9 Aralık 2014 Salı

EL-ESMÂÜ’L-HÜSNÂ---الأسمآء الله الحسني (جل جلاله)


EL-ESMÂÜ’L-HÜSNÂ



ألثابتة فى القرآن والسنة:

بسم الله الرحمن الرحيم.

﴿ وَ لِلّٰهِ الْأَسْمَآءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَاۖ وَذَرُوا الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓى  أَسْمَآئِه۪ۜ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ٧ [سورة الأعراف:٧/١٨٠] 

Hamd olsun Allâh-ü Te’âlâ’ya ki Kitâb-ı Celîli’nde:

“En güzel isimler Allâh’ındır. O’na o güzel isimleriyle duâ edin ve O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezâsına çarptırılacaklardır.”[1]

عَنْ ‏أَب۪ي هُرَيْرَةَ -رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ- أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ: "إِنَّ لِلّٰهِ تِسْعَةً وَتِسْع۪ينَ إِسْمًا، مِائَةً  إِلَّا وَاحِدًا، مَنْ أَحْصَاهَا دَخَلَ الْجَنَّةَ." -رواه البخارى-

Hadîs-i Şerîf’te de: “Allâh’ın 99 (doksandokuz) İsmi (Şerîf’i) vardır. Bu isimleri ezberleyen kimse cennete girer”[2] buyurulmaktadır.

 

هُوَاللّٰهُ الَّذ۪ى لٰٓا إِلٰهَ إِلَّاهُوَ

شرح أسمآء الله الحسنى
وعن أبى هريرة رَضِىَ اللَّهُ عَنْه قال: قال رسولُ اللَّهِ : إنَّ للَّهِ تِسْعَةً وَتِسْعِينَ اسماً مَنْ حَفِظَهَا دَخَلَ الجَنَّةَ، إنَّ اللَّهَ وِتْرٌ يُحِبُّ الوِتْرَ.وفي رواية: "مَنْ أحْصَاهَا [ أخرجه البخارى بهذا اللفظ، ومسلم بدون ذكر الوتر، والترمذى.وزاد فعدها ]: "﴿ هُوَ اللَّهُ الَّذِى لَا اِلَهَ اِلَّا هُوَ ... الرَّحْمَنُ. الرَّحِيمُ. ٧ [سورة الحشر:٥٩/٢٢] ﴿ ... اَلْمَلِكُ. الْقُدُّوسُ. السَّلَامُ. الْمُؤْمِنُ. الْمُهَيْمِنُ. الْعَزِيزُ. الْجَبَّارُ. الْمُتَكَبِّرُ ... ٧ [سورة الحشر:٥٩/٢٣] ﴿ ... الْخَالِقُ. الْبَارِئُ. الْمُصَوِّرُ ... ٧ [سورة الحشر:٥٩/٢٤] الخَالِقُ. البَارِئُ. المُصوِّرُ. الغَفَّارُ. الْقَهَّارُ. الوَهَّابُ. الرَّزَّاقُ. الْفَتَّاحُ. الْعَلِيمُ. القَابِضُ. الْبَاسِطُ. الخَافِضُ. الرَّافِعُ. المُعِزُّ. المُذِلُّ. السَّمِيعُ. الْبَصِيرُ. الحَكَمُ. الْعَدْلُ. اللَّطِيفُ. الخَبِيرُ. الحَلِيمُ. العَظِيمُ. الْغَفُورُ. الشَّكُورُ. الْعَلِىُّ. الْكَبِيرُ. الحَفِيظُ. المُقيتُ. الحَسِيبُ. الجَلِيلُ. الكَرِيمُ. الرَّقيبُ. المُجِيبُ. الْوَاسِعُ. الحَكِيمُ. الْوَدُودُ. المَجِيدُ. الْبَاعِثُ. الشَّهِيدُ. الحَقُّ. الْوَكِيلُ. الْقَوِىُّ. المَتِينُ. الْوَلِىُّ. الحَمِيدُ. المُحْصِى. المُبْدِئُ. المُعيدُ. المُحْيِى. المُمِيتُ. الحَىُّ. القَيُّومُ. الوَاجِدُ. المَاجِدُ. الْوَاحِدُ. الأحَدُ. الصَّمَدُ. الْقَادِرُ. المُقْتَدِرُ. المُقَدِّمُ. المُؤَخِّرُ. الأوَّلُ. الأخِرُ. الظَّاهِرُ. البَاطِنُ. الوَالِى. المُتَعَالِى. البَرُّ. التَّوَّابُ. المُنْتَقِمُ. الْعَفُوُّ. الرَّءوُفُ. مَالِكُ المُلْكِ. ذُو الجَلالِ وَالإكْرَامِ. المُقْسِطُ. الجَامِعُ. الْغَنِىُّ. المُغْنِى. المَانِعُ. الضَّارُّ. النَافِعُ. النُّورُ الهَادِى. الْبَدِيعُ الْبَاقِى. الْوَارِثُ. الرَّشِيدُ. الصَّبُورُ. [ولم يفصل الاسماء غير الترمذى.].
Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâh-ü ‘anh) anlatıyor: “Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)  buyurdular ki: "Allâh’ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları ezberlerse cennete girer. Allâh tektir, teki sever."
Bir rivâyette: "Kim o isimleri sayarsa cennete girer" buyurmuştur.[3]
Tirmizî’nin rivâyetinde Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) Allâh’ın isimlerini şöyle yazdı:
"O Allâh ki O’nda başka ilâh yoktur. Rahmân’dır. Rahîm’dir.[4] El-Melikü’l-Kuddûsü, es-Selâmü, el-Mü’minü, el-Müheyminü, el-’Azîzü, el-Cebbâru, el-Mütekebbiru,[5] el-Hâliku, el-Bâriü, el-Musavviru,[6] el-Ğaffâru, el-Kahhâru, el-Vehhâbü, er-Rezzâku, el-Fettâhu, el-’Alîmü, el-Kâbizu, el-Bâsitu, el-Hâfidu, er-Râfiu, el-Muizzü, el-Müzillü, es-Semîu, el-Basîru, el-Hakemü, el-Adlü, el-Latîfü, el-Habîru, el-Halîmü, el-’Azîmu, el-Ğafûru, eş-Şekûru, el-’Aliyyü, el-Kebîru, el-Hâfîzu, el-Mukîtü, el-Hasîbü, el-Celîlü, el-Kerîmü, er-Rakîbü, el-Mucîbü, el-Vâsi’u, el-Hakîmü, el-Vedûdü, el-Mecîdü, el-Bâisü, eş-Şehîdü, el-Hakku, el-Vekîlü, el-Kaviyyü, el-Metînü, el-Veliyyü, el-Hamîdü, el-Muhsî, el-Mubdiü, el-Mu’îdü, el-Muhyî, el-Mümîtü, el-Hayyü, el-Kayyûmü, el-Vâcidü, el-Mâcidü, el-Vâhidü, el-Ehadü, es-Samedü, el-Kâdiru, el-Muktediru, el-Muehhiru, el-Evvelü, el-Âhiru, ez-Zâhiru, el-Bâtinü, el-Vâlî, el-Müte’âlî, el-Berru, et-Tevvâbü, el-Müntekimü, el-’Afuvvü, er-Raûfü, Mâlikü’l-Mülki, Zü’l-Celâli ve’l-İkrâm, el-Muksidu, el-Câmi’u, el-Ğaniyyü, el-Muğnî, el-Mâni’, ed-Daârru, en-Nâfi’u, en-Nûru, el-Hâdî, el-Bedîu, el-Bâkî, el-Vârisü, er-Raşîdü, es-Sâbûru.”
İsimleri bu şekilde, sâdece Tirmizî (rahımehüllâh) saymıştır.[7]
أي من له الأُلوهِيَّةُ وهو أنه تعالى مُستَحِقٌّ للعبادةِ وهي نهايةُ الخشوعِ والخضوعِ، قال الله تعالى: ٨ اَللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ وَكِيلٌ ٧ [سورة الزمر:٣٩/٦٢] ٨ قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِى اللَّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَوَاتِ وَالْاَرْضِ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ اِلَى اَجَلٍ مُسَمًّى قَالُوا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا تُرِيدُونَ اَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اَبَاؤُنَا فَاْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ ٧ [سورة إبراهيم:١٤/١٠] ٨ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَا اِلَهَ اِلَّا هُوَ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ فَاعْبُدُوهُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ وَكِيلٌ ٧ [سورة الأنعام:٦/١٠٢] ٨ قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمَوَاتِ وَالْاَرْضِ قُلِ اللَّهُ قُلْ اَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِهِ اَوْلِيَاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ نَفْعًا وَلَا ضَرًّا قُلْ هَلْ يَسْتَوِى الْاَعْمَى وَالْبَصِيرُ اَمْ هَلْ تَسْتَوِى الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ اَمْ جَعَلُوا لِلَّهِ شُرَكَاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِهِ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ قُلِ اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ  الْقَهَّارُ ٧ [سورة الرعد:١٣/١٦]
- 1           
ALLÂH (C.C.): Yûce Yaratıcı’nın bütün ilâhî sıfatları kendisinde toplayan “İsm-i A’zâmı”ı, en ulu ismi. Allâh eşi, benzeri, dengi bulunmayan; mekân ve zamândan münezzeh olan; ev­veli ve sonu olmayan; bütün varlıkları yaratan ve yaşatan tek ilâhtır, tek ma’bûddur.
“Allâh, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir.” (Zümer Sûresi, 39/62.) “Peygamberleri dedi ki: “Gökleri ve yeri yaratan Allâh hakkında şüphe mi var? (Hâlbuki) O, günahlarınızı bağışlamak ve sizi belli bir zamana kadar ertelemek için sizi (imana) çağırıyor. Onlar, “Siz de bizim gibi sadece birer insansınız. Bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin” dediler.” (İbrâhim Sûresi, 14/10) “İşte sizin Rabbiniz Allâh. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin. O, her şeye vekil (her şeyi yöneten, görüp gözeten) dir.” (En’âm Sûresi, 6/102). “De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” “Allâh’tır” de. De ki: “O'nu bırakıp da kendilerine (bile) bir faydası ve zararı olmayan dostlar (mabutlar) mı edindiniz?” De ki: “Kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu? Yoksa Allâh’a, O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma ile Allâh’ın yaratması onlara göre birbirine mi benzedi?” De ki: “Her şeyin yaratıcısı Allâh’tır. O, birdir, mutlak hâkimiyet sahibidir.” (Ra’d Sûresi, 13/16).
Allâh’ın zâtı üzerinde düşünmek harâmdır. Onun zâtını idrâk etmek aklen mümkün değildir.
وَاللّٰهُ تَعَالٰى وَاحِدٌ لَا مِنْ طَر۪يقِ الْعَدَدِ وَلٰكِنْ مِنْ طَر۪يقِ أَنَّهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ، بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ. ٨ قُلْ هُوَ اللّٰهُ أَحَدٌۚۨ ﴿١﴾ اللّٰهُ الصَّمَدُۚ ﴿٢﴾ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْۙ ﴿٣﴾ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا أَحَدٌ ﴿٤﴾ ٧ [سورة الإخلاص:١١٢/١-٤] لَايُشْبِهُهُ۫ شَيْئٌ مِنَ الْاَشْيَآءِ مِنْ خَلْقِه۪ وَلَا يُشْبِهُ شَيْئًا مِنْ خَلْقِه۪، لَمْ يَزَلْ وَلَا يَزَالُ بِاَسْمَآئِه۪ وَصِفَاتِهِ الذَّاتِيَّةِ وَالْفِعْلِيَّةِ.
Yûce Allâh-ü Te’âlâ sâdece sayı yönüyle değil, ortağı olmaması yönüyle birdir.[8]
-Bismillâhirrahmânirrahîm-. “De ki: “O, Allâh-ü Te’âlâ birdir (eşsizdir), Allâh-ü Te’âlâ Samed’dir. (Her şey O’na muhtâctır; O, hiçbir şeye muhtâc değildir.) O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Kendisi de doğmamıştır. Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.” (İhlâs Sûresi, 112/1-4.)
﴿الرَّحْمَنُ﴾: وهو من الأسماءِ الخاصَّةِ بالله أي أن الله شَمِلَت رحمتُه المؤمنَ والكافرَ في الدنيا وهو الذي يرحم الْمُؤْمِنِينَ فقط في الآخرة قال تعالى:٨ اَلرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ ٧ [سورة الفاتحة:١/٣] ٨ وَالَّذَانِ يَاْتِيَانِهَا مِنْكُمْ فَاَذُوهُمَا فَاِنْ تَابَا وَاَصْلَحَا فَاَعْرِضُوا عَنْهُمَا اِنَّ اللَّهَ كَانَ تَوَّابًا رَحِيمًا ٧ [سورة النسآء:٤/١٦] ٨ وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَوَاتِ وَالْاَرْضِ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا ٧ [سورة الفتح:٤٨/١٤]
- 2           
(O, Allâh) Rahmân ve Rahîm’dir.” (Fâtiha Sûresi, 1/3). Sizlerden fuhuş (zina) yapanların her ikisini de incitip kınayın. Eğer onlar tövbe edip ıslah olurlarsa, onları incitip kınamaktan vazgeçin. Çünkü Allâh, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Nisâ Sûresi, 4/16’dan). “Göklerin ve yerin hükümranlığı Allâh’ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine ceza verir. Allâh, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Feth Sûresi, 48/14).
﴿الرَّحِيمُ﴾: أي الذي يرحَم المؤمنينَ فقط في الآخرة قالَ تعالى: ٨... وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا٧ [سورة الأحزاب:٣٣/٤٣].رواية الترمذيخ ٨ هُوَ اللَّهُ الَّذِى لَا اِلَهَ اِلَّا هُوَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ ٧ [سورة الحشر:٥٩/٢٢]
- 3           
ER-RAHMÂN: Dünyada bütün mahlûkâta merhamet eden, şefkat gösteren, ihsân eden. “Rahmeti çok”, “çok merhametli”, “sonsuz merhametli” anlamlarında, sadece Allâh için kullanılan sıfat-isimdir. Tam bir Türkçe karşılığı yoktur. Mü’min olsun, kâfir olsun; iyi olsun, kötü olsun, herkes “Rahmân”ın ifade ettiği rahmetin kapsamındadır. Varlıklar da bu rahmet ve merhametin eseri olarak var olmuşlar ve varlıklarını da yine bu sayede sürdürmektedirler. Rahîm” kelimesi de, “Rahmân” gibi Allâh Te’âlâ’nın sıfatlarından biridir. Aynı şekilde, “rahmeti çok”, “çok merhametli”, “sonsuz merhametli” anlamlarını taşır. Ancak “Rahmân”, Allâh Te’âlâ’ya has bir sıfat-isim iken, ER-RAHÎM: Âhırette, müminlere acıyan, bağışlayan, esirgeyen. İnsanlar için de kullanılabilir. Nitekim Tevbe sûresi 128. âyette, bu sıfat Hz.Peygamber için de kullanılmıştır.
“ … Allâh, mü’minlere çok merhamet edendir.” (Ahzâb Sûresi, 33/43). O, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allâh’tır. Gaybı da, görünen âlemi de bilendir. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.” (Haşr Sûresi, 59/22).
﴿المُلكِ﴾: أي أنَّ الله موصوفٌ بِتَمامِ المُلكِ، ومُلكه أزلي أبدي وأما المُلك الذي يعطيه للعبد في الدنيا فهو حادث يزول قال تعالى: ٨ فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ  وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاَنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ  يُقْضَى اِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُلْ رَبِّ زِدْنِى عِلْمًا ٧ [سورة طه:٢٠/١١٤]
- 4           
EL-MELİK: Yaratıcı, kâinâtın sâhibi.
“Şüphe yok ki ben Allâh’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.” (Tâ-Hâ Sûresi, 20/114’den).
﴿الْقُدُّوسُ﴾: الطاهر من العيوب، فهو المنزَّهُ عن الشريكِ والوَلَدِ وصفاتِ الخلقِ كالحاجةِ للمكانِ أو الزمانِ فهو خالقُهما وما سِواهُمَا، وهو تباركَ وتعالى المُنَزَّهُ عن النقائِص الطَّاهِرُ من العُيوبِ قال تعالى: ٨ هُوَ اللَّهُ الَّذِى لَا اِلَهَ اِلَّا هُوَ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ ٧ [سورة الحشر:٥٩/٢٣]
- 5           
EL-KUDDÛS: Ayıplardan temiz demektir.
﴿السَّلَامُ﴾: ذو السلام، أى الذى سلم من كل عيب، وبرئ من كل آفة، ٨ هُوَ اللَّهُ الَّذِى لَا اِلَهَ اِلَّا هُوَ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ ٧ [سورة الحشر:٥٩/٢٣]
- 6           
ES-SELÂM: Selâm sahibi, yani herçeşit ayıptan selâmette, her türlü âfetten berî demektir.
﴿المؤمن﴾: الذى يصدق عباده وعده فهو من الإيمان بمعنى التصديق، أو يؤمّنهم يوم القيامة من عذابه، فهو من الأمان ٨ هُوَ اللَّهُ الَّذِى لَا اِلَهَ اِلَّا هُوَ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ ٧ [سورة الحشر:٥٩/٢٣]
- 7           
EL-MÜ’MİN: Kullarına va’dinde sâdık olan demektir. Tasdîk mânasına olan imandan gelir. Yahut, kıyamet günü kullarına, azabına karşı garanti veren, güven veren demektir, bu mâna emân’dan gelir.
﴿المُهَيْمِنُ﴾: الشهيد، وقيل: الأمين، وأصله مؤيمن، فقلبت الهمزة هاء، وقيل: الرقيب والحافظ، ٨ هُوَ اللَّهُ الَّذِى لَا اِلَهَ اِلَّا هُوَ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ ٧ [سورة الحشر:٥٩/٢٣]
- 8           
EL-MUHEYMİN: Şâhid olan (görüp gözeten) demektir. Emîn mânasına geldiği de söylenmiştir. Aslı, müeymin’dir, ancak hemze, hâ’ya kalbolmuştur. Keza er-Rakîb ve el-Hâfiz mânâsına geldiği de söylenmiştir.
﴿العَزِيزُ﴾: القاهر الغالب، والعزة: الغلبة، هو القويُّ الذي لا يُغلَبُ لأنه تعالى غَالِبٌ على أمرِهِ قال تعالى: ٨ هُوَ اللَّهُ الَّذِى لَا اِلَهَ اِلَّا هُوَ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ ٧ [سورة الحشر:٥٩/٢٣]
- 9           
EL-’AZÎZÜ: Kahreden, galebe çalan demektir. "İzzet", galebe, çalmak mânasına gelir.
﴿الجَبَّارُ﴾: هو الذى أجبر الخلق، وقهرهم على ما أراد من أمر ونهى، وقيل: هو العالى فوق خلقه، هو الذي جَبَرَ مفاقِرَ الخَلقِ أو الذي قَهَرَهُم على ما أرادَ قال تعالى: ٨ هُوَ اللَّهُ الَّذِى لَا اِلَهَ اِلَّا هُوَ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ ٧ [سورة الحشر:٥٩/٢٣]
- 10       
EL-CEBBÂR: Mahlukâtı mecbur eden; emir veya yasak her ne dilerse ona zorlayan demektir. Bu kelimenin, bütün mahlukâtının fevkinde yücedir mânasına geldiği de söylenmiştir.
﴿المتَكَبِّرُ﴾: المتعالى عن صفات الخلق، وقيل: الذى يتكبر على عتاة خلقه إذا نازعوه العظمة فيقصمهم، والتاء في المتكبر تاء المنفرد، والمتخصص، لاتاء المتعاطى المتكلف، وقيل: إن المتكبر من الكبرياء الذى هو عظمة اللّه تعالى لا من الكبر الذى هو مذموم، هو العظيمُ المتعالي عن صفاتِ الخَلقِ القاهِرُ لعُتَاةِ خَلقِهِ قال تعالى: ٨ هُوَ اللَّهُ الَّذِى لَا اِلَهَ اِلَّا هُوَ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ ٧ [سورة الحشر:٥٩/٢٣]
- 11       
EL-MÜTEKEBBİR: Mahlukâta ait sıfatlardan yüce, uzak mânasına gelir. Ayrıca: "Mahlukâtından büyüklük taslayarak kendisiyle azamet yarışına kalkanlara büyüklüğünü gösteren ve onlara haddini bildiren mânasına geldiği de söylenmiştir. Keza şu mânaya geldiği de belirtilmiştir: "Mütekebbir" Allâh’ın azametini ifâde eden kibriyâ kelimesinden gelir, tezyîfî bir mâna taşıyan kibir kelimesinden gelmez.
“O, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allâh’tır. O, mülkün gerçek sahibi, kutsal (her türlü eksiklikten uzak), barış ve esenliğin kaynağı, güvenlik veren, gözetip koruyan, mutlak güç sahibi, düzeltip ıslah eden ve dilediğini yaptıran ve büyüklükte eşsiz olan Allâh’tır. Allâh, onların ortak koştuklarından uzaktır.” (Haşr Sûresi, 59/23).
هو مُبرِزُ الأشياء من العَدَمِ إلى الوجودِ فلا خالِقَ إلا هو عَزَّ وجَلَّ قال تعالى: ٨ يَا اَيُّهَا النَّاسُ اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللَّهِ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْاَرْضِ لَا اِلَهَ اِلَّا هُوَ فَاَنَّى تُؤْفَكُونَ ٧ [سورة فاطر:٣٥/٣]
- 12       
EL-HÂLİK: Yaratan, yoktan vâr eden. Takdîrine uygun bir şekilde yaratan
“Ey insanlar! Allâh’ın size olan nimetini hatırlayın. Allâh’tan başka size göklerden ve yerden rızık veren bir yaratıcı var mı? O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?” (Fâtır Sûresi, 35/3).
﴿البَارِئ﴾: هو الذى خلق الخلق لا عن مثال، إلا أن لهذه اللفظة من اختصاص بالحيوان ما ليس لغيره من المخلوقات، وقلما تستعمل في غير الحيوان فيقال برأ اللّه تعالى النسمة، وخلق السموات والأرض، أي أنه هو خلق الخَلقَ لا عَن مِثالٍ سَبَقَ قال تعالى: ٨ الْبَارِئُ ٧ [سورة الحشر:٥٩/٢٤]
- 13       
EL-BÂRİÜ: Mahlukâtı, mevcut bir misâle bakmaksızın, yoktan, örneksiz olarak yaratan mânasına gelir. Bu kelime, öncelikle hayvanlar için kullanılır, diğer mahluklar için pek kullanılmaz. Hayvanlar dışındaki mahlukât hakkında nâdiren kullanılır. Meselâ: Allâh canlıları yoktan yarattı demek için   بَرَأَ اللَّهُ تَعَالَى النَّسَمَةَ   dediğimiz halde, semâvat ve arz hakkında    خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضَ   deriz.
﴿المُصَوِّرُ﴾: هو الذى أنشأ خلقه على صور مختلفة، ومعنى التصوير التخطيط والتشكيل، الذي أَنشَأَ خَلقَهُ على صُوَرٍ مختلفَةٍ تَتَمَيَّزُ بها على اختلافِها وكَثرَتِها قال تعالى: ٨ هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْاَسْمَاءُ الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِى السَّمَوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ٧ [سورة الحشر:٥٩/٢٤]
- 14       
EL-MUSAVVİR: Mahlukâtı farklı sûretlerde yaratan" demektir. Tasvîr lügat olarak hat ve şekil çizmek mânasına gelir.
“O, yaratan, var eden, varlıklara şekil veren Allâh’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nun şânını yüceltmektedirler. O, gâlip olan, her şeyi hikmeti uyarınca yapandır.” (Haşr Sûresi, 59/24).
﴿الغَفَّارُ﴾: هو الذى يغفر ذنوب عباده مرة بعد مرة، وأصل الغفر: الستر والتغطية، واللّه تعالى غافر لذنوب عباده ساتر لها بترك العقوبة عليها، هو الذي يَغفِرُ الذنوبَ قال تعالى: ٨ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ يُكَوِّرُ الَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِى لِاَجَلٍ مُسَمًّى اَلَا هُوَ الْعَزِيزُ الْغَفَّارُ ٧ [سورة الزمر:٣٩/٥]
- 15       
EL-ĞAFFÂR: Kullarının günahlarını tekrar tekrar affeden, mânasına gelir. Gafr kelimesi, aslında setr (örtmek) ve kapamak mânalarına gelir. Allâh Teâla kullarının günahlarını affedici, onlar için cezayı terketmek sûretiyle (günahları) örtücüdür.
“Gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yaratmıştır. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine örtüyor. Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Bunların her biri belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. İyi bilin ki O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Zümer Sûresi, 39/5).
هو الذي قَهَرَ المخلوقاتِ بالموتِ قال تعالى: ٨ قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمَوَاتِ وَالْاَرْضِ قُلِ اللَّهُ قُلْ اَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِهِ اَوْلِيَاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ نَفْعًا وَلَا ضَرًّا قُلْ هَلْ يَسْتَوِى الْاَعْمَى وَالْبَصِيرُ اَمْ هَلْ تَسْتَوِى الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ اَمْ جَعَلُوا لِلَّهِ شُرَكَاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِهِ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ قُلِ اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ  الْقَهَّارُ ٧ [سورة الرعد:١٣/١٦]
- 16       
EL-KAHHÂR: Yenilmeyen, yegâne gâlib olan.
“De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” “Allâh’tır” de. De ki: “O'nu bırakıp da kendilerine (bile) bir faydası ve zararı olmayan dostlar (mabutlar) mı edindiniz?” De ki: “Kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu? Yoksa Allâh’a, O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma ile Allâh’ın yaratması onlara göre birbirine mi benzedi?” De ki: “Her şeyin yaratıcısı Allâh’tır. O, birdir, mutlak hâkimiyet sahibidir.” (Ra’d Sûresi, 13/16).
هو الذي يجودُ بالعطاءِ من غيرِ استِثَابةٍ أي يثيبُ الطائعينَ فَضلًا منهُ وكَرَمًا قال تعالى: ٨ اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ الْعَزِيزِ الْوَهَّابِ ٧ [سورة ص:٣٨/٩]
- 17       
EL-VEHHÂB: Karşılıksız ni’metler veren.
“Yoksa mutlak güç sahibi ve çok bağışlayan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır?” (Sâd Sûresi, 38/9).
هو المتكفّل بالرزقِ وقد وسعَ رِزقُه المخلوقاتِ كُلَّهُم قال تعالى: ٨ إِنَّ اللهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ ٧ [سورة الذاريات:٥١/٥٨]
- 18       
EL-RAZZÂK: Bedenlerin ve rûhların gıdâsını yaratıp veren. Her varlığın rızkını veren.
“Şüphesiz Allâh rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.” (Zâriyât Sûresi, 51/58).
﴿الفَتَّاحُ﴾: هو الحاكم بين عباده، يقال فتح الحاكم بين الخصمين إذا فصل بينهما، ويقال للحاكم الفاتح، وقيل: هو الذى يفتح أبواب الرزق والرحمة لعباده، والمنغلق عليهم من أرزاقهم، هو الذي يَفتَحُ على خَلقِهِ ما انغلَقَ عليهم من أمورِهِم فيُيَسّرُها لهم فَضلًا منه وكَرَمًا قال تعالى: ٨ قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَلِيمُ ٧ [سورة سبإ:٣٤/٢٦]
- 19       
EL-FETTÂH: Kulları arasında hâkim demektir. Araplar, hâkim iki hasmın (dâvalıdâvacı) arasındaki ihtilafı çözdüğü zaman: "Hâkim iki hasmın arasını fethetti" derler. Hükmetti, çözüme kavuşturdu mânasında, hâkime fâtih dendiği de olmuştur. Mamafih "Kullarına rızk ve rahmet kapılarını açan", rızıklarından kapanmış olanları açan mânasına da gelir.
“De ki: “Rabbimiz hepimizi kıyamet günü bir araya toplayacak, sonra da aramızda hak ile hüküm verecektir. O, gerçeği apaçık ortaya koyan,[9] hakkıyla bilendir.” (Sebe Sûresi, 34/26).
هو العالِمُ بالسرائرِ والخفياتِ التي لا يدرِكُها علمُ المخلوقاتِ ولا يجوزُ أن يُسمى الله عارفًا قال تعالى: ٨ يُرِيدُ اللَّهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ ٧ [سورة النساء:٤/٢٦]
- 20       
EL-ALÎM: Gizli-açık, geçmiş-gelecek, her şeyi, ezelî ve ebedî ilmi ile çok iyi bilen. Hakkıyla bilen.
“Allâh, size (hükümlerini) açıklamak, size, sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tövbelerinizi kabul etmek istiyor. Allâh, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisâ Sûresi, 4/26).
﴿الْقَابِضُ﴾: الذى يمسك الرزق عن عباده بلطفه وحكمتهِ، هو الذي يَقتُرُ الرزقَ بحكمته ويَبسطُه بجودِهِ وكَرَمِهِ قال تعالى: ٨ وَاللهُ يَقْبِضُ وَيَبْسُطُ ٧ [سورة البقرة:٢/٢٤٥]
- 21       
EL-KÂBIZ: Kullarının rızkını lütfu ve hikmetiyle tutan mânasına gelir.
﴿البَاسِطُ﴾: الذى يبسط الرزق لعباده ويوسعه عليهم بجواده ورحمته فهو الجامع بين العطاء والمنع، هو الذي يَقتُرُ الرزقَ بحكمته ويَبسطُه بجودِهِ وكَرَمِهِ قال تعالى: ٨ مَنْ ذَا الَّذِى يُقْرِضُ اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ اَضْعَافًا كَثِيرَةً وَاللَّهُ يَقْبِضُ وَيَبْصُطُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ٧ [سورة البقرة:٢/٢٤٥]
- 22       
EL-BÂSIT: Kullarına rızkı açıp cûd ve rahmetiyle genişleten demektir. Böylece Cenâb-ı Hakk, hem ihsan sahibi, hem de onu men edici olmaktadır.
“Kimdir Allâh’a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allâh da o borcu kendisine kat kat ödesin. (Rızkı) Allâh daraltır ve genişletir. Ancak O’na döndürüleceksiniz.” (Bakara Sûresi, 2/245).
﴿الخَافِضُ﴾: الذى يخفض الجبارين والفرا عنة. أى يضعهم ويهينهم، هو الذي يُخْفِضُ الجبارين ويُذِلُّ المتكبرين ويرفَعُ أولياءَهُ بالطاعةِ فيُعلي مراتِبَهُم. ت
- 23       
EL-HÂFİD: Cebbarları ve firavunları alçaltan demektir. Yâni onları horlar ve değersiz kılar demektir.
﴿الرَّافِعُ﴾: الذى يرفع أولياءه ويعزهم، فهو الجامع بين الإعزاز والإذلال،
- 24       
ER-RÂFİ’: Velîlerini, dostlarını yüceltir. Azîz kılar demektir. Böylece Allâh, hem zelîl hem de azîz kılıcı olmaktadır.
أي أن الله أعزَّ أولياءَه بالنعيمِ المقيم في الجنةِ وأَذَلَّ الكافرينَ بالخلودِ في النارِ، وفي كتاب الله عز وجل ٨ قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِى الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ بِيَدِكَ الْخَيْرُ اِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ  قَدِيرٌ ٧ [سورة آل عمران:٣/٢٦]
- 25       
EL-MUÎZ: Dilediğini ‘azîz eden.
أي أن الله أعزَّ أولياءَه بالنعيمِ المقيم في الجنةِ وأَذَلَّ الكافرينَ بالخلودِ في النارِ، وفي كتاب الله عز وجل ٨ قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِى الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ بِيَدِكَ الْخَيْرُ اِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ  قَدِيرٌ ٧ [سورة آل عمران:٣/٢٦]
- 26       
EL-MÜZİLL: Dilediğini zillete düşüren, alçaltan.
 
 
“De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allâh’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.” (Âl-i ‘Imrân Sûresi, 3/26).
 
 
هو السَّامعُ للسِّرِّ والنَّجوى بلا كيفٍ ولا ءالةٍ ولا جارحةٍ وهو سميعُ الدعاءِ أي مجيبُهُ قال تعالى: ٨ وَاللَّهُ يَقْضِى بِالْحَقِّ وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ لَايَقْضُونَ بِشَىْءٍ اِنَّ اللَّهَ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ ٧ [سورة غافر=المؤمن:٤٠/٢٠]
- 27       
ES-SEMİ’: Mükemmel işiten.
“Allâh, hak ve adâletle hükmeder. Allâh’tan başka taptıkları ise hiçbir hükümde bulunamazlar. Şüphesiz Allâh hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Mü’min=Ğâfir Sûresi, 40/20).
أي أنه تعالى يرى المرئيات بلا كيفٍ ولا ءالةٍ ولا جارحةٍ قال تعالى: ٨ فَاطِرُ السَّمَوَاتِ وَالْاَرْضِ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا وَمِنَ الْاَنْعَامِ اَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ ٧ [سورة الشورى:٤٢/١١]
- 28       
EL-BASÎR: Gizli açık, her şeyi çok iyi gören.
“O, gökleri ve yeri yaratandır. Size kendinizden[10] eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu sûretle sizi üretiyor. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Şûrâ Sûresi, 42/11).
﴿الَحَكَمُ﴾: الحَاكم، وحقيقته الذى سلم له الحكم ورد إليه، أي الحاكِمُ بين الخلقِ في الآخرةِ ولا حَكَمَ غيرُه وهو الحَكَمُ العَدلُ قال تعالى: ٨ وَاتَّبِعْ مَا يُوحَى اِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتَّى يَحْكُمَ اللَّهُ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمِينَ ٧ [سورة يونس:١٠/١٠٩]
- 29       
EL-HAKEM: Hâkim demektir. Bu da hakikatı hükmetme yetkisi kendisine verilen, ona gönderilen demek olur.
(Ey Muhammed!) Sana vahyolunana uy ve Allâh hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” (Yûnus Sûresi, 10/109).
﴿العَدْلُ﴾: هو الذى لا تميل به الأهواء فيجور في الحكم، وهو من المصادر التى يسمى بها كرجل ضيف وزور، هو المنزَّهُ عن الظُّلمِ والجَورِ لأن الظُّلمَ هو وَضعُ الشّىءِ في غَيرِ مَوضِعِهِ. ت
- 30       
EL-‘ADL: Kendinde heva meyli olmayan, hükümde doğruluktan ayrılmayan cevre yer vermeyen mânasına gelir. Aslında masdardır. Ancak âdil makamında kullanılmıştır. Âdil’den daha beliğdir, çünkü müsemma, fiilin kendisiyle isimlenmiştir.
﴿اللّطِيفُ﴾: الذى يوصل إليك أربك في رفق، وقيل: هو الذى لطف عن أن يدرك بالكيفية، هو المحسِن، إلى عبادِه في خَفاءٍ وسترٍ من حيث لا يحتسِبون قال تعالى: ٨ لَاتُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ ٧ [سورة الأنعام:٦/١٠٣]
- 31       
EL-LATÎFÜ: Arzunu sana rıfkla ulaştıran demektir. "Mahiyeti, idrak edilemeyecek kadar latîf" mânasına geldiği de söylenmiştir.
“Gözler O’nu idrak edemez ama O, gözleri idrak eder.”  O, en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.” (En’âm Sûresi, 6/103).
﴿الخَبِيرُ﴾: العالم العارف بما كان وما يكون، هو المطَّلع على حقيقةِ الأشياءِ فلا تخفى على الله خافيةٌ وهو عالم بالكلِّياتِ والجُزئِياتِ ومن أَنكَرَ ذلك كَفَرَ قال تعالى: ٨ وَهُوَ الَّذِى خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ وَيَوْمَ يَقُولُ كُنْ فَيَكُونُ قَوْلُهُ  الْحَقُّ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنْفَخُ فِى الصُّورِ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ ٧ [سورة الأنعام:٦/٧٣]
- 32       
EL-HABÎRU: Olanı ve olacağı bilen kimseye denir.
“O, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak yaratandır. Allâh’ın “ol” deyip de her şeyin oluvereceği günü hatırla. O’nun sözü gerçektir. Sûr’a üflendiği gün de mülk (hükümranlık) O’nundur. Gaybı da, görülen âlemi de bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.” (En’âm Sûresi, 6/73).
هو ذو الصَّفحِ والأناةِ الذي لا يَستَفِزُّهُ غَضَبٌ ولا عِصيانُ العُصاةِ، والحليمُ هو الصَّفوحُ مع القُدرَةِ قال تعالى: ٨ وَإِنَّ اللهَ لَعَلِيمٌ حَلِيمٌ ٧ [سورة الحج:٢٢/٥٩]
- 33       
فهو عظيمُ الشأنِ مُنَزَّهٌ عن صفاتِ الأجسامِ فالله أعظمُ قدرًا من كلّ عظيمٍ قال تعالى: ٨ لَهُ مَا فِى السَّمَوَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ وَهُوَ الْعَلِىُّ الْعَظِيمُ ٧ [سورة الشورى:٤٢/٤]
- 34       
EL-’AZÎM: Zâtının ve sıfatlarının mâhiyeti anlaşılamayacak kadar ulu.
“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O, yücedir, büyüktür.” (Şûrâ Sûresi, 42/4).
﴿الغَفُورُ﴾: من أبنية المبالغة في الغفران، هو الذي تكثُر منه المغفرةُ قال تعالى: ٨ نَبِّئْ عِبَادِى اَنِّى اَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ ٧ [سورة الحجر:١٥/٤٩]
- 35       
EL-GAFÛRU: Bağışlamada mübalağa eden, çok bağışlayan demektir.
“Ey Muhammed! Kullarıma, benim elbette çok bağışlayıcı, çok merhametli olduğumu, haber ver.” (Hıcr Sûresi, 15/49).
﴿الشَّكُورُ﴾: الذى يجازى عباده ويثيبهم على أفعالهم الصالحة فشكر اللّه تعالى لعباده إنما هو مغفرته لهم وقبوله لعبادتهم. هو الذي يُثيبُ على اليسيرِ من الطَّاعَةِ الكثيرَ من الثَّوابِ قال تعالى: ٨ وَقَالُواالْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِى اَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَ اِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌ ٧ [سورة فاطر:٣٥/٣٤]
- 36       
EŞ-ŞEKÛRU: Kullarını, sâlih fiilleri sebebiyle mükâfatlandıran ve sevap veren demektir. Allâh’ın kullarına şükrü, onlara mağfireti ve ibâdetlerini kabul etmesidir.
“Şöyle derler: “Hamd, bizden hüznü gideren Allâh’a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.” (Fâtır Sûresi, 35/34).
هو الذي يَعلو على خَلقِهِ بقهرِهِ وقدرَتِهِ، ويستحيلُ وصفُه بارتفاعِ المكانِ لأنه تعالى منزّهٌ عن المكانِ والله خالِقُهُ، قال ابن منظور في لسانِ العربِ: العلاءُ الرِّفعة قال تعالى: ٨ لَهُ مَا فِى السَّمَوَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ وَهُوَ الْعَلِىُّ الْعَظِيمُ ٧ [سورة الشورى:٤٢/٤]
- 37       
EL-’ALİYY: Yûceler yûcesi.
“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O, yücedir, büyüktür.” (Şûrâ Sûresi, 42/4).
﴿الكَبِيرُ﴾: هو الموصوف بالجل وكبر الشأن. هو الجليلُ كبيرُ الشأنِ، والله أكبرُ معناه أنَّ الله أكبرُ من كلّ شىءٍ قدرًا قال تعالى: ٨ وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُ حَتَّى اِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ قَالُوا الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِىُّ الْكَبِيرُ ٧ [سورة سبإ:٣٤/٢٣]
- 38       
EL-KEBÎRU: Celâl (büyüklük) ve şânının yüceliği sıfatlarını taşıyan kimsedir.
“Allâh katında, O’nun izin verdiği kimseden başkasının şefaati yarar sağlamaz. (Şefaat için izin verilip de) kalplerinden korku giderilince birbirlerine, “Rabbiniz ne söyledi?” diye sorarlar. Onlar da “Gerçeği” diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür.” (Sebe Sûresi, 34/23).
معناه الحافِظُ لمن يشاءُ من الشَّرِّ والأذى والهَلَكَةِ قال تعالى: ٨ وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يُؤْمِنُ بِالْاَخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا فِى شَكٍّ وَرَبُّكَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ حَفِيظٌ ٧ [سورة سبإ:٣٤/٢١]
- 39       
EL-HAFÎZ: Koruyup gözeten ve dengede tutan.
“Oysa şeytanın onlar üzerinde hiçbir hâkimiyeti yoktu. Ancak ahirete inananları, onun hakkında şüphe içinde bulunanlardan ayırt edelim diye (ona bu fırsatı verdik). Senin Rabbin her şey üzerinde hakiki bir koruyucudur.” (Sebe Sûresi, 34/21).
﴿المُقِيتُ﴾ هو المقتدر، وقيل: هو الذى يعطى أقوات الخلائق. هو المقتدِرُ وهو رازقُ القوتِ قال تعالى: ٨ مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَصِيبٌ مِنْهَا وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَا وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ مُقِيتًا ٧ [سورة النساء:٤/٨٥]
- 40       
EL-MUKÎTÜ: Bedenlerin ve rûhların gıdâsını yaratıp veren, bilip gücü yeten ve koruyan, her çeşit rızkı yaratan. Muktedir demektir. Ayrıca, mahlukâta gıdalarını veren mânasına geldiği de söylenmiştir.
“Kim güzel bir (işte) aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir (işte) aracılık ederse, ona da o kötülükten bir pay vardır. Allâh’ın her şeye gücü yeter.” (Nisâ Sûresi, 4/85).
﴿الحَسِيبُ﴾: هو الكافى، وهو فعيل بمعنى مفعل كأليم بمعنى مؤلم، وقيل: هو المحاسب. أي هو المحاسِبُ للعبادِ بما قدَّمَت أيديهِم قال تعالى: ٨ ... وَكَفَى بِاللَّهِ حَسِيبًا ٧ [سورة النساء:٤/٦]
- 41       
EL-HASÎBÜ: el-Kâfi demektir. Muf’il mânasında fâildir, tıpkı mü’lim mânasında elîm gibi, hasîb’in muhâsib mânasında kullanıldığı da söylenmiştir.
“ … Hesap görücü olarak Allâh yeter.” (Nisâ Sûresi, 4/6’dan).
أي الموصوفُ بالجلالِ ورِفعةِ القدرِ. ت
- 42       
EL-CELÎL: Celâl ve azâmet sâhibi olan.
هو الكثيرُ الخيرِ فيبدأُ بالنعمةِ قبلَ الاستحقاقِ ويتفضّلُ بالإحسانِ من غيرِ استثابةٍ قال تعالى: ٨ يَا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَرِيمِ ٧ [سورة الانفطار:٨٢/٦]
- 43       
EL- KERÎM: Keremi bol, karşılıksız veren.
“Ey insan! Seni kerîm (cömert) Rabbine karşı seni ne aldattı?” (İnfitâr Sûresi, 82/6).
﴿الرَّقيبُ﴾: هو الحافظ الذى  يغيب عنه شئ. هو الحافظُ الذي لا يغيبُ عنهُ شىءٌ قال تعالى: ٨ ... إِنَّ اللهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا ٧ [سورة النساء:٤/١]
- 44       
ER-RAKÎBÜ: Kendisinden hiçbir şey gâib olmayan hâfız (muhâfız) demektir.
“ … Şüphesiz Allâh, üzerinizde bir gözetleyicidir.” (Nisâ Sûresi, 4/1’den).
﴿المُجِيبُ﴾: هو الذى يقبل دعاء عباده ويستجيب لهم. هو الذي يجيبُ المضطَرَّ إذا دعاهُ ويغيثُ الملهوفَ إذا استغاثَ به قال تعالى: ٨  ... اِنَّ رَبِّى قَرِيبٌ مُجِيبٌ ٧ [سورة هود:١١/٦١]
- 45       
EL-MUCÎBÜ: Kullarının duasını kabul edip, icâbet eden zât demektir.
“Şüphesiz Rabbim yakındır ve dualara cevap verendir.” (Hûd Sûresi, 11/61’den).
﴿الوَاسِعُ﴾: الذى وسع غناه كل فقير ورحمته كل شئ. هو الذي وَسِعَ رِزقُهُ جميعَ خَلقِهِ قال تعالى: ٨ وَاَنْكِحُوا الْاَيَامَى مِنْكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَاِمَائِكُمْ اِنْ يَكُونُوا فُقَرَاءَ يُغْنِهِمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ ٧ [سورة النور:٢٤/٣٢]
- 46       
EL-VÂSİU: Zenginliği, bütün fakrları bürüyen; rahmeti herşeyi kuşatan demektir.
Sizden bekâr olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler, Allâh onları lütfuyla zenginleştirir. Allâh, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Nûr Sûresi, 24/32).
٨الحَكِيمٌ٧: هو المُحكِمُ لخلقِ الأشياءِ كما شاءَ لأنه تعالى عالِمٌ بِعواقِبِ الأمورِ قال تعالى: ٨ يُرِيدُ اللَّهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ ٧ [سورة النساء:٤/٢٦]
- 47       
EL-HAKÎM: Her şeyi hıkmetle yaratan. Bütün emirleri ve işleri yerli yerinde olan.
“Allâh, size (hükümlerini) açıklamak, size, sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tövbelerinizi kabul etmek istiyor. Allâh, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisâ Sûresi, 4/26).
﴿الوَدُودُ﴾: فعول بمعنى مفعول من الودّ، فاللّه تعالى هو مودود: أى محبوب في قلوب أوليائه، أو هو بمعنى فاعل. أى إن اللّه يود عباده الصالحين بمعنى يرضى عنهم. هو الذي يَوَدُّ عبَادَهُ الصالحين فيرضى عنهم ويتقبَّلُ أعمالَهم قال تعالى: ٨ وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُ ٧ [سورة البروج:٨٥/١٤]
- 48       
EL-VEDÛDÜ: el-Vedd (sevgi) kelimesinden mef’ûl mânasında feûl’dür. Allâh Te’âlâ Mevdûd’dur. Çok sevilir. Yani velîlerinin kalbinde sevgilidir. Veya fâil mânasında feûldür. Yani Allâh Teâla sâlih kullarını sever, bu da "onlardan razı olur" demektir.
“O, çok bağışlayandır, çok sevendir.” (Burûc Sûresi, 85/14).
﴿المجيدُ﴾: هو الواسع الكريم، وقيل: هو الشريف. هو الواسعُ الكرمِ العالي القدرِ قال تعالى: ٨ قَالُوا اَتَعْجَبِينَ مِنْ اَمْرِ اللَّهِ رَحْمَتُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ اَهْلَ الْبَيْتِ اِنَّهُ حَمِيدٌ مَجِيدٌ ٧ [سورة هود:١١/٧٣]
- 49       
EL-MECÎDÜ: Keremi geniş olan demektir. Şerif mânasını taşıdığı da söylenmiştir.
“Melekler, “Allâh’ın emrine mi şaşıyorsun? Allâh’ın rahmeti ve bereketi size olsun ey (peygamber ocağının) ev halkı! Şüphesiz O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir.” dediler.” (Hûd Sûresi, 11/73).
﴿البَاعِثُ﴾: هو الذى يبعث الخلق بعد الموت يوم القيامة. هو الذي يبعثُ الخلقَ بعد الموتِ ويجمَعُهُم ليومٍ لا ريبَ فيه قال تعالى: ٨ وَاَنَّ السَّاعَةَ اَتِيَةٌ لَارَيْبَ فِيهَا وَاَنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ مَنْ فِى الْقُبُورِ ٧ [سورة الحج:٢٢/٧]
- 50       
EL-BÂİSÜ: Mahlukâtı, ölümden sonra kıyamet günü yeniden diriltir demektir.
“Çünkü kıyamet muhakkak gelecektir. Onda hiçbir şüphe yoktur ve şüphesiz Allâh, kabirlerdeki kimseleri diriltecektir.” (Hacc Sûresi, 22/7).
﴿الشَّهيد﴾: هو الذى لايغيب عنه شئ، يقال: شاهد وشهيد، كعالم وعليم: أنه حاضر يشاهد الأشياء ويراها. هو الذي لا يغيبُ عن علمِهِ شىءٌ قال تعالى: ٨ ... إِنَّ اللهَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ شَهِيدٌ ٧ [سورة الحج:٢٢/١٧]
- 51       
EŞ-ŞEHÎDÜ: Kendisinden hiçbir şey gâib olmayan kimse demektir. Şâhid ve şehîd aynı mânada kullanılır, tıpkı âlim ve alîm kelimeleri gibi. Mâna şöyledir: Allâh, (her yerde) hâzırdır. Eşyayı müşahede edip her an görür.
“ … Çünkü Allâh, her şeye şahittir.” (Hacc Sûresi, 22/17’den).
﴿الحَقُّ﴾: هو المتحقق كونه ووجوده. هو الثابتُ الوجودِ الذي لا شَكَّ في وجودِهِ قال تعالى: ٨ يَوْمَئِذٍ يُوَفِّيهِمُ اللَّهُ دِينَهُمُ الْحَقَّ وَيَعْلَمُونَ اَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ الْمُبِينُ ٧ [سورة النور:٢٤/٢٥]
- 52       
EL-HAKKU: Varlığı ve vücudu gerçek olan demektir.
“O gün Allâh, onlara kesinleşmiş cezalarını tastamam verecek ve onlar Allâh’ın apaçık bir gerçek olduğunu bileceklerdir.” (Nûr Sûresi, 24/25).
﴿الوَكِيلُ﴾: هو الكفيل بأرزاق عباده، وحقيقته أنه الذى يستقل بأمر الموكول إليه، ومنه قوله تعالى: حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ. هو الكفيلُ بأرزاقِ العِبادِ والعالِمُ بأحوالِهم قال تعالى: ٨ اَلَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ اِيمَاناً وَقَالُوا حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ ٧ [سورة آل عمران:٣/١٧٣] ٨ وَيَقُولُونَ طَاعَةٌ فَاِذَا بَرَزُوا مِنْ عِنْدِكَ بَيَّتَ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ غَيْرَ الَّذِى تَقُولُ وَاللَّهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُونَ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ وَكِيلًا ٧ [سورة النساء:٤/٨١]
- 53       
EL-VEKÎLÜ: Kulların rızıklarına kefil demektir. Hakikat şudur: Kendisine tevkîl edilmiş olanı işinde müstakil söz sâhibi olmaktır.
“Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allâh bize yeter, O ne güzel vekildir!” dediler.” (Âl-i ‘Imrân Sûresi, 3/173).
“Sana “baş üstüne” derler. Fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden birtakımı, geceleyin; (senin gündüz) söylediklerinin aksini kurarlar. Allâh, onların geceleyin kurduklarını yazmaktadır. Sen onlara aldırma. Allâh’a tevekkül et. Vekil olarak Allâh yeter.”[11] (Nisâ Sûresi, 4/81).
﴿القَوِىُّ﴾: القادر، وقيل: هو التام القدرة والقوة الذى لايعجزه شئ. هو التَّامُّ القُدرَةِ الذي لا يُعجِزُهُ شىءٌ، ولا يقالُ الله قوةٌ أو قدرةٌ إنما هو ذو القوةِ والقدرةِ، والقوة بمعنى القدرة قال تعالى: ٨ ... إِنَّ اللهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ ٧ [سورة الحج:٢٢/٤٠]
- 54       
EL-KAVİYYÜ: el-Kâdir (güçlü) demektir. Ayrıca: "Kudreti ve kuvveti tam, O’nu hiçbir şey âciz kılamaz" mânasına da gelir.
“Şüphesiz ki Allâh, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (Hacc Sûresi, 22/40’dan).
﴿المَتِينُ﴾ هو الشديد القوى الذى لاتلحقه في أفعاله مشقة. هو الذي لا يَمَسُّهُ تَعَبٌ ولا لُغوب قال تعالى: ٨ إِنَّ اللهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ ٧ [سورة الذاريات:٥١/٥٨]
- 55       
EL-METÎNÜ: Şedîd ve kavî olup, hiçbir fiilinde meşakkatle karşılaşmayan demektir.
“Şüphesiz Allâh rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.” (Zâriyât Sûresi, 51/58).




[1] A’râf Sûresi, 7/180’den.
[2] Buhârî, “de’avât”, 68.
[3] Buhârî hadisi bu lafızla tahric etmiştir. Müslim’de “tek” kelimesi yoktur. (Buhârî, De’avât 68; Müslim, Zikr 5, (2677); Tirmizî, De’avât 87, (3502). Kütüb-i Sitte, 7/5-6)
[4] Haşr Sûresi, 59/22.
[5] Haşr Sûresi, 59/23.
[6] Haşr Sûresi, 59/24.
[7] Kütüb-i  Sitte, İ. Canan, 7/5-6.
[8] Fıkh-ı Ekber, İmâm- A’zam (rh.a.).
[9] Âyetin bu kısmı, “O, en âdil hüküm verendir” şeklinde de tercüme edilebilir.
[10] Âyetin bu kısmı, “kendi türünüzden …” şeklinde de tercüme edilebilir.
[11] Münafıklar, İslâm toplumunu dağıtmak için akla hayale gelmedik hile ve desiselere başvurdular. Hz.Peygamberin huzurunda, “Tamam, kabul, baş üstüne” dedikleri hâlde, kendi başlarına kalınca gizli plânlar ve tuzaklar hazırlıyorlardı. Allâh, onların bütün tuzaklarını boşa çıkarmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder