16 Eylül 2015 Çarşamba

ELHAMDÜLİLLAH MİZANI DOLDURUR---الطُّهُورُ شَطْرُ الْإِيمَانِ وَالْحَمْدُ لِلَّهِ تَمْلَأُ الْمِيزَانَ، وَسُبْحَانَ اللهِ وَالْحَمْدُ لِلَّهِ تَمْلَآَنِ -



ELHAMDÜLİLLAH MİZANI DOLDURUR
SÜBHANELLAH....
١- (٢٢٣)--- حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ مَنْصُورٍ، حَدَّثَنَا حَبَّانُ بْنُ هِلَالٍ، حَدَّثَنَا أَبَانُ، حَدَّثَنَا يَحْيَى، أَنَّ زَيْدًا، حَدَّثَهُ أَنَّ أَبَا سَلَّامٍ، حَدَّثَهُ عَنْ أَبِي مَالِكٍ الْأَشْعَرِيِّ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: "الطُّهُورُ شَطْرُ الْإِيمَانِ وَالْحَمْدُ لِلَّهِ تَمْلَأُ الْمِيزَانَ، وَسُبْحَانَ اللهِ وَالْحَمْدُ لِلَّهِ تَمْلَآَنِ - أَوْ تَمْلَأُ - مَا بَيْنَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ، وَالصَّلَاةُ نُورٌ، وَالصَّدَقَةُ بُرْهَانٌ وَالصَّبْرُ ضِيَاءٌ، وَالْقُرْآنُ حُجَّةٌ لَكَ أَوْ عَلَيْكَ، كُلُّ النَّاسِ يَغْدُو فَبَايِعٌ نَفْسَهُ فَمُعْتِقُهَا أَوْ مُوبِقُهَا"[1]

[شرح محمد فؤاد عبد الباقي]
[ش (الطهور) قال جمهور أهل اللغة يقال الوضوء والطهور بضم أولهما إذا أريد به الفعل الذي هو المصدر ويقال الوضوء والطهور بفتح أولهما إذا أريد به الماء الذي يتطهر به (شطر) أصل الشطر النصف (الصلاة نور) فمعناه أنها تمنع من المعاصي وتنهى عن الفحشاء والمنكر وتهدي إلى الصواب كما أن النور يستضاء به (والصدقة برهان) قال صاحب التحرير معناه يفزع إليها كما يفزع إلى البراهين كأن العبد إذا سئل يوم القيامة عن مصرف ماله كانت صدقاته براهين في جواب هذا السؤال فيقول تصدقت به (والصبر ضياء) فمعناه الصبر المحبوب في الشرع وهو الصبر على طاعة الله والصبر عن معصيته والصبر أيضا على النائبات وأنواع المكاره في الدنيا والمراد أن الصبر محمود ولا يزال صاحبه مستضيئا مهتديا مستمرا على الصواب (والقرآن حجة لك أو عليك) معناه ظاهر أي تنتفع به إن تلوته وعملت به وإلا فهو حجة عليك (كل الناس يغدو الخ) فمعناه كل إنسان يسعى بنفسه فمنهم من يبيعها الله بطاعته فيعتقها من العذاب ومنهم من يبيعها للشيطان والهوى بإتباعها فيوبقها أي يهلكها]

Kur’ân’ın insanlık için nasıl bir kurtuluş reçetesi ve kılavuz olduğunu Allâh Rasûlü (s.a.v) şöyle açıklamıştır:

TAHARET BAHSİ


1- (223)--- Bize İshâk b. Mansur rivayet etti. (Dedi ki): Bize Habbâb b.[2] Hilâl rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebân[3] rivayet etti. (De­di ki): Bize Yahya[4] rivayet etti, ona da Zeyd rivayet etmiş, ona da Ebu Sellâm,[5] Ebu Malik-i Eşârî'den[6] naklen rivayet etmiş; Ebu Ma­lik şöyle demiş! Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): ---

 

1-          “Temizlik îmânın yarısıdır.

2-          Elhamdülillah mîzânı doldurur.

3-          Sübhânellâh ve Elhamdülillâh göklerle yer arasını doldururlar. (Yâhut doldurur.)

4-          Namaz bir nûrdur.

5-          Sadaka bir bürhândır.

6-          Sabır bir ziyâdır.

7-          Kur’ân da se­nin ya lehine, ya aleyhine bir hüccettir.

8-          Bütün insanlar sabahleyin kalkar­lar, kimisi nefsini satar, kimisi de onu ya âzâd eder, yâhut helâk!..” buyurdular.

-“Ona dayanarak konuşan doğru söz söylemiştir. Onunla amel eden sevâb kazanır onunla hükmeden adâletli davranmış ona dâvet eden doğru yola iletilmiş olur.-[7]

 

Bu hadisi Nesâî ile İbni Mâce'de tahriç etmişlerdir. Ha­disin isnadı hakkında Dâre Kutnî ile diğer bazı hadis ulemâsı söz etmiş ve Ebu Sellâm ile Ebu Malik arasından râvî Abdurrahman b. Gunm 'un düştüğünü söylemişlerdir, “Buna delil Muaviye b. Sellâm’ın aynı hadisi kardeşi Zeyd b. Sellâm 'dan, o da dedesi Ebu Sellâm 'dan, o da Abdur­rahman b. Gunm 'dan, o da Ebu Malik 'i Eş'arî 'den naklen rivayet etmiş olmasıdır. Hadisi Nesâî, İbni Mâce ve -diğer imamlar bu şekilde tahriç etmişlerdir” derler.

Nevevî: “Müslim tarafından buna şöyle cevap verilebilir: Zâhîre göre! Müslim bu hadisi Ebu Sellâm’ın Ebu Ma1ik'ten dinlediğini işitmiştir ve Ebu Sellâm bunu hem Ebu Malik 'ten hemde Abdurrahman b. Malik'ten bazen de Abdurrahman’dan rivayet etmiştir. Ne olursa olsun bu metin sahihtir. Tâ'n edecek yeri yoktur.” diyor.

Hadis-i şerif İslam’ın en büyük esaslarından birini takrir etmekte olup en mühim, islâmi kaidelere şâmildir.

Şatr: asıl itibarı ile yarı demektir.  Burada Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)'in: --- “Temizlik îmânın şartıdır.” Buyurmuş olmasının mânâsı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre; temizliğin ecr-ü mükâfatı katlana katlana imanın yarı ecri kadar olur. Bazıları: «Bunun mânâsı iman nasıl önceki günahları yok ederse abdest de öylece yok eder. Çünkü abdest ancak imanla beraber sahih olur. İmansızın abdesti muteber değildir. Binaenaleyh abdestin imana mütevakkıf olması onun yarısı mânâsına gelmiştir,” demiş; bir takım­ları da buradaki imandan murâd namaz olduğunu söylemişlerdir. Nite­kim Teâlâ hazretleri

“Allah sizin imanınızı zayi' edecek değildir.”[8] Âyet-i kerimesin­de namaza îmân demiştir. Namazın sahih olması için temizlik şarttır. Binaenaleyh temizlik namazın yarısı gibi olmuştur. Temizliğe namazın şartı denilmesinden onun hakikaten yarısı olması lâzım gelmez. Bu ka­vil bu hususta söylenenlerin en güzelidir. Bazıları bu cümleyi şöyle izah etmişlerdir. “İmanın iki şartı vardır. Biri nefsi kötülüklerden temizle­mek diğeride azayı temizlemek işte Allah'ın huzuruna durmak için bede­nin zahirini temizlemek bundan dolayı imanın yarısı sayılmıştır. Dış aza­sını temizleyen bir kimse kalbini de kötü inançlardan temizlerse imam bütünlenmiş olur. Suda muhtemeldir; İman kalbin tasdiki ile zahiri uzuv­ların inkıyadından ibarettir. Bu tasdikle inkıyâd imanın birer şartıdır. Temizlikte namazı Tazammun ettiği cihetle o da zahirî âzânın inkiyâdı demektir.

“Elhamdülillah mizahı doldurur.” cümlesinden murâd onun ecir ve se­vabının büyüklüğüdür. Yâni; mizanı dolduran onun sevabıdır. Kur'an-ı Kerim ile sünnetin birçok nassları amellerin tartılacağını mizanların bazen ağır bazen hafif geleceğini ifade etmektedirler.

“Hamd'in, mânâsı; kemâl sıfatlarından dolayı Allah'a sena etmektir. Bu mânâyı düşünerek Allah Teâlâ'ya hamd-ü senada bulunan bir kimse­nin mizanı hasenatla dolar. Yani hasenat cisim olsalar mizanı doldurduk­ları görülür.

“Sübhanallah ile Elhamdülillah gökle yer arasını doldururlar (yahut doldurur.)”

Burada râvî şekk etmiş Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) tesniye sigası kullanarak “doldururlar mı” dedi yoksa müfret sigası ile “doldurur mu” dedi kestirememiştir. Mânâ birdir. Bu cümleden murâd miza­nı doldurduktan sonra hasenatın artacağını beyandır. Çünkü mizanı yalnız hamd dolduracaktır. Ona bir de Sübhânellâh ilâve edilince mizan dolup taşacaktır. Göklerle yer arasını zikretmek sevabın çokluğundan kinaye­dir. Nitekim Araplar çokluğu ifade etmek için bu ifadeyi kullanırlar. Se­vabın ziyadeliğini ulemadan bazıları şöyle izah ederler. Kulluğun esası marifet ve muhtaciyete dayanır. (Sübhanallah) diyerek teşbihte bulun­mak marifete delil olduğu gibi (elhamdülillah) demekte muhtaciyete de­lâlet eder. Hadisin bir rivayetinde:

“Teşbih mizanın yansıdır. Elhamdülillah mizanı doldurur. Tekbir ise gökle yer arasını doldurur.” buyurulmuştur. Übbî diyor ki; “Sübhânellâh”ın sevap itibari ile “elhamdülillâh”'tan ziyade olması onun tenzih sıfatlarına âit bulunmasındandır. “Elhamdü­lillâh” ise kemâl sıfatlarına râci dir. Tevhidi işte bu iki kelime ifade eder.”

Namazın nur olmasından murâd Nurun ziyasından istifade ederek geceleyin insan nasıl yolunu bulursa namaz da günahlardan fuhşiyat ve münkerattan men ederek insanı doğru yola hidayet eder, demektir. Ba­zıları : “Namazın sevabı kıyamet gününde bir nur olacak” demiş diğer bazıları da “namaza nur denilmesi marifet nurlarının parlamasına; kalbin inşirahına ve hakikatlerin kalbe münkeşif olmasına kulun zahiriyle batınıyla Allah'a yönelmesine sebep olduğu içindir” demişlerdir. Nitekim Teâlâ hazretleri: “Siz sabır ve namazla Allah'tan yardım dileyin.”[9] Buyurmuştur.

Ulemâdan bazılarına göre; namaza nur denilmesi namaz kılanların yüzlerinde hem dünyada hem kıyamet gününde aşikâr bir nur parlayacağı içindir. Nitekim bir hadisi şerifte: “Kıyamet gününde ümmetim namazdan dolayı alınlarından; abdest-ten dolayı abdest azalarından nur parlayarak haşrolunacaklardır.” buyurulmuştur. Dünyada sabah namazını -kılmayan bir adamın yüzü sabahle­yin nursuz olur saçları bir birine karışmış gözleri çapaklı ağzı burnu kir içinde uykudan kalkar. Fakat vaktinde abdest alarak namazını kılanlar­da bunların eseri bile görünmez; yüzünden nur parlar.

“Sadaka bir burhandır” ifadesini Müslim sarihlerinden Ebu Abdillâh Muhammed b. İsmail şöyle izah ediyor: “Bu cümlenin mânâsı bir insan icabında nasıl hüccet ve burhana başvurursa; sadaka verende verdiği sadakaya iltica edecektir-. Yani kıyamet günün­de kula malını nerelere sarf ettiği sorulunca; bu suale cevap hususunda dünyada verdiği zekât ve sadakalar kendisine âdetâ bir delil ve hüccet olacak ve ben onları sadaka olarak verdim diyebilecektir. Mamafih ma­lının zekâtını verenlere onları tanıtacak gibi bir sima vermesi de caiz­dir. Bu sima ve alâmet onlara bir burhan olurda mallarını nereye sarf ettikleri sorulmayabilir.”

Bazıları: “Bu cümleden murâd sadaka vermek verenin imanına hüc­cettir. Çünkü münafık zekâta inanmadığı için onu vermez. Binaenaleyh zekât vermesine bakılarak veren kimsenin imanında sadık olduğuna is­tidlal” edilir demişlerdir.

“Sabır bir ziyadır” cümlesindeki sabırdan murâd şer'an matlûb olan sabırdır ki; Allah'ın emirlerine itaat nehiylerine inkıyâd dünyanın çeşitli musibet ve belâlarına göğüs germekle tahakkuk eder. Cümlenin mânâsı sabrın ziya kadar güzel bir. Haslet olduğunu sabredenin daima hidayet yo­lunda adeta ışıklar içinde yürür gibi devam edip gittiğini beyandır.

. Bazıları sabrı; kitap ve sünnet yolunda sebat etmektir diye tarif et­miş diğerleri “sabır, belâyı güzel bir edeple karşılamaktır.” demişlerdir, Ebu Alî ed-Dekkâk. (rahımehüllâh) sabır hakkında şunları söyler: “Sabır, kadare itiraz etmemektir. Şikâyet yoluyla olmamak şar-tiyle başa gelen bir belâyı söylemek sabra münafi değildir.” Teâlâ Haz­retleri Eyyûb (Aleyhisselam) hakkında: “Biz onu sabırlı bulduk, o ine iyi kuldur.”[10] Buyurmaktadır.

Hâlbuki Eyyûb    (Aleyhisselam) “Gerçekten başıma belâ geldi.”[11] Diyerek arz-ı hal eylemişti.

Übdî diyor ki: “Kadı’nın sözünden anlaşıldığına göre ziya ile nur kelimelerinin arasında mânâca fark yoktur. Fakat Hukema'nın ki­taplarında bunların arasında fark vardır. Onlara göre; Ziya birinci ışık­tan, nur ikinci ışıktan meydana gelir.

Birinci ışık: Ziyadır bir şeyin karşısına durulduğu zaman o şey'in bizzat kendisinden hâsıl olur. Güneşin karşısında duran dünyanın güneş­ten aldığı ışık gibi. Bu ışık olmasa dünya haddizatında karanlıktır. İşte bu ışığın kuvvetlenmiş haline ziya derler. Nitekim güneşin öyle zamanı saçtığı ışık ziyadır. Ziya zayıf olursa ona şua' derler.

İkinci ışık: Başkasından ziya âlân bir cismin karşısına durulduğu zaman hâsıl olan ışıktır. Nitekim ay ziyayı güneşten alır; yere aksettirir. İşte yerin aydan aldığı ziyaya nur derler. Kur'an-ı Kerim de: “Gür işi ziya, ayı nur olarak yaratmıştır.”[12] buyurulmuştur ki; bu da ziya ile nur arasında fark olduğunu gösterir. Ziya ile nur arasında umum ve husus-u mutlak vardır. Her ziya» nurdur fakat her nur ziya de­ğildir. Yani ziya ehastır. Çünkü onun nuru fazladır. Bundan dolayıdır ki sabır. Ehass olan ziya ile tavsif edilmiştir. Zira kaide ehassı ehasla eammıda eamla karşılaştırmaktır. Sabrın makamı Ehastır. Çünkü sabır; Nefsi tâat ve meşakkatlere hapsetmektir. Bu tefsire göre her sabreden namaz kılar fakat her namaz kılan sabır etmez. Demek oluyor ki; hadis-i şerifte bu kaide mucibince ehas olan sabır, ehas olan ziya ile tavsif buyurulmuştur.

«Kur'an'da senin ya lehine, ya aleyhine bir hüccettir.» cümlesinin mânâsı açıktır. Yâni; onu okur ve mucibince amel edersen faydasını gö­rürsün; aksi takdirde senin aleyhine hüccet olur; demektir. Mamafih münazaa ve münakaşa zamanında başvurulacak bir merci'dir. Onunla senin ya lehine ya aleyhine ihticac edilir mânâsına da gelebilir.

“Bütün insanlar sabahleyin kalkarlar...” ifadesi mukadder bir suale cevap teşkil eden bir istinaf cümlesidir. Sanki : “Yukarıda beyan edi­lenlerden hidayet ve dalâletin neler olduğu anlaşıldı. Ya bundan sonra insanların hali ne olacak?” diye sorulmuş. Bu suale cevaben :    “Herkes sabahleyin kalkar...” yani işine gücüne gider: “Kimisi nefsini satar, kimisi de onu ya âzâd eder yahut helâle.” buyurulmuştur.

Bâyî'; kelimesi Arapçada hem satıcı hem de alıcı mânâsına gelir. Bu­rada ikisine de şamil olmak üzere kullanılmış. Cevap da ona göre veril­miştir. Nefsini âzâd eden bayf müşteri manasınadır. Yani insanlardan bazıları ibadet ve tâatte bulunarak adeta nefislerini cehennemden sa­tın alır da âzâd ederler. Nefislerini helak eden bayiler onları iflâsa sürükleyen bir bedelle satmış gibidirler. Çünkü Allah'ın emir ve nehiylerine râm olmayarak isyan etmişlerdir.

İbni Mes'ûd (r.a.) 'dan rivayet edilen şu hadis te en veciz bir ifade ile aynı mânayı beyan eder: --- “İnsanlar sabahleyin iki kısım olarak kalkarlar, kimisi nefsini satar da helak eder;  kimisi -de onun faydasına çalışarak âzâd eyler.”

Belagat ulemâsına göre bu hadis îcâz'ın bir nev'idir. Mamafih bayi' kelimesinden yalnız satıcı mânâsı da kastedilmiş olabilir. Bu takdirde nefsini Allah'a satan onu âzâd etmiş olur.  Nitekim Teâlâ Hazretleri: --- “Şüphesiz ki; Allah mü’minlerden nefislerini safın almıştır.”[13] bu­yurmuştur. Nefsini şeytana satanda onu helak etmiştir. Teâİâ Hazretleri: bu bâbtada: --- “Nefislerini sattıkları bedel ne fenâ bir şeydir.”[14] Buyurmuştur.





[1] الكتاب: المسند الصحيح المختصر بنقل العدل عن العدل إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم، المؤلف: مسلم بن الحجاج أبو الحسن القشيري النيسابوري (المتوفى: ٢٦١ هـ)، المحقق: محمد فؤاد عبد الباقي، الناشر: دار إحياء التراث العربي - بيروت، عدد الأجزاء: ٥، كتاب الطهارة (٢)، باب فضل الوضوء (١)، رقم الحديث:١-٢٢٣، ص:١/٢٠٣.
[2] Ebu Habib Habban b. Hilâl el-Bâhilî: Basrâ'lıdır. Sahihayn râvîlerindendir. Vefat tarihi 316'dır.
[3] Ebu Yezîd Ebân b.   Yezîd: Basrâ’lıdır.   Müslim’in râvîlerindendir.
[4] Yahya b. Ebî Kesir.
[5] Ebu Sellâm Mensur el-Bâhilî Dimaşk’lıdır.   Kendisinden Yezîd b.   Sellâm hadîs rivayet etmiştir.
[6] Ebu Malik el-Eş’arî Amr b.  Haris (r.a.):  Şam'hdır. Sahabe-i kiramdandır.
[7] Sahîh-ı Müslim, Kitâbü’t-Tahâre (temizlik bahsi 2), Bâb-ü Fazlü’l-Vüdû’ (Abdestin Fazileti Bâbı 1), Hadis no: 1-223, s.1/203.
[8]  Bakara Sûresi,  2/143.
 
[9]  Bakara Sûresi,  2/153.
[10] Sad Sûresi, 38/44.
[11] Enbiya Sûresi,  21/83.
[12] Yûnus Sûresi, 10/5.
[13] Tevbe Sûresi,   9/111.
[14] Bakara Sûresi,  2/102.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder