KADER'E ÎMÂN -القدر-
--- Takdîr etmek, tedbîr etmektir. ISTILAHTA: Allâh ‘Azze ve Celle’nin ezelî ilmi ile
her şeyi ezelde takdîr ettiği gibi olacağına îmân etmeye kadere îmân denilir.
Cenâb-ı Hakk ezelî ilmi ile âlemde neler olacak bunları biliyor bunları takdîr
etti. “Biz de onlara îmân ettik teslîm olduk” demektir.
٢٥٣٤--- حَدَّثَنَا
سَعِيدُ بْنُ مَنْصُورٍ حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ حَدَّثَنَا جَعْفَرُ بْنُ بُرْقَانَ
عَنْ يَزِيدَ بْنِ أَبِى نُشْبَةَ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ
-صلى الله عليه وسلم- : "ثَلاَثَةٌ مِنْ أَصْلِ الإِيمَانِ : الْكَفُّ عَمَّنْ
قَالَ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَلاَ تُكَفِّرْهُ بِذَنْبٍ وَلاَ تُخْرِجْهُ مِنَ
الإِسْلاَمِ بِعَمَلٍ وَالْجِهَادُ مَاضٍ مُنْذُ بَعَثَنِىَ اللَّهُ إِلَى أَنْ يُقَاتِلَ
آخِرُ أُمَّتِى الدَّجَّالَ لاَ يُبْطِلُهُ جَوْرُ جَائِرٍ وَلاَ عَدْلُ عَادِلٍ وَالإِيمَانُ
بِالأَقْدَارِ."[1]
2532--- … Enes b. Mâlik (r.a.)'den;
demiştir ki: Rasûlüllâh (s.a.s.) şöyle buyurdu: --- “Üç şey îmânın esâsındandır.
1-
(Birincisi) Lâ ilâhe illellâh
diyen bir kimseye (el ve dil uzatmaktan) çekinmemiz, (işlemiş
olduğu) bir günâh yüzünden onu kâfir saymamamızdır. (Yâni İslâm'a uymayan)
bir fiilinden dolayı onu İslam dışı îlân etmememizdir.
2-
(Ikincisi) Cihâd, Allâh'ın
beni (Peygamber olarak) gönderdiği andan, ümmetimin en çok neslinin
Deccâl’le savaşacağı ana kadar devâm edecektir. Adâletli (bir idâreci) nin adâleti
onu ortadan kaldıramayacağı gibi zâlim (bir idârecinin zulmü de) kaldıramaz.
[1] اسم الكتاب: السنن. سنن أبي داود. المؤلف: الإمام ابو داود سليمان
بن الأشعث الازدي السجستاني. (رح) (المتوفى:٢٠٢- ٢٧٥ هـ) تحقيق:شعيب الأرنؤوط، محمد
كامل قره بللي، الناشر:دار الرسالة العالمية، بيروت/لبنان. الطبعة: الطبعة خاصة، ١٤٣٠ هـ-٢٠٠٩ م. كتاب الجهاد
(٩)، باب فى الغزو مع أئمة الجور، (٣٥)، رقم الحديث:٢٥٣٢، ص:٤/١٨٤.
[2] EBÎ DÂVUD, İmâm
Süleymân b. Eş’as el-Ezdî es-Sicistânî, (h. 202-275), es-Sünen -Sünen-i Ebî Dâvüd-, thk.,
Şu’ayb Arnaûd,
Muhammed Kâmil, Dâru’r-Risâletü’l-‘Âlemiyye,
Beyrût/Lübnân, 1430/2009, Kitâbü’l-Cihâd (9), Bâb-ü Fî Ğazû Me’a Eimmeti’l-Cevr
-Zâlim Bir Yönetici Emrinde Harbetmek- (35), Hadîs no:2532, c.4 (s.184).
بسم الله الرحمن الرحيم؛ كتاب الإيمان (١) --- باب بيان الإيمان
والإسلام والإحسان ووجوب الإيمان بإثبات قدر الله سبحانه وتعالى وبيان الدليل على
التبري ممن لا يؤمن بالقدر وإغلاظ القول في حقه (١).
قال أبو الحسين مسلم بن الحجاج القشيري رحمه الله بعون الله نبتدئ
وإياه نستكفي وما توفيقنا إلا بالله جل جلاله حدثني أبو خيثمة زهير بن حرب
حدثنا وكيع عن كهمس عن عبد الله بن بريدة عن يحيى بن يعمر ح وحدثنا عبيد الله بن
معاذ العنبري وهذا حديثه حدثنا أبي حدثنا كهمس عن بن بريدة عن يحيى بن يعمر قال
كان أول من قال في القدر بالبصرة معبد الجهني فانطلقت أنا وحميد بن عبد الرحمن
الحميري حاجين أو معتمرين فقلنا لو لقينا أحدا من أصحاب رسول الله صلى الله عليه
وسلم فسألناه عما يقول هؤلاء في القدر فوفق لنا عبد الله بن عمر بن الخطاب داخلا
المسجد فاكتنفته أنا وصاحبي أحدنا عن يمينه والآخر عن شماله فظننت أن صاحبي سيكل
الكلام إلي فقلت أبا عبد الرحمن إنه قد ظهر قبلنا ناس يقرؤون القرآن ويتقفرون
العلم وذكر من شأنهم وأنهم يزعمون أن لا قدر وأن الأمر أنف قال فإذا لقيت أولئك
فأخبرهم أني برئ منهم وأنهم برآء مني والذي يحلف به عبد الله بن عمر لو أن لأحدهم
مثل أحد ذهبا فأنفقه ما قبل الله منه حتى يؤمن بالقدر ثم قال حدثني أبي عمر بن
الخطاب قال * بينما نحن عند رسول الله صلى الله عليه وسلم ذات يوم إذ طلع علينا
رجل شديد بياض الثياب شديد سواد الشعر لا يرى عليه أثر السفر ولا يعرفه منا أحد
حتى جلس إلى النبي صلى الله عليه وسلم فأسند ركبتيه إلى ركبتيه ووضع كفيه على
فخذيه وقال يا محمد أخبرني
عن الإسلام فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم الإسلام أن تشهد أن لا
إله إلا الله وأن محمدا رسول الله صلى الله عليه وسلم وتقيم الصلاة وتؤتي الزكاة
وتصوم رمضان وتحج البيت إن استطعت إليه سبيلا قال
صدقت قال فعجبنا له يسأله ويصدقه قال فأخبرني عن الإيمان قال
أن تؤمن بالله وملائكته وكتبه ورسله واليوم الآخر وتؤمن بالقدر خيره وشره قال صدقت قال فأخبرني عن الإحسان قال أن تعبد الله كأنك تراه فإن لم تكن تراه فإنه يراك
قال فأخبرني عن الساعة قال ما المسئول عنها بأعلم من السائل قال فأخبرني عن إمارتها قال
أن تلد الأمة ربتها وأن ترى الحفاة العراة العالة رعاء الشاء يتطاولون في البنيان
قال ثم انطلق فلبثت مليا ثم قال لي يا عمر أتدري من السائل قلت الله ورسوله أعلم
قال فإنه جبريل أتاكم يعلمكم دينكم."[3]
Ömer İbnü’l-Hattâb (r.a.)
şöyle dedi: --- Bir gün Rasûlüllâh
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in huzûrunda bulunduğumuz sırada, elbisesi
beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, yoldan gelmiş bir hâli olmayan ve
içimizden kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Peygamber (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem)’in yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Peygamber
(sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’in dizlerine dayadı, ellerini (kendi)
dizlerinin üstüne koydu ve:
--- “Ey Muhammed, bana İSLÂM nedir? Onu da anlat” Dedi.
Rasûlüllâh (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem): --- “İSLÂM, Allâh’dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın
Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı (tastamam)
vermen, ramazan orucunu (eksiksiz) tutman, yoluna güç yetirebilirsen Kâbe’yi
ziyâret (hacc) etmendir” buyurdu. Adam:
--- “Doğru söyledin” dedi. Onun hem sorup hem de
tasdik etmesi tuhâfımıza gitti. Adam:
--- “Şimdi de ÎMÂN nedir? Onu da anlat”, dedi.
Rasûlüllâh (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem): --- “Allâh’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine,
âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdu.
Adam tekrar: --- “Doğru söyledin”, diye tasdik etti ve:
--- “Peki, İHSÂN nedir? onu da anlat”, dedi.
Rasûlüllâh (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem): --- “İhsân,
Allâh’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni
mutlakâ görüyor” buyurdu.
Adam yine: --- “Doğru söyledin” dedi, sonra da:
“Kıyâmet ne zaman kopacak?”
diye sordu.
Peygamber (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem): --- “Kendisine soru yöneltilen,
bu konuda sorandan daha bilgili değildir” cevâbını verdi.
Adam: --- “O halde alâmetlerini söyle”,
dedi.
Rasûlüllâh (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem): --- “Annelerin, kendilerine câriye muâmelesi yapacak
çocuklar doğurması, yalın ayak, başıkabak, çıplak koyun çobanlarının, yüksek ve
mükemmel binâlarda birbirleriyle yarışmalarıdır” buyurdu.
Adam, (sessizce) çekip
gitti. Ben bir süre öylece kalakaldım. Daha sonra,
Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i
ve sellem): --- “Ey Ömer, soru soran kişi
kimdi, biliyor musun?” buyurdu. Ben: --- “Allah ve Rasûlü
daha iyi bilir”, dedim.
Rasûlüllâh (sallellâh-ü
‘aleyh-i ve sellem): --- “O Cebrâîl (‘aleyhi’s-selâm)
idi, size dîninizi öğretmeye geldi” buyurdu.[4]
KADER -القدر-
--- Takdîr etmek, tedbîr etmektir. ISTILAHTA: Allâh ‘Azze ve Celle’nin ezelî ilmi ile
her şeyi ezelde takdîr ettiği gibi olacağına îmân etmeye kadere îmân denilir.
Cenâb-ı Hakk ezelî ilmi ile âlemde neler olacak bunları biliyor bunları takdîr
etti. “Biz de onlara îmân ettik teslîm olduk” demektir.
﴿ وَلَاتَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُودًا
اِذْ تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ وَمَا
يَعْزُبُ عَن رَّبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِى الْاَرْضِ
وَلَا فِى السَّمَآءِ وَلٰٓا اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلٰٓا اَكْبَرَ اِلَّا ف۪ى
كِتَابٍ مُب۪ينٍ [سورة يونس:١٠/٦١]﴾
“(Ey Muhammed!) Sen hangi
işte bulunursan bulun, ona dair Kur’ân-dan ne okursan oku ve (ey insanlar,
sizler de) hangi şeyi yaparsanız yapın, siz ona daldığınızda biz sizi
mutlakâ görürüz. Ne yerde, ne de gökte, zerre ağırlığınca, (hatta) bu
zerreden daha küçük veyâ daha büyük olsun, hiçbir şey Rabbinden uzak (ve
gizli) olmaz; hepsi muhakkak apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfûz'da
yazılı) dır.”[5]
﴿ مَآ
اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ فِى الْاَرْضِ وَلَا ف۪ٓى اَنْفُسِكُمْ اِلَّا ف۪ى كِتَابٍ
مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَٓاۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌۚ ﴾
[سورة الحديد:٥٧/٢٢]
“Yeryüzünde ve kendi
nefislerinizde uğradığınız hiçbir musîbet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce,
bir kitapta (Levh-i Mahfûz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allâh’a
göre kolaydır.”[6]
﴿
وَمَا تَشَآؤُ۫نَ اِلّٰٓا اَنْ يَشَآءَ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يمًا
حَك۪يمًاۗ ﴾ [سورة الإنسان:٧٦/٣٠]
“Allâh’ın dilemesi olmadıkça siz
dileyemezsiniz. Şüphesiz Allâh hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir.”[7]
"اَلْاِنْسَانُ قَادِرٌ بِقُدْرَةِ اللّٰهِ."
“İnsan Allâh’ın
gücüyle bir şey yapar. Allâh-ü Te’âlâ dilemeden insan bir şey dileyemez.”
1-
Allâh-ü Te’âlâ her şeyi biliyor,
2-
Allâh-ü Te’âlâ bildiğini Levh-i Mahfûz’da yazıyor,
3-
Cenâb-ı Hakk murâd ettiği (dilediği) zaman bütün
bunları yaratıyor,
4-
Cenâb-ı Hakk murâd ettiği (dilediği) zaman bütün
bunlar yerine geliyor (Kazâ),
5-
Hayır ve şerrin Allâh-ü Te’âlâ-dan geldiğine
îmân.
İŞTE KADER BU BEŞ ESÂSA
ÎMÂNDIR…
ALLÂH-Ü TE’ÂLÂ-NIN
İRÂDESİNİN İNSANIN İRÂDESİ İLE MÜNÂSEBETİNE BAKTIĞIMIZ ZAMAN ŞUNU GÖRÜRÜZ!
1- İnsanın
müdâhelesi olmayan Allâh-ü Te’âlâ-nın irâdesi,
(Boyumuzun
uzun veya kısa olması, rengimizin beyaz veyâ siyah olması, göz rengimizin
değişik renkli olması, kanın damarlarda akıp gitmesi; bunları çoğalta biliriz.
İşte bunlara hiçbir müdâhelede bulunamayız. Allâh-ü Te’âlâ nasıl murâd
etti ise öyledir. Boyu kısa olan bu hâline rızâ gösterirse sevâb alır. Boyu uzun
olan da şımarırsa Allâh-ü Te’âlâ-nın cezasına müstehak olur. Burada bizim müdâhelemiz
yok.
2- Mübâhlarla,
itâatle, ibadetlerle haramlarla alâkalı meseleler!.. Meselâ;
su içmek istediğimizde Allâh-ü Te’âlâ kuvvetimizi yaratıyor suyumuzu bardağı
kaldırarak içiyoruz. Ölünce bardağı kaldıramıyoruz neden çünkü kaldırma
kuvvetini daha vermiyor yaratmıyor Allâh-ü Te’âlâ. Burada bizim irâdemiz var.
Birisi câmiye gitmeyi murâd ediyor, diğer biri de meyhâneye gitmeyi murâd ediyor.
Her ikisinin de güç ve kuvvetini Allâh-ü Te’âlâ yaratıyor. Burada bizim
irâdemiz var. Câmiye giden sevâb alacak, meyhâneye giden ise günâh kazanacak.
"مَر۪يدِ الْخَيْرِ وَ الشَّرِّ الْقَب۪يح وَلٰكِنْ لَيْسَ
يَرْضٰى بِالْمُحَالِ."-الأمالي-
“Hayrı da şerri de yaratan
murâd eden Allâh-ü Te’âlâ-dır. Ama şerre rızâsı yoktur.” El-Emâlî
Allâh-ü Te’âlâ şerre yâni
meyhâneye gitmemizi istemiyor. Yasaklarını hem bildiriyor hem de ne gibi
sakıncaları var öğretiyor. Yine de şerre gidiyorsa insan o zaman cezâya
müstehâk oluyor.
Bu iki madde iyice anlaşılıp
ayrılamayınca ya CEBRİYE ci olunuyor (yâni insan rüzgârın savurduğu bir yaprak
gibidir der), ya da kul her fiilini kendi yaratır diyerek MU'TEZİLE ci olunur
ki bunlardan Allâh-ü Te’âlâ-ya sığınırız.
1- Cebriyye'ye Göre İnsan Fiili
Cebriyye'nin önde gelen ismi Cehm b. Safvan
insanın iradî fiilleri olmadığını, fiillerinde zorunlu olduğunu (Bağdâdî,
el-Fark beyne'l-firak, s.211), yine insanın istitâa ile vasıflanamayacağını
(Şehristânî, Milel, I, 87), onun hiçbir şey yapmaya veya kesbetmeye kâdir
olmadığını (İbn-i Asakir, Tebyin, s.149) iddia etmiştir. Bu meseleye kazâ-kader
hakkındaki genel görüşleri açısından bakan Cebriyye icbarî bir kader anlayışına
sahip olduğu için insanın ne irâdesini, ne gücünü ve ne de kesbini kabul eder.
Onlara göre insan irâde ve güç sahibi değildir. İrade ve güç sahibi olmayınca
fiilini kendisi yapamaz. İnsanın fiilleri, Allah'ın yaratmasıyla meydana gelir.
İnsan fiillerinde mecburdur, iradesi, kudreti ve ihtiyarı yoktur. Allah diğer
cemadattan sudur eden fiilleri yarattığı gibi insanın fiillerini de yaratır.
Nasıl ki; "ağaç meyve verdi", "su aktı", "taş hareket
etti", "güneş doğdu ve battı", "gökyüzü bulutlandı ve
yağmur yağdırdı", "yeryüzü harakete geçip kabardı ve ot bitirdi"
gibi fiiller cemadata mecazen nispet ediliyorsa insana da fiilleri mecazen
nispet edilmektedir. Bütün fiiller cebren olduğu gibi sevap ve ikab da
cebrendir. (Eş'arî, Makalatü'l-İslâmiyyin, s.278; İsferâinî, et-Tabsir
fi'd-din, s.107; Şehristânî, el-Milel ve'n-nihal, I, 87).
2- Mu'tezile'ye Göre İnsan Fiili
"İnsanın fiillerini kendisinin meydana
getirdiği" temel düşüncesinden hareket eden Mu'tezile kelâmcıları,
fiillerinde müessir bir iradesi olduğunu da kabul ederler. (Kâdı, Şerh, s.431)
Mutezilî âlim Kâdı Abdülcebbâr: "İnsanların fiilleri kendi istek ve
kusurlarına dayalıdır, dilerse yaparlar, dilemezse yapmazlar. Dolayısıyla
insanların fiilleri, Allah'ın mahlûku (yaratığı) değildir." diyerek insanda
müessir bir irâdenin var olduğunu dile getirmiştir. (Kâdı, Şerh, s.771)
Mutezilîler "Allah âlemlere zulmetmeyi irade etmez." (Mü'min Sûresi
31) ve "Allah kulların küfrüne razı olmaz, eğer şükrederseniz buna razı
olur." (Zümer Sûresi 7) gibi âyetlerden hareketle Allah'ın (celle
celâlühü) insanın küfür, şirk, fısk gibi kabih fiillerini irade etmeyeceğini
söylemişlerdir. (Kâdı Abdülcebbar, el-Usulü'l-hamse, s. 80-81) Onlara göre
insanın iyi fiillerini Allah irade etmektedir; ancak bu iradenin fiilin meydana
gelmesinde bir tesiri yoktur.
3- Eş'arîlere Göre İnsan Fiili
İmam Eş'arî, "Siz dileyemezsiniz ancak Allah
diler." (İnsan Sûresi, 30) âyetine dayanarak "Biz ancak Allah'ın
bizim istememizi istediği şeyi isteyebiliriz." (Eş'arî, Lüma', s. 108)
demiştir. Bu sözlerinden anlaşılmaktadır ki o, insanda küllî (potansiyel) bir
irade olduğunu değil, her bir fiil için ayrı ayrı yaratılan hâdis bir irade
olduğunu varsaymaktadır.
"Eş'arîler'e göre Allah'ın iradesi her
şeyin üstünde ve her şeyi kuşatmaktadır. İnsanın fiilleri de Allah'ın
iradesinin hudutsuz kapsamı içindedir. Eş'arîler'de insanın fiillerini irade
etmede hürriyetinin olup olmadığı konusunda bir kapalılık vardır. Onlar bu
konuda Mu'tezile gibi Allah'ın iradesinin yanında bir de insanda potansiyel bir
iradenin varlığını kabul etmekten endişe duyarlar. Bu yüzden onlar,
"insanın, fiillerini yapmada iradesi vardır" sözünü açıkça
söylememişlerdir. Onlar bu alanda bir orta yolu tutmayı arzulamış; ne
Cebriyye'nin, insanın iradesiz oluşu ve ne de Mu'tezile'nin, insanın mutlak
irade sahibi oluşu görüşlerini benimsemişlerdir. Onlar bunlardan uzak kalmayı
tercih etmişler ve her şeyi Allah'a bırakmayı yerinde bulmuşlardır."
(Şerafeddin Gölcük ve Süleyman Toprak, Kelâm, s.202.)
Mâtüridîler'in tespit
ettikleri, insanda irade, ihtiyar ve iktisap hürriyetinin olduğu, yaratmanın
ise Allah tarafından yapıldığı hakikati; Allah'ın adaleti, insanın mesuliyeti,
Allah'tan başka yaratıcının olmadığı hususlarını birlikte açıklamış olmaktadır.
Buna göre Allah, insan iradesini zorlamadığı ve onun istediğini yarattığı için
adaletle muamele etmekte, insan ise yaptığı işleri irâde ve ihtiyarı ile
kesbettiği için mesul olmaktadır.
KADER’E
ÎMÂNIN DÜNYÂDAKİ FAYDALARI
1- İSTİRCÂ’; Kader’e
rızâdır! İstircâ eden, Allâh’ın hükmüne i’tirâz etmeden râzı olduğunu, o’nun
irâdesine boyun eğdiğini ve kulluğunu ikrâr etmiş olur. Bütün
yakınlarını dahi bir anda kaybeden bir mü’min istircâ’ eder ve hakka teslîm
olur. Bir anne düşünelim ki 4 tâne yavrusunu kaybediyor. Kendi elleriyle kabre
koyuyor. Sonunda veren de sen alanda sensin Allâh-ım der hemen istircâ’ eder.
Ezelde takdirin yerine geldi der ve sabreder. Sabrı öğretir.
﴿ وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ
بِشَىْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ
وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ ﴿١٥٥﴾ اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ
مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ ﴾ [سورة البقرة:٢/١٥٥-١٥٦]
“Vallâh-i
elbette biz; sizi biraz (düşman)
korku (su), biraz açlıkla, biraz da mallardan eksiltmekle, bir de
canlardan eksiltmekle ve mahsûllerden (yana) (ürünlerden) eksiltmekle
imtihân edeceğiz. Ve (ey Habîbim) sabredenleri çok müjdele. (155)
(Habîbim o sabredicileri müjdele) ki onlar, kendilerine bir musîbet (belâ)
geldiğinde: “Muhakkâk biz (dünyâda) Allâh’ın (teslim olmuş kullarıy)
ız. Ve biz (âhirette de) ancak ona dönücüleriz.” derler.[8]
﴿ ...
وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا
وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ۟ [سورة البقرة:٢/٢١٦] ﴾
“ … Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu
hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu
seversiniz. Allâh bilir, siz bilmezsiniz.”[10]
Bir şeyler isteriz de olmaz. Ama isyân da etmeyiz. Kadere îmânı olan kimse hemen benim için istediğim belki zararlı idi diyerek Allâh-ü Te’âlâ-nın ezeldeki takdirini hatırlar da teskin olur. Allâh-ü Te’âlâ-ya teslîmiyyet hâli hâsıl olur. Morâlsiz olmuyorsunuz. Yıkılmıyorsunuz.
KEŞKE (ŞÂYET/EĞER) KELİMESİNİ
KULLANMANIN HÜKMÜ
Bir kimse, bir adamı: "Şayet şöyle yapmış olsaydın, bundan hiçbir şey başına gelmezdi." demişti. Bunu işiten kimse de ona, Peygamber –sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem-'in bu kelimeyi (lev/keşke/şâyet kelimesini) kullanmayı yasakladığını ve sâhibini küfre götüren bir kelime olduğunu, söylemişti.
Efendimiz (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyuruyor ki;
"اَلْمُؤْمِنُ الْقَوِيُّ خَيْرٌ وَأَحَبُّ إِلَى اللّٰهِ
مِنْ الْمُؤْمِنِ الضَّع۪يفِ، وَف۪ي كُلٍّ خَيْرٌ احْرِصْ عَلٰى مَا يَنْفَعُكَ،
وَاسْتَعِنْ بِاللّٰهِ، وَلَا تَعْجَزْ، وَإِنْ أَصَابَكَ شَيْءٌ فَلَا تَقُلْ:
لَوْ أَنّ۪ي فَعَلْتُ كَانَ كَذَا وَكَذَا، وَلٰكِنْ قُلْ: قَدَرُ اللّٰهِ وَمَا
شَآءَ فَعَلَ، فَإِنَّ لَوْ تَفْتَحُ عَمَلَ الشَّيْطَانِ."[11]
“(Hayırlı amellerde, Allah'a tâatte ve zorluklara sabır
göstermekte) kuvvetli mü'min, zayıf Mü'minden, Allâh’a daha hayırlı ve daha
sevimlidir. (Her ikisinin de mü'min olması sebebiyle) hepsinde hayır
vardır. Yarârına olan şeyde (Allâh'a tâatte) hırslı ol. Allâh’dan yardım
dile, (tâat ve yardım istemekte) âciz olma (tembellik gösterme)!
Sana bir şey isâbet ederse, 'keşke şöyle-şöyle yapsaydım da bu başıma
gelmeseydi' deme. Fakat 'Allâh’ın takdîridir. O ne dilerse, onu yapar' de.
Çünkü 'keşke' şeytanın ameline yol açar (şeytan, kadere karşı gelmesi için
onun kalbine vesvese verir).”
"وَإِنْ أَصَابَكَ
شَيْءٌ فَلاَ تَقُلْ: لَوْ أَنّ۪ي فَعَلْتُ كَانَ كَذَا وَكَذَا، وَلٰكِنْ قُلْ:
قَدَرُ اللّٰهِ وَمَا شَآءَ فَعَلَ، فَإِنَّ لَوْ تَفْتَحُ عَمَلَ الشَّيْطَانِ."
“Sana
(istemediğin) bir şey isâbet ederse, 'keşke şöyle-şöyle
yapsaydım da bu başıma gelmeseydi' deme. Fakat 'Allâh’ın takdîridir. O ne
dilerse, onu yapar' de. Çünkü 'keşke' şeytanın ameline yol açar (yâni
üzülmene ve sabırsızlık göstermene sebeb olur. Bu da zarar verir, fayda vermez.
Bilakis başına gelen şeyin senden şaşmayacağını, başına gelmeyen şeyin de sana
aslâ isâbet etmeyeceğini bilmen gerekir.)”
“Güçlü Müslüman zayıf Müslümandan daha
hayırlıdır.” “Sana bir musîbet
geldiği zaman (işte o zaman) şöyle deme! Eğer şöyle yapsaydım böyle olurdu! Keşke şöyle yapsaydım da şöyle olurdu
deme. Çünkü bu لَوْ -LEV-
varya -LEV- demek keşke demek o şeytanın
amelinin yolunu, kapısının önünü açar.”
Kadere
îmân olunca hep istikbâle bakarız. Geriye dönüp ye’se düşmeyiz.
﴿
وَلَاتَهِنُوا وَلَاتَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
﴾ [سورة آل عمران:٣/١٣٩]
“Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) îmân etmiş kimseler iseniz üstün olan
sizlersiniz.”[12]
﴿
مَآ اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ وَمَآ اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ
فَمِنْ نَفْسِكَ وَاَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولًا وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا ﴾ [سورة النسآء:٤/٧٩]
“Sana ne iyilik gelirse Allâh’dandır. Sana ne kötülük
gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şâhîd
olarak Allâh yeter.”[13]
Ne gelirse her şey Allâh-ü Te’âlâ-dandır “Lütfun da hoş kahrın da hoş Yâ Rabbî” diyoruz. Senin irâden senin emrin senin takdirin olmadan kâinatta yaprak bile kıpırdamaz Yâ Rabbî diyoruz da Yûce Mevlâ ya sığınıyoruz. Teslîm oluyoruz.
"اَلْخَيْرُ ف۪ي مَقطَارَهُ اللّٰهُ
لَهُ."
“Hayır, Allâh-ü Te’âlâ-nın senin hakkında
ihtiyâr ettiği şeydedir.”
Bu
kaybetmek benim hakkımda daha hayırlı idi Yâ Rabbî deriz.
﴿ لِكَيْلَا
تَاْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَآ أٰتٰيكُمْۜ وَاللّٰهُ لَا
يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍۙ ﴾ [سورة الحديد:٥٧/٢٣]
“Elinizden
çıkana üzülmeyesiniz ve Allâh’ın size verdiği ni’metlerle şımarmayasınız diye (böyle
yaptık.) çünkü Allâh, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi
sevmez.”[14]
3- GURUR
VE BENCİLLİĞİN BELİNİ KIRAR;
İnsan fıtratında, her bir
güzellik ve meziyetine sahip çıkıp, onlarla övünme, iftihar etme, hatta daha da
ötesinde gururlanıp kendinden geçme duygusu vardır. İşte bu noktada; yapılan
güzel işler karşısında gurura düşmemek için kader devreye girer ve “mağrur olma
yapan sen değilsin” diyerek, insanı kibre gurura düşmekten korur.
4- ÜMİTSİZLİĞİ
YOK EDER;
Kadere inanan bir insanda en
küçük bir ümitsizlik ve gevşeme olmaz. Kadere inanan insan, başarıya ulaştığı
zaman tevazuu ve alçak gönüllüğü de elden bırakmaz; zafer sarhoşluğuyla kendini
kaybetmez.
5- İRADEYİ
GÜÇLENDİRİR;
Kadere inanan bir kul,
hadis-i şerifin de ifadesiyle başına gelecek bir musibetin mutlaka geleceğine,
gelmeyecek olanın da asla gelmeyeceğine inandığı için cesaretlidir.
6- İNSANA
HUZUR VE RAHATLIK VERİR;
Kadere hakiki mânâda iman
eden bir kişi, ihtiyaçlarının ve korkularının hâsıl ettiği yükü -tabiri caizse-
kaderin gemisine bırakır ve böylece kalbi ve ruhu rahata kavuşur.
7- İNSANI
MÜSAMAHALI YAPAR;
Başına gelen her musibeti bir
de kader açısından değerlendiren bir Mü’minin, muhatabını affedebilmesi daha
kolay olur.
8- HIRS VE HASEDİ ENGELLER.
Kadere iman etmiş bir mü’min,
hakkına razı olduğu için başkasının hakkına tecavüz etmez, hırs göstermez ve haset
etmez.
[3] اسم الكتاب: صحيح مسلم. (ط المكنز) المؤلف: للإمام أبي
الحسين مسلم بن الحجاج القشيري النيسابوري. (المتوفى: ٢٠٦-٢٦١ ه) تحقيق: محمد فؤاد
عبد الباقي. الناشر: دار الكتب العلمية، بيروت/لبنان. الطبعة: الطبعة الأولي، ١٤١٢
ه ١٩٩١ م، كتاب الإيمان (١)، باب: بيان الإيمان والإسلام والإحسان ووجوب الإيمان بإثبات
قدر الله سبحانه وتعالى وبيان الدليل على التبري ممن لا يؤمن بالقدر وإغلاظ القول في
حقه (١)، رقم الحديث:١ (٨)، ص:٣٦-٣٧.
[4] MÜSLİM, İmâm Ebî Hüseyn b. Haccâc
el-Kuşeyrî en-Nîsâbûrî, (h. 206-261), Sahîh-u Müslim,
thk., Muhammed Fuâd ‘Abdü’l-Bâkî, Dâru’l-Kütübü’l-‘Ilmiyye, Beyrût/Lübnân,
1412/1991. Kitâbü'l-Îmân (1), Bâb-ü: Beyânü’l-Îmân ve’l-İslâm ve’l-İhsân ve Vücûbü’l-Îmân bi İsbâti’l-Kader…(1), Hadis no:1- (8), (s.36-37). (Ayrıca bk.
Buhârî, Îmân 37; Tirmizî Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Nesâî, Mevâkît 6; İbn-i
Mâce, Mukaddime, 9)
[5] Yûnus Sûresi, 10/61.
[6] Hadîd Sûresi, 57/22.
[9] İTMİ’NÂN: Emniyet
içinde olmaktır. İnanmak. Mutlak olarak bilmektir. Kararlılık. İTMİ’NÂN-I KALB: Kalbden ve gönülden inanmak.
[11] رواه مسلم
[12] Âl-i ‘Imrân Sûresi, 3/139.
[14] Hadîd Sûresi, 57/23.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder