!

Ey acıyanların en merhametlisi! Senden rahmetinle (bütün belâlardan) selâmet isterim. O yûce ve büyük olan Allâh’ın yardımı olmadan hiçbir günahtan dönüş ve hiçbir ibâdete kuvvet olamaz. O bana yeter! Ne güzel Vekîl’dir! Ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır!

Allâh-ü Te’âlâ, mahlûkatının en hayırlısı olan Muhammed (Sallellâh-ü Aleyh-i ve Sellem)’e ve âl-i ashâbının tamâmına salât ve selâm eylesin!”[5]
"حَسْبِىَ اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ، نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ."
“Allâh bana yeter! Ne güzel Vekîl’dir! Ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır!”[6]
"أَنْتَ الَّذ۪ي سَجَدَ لَكَ سَوَادُ اللَّيْلِ وَنُورِ النَّهَارِ وَضَوْءُ الْقَمَرِ وَشُعَاعُ الشَّمْسِ وَدَوِيُّ الْمَآءِ وَحَف۪يفُ الشَّجَرِ يَآ أَللّٰهُ لَا شَر۪يكَ لَكَ يَا رَبِّ يَا رَبِّ يَا رَبِّ !."
--- “… Gecenin karanlığı, gündüzün nûru, ay-ın ziyâsı, güneşin ışınları, suların sesi ve ağaçların hışırtısı ancak Sana secde etmektedir. Ey hiçbir ortağı bulunmayan Allâhım! Yâ Rabbî! Yâ Rabbî! Yâ Rabbî!”[7]


Ey zemîni çiçek yıldızlarıyla, semâyı da yıldız çiçekleriyle süsleyen Allâhım!
v  Havadaki dem-deme,
v  Kuşlardaki civ-cive,
v  Yağmurdaki zem-zeme,
v  Denizdeki gam-gama,
v  Ra’d-lardaki rak-raka,[8]
v  Taşlardaki tak-taka;
Birer mânidâr zikir. Biz ise Sen’i hakkıyla zikredemedik.
أعوذ بالله من الشيطان الرجيم. بسم الله الرحمن الرحيم.
1-          ŞEHÎDLİK

﴿ وَلَاتَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ أَمْوَاتًاۜ بَلْ أَحْيَآءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ ﴿١٦٩﴾ فَرِح۪ينَ بِمَآ أٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۙ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذ۪ينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْۙ أَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَاهُمْ يَحْزَنُونَۢ [سورة آل عمران:٣/ ١٦٩-١٧٠]
“Allâh yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allâh’ın, lütfundan kendilerine verdiği ni’metlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehîd olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.”[9]

ÂYET-İ KERÎME’NİN SEBEBİ NÜZÛLÜNE GELİNCE;
وَعَنْهُ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ لِاَصْحَابِه۪: إِنَّهُ لَمَّا أُص۪يبَ إِخْوَانُكُمْ بِأَحَدٍ جَعَلَ اللّٰهُ تَعَالٰي أَوْوَاحَهُمْ ف۪ي جَوْفِ طَيْرٍ خُضُرٍ تَرِدْ أَنْهَارَ الْجَنَّةِ تَأْكُلُ مِنْ ثِمَارِهَا وَتَأْو۪ٓى إِلٰى قَنَاد۪يلَ مِنْ ذَهَبٍ مُعَلَّقَةٍ ف۪ي ظِلِّ الْعَرشِ فَلَمَّا وَجَدُوا طَيِّبَ مَأْكَلِهِمْ وَمَشْرَبِهِمْ وَمَق۪يلِهِمْ قَالُوا: مِنْ يُبَلِّغُ إِخْوَانَنَا عَنَّا أَنَّنَا أَحْيَآءُ فِي الْجَنَّةِ نُرْزَقُ؟ لِئَلَّا يَزْهَدُوا فِي الْجنَّةِ وَلَايَنْكُلُوا عِنْدَ الْحَرْبِ. فَقَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: أَنَا أُبَلِّغُهُمْ عَنْكُمْ. فَأَنْزَلَ اللّٰهُ تَعَالٰى:
﴿ وَلَاتَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ أَمْوَاتًاۜ بَلْ أَحْيَآءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ
إِلٰٓى أٰخِرِ الْاٰيًاتِ. أخرجه أبو داود .
İbn-ü Abbâs (r.’anhümâ) anlatıyor: --- “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ashâbına şöyle dedi:

--- “Uhud’da şehîd olan kardeşleriniz var yâ! Allâh, onların ruhlarını yeşil kuşların içine koydu. Bunlar cennetin nehirlerine giden, cennet meyvelerinden yiyen ve Arş’ın gölgesine asılmış, altından kandillere girip istirahat eden kuşlardır. Şehîdler böylece güzel-güzel yiyip içip dinlenince şöyle dediler:

--- “Kardeşlerimize bizden kim haber götürecek ve bildirecek ki bizler cennette dirileriz, rızıklanıyoruz? Bu haber gitmeli ki onlar cennete karşı isteksiz olmasınlar ve harbde korkak davranmasınlar!”

Allâh Te’âlâ onlara cevâben: --- “Sizin haberinizi ben duyuracağım” buyurdu ve şu Âyet-i Kerîme’leri indirdi:[10]

Bu husustaki Câbir (r.’a.) hadîsinde o şöyle anlatıyor:

--- “Bir gün Allâh’ın Rasûlü (s.a.v.) bana rastladı,”

--- “Ey Câbir, seni biraz kırgın (üzgün) görüyorum, neden?” diye sordu,

Ben: --- “Ey Allâh’ın elçisi, babam Uhud’da şehîd oldu arkasında bir âile ve borç bıraktı.” dedim.

--- “Allâh’ın babanı ne ile ve nasıl karşıladığı husûsunda sana bir müjde vermeyeyim mi?” buyurdu, ben:

---”Evet, ey Allâh’ın Rasûlü, müjdele.” dedim.

--- “Allâh, birisiyle konuşacağı zaman ancak bir perde arkasından konuşur. Ama babanı diriltti ve onunla yüz yüze, arada bir perde olmaksızın konuştu:

--- “Ey kulum, benden dilekte bulun, sana vereyim.” buyurdu.

Baban: --- “Ey Rabbim, beni dirilt de senin yolunda cihadda tekrar öldürüleyim, şehîd olayım.” dedi.

Rabb Teâlâ: --- “Hiç şüphesiz benim daha önceki “Onlar oraya bir daha döndürülmeyecekler.” sözüm geçmiştir.” buyurdu.

Câbir der ki: --- “Bunun üzerine bu Âyet-i Kerîme nâzil oldu.”

 
2-          ŞEHİT, ON DEFA DAHA ŞEHİT OLMAYI İSTER!
٢٨١٧- حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ، حَدَّثَنَا غُنْدَرٌ، حَدَّثَنَا شُعْبَةُ، قَالَ: سَمِعْتُ قَتَادَةَ، قَالَ: سَمِعْتُ أَنَسَ بْنَ مَالِكٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، عَنِ النَّبِيِّ قَالَ: "مَا أَحَدٌ يَدْخُلُ الجَنَّةَ يُحِبُّ أَنْ يَرْجِعَ إِلَى الدُّنْيَا، وَلَهُ مَا عَلَى الأَرْضِ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا الشَّهِيدُ، يَتَمَنَّى أَنْ يَرْجِعَ إِلَى الدُّنْيَا، فَيُقْتَلَ عَشْرَ مَرَّاتٍ لِمَا يَرَى مِنَ الكَرَامَةِ." [11]
2817--- … Katâde dedi ki: Ben Enes İbn-i Mâlik’ten işittim ki, Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) şöyle buyurmuştur:
--- “Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyâya geri dönmeyi arzu etmez. Ancak şehit, cennette gördüğü aşırı îtibar ve ikrâm sebebiyle tekrar dünyâya dönmeyi ve on defa şehit olmayı ister.”[12]
Allâh (c.c.) yolunda (savaşta) canını fedâ eden Müslümana şehîd denir. Bu savaş, ister kişinin malını, isterse âilesini korumak için olsun fark etmez.
3-          KİMLER ŞEHÎD OLARAK ÖLÜRLER

﴿ وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ أَمْوَاتٌۜ بَلْ أَحْيَآءٌ وَلٰكِنْ لَاتَشْعُرُونَ
[سورة البقرة:٢/ ١٥٤]
“Allâh yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.”[13]
﴿ ... وَلَنْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لِلْكَافِر۪ينَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ سَب۪يلًا۟ [سورة النسآء:٤/ ١٤١]
“ … Allâh, mü’minlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir.”[14]
Diğer bir Hadîs-i Şerîf’te şöyle buyurulmuştur: --- “Kim, sıdk ile Allâh-ü Te’âlâ-tan şehitlik isterse, yatağında ölse bile Allâh onu şehitlerin derecesine ulaştırır.“[15]
ü Kur’ân-ı Kerîm’de 6666 Âyet-ü Kerîme vardır…
ü Namaz: 64 Âyet…
ü Oruç: 3 Âyet…
ü Hac: 12 Âyet…
ü Zekât: 58 Âyet…
ü Toplam: 137 Âyet…

ü Namaz 9 sene sonra farz kılındı!
ü Oruç 12 sene sonra farz kılındı!
ü Hac 23 sene sonra farz kılındı!
ü Cihâd: 544 Âyet…
﴿ يَآ أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُۙ ﴿١﴾ قُمْ فَاَنْذِرْۙ ﴿٢﴾ وَرَبَّكَ فَكَبِّرْۙ [سورة المدثر:٧٤/ ١-٣]
Bismillâhirrahmânirrahîm. “Ey örtünüp bürünen (Peygamber!) (1) Kalk da uyar. (2) Rabbini yücelt.” (3)[16]

ü Her ibâdetin günâh ve sevâbı ferdîdir!
ü Cihâd’ın günah ve sevâbı umumidir!
ü Yıkanmaz, kefenlenmez!
ü Şehîd acıyı da tatlıyı da duyar!
ü Rûhları cennette yeşil kuşlar olarak gezer!
ü Mîzânı yok!
ü Hiç kimse öldükten sonra geri gelmek istemez. Şehîd hâriç!
ü 70 kişiye şefaat eder!
ü Cihâd’a koşarak gidilir, ama câmiye koşarak gidilmez mekrûhtur!

ü Eyyûb el-Ensârî onun için 90 yaşında bunun için İstanbul’u kuşatmaya katılmıştır.

ü Dedelerimiz bunun için, Çanakkale, kurtuluş, Trablusgarp, yemen vs. savaşlarını yapmışlardır!
وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَٰهِ : مَنْ مَاتَ وَلَمْ يَغْزُ وَلَمْ يُحَدِّثْ نَفْسَهُ بِغَزْوٍ مَاتَ عَلٰى شُعْبَةٍ مِنَ النِّفَاقِ.
Ebû Hüreyre (r.’a.) anlatıyor: --- “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki:

--- “Kim gazve yapmadan ve gazâ yapmayı temennî etmeden ölürse nifaktan bir şûbe üzerine ölmüş olur.”[17]

ü Nifak: Genel mânâda münâfıklıktır.

4-          MELEKLERİN YIKADIĞI SAHÂBE: HANZALA B. EBÛ ÂMİR (R.’A.)

ü Hayye ‘ale’l-Cihâd-i Yâ Hanzala!

(Cünüb olarak savaşa katılır ve şehîd olur, hanımı ağlar sızlar!)

Sâliha hanımı Eşi: --- “Hanzala cünüptü! Savaş emrini duyunca yıkanmaya fırsat bulamadan evden çıkıp gitti! Yıkansaydı harbe geç kalacaktı!” dedi.

Rasûl Ekrem Efendimiz (s.a.v.): --- “İşte melekler onu bunun için yıkadılar!” buyurdu.

5-          HZ. NEVFEL (r.’a.)’İN ŞEHÂDETİ
Nevfel (r.’a.) Efendimizin huzûruna geldi: --- “Yâ Rasûlellâh, ben duâ edeyim siz de âmîn deyin” dedi ve duâ etmeye başladı.
--- “Yâ Rabbî! Nevfel kuluna şehidlik ihsân eyle... Bu iki oğlumu yetim, annelerini dul eyle!”
ü Kılıcını kuşandı, Rasûlüllâh’ la berâber harbe iştirak etti. Şehîd oldu.
ü Cenâzede Peygamber Efendimiz ayak parmaklarının ucuna basarak yürüdü. Bunun hikmeti sorulduğunda şöyle buyurdular:
--- “Beni Peygamber olarak gönderen Allâh’a yemin ederim ki, Nevfel’in cenâzesine gelen meleklerin çokluğundan ayaklarımı basacak yer bulamıyorum bir melek kanadını benim ayaklarımın altına serdi ona basıyorum.”
ü Harb bitmiş, Medîne’ye dönüyorlardı. Peygamberimiz (s.a.v.) Nevfel’ in şehîd olduğunu hanımına söyleyemedi ve eliyle arka tarafı işâret etti.
ü Arkada Hz. Ali (k.v.) vardı. O da Rasûlüllâh söylemediğini görünce eliyle arkayı işâret edip geçti. Nevfel’in hanımı askerin en arkasından gelmekte olan Hz. Ebû Bekir’in yanına varıp Nevfel’i sordu.
ü Hz. Ebû Bekir, Mübârek sakalını da ağzına alıp:
--- “Yâ Rabbî! Habîbin gönül yıkmaktan sakındı. Ben Nevfel’in şehîd olduğunu söylersem Rasûlüllâh’a muhâlefet etmiş olurum. Eğer söylemesem yalan söylemiş olurum. Sen bana yardım et. Ya bana ilhâm ile ne diyeceğimi bildir ya da bu hâtunun kalbine bir sabır ve tahammül gücü ver”
Diye duâ ettikten sonra sakalını ağzına alarak: --- “Yâ Allâh!” diye nidâ etti. Bir de baktılar ki, okun yaydan fırladığı gibi Hz. Nevfel atına binmiş elinde kılıç olduğu halde tozu dumana katıp geliyor. Doğru Hz. Ebû Bekir’in huzûruna gelip:
--- “Buyurun Yâ Ebû Bekir! Beni mi çağırdınız?” Dedi.
ü Hz. Ebû Bekir’in elini öptü ve bütün ashâbı selâmladı. Ashâb bu işe hayret etmişlerdi.
ü Gazâdan dönen Rasûlüllâh her zaman ki gibi mescide girip iki rek’ât namaz kıldı. Nevfel de selâm verip girdi. Efendimiz:
--- “Bu Allâh’ın bir âyetidir, acaba kimin sebebiyle zuhûr etti?” Dedikleri sırada, Cebrâîl (‘aleyhi’s-selâm) gelip Allâh’ın selâmını getirdi ve:
--- “Yâ Rasûlellâh şükür secdesi eyle! Cenâb-ı Allâh ‘Îsâ (‘aleyhi’s-selâm) gibi senin ashâbından birine de ölüleri diriltme selâhiyeti verdi. Eğer Hz. Ebû Bekir bir kere daha ”ALLÂH” dese idi, Cenâb-ı Allâh bütün şehidleri diriltecekti, buyurdu.”
Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) kalkıp Hz. Ebû Bekir’in sakalından öptü ve: --- “Hak Te’âlâ sana büyük ikrâmda bulundu. Allâh’a hamd olsun ki bana Hz. ‘Îsâ (‘aleyhi’s-selâm) gibi ölüleri diriltme izni verilen bir ümmet verdi” dedi.
ü Ondan sonra Hz. Nevfel iki oğula daha sahip oldu ve Yemâme cenginde tekrâr şehîd edildi.

6-          İSLÂM ÂLİMLERİ ŞEHÎDLERİ 3 KISMA AYIRMIŞLAR:
A-      Allâh yolunda savaşırken öldürülen ve hem dünyâ hem âhiret ahkâmı îtibâriyle şehîd sayılanlar.

1-      Allâh-ü Te’âlâ yolunda öldürülenler; Allâh-ü Te’âlâ yolunda ölenler; cephede savaşırken öldürülenler, Allâh için dîn, vatan ve nâmus uğrunda savaşta öldürülenler,
B-      Âhiret ahkâmı îtibâriyle şehîd sayılan, ancak dünyâda kendilerine şehîd muâmelesi yapılmayanlar.

1-        Cum’â günü ve gecesi ölenler,
2-        Abdestli yatıp ölenler,
3-        Suda boğularak ölenler,
4-        Sahur’da çok yemekten patlayarak ölenler,
5-        Yanarak ölenler,
6-        Gurbette ölenler,
7-        Yılan vb. haşerâtın zehirlenmesinden dolayı ölenler,
8-        İshâl’den ve bâzı iç hastalıklardan ölenler,
9-        Karın sancısından (ağırısından) ölenler,
10-    Çökük=göçük (yıkıntı) altında kalanlar,
11-    Üzerine taş yuvarlanarak ölenler,
12-    Canını korurken öldürülenler,
13-    Malını korurken öldürülenler,
14-    Dîn kardeşini savunurken öldürülenler,
15-    Komşusunu savunma uğrunda öldürülenler,
16-    Bulaşıcı hastalıktan ölenler,
17-    Zâtü’l-Cenb’den (karaciğer zarı iltihaplanması=Kanser)
18-    Sara hastalığından,
19-    Tâun’dan (vebâ’dan), koleradan, veremden, şiddetli öksürükten, sâir hastalıklardan,
20-    Zâtüre, verem gibi hastalıklardan ölenler,
21-    İyiliği emredib kötülükten men ederken ölenler,
22-    Doğum esnâsında, karnında çocuğuyla ölen kadınlar, -hâmilelikten doğuma kadar ve çocuğu memeden kesene kadar-
23-    Soğukta gusledip ölenler,
24-    Allâh rızâsı için müezzinlik ederken ölenler,
25-    Haksız olarak, zulümle hapsedilip ölenler,
26-    Hayvandan düşüp ölenler,
27-    Günde 20 (yirmi) kere ölümü düşünenler,
28-    Gıda maddelerini ucuza satanlar,
29-    Müdâra edenler, insanlarla iyi geçinenler,
30-    Dînini öğrenmek-öğretmekte iken ölenler,
31-    Helâlinden ticâret yapanlar,
32-    Misâfir iken ölenler,
33-    Devlete! Karşı gelen tarafından müsâdemede[18] öldürülenler,
34-    Üzerine kaya düşerek ölenler,
35-    Zulüm ve işkence edilerek öldürülenler,
36-    Yol kesiciler tarafından öldürülenlerle,
37-    Savaş günlerinde gayrimüslim vatandaşlar veya bize iltica etmiş yabancılar tarafından öldürülenler,[19]
38-    Garîb, kimsesiz olarak ölenler,
39-    60 yaşını geçip, beş vakit namazı edâ edenler,
40-    Peygamber efendimiz (aleyhi’s-salat-ü ve’s-selâm)’e günde yüz kere salavât getirenler,
41-    Namazda iken ölenler,
42-    Devâmlı olarak, duhâ namazı kılanlar,
43-    Her ay üç gün oruç (eyyâm-ı beyz) tutanlar,
44-    Yolculukta vitir namazını terk etmeyenler,
45-    Her gece Yâ-Sîn Sûresini okuyanlar,
46-    Helâl kazanıp çoluk-çocuğuna ibâdet yapmaları için çalışırken ölenler,
47-    Her gün 25 kere “Allâhümme bârik lî fi’l-mevti ve fî-mâ ba’de’l-mevt” okuyanlar,
48-    Ölüm hastalığında, kırk kere “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn” okuyanlar,
49-    Ehl-i sünnet i’tikâdını ve namazı ta’dîl-i erkân ile kılmayı ihyâ ederek hayat sürüp ölenler,
50-    Terk edilmiş bir Sünnet-i Seniyye’yi ihyâ edenler,
51-    Her sabah-akşam üç kere (Eûzü billâh’i-ssemîıl âlîm-i mine’ş-şeytânirracîm) ile Haşr Sûresi’nin sonunu okuyanlar,
52-    Allâh-ü Te’âlâ’dan, ihlâsla şehîd-lik isteyenler.

Peygamberimiz (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm): --- Kim içtenlikle Allâh’dan şehîd olarak ölmeyi dilerse, yatağı üzerinde ölse bile Allâh onu şehitlerin makamlarına ulaştırır.”[20]
C-      Sâdece dünyâ ahkâmı îtibâriyle şehîd sayılanlar. (Münâfıklar.)
Yâ İslâm’la yükselirsin, yâ inkârda çürürsün.
Yol mezarda bitmez, gittiğinde görürsün.

Genel Kurmay Harp Tarihi Başkanlığı’nın Gerçeğe En Yakın

Tâ uzakta ufuklarda öpüştü seher
Gür bir sedâ dalgalandı seherden evvel
“Duâların zamânıdır, namaza asker
Niyâzına vecd içinde Allâh’a yüksel.”[21]

“Îmân’ın ve vatan sevgisinin gelecek nesillere taşınmasıdır” “ŞEHİTLİK!” Ş.g.
7-          ÇANAKKALE’NİN ŞEHİT SAYISI.
(I. Dünya Harbinde Türk Harbi, V. Cilt, 3. Kitap.)

MÂNEVİYAT…
Tekmil tarih-i harb (Harb tarihi) gibi bu seferde gösterdi ki harb de asıl insandır ve bunun bilhassa Maneviyatıdır… Bunun aksini kabul etmek Çanakkale Müdâfaası’nın cinnet olduğuna hükmetmekle müsâvîdir.

TÜRKLERİN:

Siper aralığı:
8-10 mt. (sekiz-on metre)

Şehit Sayısı:
57.000 (elli yedi bin)
Yaralı Sayısı:
97.000 (doksan yedi bin)
Kayıp Sayısı:
11.000 (on bir bin)
Hastalıktan ölenlerin Sayısı:
14.000 (on dört bin)
-------------------
-------------------
TOPLAM:
179.000 (yüz yetmiş dokuz bin)
AYNI KAYNAKTA, DÜŞMANIN:
Ölü-Tutsak-Kayıp- Sayısı:
43.000.
Yaralı Sayısı:
72.000.

8-          57. ALAY’İN KAHRAMANLIK DESTÂNI
ü 1914, Çanakkale cephesinde dillere destân kahramanlık!
ü Bu Alay; 19. Tümen’in 57.nci Alayı! 
ü Zor ve çetin günlerden bir gün! Düşman durmadan saldırıyor, Anadolu evlâdını dört bir yandan kuşatmıştı!
·     Yâ çemberi yarıp çıkacaklar!
·     Yâ teslim olacaklar!
·     Yâ da Şehâdet şerbetini içecekler!
ü Bir anda Mü’minleri cesâretlendiren, kâfirleri korkuya salan bir ses duyuldu! BİNBAŞI LÜTFİ BEY! --- “Yetiş yâ Muhammed, kitâbın elden gidiyor, yetiş!”
ü Çanakkale de bulunan bir alman subay da bu olaya şâhittir!
Alman Subay anlatıyor: --- “Korkunç bir sesle birlikte bir Türk askeri siperden kalktı, düşmana doğru koşmaya başladı. Hem koşuyor hem kollarını sağa sola sallıyor, hem de sesi çıktığı kadar bağırıyordu. Yanımda bulunan tercümanıma dedim ki:
--- “Şu koşan asker ne diyor?”
--- “Komutanım! --- “Yetiş yâ Muhammed Kitâbın elden gidiyor!” diye bağırıyor.
Böyle bir manzarayı tarih görmemiştir. Asker sanki üzüm toplar gibi düşman mermilerini elleriyle topluyordu. Onu gören diğer askerler de siperlerinden hareketlendi ve o anda çok çetin bir savaş başladı. Kısa zaman sonra karaya çıkan İngiliz birliğinden geriye yerde yatan asker cesetlerinden başka bir şey görünmüyordu.
ü Mehmetçiği gizli bir el koruyordu!

9-          PEYGAMEBIRIMIZ HZ. MUHAMMED (S.A.V.) ÇANAKKALE’DE

ü Tarihler 1928 yılını göstermektedir. Osmanlının son devir âlimlerinden, ilmi ile âmil Alasonyalı Cemal Öğüt Hoca efendi hacca gider.

ü Mekke’deki vazîfesini tamamladıktan sonra Medîne’ye gider. Türbedâr Osmanlı Devleti’ne son derece bağlıdır, hattâ o kadar ki Osmanlı adı geçtiği yerde muhakkak bir hürmet ifâdesi belirtisi gösteriyordu. Bu nûranî ihtiyarın Osmanlı’ya bu derece bağlı ve hürmetli olması Cemal Öğüt Hoca efendinin merâkımı celbeder, bir gün sorar:
--- “Sizde Osmanlı’ya karşı derin bir sevgi ve muhabbet görüyorum, bunun özel bir sebebi var mı?”
Nûrânî ihtiyar derin bir düşünceye daldı, kısa süre sonra başını kaldırdı ve şöyle dedi: --- “Allâh ve Rasûl’ünün muhabbeti, Osmanlı’yı sevmemi gerektirir.”
1915 yılının hac mevsimi idi. Hindistan ulemâsından, âlim, zahit, keşfi açık gerçek bir Allâh dostu da bulunuyordu. Hindistanlı âlimde bir şey dikkatimi çekmişti, sohbetlerinde ağlıyor, namazlarında ağlıyor, yolda yürürken bile gözünden yaş eksik olmuyordu. Ağlamadığı zamanlar bile devamlı hüzünlü idi. Merakım artıkça artı ve bir gün kendisine bunun sebebini sordum:
--- “Efendi! Bu mübârek yerdesin, gözün gönlün açılacağı yerde devamlı ağlıyorsun, ağlamadığın zamanlarda yüzünde hüzün var, bunun sebebi, hikmeti nedir?”
--- “Ben uzun yılların hasreti ile çok uzaklardan buralara geldim. Ben Kâinatın Efendisi’nin kokusunu, rûhâniyetini Hindistan’dan alırdım. Şimdi buralara geldim, Efendimin Kabr-i Şerif’i başındayım, ama Hindistan’da aldığım feyiz ve nûrânîliği burada bulamadım. Bu ne hâldir diye düşünüyorum, acaba bir günah mı işledim, bir suçum mu var? Efendim benim üzerimden himmetini çekti mi? Ya da Efendim, burada değil, burada olsa onu hisseder, onun rûhâniyetinden bereketlenirdim. Bu hâl beni perişân etti… Ağlamamın sebebi budur.”
Bu Hindistanlı âlimin, yalan söyleme, abartı yapma gibi bir durumu söz konusunu değildi. Son derece samîmî bir hâl içindedir. Her hac mevsiminde değişik bölgelerden gelen Allâh dostları ile karşılaşır, onları Allâh Rasûlü’nün rûhâniyeti ile nasıl bağlantılar kurduklarını bilirdi. Bu Hind-li âlim de onlardan biri idi, türbedârın bunda zerre şüphesi yoktu.
Sabah namazına kalkmadan önce türbedâr bir rüyâ görür. Rüyâsında Kâinâtın Efendisini görür. Nûr yüzlü türbedâr, edebinden Efendimiz (s.a.v.)’e bir şey soramaz. Dün yaşananlar aklına gelir, bir şey diyemez. Türbedârın düşüncelerine Kâinatın Efendisi cevap verir:
--- “O kardeşimin hissettiği doğrudur. Ben her zamanki makâmımda değilim, birkaç zamandır Çanakkale’deyim… Çok zor durumda bulunan kardeşlerimi yalnız bırakmaya gönlüm râzı olmadı. Onlara yardım ediyorum…”
10-    YAVUZ SELÎM HÂN’IN 12 GÜNDE SÎNÂ ÇÖLÜNÜ GEÇMESİ!

--- Napolyon geçemeden geri döndü…
--- Almanlar tanklarla 11 günde geçti…
--- Hırka-ı Saâdet (Kutsal emânetler)’te 24 saat Kur’ân-ı Kerîm Tilâveti…

11-    BEŞ ASIRLIK NÖBET ŞEKİL DEĞİŞTİRİYOR

Yavuz Sultan Selim, Mısır seferinden berâberinde getirdiği Hırka-i Saadet’i makam odasına yerleştirmiş, yanı başında yirmi dört saat Kur’ân okunmasını istemişti. Beş asra yakın zamandır mülk ü milletin selâmeti için devam eden bu gelenek!

Hırka-i Saadet Dairesi’ndeki 24 saat Kur’ân okuma geleneği sona erdirilmek yâ da CD vasıtasıyla mekanik bir düzeneğin icrasına indirgenmek isteniyordu. Oysa bu gelenek Emânetlerin İstanbul’a gelişiyle birlikte Yavuz Sultan Selim tarafından başlatılmıştı. Yavuz kendisinin de içlerinde bulunduğu kırk hafızı bu işle görevlendirmişti.

Gelenek 1920 yılında kesintiye uğramış, ara ara tekrar canlandırılmaya çalışılmış, en son İsmail KAHRAMAN’ın Kültür Bakanı olduğu dönemde yeniden yirmi dört saat icrâsına başlanmıştı…[22]

12-    ALLÂH (C.C.)’NUN PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.)’İN VEFÂTINDAN SONRADA MÜBÂREK VÜCÛDUNU KORUMASI!

Hıristiyanlar Peygamberimiz (s.a.v.)’in mübârek vücûdunu kabrinden kaçırıp Avrupa’ya getirmek üzere iki kişiyi görevlendirdiler. Bu kişiler Müslüman kıyâfetine bürünerek gûyâ hac yapmak için yola çıktılar. Geceleri tünel kazıyorlar, çıkan toprakları kabir ziyâreti bahânesiyle Bâkî kabristanı’na döküyorlar. Peygamberimiz (s.a.v.) mübârek vücuduna iyice yaklaştıklarında… Adâletli hükümdâr olarak tanınan ve haçlılara karşı başarılı savaşlar yapan Ortaçağ İslâm Târihi’nin parlak sîmâsı Selçuklu Atabeyi Nûreddîn Mahmut Zengi Aksungur (1146-1174)  teheccüd namazı kılıp yatar... Rüyâsında Peygamber (s.a.v.) Efendimizi görür. Ona iki sarışın yüzlü adamı göstererek:

--- “Ey Nûreddîn! Beni bunlardan kurtar” der. Feryâd ederek uyanır. Abdest alır tekrar yatar... Üç kere…

Veziri Cemâlettin Mavsilî’yi yanına çağırarak gördüğü rüyâyı anlattı. Yirmi süvari ile Şam’dan yola çıktılar. 16 Günde Medîne’ye vardılar. Mescid-i Nebi’de iki rek’ât namaz kılıp Efendimizi ziyâret etti.

VEZİR: --- “Hükümdâr, Peygamberimiz’i ziyâret maksadıyla gelmiş, yanında da sizlere hediye getirmiştir. Medînelilerin isimlerini yazın” dedi... Herkes gözden geçirildi fakat rüyâda gördüğü simalara rastlamadı. --- “Hediye almayan kaldı mı?” diye sordu. Orada bulunanlar dediler ki: --- “Endülüs’ten gelen iki kişi var ihtiyaçları da yok...” Onları da huzûruna çağırır… Her şeyi itiraftan sonra dediler ki: --- “Peygamber’in kabrine iyice yaklaştığımız gece gök gürültüsü ve şimşekler öyle bir sarsıntı meydâna getirdi ki sanki dağlar yerinden oynayacaktı. Bundan fenâ halde korktuk ve sabahleyin de sizin geldiğinizi haber aldık” Suçlarını itiraf ettiler ve idam edildiler. Bu olaydan sonra Peygamberimiz’ in Kabrinin çevresine derin hendekler kazdırdı ve kurşun eriterek doldurup muhâfaza altına aldı. Bu olay H:557/M: 1162 vuku buldu.[23] İşte Yüce Allâh (c.c.) düşmanlarının hilelerini böylece boşa çıkarmıştır.   

13-    ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- “bu: bir Avrupalı!”
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer-mahşer.[24]

Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da,[25]
Ostralya’yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisânlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...

Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak-sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâ-merd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat îmân?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sîs-i İlâhî o metîn istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
"O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme" dedi.
Âsım’ın nesli... Diyordum yâ... Nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,[26]
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! 
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i...
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ’be-yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,[27]
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili Sultân-ı Salâhaddîn’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla berâber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihâd...
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

14-    MENKIBELER; YARBAY HASAN BEY OLAYI:

Bugün Hayatta Olmayan Çanakkale Savaşı Gâzileri, Son Günlerinde Anlattıkları Savaş Anıları

--- “NİYE ZAHMET BUYURDUNUZ YÂ RASÛLELLÂH?”

        Kalbi engin bir şefkat ve merhametle dolu olan Yarbay Hasan Bey, Kilit Bahir köyünden geçerken yaralı bir köpeğin su içmek için köy çeşmesine yaklaşmaya çalıştığını fakat çeşme başında çamaşır yıkayan kadınların ve oynayan çocukların yarasından kanlar ve irinler akan bu köpeği çeşmeye yaklaştırmadığını gördü.

        Köpek boynunu büküp çaresiz bir şekilde dönerken olayı takip eden Hasan Bey atından atladı. Akan kanlarına ve irinlerine aldırmadan köpeği kucaklayıp çeşmeye getirdi. Önce bir güzel susuzluğunu giderdi, sonra yaralarını sardırıp karnını doyurdu. Köpek âdeta hayata yeniden dönmüştü. Velinimeti olan Hasan Bey’in peşini bırakmıyordu.

        Yarbay Hasan Bey de köpeği sevmişti. Ona Canberk ismini koydu. Canberk Türk siperlerinde gündüz savaşlara katılıyor akşam nöbet tutuyordu. Yaraları da artık iyileşmiş, tüyleri yeniden çıkmıştı. Bir gün Fransızlarla yapılan süngü harbinde Mehmetçik başarılı olmuş, düşman siperlerini ele geçirmişti.

        Yarbay Hasan Bey siperler arasında dolaşıp yaralı olan askerleri cephe gerisinde kurulan hastaneye sevk ediyordu. Bir Fransız askerinde hafif bir kıpırdanma görünce yaralı zannedip yanına yaklaştı. Zira merhamet âbidesi olan Hasan Bey’in engin yüreğinde sadece yaralı bir köpeğe değil, göğüs göğse çarpıştığı düşman askerine bile fazlasıyla yer vardı.

        Fakat yerdeki Fransız askerinin Canberk kadar bile iyilik-bilirliği, kadirşinaslığı yoktu. Yarbay Hasan Bey şefkatle eğilip yarası var mı diye bakarken ani bir hareketle hançerini çıkarıp Hasan Bey’in göğsüne sapladı. Artık Hasan Bey son anlarını yaşıyordu. Askerleri büyük üzüntü içindeydi.

        Canberk de koşa koşa gelmiş Hasan Bey’in ellerini yalıyor, melül melül gözlerine bakıyordu. Tabur imamı da geldi, başında Kur’an okuyordu. Yarbay Hasan Bey yanındaki askerlere birden;

--- “Beni ayağa kaldırınız” diye seslendi. İki asker kollarına girip Hasan Bey’i ayağa kaldırdılar ve Hasan Bey son sözlerini söyledi:

--- “Niye zahmet buyurdunuz yâ Rasûlellâh?”

        Canberk de dâhil bütün herkes ağlıyordu. Fakat yapacak bir şey yoktu. Hasan Bey’in üzerine bir Türk bayrağı örttüler ve şehit düştüğü yeri kazmaya başladılar. Canberk de bayrağın altından girip Hasan Bey’in ayaklarına kapanmıştı. Kabri kazdıktan sonra defnetmek için bayrağı kaldırdılar. Hasan Bey’in sadık dostu Canberk’i ayırmak için dokunduklarında askerlerin şaşkınlığı bir kat daha arttı.

        Çünkü Canberk sadakatin zirvesine ulaşmış, o da velinimeti Hasan Bey’in ayakucunda ruhunu teslim etmişti. Önce Peygamberimizin ağuşunu (kucağını) açtığı o mübârek komutanı defnettiler, sonra da onun ayakucuna sadık dostu Canberk’i…

        Çanakkale’de Allâh’ın izniyle Efendimiz (s.a.v.)’den başka meleklerin ve evliyâullâhın da yardımları görülmüştür. Savaşa katılmış olan Lâdikli Ahmed Ağa, isminin Kaşıkçı Dede olduğunu söyleyen nur yüzlü bir zâtın cehennemî bir çatışma ortasında, herkesin susuzluk çektiği bir anda askerlerimize su dağıttığını, bu sudan kendisinin de içtiğini söylemiştir. Kaşıkçı Dede, sudan matarasına da koyup “Eğer yaralanırsan bu suyu yarana sür” demiş ve bir iki defa yaralanan Lâdikli Ahmed Ağa suyu yarasına sürünce çok kısa sürede iyileşmiştir. Kaşıkçı Dede, savaştan yıllar önce vefat eden ve Kilit Bahir’de Metfûn bulunan bir Allâh dostudur.

ZAHMET BUYURDUNUZ YÂ RASÛLELLÂH!
Bir Türk subayı şiddetli bir çarpışma esnâsında vurulmuş, ağır yaralanmış, kanlar içinde yere serilmiştir. Yanında birkaç askeri vardır, yaralarından kanlar fışkırmakta, son anlarını yaşamaktadır. 
Birden: --- “Beni ayağa kaldırınız!” der.
Askerler şehidlikle şereflenmiş sevgili kumandanlarının bu son arzusunu yerine getirirler. Mecalsiz vücudunun kollarına girerler ve ayağa kaldırırlar.
Mübârek şehîd, kısık bir sesle Kelime-i Şehâdet getirir ve sonra:
--- “Zahmet buyurdunuz Yâ Rasûlellâh!” Diyerek son nefesini verir.
15-    MEHMETÇİĞİN MERHAMETİ

Tarih 20 Temmuz 1915. Yer Çanakkale… Savaş bütün dehşetiyle sürüyordu. Reuters Telgraf Ajansı’nın Çanakkale muhabiri, Londra’daki ajans merkezine savaşın gidişatını anlatırken, savaşın insanî boyutunu öne çıkaran bir haber geçer: --- “Türkler pek merdâne ve soylu bir tarzda harb ediyor. Bunlardan biri şiddetli ateş altında olduğu halde, askerlerimizden birinin yarasını sarmak gayretinde. Diğeri yaralı bir Avustralyalı askerin yanına bir şişe su bırakarak insanî bir harekette bulunuyor. Mert Türk askerlerinden bir başkası İngiliz siperlerinden uzak bir mevkide yaralı düşüp saatlerce aç ve güçsüz kalan İngiliz askerine ekmek vererek yüce bir davranış gösteriyor. Türklerle çarpışan İngiliz askerlerinin hemen hepsi Türkler tarafından İngiliz esirlere iyi muamele yapıldığı konusunda hemfikir.”[28]

16-    KONUŞAN ŞEHİT

Nebhânî anlatıyor: Abdurrahman en-Nüveyrî (k.s) âlim, fakih ve ârif bir veliydi. Dimyat’ta Frenklerle yapılan savaşa katıldı ve şehit edildi. Onu öldüren Frenk şunu anlattı: 

Ben onu öldürdükten sonra kendisiyle alay ederek:

--- “Ey Müslümanların papazı, siz kitâbınızda:

“Allâh yolunda öldürülenleri ölü saymayın. Onlar Rab’leri yanında diridirler ve rızıklanırlar,”[29] diyorsunuz. Bu gerçek mi? dedim. Bunun üzerine, şeyh gözlerini açtı ve başını yerden kaldırarak kuvvetli bir sesle:

--- “Evet gerçektir! Onlar diridirler ve rızıklanırlar, dedi ve tekrar başını yere indirip gözlerini kapattı. Bunu görünce, Allâh küfrü kalbimden çıkardı ve şeyhin ellerine kapanıp Müslüman oldum. Umarım ki, Cenâb-ı Hak, onun bereketiyle ve Müslüman oluşum yüzünden beni affeder.” Bu kerâmetli hâdiseden sonra, şeyhe, “KONUŞAN ŞEHİT” ismi verildi.[30]

17-    TETİĞİ ÇEKEN PARMAĞIN KOPMUŞ BE ADAM

Ezine ilçesine bağlı Geyikli beldesinden Halil Helvacı: “27. alayda Arıburnu cephesinde 9 ay çarpıştım. Bir defâsında 3 gün hiç durmadan süngü harbi yaptık. Koskoca alaydan 7 kişi kalmıştık. Sonra bize 10 (on) er daha verdiler. Beni de çavuş yaptılar.

Bir gün düşmana Arıburnu’ndaki mevziden ateş ediyoruz. Tetiği çekiyorum tüfek patlamıyor. Yanımdaki arkadaşa --- “Tüfek bozuldu gâlibâ” dedim. Arkadaş kontrol ettikten sonra yüzüme acı-acı baktı ve:

--- “Senin tüfekte bir şey yok, tetiği çeken parmağın kopmuş be adam” deyince acısını o an duydum.”










18-    ŞEHİTLERE DUÂ

أعوذ بالله من الشيطان الرجيم. بسم الله الرحمن الرحيم.
Eûzü billâhi mine’ş-Şeytâni’r-Racîm. Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm.
(Allâh’ın huzûrundan kovulmuş olan Şeytân’ın şerrinden yine Allâh-ü Te’âlâ-ya sığınırım. O Rahmân ve O Rahîm olan Allâh-ü Te’âlâ-nın adıyla.)
أَلْحَمْدُ لِلَّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿﴾ وَالْعَاقِـبَـةُ لِلْمُـتَّـق۪ينَ ﴿﴾ وَلَا عُدْوَانَ إِلَّا عَلَي الظَّالِم۪ينَ ﴿﴾ وَالصَّلٰاةُ وَالسَّلٰامُ عَلٰى رَسُولِـنَا مُحَمَّدٍ وَأٰلِه۪ وَصَحْبِه۪ٓ أَجْمَع۪ينَ ﴿﴾ أَللَّٰـهُمَّ رَبَّـنَا يَا رَبَّـنَا تَـقَـبَّـلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ ﴿﴾ وَتُبْ عَلَيْنَا يَا مَوْلٰــنَآ إِنَّكَ أَنْتَ التَّــوَّابُ الرَّح۪يمُ ﴿﴾ وَاهْدِنَا وَوَفِّقْـنَآ إِلَى الْحَقِّ وَإِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَـق۪يمٍ ﴿﴾ بِـبَـرَكَـةِ الْقُرْأٰنِ الْعَظ۪يمِ ﴿﴾ وَبِحُرْمَـةِ مَنْ أَرْسَلْـتَـهُ رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ ﴿﴾ وَاعْفُ عَـنَّا يَا كَر۪يمُ ﴿﴾ وَاعْفُ عَـنَّا يَا رَح۪يمُ ﴿﴾ وَاغْفِرْ لَـنَا ذُنُـوبَـنَا بِفَضْلِكَ وَجُودِكَ وَكَرَمِكَ يَآأَكْرَمَ الْاَكْرَم۪ينَ ﴿﴾

"اَللّٰهُمَّ أَعِزَّ الْاِسْلَامَ وَالْمُسْلِم۪ينَ، وَأَذِلَّ الْكُفْرَ وَالْكَافِر۪يــنَ، وَأَذِلَّ الشِّرْكَ وَالْمُشْرِك۪ينَ، وَ دَمَّرَ أَعْدَآءِكَ أَعْدَآءِ الدّ۪يــنَ، وَاجْعَل هٰذَا الْبَلَد أٰمِنًا مُطْمَئِنًّا وَسَآئِر بِلَادِ الْمُسْلِم۪ينَ، يَا رَبَّ الْعَالَم۪ينَ، بِرَحْمَتِكَ يَآ  أَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ."
EY BENİM ALLÂH-IM!

İslâm’ı ve Müslümanları ‘azîz eyle, küfrü ve kâfirleri zelîl eyle, şirki ve müşrikleri zelîl eyle, din düşmanlarını, sana düşman olanları yok et! Helâk eyle, beldemizi ve sâir müslüman beldeleri güvenli ve huzurlu kıl, ey âlemlerin rabbi olan Allâh’ım!  Rahmetinle bizlere acı, şefkât eyle, ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allâh-ım!
Allâh-ım! Ölülerimizi de dirilerimizi de, burada bulunanları da, bulunmayanları da, küçüklerimizi büyüklerimizi, erkeklerimizi kadınlarımızı bağışla, Bizden hayat verdiklerini İslâm üzere yaşat, vefat ettirdiklerini de îmân ile vefât ettir.      

Allâh-ım! Bize seni sevmeyi lütfet. Meleklerini, elçilerini ve Salih kullarını sevmeyi de nasîb eyle.

Allâh-ım! Bize sevgini lütfet. Geçmişte işlediğimiz ve gelecekte işleyeceğimiz günâhlarımızı bağışla.

Allâh-ım! Sevgili Peygamberimiz; hayır nâmına senden neler taleb etmiş ise biz onları istiyoruz, şer nâmına nelerden sana sığınmışsa, biz de onlardan sana sığınıyoruz.    

YÂ RABBÎ!

Müslümanlara ve İslâm’a yardım eyle! Vatanımızı, milletimizi, ordumuzu ve yurdumuzu, her türlü tehlikeden, sıkıntı ve felâketlerden koru!

Yurdumuzu pâyidâr, milletimizi bahtiyâr eyle! Bizleri, dünyâda vatansız âhirette îmansız bırakma! İçerdeki ve dışarıdaki düşmanlarımıza karşı bizleri dâima duyarlı ve uyanık eyle.

Bu husûsta bizlere, güç kuvvet, sabır ve metânet, birlik ve berâberlik ihsân eyle! Cennet vatanımızın bizlere ebedî yurt kalması için genç yaşta hayatlarını fedâ eden, canlarıyla azîz vatanımıza siper olan, kanlarıyla vatanımızın tapusunu yazan ve hâin teröre kurban giden azîz şehitlerimize ganî-ganî rahmet eyle!

Allâh-ım! Ülkemize dirlik düzenlik, milletimize birlik berâberlik, yöneticilerimize dirâyet ve ferâset, yönetimimize istikrâr ve istikâmet ihsân eyle! Halkımızı mutlu ve umutlu eyle! Huzûrumuzu kaçırmak isteyenlere fırsat verme Yâ Rabbî!

Allâh-ım! Îmânımızı söndürtme, bayrağımızı indirtme, ezânımızı dindirtme, vatanımızı böldürtme, birliğimizi-dirliğimizi, huzûrumuzu bozdurtma. Bizi ben-sen, biz-siz diye birbirimize düşürtme. Düşürmek isteyenlere de fırsat verme Yâ Rabbî!

Allâh-ım! Bizlere, Allâh ve Peygamber tanıyan, kalbinde Allâh korkusu taşıyan, vatana ve milletine hizmet aşkıyla yanıp tutuşan, ana baba duâsı almayı şerefli bir vazîfe sayan ve bilen; gözler nûru, gönüller sürûru, hayırlı nesiller yetiştirmeyi nasîb eyle!

Bizleri de anne babalarımıza karşı hayırlı evlatlar olabilmeyi nasîb eyle Yâ Rabbî!

Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüşte ancak sanadır.

Ey Rabbimiz! Bizi inkâr edenlerin zulmüne uğratma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz şüphesiz sen mutlâk güç sâhibisin, hüküm ve hikmet sâhibisin.

Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip îmânlı kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde îmân edenlere karşı hiçbir kin bırakma!

Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkâtli, çok merhametlisin.

Yâ Rabbî! Duâ sendedir; o duânın kabûl ve icâbeti de sendendir. Yâ Rabbî! Duâ ve yakarışımızda sana lâyık olmayan sözleri söyleyip hatâlarda bulunmuş isek, o kelimeleri sen ıslâh eyle ve Zâtı Şerif’ine yaraşır şekilde noksanlarıyla kabûl eyle. Çünkü sözlerin hâkim ve sultânı sensin Allâh-ım!

Yâ İlahi! Dağların, taşların şühedâ gövdesine büründüğü, şu cennet vatan toprağında Şeyh Edebali yurdundan, Ertuğrul Gazi diyarından hep birlikte ellerimizi açtık duâ ediyoruz. Ellerimizi huzûrundan boş çevirme Yâ Rabbî!

Allâh-ım! Yedi iklim, yedi düvele ve bütün cihâna karşı destanlar yazan, şu anda da “ZEYTİN DALI HAREKÂTI, AFRİN KUŞATMAMIZ’da da olduğu gibi; dünyâya huzur, güven ve adâlet getirmek için büyük zaferler kazanan Milletimizi, devletimizi, ordumuzu, yurdumuzu, ebediyen pâyidâr eyle!

Allâh-ım! İzzetimizi, şerefimizi, onurumuzu, harîmi ismetimizi çiğnetme. Mâbetlerimizin göğsüne nâ-mahrem eli değdirtme. Ezanlarımızı susturma, şanlı bayrağımızı indirtme Allâh-ım!

Yâ Rabbî! Yüce kitâbında dîn, îmân, millet, vatan, hak, hakîkat, adâlet, erdem, fazîlet uğruna can veren şehitler için ‘ölüler’ demeyiniz, bilakis onlar diridirler’ buyuruyorsun.

Bizler de onların dip-diri olduklarına şeksiz şüphesiz inanıyoruz ve şehitlerimizin şu an duâlarımıza ‘ÂMÎN’ diyerek eşlik edeceklerini umuyoruz. Şehitlerimiz hürmetine Duâlarımızı kabûl eyle Allâh-ım!

Onların makamlarını âli eyle! O güneşlerin ışığını yurdumuzun, milletimizin üzerinden hiçbir zaman eksik eyleme, Allâh-ım!

Allâh-ım! Şehitlerimizi ve gazilerimizi dünyaya getiren, bin bir çile ile büyüten ve onları yüce ideallerle yetiştirip âhirete irtihâl eden annelerimize babalarımıza rahmet eyle!

Yâ Rabbe’l-Âlemin! Millet olarak bizlere şehitlerimizin azîz hatırasını, milletimizin rûh ve gönül dünyâsında yaşatmayı nasîb eyle! Bizleri onların uğruna canlarını verdikleri yüce değerlere ihânet edenlerden eyleme Allâh’ım!

Bugün de aynı îmân, aynı gâye, aynı azim, aynı niyet, aynı duygulara sâhip kardeşler topluluğu olmayı, barışı, huzûru, esenliği, kardeşliği, erdemi, hakkı, adâleti, fazîleti, ülfet ve muhabbeti egemen kılmayı bizlere nasîb eyle Allâh-ım!

Yâ Rabbî! Asırlardır milletimizin birliği, dirliği, istiklâl ve istikbâlimiz için toprağa düşen yiğitler gibi bu gün de aynı şuurla aynı değerler uğruna fedây-ı can ederek şehîd olan kardeşlerimize de ganî-ganî rahmet eyle. Makamlarını âlî, mekânlarını cennet eyle. Geriye kalanlara sabr-ı cemîl, ecr-i cezîl ihsân eyle Yâ Rabbî!

Dînimizin, milletimizin, devletimizin bekâsını sarsacak her türlü dâhilî ve hâricî fitnelerden bizleri halâs eyle! Bizlere basîret ver. Kötü niyetlilere fırsat verme Allâh-ım!

ALLÂH-IM!
İslâm’a, Dînimizin bütün kurallarına, Kur’ân-ı Kerîm’e, Sünnet-i Seniyye-ye, Ezânımıza, vatanımıza, bayrağımıza, insanlığa, garip-gurabâ-ya ve mazlumlara yardım eden adâletli DEVLET RİCÂLİMİZE yardım eyle Allâh-ım!
Sağlıklarını sıhhatlerini ziyâde kıl Allâh-ım! Ömürlerine ve yapacakları her türlü hayırlı işlerine bereketler ihsân eyle Allâh-ım! 
Kendilerini küffâra karşı; şiddetli, heybetli, ‘azametli, vakârlı ve celâlli olmalarını nasîb eyle Allâh-ım!
Müslümanlara karşı; ana rahmi gibi rahmetli, sevecen, hoşgörülü, hilim ve rahmet dolu sıfatlarla taltîf eyle Allâh-ım! Her hasenatlarına sayısız, dünya ve âhiret ecirler ihsân eyle Allâh-ım!
Bedrin aslanları ve Malazgirt kahramanları kadar şanlı ve muazzez olduğuna inandığımız azîz şehitlerimiz hürmetine ülkemizi ve gönül coğrafyamızı her türlü tefrikadan, kardeş kavgasından ve fitneden muhâfaza eyle Allâh-ım!
﴿ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِۜ [سورة الرعد:۱۳/۲٤]
“Sabretmenize karşılık selâm sizlere. Dünyâ yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir!”[31]

Diye şehitlere fermân buyurdun Allâh-ım!
"السَّلَامُ عَلَيْكُمْ أَهْلَ الدِّيَارِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُسْلِم۪ينَ، وَإِنَّا، إِنْ شَآءَ اللّٰهُ لَلَاحِقُونَ، أَسْأَلُ اللّٰهَ لَنَا وَلَكُمُ الْعَافِيَةَ."[32]
--- “Selâm size ey bu diyârın mü'min ve müslim olan halkı! Bizler de inşâallâh (Size) katılacağız. Allâh’dan bize ve size âfiyet dilerim.”[33]
Yâ Rasûlellâh buyurduğunuz mübârek duânıza bizi de alın Ey Allâh’ın Rasûlü!


Tüm şehitlerimize ve özellikle de vatanımızın devletimizin pâyidâr oluşu için canlarını seve-seve veren 15 Temmuz şehitlerimize rahmet ve merhametinle muâmele eyle Allâh-ım!

“Zeytin Dalı = Afrin Harekâtımız ’da” şehîd olan kahraman civan-merd arslan parçalarımızın makamlarını âlî yüce eyle! Şehâdetlerini kabûl eyle. Hz. Peygamberimiz Muhammed Mustafâ (s.a.v.) Efendimize AFRİN ŞEHİTLERİMİZİ ve bütün şehitlerimizi komşu eyle Allâh-ım!

Şehitlerimizin anne-babalarına, eşlerine, sevenlerine ve akrabalarına sabr-u cemîl ecr-u cezîl ve metânet ihsân eyle Allâh-ım!

15 Temmuz ve Afrin gâzîlerimizin yaralı olanlarına âcil şifâlar ihsân eyle Allâh-ım!

Dînimiz ve vatanımız uğrunda gözlerini kırpmadan canlarını fedâ eden azîz şehitlerimizi, şükran, minnet ve rahmetle yâd ediyoruz, şehitlik makâmında olanların şefaatlerine nâil eyle Allâh-ım!
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

Ruhlarınız şâd olsun! Makamlarınız mekânlarınız âlî, yüce olsun!

Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbî
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbî
Tâ ki yükselsin ezânlarla müeyyed nâmın
Gâlîb et; çünkü bu son ordusudur İslâm’ın[34]

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,[35]
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

“Îmândır o cevher ki İlâhî ne büyüktür,
Îmânsız olan paslı yürek sînede yüktür!”

Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.[36]

®      AL RENGİ; “Ecdâdın kanı”,
®      HİLÂLİ; “Lâ ilâhe İllellâh”,
®      YILDIZI; “Muhammedü’r-Rasûlüllâh”,

Olup; îmân ve sarsılmaz inancı, her dâim dalga-dalga tâzeleyen; Yeryüzündeki bayrakların şanlı, şerefli ve erdemlisi! Devlet ve milletimizin milli sınırlarımız içerisinde, dış temsilciliklerimizde, hâkimiyet temsîlinin işâreti olan, vatandaşlarımız tarafından sevilip, sayılan ve gerektiğinde uğrunda seve-seve hiç düşünülmeden can verilen bayrağımızı ne olur koru Allâh-ım!
Bu vatanımızı; gönlümüzde yaşayan azîz şehitlerimize borçluyuz.
“Bu toprağı Türk’ün kanı yoğurdu.
Annem beni bugün için doğurdu!”

Dînimiz ve Vatanımız için can vermeye bizler de hazırız Allâh-ım!

Yâ İlâhî! Okuduğumuz Aşr-ı Şerîflerden hâsıl olan sevâbı evvelâ, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafâ, sallellâh-ü aleyh-i ve sellem’in rûhuna, bütün peygamberlerin rûhlarına hediyye eyledik vâsıl eyle.

Allâh’ın rahmeti, selâmı ve rızâsı onların tamâmı üzerine ve bu zâtların hânedânı, çocukları, hanımları, ashâbı ve onlara tâbî olanların rûhları ile onların zürriyetlerinin hepsi üzerine olsun.

Yâ Rabbî! Babalarımızın, analarımızın, erkek ve kız kardeşlerimizin, evlâdımızın, akrabâmızın, sevdiklerimizin, sâdık dostlarımızın, hocalarımızın ve üstâdlarımızın hocalarının, meşâyihlerimizin, üzerimizde hakları bulunan kimselerin, erkek ve kadın mü’minlerden hayatta olan ve vefât etmiş bulunan kimselerin rûhlarına rahmet ve selâmet ihsân eyle! Bu sevaplardan onları da haberdâr eyle Allâh-ım!

Yâ Rabbî! Bizlere ölüm ânında, selâmet-i îmân nasîb-i müyesser eyle. Nefeslerimiz tükenip vâdelerimiz geldiği zaman, ol kelime-i münciye-i mübâreke ki buyurun, “Eşhedü el-Lâ İlâhe İllellâh Ve Eşhedü Enne Muhammed’en ‘Abdühû Ve Rasûlüh” diyerek çene kapamak nasîb eyle.

İki cihânımızı da mâmûr eyle. Her türlü musîbetten bizleri muhâfaza eyle.

Yâ Rabbî! Günâhlarımızı affeyle. Kusurlarımızı mağfiret eyle. Hatâlarımızı mahfeyle. Ayıplarımızı setreyle. Aşkını muhabbetini feyzini, bereketini, rahmetini hikmetini, sevgini ve korkunu gönlümüze kalbimize sen yağdır Yâ Rabbî!

Yâ Rabbî! Bizler sana nasıl duâ edeceğimiz bilemiyoruz, Yâ Rabbî! Bizler seni aslâ meth-ü senâ edemiyoruz. Sen kendini nasıl övdüysen öylesin. Hazret-i Peygamberimiz sallellâh-ü aleyh-i ve sellem sana nasıl duâ ettiyse öyle duâ ediyoruz, kabûl eyle Yâ Rabbî!

Tembellikten,
Âcizlikten,
Korkaklıktan,
İhtiyarlığın düşkünlüğünden,
Fakirlikten,
Cimrilikten,
Borçlu düşmekten,
Gururdan,
Kibirden,
Riyâdan,
Hasetten,
Nemîmeden (laf taşımaktan),
İftirâdan,
iftirâya düşmekten,
Kötü ahlâktan,
Ağlamayan-ürpermeyen kalpten,
Gözden, gönülden,
Büyük küçük bütün günâhlardan,
Gecenin karanlığından,
Fayda vermeyen ilimden
Gizli âşikâr bilip bilemediğimiz bütün şirklerden, aklımıza gelmeyen bütün çirkin işlerden sana sığınıyoruz. Nefsimizi ve neslimizi sen muhâfaza buyur Yâ Rabbî!

Yâ Rabbî! Dünyânın her bir köşesinde özellikle, İslâm ülkelerinde ve Türkiye-mizde acı ve açlık çeken Müslümanlara sen imdâd eyle. Vatanımızı sen koru Allâh-ım!

Beşeriyyeti îmân nûru ile münevver eyle Yâ Rabbî!

Ey hâcetleri edâ, duâları kabûl eden ve esirgeyenlerin en merhametlisi bulunan Rabbimiz! Dileklerimizi kabûl buyur. Ellerimizi boş geri çevirme Yâ Rabbî!

SELÂM, peygamberler üzerine; HAMD, âlemlerin Rabbi olan Allâh-ü Teâlâ üzerine olsun! Âmîn! Âmîn… Ve’l-Hamdü li’l-lâh-i Rabbi’l-Âlemin… el-Fâtihâ!



[1] Ra’d Sûresi, 13/28.

[2] Ahzâb Sûresi, 33/41.

[3] İsrâ Sûresi, 17/44.
[4] Tâ-Hâ Sûresi, 20/7.
[5] سُبْحَانَ اللّٰهِ مِلْءَ الْم۪يزَانِ وَمُنْتَهَى الْعِلْمِ وَمَبْلَغَ الرِّضَا وَزِنَةَ الْعَرْشِ لَامَلْجَأَ وَلَامَنْجَا مِنَ اللّٰهِ إِلَّا إِلَيْهِ، سُبْحَانَ اللّٰهِ عَدَدَ الشَّفْعِ وَالْوَتْرِ وَعَدَدَ كَلِمَاتِ اللّٰهِ التَّآمَّةِ كُلِّهَا، أَسْأَلُكَ السَّلَامَةَ بِرَحْمَتِكَ يَاأَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ، وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللّٰهِ العَلِيِّ الْعَظ۪يمِ، وَهُوَ حَسْب۪ى وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ، نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ، وَصَلَّى اللّٰهُ وَسَلَّمَ عَلٰى خَيْرِ خَلْقِه۪ مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِه۪ وَصَحْبِه۪ أَجْمَع۪ينَ.
Muhammed Ebû’l-Yüsr Âbidîn, el-Evrâdü’d-Dâime, sh: 92.
[6] Muhammed ibn-i Hatîruddîn, el-Cevâhiru’l-Hams, Millet Genel Kütüphanesi, kısım: Reşid Efendi, kayıt no: 506, varak: 19.
[7] ed-Deylemî, el-Firdevs bi me’sûri’l-Hitâb, no:1831, 1/450; Yûsuf İbn-i İsmâ’îl en-Nebhânî, el-İstiğâsetü’l-Kübrâ bi Esmâillâhi’l-Hüsnâ, sh: l80-181.
[8] Ra’d: Gök gürültüsü.
[9] Âl-i Imrân Sûresi, 3/169-170.
[10] Kütüb-i Sitte, 3/373 (Ebû Dâvüd, Cihâd 27, (2520). (Âl-i Imrân Sûresi, 3/169-170.)
[11] صحيح البخاري، كتاب الجهاد و السير (٥٦)، باب: تمني المجاهد أن يرجع إلى الدنيا (٢١/٦١)، رقم الحديث: ٢٨١٧، ص:٣٨١؛ صحيح مسلم، كتاب الإمارة (٣٣)، باب: فضل الشهادة في سبيل الله تعالى (٢٩)، رقم الحديث:١٠٩ (١٨٧٧)، ص:٧٨٣؛ الكتاب: مسند أبي داود الطيالسي: المؤلف: أبو داود سليمان بن داود بن الجارود الطيالسي البصرى (المتوفى: ٢٠٤ هـ)، المحقق: الدكتور محمد بن عبد المحسن التركي، الناشر: دار هجر – مصر، الطبعة: الأولى، ١٤١٩ هـ - ١٩٩٩ م، عدد الأجزاء: ٤، رقم الحديث:٢٠٧٦، ص:٣/٤٦٨.
[12] Buhârî, Kitâbü’l-Cihâd ve’s-Siyer (56), (Allah Yolunda Şehîd Edilen) Mücâhidin Dünyâya Dönmeyi Temenni Etmesi Bâbı (21/21), Hadîs no:2817, s:381. Müslim, Kitâbü’l-İmâre (33), (Allah Yolunda Şehîd Edilen) Mücâhidin Fazîleti Bâbı (29), Hadîs no:109 (1877), s:783; Ebû Dâvud, Müsned’inde, Cihâd bölümünde, “Allah yolunda öldü­rülen şehidin sevabı” konusunda, 5/33 de, Affan yoluyla Hammad b. Seime’den sadece birinci bölümü rivayet etmiştir.
[13] Bakara Sûresi, 2/154.
[14] Nisâ Sûresi, 4/141’den.
[15] Müslim, İmâret, 157; Ebu Dâvud, Vitr, 26; Tirmizî, Cihâd, 19, Nesâî, Cihâd, 36; Allah Yolunda Yardım ve Cömertlik, Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları.
[16] Müddessir Sûresi, 74/1-3.
[17] Kütüb-i Sitte, 5/69-70. (Müslim, İmâret 158, (1910); Ebû Dâvud, Cihâd 18, (2502); Nesâî, Cihâd 2, (6, 8).

[18] Müsâdeme: Vuruşma, çatışma.
[19] Buhârî, Cihâd 30; Müslim, İmâre 164. Ayrıca bk. Buhârî, Ezân 32; Tirmizî, Cenâiz 65; Müslim, İmâre 165. Ayrıca bk, İbni Mâce, Cihâd 17; İbn-i Asâkir.
[20] Müslim, “İmâre”, 157.
[21] Harb Mecmuası, Sayı:3, sh.:45 --- حرب مجموعه سي،صايي:٣، صحيفه:٤٥.
[22] 29 Eylül 2003/Ahmet DOĞRU.
[23] Eyüp Sabri, Mir’at-i Medine, c:2, s.684 vd. Vefau’l-Vefa Bi Ahbari dari’l-Mustafa, c:2, s:648, Et-Ta’rif, s:76.
[24] İlk baskılarda: ...kum gibi, mahşer mi, hakîkat mahşer.
[25] İlk baskılarda: ...duruyor karşında,
[26] İlk baskıda: “Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor”
[27] İlk baskılarda: Ebr-i nîsânı açık... [Safahât: Altıncı Kitap-Âsım] Mehmet Akif ERSOY

[28] Çanakkale Olmak, Serdar Tuncer, Semerkand Dergisi, Mart 2006.
[29] Al-i İmran, 3/169.
[30] Nebhânî, Veliler Ve Kerametleri, S. 153-154; Allah Dostlarının Hayatlarından Menkıbeler Kıssalar, Semerkand Yayınları, Sf.617.
[31] Ra’d Sûresi, 13/24.
[32] صحيح مسلم، كتاب الجنائز (١١)، باب: ما يقال عند دخول القبور والدعاء لأهلها (٣٥)، رقم الحديث:١٠٤ (٩٧٥)، ص:٣٧٦-٣٧٧. (١٠٤- (٩٧٥) ثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَب۪ي شَيْبَةَ، وَزُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ، قَالَا: ثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللّٰهِ الْاَسَدِيُّ، عَنْ سُفْيَانَ، عَنْ عَلْقَمَةَ بْنِ مَرْثَدٍ، عَنْ سُلَيْمَانَ بْنِ بُرَيْدَةَ، عَنْ أَبِيهِ، قَالَ: " كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ يُعَلِّمُهُمْ إِذَا خَرَجُوا إِلَى الْمَقَابِرِ، فَكَانَ قَائِلُهُمْ يَقُولُ - فِي رِوَايَةِ أَب۪ي بَكْرٍ -: السَّلَامُ عَلَى أَهْلِ الدِّيَارِ، -وَفِي رِوَايَةِ زُهَيْرٍ-: "السَّلَامُ عَلَيْكُمْ أَهْلَ الدِّيَارِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُسْلِم۪ينَ، وَإِنَّا، إِنْ شَآءَ اللّٰهُ لَلَاحِقُونَ، أَسْأَلُ اللّٰهَ لَنَا وَلَكُمُ الْعَافِيَةَ.")
[33] Müslim, Kitâbü’l-Cenâiz (11), Kabristana Giderken Okunacak Şeyler ve Orada Yatanlara Duâ Bâbı (35), Hadîs no:104 (975), s:376-377. (Bu ve yukardaki rivâyetler Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) ile Ashâb-ı Kirâm’ın kabir ziyâretine gittiklerini ve kabirde yatanlara selâm verip, duâ ettiklerini bildirmektedirler.) 104- (975) … --- “Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Abdillâh El -Esedî, Süfyân'dan, o da Âlkametü’bn-ü Mersed’den, o da Süleyman b. Büreyde’den, o da babasından naklen rivâyet etti. Babası şöyle demiş: --- “Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem), kabristana çıktığımız vakit ne söyleyeceğimizi bize öğretirdi. İçimizden birimiz (Ebû Bekir'in rivaye­tinde): --- “Bu diyârdakilere selâm” (Züheyr'in rivâyetinde ise): --- “Selâm size ey bu diyarın mü'min ve müslim olan halkı! Bizler de inşâallâh (Size) katılacağız. Allâh’dan bize ve size âfiyet dilerim.” derdi.
[34] Yahya Kemal Beyatlı
[35] İlk baskıda: “Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor”
[36] Mithat Cemal Kuntay



































































[1] Ra’d Sûresi, 13/28.

[2] Ahzâb Sûresi, 33/41.

[3] İsrâ Sûresi, 17/44.
[4] Tâ-Hâ Sûresi, 20/7.
[5] سُبْحَانَ اللّٰهِ مِلْءَ الْم۪يزَانِ وَمُنْتَهَى الْعِلْمِ وَمَبْلَغَ الرِّضَا وَزِنَةَ الْعَرْشِ لَامَلْجَأَ وَلَامَنْجَا مِنَ اللّٰهِ إِلَّا إِلَيْهِ، سُبْحَانَ اللّٰهِ عَدَدَ الشَّفْعِ وَالْوَتْرِ وَعَدَدَ كَلِمَاتِ اللّٰهِ التَّآمَّةِ كُلِّهَا، أَسْأَلُكَ السَّلَامَةَ بِرَحْمَتِكَ يَاأَرْحَمَ الرَّاحِم۪ينَ، وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللّٰهِ العَلِيِّ الْعَظ۪يمِ، وَهُوَ حَسْب۪ى وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ، نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ، وَصَلَّى اللّٰهُ وَسَلَّمَ عَلٰى خَيْرِ خَلْقِه۪ مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِه۪ وَصَحْبِه۪ أَجْمَع۪ينَ.
Muhammed Ebû’l-Yüsr Âbidîn, el-Evrâdü’d-Dâime, sh: 92.
[6] Muhammed ibn-i Hatîruddîn, el-Cevâhiru’l-Hams, Millet Genel Kütüphanesi, kısım: Reşid Efendi, kayıt no: 506, varak: 19.
[7] ed-Deylemî, el-Firdevs bi me’sûri’l-Hitâb, no:1831, 1/450; Yûsuf İbn-i İsmâ’îl en-Nebhânî, el-İstiğâsetü’l-Kübrâ bi Esmâillâhi’l-Hüsnâ, sh: l80-181.
[8] Ra’d: Gök gürültüsü.
[9] Âl-i Imrân Sûresi, 3/169-170.
[10] Kütüb-i Sitte, 3/373 (Ebû Dâvüd, Cihâd 27, (2520). (Âl-i Imrân Sûresi, 3/169-170.)
[11] صحيح البخاري، كتاب الجهاد و السير (٥٦)، باب: تمني المجاهد أن يرجع إلى الدنيا (٢١/٦١)، رقم الحديث: ٢٨١٧، ص:٣٨١؛ صحيح مسلم، كتاب الإمارة (٣٣)، باب: فضل الشهادة في سبيل الله تعالى (٢٩)، رقم الحديث:١٠٩ (١٨٧٧)، ص:٧٨٣؛ الكتاب: مسند أبي داود الطيالسي: المؤلف: أبو داود سليمان بن داود بن الجارود الطيالسي البصرى (المتوفى: ٢٠٤ هـ)، المحقق: الدكتور محمد بن عبد المحسن التركي، الناشر: دار هجر – مصر، الطبعة: الأولى، ١٤١٩ هـ - ١٩٩٩ م، عدد الأجزاء: ٤، رقم الحديث:٢٠٧٦، ص:٣/٤٦٨.
[12] Buhârî, Kitâbü’l-Cihâd ve’s-Siyer (56), (Allah Yolunda Şehîd Edilen) Mücâhidin Dünyâya Dönmeyi Temenni Etmesi Bâbı (21/21), Hadîs no:2817, s:381. Müslim, Kitâbü’l-İmâre (33), (Allah Yolunda Şehîd Edilen) Mücâhidin Fazîleti Bâbı (29), Hadîs no:109 (1877), s:783; Ebû Dâvud, Müsned’inde, Cihâd bölümünde, “Allah yolunda öldü­rülen şehidin sevabı” konusunda, 5/33 de, Affan yoluyla Hammad b. Seime’den sadece birinci bölümü rivayet etmiştir.
[13] Bakara Sûresi, 2/154.
[14] Nisâ Sûresi, 4/141’den.
[15] Müslim, İmâret, 157; Ebu Dâvud, Vitr, 26; Tirmizî, Cihâd, 19, Nesâî, Cihâd, 36; Allah Yolunda Yardım ve Cömertlik, Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları.
[16] Müddessir Sûresi, 74/1-3.
[17] Kütüb-i Sitte, 5/69-70. (Müslim, İmâret 158, (1910); Ebû Dâvud, Cihâd 18, (2502); Nesâî, Cihâd 2, (6, 8).

[18] Müsâdeme: Vuruşma, çatışma.
[19] Buhârî, Cihâd 30; Müslim, İmâre 164. Ayrıca bk. Buhârî, Ezân 32; Tirmizî, Cenâiz 65; Müslim, İmâre 165. Ayrıca bk, İbni Mâce, Cihâd 17; İbn-i Asâkir.
[20] Müslim, “İmâre”, 157.
[21] Harb Mecmuası, Sayı:3, sh.:45 --- حرب مجموعه سي،صايي:٣، صحيفه:٤٥.
[22] 29 Eylül 2003/Ahmet DOĞRU.
[23] Eyüp Sabri, Mir’at-i Medine, c:2, s.684 vd. Vefau’l-Vefa Bi Ahbari dari’l-Mustafa, c:2, s:648, Et-Ta’rif, s:76.
[24] İlk baskılarda: ...kum gibi, mahşer mi, hakîkat mahşer.
[25] İlk baskılarda: ...duruyor karşında,
[26] İlk baskıda: “Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor”
[27] İlk baskılarda: Ebr-i nîsânı açık... [Safahât: Altıncı Kitap-Âsım] Mehmet Akif ERSOY

[28] Çanakkale Olmak, Serdar Tuncer, Semerkand Dergisi, Mart 2006.
[29] Al-i İmran, 3/169.
[30] Nebhânî, Veliler Ve Kerametleri, S. 153-154; Allah Dostlarının Hayatlarından Menkıbeler Kıssalar, Semerkand Yayınları, Sf.617.
[31] Mithat Cemal Kuntay
[32] Ra’d Sûresi, 13/24.
[33] صحيح مسلم، كتاب الجنائز (١١)، باب: ما يقال عند دخول القبور والدعاء لأهلها (٣٥)، رقم الحديث:١٠٤ (٩٧٥)، ص:٣٧٦-٣٧٧. (١٠٤- (٩٧٥) ثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَب۪ي شَيْبَةَ، وَزُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ، قَالَا: ثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللّٰهِ الْاَسَدِيُّ، عَنْ سُفْيَانَ، عَنْ عَلْقَمَةَ بْنِ مَرْثَدٍ، عَنْ سُلَيْمَانَ بْنِ بُرَيْدَةَ، عَنْ أَبِيهِ، قَالَ: " كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ يُعَلِّمُهُمْ إِذَا خَرَجُوا إِلَى الْمَقَابِرِ، فَكَانَ قَائِلُهُمْ يَقُولُ - فِي رِوَايَةِ أَب۪ي بَكْرٍ -: السَّلَامُ عَلَى أَهْلِ الدِّيَارِ، -وَفِي رِوَايَةِ زُهَيْرٍ-: "السَّلَامُ عَلَيْكُمْ أَهْلَ الدِّيَارِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُسْلِم۪ينَ، وَإِنَّا، إِنْ شَآءَ اللّٰهُ لَلَاحِقُونَ، أَسْأَلُ اللّٰهَ لَنَا وَلَكُمُ الْعَافِيَةَ.")
[34] Müslim, Kitâbü’l-Cenâiz (11), Kabristana Giderken Okunacak Şeyler ve Orada Yatanlara Duâ Bâbı (35), Hadîs no:104 (975), s:376-377. (Bu ve yukardaki rivâyetler Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) ile Ashâb-ı Kirâm’ın kabir ziyâretine gittiklerini ve kabirde yatanlara selâm verip, duâ ettiklerini bildirmektedirler.) 104- (975) … --- “Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Abdillâh El -Esedî, Süfyân'dan, o da Âlkametü’bn-ü Mersed’den, o da Süleyman b. Büreyde’den, o da babasından naklen rivâyet etti. Babası şöyle demiş: --- “Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem), kabristana çıktığımız vakit ne söyleyeceğimizi bize öğretirdi. İçimizden birimiz (Ebû Bekir'in rivaye­tinde): --- “Bu diyârdakilere selâm” (Züheyr'in rivâyetinde ise): --- “Selâm size ey bu diyarın mü'min ve müslim olan halkı! Bizler de inşâallâh (Size) katılacağız. Allâh’dan bize ve size âfiyet dilerim.” derdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder