24 Şubat 2016 Çarşamba

BUĞDAY’IN HİKÂYESİ....


BUĞDAY’IN HİKÂYESİ
Hemi yorgun hemi argın durursunuz canlar…

 

Biz mi harman savurduk… Yoğ ise buğday derdine düştük de harman mı bizi savurdu…

 

Ekini biç, harmanı kaldır, kağnıya yükle…

 

Sür değirmene un elettir… Al beri hamuru yoğur, ateşi yak… Yufkayı aç… Ocağa ver…

 

Ekmek ola!..

 

Buğday'ın Ekmek olması için yürüdüğü yola, geçtiği bâdirelere bakı ver hele;

 

Var mı öyle Değirmen taşında ezilmeden,

Elden ele yoğrulmadan, Ataşlarda yanmadan olu vermek,

 

Kolay mı öyle adam olmak.

 

… İşte buğday şu âlem içinde insan olmaya en yakın olan.

 

O sebepten olsa gerek buğday Âdem’i yani Adam olmaklığı temsîl eder...

 

Mâdem harman vakti… Burada buğdayın hikâyesini tas-tamam anlatı vereyim o vakit!..

 

Anlatı vereyim de dinleyin hele bir…

 

Bir şeyin bitmesi için ekilmesi îcâb eder… Yâni her şey bir tohumdan meydana gelir…

 

Gerisi başka mesele! Tohum bu! Kimi yiter… Kimi biter…

 

Ammâ buğdayın bi zâtihî kendisi tohum… Çükü o ilk vâr olan mevcûdâttan…

 

Eyi ammâ! Bir şeyin neslinin devâmı için bir erkeğe bir de dişiye ihtiyâç vardır… Böl şu buğday dânesini ikiye…

 

Bir yanı Âdem (‘aleyhi’s-selâm), bir yanı Havvâ (‘aleyhe’s-selâm)…

 

Erenler derler ki; Buğday-ın ELİF sırrı karnındadır… Ne ola bu ELİF sırrı…  Cevâb “VAHDET” tir… Elif gibi deriz ya!.. Yâni hem arı hem duru hem bir… Çokluktan arınmış! Biz okumak yazmak bilmeyiz… Ammâ bu nedir? Der iseniz… Deriz ki; Rabbimin “KÜN=OL” dediği yerde mesele noktalanmıştır…

 

“KÜN=OL” nokta!  … Olur! Bunu tartışmak ahmak işidir… Bunlar hep birer sır işidir… Hak etmeyene ifşâ etmek kişiye kötülüktür…

 

Ne derler atalar; Süt çocuğuna bulgur verilmez… Çünkü dişi kırılır…

 

Aşksız kişi hayvân olur… İşte buğdayın ortasındaki bu elif toprağa düşende, ulu bir ekinliğe dönüşür…

 

Nasıl ki Âdem (‘aleyhi’s-selâm) la Havvâ (‘aleyhe’s-selâm) anamızdan ulu bir insanlık çınarı doğar… İşte tam öyle… Bunlar kitaplarda yazmaz canlar… Bilen söylemez… Söyleyen bilmez…

 

Demem odur ki; Âdem (‘aleyhi’s-selâm) ile Havvâ (‘aleyhe’s-selâm) bir buğday dânesinin iki yarısıdır…

 

Nefsi tefsil eden Hz. Âdem (‘aleyhi’s-selâm)’dan sonra ve Hz. Âdem’in nefsinden yaratıldı… Âmennâ…  

 

İşte o Havvâ (‘aleyhe’s-selâm) yâni dişi Âdem’e ayna olmuş… Âdem o aynada kendini görüp nefsinin güzelliğine hayrân olmuştur…

 

O kadar ki; nefsinin güzelliği, Rabbi’nin emrini yâni kendi hakîkatini unutmasına sebeb oldu… Nefsine tâbî olunca da Cennet’ten uzağa düştü…

 

Âdem’in Cennet’i kendi hakîkati idi…

 

Eee o vakit… Hele söyle anlatılan bu buğday hikâyesi de neyin nesi ola… Ne der bu kıssa bize… Öyle ya! Hissesiz kıssa olmaz… Olsa da boş laftır deriz… Mâdem onu da deyivereyim! Uzattık zâten…

 

Buğday ekmek olur nefsi doyurur… Nefsin arzularının remzidir buğday… Her kim ki; nefsinin arzularına tabiî olur da, kendi hakîkatini unutur ise, Cennet’ten de kovulur işte… TRT’nin Videosundan Hazırlayan Şaban GÜNBEY...



TESBÎH: Birlemektir… Tevhıddir… 33’ü, 99’u bir etmektir…
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder