1 Aralık 2014 Pazartesi

KADERE İMAN -القدر


 
KADER'E ÎMÂN -القدر-

--- Takdîr etmek, tedbîr etmektir. ISTILAHTA: Allâh ‘Azze ve Celle’nin ezelî ilmi ile her şeyi ezelde takdîr ettiği gibi olacağına îmân etmeye kadere îmân denilir. Cenâb-ı Hakk ezelî ilmi ile âlemde neler olacak bunları biliyor bunları takdîr etti. “Biz de onlara îmân ettik teslîm olduk” demektir.
 ٢٥٣٤--- حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ مَنْصُورٍ حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ حَدَّثَنَا جَعْفَرُ بْنُ بُرْقَانَ عَنْ يَزِيدَ بْنِ أَبِى نُشْبَةَ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- : "ثَلاَثَةٌ مِنْ أَصْلِ الإِيمَانِ : الْكَفُّ عَمَّنْ قَالَ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَلاَ تُكَفِّرْهُ بِذَنْبٍ وَلاَ تُخْرِجْهُ مِنَ الإِسْلاَمِ بِعَمَلٍ وَالْجِهَادُ مَاضٍ مُنْذُ بَعَثَنِىَ اللَّهُ إِلَى أَنْ يُقَاتِلَ آخِرُ أُمَّتِى الدَّجَّالَ لاَ يُبْطِلُهُ جَوْرُ جَائِرٍ وَلاَ عَدْلُ عَادِلٍ وَالإِيمَانُ بِالأَقْدَارِ."[1]

 2532--- Enes b. Mâlik (r.a.)'den; demiştir ki: Rasûlüllâh (s.a.s.) şöyle buyurdu: --- “Üç şey îmânın esâsındandır.

1-        (Birincisi) Lâ ilâhe illellâh diyen bir kimseye (el ve dil uzatmaktan) çekinmemiz, (işlemiş olduğu) bir günâh yüzünden onu kâfir saymamamızdır. (Yâni İslâm'a uyma­yan) bir fiilinden dolayı onu İslam dışı îlân etmememizdir.

2-        (Ikincisi) Cihâd, Allâh'ın beni (Peygamber olarak) gönderdiği andan, ümme­timin en çok neslinin Deccâl’le savaşacağı ana kadar devâm edecek­tir. Adâletli (bir idâreci) nin adâleti onu ortadan kaldıramayacağı gi­bi zâlim (bir idârecinin zulmü de) kaldıramaz.

3-        (Üçüncüsü ise) Kade­re inanmaktır.”[2]




[1] اسم الكتاب: السنن. سنن أبي داود. المؤلف: الإمام ابو داود سليمان بن الأشعث الازدي السجستاني. (رح) (المتوفى:٢٠٢- ٢٧٥ هـ) تحقيق:شعيب الأرنؤوط، محمد كامل قره بللي، الناشر:دار الرسالة العالمية، بيروت/لبنان.  الطبعة: الطبعة خاصة، ١٤٣٠ هـ-٢٠٠٩ م. كتاب الجهاد (٩)، باب فى الغزو مع أئمة الجور، (٣٥)، رقم الحديث:٢٥٣٢، ص:٤/١٨٤.
[2] EBÎ DÂVUD, İmâm Süleymân b. Eş’as el-Ezdî es-Sicistânî, (h. 202-275), es-Sünen -Sünen-i Ebî Dâvüd-, thk., Şu’ayb Arnaûd, Muhammed Kâmil, Dâru’r-Risâletü’l-‘Âlemiyye, Beyrût/Lübnân, 1430/2009, Kitâbü’l-Cihâd (9), Bâb-ü Fî Ğazû Me’a Eimmeti’l-Cevr -Zâlim Bir Yönetici Emrinde Harbetmek- (35), Hadîs no:2532,  c.4 (s.184).
 
 
























 بسم الله الرحمن الرحيم؛ كتاب الإيمان (١) --- باب بيان الإيمان والإسلام والإحسان ووجوب الإيمان بإثبات قدر الله سبحانه وتعالى وبيان الدليل على التبري ممن لا يؤمن بالقدر وإغلاظ القول في حقه (١).

قال أبو الحسين مسلم بن الحجاج القشيري رحمه الله بعون الله نبتدئ وإياه نستكفي وما توفيقنا إلا بالله جل جلاله حدثني أبو خيثمة زهير بن حرب حدثنا وكيع عن كهمس عن عبد الله بن بريدة عن يحيى بن يعمر ح وحدثنا عبيد الله بن معاذ العنبري وهذا حديثه حدثنا أبي حدثنا كهمس عن بن بريدة عن يحيى بن يعمر قال كان أول من قال في القدر بالبصرة معبد الجهني فانطلقت أنا وحميد بن عبد الرحمن الحميري حاجين أو معتمرين فقلنا لو لقينا أحدا من أصحاب رسول الله صلى الله عليه وسلم فسألناه عما يقول هؤلاء في القدر فوفق لنا عبد الله بن عمر بن الخطاب داخلا المسجد فاكتنفته أنا وصاحبي أحدنا عن يمينه والآخر عن شماله فظننت أن صاحبي سيكل الكلام إلي فقلت أبا عبد الرحمن إنه قد ظهر قبلنا ناس يقرؤون القرآن ويتقفرون العلم وذكر من شأنهم وأنهم يزعمون أن لا قدر وأن الأمر أنف قال فإذا لقيت أولئك فأخبرهم أني برئ منهم وأنهم برآء مني والذي يحلف به عبد الله بن عمر لو أن لأحدهم مثل أحد ذهبا فأنفقه ما قبل الله منه حتى يؤمن بالقدر ثم قال حدثني أبي عمر بن الخطاب قال * بينما نحن عند رسول الله صلى الله عليه وسلم ذات يوم إذ طلع علينا رجل شديد بياض الثياب شديد سواد الشعر لا يرى عليه أثر السفر ولا يعرفه منا أحد حتى جلس إلى النبي صلى الله عليه وسلم فأسند ركبتيه إلى ركبتيه ووضع كفيه على فخذيه وقال يا محمد أخبرني عن الإسلام فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم الإسلام أن تشهد أن لا إله إلا الله وأن محمدا رسول الله صلى الله عليه وسلم وتقيم الصلاة وتؤتي الزكاة وتصوم رمضان وتحج البيت إن استطعت إليه سبيلا قال صدقت قال فعجبنا له يسأله ويصدقه قال فأخبرني عن الإيمان قال أن تؤمن بالله وملائكته وكتبه ورسله واليوم الآخر وتؤمن بالقدر خيره وشره قال صدقت قال فأخبرني عن الإحسان قال أن تعبد الله كأنك تراه فإن لم تكن تراه فإنه يراك قال فأخبرني عن الساعة قال ما المسئول عنها بأعلم من السائل قال فأخبرني عن إمارتها قال أن تلد الأمة ربتها وأن ترى الحفاة العراة العالة رعاء الشاء يتطاولون في البنيان قال ثم انطلق فلبثت مليا ثم قال لي يا عمر أتدري من السائل قلت الله ورسوله أعلم قال فإنه جبريل أتاكم يعلمكم دينكم."[3]

Ömer İbnü’l-Hattâb (r.a.) şöyle dedi: --- Bir gün Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in huzûrunda bulunduğumuz sırada, elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, yoldan gelmiş bir hâli olmayan ve içimizden kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in dizlerine dayadı, ellerini (kendi) dizlerinin üstüne koydu ve:
 
--- “Ey Muhammed, bana İSLÂM nedir? Onu da anlat” Dedi.
 
Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): --- “İSLÂM, Allâh’dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı (tastamam) vermen, ramazan orucunu (eksiksiz) tutman, yoluna güç yetirebilirsen Kâbe’yi ziyâret (hacc) etmendir” buyurdu. Adam:
 
--- “Doğru söyledin” dedi. Onun hem sorup hem de tasdik etmesi tuhâfımıza gitti. Adam:
 
--- “Şimdi de ÎMÂN nedir? Onu da anlat”, dedi.
 
Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): --- “Allâh’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdu.
 
Adam tekrar: --- “Doğru söyledin”, diye tasdik etti ve:
 
--- “Peki, İHSÂN nedir? onu da anlat”, dedi.
 
Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): --- “İhsân, Allâh’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlakâ görüyor” buyurdu.
 
Adam yine: --- “Doğru söyledin” dedi, sonra da:
 
“Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sordu.
 
Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): --- “Kendisine soru yöneltilen, bu konuda sorandan daha bilgili değildir” cevâbını verdi.
 
Adam: --- “O halde alâmetlerini söyle”, dedi.
 
Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): --- “Annelerin, kendilerine câriye muâmelesi yapacak çocuklar doğurması, yalın ayak, başıkabak, çıplak koyun çobanlarının, yüksek ve mükemmel binâlarda birbirleriyle yarışmalarıdır” buyurdu.
 
Adam, (sessizce) çekip gitti. Ben bir süre öylece kalakaldım. Daha sonra,
 
Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): --- “Ey Ömer, soru soran kişi kimdi, biliyor musun?” buyurdu. Ben: --- “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir”, dedim.
Rasûlüllâh (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem): --- “O Cebrâîl (‘aleyhi’s-selâm) idi, size dîninizi öğretmeye geldi” buyurdu.[4]

KADER -القدر-

--- Takdîr etmek, tedbîr etmektir. ISTILAHTA: Allâh ‘Azze ve Celle’nin ezelî ilmi ile her şeyi ezelde takdîr ettiği gibi olacağına îmân etmeye kadere îmân denilir. Cenâb-ı Hakk ezelî ilmi ile âlemde neler olacak bunları biliyor bunları takdîr etti. “Biz de onlara îmân ettik teslîm olduk” demektir.
  ﴿ وَلَاتَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُودًا اِذْ تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ وَمَا يَعْزُبُ عَن رَّبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِى الْاَرْضِ وَلَا فِى السَّمَآءِ وَلٰٓا اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلٰٓا اَكْبَرَ اِلَّا ف۪ى كِتَابٍ مُب۪ينٍ [سورة يونس:١٠/٦١]

(Ey Muhammed!) Sen hangi işte bulunursan bulun, ona dair Kur’ân-dan ne okursan oku ve (ey insanlar, sizler de) hangi şeyi yaparsanız yapın, siz ona daldığınızda biz sizi mutlakâ görürüz. Ne yerde, ne de gökte, zerre ağırlığınca, (hatta) bu zerreden daha küçük veyâ daha büyük olsun, hiçbir şey Rabbinden uzak (ve gizli) olmaz; hepsi muhakkak apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfûz'da yazılı) dır.”[5]
﴿ مَآ اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ فِى الْاَرْضِ وَلَا ف۪ٓى اَنْفُسِكُمْ اِلَّا ف۪ى كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَٓاۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌۚ [سورة الحديد:٥٧/٢٢]

Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musîbet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfûz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allâh’a göre kolaydır.”[6]

﴿ وَمَا تَشَآؤُ۫نَ اِلّٰٓا اَنْ يَشَآءَ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يمًا حَك۪يمًاۗ [سورة الإنسان:٧٦/٣٠]

“Allâh’ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz. Şüphesiz Allâh hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir.”[7]

"اَلْاِنْسَانُ قَادِرٌ بِقُدْرَةِ اللّٰهِ."

“İnsan Allâh’ın gücüyle bir şey yapar. Allâh-ü Te’âlâ dilemeden insan bir şey dileyemez.”

1-  Allâh-ü Te’âlâ her şeyi biliyor,

2-  Allâh-ü Te’âlâ bildiğini Levh-i Mahfûz’da yazıyor,

3-  Cenâb-ı Hakk murâd ettiği (dilediği) zaman bütün bunları yaratıyor,

4-  Cenâb-ı Hakk murâd ettiği (dilediği) zaman bütün bunlar yerine geliyor (Kazâ),

5-  Hayır ve şerrin Allâh-ü Te’âlâ-dan geldiğine îmân.

İŞTE KADER BU BEŞ ESÂSA ÎMÂNDIR…

ALLÂH-Ü TE’ÂLÂ-NIN İRÂDESİNİN İNSANIN İRÂDESİ İLE MÜNÂSEBETİNE BAKTIĞIMIZ ZAMAN ŞUNU GÖRÜRÜZ!

1-  İnsanın müdâhelesi olmayan Allâh-ü Te’âlâ-nın irâdesi,

(Boyumuzun uzun veya kısa olması, rengimizin beyaz veyâ siyah olması, göz rengimizin değişik renkli olması, kanın damarlarda akıp gitmesi; bunları çoğalta biliriz. İşte bunlara hiçbir müdâhelede bulunamayız. Allâh-ü Te’âlâ nasıl murâd etti ise öyledir. Boyu kısa olan bu hâline rızâ gösterirse sevâb alır. Boyu uzun olan da şımarırsa Allâh-ü Te’âlâ-nın cezasına müstehak olur. Burada bizim müdâhelemiz yok.

2-  Mübâhlarla, itâatle, ibadetlerle haramlarla alâkalı meseleler!.. Meselâ; su içmek istediğimizde Allâh-ü Te’âlâ kuvvetimizi yaratıyor suyumuzu bardağı kaldırarak içiyoruz. Ölünce bardağı kaldıramıyoruz neden çünkü kaldırma kuvvetini daha vermiyor yaratmıyor Allâh-ü Te’âlâ. Burada bizim irâdemiz var. Birisi câmiye gitmeyi murâd ediyor, diğer biri de meyhâneye gitmeyi murâd ediyor. Her ikisinin de güç ve kuvvetini Allâh-ü Te’âlâ yaratıyor. Burada bizim irâdemiz var. Câmiye giden sevâb alacak, meyhâneye giden ise günâh kazanacak.

"مَر۪يدِ الْخَيْرِ وَ الشَّرِّ الْقَب۪يح وَلٰكِنْ لَيْسَ يَرْضٰى بِالْمُحَالِ."-الأمالي-

“Hayrı da şerri de yaratan murâd eden Allâh-ü Te’âlâ-dır. Ama şerre rızâsı yoktur.” El-Emâlî

Allâh-ü Te’âlâ şerre yâni meyhâneye gitmemizi istemiyor. Yasaklarını hem bildiriyor hem de ne gibi sakıncaları var öğretiyor. Yine de şerre gidiyorsa insan o zaman cezâya müstehâk oluyor.

Bu iki madde iyice anlaşılıp ayrılamayınca ya CEBRİYE ci olunuyor (yâni insan rüzgârın savurduğu bir yaprak gibidir der), ya da kul her fiilini kendi yaratır diyerek MU'TEZİLE ci olunur ki bunlardan Allâh-ü Te’âlâ-ya sığınırız.

1- Cebriyye'ye Göre İnsan Fiili

Cebriyye'nin önde gelen ismi Cehm b. Safvan insanın iradî fiilleri olmadığını, fiillerinde zorunlu olduğunu (Bağdâdî, el-Fark beyne'l-firak, s.211), yine insanın istitâa ile vasıflanamayacağını (Şehristânî, Milel, I, 87), onun hiçbir şey yapmaya veya kesbetmeye kâdir olmadığını (İbn-i Asakir, Tebyin, s.149) iddia etmiştir. Bu meseleye kazâ-kader hakkındaki genel görüşleri açısından bakan Cebriyye icbarî bir kader anlayışına sahip olduğu için insanın ne irâdesini, ne gücünü ve ne de kesbini kabul eder. Onlara göre insan irâde ve güç sahibi değildir. İrade ve güç sahibi olmayınca fiilini kendisi yapamaz. İnsanın fiilleri, Allah'ın yaratmasıyla meydana gelir. İnsan fiillerinde mecburdur, iradesi, kudreti ve ihtiyarı yoktur. Allah diğer cemadattan sudur eden fiilleri yarattığı gibi insanın fiillerini de yaratır. Nasıl ki; "ağaç meyve verdi", "su aktı", "taş hareket etti", "güneş doğdu ve battı", "gökyüzü bulutlandı ve yağmur yağdırdı", "yeryüzü harakete geçip kabardı ve ot bitirdi" gibi fiiller cemadata mecazen nispet ediliyorsa insana da fiilleri mecazen nispet edilmektedir. Bütün fiiller cebren olduğu gibi sevap ve ikab da cebrendir. (Eş'arî, Makalatü'l-İslâmiyyin, s.278; İsferâinî, et-Tabsir fi'd-din, s.107; Şehristânî, el-Milel ve'n-nihal, I, 87).

2- Mu'tezile'ye Göre İnsan Fiili

"İnsanın fiillerini kendisinin meydana getirdiği" temel düşüncesinden hareket eden Mu'tezile kelâmcıları, fiillerinde müessir bir iradesi olduğunu da kabul ederler. (Kâdı, Şerh, s.431) Mutezilî âlim Kâdı Abdülcebbâr: "İnsanların fiilleri kendi istek ve kusurlarına dayalıdır, dilerse yaparlar, dilemezse yapmazlar. Dolayısıyla insanların fiilleri, Allah'ın mahlûku (yaratığı) değildir." diyerek insanda müessir bir irâdenin var olduğunu dile getirmiştir. (Kâdı, Şerh, s.771) Mutezilîler "Allah âlemlere zulmetmeyi irade etmez." (Mü'min Sûresi 31) ve "Allah kulların küfrüne razı olmaz, eğer şükrederseniz buna razı olur." (Zümer Sûresi 7) gibi âyetlerden hareketle Allah'ın (celle celâlühü) insanın küfür, şirk, fısk gibi kabih fiillerini irade etmeyeceğini söylemişlerdir. (Kâdı Abdülcebbar, el-Usulü'l-hamse, s. 80-81) Onlara göre insanın iyi fiillerini Allah irade etmektedir; ancak bu iradenin fiilin meydana gelmesinde bir tesiri yoktur.

3- Eş'arîlere Göre İnsan Fiili

İmam Eş'arî, "Siz dileyemezsiniz ancak Allah diler." (İnsan Sûresi, 30) âyetine dayanarak "Biz ancak Allah'ın bizim istememizi istediği şeyi isteyebiliriz." (Eş'arî, Lüma', s. 108) demiştir. Bu sözlerinden anlaşılmaktadır ki o, insanda küllî (potansiyel) bir irade olduğunu değil, her bir fiil için ayrı ayrı yaratılan hâdis bir irade olduğunu varsaymaktadır.

"Eş'arîler'e göre Allah'ın iradesi her şeyin üstünde ve her şeyi kuşatmaktadır. İnsanın fiilleri de Allah'ın iradesinin hudutsuz kapsamı içindedir. Eş'arîler'de insanın fiillerini irade etmede hürriyetinin olup olmadığı konusunda bir kapalılık vardır. Onlar bu konuda Mu'tezile gibi Allah'ın iradesinin yanında bir de insanda potansiyel bir iradenin varlığını kabul etmekten endişe duyarlar. Bu yüzden onlar, "insanın, fiillerini yapmada iradesi vardır" sözünü açıkça söylememişlerdir. Onlar bu alanda bir orta yolu tutmayı arzulamış; ne Cebriyye'nin, insanın iradesiz oluşu ve ne de Mu'tezile'nin, insanın mutlak irade sahibi oluşu görüşlerini benimsemişlerdir. Onlar bunlardan uzak kalmayı tercih etmişler ve her şeyi Allah'a bırakmayı yerinde bulmuşlardır." (Şerafeddin Gölcük ve Süleyman Toprak, Kelâm, s.202.)

Mâtüridîler'in tespit ettikleri, insanda irade, ihtiyar ve iktisap hürriyetinin olduğu, yaratmanın ise Allah tarafından yapıldığı hakikati; Allah'ın adaleti, insanın mesuliyeti, Allah'tan başka yaratıcının olmadığı hususlarını birlikte açıklamış olmaktadır. Buna göre Allah, insan iradesini zorlamadığı ve onun istediğini yarattığı için adaletle muamele etmekte, insan ise yaptığı işleri irâde ve ihtiyarı ile kesbettiği için mesul olmaktadır.

KADER’E ÎMÂNIN DÜNYÂDAKİ FAYDALARI

1-     İSTİRCÂ’; Kader’e rızâdır! İstircâ eden, Allâh’ın hükmüne i’tirâz etmeden râzı olduğunu, o’nun irâdesine boyun eğdiğini ve kulluğunu ikrâr etmiş olur. Bütün yakınlarını dahi bir anda kaybeden bir mü’min istircâ’ eder ve hakka teslîm olur. Bir anne düşünelim ki 4 tâne yavrusunu kaybediyor. Kendi elleriyle kabre koyuyor. Sonunda veren de sen alanda sensin Allâh-ım der hemen istircâ’ eder. Ezelde takdirin yerine geldi der ve sabreder. Sabrı öğretir.

﴿ وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَىْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ ﴿١٥٥﴾ اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ [سورة البقرة:٢/١٥٥-١٥٦] 

“Vallâh-i elbette biz;  sizi biraz (düşman) korku (su), biraz açlıkla, biraz da mallardan eksiltmekle, bir de canlardan eksiltmekle ve mahsûllerden (yana) (ürünlerden) eksiltmekle imtihân edeceğiz. Ve (ey Habîbim) sabredenleri çok müjdele. (155) (Habîbim o sabredicileri müjdele) ki onlar, kendilerine bir musîbet (belâ) geldiğinde: “Muhakkâk biz (dünyâda) Allâh’ın (teslim olmuş kullarıy) ız. Ve biz (âhirette de) ancak ona dönücüleriz.” derler.[8] 

2-     İTMİ’NÂN-I KALB[9] HÂLİ OLUŞTURUR;


﴿ ... وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ۟  [سورة البقرة:٢/٢١٦]  

… Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allâh bilir, siz bilmezsiniz.”[10]
 
Bir şeyler isteriz de olmaz. Ama isyân da etmeyiz. Kadere îmânı olan kimse hemen benim için istediğim belki zararlı idi diyerek Allâh-ü Te’âlâ-nın ezeldeki takdirini hatırlar da teskin olur. Allâh-ü Te’âlâ-ya teslîmiyyet hâli hâsıl olur. Morâlsiz olmuyorsunuz. Yıkılmıyorsunuz.

KEŞKE (ŞÂYET/EĞER) KELİMESİNİ KULLANMANIN HÜKMÜ

 
Bir kimse, bir adamı: "Şayet şöyle yapmış olsaydın, bundan hiçbir şey başına gelmezdi." demişti. Bunu işiten kimse de ona, Peygamber –sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem-'in bu kelimeyi (lev/keşke/şâyet kelimesini) kullanmayı yasakladığını ve sâhibini küfre götüren bir kelime olduğunu, söylemişti.
 
Efendimiz (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyuruyor ki;

"اَلْمُؤْمِنُ الْقَوِيُّ خَيْرٌ وَأَحَبُّ إِلَى اللّٰهِ مِنْ الْمُؤْمِنِ الضَّع۪يفِ، وَف۪ي كُلٍّ خَيْرٌ احْرِصْ عَلٰى مَا يَنْفَعُكَ، وَاسْتَعِنْ بِاللّٰهِ، وَلَا تَعْجَزْ، وَإِنْ أَصَابَكَ شَيْءٌ فَلَا تَقُلْ: لَوْ أَنّ۪ي فَعَلْتُ كَانَ كَذَا وَكَذَا، وَلٰكِنْ قُلْ: قَدَرُ اللّٰهِ وَمَا شَآءَ فَعَلَ، فَإِنَّ لَوْ تَفْتَحُ عَمَلَ الشَّيْطَانِ."[11]

(Hayırlı amellerde, Allah'a tâatte ve zorluklara sabır göstermekte) kuvvetli mü'min, zayıf Mü'minden, Allâh’a daha hayırlı ve daha sevimlidir. (Her ikisinin de mü'min olması sebebiyle) hepsinde hayır vardır. Yarârına olan şeyde (Allâh'a tâatte) hırslı ol. Allâh’dan yardım dile, (tâat ve yardım istemekte) âciz olma (tembellik gösterme)! Sana bir şey isâbet ederse, 'keşke şöyle-şöyle yapsaydım da bu başıma gelmeseydi' deme. Fakat 'Allâh’ın takdîridir. O ne dilerse, onu yapar' de. Çünkü 'keşke' şeytanın ameline yol açar (şeytan, kadere karşı gelmesi için onun kalbine vesvese verir).”

"وَإِنْ أَصَابَكَ شَيْءٌ فَلاَ تَقُلْ: لَوْ أَنّ۪ي فَعَلْتُ كَانَ كَذَا وَكَذَا، وَلٰكِنْ قُلْ: قَدَرُ اللّٰهِ وَمَا شَآءَ فَعَلَ، فَإِنَّ لَوْ تَفْتَحُ عَمَلَ الشَّيْطَانِ." 

“Sana (istemediğin) bir şey isâbet ederse, 'keşke şöyle-şöyle yapsaydım da bu başıma gelmeseydi' deme. Fakat 'Allâh’ın takdîridir. O ne dilerse, onu yapar' de. Çünkü 'keşke' şeytanın ameline yol açar (yâni üzülmene ve sabırsızlık göstermene sebeb olur. Bu da zarar verir, fayda vermez. Bilakis başına gelen şeyin senden şaşmayacağını, başına gelmeyen şeyin de sana aslâ isâbet etmeyeceğini bilmen gerekir.)

 "وَاِذَا أَصَابَكَ مُص۪يبَةٌ فَإِنَّ لَوْ تَفْتَحُ عَمَلَ الشَّيْطَانِ."

Güçlü Müslüman zayıf Müslümandan daha hayırlıdır.” “Sana bir musîbet geldiği zaman (işte o zaman) şöyle deme! Eğer şöyle yapsaydım böyle olurdu! Keşke şöyle yapsaydım da şöyle olurdu deme. Çünkü bu لَوْ -LEV- varya -LEV- demek keşke demek o şeytanın amelinin yolunu, kapısının önünü açar.”
 
Kadere îmân olunca hep istikbâle bakarız. Geriye dönüp ye’se düşmeyiz.

﴿ وَلَاتَهِنُوا وَلَاتَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ [سورة آل عمران:٣/١٣٩]

 Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) îmân etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.”[12]

﴿ مَآ اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ وَمَآ اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ وَاَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولًا وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا  [سورة النسآء:٤/٧٩]

“Sana ne iyilik gelirse Allâh’dandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şâhîd olarak Allâh yeter.”[13]

Ne gelirse her şey Allâh-ü Te’âlâ-dandır “Lütfun da hoş kahrın da hoş Yâ Rabbî” diyoruz. Senin irâden senin emrin senin takdirin olmadan kâinatta yaprak bile kıpırdamaz Yâ Rabbî diyoruz da Yûce Mevlâ ya sığınıyoruz. Teslîm oluyoruz.
"اَلْخَيْرُ ف۪ي مَقطَارَهُ اللّٰهُ لَهُ."

“Hayır, Allâh-ü Te’âlâ-nın senin hakkında ihtiyâr ettiği şeydedir.”

Bu kaybetmek benim hakkımda daha hayırlı idi Yâ Rabbî deriz.

﴿ لِكَيْلَا تَاْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَآ أٰتٰيكُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍۙ [سورة الحديد:٥٧/٢٣]  

“Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allâh’ın size verdiği ni’metlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık.) çünkü Allâh, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez.”[14]
 
3-     GURUR VE BENCİLLİĞİN BELİNİ KIRAR;

İnsan fıtratında, her bir güzellik ve meziyetine sahip çıkıp, onlarla övünme, iftihar etme, hatta daha da ötesinde gururlanıp kendinden geçme duygusu vardır. İşte bu noktada; yapılan güzel işler karşısında gurura düşmemek için kader devreye girer ve “mağrur olma yapan sen değilsin” diyerek, insanı kibre gurura düşmekten korur.

4-     ÜMİTSİZLİĞİ YOK EDER;

Kadere inanan bir insanda en küçük bir ümitsizlik ve gevşeme olmaz. Kadere inanan insan, başarıya ulaştığı zaman tevazuu ve alçak gönüllüğü de elden bırakmaz; zafer sarhoşluğuyla kendini kaybetmez.

5-     İRADEYİ GÜÇLENDİRİR;


Kadere inanan bir kul, hadis-i şerifin de ifadesiyle başına gelecek bir musibetin mutlaka geleceğine, gelmeyecek olanın da asla gelmeyeceğine inandığı için cesaretlidir.

6-     İNSANA HUZUR VE RAHATLIK VERİR;

Kadere hakiki mânâda iman eden bir kişi, ihtiyaçlarının ve korkularının hâsıl ettiği yükü -tabiri caizse- kaderin gemisine bırakır ve böylece kalbi ve ruhu rahata kavuşur.

7-     İNSANI MÜSAMAHALI YAPAR;

Başına gelen her musibeti bir de kader açısından değerlendiren bir Mü’minin, muhatabını affedebilmesi daha kolay olur.

8-      HIRS VE HASEDİ ENGELLER.

Kadere iman etmiş bir mü’min, hakkına razı olduğu için başkasının hakkına tecavüz etmez, hırs göstermez ve haset etmez.



[3] اسم الكتاب: صحيح مسلم. (ط المكنز) المؤلف: للإمام أبي الحسين مسلم بن الحجاج القشيري النيسابوري. (المتوفى: ٢٠٦-٢٦١ ه) تحقيق: محمد فؤاد عبد الباقي. الناشر: دار الكتب العلمية، بيروت/لبنان. الطبعة: الطبعة الأولي، ١٤١٢ ه ١٩٩١ م، كتاب الإيمان (١)، باب: بيان الإيمان والإسلام والإحسان ووجوب الإيمان بإثبات قدر الله سبحانه وتعالى وبيان الدليل على التبري ممن لا يؤمن بالقدر وإغلاظ القول في حقه (١)، رقم الحديث:١ (٨)، ص:٣٦-٣٧.
[4] MÜSLİM, İmâm Ebî Hüseyn b. Haccâc el-Kuşeyrî en-Nîsâbûrî, (h. 206-261), Sahîh-u Müslim, thk., Muhammed Fuâd ‘Abdü’l-Bâkî, Dâru’l-Kütübü’l-‘Ilmiyye, Beyrût/Lübnân, 1412/1991. Kitâbü'l-Îmân (1), Bâb-ü: Beyânü’l-Îmân ve’l-İslâm ve’l-İhsân ve Vücûbü’l-Îmân bi İsbâti’l-Kader…(1), Hadis no:1- (8), (s.36-37). (Ayrıca bk. Buhârî, Îmân 37; Tirmizî Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Nesâî, Mevâkît 6; İbn-i Mâce, Mukaddime, 9)
[5] Yûnus Sûresi, 10/61.
[6] Hadîd Sûresi, 57/22.
[7] İnsân (Dehr) Sûresi, 76/30
[8] Bakara Sûresi, 2/155-156.
[9] İTMİ’NÂN: Emniyet içinde olmaktır. İnanmak. Mutlak olarak bilmektir. Kararlılık. İTMİ’NÂN-I KALB: Kalbden ve gönülden inanmak.
[10] Bakara Sûresi, 2/216.
[11] رواه مسلم
[12] Âl-i ‘Imrân Sûresi, 3/139.
[13] Nisâ Sûresi, 4/79.
[14] Hadîd Sûresi, 57/23.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder