SÜBHANELLAH....
١- (٢٢٣)--- حَدَّثَنَا
إِسْحَاقُ بْنُ مَنْصُورٍ، حَدَّثَنَا حَبَّانُ بْنُ هِلَالٍ، حَدَّثَنَا أَبَانُ،
حَدَّثَنَا يَحْيَى، أَنَّ زَيْدًا، حَدَّثَهُ أَنَّ أَبَا سَلَّامٍ، حَدَّثَهُ
عَنْ أَبِي مَالِكٍ الْأَشْعَرِيِّ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: "الطُّهُورُ شَطْرُ الْإِيمَانِ
وَالْحَمْدُ لِلَّهِ تَمْلَأُ الْمِيزَانَ، وَسُبْحَانَ اللهِ وَالْحَمْدُ لِلَّهِ
تَمْلَآَنِ - أَوْ تَمْلَأُ - مَا بَيْنَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ، وَالصَّلَاةُ
نُورٌ، وَالصَّدَقَةُ بُرْهَانٌ وَالصَّبْرُ ضِيَاءٌ، وَالْقُرْآنُ حُجَّةٌ لَكَ
أَوْ عَلَيْكَ، كُلُّ النَّاسِ يَغْدُو فَبَايِعٌ نَفْسَهُ فَمُعْتِقُهَا أَوْ
مُوبِقُهَا"[1]
[شرح
محمد فؤاد عبد الباقي]
[ش (الطهور) قال جمهور أهل اللغة يقال الوضوء
والطهور بضم أولهما إذا أريد به الفعل الذي هو المصدر ويقال الوضوء والطهور بفتح
أولهما إذا أريد به الماء الذي يتطهر به (شطر) أصل الشطر النصف (الصلاة نور)
فمعناه أنها تمنع من المعاصي وتنهى عن الفحشاء والمنكر وتهدي إلى الصواب كما أن
النور يستضاء به (والصدقة برهان) قال صاحب التحرير معناه يفزع إليها كما يفزع إلى
البراهين كأن العبد إذا سئل يوم القيامة عن مصرف ماله كانت صدقاته براهين في جواب
هذا السؤال فيقول تصدقت به (والصبر ضياء) فمعناه الصبر المحبوب في الشرع وهو الصبر
على طاعة الله والصبر عن معصيته والصبر أيضا على النائبات وأنواع المكاره في
الدنيا والمراد أن الصبر محمود ولا يزال صاحبه مستضيئا مهتديا مستمرا على الصواب
(والقرآن حجة لك أو عليك) معناه ظاهر أي تنتفع به إن تلوته وعملت به وإلا فهو حجة
عليك (كل الناس يغدو الخ) فمعناه كل إنسان يسعى بنفسه فمنهم من يبيعها الله بطاعته
فيعتقها من العذاب ومنهم من يبيعها للشيطان والهوى بإتباعها فيوبقها أي يهلكها]
Kur’ân’ın insanlık için nasıl bir kurtuluş
reçetesi ve kılavuz olduğunu Allâh Rasûlü (s.a.v) şöyle açıklamıştır:
TAHARET BAHSİ
1- (223)--- Bize İshâk b. Mansur rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Habbâb b.[2] Hilâl rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Ebân[3]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya[4]
rivayet etti, ona da Zeyd rivayet etmiş, ona da Ebu Sellâm,[5]
Ebu Malik-i Eşârî'den[6]
naklen rivayet etmiş; Ebu Malik şöyle demiş! Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i
ve sellem): ---
1-
“Temizlik îmânın yarısıdır.
2-
Elhamdülillah mîzânı doldurur.
3-
Sübhânellâh ve Elhamdülillâh
göklerle yer arasını doldururlar. (Yâhut doldurur.)
4-
Namaz bir nûrdur.
5-
Sadaka bir bürhândır.
6-
Sabır bir ziyâdır.
7-
Kur’ân da senin ya lehine, ya
aleyhine bir hüccettir.
8-
Bütün insanlar sabahleyin kalkarlar,
kimisi nefsini satar, kimisi de onu ya âzâd eder, yâhut helâk!..” buyurdular.
-“Ona dayanarak konuşan doğru söz söylemiştir. Onunla
amel eden sevâb kazanır onunla hükmeden adâletli davranmış ona dâvet eden doğru
yola iletilmiş olur.-”[7]
Bu
hadisi Nesâî ile İbni Mâce'de tahriç etmişlerdir. Hadisin isnadı hakkında Dâre
Kutnî ile diğer bazı hadis ulemâsı söz etmiş ve Ebu Sellâm ile Ebu Malik
arasından râvî Abdurrahman b. Gunm 'un düştüğünü söylemişlerdir, “Buna delil
Muaviye b. Sellâm’ın aynı hadisi kardeşi Zeyd b. Sellâm 'dan, o da dedesi Ebu
Sellâm 'dan, o da Abdurrahman b. Gunm 'dan, o da Ebu Malik 'i Eş'arî 'den
naklen rivayet etmiş olmasıdır. Hadisi Nesâî, İbni Mâce ve -diğer imamlar bu
şekilde tahriç etmişlerdir” derler.
Nevevî:
“Müslim tarafından buna şöyle cevap verilebilir: Zâhîre göre! Müslim bu hadisi
Ebu Sellâm’ın Ebu Ma1ik'ten dinlediğini işitmiştir ve Ebu Sellâm bunu hem Ebu
Malik 'ten hemde Abdurrahman b. Malik'ten bazen de Abdurrahman’dan rivayet
etmiştir. Ne olursa olsun bu metin sahihtir. Tâ'n edecek yeri yoktur.” diyor.
Hadis-i
şerif İslam’ın en büyük esaslarından birini takrir etmekte olup en mühim,
islâmi kaidelere şâmildir.
Şatr:
asıl itibarı ile yarı demektir. Burada
Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)'in: --- “Temizlik îmânın
şartıdır.” Buyurmuş olmasının mânâsı ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Bazılarına göre; temizliğin ecr-ü mükâfatı katlana katlana imanın yarı ecri
kadar olur. Bazıları: «Bunun mânâsı iman nasıl önceki günahları yok ederse
abdest de öylece yok eder. Çünkü abdest ancak imanla beraber sahih olur.
İmansızın abdesti muteber değildir. Binaenaleyh abdestin imana mütevakkıf
olması onun yarısı mânâsına gelmiştir,” demiş; bir takımları da buradaki
imandan murâd namaz olduğunu söylemişlerdir. Nitekim Teâlâ hazretleri
“Allah
sizin imanınızı zayi' edecek değildir.”[8] Âyet-i kerimesinde namaza
îmân demiştir. Namazın sahih olması için temizlik şarttır. Binaenaleyh temizlik
namazın yarısı gibi olmuştur. Temizliğe namazın şartı denilmesinden onun
hakikaten yarısı olması lâzım gelmez. Bu kavil bu hususta söylenenlerin en
güzelidir. Bazıları bu cümleyi şöyle izah etmişlerdir. “İmanın iki şartı
vardır. Biri nefsi kötülüklerden temizlemek diğeride azayı temizlemek işte
Allah'ın huzuruna durmak için bedenin zahirini temizlemek bundan dolayı imanın
yarısı sayılmıştır. Dış azasını temizleyen bir kimse kalbini de kötü
inançlardan temizlerse imam bütünlenmiş olur. Suda muhtemeldir; İman kalbin
tasdiki ile zahiri uzuvların inkıyadından ibarettir. Bu tasdikle inkıyâd
imanın birer şartıdır. Temizlikte namazı Tazammun ettiği cihetle o da zahirî
âzânın inkiyâdı demektir.
“Elhamdülillah
mizahı doldurur.” cümlesinden murâd onun ecir ve sevabının büyüklüğüdür. Yâni;
mizanı dolduran onun sevabıdır. Kur'an-ı Kerim ile sünnetin birçok nassları
amellerin tartılacağını mizanların bazen ağır bazen hafif geleceğini ifade
etmektedirler.
“Hamd'in,
mânâsı; kemâl sıfatlarından dolayı Allah'a sena etmektir. Bu mânâyı düşünerek
Allah Teâlâ'ya hamd-ü senada bulunan bir kimsenin mizanı hasenatla dolar. Yani
hasenat cisim olsalar mizanı doldurdukları görülür.
“Sübhanallah
ile Elhamdülillah gökle yer arasını doldururlar (yahut doldurur.)”
Burada
râvî şekk etmiş Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) tesniye sigası
kullanarak “doldururlar mı” dedi yoksa müfret sigası ile “doldurur mu” dedi
kestirememiştir. Mânâ birdir. Bu cümleden murâd mizanı doldurduktan sonra
hasenatın artacağını beyandır. Çünkü mizanı yalnız hamd dolduracaktır. Ona bir
de Sübhânellâh ilâve edilince mizan dolup taşacaktır. Göklerle yer arasını
zikretmek sevabın çokluğundan kinayedir. Nitekim Araplar çokluğu ifade etmek
için bu ifadeyi kullanırlar. Sevabın ziyadeliğini ulemadan bazıları şöyle izah
ederler. Kulluğun esası marifet ve muhtaciyete dayanır. (Sübhanallah) diyerek
teşbihte bulunmak marifete delil olduğu gibi (elhamdülillah) demekte
muhtaciyete delâlet eder. Hadisin bir rivayetinde:
“Teşbih
mizanın yansıdır. Elhamdülillah mizanı doldurur. Tekbir ise gökle yer arasını
doldurur.” buyurulmuştur. Übbî diyor ki; “Sübhânellâh”ın sevap itibari ile “elhamdülillâh”'tan
ziyade olması onun tenzih sıfatlarına âit bulunmasındandır. “Elhamdülillâh”
ise kemâl sıfatlarına râci dir. Tevhidi işte bu iki kelime ifade eder.”
Namazın
nur olmasından murâd Nurun ziyasından istifade ederek geceleyin insan nasıl
yolunu bulursa namaz da günahlardan fuhşiyat ve münkerattan men ederek insanı doğru
yola hidayet eder, demektir. Bazıları : “Namazın sevabı kıyamet gününde bir
nur olacak” demiş diğer bazıları da “namaza nur denilmesi marifet nurlarının
parlamasına; kalbin inşirahına ve hakikatlerin kalbe münkeşif olmasına kulun
zahiriyle batınıyla Allah'a yönelmesine sebep olduğu içindir” demişlerdir.
Nitekim Teâlâ hazretleri: “Siz sabır ve namazla Allah'tan yardım dileyin.”[9] Buyurmuştur.
Ulemâdan
bazılarına göre; namaza nur denilmesi namaz kılanların yüzlerinde hem dünyada
hem kıyamet gününde aşikâr bir nur parlayacağı içindir. Nitekim bir hadisi
şerifte: “Kıyamet gününde ümmetim namazdan dolayı alınlarından;
abdest-ten dolayı abdest azalarından nur parlayarak haşrolunacaklardır.”
buyurulmuştur. Dünyada sabah namazını -kılmayan bir adamın yüzü sabahleyin
nursuz olur saçları bir birine karışmış gözleri çapaklı ağzı burnu kir içinde
uykudan kalkar. Fakat vaktinde abdest alarak namazını kılanlarda bunların
eseri bile görünmez; yüzünden nur parlar.
“Sadaka
bir burhandır” ifadesini Müslim sarihlerinden Ebu Abdillâh Muhammed b. İsmail
şöyle izah ediyor: “Bu cümlenin mânâsı bir insan icabında nasıl hüccet ve
burhana başvurursa; sadaka verende verdiği sadakaya iltica edecektir-. Yani
kıyamet gününde kula malını nerelere sarf ettiği sorulunca; bu suale cevap
hususunda dünyada verdiği zekât ve sadakalar kendisine âdetâ bir delil ve
hüccet olacak ve ben onları sadaka olarak verdim diyebilecektir. Mamafih malının
zekâtını verenlere onları tanıtacak gibi bir sima vermesi de caizdir. Bu sima
ve alâmet onlara bir burhan olurda mallarını nereye sarf ettikleri
sorulmayabilir.”
Bazıları:
“Bu cümleden murâd sadaka vermek verenin imanına hüccettir. Çünkü münafık
zekâta inanmadığı için onu vermez. Binaenaleyh zekât vermesine bakılarak veren
kimsenin imanında sadık olduğuna istidlal” edilir demişlerdir.
“Sabır
bir ziyadır” cümlesindeki sabırdan murâd şer'an matlûb olan sabırdır ki;
Allah'ın emirlerine itaat nehiylerine inkıyâd dünyanın çeşitli musibet ve
belâlarına göğüs germekle tahakkuk eder. Cümlenin mânâsı sabrın ziya kadar
güzel bir. Haslet olduğunu sabredenin daima hidayet yolunda adeta ışıklar
içinde yürür gibi devam edip gittiğini beyandır.
.
Bazıları sabrı; kitap ve sünnet yolunda sebat etmektir diye tarif etmiş
diğerleri “sabır, belâyı güzel bir edeple karşılamaktır.” demişlerdir, Ebu Alî
ed-Dekkâk. (rahımehüllâh) sabır hakkında şunları söyler: “Sabır, kadare itiraz
etmemektir. Şikâyet yoluyla olmamak şar-tiyle başa gelen bir belâyı söylemek
sabra münafi değildir.” Teâlâ Hazretleri Eyyûb (Aleyhisselam) hakkında: “Biz
onu sabırlı bulduk, o ine iyi kuldur.”[10] Buyurmaktadır.
Hâlbuki
Eyyûb (Aleyhisselam) “Gerçekten başıma
belâ geldi.”[11]
Diyerek arz-ı hal eylemişti.
Übdî
diyor ki: “Kadı’nın sözünden anlaşıldığına göre ziya ile nur kelimelerinin
arasında mânâca fark yoktur. Fakat Hukema'nın kitaplarında bunların arasında
fark vardır. Onlara göre; Ziya birinci ışıktan, nur ikinci ışıktan meydana
gelir.
Birinci
ışık: Ziyadır bir şeyin karşısına durulduğu zaman o
şey'in bizzat kendisinden hâsıl olur. Güneşin karşısında duran dünyanın güneşten
aldığı ışık gibi. Bu ışık olmasa dünya haddizatında karanlıktır. İşte bu ışığın
kuvvetlenmiş haline ziya derler. Nitekim güneşin öyle zamanı saçtığı ışık
ziyadır. Ziya zayıf olursa ona şua' derler.
İkinci
ışık: Başkasından ziya âlân bir cismin karşısına durulduğu zaman hâsıl olan
ışıktır. Nitekim ay ziyayı güneşten alır; yere aksettirir. İşte yerin aydan aldığı
ziyaya nur derler. Kur'an-ı Kerim de: “Gür işi ziya, ayı nur olarak
yaratmıştır.”[12]
buyurulmuştur ki; bu da ziya ile nur arasında fark olduğunu gösterir. Ziya ile
nur arasında umum ve husus-u mutlak vardır. Her ziya» nurdur fakat her nur ziya
değildir. Yani ziya ehastır. Çünkü onun nuru fazladır. Bundan dolayıdır ki
sabır. Ehass olan ziya ile tavsif edilmiştir. Zira kaide ehassı ehasla eammıda
eamla karşılaştırmaktır. Sabrın makamı Ehastır. Çünkü sabır; Nefsi tâat ve
meşakkatlere hapsetmektir. Bu tefsire göre her sabreden namaz kılar fakat her
namaz kılan sabır etmez. Demek oluyor ki; hadis-i şerifte bu kaide mucibince ehas
olan sabır, ehas olan ziya ile tavsif buyurulmuştur.
«Kur'an'da
senin ya lehine, ya aleyhine bir hüccettir.» cümlesinin mânâsı açıktır. Yâni;
onu okur ve mucibince amel edersen faydasını görürsün; aksi takdirde senin
aleyhine hüccet olur; demektir. Mamafih münazaa ve münakaşa zamanında
başvurulacak bir merci'dir. Onunla senin ya lehine ya aleyhine ihticac edilir
mânâsına da gelebilir.
“Bütün
insanlar sabahleyin kalkarlar...” ifadesi mukadder bir suale cevap teşkil eden
bir istinaf cümlesidir. Sanki : “Yukarıda beyan edilenlerden hidayet ve
dalâletin neler olduğu anlaşıldı. Ya bundan sonra insanların hali ne olacak?”
diye sorulmuş. Bu suale cevaben : “Herkes
sabahleyin kalkar...” yani işine gücüne gider: “Kimisi nefsini satar, kimisi de
onu ya âzâd eder yahut helâle.” buyurulmuştur.
Bâyî';
kelimesi Arapçada hem satıcı hem de alıcı mânâsına gelir. Burada ikisine de
şamil olmak üzere kullanılmış. Cevap da ona göre verilmiştir. Nefsini âzâd
eden bayf müşteri manasınadır. Yani insanlardan bazıları ibadet ve tâatte
bulunarak adeta nefislerini cehennemden satın alır da âzâd ederler.
Nefislerini helak eden bayiler onları iflâsa sürükleyen bir bedelle satmış
gibidirler. Çünkü Allah'ın emir ve nehiylerine râm olmayarak isyan etmişlerdir.
İbni
Mes'ûd (r.a.) 'dan rivayet edilen şu hadis te en veciz bir ifade ile aynı
mânayı beyan eder: --- “İnsanlar sabahleyin iki kısım olarak kalkarlar, kimisi
nefsini satar da helak eder; kimisi -de
onun faydasına çalışarak âzâd eyler.”
Belagat
ulemâsına göre bu hadis îcâz'ın bir nev'idir. Mamafih bayi' kelimesinden yalnız
satıcı mânâsı da kastedilmiş olabilir. Bu takdirde nefsini Allah'a satan onu
âzâd etmiş olur. Nitekim Teâlâ
Hazretleri: --- “Şüphesiz ki; Allah mü’minlerden nefislerini safın
almıştır.”[13]
buyurmuştur. Nefsini şeytana satanda onu helak etmiştir. Teâİâ Hazretleri: bu
bâbtada: --- “Nefislerini sattıkları bedel ne fenâ bir şeydir.”[14] Buyurmuştur.
[1] الكتاب: المسند الصحيح المختصر بنقل العدل عن العدل إلى رسول
الله صلى الله عليه وسلم، المؤلف: مسلم بن الحجاج أبو الحسن القشيري النيسابوري
(المتوفى: ٢٦١ هـ)، المحقق: محمد فؤاد عبد الباقي، الناشر: دار إحياء التراث
العربي - بيروت، عدد الأجزاء: ٥، كتاب الطهارة (٢)، باب فضل الوضوء (١)، رقم
الحديث:١-٢٢٣، ص:١/٢٠٣.
[2] Ebu Habib Habban b. Hilâl el-Bâhilî: Basrâ'lıdır. Sahihayn râvîlerindendir.
Vefat tarihi 316'dır.
[7] Sahîh-ı Müslim, Kitâbü’t-Tahâre (temizlik
bahsi 2), Bâb-ü Fazlü’l-Vüdû’ (Abdestin Fazileti Bâbı 1), Hadis no: 1-223,
s.1/203.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder