ABDULLAH BİN
ZÜLBİCÂDEYN (R.A.)
"قصة
الصحابي؛ عبد الله بن ذو البجادين"
Saadet Asrı’nın
mimarı, İki Cihan Güneşi Resûlülâh Efendimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem),
Kur’ân hakikatlerini cihanşümul bir sesle ilan ederken, Cahiliye Devri’nin
kökleşmiş batıl âdet ve itikatlarını da temizliyordu. İnsanlık tarihi içinde
böylesine muazzam bir inkılabın eşine rastlanmamıştı. Âdet ve inançlarına,
gelenek ve itikatlarına taassup ölçüsünü dahi aşan bir inatçılıkla bağlı olan
Cahiliye Devri insanlarının dem ve damarlarına, yepyeni bir iman aşısını
yaparken, o Yüce Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) hep kendisine
emredilen “İstikamet üzere ol.” İlahî hitabına bağlı kalmıştı.
Kendilerini
tabiatın dışına çıkarmış, ferdî ve içtimai hayatı insani özlerinden ziyade,
hayvani hususiyetlerine bina etmiş müşrik ve münkirler, Hz. Peygamber’in (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem) getirdiği habere karşı isyan ve şiddet içinde
bulunduklarında, onu defalarca öldürmeye, yok etmeye, ona işkence ve azap
vermeye kalktıklarında, o, Kur’âni düsturların dışına çıkmamıştı. Hz.
Peygamber’in (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) putperestliğe karşı tavrı, bütün
batıl inançları olduğu gibi, inkâr ve şirkin sembolik ifadesi olan putları da
ortadan kaldırmayı gerektiriyordu. Cahiliye Devri insanları, içlerindeki batıl
inançların dışa taşan işareti olarak putları kutsi görüyor ve ibadet
ediyorlardı.
Hattâ
birçoğunun ismi “Lat’ın kulu,” “Uzzâ’nın kulu” manasına geliyordu.
Peygamberimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem), Cahiliye Devri’nin kötü bir
âdeti olarak konulan, küfrü ve şirki ihsas eden bu isimlerin hepsini
değiştirdi.
İşte, Cahiliye
döneminin inançlarını hatırlattığı ve “putlara kul olmak” manasını taşıdığı
için Peygamberimizin (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) ismini değiştirdiği
şahıslardan biri de, Abdullah Zülbicâdeyn idi (r.a.). Suffe Medresesi’nin bu
muhterem talebesinin ismi İslam’a girmeden önce, “Uzza” isimli putun kulu
manasına gelen “Abdüluzza” idi. Müslüman olduğunda Rasûlüllâh Efendimiz,
“Hayır, sen Abdüluzza değil, Abdullah’sın.” buyurarak onun ismini değiştirdi.[1]
Abdullah
Zülbicâdeyn (r.a.) yetimdi. Amcasının yanında kalıyordu. Amcası ona çeşitli
ikramlarda bulunurdu. Bir gün Abdullah’ın Müslüman olduğunu öğrenince çok
kızdı. Abdullah’ı yanına çağırdı ve “Duyduğuma göre, sen Muhammed’e tabi
olmuşsun. Eğer bundan vazgeçmezsen, sana verdiğim elbiseler dâhil bütün
ikramlarımı, hediyelerimi geri alırım!” dedi. Hz. Abdullah onun bu tehdidine
aldırış etmedi. Pervasız bir şekilde, “Evet amca, ben Müslüman’ım!” cevabını
verdi.
Bunun üzerine
amcası, üzerindeki elbiselere varıncaya kadar ona verdiği her şeyi geri alarak
annesine gönderdi. Annesi de kalın bir elbise verdi. Abdullah üzerindeki bu elbiseyle
Rasûlüllâh’a giderken yolda elbisesi ikiye ayrıldı. O da, elbisenin bir kısmını
belinden alt tarafına, diğer kısmını sırtına aldı. Öylece Rasûlüllâh’ın
huzuruna gitti. Başından geçenleri Peygamberimize anlattı. Onun bu fedakârlığı
Rasûlüllâh’ı çok duygulandırdı. Ona iltifatta bulundu. Ayrıca, “iki elbise
sahibi” manasına gelen “Zülbicâdeyn” lakabını verdi. Bundan böyle Hz.
Abdullah bu lakabıyla birlikte anılacaktı.
Hz. Abdullah,
Müslüman olduktan sonra, devamlı Rasûlüllâh ile beraber kalmayı arzu etti ve
ondan bir dakika olsun ayrılmak istemedi. Rasûlüllâh ile beraber kaldıktan
sonra gece gündüz Kur’ân okur, dua ve ibadetle meşgul olurdu. Bazı günler Rasûlüllâh’ın
kapısına gider, oturur, tespih ve tekbirle vakit geçirirdi. Hz. Ömer (r.a.), Rasûlüllâh’a
giderek, bu hareketin riya olup olmadığını sorduğunda, Hz. Peygamber, “Ey
Ömer, bırak onu. O, Allah’a dua eden, yalvaran, kalbi yanıklardandır.”[2] Buyurdu.
Hz. Abdullah, Rasûlüllâh
ile birlikte Tebük Seferi’ne katıldı. Çok büyük kahramanlıklar gösterdi.
Sonunda şehit oldu. Kabir kazma ve defin işiyle Peygamberimiz, Hz. Ebû Bekir
ve Hz. Ömer meşgul oldu. Peygamberimiz onun naaşını kabre koyduktan sonra, “Ey
Allah’ım, ben ondan razıyım, Sen de ondan razı ol.” diye dua etti.
Peygamberimiz
onun vefatından müteessir olmuştu. Bunu gören sahâbîler, “Yâ Rasûlellâh,
Abdullah’ın vefatına üzüldünüz!” dediler. Peygamberimiz, “Evet, çünkü o, Allah
ve Rasûlünü seviyordu.” buyurdu.
Orada hazır
bulunan sahabilerden İbni Mes’ûd (r.a.) der ki: “Ben ondan beş yıl önce
Müslüman oldum. Yemin ederim ki, onun yerinde olmayı çok arzu ederdim!”[3] Allah onlardan razı olsun!
HZ. PEYGAMBER (SALLELLÂH-Ü
‘ALEYH-İ VE SELLEM) HANGİ İSİMLERİ DEĞİŞTİRDİ?
Yrd. Doç. Dr.
Cemal Ağırman---25.09.2009, Cuma
İslamiyet'te ad
koyarken güzel isim seçme titizliğine, isim vermede Hz. Peygamber'in bizatihi
kendisinin fiilî olarak gösterdiği titizliğin yanı sıra, "Siz kıyamet
gününde hem kendi adınızla, hem de babalarınızın adıyla çağırılacaksınız; bu
sebeple kendinize güzel adlar koyunuz." şeklindeki sözlü uyarısı da etkin
rol oynamıştır.
İsim, sahibinin
tanınmasını sağlayan ve kendisini diğer bireylerden ayıran en belirgin
semboldür. Buna bağlı olarak kişinin ömründe en çok duyacağı sözcük kendi adı
olmaktadır. Bu sebeple herkes kendi adının güzel olmasını ister.
İslamiyet'te ad
koyarken güzel isim seçme titizliğine, isim vermede Hz. Peygamber'in bizatihi
kendisinin fiilî[4] olarak gösterdiği titizliğin yanı sıra,
"Siz kıyamet gününde hem kendi adınızla, hem de babalarınızın adıyla
çağırılacaksınız; bu sebeple kendinize güzel adlar koyunuz."[5]
Şeklindeki sözlü uyarısı da etkin rol oynamıştır. Hadis-i şerif, ad vermenin
aynı zamanda uhrevî boyutunun bulunduğunu göstermektedir.
İslamiyet
çocuğa güzel isim vermeye, çocuğun babası üzerindeki haklarından biri olarak
ilan edecek kadar önem vermiştir.
Hz. Peygamber'in
Koyduğu İsimler ve Özellikleri
Ashâb, yeni
doğan çocuklarını teberrüken (hayır beklentisiyle) Hz. Peygamber'e götürür,
tahnik yaptırır (yani yeni dünyaya gelen çocuk daha anne sütü emmeden Rasûlüllâh’a
götürülür, Rasûlüllâh çocuğu kucağına oturtup ağzında yumuşatmış olduğu hurma
ile çocuğun damağını oğar, daha sonra dua edip adını koyardı ki İslam inancında
bu işleme tahnik adı verilir) ve adlarını koydururlardı. Ad koyarken yapılan
sözcük seçiminin temelinde yatan en belirgin özellik, hayır beklentisi
olmaktadır. Bu gerçekten hareketle Hz. Peygamber'in yeni doğan çocuklara
verdiği isimlere baktığımızda umumiyetle ya İbrahim gibi eski bir peygamber ismi
yahut da Abdullah ve Abdurrahman gibi Allah'ın ismine veya bir sıfatına izafe
ederek verdiği isimler göze çarpmaktadır.
Peygamber isminin
verilmesinin, genel olarak, onların izinden gitme arzusundan kaynaklandığını
veya en azından böyle bir arzu ve beklentiye yönlendirmeye matuf oluğunu; daha
dar bir açıdan değerlendirdiğimizde ise, İbrahim (as)'ın Hz. Peygamber'in
dedelerinden olması hasebiyle eskileri yâd etme, onları unutmama ve
unutturmama, hatıralarını canlı tutma amacına yönelik olduğunu söylemek
mümkündür.
Abdullah ve
Abdurrahman gibi isimlerin Allah'a en sevimli olmasının sebebini şu şekilde
izah etmek mümkündür: Abdullah isminde ubudiyet ve tezellülü itiraf vardır.
Abdurrahman'da ise her mahlûka şamil olan rahmeti itiraf vardır.
1- Hz. Peygamber'in
Değiştirdiği İsimler ve Özellikleri
Hz.
Peygamber'in değiştirdiği isimlerde üç ana özellik göze çarpmaktadır:
a- Kötü Manalı Olanlar
Rasûlullâh mana
itibarı ile çirkin olan isimleri değiştirirdi. Mesela Ensar'dan Usey'in, oğluna
verdiği ismi[6] Hz.
Peygamber beğenmemiş, "ona Münzir adını koy"[7]
buyurarak önceki ismi değiştirmiştir. Ebû Davud (ö.275/888), Rasûlüllâh’ın,
Âsî, Azîz, Atele, Şeytan, Hakem, Gurab, Hubab, Şihab isimlerini değiştirdiğini,
Şihab'ı Hişam, Harb'i Silm, Muzdacî'ı Münbais yaptığını, Afire adını taşıyan
bir araziyi de Hadire, Şi'bu'd-Dalalet geçidi(n)'i Şi'bu'l-Hüdâ;
Benü'z-Zinye'yi Benü'r-Rişde; Benû Muğviye'yi de Benû Rişde olarak
değiştirdiğini nakletmektedir.[8]
Hz Peygamber bu
isimleri, şüphesiz manalarındaki çirkinlik ve sevimsizlikten; Hakem ismini,
Allah'ın bir ismi; Hubab'ı, şeytan veya bir yılan cinsinin adı olduğundan;
Şihab'ı da alev gibi yanmayı[9]
ifade ettiğinden beğenmemiş, onları bu sebeple değiştirmiştir.
Şu bir
gerçektir ki, hoş karşılanmayan bir şey duyula duyula ona karşı tepki ve
duyarlılık söner, sonunda normal karşılanır hale gelir. İnsanın bu fıtrî
yapısını dikkate aldığımızda, "şuyûu vukûundan beterdir" atasözünün
ne kadar yerinde söylenmiş olduğunu daha iyi anlıyoruz. Zira vukûu sınırlı
kalabilir, neticede zararı az olur. Ancak şuyû bulur, geniş bir alana yayılır
da normal karşılanır hâle gelirse, o zaman bunun zararı daha çok olur.
Dilimizde Aziz,
Kadir, Samet gibi isimler, yukarıda verilen ölçüye göre mahzurlu sayılmasına
rağmen çocuklara verilmektedir. Ancak bunlar Abdülaziz, Abdülkadir,
Abdüssamet'ten kısaltma olmalıdır. Çünkü Cenâb-ı Hakk'a ait isimlerdir. Rasûlüllâh
bu gruba dâhil isimlerle tesmiyeyi (isimlenmeyi) uygun görmemiş ve her
seferinde değiştirmiştir.[10]
Bu tür isimleri, örneğin sadece Aziz şeklinde değil, Allah'a kul olmayı ifade
eden Abdülaziz şeklinde "abd (kul)" izafetiyle verilmesi en uygun bir
yol olacaktır.
b- Güzel Manalı Olup
Daha Güzeli ile Değiştirilenler
Güzel manalı
olup da Hz. Peygamber'in değiştirdiği isimleri genel bir analize tabi
tuttuğumuzda, onların, anlamları güzel olmasına rağmen sahibi ve çevresi
üzerinde menfi etkiler bırakan isimler olduğunu görmekteyiz.
Hz.
Peygamber'in değiştirdiği isimler arasında, kötü manalı ve tevhidi zedeleyici
isimlerden başka güzel manalı isimler de vardır. Güzel manalı olup da Hz.
Peygamber'in değiştirdiği isimleri genel bir analize tabi tuttuğumuzda,
onların, anlamları güzel olmasına rağmen sahibi ve çevresi üzerinde menfi
etkiler bırakan isimler olduğunu görmekteyiz.
Mesela; Hz.
Peygamber, "iyi insan, kusursuz kimse, günahsız" anlamına gelen Berre
ismini Zeyneb'e çevirmiştir. Bu ismi taşıyanın zihninde, kendini beğenme gibi
bir mana teşekkül edebilir. Bu da isimlenenin karakterini olumsuz yönde
etkilemesi demektir. Zira bu isim hakkında Hz. Peygamber, "Allah sizin iyi
olanlarınızı en iyi bilendir." buyurarak bu adı değiştirirken,
"kendinizi temize çekmeyin!"[11]
sözüyle de, güzel bir ismi başka güzel bir isimle değiştirmenin gerekçesini
belirtmiştir. Bunun anlamı, "Berre adını takıp da bununla iyi olduk
sanmayın! Allah kimin iyi olduğunu herkesten daha iyi bilir!" demektir.[12]
Rivayetlere göre Zeynep bnt. Ebî Seleme'nin adı Berre idi. Nefsini tezkiye
ediyor denildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber onu Zeyneb diye isimlendirdi.[13]
Demek ki buradaki çirkinlik, mananın çirkinliğinden değil, "Kendinizi
temize çıkarmayın, kimin muttaki (temiz) olduğunu O (Allah) çok iyi bilir"[14]
âyetine muhalefetten ileri geldiği söylenebilir. Şu halde İslam âdâbına
uymayan, kişiye gurur, kibir, aldanma telkîn eden isimler uygun değildir.
c-
Tevhîd-e Aykırı Olanlar
Hz. Peygamber
yeni doğan çocuklara tevhîdi ve Allah'a kulluğu ifade eden Abdullah ve
Abdurrahman gibi isimler vererek bunların Allah'a en sevimli adlar olduğunu
ifade buyurmuş,[15]
bunun tam tersini ifade eden "Melikü'l-Emlak (mülklerin maliki)" gibi
isimleri de Allah'ın en sevmediği isimler olarak takdim ederek,[16]
bunun sebebini de "Allah'tan başka mâlik yoktur"[17], şeklinde açıklamıştır. Görüldüğü gibi bu tür
isimler, Tevhîd-e aykırı olarak şirk anlamı ifade etmektedirler.
İSİM VERMENİN HÜKMÜ
VE SORUMLULUĞU
Çocuklara güzel
isim vermek ana-babanın sorumluluğunda yer alan önemli bir vecibedir. Çocuklara
kötü manalı çirkin isimler vermek mekruhtur. Melikülemlâk gibi tevhîd-e aykırı
isimler vermek ise haramdır. Zira hadiste yer alan vaîd (azap tehdidi) şiddetli
bir uslûpla ifade edilmiştir. Haram hükmü aynı manaya gelen diğer isimlere de
şamildir.
Güzel isim
verme emri, isim verme yetkisine sahip olanlaradır. Hiç kimse kendi adını
kendisi koymaz. Başlangıçta adı konurken böyle bir kudrete sahip değildir. Onun
için burada birinci derecede sorumluluk ebeveyne aittir.
İSİM DEĞİŞTİRMENİN
HÜKMÜ
Tevhîd-e aykırı
olanlar, kötü manalı olanlar, güzel manalı olup duyguları menfi yönde
etkileyenler olmak üzere, değiştirilme kapsamına giren isimleri üç ana gruba
ayırmak mümkündür. Her şeyden önce isimlerin güzel manalı olması sünnettir, müstahâbdır.
Tevhîd-i zedeleyen türden isimlerin verilmesi ise haramdır, kesinlikle
verilmemelidir. Şayet bilinçsizce verilmişse değiştirilmelidir.
Abdullah b.
Selam'ın yeni bir dine girmesiyle adının değiştirilmiş olması, "her din
değiştirenin ismini de değiştirmesi gerekiyor mu?" sorusunu akla
getirebilir. Bu örnekten hareketle hayır cevabını vermek mümkündür. Böyle bir
olay karşısında önemli olan ismin taşıdığı manadır. Güzel bir anlam taşıyor ve
hem itikadî yönden bir mahzur taşımıyor, hem de sahibi üzerinde bir takım
olumsuz etkiler meydana getirmiyorsa, değiştirilmesi gerekmez. Ancak isim eski
dinîn izlerini taşıyorsa, değiştirilmelidir.
HZ. PEYGAMBER (SALLELLÂH-Ü
‘ALEYH-İ VE SELLEM) HANGİ İSİMLERİ DEĞİŞTİRDİ?
®
Peygamberimiz
hanımlarından ikisinin ilk isimlerini değiştirmiştir. Biri Cüveyriye diğeri
Zeynep binti Cahş annemizdir. Her ikisinin ilk isimleri "Berre" idi.
ayrıca üvey kızının adı da "Berre" iken onu "Zeynep" olarak
değiştirmiştir. Berre manası temizleyicidir. Ancak " O kendi nefsini
temizler" diyerek kibir ve gurura sebep olmaması için değiştirmiştir.
Zeynep mücehverler değerli taşlar anlamındadır.
®
''Hazn"
(hüzünlü kederli) ismini "Sehl" (kolaylık iyilik) ile.
®
Hz. Ömer'in
kızının adı da isyancı anlamında "Âsiye" idi Allah Resulü onu (asi
isyan eden sad ile yazıldığında. Ancak sin ile yazılırsa hastabakıcı olur)
"Cemile" ile
®
Çorak arazi
olduğu için Afira" (otsuz çorak) ismini "Hadıra" (yeşillik
çimen) ile
®
Peygamber
Efendimiz Yesar (kolaylık bolluk) Rebah (menfaat fayda) Eflah (kurtuluş
kurtuluşa eren) Necih (dileğine kavuşan) adlarının verilmesinide yasaklamıştır.
Bu yasak bu isimlerin kötü hitaplara maruz kalmaması içindir.
®
Şihab'ı (Şahap
alev ateş parçası) Hişam ile
®
Asram Âsi Aziz
Atele (şiddet sertlik) Şeytan Hakem Gurâb (karga) Habbâb isimlerini değiştirdi.
®
Harb'i (savaş)
Silm (barış) ile
®
Muzdaci'ı
(yatan) Münbais (kalkan) ile
®
Peygamberimiz
bir yılan ismi olduğu için "Hubab" ismini ateşten bir yalının ismi
olduğu için "Şihab" ismini Allah'a mahsus olduğu için
"Aziz" ismini değiştirmiştir.
Allah Resulü (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)
Buyuruyor;
* Siz kıyamet günü isimleriniz ve babalarınızın
isimleriyle çağrılacaksınız öyle ise isimlerinizi güzel koyunuz.
* Peygamberlerin isimleriyle isimlenin. Allah'ın çok
sevdiği isimler Abdullah Abdurrâhman'dır. İsimlerin güzeli de Hâris ve Hemmâm
isimleridir. En çirkinleri de Harb ve Mürre isimleridir.
* Kıyamet günü Allah'ın en ziyade kızacağı en kötü
kimse adı Melikü'l-emlâk (Şehinşâh) olan kimsedir. Allah'tan başka Mâlik
yoktur.
* İsmimi isim olarak koyun fakat künyemi kendinize
künye yapmayın!
* Kim benim ismimi almışsa künyem ile künyelenmesin.
Kim de künyem ile künyelenmişse ismimle isimlenmesin.
HZ.
PEYGAMBER (SALLELLÂH-Ü ‘ALEYH-İ VE
SELLEM)’İN DEĞİŞTİRDİĞİ İSİMLER
125 - Hz. Âişe (radıyellâhü anha): "Resûlülâh (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem) çirkin isimleri değiştirirdi" buyurmuştur.[18]
126 - Ebu Hureyre (radıyellâhü anh) anlatıyor:
"Zeyneb Binti Ebî Seleme'nin ismi Berre idi. "Nefsini tezkiye
ediyor" denildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve
sellem) onu Zeyneb diye isimlendirdi.[19]
127 - İbnu Abbas (radıyellâhü anh) anlatıyor: "Cüveyriye
Bintu'l-Haris'in ismi Berre idi. Resûlülâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)
onun ismini Cüveyriye diye değiştirdi. Zira Resûlülâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve
sellem) "Berre'nin yanından çıktı" denmesini sevmiyordu.[20]
128 - Şureyh İbnu Hani, (radıyellâhü anh) babasından
naklediyor: "Hz. Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem), kavmimin beni
Ebu'l-Hakem diye kunyelediklerini işitmişti. Beni çağırtarak: "Hakem olan Allah’tır,
hüküm de Onadır, öyle ise, sen nasıl Ebu'l-Hakem künyesini taşırsın?"
dedi. Ben açıkladım: "Kavmim bir meselede anlaşmazlığa düşünce bana
gelirler, ben hükme bağlarım. Her iki taraf da verdiğim hükme razı
olurlar." Resûlülâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): "Bu ne güzel şey?"
buyurdu ve "Çocuklarından neler var?" diye sordu. Ben: "Şureyh, Müslim,
Abdullah var" dedim. Resûlülâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): "En büyüğü
hangisi?" dedi. "Şureyh" dedim. "Öyleyse, buyurdu, sen Ebu Şureyh'sin"[21]
129 - Beşir İbnu Maymun, amcası Usame İbnu Ahdari’ den
rivayet ediyor: Ahdari diyor ki: "İsmi Asram olan bir adam vardı. Resûlülâh
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) ona: "İsmin nedir?" diye sordu. Adam
Asram diye cevap verdi. Resûlülâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): "Hayır
sen Zur'a'sın" buyurdu.[22]
130 - Said Ibnu'l-Museyyeb babası vasıtasıyla
dedesinden naklediyor: "Dedem, Resûlülâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)'a
uğramıştı. İsmin ne? Diye sordu. "Hazn (sert yer)" diye cevap verdi. Resûlülâh
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): "Hayır sen Sehl'sin" dedi. Müseyyeb:
"Olamaz, babanın verdiği bir ismi değiştiremem" dedi. Ibnu'l-Museyyeb
ilave ediyor: "O günden sonra aramızda kabalık devam etti gitti."[23]
Ebu Davud'un rivayetinde şöyle demiştir: "... Hayır,
Sehl ezilir ve hakir tutulur."
Ebu Davud merhum der ki: "Resûlülâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i
ve sellem) Asi, Aziz, Atele (şiddet, sertlik), Şeytan, Hakem, Gurâb (karga) Habbâb,
Şihab isimlerini değiştirdi. Şihab’ı Hisam, Harb'i Silm (sulh), Muzdacî’ı
(yatan) Münbais (kalkan) yaptı. Afire (çorak) adını taşıyan bir araziyi de
Hadire (yeşillik) diye, Si'bu'd Dalalet'i (sapıklık geçidi) Si’bu’d-Huda diye
isimledi. Benu'z-Zinye'yi Benu'r-Rusd olarak değiştirdi."[24]
[8] Ebû Davud, Edeb 70.
Asî, itaatsiz, isyankâr; ğurab, karga; muzdacî, yatan; afire, çorak; asram,
kesik; atele, şiddet, sertlik; şihab, alev, ateş; harb, şavaş; Şi´bu´d-Dalale,
sapıklık geçidi; Benü´z-Zinye ve Benû Muğviye, gayr-i meşru yoldan kazanılmış
çocuk, zina çocuğu, sapık; Hişam, cömert; Silm, barış; Münbais, kalkan; Hadîre,
yeşillik; Şi´bu´l-Hüdâ, hidayet yolu, yol gösterici geçit; Benû Rişde, helalın
oğlu, meşru çocuk manalarına gelmektedir [bk. Azîmâbâdî, Avnü´l-Ma´bud, XIII,
298]. Bunlar Hz. Peygamber´in değiştirdiği yukarıdaki isimlerin manalarıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder