DUÂ ETMENİN ESRÂRI…
٨ وَقَالَ رَبُّكُمُ
ادْعُون۪ٓى أَسْتَجِبْ لَكُمْۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَت۪ى
سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِر۪ينَ۟ ٧ [سورة المؤمن:٤٠/٦٠]
Rabbiniz Buyurdu ki: “Bana duâ edin ki size karşılık vereyim. Zîrâ Bana ibâdet, yâni duâ etmeyi kibirlerine
yediremeyenler, zelîl ve rezîl olarak cehenneme gireceklerdir.”[1]
--- “Ol” emriyle; bilinen ve bilinmeyen, görünen ve görünmeyen sayısız âlemleri
yaratan; “Yok ol!” emriyle de, her şeyi bir anda yok etme gücüne sâhib
olan, âlemlerin Rabbi, Rahmân ve Rahîm olan Yûce Allâh’ım! “Bana duâ edin,
duânızı kabûl edeyim” buyurdun. Biz de; huzûruna geldik, boynumuzu büktük,
ellerimizi Sana açtık. Seni Rahîm, Gafûr biliyoruz. Rahmet ve Gufrân ism-i
şerîfinle tecellî eyle, ellerimizi boş döndürme yâ Rabbî! Kur’ân-ı Kerîm’in
bereketi ile ve âlemlere rahmet olarak gönderdiğin sevgili Peygamberimizin
hürmeti ile bizleri affeyle, ey Kerîm; bizleri affet yâ Rahîm.
قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ: "مَنْ فُتِحَ لَهُ بَابُ الدُّعَآءِ
فُتِحَتْ لَهُ أَبْوَابُ الرَّحْمَةِ، وَمَا سُئِلَ اللّٰهُ تَعَالىٰ شَيْئًا
أَحَبَّ إِلَيْهِ مِنْ أَنْ يُسْأَلَ الْعَافِيَةَ، وَإِنَّ الدُّعَآءَ يَنْفَعُ
مِمَّا لَمْ يَنْزلْ، وَلَا يَرُدُّ الْقَضَآءَ إِلَّا الدُّعَآءُ فَعَلَيْكُمْ
بِالدُّعَآءِ".
İbn Ömer (r. anhümâ) anlatıyor: “Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)
buyurdular ki: “Kime duâ kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları
açılmış demektir. Allâh’a taleb edilen (dünyevî şeylerden) Allâh’ın en çok
sevdiği âfiyettir.[2] Duâ, inen ve
henüz inmeyen her çeşit (musîbet) için faydalıdır. Kazâyı sâdece duâ geri çevirir.
Öyle ise sizlere duâ etmek gerekir.”[3]
"حَسْبِىَ
اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ، نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ."
"أَنْتَ
الَّذ۪ي سَجَدَ لَكَ سَوَادُ اللَّيْلِ وَنُورِ النَّهَارِ وَضَوْءُ الْقَمَرِ
وَشُعَاعُ الشَّمْسِ وَدَوِيُّ الْمَآءِ وَحَف۪يفُ الشَّجَرِ يَآ أَللّٰهُ لَا
شَر۪يكَ لَكَ يَا رَبِّ يَا رَبِّ يَا رَبِّ !."
--- “… Gecenin karanlığı, gündüzün nûru, ay-ın
ziyâsı, güneşin ışınları, suların sesi ve ağaçların hışırtısı ancak Sana secde
etmektedir. Ey hiçbir ortağı bulunmayan Allâhım! Yâ Rabbî! Yâ Rabbî! Yâ
Rabbî!..”[5]
Ey
zemîni çiçek yıldızlarıyla, semâyı da yıldız çiçekleriyle süsleyen Allâhım!
v Havadaki dem-deme,
v Kuşlardaki civ-cive,
v Yağmurdaki zem-zeme,
v Denizdeki gam-gama,
v Taşlardaki tak-taka
Birer mânidar zikir. Biz ise Sen’i hakkıyla zikredemedik.
Âlimleri
irfan sâhibi eden, üç harf ile beş noktadır.(عشق)
Mü’minleri dühûlü cennet eyleyen, beş harf ile üç noktadır. (ايمان)
Mü’minleri dühûlü cennet eyleyen, beş harf ile üç noktadır. (ايمان)
Ölüm
güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç
güzel olmasaydı ölürmüydü peygamber?...
Öleceğiz
müjdeler olsun, müjdeler olsun !
Ölümüde
öldüren Rabbe secdeler olsun!
Kapı
kapı, yolun son kapısı ölümse;
Her
kapıda ağlayıp o kapıda gülümse!
O
demdeki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrâile
hoşgeldin, diyebilmekte hüner...[7]
Rabbim, Rabbim, bu işin bildim neymiş
türkçesi,
Senin aşkın ateştir, ateşin gül bahçesi.
Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten,
Affet Senden habersiz aldığım her nefesten.
Necib Fâzıl Kısakürek
Âşık olan kişiler deli olağân olur,
Aşk nedir bilmeyenler âna güleğân olur,
Sakın gülme sen âne, deli değildir sâne,
Kişi neye gülerse başa geleğân olur,
Âşık Yûnüs sen dâhi, incitme âşıkları,
Âşıkların duâsı kabûl olağân olur.
Yûnüs Emre
"أَللّٰهُمَّ
... لٰٓاأُحْص۪ى ثَـنـَآءً عَلَيْكَ
أَنْتَ كَمَا أَثْنَيْتَ عَلٰى نَفْسِكَ."
عَنْ
أَب۪ي هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ للّٰهِ صَلَّي
اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
|
|||||||
Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh
‘Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm buyurdular ki:
|
|||||||
"إِيَّاكُمْ
وَالظَّنَّ فَإِنَّ الظَّنَّ أَكْذَبُ الْحَد۪يثِ،
|
|||||||
--- “Sakın zanna yer vermeyin.
Zîrâ zan, sözlerin en yalanıdır.
|
|||||||
Tecessüs (casusluk) etmeyin,
|
وَلاَتَجَسَّسُوا،
|
||||||
Haber koklamayın (5 duyu
organıyla),
|
وَلاَ
تَحَسَّسُوا،
|
||||||
Rekâbet etmeyin,
|
وَلاَ
تَنَافَسُوا،
|
||||||
Hasetleşmeyin,
|
وَلاَ
تَحَاسَدُوا،
|
||||||
Birbirinize buğz etmeyin,
|
وَلاَ
تَبَاغَضُوا،
|
||||||
Birbirinize sırt çevirmeyin,
|
وَلاَ
تَدَابَرُوا،
|
||||||
Ey Allâh’ın kulları, Allâh’ın
emrettiği şekilde kardeş olun.
|
وَكُونُوا عِبَادَ اللّٰهِ إِخْوَانًاكَمَا
أَمَرَكُمُ اللّٰهُ تَعَالٰى:
|
||||||
Müslüman Müslümanın kardeşidir.
|
اَلْمُسْلِمِ أَخُو الْمُسْلِمِ ،
|
||||||
Ona (ihânet etmez), zulmet-mez,
|
لاَ
يَظْلِمُهُ،
|
||||||
Onu mahrum bırakmaz,
|
وَلاَيَخْذُلُهُ،
|
||||||
Onu tahkîr etmez.
|
وَلاَ
يَحْقِرُهُ ،
|
||||||
Kişiye şer olarak, müslüman kardeşi-ni tahkir etmesi yeterlidir.
|
بِحَسْبِ امْرِئٍ مِنَ الشَّرِّ أَنْ يَحْقِرَ
أَخَاهُ الْمُسْلِمُ،
|
||||||
Her müslümanın malı, kanı ve ırzı
diğer müslümana haramdır.
|
كُلِّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ حَرَامٌ ،
مَالُهُ وَدَمُهُ وَعِرْضُهُ،
|
||||||
Allâh sizin sûretlerinize ve kalıblarınıza bakmaz, fakat
kalblerinize ve amellerinize bakar.
|
إِنَّ اللّٰهَ لاَيَنْظُرُ إِلٰى صُوَرِكُمْ
وَأَجْسَادِكُمْ، وَلٰكِنْ يَنْظُرُ إِلٰى قُلُوبِكُمْ وَأَعْمَالِكُمْ،
|
||||||
Takvâ şuradadır-eliyle göğsünü işâret etti-:
|
التَّقْوٰى هٰهُنَا، اَلتَّقْوٰى هٰهُنَا،
اَلتّقْوٰى هٰهُنَا، وَيُش۪يرُ إِلٰى صَدْرِه۪،
|
||||||
Sakın hâ! Birinizin satışı üzerine
satış yapmayın.
|
أَلاَ لاَ يَبْعِ بَعْضُكُمْ عَلٰى بَعْضِ،
|
||||||
Ey Allâh’ın kulları kardeş olun.
|
وَكُونُوا عِبَادِ اللّٰه إِخْوَانًا،
|
||||||
وَلاَ يَحِلُّ لْمُسْلِمِ أَنْ يَهْجُرَ أَخَاهُ
فَوْقَ ثَلاَثٍ."
|
|||||||
Sırf Allâh için sevenlerin cennetteki makâmları
وَعَنْ عُمَرَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ
رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ: اِنَّ مِنْ عِبَادِ اللّٰهِ
نَاسًا مَا هُمْ بِاَنْبِيَآءَ وَلَاشُهَدَآءَ يَغْبِطُهُمْ الْاَنْبِيَآءُ
وَالشُّهَدَآءُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لِمَكَانِهِمْ مِنَ اللّٰهِ تَعَالٰى.
قَالَوا: يَا رَسُولَ اللّٰهِ فَخَبِّرْنَا مَنْ هُمْ ؟ قَالَ: هُمْ قَوْمٌ
تَحَآبُّوا بِرُوحِ اللّٰهِ عَلٰى غَيْرِ اَرْحَامٍ بَيْنَهُمْ، وَلاَ اَمْوَالَ
يَتَعَاطَوْنَهَا. فَوَاللّٰهِ اِنَّ وُجُوهَهُمْ لَنُورٌ، وَاِنَّهُمْ لَعَلٰى
نُورٍ. لاَيَخَافُونَ اِذَا خَافَ النَّاسُ، وَلاَ يَحْزَنُونَ اِذَا حَزِنَ
النَّاسُ. وَقَرَاَ هٰذِه۪ الْاٰيَة: اَلاَ اَنَّ اَوْلِيَآءَ اللّٰهِ لاَخَوْفٌ
عَلَيهِمْ وَلاَهُمْ يَحْزَنُونَ. أخرجه أبو داود .
Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh
(aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)
buyurdular ki:
--- “Allâh-ü Teâlâ’nın kulları arasında bir grup var
ki, onlar ne peygamberlerdir ne de şehîdlerdir. Üstelik Kıyâmet günü Allâh
indîndeki makamlarının yûceliği sebebiyle peygamberler de, şehidler de onlara
gıpta ederler.”
Orada bulunanlar sordu: --- “Ey Allâh’ın Rasûlü!
Onlar kim, bize haber ver!”
--- “Onlar aralarında ne kan bağı ne de birbirlerine
bağışladıkları bir mal olmadığı hâlde, Allâh-ü Teâlâ’nın rûhu (Kur’ân) adına birbirlerini sevenlerdir. Allâh’a
yemîn ederim, onların yüzleri mutlâka nûrdur. Onlar bir nûr üzeredirler. Halk
korkarken, onlar korkmazlar. İnsanlar
üzülürken, onlar üzülmezler.
Ve şu Âyet-i Kerîme’yi okudu:
٨ اَلٰٓا اِنَّ اَوْلِيَآءَ اللّٰهِ لَاخَوْفٌ
عَلَيْهِمْ وَلَاهُمْ يَحْزَنُونَ٧
[سورة
اليونس:١٠/٦٢ ]
﴿
اَلَيْسَ اللّٰهُ بِكَافٍ عَبْدَهُۜ ... ﴾ [سورة
الزمر:٣٩/٣٦]
إِنَّ اللّٰهَ إِذَا أَحَبَّ عَبْدًا دَعٰى جِبْر۪يلَ فَقَالَ إِنّ۪ى
أُحِبُّ فَلَانًا فَأَحِبَّهُ قَالَ فَيُحِبُّهُ جِبْر۪يلُ ثُمَّ يَنَاد۪ى فِى
السَّمَآءِ فَيَقُولُ إِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ فَلَانًا فَأَحِبُّوهُ فَيَحِبُّهُ
أَهْلُ السَّمَآءِ قَالَ ثُمَّ يُوضَعُ لَهُ الْقَبَولُ فِى الْاَرْضِ.
--- “Allâh,
bir kulu sevdiği zaman Cibrîl’e seslenir (ve ona şöyle der):
--- “Ben, fîlânı
seviyorum, sen de onu sev.” Bunun
üzerine Cibrîl de onu sever ve gökyüzünde yaşayanlara seslenir (ve
onlara şöyle der):
--- “Allâh,
fîlânı seviyor, siz de onu sevin.”
Bunun üzerine
göktekiler de onu severler. Sonra yerdeki insanlardan onu tanıyan. Müslümanların
gönlüne o kimse hakkında bir sevgi konulur da Müslümanlar arasında o kimse sevilir
ve iyi kişi olarak anılır.”[12] (Ebû Hüreyre (r.a.), buğuz hakkında da bunun tersi
olacağını söylemiştir.)
Yûce Allâh Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bildirmektedir: (Bu Hadîs-i Şerîf’i teyîd
etmektedir.)
٨ إِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُدًّا ٧ [سورة مريم:١٩/٩٦]
“Îmân edenler ve sâlih
amel işleyenler var yâ, Rahmân onlar için (gönüllerde) bir sevgi vâr edecek (onları herkes sevecek) tir.”[13] Meryem
Sûresi, 19/96.
وَعَنْ أَب۪ى هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ
اللّٰهِ ٦ : قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: مَنْ عَادٰى ل۪ي
وَلِيًّا فَقَدْ اٰذَنْتُهُ بِحَرْبٍ، وَمَا تَقَرَّبَ إِلَيَّ عَبْد۪ي بِشَىْءٍ
أَحَبَّ إِلَىَّ مِنْ أَدَآءِ مَا افْتَرَضْتُ عَلَيْهِ، وَلَا يَزَالُ عَبْد۪ي
يَتَقَرَّبَ إِلَيَّ بِالنَّوَافِلِ حَتّٰى أُحِبُّهُ، فَإِذَا أَحْبَبْتُهُ
كُنْتُ سَمْعَهُ الَّذ۪ى يَسْمَعُ بِه۪. وَبَصَرُهُ الَّذ۪ى يُبْصِرُهُ بِه۪
وَيَدَهُ الَّت۪ى يَبْطَشُ بِهَا. وَرِجْلُهُ الَّت۪ى يَمْش۪ى بِهَا، وَإِنْ
سَأَلَن۪ى أَعْطَيْتُهُ، وَإِنِ اسْتَعَاذَن۪ى أَعَذْتُهُ، وَمَا تَرَدَّدْتُ عَنْ
شَىْءٍ أَنَا فَاعِلُهُ تَرَدُّد۪ى عَنْ قَبْضِ نَفْسِ عَبْدِى الْمُؤْمِنِ،
يَكْرَهُ الْمَوْتَ وَأَكْرَهُ مَسَآءَ تَهُ.
أخرجه البخاري."التردّد" في حق اللّٰه محال، ومعناه ما ترددت رسلى في شئ أنا فاعله كترديدي إياهم
في قبض نفس المؤمن .
Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)
anlatıyor: “Rasûlüllâh
(aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki:
--- “Allâh-ü Teâlâ
hazretleri şöyle fermân buyurdu: “Kim
benim velî kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp îlân ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok
hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veyâ kifâye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibâdetlerle
yaklaşmaya devâm eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun
işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği
kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, benden
sığınma taleb etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde,
mü’min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O
ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem.”[14]
وعن عمر
بن الخطاب رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قال: قُدِمَ عَلى رسولِ اللّٰهِ٦ بِسَبْىٍ فإذَا امْرَأةٌ مِنَ السَّبْىِ
تَسْعَى قَدْ تَحَلَّبَ ثَدْيُهَا اِذْ وَجَدَتْ صَبِيَّا فِي السَّبْىِ
فَاَخَذَتْهُ فَاَلْزَقَتْهُ بِبَطْنِهَا فَاَرْضَعَتْهُ. فَقَالَ ٦ : اَتَرَوْنَ هٰذِهِ الْمَرْاَةَ طَارِحَةً
وَلَدَهَا فِي النَّارِ؟ قُلْنَا: لاَ وَاللّٰهِ، وَهِىَ تَقْدِيرُ عَلى اَنْ
تَطْرَحَهُ. قَالَ: فَاللّٰهُ تَعَالَى اَرْحَمُ بِعِبَادِهِ مِنْ هٰذِهِ
بِوَلَدِهَا. أخرجه الشيخان .
Ömer İbn-ü’l-Hattâb (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh
(aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’a bir grub esir getirilmişti. İçlerinde bir kadın
vardı, göğüsleri sütle dolu idi. Bu kadın (sağa sola) koşuyor, esirler arasında
bir çocuk bulduğu zamân onu yakalayıp kucaklıyor, göğsüne bastırıyor ve
emziriyordu. (Dikkâtleri çeken bu manzara karşısında), ‘Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm:
--- “Bu kadının, çocuğunu ateşe atacağına kanaatiniz
olur mu?” dedi.
Bizler: --- “Hayır!” diye cevâb verince:
--- “(Bilin ki), Allâh-ü Teâlâ’nın kullarına olan
rahmeti, bu kadının çocuğuna olan şefkâtinden fazladır.” buyurdu.”[15]
حَدّثَنَا اَبُو كُرَيْبٍ وَأحْمَدُ بْنُ
سِنَانٍ قَاَ: ثَنَا اَبُو مُعَاوِيَةَ عَنْ الاعْمَشِ عَنْ أبِي صَالِحٍ عَنْ اَبِي
سَعِيدٍ؛ قَالَ: قَالَ رَسُولُ للّٰهِ صَلَّي اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: خَلَقَ
اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ يَوْمَ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالارْضَ مِئَةَ رَحْمَةٍ.
فَجَعَلَ فِي الارْضِ مِنْهَا رَحْمَةً. فَبِهَا تَعْطِفُ الْوَالِدَةُ عَلى
وَلَدِهَا. وَالْبَهَائِمُ بَعْضُهَا عَلَى بَعْضٍ وَالطَّيْرُ وَأخَّرَتِسْعَةً
وَتِسْعِينَ اِلَى يَوْمِ الْقَيَامَةِ. فإذَا كَانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ
أكْمَلَهَا اللّٰهُ بِهذِهِ الرَّحْمَةِ. فِي الزوائد: حديث اَبِي سَعِيدِ صحيح،
رِجَالُهُ ثقات .
Ebû Sâ’id (r.a.) “Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm)’dan anlatıyor:
--- “Azîz ve celîl olan Allâh semâvat ve arzı
yarattığı gün, yüz rahmet yaratmıştır. Bunlardan birini arza indirmiştir. İşte
bunun sâyesinde bir anne çocuğuna karşı şefkât duyar, hayvanlar, kuşlar
birbirlerine şefkât duyarlar. Allâh geri kalan doksandokuz rahmeti, Kıyâmet
günü için (kendine)
saklamıştır. Kıyâmet gününde onları bu rahmetle yüze tamâmlayacak.”[16]
حَدّثَنَا هِشَامُ بْنُ عَمَّارٍ. ثَنَا
اِبْرَاهِيمُ بْنُ أعْيَنَ. ثَنَا اِسْمَاعِيلُ بْنُ يَحْيَى الثَّيْبَانِيُّ عَنْ
عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ عُمَرَ بْنِ حَفْصٍ عَنْ نَافِعٍ عَنِ اِبْنِ عُمَرَ؛ قَالَ:
كُنَّا مَعَ رَسُولِ للّٰهِ صَلَّي اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي بَعْضِ
غَزَوَاتِهِ فَمَرَّ بِقَوْمٍ. فَقَالَ: مَنِ الْقَوْمُ؟ فَقَالُوا: نَحْنُ
الْمُسْلِمُونَ. وَامْرَأةٌ تَحْصِبُ تَنُّورَهَا. وَمَعَهَا اِبْنٌ لَهَا فَإذَا
ارْتَفَعَ وَهَجُ التَّنُّورِ تَنَحَّتْ بِهِ. فَأتَتِ النَّبِيَّ صَلَّي اللّٰهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَتْ: أنْتَ رَسُولُ للّٰهِ! قَالَ: نَعَمْ قَالَتْ:
بَأبِي أنْتَ وَأُمِّى! ألَيْسَ اللّٰهُ بِاَرْحَمِ الرَّاحِمِينَ؟ قَالَ: بَلَى
قَالَتْ: أوَلَيْسَ اللّٰهُ بِأرْحَمَ بِعِبَادِهِ مِنَ الامِّ بِوَلَدِهَا؟ قَالَ
بَلَى قَالَتْ: فَإنَّ الامَّ َ تُلْقِي وَلَدَهَا فِي الْنَّارِ! فَأكَبَّ
رَسُولُ للّٰهِ صَلَّي اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَبْكِي. ثُمَّ رَفَعَ رَأسَهُ
إلَيْهَا فَقَالَ إنَّ اللّٰهَ َ يُعَذِّبُ مِنْ عِبَادِهِ اَ الْمَارِدَ
الْمُتَمَرِّدِ: الَّذِي يَتَمَرَّدُ عَلي اللّٰهِ وَأبِى أنْ يَقُولَ: لاَ اِلٰهَ
اِلاَ اللّٰهُ. فِي الزوائد: إسناده حديث اِبْنِ عمر ضعيف لضعف اِسْمَاعِيلَ بن
يَحْيَى متفق عَلَى تضعيفه! ا هـ. قَالَ السنديّ: قلت: أصل الحديث ليس من الزوائد
.
İbnu Ömer (r.anhümâ) anlatıyor: “Gazvelerinin
birinde Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’la berâberdik. Derken bir kavme
uğradı.
--- “Siz kimsiniz?” diye sordu.
--- “Bizler müslümanlarız!” dediler.
Bir kadın tandırına yakacak atmakla meşgûldü ve
yanında bir oğlu vardı. Tandırın alevi yükselince kadın çocuğu uzaklaştırdı.
Sonra kadın, Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’ın yanına geldi ve:
--- “Sen Allâh Rasûlüsün öyle mi?”dedi.
‘Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm: --- “Evet!” deyince,
--- “Annem ve babam sana fedâ olsun! Allâh
Erhamu’r-Râhımîn (yâni merhametli olanların en merhametlisi) değil mi?” dedi.
Kadın, Rasûlüllâh (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’dan
--- “Evet!”
cevâbını alınca bu sefer:
--- “Allâh-ü Teâlâ’nın kullarına olan rahmeti, annenin
yavrusuna olan merhametinden daha fazla değil mi?” diye sordu.
‘Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm: --- “Elbette!”
buyurdu.
Kadın: --- “Anne çocuğunu aslâ ateşe atmaz! (daha
merhametli olan Allâh kullarını nasıl cehenneme atar?)” dedi. Bunun üzerine
aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm ağlayarak başını eğdi. Sonra başını kadına doğru
kaldırarak:
--- “Şüphesiz Allâh,
hak yoldan sapıp O’na itaat etmeye tenezzül etmeyen ve tevhîd kelimesini
söylemekten imtinâ eden azgın kulundan başka kullarına azâb vermeyecektir.” buyurdu.”[17]
[2] Âfiyettir:Belâsızlık.
[3] Kütüb-i Sitte, 6/514.
[4] Muhammed
ibn-i Hatîruddîn, el-Cevâhiru’l-Hams, Millet Genel Kütüphanesi, kısım: Reşid
Efendi, kayıt no: 506, varak: 19.
[5] ed-Deylemî, el-Firdevs bi me’sûri’l-Hitâb, no:1831,
1/450; Yûtsuf İbn-i İsmâ’îl en-Nebhânî, el-İstiğâsetü’l-Kübrâ bi
Esmâillâhi’l-Hüsnâ, sh: l80-181.
[6] Ra'd: Gök gürültüsü.
[8] Kütüb-i Sitte, 7/25.
[9] أخرجه
الستة إ النسائي، وهَذَا لفظ
مسلم.التَّجَسُّسُ بالجيم: البحث عن عورات النساء، وبالحاء: استماع
الحديث.وَالتَّدابرُ التقاطع والتهاجر . Buhârî, Nikâh 45, Edeb 57, 58,
Ferâiz 2; Müslim, Birr 28–34; Ebu Dâvûd, Edeb 40, 56; Tirmizî, Birr 18,
(Kütüb-i Sitte 10/105)
[10] Yûnüs Sûresi10/62, (Ebû Dâvud, Büyû 78, (3527)
[11] Zümer Sûresi, 39/36’dan.
[12] Buhârî, Bed’u’1-halk: 6, Edeb: 41; Tevhîd: 33;
Müslim, Birr: 157, III, 2030.; Tirmîzî, Tefsîr Sûre: 19; Muvatta’, Şi’r.15; İbn
Hanbel, Müsned: 2/267, 341, 413; Kuşeyrî,er-Risâle, 143-144.
[14] Kütüb-i Sitte, 13/244. (Buhârî, Rikâk 38, VII, 190.)
[15] Kütüb-i Sitte, 7/267,268 (Buhârî, Edeb 18; Müslim,
Tevbe 22, (2754)
[16] Kütüb-i Sitte, 17/605
[17] Kütüb-i Sitte, 605,606
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder