İlim maluma tabidir
Kader
meselesinin anlaşılabilmesi için; iki noktanın çok iyi anlaşılması gerektiğini
daha önce ifade etmiştik.
Bu iki
noktadan bir tanesi; Allah’ın ezeliyeti idi. Bu bahsi detaylarıyla inceledik ve
anladık ki; Allah, ilmi ile bütün zamanları, geçmişi, hâli ve geleceği aynı
anda kuşatır. Bizim yapacaklarımızı, daha yapmadan evvel, ezeliyeti ile
bilir.
Şimdi
ise, çok iyi anlaşılması gereken bu iki noktadan ikinci noktayı; yani
“ilmin maluma tabi olması”
kaidesini inceleyeceğiz. Bu nokta da iyi kavrandığında, çözülmez bir muamma
zannedilen kader bahsinin, ne kadar anlaşılır olduğunu ve içinde cevaplanamaz
hiçbir soru olmadığını göreceksiniz.
Kader
meselesini kavrayabilmek için “ilmin maluma tabi olması”
kaidesini, ezeliyet bahsi kadar iyi anlamak zorundayız. Bu yüzden bu kaide ile
ilgili tam on misal vereceğiz. Bu on misalden sonra bir daha aklınıza,
“Allah günah işleyeceğimi yazmış, benim suçum ne?” diye
bir soru asla gelmeyecek.
1.
MİSAL:
İlim; bir
şeyin zihindeki şeklidir.
Malum
ise; o şeyin hariçteki gerçek halidir.
Mesela,
bir elmayı ele alalım. Elmanın zihnimdeki şekli ilimdir, malum ise elmanın kendi
şeklidir. Acaba, ben elmayı bu şekilde bildiğim için mi elma böyle; yoksa elma
böyle olduğu için mi ben onu öyle biliyorum? Yani benim ilmim, malum olan
elmanın şekline mi bağlı? Yoksa malum olan elma, ilim olan benim bilgime mi
bağlı?
Biraz
daha açarsak; eğer ben elmayı karpuz gibi bilseydim, elma karpuza dönüşür müydü?
Elbette ki hayır. Çünkü malum olan elmanın şekli, ilmime bağlı değildir. Ben onu
bu şekilde bildiğim için o, bu şekle bürünmemiştir. Bilakis elma bu surette
olduğu için ben onu böyle bilmekteyim. O halde ilim, yani elmanın zihnimdeki
şekli, maluma, yani elmanın gerçek haline tabidir.
2.
MİSAL:
Farzedelim ki, kasamda 500 lira var ve ben kasamda
500 liranın
olduğunu biliyorum. İşte benim kasamdaki 500 liranın varlığını bilmem;
ilimdir.
Malum
ise; kasamdaki 500 liradır. Şimdi yine aynı soruyu soralım: “Ben bildiğim için mi kasamda 500 lira var; yoksa kasamda 500
lira olduğu için mi ben böyle biliyorum?” Yani
ilmim maluma mı tabi, yoksa malum olan kasadaki para, ilmime mi tabi? Elbette
ilim maluma tabi. Yani ben bildiğim için kasada 500 lira yok, bilakis kasada 500
lira olduğu için ben öyle biliyorum.Eğer
bunun tersi olsaydı, yani, ilim maluma tabi olacağı yerde, malum ilme tabi
olsaydı; ben kasada 500 lira yerine 500 milyonum var olduğunu zannettiğimde,
kasada o kadar paranın olması gerekirdi. Hâlbuki bu olmuyor. Sebebi ise; malumun
ilme değil, ilmin maluma tabi olmasıdır.
3.
MİSAL:
Yüksek
bir tepede oturduğunuzu farzediyoruz. Tepenin altında da kavisli bir tren yolu
olsun. Siz tepenin tam üstünde olduğunuzdan, tren yolunun hem sağını, hem
solunu, tamamını görebiliyorsunuz. Ve bir baktınız ki, aynı rayda karşılıklı
ilerleyen iki tren var. Onların iki dakika sonra çarpışacaklarını gördüğünüzden,
elinizdeki deftere “Bu iki tren iki dakika sonra çarpışacak.” diye
yazdınız. Ve trenler iki dakika sonra çarpıştı.
Şimdi kazadan kurtulan
makinistlere deseniz ki: “İşte bu benim defterim, ben sizin çarpışacağınızı, daha siz
çarpışmadan önce bu deftere yazmıştım.”
Acaba
makinistlerin size şöyle deme hakları var mıdır? “Biz senin yüzünden kaza yaptık. Eğer sen bizim kaza
yapacağımızı yazmasaydın, biz çarpışmazdık, sen yazdığın için
çarpıştık. Sen bu kazanın sebebisin.”
Elbette diyemezler. Çünkü
sizin yazınız yani ilim, onların çarpışacağına yani maluma tabidir.
Başka bir ifadeyle; siz, onların çarpışacağını ilminizle
gördüğünüzden dolayı bu yazıyı yazdınız, yoksa onlar, siz yazdığınız için
çarpışmadılar. Siz yüksek bir yerde olduğunuz için, onların göremediklerini;
aynı raydan ilerlediklerini gördünüz.
Hem sizin yazınız sadece bir tespittir; zorlama ve kaza sebebi
değildir. Eğer kaza, sizin yazınız yüzünden olsaydı, o halde şunun da olması
gerekirdi: Siz, çarpışacak bu iki tren hakkında“çarpışmayacaklar” diye yazardınız, onlar da aynı raydan karşılıklı
ilerlemelerine rağmen çarpışmazlardı. Eğer ilim maluma tabi olacağı yerde, malum
ilme tabi olsaydı, dünyanın hiçbir yerinde kazalar olmazdı. Bir adam defterine,
“bugün hiç kaza olmayacak” diye yazardı ve kazaları önlerdi. Hâlbuki bu asla
olmaz.
Şimdi bu
misali şöyle özetleyelim:
Siz kaza
yapacaklarını yazdığınız için onlar kaza yapmadı, bilakis onlar kaza yapacakları
için siz yazdınız. Yani ilminiz ve yazınız, maluma, “onların yapacakları kazaya
tabidir.”
Sizin
yazınızdan dolayı onlar mesuliyetten kurtulamaz. Zira onlar bu yazının
yazılmasına sebep olmuşlardır.
4.
MİSAL:
Daha
senenin başında iken aldığınız bir takvimde, senenin bütün günlerindeki, güneşin
doğuş ve batış saatlerinin yazılı olduğunu görürsünüz.
Mesela,
senenin son günü olan 31 Aralık gününe baksanız, İstanbul için güneşin doğuş
vaktinin 7:15, batış vaktinin 16:45 olduğunu görürsünüz.
İşte
takvimdeki bu yazı ilimdir.
Malum
ise; güneşin o saatte doğacak ve batacak olmasıdır.
Yine
sorumuz aynı; “Acaba takvimde yazıldığı için mi güneş o saatlerde doğuyor ve
batıyor?” Yani
malum olan güneşin doğup batacağı saat, ilim olan takvimdeki yazıya mı tabi?
Yoksa güneşin o saatte doğup, o saatte batacağı önceden hesaplanıp, bilindiği
için mi takvime kaydedilmiş? Yani ilim maluma mı tabi? Elbette ikinci şık, yani
ilmin maluma tabi olması doğrudur.
Zira
güneşin doğacağı ve batacağı saatler hesaplanmış ve yazılmış. Eğer tersi
olsaydı, malum ilme tabi olup, yazıldığı için doğup batsaydı; o zaman takvime
güneşin doğuş vakti olarak, 7:15 yerine 12:00 yazdığımızda, güneşin 12:00 de
doğması, hatta “Bugün güneş doğmayacak.”
yazdığımızda güneşin o gün doğmaması gerekirdi. Hâlbuki bunların hiçbiri
olmuyor. Sebebi ise, ilmin, yani takvimdeki yazının, maluma, yani
güneşin kendisine tabi
olmasıdır.
Şimdi şunu düşünelim: İnsan son derece aciz, zayıf, ilmi
noksan, zaman ve mekânla kayıtlı olduğu halde, bir sene sonra güneşin ne zaman
doğacağını ve ne zaman batacağını, önceden bilebiliyor ve onu takvime
kaydediyor. Ve hiçbir insanın aklına; “Takvimde güneşin doğma ve batma vakitleri yazıldığı için güneş bu saatlerde doğmak ve batmak mecburiyetinde
kalıyor, bu yazı olmasaydı, güneş bu saatlerde doğup, batmazdı.” gibi batıl bir fikir gelmiyor.
Hâl
böyle iken, acaba kudreti sonsuz, ilmi nihayetsiz, zaman ve mekânların
kayıtlarından münezzeh, ezelin sultanı olan Allah’ın, bir takvim hükmünde olan
kader defterine, bizim doğacağımız günü ve batacağımız, yani öleceğimiz günü ve
bu iki gün arasında neler yapacağımızı yazmasını niçin
kavrayamıyoruz?
Takvimde
yazıldığı için güneşin doğmadığını bildiğimiz halde, niçin kader takvimimizde
yazıldığı için o işleri yapmadığımızı, bilakis biz yapacağımız için onların
yazıldığını, yani Allah’ın ilminin, malum olan fiillerimize tabi olduğunu
anlayamıyoruz? Ve günahımızı kadere yüklemeye çalışıyoruz?
5.
MİSAL:
İstanbul-Ankara
arası 500 km.’dir. Bu mesafenin bizler tarafından bilinmesi ve kitaplarda
yazılması; ilimdir. Malum ise, bu mesafenin kendisidir. Burada da durum aynıdır.
İlmimiz, maluma tabidir.
Bu
misalde ki malum; İstanbul-Ankara arasının 500 km. olduğudur. Eğer ilmimiz
maluma tabi olacağı yerde, malum ilme tabi olsaydı; yani biz bu mesafeyi böyle
bildiğimiz için bu mesafe bu kadar olsaydı, o zaman biz bu mesafenin 1000 km.
olduğunu zannettiğimizde malum mesafenin 1000 km.’ye çıkması gerekirdi. Hatta
aradaki mesafenin sadece bir metre olduğunu zannettiğimizde de İstanbul’dan bir
adım atarak Ankara’ya ulaşmamız gerekirdi. Ama bunların hiçbiri asla olmuyor.
Biz ne bilirsek bilelim, ilmimizin malum üzerinde bir etkisi gözükmüyor. Sadece
mesafenin 500 km. olduğunu bildiğimizde doğru biliyoruz, diğer zanlarımızda ise
yanlış biliyoruz.
Aynen bu
misalde olduğu gibi; doğumumuz ile ölümümüz arasında ne kadar mesafe varsa ve bu
mesafede hangi istasyonlara uğrayıp, o istasyonlarda neler yapacaksak, bunların
hepsi malumdur. Bu malumun Allah tarafından bilinmesi ve Allah’ın ilminin bir
unvanı olan kader defterinde yazılması ise ilimdir.
Kaidemiz
neydi? “İlim maluma tabidir…” O halde
Allah yazdığı için biz yapmıyoruz, bizim ne yapacağımızı Allah ezeliyeti ve
nihayetsiz ilmi ile bilmiş ve kader defterine kaydetmiştir. Burada önemli
olan; “İlmin maluma tabi olması” kaidesini, Allah’ın ezeliyeti ile beraber düşünmenizdir.
Ezeliyeti kavramadan, bu kaidenin tek başına anlaşılması mümkün değildir. Bu
sebepten biz bu kaideye geçmeden evvel, Allah’ın ezeliyetini farklı misaller ile
anlamaya çalıştık. Allah’ın ne yapacağımızı, ezeli ilmi ile bilmesi, asla
zorlama sebebi değildir. Bu sadece bir tespittir.
Hakikat böyleyken bunun aksini düşünüp “Ben kaderin mahkûmuyum.” diyerek, suçu kadere atmak ne kadar manasızdır. Onların bu
ifadesi şu manaya gelir ki, “ilim maluma tabi değil, malum ilme tabidir”, yani Allah “Bu kul cehennemlik olsun.” demiş, o da cehennemlik olmuştur. Veya “Bu cennetlik olsun.” demiş, o da cennetlik olmuştur.
Hâlbuki
durum böyle değildir, bilakis Allah’ın ilmi, olacak olan hadiselere tabidir,
yani ne olacaksa onu bilmiş ve kader defterinde kayıt etmiştir. Bunu
söyleyenlerin temennisi aslında şudur: “Bizim mesul olmamız için, Allah bizim yaptıklarımızı yaptıktan sonra bilsin, yani
Allah yarını bilmesin.” demektir. Bilmemek ise, Allah’ın şanına yakışmaz, zira
bilmemek bir kusur ve eksikliktir, Allah ise bütün kusur ve eksikliklerden
münezzehtir.
6.
MİSAL:
Bir
kumandan farzediyoruz ki, elindeki kamera ile nöbet tutan askerleri kontrole
gidiyor. Ve iki askerin nöbette uyuduğunu görüyor. Ve onların bu hallerini
kamerasıyla kaydediyor.
Bu
olayda ilim; kameradaki kayıttır ve kumandanın bu iki haylaz askerin halini
bilmesidir.
Malum
ise, bu iki askerin uyumasıdır.
Sorumuz
yine aynı:
“Kumandan kameraya çektiği için mi askerler uyudu, yani malum
olan askerlerin uyuması, ilme mi bağlı? Yoksa askerler uyuduğu için mi kumandan onları öylece çekti,
yani ilim olan kumandanın bilgisi ve kameraya kaydetmesi, maluma mı
tabi?”
Elbette
kumandanın bilgisi ve kamera kaydı, askerlerin haline, yani ilim maluma
tabidir.
Kumandan
bildiği ve onların bu suç halini kaydettiği için onlar uyumadı, bilakis onlar
nöbette uyudukları için kumandan bildi ve onları öylece kaydetti...
Acaba
kumandan ertesi gün nöbette uyuyan o iki askeri yanına çağırarak, bir gün önceki
hallerini onlara seyrettirse. Ve onlara dese ki: “Niçin nöbette uyudunuz, niçin askerlik kanunlarını çiğnediniz, bu yaptığınız bir suçtur,
ceza göreceksiniz…” Acaba
bu azarları işiten askerler diyebilirler mi ki: “Kumandanım, nöbette uyuma suçunu senin yüzünden işledik. Bu suçu bize
sen işlettin. Çünkü sen bizi kamerayla çektin. Eğer sen bizi çekmeseydin biz uyumazdık.”
Elbette diyemezler. Çünkü kaidemiz şuydu; kumandanın ilmi, malum olan;
askerlerin uyumasına tabidir.
Bir daha
tekrar edersek; “kumandan bildiği için onlar uyumadı, onlar uyuduğu için
kumandan onları öyle bildi ve öylece kaydetti.” Eğer onlar, diğer askerlerin
uyumadığı gibi uyumasaydı, kumandan onları “uyumaz” bilecek ve öylece
kaydedecekti.
Şimdi
şunu farzedelim ki, bu kumandan aynı zamanda manevi bir kumandan olsun ve
zamanda yolculuk yapabilsin. Yarına ve diğer günlere, daha o günler gelmeden
geçebilsin ve o günlerde yaşanacak olayları daha yaşanmadan bilsin. İşte bu
kumandanın bir ay sonraya yolculuk yaptığını ve yine nöbette uyuyan iki askeri
kamera ile kaydettiğini ve tekrar bugüne döndüğünü farzediyoruz.
Ve bir ay sonra tam o kumandanın gördüğü ve kaydettiği gibi o
iki asker uyudu. Yani kumandanın olacağını bildiği şey oldu. Ve kumandan uyuyan
o iki askeri yanına çağırarak, bir ay önce yaptığı çekimi onlara seyrettirdi ve
onlara dedi ki: “Bakın ben sizin nöbette uyuyacağınızı bir ay önceden biliyordum, hatta bu halinizi kameramla
çekmiştim.”
Acaba o
askerlerin, kumandana şöyle deme hakları var mıdır: “Kumandanım, o zaman suçlu sensin, niçin bizi ayakta çekmedin
ki. Eğer sen bizim uyuyacağımızı bilmeseydin ve uyuduğumuzu kaydetmeseydin, biz uyumazdık,
cezamıza razı değiliz.”
Elbette diyemezler!..
Zira
kumandanın bilgisi ilimdir ve malum olan askerlerin uykusuna tabidir. Askerler
kumandanları bildiği ve kaydettiği için uyumadılar, bilakis zamanlarda gezebilen
bu kumandan, kendi zamanından bir ay sonraya gitti, onların bu vaziyetlerini
gördü ve onları kaydetti.
Başka
bir ifadeyle onları nöbette uyutan şey kumandanın bilgisi değildir, tam tersine,
kumandanın bilgisi onların uyumayı tercih etmelerine ve uyumalarına tabidir.
Eğer onlar uyumayı tercih etmeseydiler, kumandan da onları bu şekilde
kaydetmeyecekti.
Aynen bu
misalde olduğu gibi, ezel ve ebedin kumandanı olan Allah da, zaman ve mekândan
münezzeh olduğu için bütün zamanlardaki hadiseleri şu anda oluyormuş gibi
görmekte ve bilmektedir. Bu hakikati ezeliyet bahsinde işlemiştik.
İşte,
Allah bizim cüz’i irademizle işleyeceğimiz bütün fiilleri kameraya çekmiş, yani
ilmin bir unvanı olan kader defterlerinde kaydetmiştir.
Acaba
misalimizdeki, nöbette uyuyan askerlere benzeyen günahkâr birisi, “Allah bildiği için ben günah işliyorum, suç Allah’ın bilmesidir, eğer bilmeseydi bunları
işlemezdim.” dese,
misaldeki askerler gibi gülünç bir
duruma düşmez mi?
Hem
nasıl oluyor da, misaldeki kumandanın, askerlerin uyumasında hiçbir müdahalesi
ve suçu olmadığını fark edebilen insan, bu misalden hiçbir farkı olmayan
kâinatın kumandanı olan Allah’ın kaydına ve bilgisine, kendi suçunu yüklemeye
çalışır?.. İşte buna şaşılır!
7.
MİSAL:
Tren
istasyonlarında trenlerin geleceği saatler yazılıdır.
İşte bu
yazı, ilimdir.
Malum
ise, trenin o saatte gelecek olmasıdır.
Sorumuz
yine aynı: “Yazılı olduğu için mi tren geliyor, yoksa trenin o saatte
geleceği bilindiği için mi yazılmış?..”
Kaidemiz
neydi? “İlim maluma tabidir.” O
halde sorumuzun cevabı: “Trenin geleceği bilindiği için yazılmış.” Eğer
tersi olsaydı, malum ilme tabi olsaydı; yaramaz bir çocuk trenin geliş saatini
değiştirdiğinde trenin gelmemesi gerekirdi. Hatta trenlerin geliş-gidiş
saatlerini bildiren tablo yanlışlıkla kırıldığında, artık hiçbir trenin o
istasyona uğramaması gerekirdi. Hâlbuki bunların hiçbiri olmuyor. Çünkü malum
asla ilme tabi değildir.
İşte,
Allah’ın bilgisi ve kader yazısı, istasyondaki, trenin geliş-gidiş saatlerinin
yazılı olduğu tabloya benzer ve bu ilimdir. Bizim yapacağımız her şey ise;
istasyona gelecek olan tren gibidir, malumdur. Misalimizdeki trenin, tablodaki
yazıdan dolayı istasyona gelmemesi, bilakis trenin geleceği için böyle bir
yazının yazılmış olması gibi, Allah bildiği için de biz yapmamaktayız, biz
yapacağımız için Allah bilmektedir.
8.
MİSAL:
Mesleğinde
son derece tecrübeli bir hâkim düşünüyoruz. Yılların verdiği tecrübe ile
neredeyse kişiyi gözünden tanıyacak bir seviyeye gelmiş olsun. Bu hâkim yolda
giderken, görünüş itibariyle son derece kötü bir adamı görür ve yılların verdiği
tecrübeyle bu kişinin ileride bir suç işleyeceğini ve mahkemede karşısına suçlu
olarak çıkacağını elindeki deftere yazar.
Aradan
biraz zaman geçince sokakta gördüğü o adam, bir suçtan dolayı hâkimimizin
karşısına çıkar. Hâkim, cezasını karara bağladıktan sonra ona der ki:
“Bak bu benim defterim, ben seni daha önce sokakta görmüş, senin
suç işleyeceğini tahmin etmiş ve bunu defterime tâ o zamanda
kaydetmiştim!..”
Acaba
hâkimin bu sözüne karşılık suçlunun şöyle deme hakkı var mıdır: “Ey hâkim, ben senin bu yazından dolayı suç işledim,
eğer sen bu yazıyı yazmasaydın ben bu suçu
işlemezdim…”
Elbette diyemez. Çünkü bu kişi, o yazıdan dolayı suç işlemedi ve bu yazı onu
suça zorlamadı. Bilakis hâkimin ilmi, malum olan kişiye tabi idi. O suç
işleyeceği için tecrübeli hâkimimiz bunu bildi ve defterine
kaydetti...
Aynen
bunun gibi, bu kâinatın yegâne hâkimi olan Allah da, biz kulların neler
işleyeceğini ezeli ilmiyle bilmiş ve kader defterlerimize yazmıştır. Bizler
Allah yazdı diye yapmamaktayız, bilakis biz yapacağımız için Allah
yazmıştır.
Hâl
böyle iken, misalimizdeki suçlunun hâkime karşı yaptığı savunmayı ve suçunu
hâkimin yazısına bağlamasını, bizler de Hâkimlerin Hâkimi olan, Allah’a karşı
yapsak, yani günahımızı Allah’ın yazısına bağlayarak; “Allah yazmasaydı, biz bu günahı işlemezdik.” gibi
batıl sözler söylesek, acaba bu işlediğimiz günahtan daha büyük bir kabahat
olmaz mı?
9.
MİSAL:
Yine son
derece tecrübeli bir öğretmen düşünüyoruz. Yılların verdiği tecrübeyle, daha
sene başında iken hangi öğrencinin sınıfı başarıyla geçeceğini ve hangilerinin
sınıfta kalacağını tahmin etsin ve bu tahminini de bir deftere kaydetmiş
olsun.
Ve sene
sonu geldiğinde öğretmenin, sınıfı geçeceğini tahmin ettiği öğrenciler,
sınıflarını geçsin ve sınıfta kalacağını tahmin ettiği öğrenciler de
sınıflarında kalmış olsun.
Öğretmenimiz sınıfta kalan öğrencilere karnelerini verdikten ve
bu öğrenciler karnelerindeki zayıf notları gördükten sonra onlara dese ki:
“Bakın bu benim defterim ki, ben sizin sınıfta
kalacağınızı tahmin etmiş ve daha sene başında iken bunu yazmıştım. Ve
sizler tam benim tahmin ettiğim gibi sınıfta kaldınız!..”
Acaba
öğretmenlerinin bu sözüne karşılık, bu tembel öğrencilerin “Öğretmenim, madem siz bu yazıyı daha biz sınıfta kalmadan
yazmışsınız, o halde sınıfta kalmamızın sebebi sizin bu yazınızdır. Eğer siz bizim hakkımızda
‘sınıflarını geçecekler’ diye yazsaydınız, biz sınıfta
kalmazdık!..” demeye
hakları var mıdır?
Elbette
böyle diyemezler, çünkü öğretmenin ilmi, malum olan öğrencilerin tembelliğine
bağlıdır. Başka bir ifadeyle; öğretmen böyle yazdığı için onlar sınıfta kalmadı,
bilakis onların tembellik edeceğini ve ders çalışmayacaklarını öğretmenleri
tecrübesiyle bildi ve böylece defterine kaydetti.
Eğer
onlar, öğretmenin yazısından dolayı sınıfta kalacak olsalardı, o zaman öğretmen,
çalışkan öğrenciler için “sınıfta kalacaklar” yazardı
ve çalışkan öğrenciler de sınıfta kalırdı. Ama bunların hiç biri olmuyor, kimse
bir yazıdan dolayı sınıfını geçip, bir yazıdan dolayı da sınıfta kalmıyor. Çünkü
ilim, zorlama ve cebir aracı değildir, o sadece bir tespit ve
beyandır.
Aynen bu
misalde olduğu gibi, gayb âlemlerinin âlimi olan Allah da, hangimizin sınıfta
kalacağını, yani imtihanı kaybedeceğini, hangimizin sınıfı geçerek cennete
gideceğini ezeli ilmi ile bilmiş ve bu bilgiyi, ilmin bir unvanı olan kader
defterimizde yazmıştır.
Sınıfta
kalan öğrencilerin, öğretmenlerini suçlaması ve kabahatlerini öğretmenlerinin
yazısına yüklemeye çalışmaları ne kadar asılsız ise, günah işleyen bir kişinin
de günahını kadere yüklemesi o derece asılsız ve gerçekten
uzaktır.
10.
MİSAL:
“İlmin maluma tabi olması”
kaidesini anlayabilmek için, tam dokuz misal verdik. Çünkü bu kaideyi ve
ezeliyet bahsini anlamak; kaderi anlamak demektir. Biz son bir
misalle “ilmin maluma tabi olması” kaidesini tamamlayacağız.
Şöyle
ki: Peygamber Efendimiz (asv) ahir zaman fitnelerinden ve kıyametin
alametlerinden bahsetmiştir.
Efendimiz (asv)’in bu bahsi; ilimdir.
Malum
ise, bu hadiselerin kendisidir.
Sorumuz
yine aynı: “Peygamberimiz (asv) haber verdi diye mi ahir zaman
fitneleri çıkacak; yoksa ahir zaman fitnelerinin çıkacağı için mi
Efendimiz (asv) onlardan haber vermiş?”
İlim,
maluma tabi olduğundan dolayı; ahir zaman fitnelerinin çıkacağı için Efendimiz
(asv)’in haber verdiği şıkkı doğrudur. Zaten bunun tersi düşünüldüğünde, ahir
zaman fitnelerinden Peygamberimiz (asv)’i mesul tutmak ve “Eğer haber vermeseydi bunlar olmazdı.” demek
lazım gelir ki, bunun ne kadar yanlış olduğunu her akıl sahibi takdir
edebilir.
NETİCE:
Bu on
misalle anladık ki, “İlim, maluma tabidir.” Şimdi
bu kaideyi kader hakkında tahlil edelim:
Allah’ın
bizim ne yapacağımızı bilmesi ve bu bilgiyi kader defterimizde yazması; ilimdir.
Bu ilim neye tabidir? Elbette malum olan bizim fiillerimize ve yapacaklarımıza
tabidir. Yani biz yapacağımız için Allah öyle bilmiştir. Yoksa Allah öyle bildi
diye biz mecburen yapmamaktayız.
O halde
şöyle diyebiliriz: Suçunu kadere yükleyen insan, iki şeyden
habersizdir.
Allah’ın
ezeliyetini ve ezeliyetin ne manaya geldiğini bilmemektedir.
“İlmin maluma tabi olması”
kaidesinden habersizdir.
Bu iki
mesele anlaşıldığında kader hakkındaki bütün sorular cevaplarını
bulmaktadır.
Bizler
eserimizin bu bölümüne kadar, işlediğimiz fiilleri, kader defterinde
yazıldığından dolayı, cebren ve zorlama ile işlemediğimizi, bilakis biz ne
yapacaksak, kader defterimize onun yazıldığını anlatmaya çalıştık. Eserimizin
bundan sonraki bölümlerinde ise kader hakkındaki soruları ve bu soruların
cevaplarını başlıklar halinde
inceleyeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder