27 Mart 2015 Cuma

KUR’ÂN-I KERÎM’İN HİKMETİ VE FAZÎLETİNE DÂİR ÂYET-İ KERÎME’LER VE HADÎS-İ ŞERÎFLER...


 

KUR’ÂN-I KERÎM’İN


HİKMETİ VE FAZÎLETİNE DÂİR ÂYET-İ


KERÎME’LER VE HADÎS-İ ŞERÎFLER


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلَا تَفَرَّقُواۖ

“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’ân’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin…”
Âl-i İmrân Sûresi 3/103  

 

( الۤرٰ۠ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ... )
Bismillâhirrahmânirrahîm.1  “Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla”  “Elif Lâm Râ.2 (Bu) öyle büyük bir kitaptır ki, bunu sana bütün insanları Rabbinin izniyle karanlıklardan nura çıkarsın için indirdik...”

İbrâhîm Sûresi 14/1’den

1- Besmeleyi, aslî ifadesi ile okuyup öylece korumak uygun olur. Zira Besmele, tıpkı ezan ve selâm gibi, tüm müslümanlar arasında ortak bir mesaj niteliği taşımaktadır. 2- Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi dokuz sûrenin başında yer alan bu gibi harflere “Hurûf-i mukattaa” veya “Mukatta’ât” (Arap alfabesindeki adlarıyla, tek tek okunan harfler) denir. Anlamlarını kesin olarak bilmediğimiz bu harfler üzerinde tefsir bilginleri çeşitli görüşler belirtmişlerdir. Bunlar arasında, bu harflerin; başında bulunduğu sûrenin adı, ya da Allâh Teâlâ ile Hz. Peygamber arasında birer şifre olduğu görüşleri ağırlık kazanmıştır.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ى اَنْزَلَ عَلٰى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَلْ لَهُ عِوَجًاۜ۔ ) (

“Bütün hamdler, o Allâh (c.c.)’a mahsustur ki, kulunun (Muhammed Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) üzerine O Kitab’ı (Kur’ân-ı Kerîm’i) indirdi ve onda hiçbir eğrilik (mana ve lafsında bir çarpıklık) yapmadı.”

Kehf Sûresi 18/1  

 

( وَاتْلُ مَاۤ اُو۫حِىَ اِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَۚ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ وَلَنْ تَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَدًا )

“Rabbinin kitabından sana vahy edileni oku. O’nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. O’ndan başka asla bir sığınak da bulamazsın.”

Kehf Sûresi 18/27

 

( اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ )

“Şüphe yok ki, o zikri (Kur’ân-ı Kerîm’i) biz indirdik ve şüphesiz ki, O’nu muhafaza ediciler elbette biziz.”

Hicr Sûresi 15/9

 

( لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ )

“Eğer biz, bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, elbette sen onu Allâh korkusundan başını eğerek parça parça olmuş görürdün. İşte misaller! Biz onları insanlara düşünsünler diye veriyoruz.”

Haşr Sûresi 59/21

 

 

 

( قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰۤى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَايَاْتُونَ بِمِثْلِه۪ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَه۪يرًا )

De ki: “And olsun, insanlar ve cinler bu Kur’ân’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler.”

İsrâ Sûresi 17/88

 

(TEHADDİ: Meydan okuma,  İ’CÂZ: Âciz bırakma, Bu Âyet-i Kerîme’de mevcuttur.)

 ( اَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْاٰنَ تَرْت۪يلًاۜ )

“Yahut buna biraz ekle. Kur’ân’ı ağır ağır, tâne tâne oku.”

Müzzemmil Sûresi 73/4

 ( اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَ اَمْ عَلٰى قُلُوبٍ اَقْفَالُهَا )

“Onlar Kur’ân’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var?”

Muhammed Sûresi 47/24
 

 ( وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۙ )

“Bu (Kur’an) da bizim indirdiğimiz bereket kaynağı bir kitaptır. Artık ona uyun ve Allâh’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.”

 
En’âm Sûresi 6/155

 

( هٰذَا بَلَاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِه۪ وَلِيَعْلَمُواۤ اَنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ  )

“Bu Kur’an; kendisiyle uyarılsınlar, Allâh’ın ancak tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.”

İbrâhîm Sûresi 14/52

 

 ( وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ )

And olsun biz, Kur’ân’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

Kamer Sûresi 54/17

( وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ )

“Kur’ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.”

 

 

A’râf Sûresi 7/204

 

 
 

( اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَانًا ٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ )

“Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allâh anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.”*

Enfâl Sûresi 6/2

- Tevekkül, tüm tedbirleri alıp, gerekenleri yaptıktan sonra, işin sonucunu Allâh’a bırakarak ona güvenmek demektir.

 
( وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَاتَسْمَعُوا لِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَالْغَوْا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ )

“İnkâr edenler dediler ki: “Bu Kur’ân’ı dinlemeyin. Baskın çıkmak için o okunurken yaygara koparın.”

Fussılet Sûresi  41/26

 

 ( وَبِالْحَقِّ اَنْزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَ وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًا  )   

( وَقُرْاٰنًا فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَاَهُ۫ عَلَى النَّاسِ عَلٰى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنْز۪يلًا )

( قُلْ اٰمِنُوا بِه۪ اَوْ لَا تُؤْمِنُوۤا اِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِه۪ۤ اِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ سُجَّدًاۙ سجده)

 (وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَاۤ اِنْ كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولًا )

( وَيَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَز۪يدُهُمْ خُشُوعًا)

“Biz onu (Kur’ân’ı) hak olarak indirdik ve o da hak ile indi. Seni de ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.”105 “Biz Kur’ân’ı, insanlara dura dura okuyasın diye âyet âyet ayırdık ve onu peyderpey indirdik.” 106  “De ki: “Ona ister inanın, ister inanmayın. Şüphesiz, daha önce kendilerine ilim verilenler, Kur’an kendilerine okunduğunda derhal yüzüstü secdeye kapanırlar.” 107 “Rabbimizin şanı yücedir. Rabbimizin vaadi mutlaka gerçekleşecektir” derler.” 108 “Onlar ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar. Bu da onların derin saygısını artırır.” 109

İsrâ Sûresi 18/105-109  

 

عن الحارث الاعور قال: مَرَرْتُ في المَسْجِدِ فإذَا النَّاسُ يخُوضُونَ في الاحَاد۪يثِ فَدَخَلْتُ عَلٰى عليٍّ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ فأخْبَرْتُهُ فقَالَ: أَوَقَدْ فَعَلُوهَا؟ قُلْتُ نَعَمْ . قالَ أمَا إنّ۪ى سَمِعْتُ رسولَ اللَّه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:   يَقُولُ:

 أَمَا إنَّهَا سَتَكُونُ فِتْنَةٌ. قُلْتُ: فَمَا الْمُخْرِجُ مِنْهَا يَا رسُولَ اللَّٰه؟ قَالَ كِتَابُ اللّٰهِ تَعَالٰى ف۪يهِ نَبَأُ مَا قَبْلَكُمْ وَخَبَرُ مَا بَعْدَكُمْ وَحُكْمُ مَا بَيْنَكُمْ. هُوَ الْفَصْلُ لَيْسَ بِالْهَزْلِ. مَنْ تَرَكَهُ مِنْ جَبَّارٍ قَصَمَهُ اللّٰهُ تَعَالٰى. وَمنِ ابْتَغَىَ الْهُدٰى ف۪ي غَيْرِه۪ أَضَّلَهُ اللّٰهُ تَعَالٰى. وَهُوَ حَبْلُ اللّٰهِ الْمَت۪ينُ، وَهُوَ الذِّكْرُ الْحَك۪يمُ، وَهُوَ الصِّرَاطُ الْمُسْتَق۪يمُ، وَهُوَ الَّذ۪ى لاَتَز۪يغُ بِهِ الْاَهْوَآءُ، وَلاَتَلْتَبِسُ بِهِ ا’لْسِنَةُ، وََ تَشْبَعُ مِنْهُ الْعُلَمَاءُ، وََ يَخْلُقُ عَلَى كَثرَةِ الرَّدِّ، وََ تَنْقَضِى عَجَائِبُهُ، وَهُوَ الَّذِى لَمْ تَنْتَهِ الْجِنُّ إذْ سَمِعَتْهُ حَتَّى قَالوُا »إنَّا سَمِعْنَا قُرآناً عَجَباً يَهْدِى إلى الرُّشْدِ فأمَنَّا بِهِ« مَنْ قَالَ بِهِ صَدَقَ، وَمَنْ عَمِلَ بِهِ أجِرَ، وَمَنْ حَكَمَ بِهِ عَدَلَ، وَمَنْ دُعِىَ إلَيْهِ هُدِىَ إلى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ، خُذْهَا إلَيْكَ يَا أعْوَرُ

 

Hâris el-A’ver anlatıyor: “Mescide uğramıştım, gördüm ki halk, zikri terk edip malâyanî konulara dalmış, konuşuyor. Hz. Ali (r.a.)’ye çıkıp durumdan haberdâr ettim.

 

Bana: — Doğru mu söylüyorsun, öyle mi yapıyorlar? Dedi,

 

Ben: --- Evet, dediğim doğrudur. Deyince:

 

--- Ben Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’ın şöyle söylediğini işittim:

 

—Haberiniz olsun bir fitne çıkacak! Ben hemen sordum:

 

—Bundan kurtuluş yolu nedir Ey Allâh’ın Resûlü? Buyurdu ki:

 

--- Allâh’ın Kitâbı (na uymak)dır. O’nda sizden önceki (milletlerin ahvâliyle ilgili) haber, sizden sonra (kıyamete kadar) gelecek fitneler ve kıyâmet ahvâli ile ilgili haberler mevcut. Ayrıca sizin aranızda (iman-küfür, taat-isyân, haram-helâl vs. nevinden) cereyân edecek ahvâlin de hükmü var. O, hak ile batılı ayırt eden ölçüdür. O’nda her şey ciddîdir, gâyesiz bir kelâm yoktur. Kim akılsızlık edip, O’na inanmaz ve O’nunla amel etmezse, Allâh onu helâk eder. Kim O’nun dışında hidâyet ararsa Allâh onu saptırır. O Allâh’ın sağlam ipidir. O, hikmetli olan zikirdir, O dosdoğru yoldur. O, kendine uyan hevâları koymaktan, kendisini (kıraat eden) delilleri iltibastan korur. Âlimler ona doyamazlar. Onun çokça tekrârı usanç vermez, tadını eksiltmez. İnsanı hayretlere düşüren mümtaz yönleri son bulmaz, tükenmez, O öyle bir kitaptır ki, cinler işittikleri zaman şöyle demekten kendilerini alamadılar: “Biz, hiç duyulmadık bir tilâvet dinledik. Bu doğruya götürmektedir, biz onun (Allâh kelâmı olduğuna) inandık” (Cin 1) Kim ondan haber getirirse doğru söyler. Kim onunla amel ederse ücrete mazhar olur. Kim onunla hüküm verirse adâletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa, doğru yola çağrılmış olur.” Ey A’ver, bu güzel kelimeleri öğren.”

Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân 14, 2908, (Kütüb-i Sitte,3/324,325)

 

وعن أبى هريرة رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ. ]أنَّ رسولَ اللَّه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:  قالَ: مَا اجْتَمَعَ قَوْمٌ في بيْتٍ مِنْ بُيُوتِ اللَّهِ تعالى يَتْلُونَ كِتَابَ اللَّهِ وَيَتَدَارَسُونَهُ بَيْنَهُمْ إَّ نَزَلَتْ عَلَيْهِمُ السَّكِينَةُ، وَغَشِيَتْهُمُ الرَّحْمَةُ، وَحَفّتْهُمُ الْمََئِكَةُ، وَذَكَرَهُمُ اللَّهُ فِيمَنْ عِنْدَهُ

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Bir grup, Kitâbullâh’ı okuyup ondan ders almak üzere Allâh’ın evlerinden birinde bir araya gelecek olsalar, mutlaka üzerlerine sekînet iner ve onları Allâh’ın rahmeti bürür. Melekler de kanatlarıyla sararlar. Allâh, onları, yanında bulunan yüce cemaatte anar”

 

Ebû Dâvûd, Salât 349, 1455; Tirmizî, Kırâat 3, 2946; Müslim, Zikir 38, 2699; İbn-i Mâce, Mukaddime 17, 225; (Kütüb-i Sitte,3/327)

 

وعنه رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ. ]أنَّ رسُولَ اللَّه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: قالَ: أيُحِبُّ أحَدُكُمْ إذَا رجَعَ إلى أَّّهْله أنْ يَجِدَ ثََثَ خَلِفَاتٍ عِظَامٍِ سِمَانٍ. قُلْنَا: نَعَمْ. قالَ: فَثََثُ ايَاتٍ يَقْرَأُ بِهَا أحَدُكُمْ في صََتِهِ خَيْرٌ لَهُ مِنْ  ثثِ خَلِفَاتٍ عَظَامٍ سِمَانٍ

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm): “Sizden kim evine döndüğü zaman üç adet gebe, iri, semiz deve bulmayı istemez?” diye sordu. “Hepimiz isteriz” diye cevap verdik. “Öyle ise, buyurdu, kim namazda üç âyet okusa bu ona, üç iri ve semiz deveden daha hayırlıdır”

Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 250 (802); (Kütüb-i Sitte,3/328)

 

وعن ابن مسعود رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قال: ]سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: يَقُولُ: مَنْ قَرَأ حَرْفاً مِنْ كتَابِ اللَّهِ تعالى فَلَهُ بِهِ حَسَنةٌ، وَالْحَسَنَةُ بِعَشْرِ أمْثَالِهَا. َ أقُولُ الم حَرْفٌ، وَلكنْ أقُولُ: ألِفٌ حَرْفٌ، وََ مٌ حَرْفٌ، وَمِيمٌ حَرْفٌ

İbn-i Mes’ûd (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’i dinledim, şöyle diyordu: “Kur’ân-ı Kerîm’den tek harf okuyana bile bir sevab vardır. Her hasene on misliyle (kayda geçer). Elif-Lâm-Mim bir harftir demiyorum. Aksine elif bir harf, lâm bir harf ve mim de bir harftir.”

Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân 16, 2912; (Kütüb-i Sitte,3/330)

 

وعن أبى هريرة رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ. ]أنَّ رَسُول اللَّه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:   قالَ: مَا أذِنَ اللَّهُ تعالى لِشَئٍ مَا أذِنَ لِنَبىٍّ يَتَغَنَّى بِالْقُرآنِ: أى يجهَرُ بِهِ

Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Cenâb-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerîm’i (güzel) bir sesle açıktan okuyan bir peygambere kulak ver (ip sevabı bol kıl) diği kadar hiçbir şeye kulak ver (ip mükâfaat ihsan et) memiştir.”

Buhârî, Tevhid 32, 52, Fedâilü’l-Kur’ân 19; Müslim, Müsâfirîn 232, 233, 234, Ebû Dâvûd, Vitr 20; Tirmizî, Sevâbu’l Kur’ân 17; Nesâî, İftitâh 83; İbn-i Mâce, İkâmet 176, (1340). (Kütüb-i Sitte,3/331)

وعن أبى أمامة رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قال: ]سَمِعْتُ رسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:   يَقُولُ: مَا أذِنَ اللَّهُ تعالى لِشَئٍ: مَا أذِنَ لِعَبْدٍ يَقْرأُ الْقُرآنَ في جَوْفِ اللَّيْلِ ...

Ebû Umâme (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in şöyle söylediğini işittim: “Allâh, geceleyin Kur’ân okuyan bir kula kulak verdiği kadar hiçbir şeye kulak verip dinlemez...”

Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân, 17. 2913; (Kütüb-i Sitte,3/324,325)

 

وعن عقبة بن عامر رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قال: ]سمِعْتُ رَسُولَ اللَّه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: يقُولُ: الْجَاهِرُ بِالٌقُرآنِ كَالْجَاهِرِ بالصَّدَقَةِ، وَالْمُسِرُّ بِالْقُرآنِ كَالْمُسِرِّ بِالصَّدَقَةِ

Ukbe İbn-i Âmir (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’ı dinledim şöyle diyordu: “Kur’ân’ı cehren (açıktan) okuyan, sadakayı açıktan veren gibidir. Kur’ân’ı gizlice okuyan, sadakayı gizlice veren gibidir.”

 

Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân 20, 2920; Ebû Dâvûd, Salât 315, 1333; Nesâî, Zekât 68. (Kütüb-i Sitte,3/334,335)

وعن سهل بن معاذ الجهنى رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ. ]أنَّ رسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:  قالَ: مَنْ قَرَأ القُرآنَ وَعَمِلَ بِهِ أُلْبِسَ وَالدُهُ تَاجاً يَوْمَ القِيامَةِ، ضَوْؤُهُ أحَسَنُ مِنْ ضَوْءِ الشَّمْسِ في بَيْتٍ مِنْ بُيوتِ الدُّنْيَا لَوْ كَانَتْ فِيهِ، فَمَا ظَنُّكُمْ بِالَّذِى عَمِلَ بِهِ

Sehl İbn-i Muâz el-Cuhenî (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Kim Kur’ân’ı okur ve onunla amel ederse, kıyâmet günü babasına bir tâç giydirilir. Bu tâcın ışığı, güneş dünyadaki herhangi bir evde bulunduğu takdirde onun vereceği ışıktan daha güzeldir. Öyleyse, Kur’ân’la bizzat amel edenin ışığı nasıl olacak, düşünebiliyor musunuz?”

 

Ebû Dâvûd, Salât, 349, 1453; (Kütüb-i Sitte,3/336)

وعن عليّ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ قَرَأ القُرآنَ فاسْتَظْهَرهُ فَأَحَلَّ حََلَهُ وَحَرَّمَ حَرَامَهُ أدْخَلهُ اللَّهُ تعالى بِهِ الْجَنَّةَ، وَشَفَّعَهُ في عَشَرَةٍ مِنْ أهْلِ بَيْتِهِ كُلُّهُمْ قَدْ وَجَبَتْ لَهُ النَّارُ

Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Kim Kur’ân’ı okur, ezberler, helâl kıldığı şeyi helâl kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabûl ederse Allâh, o kimseyi cennete koyar. Ayrıca hepsine cehennem şart olmuş bulunan âliesinden on kişiye şefaatçi kılınır.”

Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân 13, 2907; (Kütüb-i Sitte,3/337)

وعن عبداللَّه بن عمرو بن العاص رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُما قال: ]قالَ رسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: يُقَالُ لصاحِبِ القُرآنِ؛ اقْرَأْ وَارْقَ وَرَتِّلْ كَمَا كُنْتَ تُرَتِّلُ في الدُّنْيَا، فإنَّ مَنْزِلَتَكَ عِنْدَ آخرِ آيةٍ تَقْرَؤُهَا

Abdullah İbn-i Amr İbni’l-Âs (r.anhümâ) anlatıyor: Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Kur’ân’ı okuyup ona sâhip çıkan kimseye (âhirette): “Oku ve (cennetin derecelerine) yüksel, dünyada nasıl ağır ağır okuyor idiysen öyle oku. Zirâ senin makamın, okuduğun en son âyetin seviyesindedir” denir.”

 

Ebû Dâvûd, Vitr, 20, 1464; Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân 18, 2915, İbn-i Mâce, Edeb 52, 3780 (Kütüb-i Sitte,3/337)

وعن عائشة رَضِىَ اللَّهُ عَنْها قالت: ]قالَ: رسُولُ اللَّه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:

المَاهِرُ بِالقُرآنِ مَعَ السَّفَرةِ الْكِرامِ الْبَرَرَةِ، وَالَّذِى يَقْرأُ الْقُرآنَ وَيَتَتَعْتَعُ فِيهِ وَهُوَ عَلَيْهِ شَاقٌّ لَهُ أجْرَانِ

Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) şöyle buyurdu: “Kur’ân’da mâhir olan (hıfzını  ve okuyuşunu güzel yapan), Sefere  denilen kerîm ve mutî meleklerle berâber olacaktır. Kur’ân’ı kekeleyerek zorlukla okuyana iki sevap vardır.”

Buhârî, Tevhid 52; Müslim, Müsâfirîn 244; Ebû Dâvûd, Vitr 14, (1454); Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân 13 (2906); İbn-i Mâce, Edeb 52, (2779); (Kütüb-i Sitte,3/338)

 

وعن البراء رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قال: ]كانَ رَجُلٌ يقْرَأُ سُورَةَ الْكَهْفِ وَعِنْدَهُ فَرَسٌ مَرْبُوطَةٌ بِشَطَنَيْنِ فَتَغَشَّتْهُ سَحَابَةٌ فَ

 

جَعَلَتْ تَدْنُوا وَجَعلَ فَرَسُهُ يَنْفُرُ مِنْهَا، فَلَمّا أصْبَحَ أتىَ النَّبِىَّ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: فَذَكَر لَهُ ذلِكَ فقَالَ: تِلْكَ السَّكِينَةُ تَنَزَّلَتْ لِلْقُرآنَ

el-Berâ (r.a.) anlatıyor: “Bir zat Kehf suresini okuyordu. Yanında da iki uzun iple bağlı olan atı duruyordu. Derken etrâfını bir bulut kapladı. Ve bu bulut ona yaklaşmaya başladı. At da bu durumdan huysuzlanmaya, ürkmeye koyuldu. Sabah olunca adam Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’a gelip vakıayı anlattı. Hz. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ona şu açıklamada bulundu: “Bu sekînet idi, Kur’ân için inmişti.”

Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân 11; Müslim, Müsâfirîn 240, 241, (795); Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân 6, 2887; (Kütüb-i Sitte,3/339,340)

 

وعن أبى موسى رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللَّه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَثَلُ الْمُؤمِنِ الَّذِى يَقْرَأُ الْقُرْآنَ مَثَلُ ا’تْرُجَّةِ: رِيحُهَا طَيِّبٌ وَطَعْمُهَا طَيِّبٌ، وَمَثَلُ الْمُؤمِنِ الَّذِى  َيَقْرَأُ الْقُرآنَ مَثَلُ التَّمْرَةِ طَعْمُهَا طَيِّبٌ وََ رِيحَ لَهَا، وَمَثَلُ الْفَاجِرِ الَّذِى يَقْرأُ الْقُرآنَ كَمَثَلِ الرَّيْحَانَةِ رِيحُهَا طَيِّبٌ وَطَعْمُهَا مُرٌّ، وَمَثَلُ الْفَاجِرِ الَّذِى َ يَقْرأُ الْقُرآنَ كَمَثَلِ الحَنْظَلَةِ طَعْمُهَا مُرٌّ وََ رِيحَ لَهَا

 

Ebû Musa (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ki: “Kur’ân okuyan mü’minin misâli portakal gibidir. Kokusu güzel tadı hoştur. Kur’ân okumayan mü’minin misâli hurma gibidir. Tadı hoştur fakat kokusu yoktur. Kur’ân’ı okuyan fâcir misâli reyhan otu gibidir. Kokusu güzeldir, tadı acıdır. Kur’an okumayan fâcirin misali Ebû Cehil karpuzu gibidir, tadı acıdır, kokusu da yoktur.”

Buhârî, Et’ime 30, Fedâilü’l-Kur’ân 17, 36, Tevhid 57; Müslim, Müsâfirîn 243; Ebû Dâvûd, Edeb 19, 4329; Tirmizî, Edeb 79; Nesâî, İman 32; İbn-i Mâce, Mukaddime 16, 214

 

وعن عثمان رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ. ]أنَّ النبىَّ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قالَ: خَيْرُكُمْ مَنْ تَعَلّمَ الْقُرآنَ وَعَلَّمَهُ.

Hz. Osman (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı Kerîm’i öğrenen ve öğretendir.”

Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân 21; Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân15, 2909; Ebû Dâvûd, Salât 349, 1452 H.; İbn-i Mâce, Mukaddime 16,211.

وعن ابن عباس رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ عنهمَا. أنَّ النَّبِىَّ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قالَ: إنَّ الَّذِى لَيْسَ في جَوْفِهِ شَىْءٌ مِنْ القُرآنِ كَالْبَيْتَ الخَرِبِ

İbn-i Abbâs (r.anhümâ) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Hâfızasında Kur’ân’dan hiçbir ezber bulunmayan kişi harâb olmuş bir ev gibidir.“

Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân 18, 2914. Tirmizî hadisin sâhih olduğunu söylemiştir.

 

وعن سعد بن عبادة رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ. أنَّ النَّبِىَّ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قالَ: ]مَا مِنِ امْرِئٍ يَقْرَأُ الْقُرآنَ ثُمَّ يَنْسَاهُ إَّ لَقِىَ اللَّهَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أجْذَمَ

Sa’d İbn-i Ubâde (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Kur’ân-ı Kerîm’i okuyan bir kimse sonradan (terk eder ve okumayı) unutursa kıyâmet günü cüzzamlı olarak Allâh’a kavuşur.”

Ebû Dâvûd, Vitr 21, 1474; (Kütüb-i Sitte,3/341)

وعن أنس رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ. أنّ النبىّ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قال: ]عُرِضَتْ عَلَىَّ أُجُورُ اُمَّتِى حَتَّى الْقَذَاةُ يُخْرِجُهَا الرَّجُلُ مِنَ المَسْجِدِ، وَعُرِضَتْ عَلَىَّ ذُنُوبُ أُمَّتِى فَلَمَ أَرَ فيهَا ذَنْباً أعْظَمَ مِنْ سُورَةٍ مِنَ الْقُرآنِ أوْ آيةٍ أوتِيَها رَجُلٌ ثُمَّ نَسِيَهَا

Hz. Enes (r.a.)  anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Ümmetime verilen ücretler bana arz edildi. Bunlar arasında bir kimsenin mescidden kaldırıp attığı bir çöp için verilmiş olanı da vardı. Kezâ ümmetimin işlediği günahlar da bana arz edildi. Bunlar arasında, bir kimsenin Lütfu İlâhî olarak öğrenip de sonradan unuttuğu bir sûre veya âyet sebebiyle kazandığından daha büyüğünü görmedim.”

Ebû Dâvûd, Salât 16, 461; Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân 19, 2917; (Kütüb-i Sitte,3/342)

وعن عمران بن حصين رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُما. ]أنَّهُ مَرَّ عَلَى قَارِئٍ يَقْرَأُ القُرآنَ ثُمَّ يَسْألُ النَّاسَ بِهِ فاسْتَرْجَعَ، وَقالَ: سَمِعْتُ رسولَ اللَّهِ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يقُولُ: مَنْ قَرَأ الْقُرآنَ فَليَسْألِ اللَّهَ تعالَى فإنَّهُ سَيَجِئُ أقْوَامٌ يَقْرَؤُنَ الْقُرآنَ وَيَسألُونَ بِهِ النَّاسَ

İmrân İbn-i Husayn (r.anhümâ)’ın anlattığına göre, İmrân, Kur’ân okuyan, arkasından  da buna mukâbil halktan dünyalık taleb eden birisine rastlamıştı. “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’un, deyip arkasından şu açıklamayı yaptı: “Hz. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in şöyle söylediğini işittim: “Kim Kur’ân okursa (isteyeceğini) Allâh’tan istesin. Zira bir takım insanlar zuhur edecek, onlar Kur’ân okuyup, okudukları mukâbilinde halktan (dünyalık) isteyecekler.”

Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân 20, 2918; (Kütüb-i Sitte,3/343)

عن جندب رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللَّه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ قَالَ في كِتَابِ اللَّهِ  تَعَالَي بِرَأيهِ فَأصَابَ فَقَدْ أخْطَأَ

أخرجه أبو داود والترمذى.وزاد رُزين: وَمَنْ قَالَ بِرَأيهِ فَأخْطَأَ فَقَدْ كَفَرَ .

Cündeb (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Kim Kitâbullâh hakkında şahsî re’yi ile söz ederse, isâbet bile etse hatâdadır.”

Ebû Dâvûd, İlm, 5 (3652); Tirmizî, Tefsir 1, (2953). Rezîn şu ilâvede bulunmuştur: “Kim re’yi ile söz eder de hata ederse küfre düşer.” (Kütüb-i Sitte,3/218)

وعن ابن عباس رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُما قال: قال رسول اللَّه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ قَالَ في القُرْآنِ بِغَيْرِ عِلْمٍ فَلْيَتَبَؤَّأْ مَقْعَدَه مِنَ النَّارِ

İbn-i Abbâs (r.anhümâ) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Kim Kur’ân hakkında ilme dayanmadan söz ederse ateşteki yerini hazırlasın.”

Tirmizî, Tefsir 1, (2951); (Kütüb-i Sitte,3/220)

Kur’ân Okurken Ağlamak

Salih el-Merrî şöyle anlatır: Rüyamda Hz. Peygamber’in yanında Kur’ân okudum. Dedi ki: ‘Ey Sâlih! Bu okumaktır! Bu okumaktır. Fakat ağlamak nerede?’
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

اِقْرَؤُوا الْقُرْاٰنَ وَابْكُوا فَاِنْ لَمْ تَبْكُوا فَتَبَاكَوْا

Sa’d İbn-i Ebî Vakkas, Efendimiz (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’dan rivâyet etmiştir: “Kur’ân-ı okuyun ve ağlayın, eğer ağlayamıyorsanız ağlar gibi görünün.”

Kenzül Ummâl 1/609; İbn Mâce, Sa’d b. Ebî Vakkas’dan

 

وعن أسماء رَضِىَ اللَّهُ عَنْها قالت: مَا كاَنَ أحَدٌ مِنَ السَّلَفِ يُغْشَى عَلَيْهِ وََ يُصْعَقُ عِنْدَ تَِوَةِ الْقُرآنِ، وَإنَّمَا كانُوا يَبْكُونَ وَيَقْشَعِرُّونَ، ثُمَّ تَلِينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ إلى ذِكْرِ اللَّهِ

Esma (r.anhâ) anlatıyor: “Seleften hiç kimse Kur’ân-ı Kerîm’in tilâveti sırasında bayılıp düşmezdi. Onlar ağlarlar ve ürperirlerdi. Sonra bedenleri ve kalpleri zikrullâh için yumuşardı.”

Rezîn ilavesidir. Bağavî Tefsiri’nden alınmıştır 7, 238

وعن ابن مسعود رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قال: قال لى رسول اللَّه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اقْرَأ علَىّ الْقُرآنَ فقُلْتُ: أقْرَأُ عَلَيْكَ وَعَلَيْكَ أُنْزِلَ؟ فقَالَ: إنِّى أُحِبُّ أنْ أسْمَعَهُ مِنْ غَيْرِى فَقَرَأتُ عَلَيْهِ سُورَةَ النِّسَاءِ حَتَّى بَلَغْتُ هذِهِ اŒيةَ: فَكَيْفَ إذَا جِئْنَا مِنْ كُلِّ أُمَّةٍ بِشَهِيدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلى هؤَءِ شَهِيداً. فقَالَ: حَسْبُكَ. فَالْتَفَتُّ فَإذَا عَيْنَاهُ تَذْرِفَانِ

İbn-i Mes’ûd (r.anhümâ) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bana:

 

--- Kur’ân’ı bana oku!” dedi. Ben (hayretle):

 

--- Sana indirilmiş bulunan Kur’ân’ı mı sana okuyayım? Diye sordum. Bana:

 

--- Evet, ben onu kendimden başkasından dinlemeyi seviyorum! Dedi.

 

Ben de ona Nisa sûresini okumaya başladım. Ne zaman ki, “Her ümmete her şâhid getirdiğimiz ve ey Muhammed, seni de bunlara şâhid getirdiğimiz vakit durumları nasıl olacak?” meâlindeki âyete (41. âyet) geldim.

 

--- Dur! Dedi.

 

Durdum ve dönüp Rasûlüllâh (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’a baktım. Bir de ne göreyim, iki gözünden de yaşlar akıyordu.”

Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân 32, 33, 35; Müslim, Müsâfirîn 247, (700); Tirmizî, Tefsir, Nisa, (3027, 3028); Ebû Dâvûd, İlm 13, (3668).





 

*** Hz. Ömer (ra) : Efendimiz (sav) :

 

“Muhakkak Allâh (u Teala), bu kuran sebebiyle bir takım kavimleri  (milletleri) yüksek eder, diğer bir takım kavimleri ise alçak eder.”                                          (Müslim 1/559)

 

*** Said İbn-i Süleym (ra) : Efendimiz (sav) :

وَقَالَ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ "مَا مِنْ شفيع أفضل منزلة عند الله تعالى من القرآن لا نبي ولا ملك ولا غيره."[1]

 

“Allâh-u Teala indinde, ne bir nebi, ne bir melek ne de bunlardan gayri hiçbir şey, Kur’an’dan daha üstün bir şefaatçi (kurtarıcı) olamaz.”                                             (İhya 1/273)

 

 





*** Amr İbn-i Şuayb (ra) : Efendimiz (sav) :

 “Bir kul Kur’an-ı (Azimüşşanı) hatmettiği zaman, hatim anında ona altmış bin melek (dua) salat eder.”                                   (Suyuti 1/103)

 


*** Numan İbn-i Beşir (ra) : Efendimiz (sav) :

“Ümmetimin en üstün ibadeti Kur’an okumaktır.”

 


***   İbn-i Ömer (ra) : Efendimiz (sav) :

 

-4-


“Muhakkak şu kalpler, demir paslandığı gibi paslanır. Bunun üzerine : Ey Allâh’ın Rasulü! O kalplerin cilası nedir? Denildiğinde, Buyurdu ki : Kur’an okumak ve ölümü hatırlamaktır.”

 


*** Bera İbn-i Azib (ra) : Efendimiz (sav) :

“ Kur’an-ı (Kerîm-i) seslerinizle süsleyin.”

 

---(Teganniye (tecvit hatası) kaçmadan çekilecek ve durulacak yerlere dikkat ederek hazin (mahzun) ve TATLI bir şekilde okuyun.---

(KALP KAİDESİ) : Tersine manalandırılma da olduğu söylenmiştir.

 


*** Abdullah İbn-i Amr (ra): Efendimiz (sav):

“Kur’an (-ı Azimüşşan) Allâh (u-Teala’ya)  göklerden ve yerlerden ve içindekilerden daha sevgilidir.”                  -5-


*** Hz. Ali İbn-i Ebi Talip (ra) : Efendimiz (sav):

“Üç şey, hıfzı (ezberleme gücünü) artırır. Ve balgamı giderir. Misvak (kullanmak), oruç (tutmak), Kur’an-ı Kerîm okumak.”

 

*** İbn-i Mes’ud (ra) : “Her biriniz nefsini (kendi halini) ancak Kur’an’a sorsun. Eğer Kur’an-ı seviyor ve hoşlanıyorsa o (kişi) Allâh Sübhanehu ve Rasulünü seviyor, eğer Kur’an’a buğz ediyor (sevmiyorsa) o, Allâh Sübhanehu ve Rasulü  (sav)’ne  buğz ediyor.”

 

*** Sehl İbn-i Abdulahit Tusteri (rahimehullah) yukarıda geçen sözü şöyle tefsir etti :

---Allâh (cc)’nu sevmenin alameti :

                            ---K.  Kerîm-i sevmektir.

---Kur’an-ı Kerîmi sevmenin alameti:

                            ---Peygamber’i sevmektir.

---Peygamber’i sevmenin alameti:

                            ---Sünneti sevmektir.

---Sünneti Sevmenin alameti :

                            ---Ahireti sevmektir.

---Ahireti sevmenin alameti:

         ---Dünyaya (buğz) sevmemektir.

---Dünyaya buğz etmenin alameti :

         ---Ondan ancak yeteri kadar almaktır.

 

KUR’AN-I KERİM OKUR VE DİNLERKEN AĞLAMAK (MÜSTEHAP)


***Ashab-ı Kiramdan (R.anhum): Efendimiz (sav) :

-7-

“Ben size ZÜMER SURESİ’nin sonundan okuyacağım, içinizden her kim ağlarsa, cennet ona vacip olur. Ağlayamayanlar da ağlar gibi olsun. Bunun üzerine “Kullar Allâh’ı hakkıyla takdir edemediler.”mealindeki ayeti celileden itibaren surenin sonuna kadar okudu.”    (R:F 1/48)

 


***Basra’nın zahid (sofu) lerinden İmam-ı Salih buyurdu ki : Resulullah (sav)’a rüyamda Kur’an okudum, bana dedi ki :

“Ey Salih! Bu, okumak, ya ağlamak nerede?”

 


***İbn-i Abbas (ra) buyurdu ki:

“Sure-i İSRA’nın sonundaki secdeyi okuduğunuzda, ağlamadan acele secde yapmayın. Eğer sizin birinizin gözü ağlayamazsa, kalbi ağlasın.”

 

[İsra Suresi secde ayeti –109. Ayeti- meali: “Ağlayarak yüz üstü yere kapanırlar( Kuar’an okumak) onların saygısını artırır”]

-8-

 

*** Çölde devemin yularını kaybetsem O’nu Kur’an da arar bulurdum.

 

*** Mehmet Akif Ersoy :

Ya açar bakarız Nazm-ı Celilin yaprağına,      

 Ya da üfler geçeriz bir ölünün toprağına.

 İnmemiştir hele Kur’an şunu hakkıyla bilin,

 Ne mezarlıkta okumak, ne de fal bakmak için.

 

KUR’AN-I KERİM-İ GAFİL OLARAK OKUMANIN ZEMMİ (KÖTÜLENMESİ)

 


***Enes İbn-i Malik (ra) :

“Nice Kur’an okuyanlar vardır ki, Kur’an ona lanet eder.”

 

    Selef (geçmiş büyükler)’den bazısı buyurdular ki :

 

“Bir kul Kur’an’dan bir sure açar (okumaya başlar), o sureyi bitirinceye kadar, melekler kendisine dua eder. Bir kul da bir sureye başlar bitinceye kadar melekler kendisine lanet eder. Bunun üzerine o zata : Bu nasıl olur? Diye soruldu. O da buyurdu ki: Bir sureyi okuyan kişi o surenin helalini helal, haramını da haram kabul ederse melekler ona dua eder. Yoksa lanet ederler.”     (İhya 1/275)

 

***Hz. Enes (ra) : Efendimiz (sav) :


 
“Ümmetimin günahları bana arz edildi (gösterildi). Bir kişinin bir sureyi ve ya bir ayeti ezberleyip de sonra unutmasından daha büyük bir günah görmedim.”

 
***Neuzübillah (bu halden Allâh’a sığınırız.)




Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Kurân-ı Kerim’i nasıl okuduğuna dair Hadis-i Şerifleri istifâdenize sunuyoruz.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Kur’ân-ı Kerîm’i vakar ile, tâne tâne ve duygu derinliği içinde okurdu. Âyet-i kerîmelerin mânâları üzerinde tefekkür eder ve emirlerini derhâl hayâtına tatbik ederdi. Allâh’ı tesbîh etmekten bahseden âyetlere gelince; “Sübhânallah” gibi tesbîh ifâdeleriyle Allâh’ı noksanlıklardan tenzîh ederdi. Dua âyetleri gelince onlarla Allâh’a münâcâtta bulunurdu. Cenâb-ı Hakk’a sığınmaktan bahseden âyetleri okuyunca, hemen Allâh’a sığınırdı.[1]
Bâzen bir âyet-i kerîmeye öylesine teksîf olurdu ki sabaha kadar o âyet ile tefekkür ve niyaz hâlinde bulunurdu.
SABAHA KADAR KIYAMDA OKUDUĞU AYET-İ KERÎME
Ebû Zer -radıyallâhu anh- şöyle nakleder:
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gece kıyamda sabaha kadar şu âyet-i kerîmeyi tekrarlayıp durdu:

اِنْ تُعَذِّبْهُمْ فَاِنَّهُمْ عِبَادُكَۚ وَاِنْ تَغْفِرْ لَهُمْ فَاِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

“Eğer kendilerine azâb edersen, şüphe yok ki onlar, Sen’in kullarındır (dilediğini yaparsın). Şâyet onları bağışlarsan, şüphesiz ki (kudreti ile her şeye üstün gelen) Azîz, (hikmetiyle her yaptığını yerli yerince yapan) Hakîm Sen’sin!” (el-Mâide, 118) (Nesâî, İftitâh, 79; Ahmed, V, 156)
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yine bir gün yukarıdaki âyet-i kerîme ile:
“Rabbim, putlar insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir…” (İbrâhim, 36) âyetini okudu. Ardından ellerini kaldırıp:
“Allâh’ım! Ümmetim, ümmetim!” diye yalvarmaya başladı. Bir taraftan da ağlıyordu. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak:
“–Ey Cebrâîl! Gerçi Rabbin her şeyi daha iyi bilir ama (insanlar da bilsin diye), git, Muhammed’e niçin ağladığını sor!” buyurdu.
Cebrâîl u geldi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona, ümmeti için duyduğu endişe sebebiyle ağladığını bildirdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ:
“–Ey Cebrâîl! Muhammed’e git ve O’na; «Ümmetin husûsunda Sen’i râzı edeceğiz ve Sen’i asla üzmeyeceğiz.» müjdemizi ulaştır.” buyurdu. (Müslim, Îmân, 346)
İşte Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ümmetine böylesine düşkün ve merhametli idi. Bu hadîs-i şerîfi iyice tefekkür ederek, bizim O’na ne kadar muhabbet beslediğimizi ve bu muhabbetimizin delîli olarak Sünnet-i Seniyye’yi ne kadar yaşayabildiğimizi muhâsebe etmeliyiz.
BANA KUR’ÂN OKUR MUSUN?
Abdullah bin Mes’ûd -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Bana Kur’ân okur musun!” buyurdu. Ben:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü, Kur’ân Siz’e indirilmişken ben mi Siz’e Kur’ân okuyacağım?!” dedim. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Ben, Kur’ân’ı başkasından dinlemeyi de severim.” buyurdu. Bunun üzerine kendisine Nisâ Sûresi’ni okumaya başladım. 41. âyete gelip:
“Her ümmetten bir şâhit getirdiğimiz ve Sen’i de onlara şâhit olarak gösterdiğimiz zaman hâlleri nice olacak!” diye okuyunca:
“–Şimdilik yeter!” buyurdu.
Bir de baktım ki mübârek gözlerinden yaşlar akıyordu. (Buhârî, Tefsîr, 4/9; Müslim, Müsâfirîn, 247)
Hazret-i Âişe c da, Allah Rasûlü’nün kalbî rikkatine ve tefekkür ufkuna dâir bir manzarayı şöyle nakleder:
“Bir gece Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana:
«–Ey Âişe! İzin verirsen, geceyi Rabbime ibadet ederek geçireyim.» dedi. Ben de:
«–Vallâhi Sen’inle beraber olmayı çok severim; ancak Sen’i sevindiren şeyi daha çok severim.» dedim.
Sonra kalktı, güzelce abdest aldı ve namaza durdu. Ağlıyordu… O kadar ağladı ki, elbisesi, mübârek sakalları, hattâ secde ettiği yer bile sırılsıklam ıslandı. O, bu hâldeyken Bilâl -radıyallâhu anh- sabah namazına çağırmaya geldi. Efendimiz’in ağladığını görünce:
«–Yâ Rasûlâllah! Allah Teâlâ sizin geçmiş ve gelecek günahlarınızı bağışladığı hâlde niçin ağlıyorsunuz?» dedi.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
«–Allâh’a çok şükreden bir kul olmayayım mı? Vallâhi bu gece bana öyle âyetler nâzil oldu ki, onları okuyup da üzerinde tefekkür etmeyenlere yazıklar olsun!» buyurdu ve şu âyet-i kerîmeleri tilâvet etti:
«Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akl-ı selîm sahipleri için (Allâh’ın varlığını ve birliğini gösteren) kesin deliller vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (yani her an) Allâh’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkür ederler ve: Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen’i tesbîh ederiz; bizi cehennem azâbından koru! (derler) (Âl-i İmrân, 190-191)” (İbn-i Hibbân, Sahîh, II, 386; Âlûsî, Rûhu’l-Maânî, IV, 157)
Bu âyet-i kerîmeler nâzil olduğu gece Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, yıldızları imrendirecek inci tâneleri gibi gözyaşları ile sabaha kadar ağlamıştı. Mü’minlerin, ilâhî kudret ve azamet tecellîlerini tefekkür ederek dökecekleri gözyaşları da, -Allâh’ın lûtfu ile- fânî gecelerin ziyneti, kabir karanlıklarının aydınlığı ve -inşâallah- cennet bahçelerinin şebnemleri olacaktır.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Kur’ân-ı Kerîm’i, düşünerek ve esrârına vâkıf olarak okumanın lüzum ve fazîletini ifâde sadedinde şöyle buyurmuştur:
“…Bir grup insan, Allâh’ın evlerinden bir evde toplanır, Allâh’ın Kitâbı’nı okur ve onu aralarında müzâkere ederlerse, üzerlerine sekînet iner, onları rahmet kaplar ve melekler çevrelerini kuşatır. Allah Teâlâ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında zikreder.” (Müslim, Zikr, 38; Ebû Dâvûd, Vitr, 14/1455; Tirmizî, Kırâât, 10/2945)
“Kur’ân’ı üç günden az bir zamanda okuyup bitiren kişi onu hakkıyla anlayamaz, üzerinde hakkıyla tefekkür edemez.” (Ebû Dâvûd, Vitr, 8/1390; Tirmizî, Kırâât, 11/2949; Dârimî, Salât, 173)
“Kur’ân’ı, seni kötülüklerden alıkoyacak şekilde oku! Eğer o seni kötülüklerden alıkoymuyorsa, onu okumuş sayılmazsın.” (Heysemî, I, 184; Ahmed bin Hanbel, Zühd, s. 401/1649)
 Dipnot:
[1] Bkz. Müslim, Müsâfirîn, 203; Nesâî, Kıyâmu’l-Leyl, 25/1662.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Kainat, İnsan ve Kur’anda TEFEKKÜR, Erkam Yayınları


 


[1] إحياء علوم الدين: ١/٢٧٣، حديث ما من شفيع أعظم منزلة عند الله من القرآن لا نبي ولا ملك ولا غيره رواه عبد الملك بن حبيب من رواية سعيد بن سليم مرسلا وللطبراني من حديث ابن مسعود القرآن شافع مشفع ولمسلم من حديث أبي أمامة اقرءوا القرآن فإنه يجيء يوم القيامة شفيعا لصاحبه

İNTÂK-I Bİ'L-HAK
"İntâkı bi'lhak; hakkın/gerçeğin (Allah tarafından) söyletilmesi" anlamına gelen bir tabirdir.
Bela ve musibetlerin etrafı sardığı bir dönemde, bir şeyh biraz da korkusundan, talebelerini dağıtmış ve onlara "Şeyh efendi ne yapıyor, diye size sorarlarsa, 'infirad etti, evrâd okuyor' deyin" diye tenbihde bulunmuş. İhtimal böyle bir geriye çekilme gayretullaha dokunmuş olacak ki, şeyh ne yapıyor? sorusuna müridleri "irtidat etti, Tevrat okuyor" cevabını vermişler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder