15 Kasım 2012 Perşembe

HİCRET’TE MAĞARADAKİ KUŞ VE YILAN'IN SIRRI

HİCRET’TE MAĞARADAKİ KUŞUN SIRRI

Rasûlüllâh ‘sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem’ ile Ebû Bekr ‘radıyallâhü anh’ Mekke-i mükerremeden hicret ederken bir mağarada üç gün üç gece kaldılar. Ebû Bekr ‘radıyallâhü anh’ o mağaranın tavanında bir kuş gördü ki, yerinden hareket etmeyip, birşey yimez ve su içmez.Ebû Bekr ‘radıyallâhü anh’ dedi ki,- Yâ Resûlallâh! Bu kuşa ben hayrânım. Zîrâ, biz bu mağaraya geleliden beri, bu kuş yerinden hareket etmedi. Bir nesne yimedi. Allâhü teâlâ, kelâm-ı kadîminde,(Allâhü teâlânın rızk vermediği, yeryüzünde bir mahlûk yokdur.) buyurmuşdur.Ebû Bekr-i Sıddîk, böyle düşünürken, o hâlde hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm nâzil olup, havâda muallak durup, dedi ki,
- Yâ Muhammed! Hak sübhânehü ve teâlâ sana selâm eder. Ve buyurur ki, “Ebû Bekrin hâtırına geleni bilirim. O kuşa emr eyledim ki, Ebû Bekr ile konuşsun. Ebû Bekre söyle ki, o kuş ile söyleşsin”; dedi.Resûl-i ekrem hazretleri, Ebû Bekre, hazret-i Cebrâîlin sözünü açıkladıkda, Ebû Bekr ‘radıyallâhü anh’ sevinip, ileri vardı. Dedi ki,
- Ey mubârek kuş! Allâhü teâlâ hazretlerinin izni şerîfiyle, bana söyle ki, yiyeceğin ve içeceğin nedir.O kuş ağlayıp, bir zemân kendinden geçip, yere düşdü. Sonra ayılıp, kalkdı. Tebessüm ederek dedi ki,
- Yâ Ebâ Bekr! Bana bundan süâl etme! Bu bir sırdır. Hak sübhânehü ve teâlâ ile benim aramda olan sırrımı kimsenin bilmesini istemem.Ebû Bekr ‘radıyallâhü teâlâ anh’ dedi:- Ey mubârek kuş! Eğer bana söylemeğe me’mûr oldun ise, söyle.Kuş dedi.
- Ma’lûmun olsun ki, hazret-i Âdem aleyhisselâm yaratılmazdan iki bin yıl evvel, Hak sübhânehü ve teâlâ beni yaratdı. Yiyeceğimi ve içeceğimi iki kelime eyledi. Aç olduğum zemân birisini söylerim; tok olurum. Susuz olduğum zemân birini söylerim; kanarım.Ebû Bekr ‘radıyallâhü teâlâ anh’ dedi ki:
- O kelime nedir. Kuş dedi, o kelimenin biri budur ki, aç olduğum zemân sana buğz edene la’net ederim; tok olurum. Susuz olduğum zemân, sana muhabbet edene, istigfâr ederim, kanarım.Hazret-i Resûl-i ekrem ‘sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem’, bunu işitip, ağladı. Ümmetinden ba’zıları şakâvet edip, hazret-i Ebû Bekre buğz edeceklerine mahzûn oldu.
Kaynak: Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin
MAĞARADAKİ YILAN
Hazret-i Muhammed Mustafâ ‘s.a.v’ Allâhü teâlânın emri ile Mekke-i mükerremeden hicret etmek dilediği zemân,- Benim ile bu yolda kim yol arkadaşı olur. Cânına ve başına kim kıyar, dediği zemân, herkesden önce hazret-i Ebû Bekr ‘radıyallâhü anh’ ileri atılıp,
- Anam ve babam, mal ve cânım, cümlesi yoluna fedâ olsun; yâ Resûlallâh. Bu şerefli hizmete ben kulunu kabûl eyle diye ilticâ ve tazarru’ edince, hazret-i Fahr-i Enbiyâ ‘sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem’ kabûl buyurdu. Gece ile berâber, ay ve zuhâl yıldızı gibi yola çıkdılar. Sıddîk ‘radıyallâhü teâlâ anh’ o Resûl-i Rabbil âlemîn hazretlerini sakınıp, kâh ardına, kâh önüne, kâh sağına ve kâh soluna geçer ve kâh, mubârek ayağı parmakları üzerine basardı. Düşmânlar izlemesin diye.Bu esnâda Habîb-i Hudâ hazret-i Muhammed Mustafâ ‘sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem’ buyurdular ki,
- Yâ Ebâ Bekr, ne ızdırâb çekersin. Kendi nefsin için mi korkarsın.Cevâb buyurdular ki,
- Hâşâ, sümme hâşâ ki, Ebû Bekr bu yolda kendi cânını sakınıp, kayırsın.Ve lâkin, yâ Resûlallâh! Mubârek cesedinin bir kılına halel gelir diye, korkarım ki, benim gibi binlerce kimsenin başı düşse yeridir. Sen din serâyının mi’mârısın.Rasûlüllâh ‘sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem’,
- Üzülme, Allâhü teâlâ bizimledir!’ buyurdu.
Mağaraya geldiler. Ebû Bekr ‘radıyallâhü teâlâ anh’ dedi ki,
- Yâ Resûlallâh! Bir mikdâr sabr edin. O mağaraya ben kulun gireyim. Yılan, akreb cinsinden nesne var ise, zararı Ebû Bekre olsun!Rasûlüllâh ‘sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem’ izin verdi. Mağara içine girince, ne kadar mahlûkat var ise, târûmâr olup, herbiri deliğine girdi. Hazret-i Ebû Bekr ‘radıyallâhü teâlâ anh’ sırtından mübârek gömleğini çıkarıp, parça-parça edip, parçalar ile, o deliklerin temâmını tıkadı. O deliklerden biri açık kaldı. Ona parça yetişmedi. O deliğe de, ayağının tabanını iyice tıkadı. O büyük sultâna, şimdi se’âdet ile, içeri buyurun diye hitâb eyledi. İki cihân serveri de, Besmele söyliyerek, mağara içine girdi. Sabâha kadar orada kaldılar. Sabâh oldu. Hazret-i Ebû Bekrin ‘radıyallâhü teâlâ anh’ gömleğini arkasında göremeyince, sebebini sordular. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ‘radıyallâhü teâlâ anh’,
- Yâ Resûlallâh! Yolunda, gömleğimi yırtıp, akrep ve yılan deliklerini tıkayıp, şerlerini def’ eyledim; dedikde,Resûl-i ekrem ‘sallallâhü aleyhi ve sellem’,
- Allâhım! Ebû Bekri, kıyâmet günü, benim derecemde, benimle berâber bulundur!, buyurdu.Bu esnâda Fahr-i âlem ‘sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem’, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın ‘radıyallâhü anh’ mubârek yüzlerinde değişiklik görüp, süâl etdikde, meydâna gelen hâdiseyi anlatdı.- Mağarada olan delikleri birbir tıkayıp, lâkin, cübbe parçası bir deliğe yetmedi. O delik de açık kalmasın diye tabanımı dayamışdım. Bir yılan, birkaç def’a tabanımı sokdu. Ayağımı delikden çekmeğe korkdum ki, o yılan delikden dışarı çıkıp, zât-ı şerîfine bir elem verip, ızdırâb eder, diye cevâb verdi.Rasûlüllâh ‘sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem’
- Onunla benim aramı aç, bırak çıksın buyurdu.O ân Ebû Bekr-i Sıddîk ‘radıyallâhü anh’ mubârek ayağını delikden çekdi. İçeriden görünüşü hüzn ve gam veren zehirli bir yılan çıkdı. Fahr-i âlem ‘sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem’:
- Ey utanmaz yılan! Benim mağara arkadaşımı ve esrârıma vâkıf olanı, Allâhü teâlâdan korkup, benden hayâ etmedin mi, ayağını sokarak eziyyet etdin, diyerek hitâb edip, azarlayınca,Yılan cevâba kâdir olup, dedi ki,- Yâ Habîbi rahmân! Ey insanların ve cinnin Peygamberi! Senin âşıkın sâdece insanlar değildir. Belki hayvân zümresinden kuşlar, yılanlar, karıncalar, cemâline âşıkdır. Hattâ ben kulun, birçok yaşlı, gözü nemli, kendi cinsimiz olan büyüklerimizden yüksek vasflarınızı dinleyip, ışık saçan yüzünüzü görmeğe müştak ve hayrân ve kendinden geçmiş, şaşkın şeklde ağlıyarak, mâl ve mülkünü terk edip, âşık divânen olmuşdum. Bu mağarayı şereflendireceğini öğrenmişdim. Onun için nice zemândan berî, bu sıkıntılı mağarada gece-gündüz demeyip, yolunuzu bekliyordum. Böylece, sizin buraya teşrîfiniz ile, ayrılık acısına ve içimdeki derde merhem edeyim. Çünki, en mes’ûd bir zemânda, bu karanlık mağarada, arkadaşın [mağaraya girince], sabâh güneşi gibi zâhir olup, devlet güneşim doğdu. Ammâ ne var ki, arkadaşın yine perde oldu. Bu sebeble, korku ve hayâ ben kulundan kalkıp, zarûrî olarak, bu küstahlık benden vâkı’ oldu; diye özr dileyince,Seyyid-üs-sekaleyn, dünyâ ve âhıretde bulunanların şefâ’atcisi, yılanın küstâhâne özrünü kabûl etdi. Hazret-i Ebû Bekrin yarasına, mübârek ağızlarının suyundan sürdü. O ânda acısı şifâ buldu. Kaynak: Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin
 
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder