6 Temmuz 2011 Çarşamba

et-TÎN SÛRE-İ CELÎLESİ

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ﴿ وَالتّ۪ينِ وَالزَّيْتُونِۙ ﴿١﴾ وَطُورِ س۪ين۪ينَۜ ﴿٢﴾ وَهٰذَا الْبَلَدِ الْاَم۪ينِۙ ﴿٣﴾ لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ٓى أَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ ﴿٤﴾ ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِل۪ينَۙ ﴿٥﴾ إِلَّا الَّذ۪ينَ أٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍۜ ﴿٦﴾ فَمَا يُكَذِّبُكَ بَعْدُ بِالدّ۪ينِۜ ﴿٧﴾ أَلَيْسَ اللّٰهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِم۪ينَ [سورة التين:٩٥/ ١-٨] مكّ۪ى
Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm. (O Rahmân ve O Rahîm olan Allâh-ü Teâlâ’nın adıyla.)
“Andolsun o (sayısız menfaatleri olan) incire ve zeytine. (1) Ve (Mûsâ -Aleyhi’s-selâm-ın Aîlâh-ü Te’âlâ ile konuşmasına mahal olmuş pek mübârek) Sînîn (vâdisin)- deki Tûr (dağın)’a. (2) Bir de işte şu çok güvenli şehir (olan Mekke-i Mükerremey) e ki. (3) Andolsun; elbette Biz insanı muhakkak en güzel bir kıvam verme içerisinde yarattık. (ki, yüz üstü değil de dik olarak yürümesi, sûretinin güzelliği, uzuvlarının düzgünlüğü ve eliyle yeyip içmesi bunun da bir göstergesidir)! (4) Sonra (bu şekilde güzel yaratılış ni’metine şükretmediği için) onu (cehennem ehlinden yaparak, görüntü bakımından) alçakların en alçağı olan (bir durum) a çevirdik / (cehennem derekeleri içerisinde) aşağılann en aşağısı olan (bir tabakay) a döndürdük / (en güzel biçimde yaratılıp bir zaman genç ve güzel olarak yaşamasının) ardından (sırtını kamburlaştırarak, saçını sakalını beyazlatarak, derisini kırıştırarak, görme-işitme ve anlayış kâbiliyetlerini zaafa uğratarak) onu aşağıların en aşağısı (olan ömrün en rezîl çağına döndürdük./! (5) Ancak o kimseler müstesnâ ki; îmân (şartlarına şüphesiz bir şekilde i’tikâd) etmişlerdir ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemişlerdir; işte o (cehennem ehlinin aşağılık durumundan kurtula)n lar için, (ardı arkası) kesilmeyen / başa kakılmayan / pek büyük bir ecir vardır. / Lâkin o kimseler ki (genç ve sıhhatli oldukları dönemlerde) îmân etmişlerdir ve sâlih ameller işlemişlerdir; işte onlar (yaşlılığa ve hastalığa uğradıklarında aynı ibâdetleri yapamasalarda, hastalık ve yaşlılık gibi zorluklara sabretmeleri sebebiyle kendileri) için, (ardı arkası) kesilmeyen pek büyük hir mükâfat vardır. (6) (Ey kâfir insan!) Artık bu (nca kat’î delillerin açığa çıkması)n dan sonra hangi şey sana o (âhîretteki) cezâyı / o (İslâm) dîni (ni)/ yalan saydırabilir? (7) Gerçekten hüküm verenlerin en doğru hüküm vereni ancak Allâh değil midir? (Mâdemki öyledir, o halde kıyâmet günü kullar arasında isâbetli hükmünü verecektir.) Sağlam iş yapanların en muhkem iş yapanı ancak Allâh olmamış mıdır? (Mademki öyledir, o halde mükelleflerin diriltilmeyip cezâsız bırakılması düşünülecek şey değildir!) (8).[1]

Cenâb-ı Hakk üç şeyi üç şeyde gizlemiştir:

1-      Rızâsını, ibâdette,
2-      Gazâbını günâhlarda,
3-      Velîleri’ni Müslümanlar (halk arasında) da.[2]

Dört şeyin azı da çoktur;

1-      Ateş,
2-      Düçmanlık,
3-      Fakirlik,
4-      Hastalık.
﴿ وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلَى يَدَيْهِ يَقُولُ يَالَيْتَنِى اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَب۪يلًا [سورة الفرقان:٢٥/ ٢٧]
“O gün zâlim kimse, (çâresizlik içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir: “Ne olurdu ben de peygamberle berâber aynı yolu tutsaydım!”[3]

Cenâb-ı Hakk bana, Lütf-i ifâde nasîb eylesin,
Cenâb-ı Hakk sizlere de, Lütf-i istifâde nasîb eylesin,

Dil tükenmez bir hazînedir,
Bâzen de dermânı bulunmaz bir hastalıktır.




[1] Kur’ân-ı Mecîd, Mahmud USTAOSMANOĞLU.
[2] Muhammed Bâkır (r.a.)’ın oğlu (Câfer-i Sâdık –r.a.-)’na nasîhati.
[3] Furkân Sûresi, 25/27.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder