3 Mart 2014 Pazartesi

HAYÂ VE İFFET DUYGUSU, بَابُ النَّهْيِ عَنِ التَّعَرِّي---(HAMAMLARDA) SOYUNMAK YASAKLANMIŞTIR BÂBI---والحياءُ شُعْبَةٌ مِنَ الإيمَانِ


HAYÂ VE İFFET DUYGUSU
--- بَابُ النَّهْيِ عَنِ التَّعَرِّي--

عَنْ عَطَاءٍ عَنْ يَعْلٰى أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ : رَأٰى رَجُلًا يَغْتَسِلُ بِالْبَرَازِ بِلَا إِزَارٍ فَصَعَدَ الْمِنْبَرَ فَحَمِدَ اللّٰهَ وَأَثْنٰى عَلَيْهِ ثُمَّ قَالَ : "إِنَّ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ حَليمٌ حَيِيٌّ سِتِّيرٌ يُحِبُّ الْحَيَاءَ وَالسَّتْرَ، فَإِذَا اغْتَسَلَ أَحَدُكُمْ فَلْيَسْتَتِرْ". فقد روى أبو داود (٤٠١٢)؛ وصححه الألباني في صحيح الجامع

 

Ya’lâ’dan rivâyet olunduğuna göre; Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) kırda peştamalsız olarak yıkanan bir adam görmüş ve minbere çıkıp Allah’a hamd ve senâda bulunduktan sonra:

 
--- “Muhakkâk ki ‘Azîz ve Celîl olan Allâh (-ü Te’âlâ) çok hayâlı (utangaçtır), ve çok gizlidir. -Ayıplara ka­palıdır-, Bu nedenle utanmayı (hayâyı) ve örtünmeyi sever, Binâenaleyh -o hâlde- biriniz gusledeceği (yıkanacağı) zaman örtünsün” buyurmuştur.[1]Ebû Dâvûd, Hammâm, 1, Hadîs no:4012. Ebû Davud vitr 23: Nesâî gusl 7; Ahmed b. Hanbel IV 224. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/88-89.
 
HAYÂ VE İFFET DUYGUSU

اُتْلُ مَا اُوحِىَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلوةَ اِنَّ الصَّلوةَ تَنْهى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ وَلَذِكْرُ اللّهِ اَكْبَرُ وَاللّهُ يَعْلَمُ مَاتَصْنَعُونَ
(Rasûlüm!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir. (Ankebut, 29/45.)
HAYÂ: Ar, utanma duygusu. "Edeb, mahcubiyet, utanmak; ar ve namus; nefsin çirkin şeylerden sıkılması ve bunun için kötü şeyleri terk etmesi. Hoş ve güzel olmayan bir olayın ortaya çıkmasından dolayı kalb de meydana gelen bir incelik ve ızdırabdır.
Ahlak terimi olarak hayâ; nefsin çirkin davranışlardan rahatsız olup onları terk etmesidir. Kötü bir işin yapılmasından ya da iyi bir işin terk edilmesinden dolayı insanın yüzünü kızartan sıkıntı şeklinde de açıklanabilir.
İFFET İSE; haramdan uzak durmak, helal ve güzel olmayan söz ve davranışlardan sakınmaktır.
Kınalızâde Ali Efendi, iffet duygusunu oluşturan unsurların başında hayâ duygusunu zikrettikten sonra şöyle devam eder:
Hayâ; utanma, hicap, ar anlamlarına gelir. Edebe aykırı olan olaylar meydana gelince kalbin duyarlılık kazanması ve ızdırâb duymasıdır. Bu halin belirtisi derhal hayâ sahibi kişinin üzerinde görülür. Çünkü bu çirkin olaydan dolayı, hayâ faziletine bürünmüş kişinin benliği bundan etkilenir.
Hayâ, kişiye fazilet yollarını, maddeten ve mânen ilerleme yollarını gösterir. Edep ve hayâdan mahrum olan insan her türlü iğrenç işe girişir. Yaptığı çirkin işlerden üzüntü duymayan insanı, ahlâk ve fazilet yollarına sevk etmek zordur. Toplumun gelişmesi, utanma duygusunun canlı bir şekilde aralarında yaygınlaşmasıyla yakından ilgilidir.
EDEB: İnsanın söz ve hareket olarak diğer insanlarla olan ilişkilerinde ölçülü davranması ve iyi geçinmesidir. Benliğe yerleşen güzel bir huy olan edep, kişiyi lekeleyici şeylerden koruyan bir melekedir. Tarifinden de anlaşıldığı gibi edep, Allah’ın rızasına uygun zahiri ahlaktan başka, dinimizin gerekli gördüğü, aklın da kabul ettiği hareket ve sözlerin tamamından ibarettir. (M. Zeki DUMAN, Âdâb-ı Müâşeret ve Görgü Kuralları, 19-21)
لِلْفُقَرَاء الَّذِينَ أُحصِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ يَسْتَطِيعُونَ ضَرْباً فِي الأَرْضِ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ أَغْنِيَاء مِنَ التَّعَفُّفِ تَعْرِفُهُم بِسِيمَاهُمْ لاَ يَسْأَلُونَ النَّاسَ إِلْحَافاً وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ
Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adamış olan fakirlere veriniz. Onlar yeryüzünde gezip dolaşmaya güç yetiremezler. Utangaç olduklarından dolayı, bilmeyenler, onları zengin sanırlar. Oysa sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük yapıp kimseden bir şey de isteyemezler. Ne türden bir iyilik yaparsanız, şüphe yok ki, Allah onu bilir. (Bakara, 2/273)
Allah Gerçeği Söylemekten Hayâ Etmez
Kur’an-ı Kerim’de bazı Müslümanların Peygamberimizi uygunsuz zamanlarda rahatsız ettikleri, fakat onun hayâsından dolayı bu rahatsızlığını ifâde edemediği, ancak Allah’ın gerçeği bildirmekten hayâ etmeyeceği belirtilmekte ve insanlara karşı davranışlarımızda dikkatli olmamız gerektiğine işaret edilmektedir.
Yüce kitabımızda;
إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَـذَا مَثَلاً يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً وَيَهْدِي بِهِ كَثِيراً وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلاَّ الْفَاسِقِينَ
"Allah bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez. İman edenler onun, Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler. Küfre saplananlar ise, "Allah örnek olarak bununla neyi kastetmiştir?" derler. (Allah) onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Onunla ancak fâsıkları saptırır." (Bakara, 2/26) buyurularak, hak ve hakikati anlatırken hayâ endişesi ile gerçekleri söylemekten geri kalınmayacağı vurgulanmaktadır.
Kur’an ve Sünnetin kişinin her yönüyle iffetli ve hayâlı olmasını emir ve tavsiye eden prensipleri, halkın kolayca anlayabilmesi için, tasavvuf geleneğinde ‘eline beline diline sahip olma’ ifadesiyle formüle edilmiştir.
قُلْ لِلْمُؤْمِنينَ يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذلِكَ اَزْكى لَهُمْ اِنَّ اللّهَ خَبيرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
(Rasûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır. (Nur, 24/30)
وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدينَ زينَتَهُنَّ اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلى جُيُوبِهِنَّ
Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler... (Nur, 24/31)
İmam Maverdî hayâyı üç kısma ayırır:
1- Allah’tan utanmak,
2- İnsanlardan utanmak,
3- Kendi nefsinden utanmak.
Maverdî, Allah’tan utanmayı şöyle tanımlar: "O’nun emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından sakınmaktır."
Allah, bütün yaratıkları sürekli görüp gözetlemektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de:
أَلَمْ يَعْلَمْ بِأَنَّ اللَّهَ يَرَى
"Allah’ın gördüğünü bilmiyor mu?" (‘Alak, 96/14) buyurulmuş, Rasûlüllâh (s.a.v.) de ünlü Cibrîl hadîsinde, ihsânı, Allah’ı görüyormuşçasına ibâdet etmek olarak tanımlamış ve eklemiştir: "Sen O’nu görmüyorsan bile O seni görüyordur" Şüphesiz Allâh’ın kendisini gördüğünün bilincinde olan bir kimse O’ndan utanır, O’nun emir ve yasaklarına karşı gelemez. Kuşeyrî;
وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِ وَهَمَّ بِهَا لَوْلا أَن رَّأَى بُرْهَانَ رَبِّهِ
"Andolsun kadın onu arzu etmişti, eğer Rabbi’nin doğruyu gösteren delilini görmeseydi, Yusuf da onu arzu etmişti" (Yusuf, 12/24) âyetinin tefsirinde şöyle bir kıssa anlatıldığını nakleder: "Zeliha evinin bir köşesinde bulunan putun üzerini örtmüş (sonra hadi demiş), fakat Yûsüf (a.s.) sormuştu; "Şu yaptığın işin manası nedir?" Zeliha, "Puttan utanıyorum" deyince Yusuf, "senin puttan utandığından çok ben Allah’tan utanmaktayım" demişti. Allah’a karşı olan hayâsı, Yusuf (a.s)’ı fuhuş ve kötülükten korumuştur. Gerçekten de hayâ, özellikle Allah’tan utanma duygusu dinin kuvvetinden ve imanın sağlamlığından ileri gelmektedir. O nedenle Allah Rasûlü,
عَنْ سَالِمِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ أَبِيهِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ )ص( مَرَّ عَلَى رَجُلٍ مِنْ الْأَنْصَارِ وَهُوَ يَعِظُ أَخَاهُ فِي الْحَيَاءِ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ )ص( دَعْهُ فَإِنَّ الْحَيَاءَ مِنْ الْإِيمَانِ
"Rasûlüllâh (s.a.v) ensârdan kardeşine hayâ konusunda konuşan (azarlayan) birine rastlayınca şöyle dedi: - Bırak onu! Çünkü hayâ imandandır" (Buharî, İman, 14; Müslim İman, 57-59) buyurmuştur. Allah’tan gereği gibi utanmamak, hayâ duygusunun azlığı Allah’ın emirlerine muhalefet sonucunu doğurduğu için giderek insanı küfre kadar götürebilecek tehlikeli bir yoldur.
Bir başka hadisinde de Rasûlüllâh (a.s) efendimiz şöyle buyurur:
عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ )ص( إِنَّ لِكُلِّ دِينٍ خُلُقًا وَإِنَّ خُلُقَ الْإِسْلَامِ الْحَيَاءُ
"Her dinin bir ahlâkı vardır, İslâm’ın ahlâkı da hayâ’dır"(İbn Mâce, Zühd, 17).
Maverdî, hayânın ikinci kısmı olarak ifade ettiği insanlardan utanmayı da şöyle tanımlar:
"Kişinin insanlardan utanması ise, insanlara ezâ ve açıktan açığa kötülük etmemesidir." Maverdî’ye göre kişinin kendi nefsinden utanması, hayâ etmesi ise, iffetli olması ve yalnızlığında günahlardan sakınmasıdır. Hayânın bu kısmı, nefsin erdemlerinden ve ahlâkın güzelliğinden ileri gelmektedir. O halde insanın hayâsı bu üç yönden tam olursa onun hayır nedenleri de tam ve kötülük nedenleri kendinden uzaklaşmış olur.
عن عِمْران بن حُصَيْن )ر عنهما(، قال : قال رسول اللَّه)ص( : «الحياَءُ لا يَأْتي إلاَّ بِخَيْرٍ » متفق عليه . وفي رواية لمسلم : « الحَياءُ خَيْرٌ كُلُّهُ » أوْ قَالَ : « الحَيَاءُ كُلُّهُ خَيْرٌ» .
İmrân İbni Husayn (r. anhümâ)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlüllâh (s.a.v) şöyle buyurdu: "Hayâ ancak hayır kazandırır." (Buhârî, Edeb 77; Müslim, Îmân 60)
Müslim’in bir rivayetine göre ise:
"Hayânın hepsi hayırdır", buyurdu. (Müslim, Îmân 61)
Hayâ İmanın Şubelerindendir
عن أبي هُريرة )ر(، أنَّ رسول اللَّه )ص( قال : « الإيمَانُ بِضْع وسبْعُونَ ، أوْ بِضْعُ وَسِتُّونَ شُعْبةً ، فَأَفْضَلُها قوْلُ لا إله إلاَّ اللَّه ، وَأدْنَاها إمَاطةُ الأَذَى عنَ الطَّرِيقِ ، والحياءُ شُعْبَةٌ مِنَ الإيمَانِ » .
Rasûlüllâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Îmân yetmiş (veyâ altmış) kadar daldan ibârettir. Bunların en yükseği lâ ilâhe illallah demek, en aşağısı da insana zarar veren şeyleri yoldan kaldırmaktır. Utanmak da imanın dallarından biridir." (Buhârî, Îmân 3; Müslim, Îmân 58.)
Allah’ın Rasûlü’nde Hayâ Örneği Vardır
عَنْ أَبِى أَيُّوبَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّه ِ)ص( أَرْبَعٌ مِنْ سُنَنِ الْمُرْسَلِينَ الْحَيَاءُ وَالتَّعَطُّرُ وَالسِّوَاكُ وَالنِّكَاحُ
Ebu Eyyüb’den (r.a.) rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Dört haslet peygamberlerin özelliklerindendir: Hayâ, güzel koku sürme, misvak kullanma ve nikâh" (Tirmizî, Nikâh, 1101)
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ إِلاَ أَنْ يُؤْذَنَ لَكُمْ إِلَى طَعَامٍ غَيْرَ نَاظِرِينَ إِنَاهُ وَلَكِنْ إِذَا دُعِيتُمْ فَادْخُلُوا فَإِذَا طَعِمْتُمْ فَانْتَشِرُوا وَلاَ مُسْتَأْنِسِينَ لِحَدِيثٍ إِنَّ ذَلِكُمْ كَانَ يُؤْذِي النَّبِيَّ فَيَسْتَحْيِ مِنْكُمْ وَاللَّهُ لاَ يَسْتَحْيِ مِنْ الْحَقِّ وَإِذَا سَأَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعًا فَاسْأَلُوهُنَّ مِنْ وَرَاءِ حِجَابٍ ذَلِكُمْ أَطْهَرُ لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّ وَمَا كَانَ لَكُمْ أَنْ تُؤْذُوا رَسُولَ اللَّهِ وَلاَ أَنْ تَنْكِحُوا أَزْوَاجَهُ مِنْ بَعْدِهِ أَبَدًاإِنَّ ذَلِكُمْ كَانَ عِنْدَ اللَّهِ عَظِيمًا
"Ey iman edenler! Yemek için çağrılmaksızın ve yemeğin pişmesini beklemeksizin (vakitli vakitsiz) Peygamber’in evlerine girmeyin, çağrıldığınız zaman girin. Yemeği yiyince de hemen dağılın. Sohbet için beklemeyin. Çünkü bu davranışınız Peygamber’i rahatsız etmekte, fakat o sizden de (hayâsından dolayı) çekinmektedir. Allah ise gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Böyle davranmanız hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temizdir. Allah’ın Rasûlüne rahatsızlık vermeniz ve kendisinden sonra hanımlarını nikâhlamanız ebediyyen söz konusu olamaz. Çünkü bu Allah katında büyük bir günahtır." (Ahzâb, 33/53)
كانَ رَسولُ اللّهِ )ص( أشَدَّ حَيَاءَ مِنَ العَذْرَاءِ في خِدْرِهَا، وَكَانَ إذَا رَأى شَيْئاً يَكْرَهُهُ عَرَفْنَا ذلِكَ في وَجْهِهِ.
Ebû Saîdi’l-Hudrî (r.a) anlatıyor: "Rasûlüllâh (a.s) bâkire bir kızdan daha çok hayâ sahibi idi. Hoşlanmadığı bir şey görmüşse biz bunu yüzünden hemen anlardık." (Buhârî, Sahih, Edeb, 78/77, (VII, 100), Menâkıb 61/23, (IV,167))
Ebû Saîd el-Hudrî hazretleri Peygamber (s.a.v)’ın sahip olduğu üstün hayâ duygusunu gereği gibi anlatabilmek için, Onu bu açıdan bir genç kıza benzetmektedir.
Onun bu üstün edebi, Allah’a veya insanlara ait bir hak çiğnendiğinde, olayın ayıp veya çirkin oluşuna bakmadan derhal müdâhale etmesine engel teşkil etmezdi. (Riyazü’s-Salihin, Terc. Ve Şerhi, Komisyon, C.4, s. 79 Erkam yay.)

ALLAH HAYÂ EHLİNİ SEVER


Rasûlüllâh (s.a.v) Allah’ın hayâ ehlini sevdiğini şu sözle beyân buyurmuştur;
عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ أَنَّ النَّبِيَّ )ص( قَالَ لِلْأَشَجِّ الْعَصَرِيِّ إِنَّ فِيكَ خَصْلَتَيْنِ يُحِبُّهُمَا اللَّهُ الْحِلْمَ وَالْحَيَاءَ
"Muhakkak ki sende Allâh’ın sevdiği iki haslet var: Hılm ve hayâ!" (İbn-i Mâce, Zühd, 18)
عَنْ ابْنِ عُمَرَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ إِيَّاكُمْ وَالتَّعَرِّيَ فَإِنَّ مَعَكُمْ مَنْ لَا يُفَارِقُكُمْ إِلَّا عِنْدَ الْغَائِطِ وَحِينَ يُفْضِي الرَّجُلُ إِلَى أَهْلِهِ فَاسْتَحْيُوهُمْ وَأَكْرِمُوهُمْ
"Çıplaklıktan sakınınız! Yanınızda sizden hiç ayrılmayan (melekler) vardır. Bunlar ancak ihtiyaç giderirken ve kişi hanımına yaklaştığı anda ayrılırlar. Onlardan utanınız ve onlara iyi davranınız." buyurmuştur. (Tirmizî, Edeb, 42)
Bu rivâyetlerde açık bir şekilde görüldüğü gibi dâimâ ihsân duygusu içinde yaşayan Rasûl-i Ekrem Efendimiz, esâsında Allâh’dan hayâ etmekte ve her ânını edep üzere yaşamaktadır. Müslümanlara da her an hayâ üzere bulunmalarını tavsiye etmektedir.
Nitekim Efendimiz bir gün, peştamalsız olarak açık alanda gusleden bir kimseye rastlamış, bunun üzerine minbere çıkarak:
عَنْ عَطَاءٍ عَنْ يَعْلَى أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ )ص( رَأَى رَجُلًا يَغْتَسِلُ بِالْبَرَازِ بِلَا إِزَارٍ فَصَعَدَ الْمِنْبَرَ فَحَمِدَ اللَّهَ وَأَثْنَى عَلَيْهِ ثُمَّ قَالَ )ص( إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ حَيِيٌّ سِتِّيرٌ يُحِبُّ الْحَيَاءَ وَالسَّتْرَ فَإِذَا اغْتَسَلَ أَحَدُكُمْ فَلْيَسْتَتِرْ
"Allâh -azze ve celle- çok hayâlı ve çok gizlidir. Bu nedenle hayâyı ve örtünmeyi sever. O hâlde biriniz gusledeceği zaman örtünsün." buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Hammâm, 1)

ŞEYTAN HAYÂSIZLIĞI EMREDER


يَاأَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الاَرْضِ حَلاَلاً طَيِّبًا وَلاَ تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ (*)إِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّوءِ وَالْفَحْشَاءِ وَأَنْ تَقُولُوا عَلَى اللَّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
"Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helal ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. O, size ancak kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder." (Bakara, 168-169)
Allah’tan Hakkıyla Hayâ Edin
اسْتَحْيُوا مِنْ اللّهِ حَق الحَيَاءِ. قُلْنَا إنَّا نَسْتَحِى مِنَ اللّهِ يا رَسُولَ اللّهِ وَالْحَمْدُللّهِ. قَالَ: لَيْسَ ذلِكَ ولكِنْ اسْتِحْيَاءَ مِنَ اللّهِ حَقَّ الحَيَاءِ أنْ تَحْفَظَ الرَّأسَ وَمَا وَعَى، وَالْبَطْنَ وَمَا حَوَى وَتَذْكُرَ المَوْتَ وَالْبِلى، وَمَنْ أرَادَ الاَخِرَةَ تَرَكَ زِينَةَ الحَيَاةَ الدُّنْيَا، وَآثَرَ الاَخِرَةَ عَلى الاولى، فَمَنْ فَعَلَ ذلِكَ فَقَدِ اسْتَحْيَا مِنَ اللّهِ حَقَّ الْحََيَاءِ.
"İbn Mes’ûd (r.a) anlatıyor: "Rasûlüllâh (a.s): "Allah’tan hakkıyla hayâ edin!" buyurdular. Biz: "Ey Allah’ın Rasûlü, elhamdülillah, biz Allah’tan hayâ ediyoruz" dedik. Ancak O, şu açıklamayı yaptı: "Söylemek istediğim bu (sizin anladığınız hayâ) değil. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek, başı ve onun taşıdıklarını, batnı ve onun ihtivâ ettiklerini muhâfaza etmen, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamandır. Kim âhireti dilerse dünya hayatının zînetini terk etmeli, âhireti bu hayata tercih etmelidir. Kim bu söylenenleri yerine getirirse, Allah’tan hakkıyla hayâ etmiş olur." (Tirmizî, Sünen, Kıyâmet, 38/ 25)




[1] Ebû Dâvûd, Hammâm, 1, Hadîs no:4012. Ebû Davud vitr 23: Nesâî gusl 7; Ahmed b. Hanbel IV 224.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/88-89.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder