9 Eylül 2015 Çarşamba

OSMANLI TARİHİNDEN BAZI RÜYALAR...

Osmanlı Tarihinden Bazı Rüyalar

9 Eylül 2015, 19:05
Osmanlı Tarihinden Bazı Rüyalar






Osman Gazi’nin rüyası

Osman gazi Edipali’nin evinde misafirdir,gece yatmak için Osman gaziye bir oda verirler odada derli toplu bir yatak vardır ve birde yatağın ucunda bir kuran-ı kerim asılıdır.osman gazi yatağı bozmaz çünkü eğer o yatakta yatarsa kuran-ı kerime küfredeceğini saygıda kusur etmez ve yatağın yanında yatar o sıcak yatağın yerine ve gece garip bir rüya görür.sabah Edipali Osman gazi bu halini sorar ve :
-ne oldu sana hizmette ne kusur verdik de yatağı bile bozmadın yerde yattın?
-yatağın ucunda kuran-ı kerim vardı ona saygısızlık etmezdim.gece garip bir rüya gördüm,yorumlaya bilir misiniz?


Edipali’nin göğsünden bir hilâl çıkar, bu hilâl büyüyerek dolunay halini alır ve Osman Gazinin göğsüne girer. Daha sonra aralarından bir ağaç çıkar, gittikçe büyür, yeşilliği ve güzelliğiyle ziyadeleşir. Bu ağacın gölgesi üç kıta ufuklarını denizleri ve karalarıyla kuşatır. Kafkas, Atlas, Toros ve Emos dağları, bu yapraklar denizinin dört rüknü(direği) gibi görünür. Ağacın kökünden Dicle, Fırat, Nil ve Tuna çıkar. Ovalar ekinlerle dolu, dağlar ormanlarla dalga dalga kaplıdır. Dağlardan çıkan sular, gül ve servi bahçelerinin içinden şırıl şırıl akar. Ovalarda; kubbeler, ehramlar, dikili taşlar, sütunlar, latif kulelerle müzeyyen şehirler görünür. Ağacın dalları altındaki bu muhteşem manzara büyümeye devam ederken aniden şiddetli bir rüzgâr çıkar. Ağacın yaprakları bütün şehirlerin üzerine -özellikle değerli bir yüzük hükmündeki İstanbul’a doğru yayılır.

Rüyayı duyan Edipali şaşırmaktan kendini tutamaz.
-seni kutluyorum sen öyle birisin ki senin kurduğun devlet bir ağaç gibi dayanıklı olacak.ağaçtan çıkan her meyve ile gurur duyacaksın.senin gördüğün hilal ise benim kızımın belindeki (Malhun Hatun) hilaldir bu yüzden sen benim kızım ile evleneceksin.Ve evlenirler ve Osman gazi devletin yönetimi ele alır.ve köklü bir ağaç toprağa dikilmiş olur….





Fatih'in Uzun Hasan'la Güreşi



İstanbul'u fethederek yepyeni bir çağ açan Fatih Sultan Mehmed, imanı kadar bileği de kuvvetli bir şahsiyettir. Uzun Hasan'la karşılaşmadan önce bir rüya görür.

Rüyasında, Uzun Hasan güreş kısmetini giymiş ve naralar atarak üzerine gelmektedir. Fatih Sultan Mehmed'de dayanamaz. O da elbiselerini çıkarıp kısmeti giyer ve güreşe tutuşurlar. Uzun Hasan bir ara yenecek gibi olur; Fatih'i diz üstü çökertir. Fakat Fatih, biraz sonra tırnaklarını onun yan tarafına batırıp çevirerek kündeye getirir. Rüya gerçekleşmiş ve Uzun Hasan, Otlukbeli Savaşında mağlup olmuştur.



İkinci Osman'a Akıbetinin Gösterilmesi



Sultan Birinci Ahmed'in oğlu olan Osmanlı Padişahı İkinci Osman, 1603-1622 yılları arasında yaşamıştır.

Rivayet edildiğine göre, bir gece Genç Osman rüyasında tahtta oturmuştur. Kur'an okumaktadır. Birden kapı açılır. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) zuhur eder. Fakat son derece hiddetlidir. Yaklaşır ve onu bir tokatla çekip aşağı atar. Perişan bir hale gelen Osman, şefaat diler, fakat kabul olunmaz.

Uyandığı zaman üzüntüsünden ağlaya ağlaya bitap hale gelir. Daha sonra rüyasını ileri gelen alim ve zahid kişilerden Azız Mahmud Hüdai ve Ömer Efendi'ye anlatır. İki gün sonra Eyyub Sultan Hazretleri'nin türbesine gidilir, kurbanlar kesilir. Fakirler ve kimsesizler yedirilip içirilir. Aziz Mahmud Hüdai, onun birtakım hayırsız işlere giriştiğini bildirir ve rüyasının buna işaret ettiğini ifade eder. İkinci Osman, İstanbul' da kalmak istemeyerek çekilmek ister. Aziz Mahmud Hüdai'den izin ister, fakat bu izin verilmez.

Padişah hacca gitmeyi, oradan Suriye'ye gelerek burada kuracağı büyük bir orduyla İstanbul'a davet edip Yeniçeri Ocağını ortadan kaldırmayı tasarlar. Bu konuda kendisini ikaz eden ve "Hacdan sonra adaletle hükmetmek gerekir. Kaldı ki, büyük bir Fitne de zuhur edebilir." diyen Aziz Mahmud Hüdai'ye kulak vermez. Planını da gizli tutmadığı için fitneye sebep olur. Çok geçmeden Yeniçeri ve Sipahiler ayaklanıp onu tahttan indirirler ve Yedikule zindanlarında boğularak öldürülür.



Ertuğrul Gazi ve Ocaktan Akan Su



Ertuğrul Gazi, bir gün Akça Koca'yla beraber oturmaktadır.

Dalgın duran Ertuğrul Gazi'ye Akça Koca sorar:

"Hayırdır Efendim, pek dalgın duruyorsunuz?."

"Hayırdır inşallah Akça Kocam... Dün gece bir rüya gördüm. Bir ocağın başında oturmuşum. Ocaktan etrafa alevler yükseliyor. Ocağa dikkatle bakıyorum. Ocaktan temiz ve ab-ı hayat gibi bir su, yol yaparak ilerliyor; gittikçe çoğalıyor, genişliyor ve aşağılara inerek ovada toplanıyor. Ben ne olacak diye heyecan içinde iken tam bir derya haline geldi. Buna hayret ederim."

Akça Koca sakalını sıvazlarken neşeli görünüyordu:

"Gözün aydın olsun gazim! O ocak sensin. Gönlün Allah aşkı ve muhabbeti ile alev alev yanmaktadır. Müjdelerin seni! Gün gelip senin bir oğlun olacak, o gördüğün billur su kaynağı misali, derya gibi bir devlet kuracak. Bu devlet bütün bir cihana hakim olacaktır.

Rüya, bilindiği gibi gerçekleşmiş, altı asır bütün cihana adalet, insanlık ve birbirinden güzel eserler sunacak olan Devlet-i Aliye-i Osmaniye zuhur etmiştir.



Barbaros Hayreddin Paşa'nın Göbekli Burcunu Fethi



Hizmet ruhu içinde gelişip yetişen ve kazanmış olduğu muazzam zaferlere kapılıp devlete başkaldırmayan Barbaros Hayreddin Paşa, bileği kadar inancı kuvvetli bir şahsiyettir. Hayreddin Paşa'nın asıl adı "Hızır" dır. Hayırlı işlere giriştiği ve darda kalanların imdadına Hızır gibi yetiştiği için "Hayreddin" adını ona Kanuni Sultan Süleyman vermiştir. Kendisi, ilgili eserinde, Osmanlı'ya son derece bağlı olduğunu bildirmekte ve oğullarına da şu vasiyeti bırakmaktadır:

"Oğlum! Bu ocak, çok büyük bir ocaktır. Sakın ihanet edip padişah bedduası almayasınız! Padişah duası bir iksirdir."

Göbekli Burcu için günlerdir hazırlık yapılmaktadır. Fakat üç ay geçtiği halde burçların fethi gerçekleşemez. Barbaros Hayreddin Paşa, eserinde bir gece, ibadetinden sonra son derece Mevla'ya yalvarıp yakardığını bahseder:

"Ya Rab. Şüphesiz, her işi kolaylaştıracak olan, ancak Sensin. Şu burçların fethini bize müyesser eyle! Beni din ve düşman içinde hakir koyma! Nusret ve kuvvet sendendir ey Rabbim! Sana sığındım. Beni Salih kulların arasına kat."

Paşa, bilahare o hal üzere uyuduğunu, bir müddet sonra da bir rüya gördüğünü anlatır. Rüyasında nur yüzlü bir ihtiyar gelmiş ve ona hitaben, "Ey Hayreddin! Niçin gam ve kasavet çekersin? Gönlünü halas tut. Her şeyin mutlaka bir vakti zamanı vardır; saati gelmeden kuş dahi uçamaz. Uzaktan feryat etmenin bir faydası yoktur. Filan gece askerlerini teknelere doldurarak ada üzerine çıkart. Çıkar çıkmaz da siperlerine girsinler. Filan tarafta da kalenin kendi lağımları vardır. O lağımları aldığınız zaman burçlar sizindir. Hakk'ın izni kuvvetiyle böylece hareket edesin." der. Sabah olunca, Hayreddin Paşa, Allah' a hamd-ü senada bulunur ve rüyada aldığı talimat üzerine hareket eder. Türkler metrisleri alınca, kafirlerin saç ve sakallarını yoldukları görülür. "Barbaros bize hile yaptı!" diye bağrışıp ter ter tepinirler.



Kanuni'nin Rüyası ve Son İsteği



Cihan hükümdarı Kanuni'nin, Efendimize muhabbet ve bağlılığı da, ceddininkilerden aşağı kalır değildi. Öyle ki, Kanuni'nin rüyasında Hz. Peygamberi gördüğü ve kendisine şöyle emrettiği nakledilmektedir: "Belgrad, Rodos ve Bağdat kalelerini fethedesin; sonra da benim şehrimi imâr edesin!" Tabii Kanuni de hemen Haremeyn'i imar ve ıslah etmişti. Hatta oğlu II. Selim'e, servetiyle hacılar için su getirecek bir vakıf dâhi kurulmasını vasiyet etmişti.





I. Ahmed'in Rüyası



I. Ahmed'in, Hüdâyî Hazretleri’ne mürid olduğu söylenir. Ahmed'in Hüdâyî Hazretleriyle tanışmasına gördüğü bir rüya aracı olmuştur. Padişah rüyasında Nemçe (Avusturya) kralı ile güreş tutmuş ve yenilerek sırtının yere geldiğini görmüş. Tabirciler pek hoş olmayan bu rüyanın tabirinde aciz kalınca, tavsiye üzerine rüyanın tabir edilmesi için padişah, elçiyle Hüdâyî Hazretleri'ne bir mektup göndermiş. O da rüyayı şöyle tabir etmiş: "Allah, cansızlar arasında yeryüzünü, vücutta da sırtı en kuvvetli yaratmıştır. Yerle sırtın bir araya gelmesinden iki kuvvet birleşmiş oluyor. Bu da düşmana galip gelineceğine işarettir." Gerçekten de Avusturya kralına karşı yapılan sefer, zaferle sonuçlanmış ve Estergon Kalesi geri alınmıştır. Rüyanın tabirinin doğru çıkması, Hüdâyî Hazretleri'ne karşı padişahın hayranlığına sebep olmuştur.



Yavuz Sultan Selim’in Mısır Rüyası



Mısır'ı Osmanlı toprağı yapan ve kutsal emanetleri devralarak Halife olan Osmanlı padişahı, Yavuz Sultan Selim'dir. Yavuz Selim, geceleri pek uyumaz, vaktinin çoğunu kitap okuyarak geçirirdi. Dostu Hasan Can ile sohbetleri gece geç saatlere kadar sürerdi. Hasan Can bu sohbetler sebebiyle birkaç gece üstü üste uykusuz kalmıştı. Bir gece sohbete gelemeyip dinlenmeye çekildi.

Tam da o gece Yavuz Selim'e rüyasında, beklediği bir haberin Hasan isminde biri tarafından verileceği söylendi. Ertesi sabah Hasan Can huzuruna gelince, Sultan ona nasıl bir rüya gördüğünü sordu.

Hasan Can ise herhangi bir rüya görmediğini söyledi. Yavuz Selim biraz da kızarak: "İnsan bütün gece uyur da rüya görmez mi? Çok acayip!" diyerek hayretini dile getirdi.

Hasan Can mahcup bir halde huzurdan ayrıldı. O günlerde Kapı ağası olan, Hasan Ağa'nın yanına gitti. Hasan Ağa iki gözü iki çeşme ağlıyordu. Hasan Can bu gözyaşlarının sebebini merak etmişti. Sebep gece görülen bir rüya idi. Hasan Can rüyayı öğrenmek istediğinde, Hasan Ağa şunları anlattı:

"Bu gece, eşiğinde oturduğumuz bu kapıyı acele acele çaldılar. Ne haber var, diye ileri vardım. Gördüm ki kapı birazcık açılmış, dışarısı Arap simalı, nuranî, elleri silahlı ve sancaklı mükemmel insanlarla dolmuş. Ve kapı dibinde dört nuranî kimse durur; ellerinde birer sancak var. Kapıyı çalanın elinde padişahın ak sancağı var. Bana sordu:

- Bilir misin biz niye gelmişiz?

- Buyurun, dedim.

- Bu gördüğün insanlar Rasulûllah (sas)'in ashabıdır. Bizi Hazret-i Rasulûllah gönderip Selim Han'a selam etti ve buyurdu ki, 'Kalkıp gelsin, Haremeyn'in hizmeti ona buyruldu...?

Hasan Can rüyayı dinleyince hemen padişahın yanına gitti ve:

- Hünkarım! Arzu ettiğiniz rüyayı bu Hasan kulunuz değil de başka bir Hasan kulunuz görmüştür. dedi ve rüyayı olduğu gibi anlattı. Dinledikçe yüzünde memnuniyetinin çizgileri beliren hünkar, Hasan Can'a şöyle dedi:

- Hasan Can! Ben sana demez miydim ki biz hiçbir tarafa memur olmaksızın gitmeyiz. Ecdadımız velâyetten hissedar idi. Fakat biz onlara tam olarak benzeyemedik.

Yavuz Selim'in Mısır seferine çıkması işte bu manevî işaretten sonra olmuştur. Mısır üzerine yürüyen Padişah, Sina çölü'nü on üç günde geçerek Kahire'nin kuzey doğusunda bulunan Ridaniye'ye varır.

Ridaniye'de Memluklarla yapılan zor ve tehlikeli bir savaştan sonra Kahire ve Mısır'ın fethi gerçekleşmiştir.
Fetihten sonra Yavuz Selim'e birçok beldenin heyeti, itaatlerini bildirmek üzere gelir. Bunların arasında en önemlisi şüphesiz Haremeyn Serifi Ebu'l-Berekât b. Muhammed'in, Ebû Nümey'in başında bulunduğu heyettir.

Haremeyn; Mekke ve Medine'nin ortak adıdır. Bu bölgeye Hicaz Bölgesi de denir.



Türbedar ve Ulu Hakan'ın Rüyası

Cennetmekan Sultan II. Abdülhamid Han döneminde Yavuz Sultan Selim'in türbedarlığını yapmakta olan bir zatın, şiddetli geçim darlığının kendisine verdiği sıkıntılı bir ruh haleti içinde: 'Bir de evliyadan olduğunu söylerler Yıllarca türbedarlığını yaptım yoksulluk içindeyim" diyerek türbeye hiddetle vurduğunu, Ertesi sabah aniden Abdülhamid Han'ın türbedarı huzuruna çağırarak bir yıllık ihtiyacının hepsini karşıladığı, çünkü Abdülhamid Han'ın, gece rüyasında ceddi Yavuz Selim tarafından haberdar ediljmiştir



“Allah isterse Rüzgarları tersten estirir!..”



Büyük Amiral Barbaros, Ceneviz donanması komutanı Andrea Doria’nın, Türk donanmasını imha etmek ve Preveze kalesini almak üzere gelmekte olduğu düşmanın kendisinden üç misli fazla kuvvette bulunduğunu ve gemilerin yüksek bordolu olduğunu öğrenir. O tarihte deniz ve hava durumu, Türk donanması gemileriyle bir deniz savaşı yapmalarına müsait değildir. Ayrıca gemilerin çoğu kürekli ve ufak; sayıca da azdır. Üstelik o mevsimde esen rüzgarlar Haçlı Donanmasının arkasından estiği için mevsimsel rüzgarın sağladığı avantajı da kullanıyordu Haçlı ordusu.


 Barbaros çok yiğit olmakla beraber, çok bilgili, mahir, üstün morale sahip bir kumandı. Yaptığı birçok savaştan edindiği denemelere dayanarak savaşların ancak azimli iman gücü ile kazanılacağına tanık olmuştu. Yani denizde zaferin kazanılması için maddiyattan çok maneviyata ihtiyaç olduğu kanısında idi. Nitekim 27 Eylül 1538, Preveze savaşı başlamadan Büyük Amiral Barbaros, o gece sabaha kadar Rabbine dua edip Yarabbi İslam Donanmasına yardım et biz nefsimiz için değil İlayı kelumatullah için çarpışıyoruz dedi. Bir süreliğine yorgunluktan uykuya dalan Barboros’a rüyasında gemilerin yelkenlerine Allah İsterse rüzgarları tersten estirir ayetinin yazılması buyruğu verildi.


Barbaros hemen rüyasında verilen buyruğu yerine getirip yelkenlere “Allah İsterse rüzgarları tersten estirir” âyet-i kerimesi yazıldı.Gerçekten de savaşa başlamadan biraz önce hava ve deniz durumu, özellikle rüzgarın esiş yön ve hızı Osmanlılardan yana olmuştu.

Denizcilerimiz bu durumu Allah’ın zafer müjdesi olarak kabul ettiler. Kesin karar ve imanla düşman gemilerine rampa ederek saldırdılar. Türkler, Andrea Doria’nın altı yüz gemilik büyük armadasını 200 teknelik küçük gemilerle yendiler. Müttefik devletlerin donanmasını temsil eden gemiler hakkında Avrupa kaynakları muhtelif rakamlar vermektedirler. Hammer, “Hıristiyanlar kuvvetçe çok üstün idiler; zira Venedik’in 80, Papa’nın 36, İspanya’nın 50 kadırgası vardı” diyor ve yelkenli savaş gemilerinden bahsetmiyor.

Bu mukayeseden anlaşılacağı üzere müttefiklerin donanması, gemi adeti itibariyle Türk gemi donanmasının üç misli, top adedi itibariyle on altı misli kuvvete sahipti. Türk donanmasındaki sekiz bin muharip askere karşı müttefiklerin donanmasında altmış bin muharip asker bulunuyordu. Barbaros, mukayese kabul etmez üstünlükte olan düşman gemilerinin yarısından fazlasını o ana kadar görülmemiş kendi dehasına has manevralarıyla, birkaç saat içinde top ateşiyle batırdı. Savaş çetin, zafer ise kesindi! Davullar cenk havası çalıyor, Türk gemicileri naralar atıyor ve semaya yükselen tekbir sesleri, top seslerini bastırarak Preveze inim inim inliyordu.

Türk topçusunun kudretinden yılan Haçlı donanması tamamen hırpalanmış ve savaş kabiliyetini kaybederek Andrea Doria’nın emriyle kaçmaktan başka bir çare bulamamıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder