20 Temmuz 2011 Çarşamba

TERÂVÎH NAMAZININ FAZÎLETİ---SALÂT-I ÜMMİYYE OKUNUŞU----

TERÂVÎH NAMAZININ FAZÎLETİ

فضآئل صلاة التراويح في شهر رمضان
عَنْ عَلِىِّ بْنِ أَب۪ي طَالِبٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ أَنَّهُ -(سئل النبي عن فضآئل)- مَثَلَ عَنِ التَّرَاو۪يحِ ف۪ي شَهْرِ رَمَضَانَ فَقَالَ: “بَخٍ بَخٍ  لِمَنْ رَزَقَهُ اللّٰهُ قِيَامَ ذَالِكَ الشَّهْرِ فَمَنْ قَامَ،
Ali İbn-i Ebî Tâlib (r.a.) Ramazân ayındaki terâvîhin fazîletini misâllerle anlatmak üzere şöyle buyurdu: “Allâh-ü Teâlâ’nın bu ayın kıyâmını nasîb etmiş olduğu kimselere ne mutlu! Ne mutlu!,
أَوَّلَ لَيْلَةٍ: يَخْرُجُ مِنْ ذُنُوبِه۪ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ،
1-        İlk gece; terâvîh kılan kişi anasının kendisini doğurduğu gün gibi günahlarından çıkar.
وَاللَّيْلَةَ الثَّانِيَةَ: يُغْفَرُ -لَهُ- وَلِاَ بَوَيْهِ وَإِنْ كَانَا مُؤْمِنَيْنِ،
2-        İkinci gece; eğer mi’minseler ana-babası mağfiret olunur,
وَاللَّيْلَةَ الثَّالِثَةَ: تُنَاد۪يهِ الْمَلٰٓئِكَةُ مِنْ تَحْتِ الْعَرْشِ “إِسْتَأْنِفِ الْعَمَلَ فَقَدْ غُفِرَ لَكَ مَا مَضٰى مِنْ ذُنُوبِكَ”،
3-        Üçüncü gece: Arş’ın altından melekler kendisine “Ameline yeniden başla, geçmiş olan günâhların muhakkâk senin için bağışlanmıştır.” diye seslenir,
وَاللَّيْلَةَ الرَّابِعَةَ: لَهُ مِنَ الْاَجْرِ مِثْلُ قِرَآءَةِ التَّوْرَاةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالزَّبُورِ وَالْفُرْقَانِ،
4-        Dördüncü gece: Kendisi için Tevrât, İncîl, Zebûr ve Furkân’ı okumuş kadar sevâb vardır,
وَاللَّيْلَةَ الْخَامِسَةَ: يُعْط۪يهِ اللّٰهُ تَعَالٰى مِثْلُ مَنْ صَلّٰى فِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَسْجِدِ الْمَد۪ينَةِ وَالْمَسْجِدِ الْاَقْصٰى،
5-        Beşinci gece: Allâh-ü Teâlâ ona;

ü  Mescid-i Harâm’da,
ü  Mescid-i Nebevî’de,
ü  Mescid-i Aksâ’da,

            kılmış olanların sevâbını verir,
وَاللَّيْلَةَ السَّادِسَةَ: يُعْط۪يهِ اللّٰهُ تَعَالٰى ثَــوَابَ مَنْ طَافَ بِاالْبَيْتِ الْمَعْمُورِ وَيَسْتَغْفِرُ لَهُ كُلُّ حَجَرٍ وَمَدَرٍ،
6-        Atıncı gece: Allâh-ü Teâlâ kendisine,

ü  Beyt-i Ma’mûr’u[1] tavâf eden (Melek) lerin sevâbını verir,
ü  Her taş ve tuğla (ya varıncaya kadar her şey) kendisi için istiğfâr eder,
وَاللَّيْلَةَ السَّابِعَةَ: فَكَأَنَّمَا أَدْرَكَ مُوسٰى عَلَيْهِ السَّلَامُ وَنَصَرَهُ عَلٰى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ،
7-        Yedinci gece: -Sanki- Mûsâ (a.s.)’ya kavuşup, Fir’avun ve Hâmân’a karşı ona yardım etmiş gibi olur,
وَاللَّيْلَةَ الثَّامِنَةَ: فَكَأَنَّمَا أَدْرَكَ قِتَالَ بَدْرٍ، وَأَعْطَاهُ اللّٰهُ تَعَالٰى مَا أَعْطٰٓى إِبْرَاه۪يمَ عَلَيْهِ السَّلَامُ،
8-         Sekizinci gece:

ü  Bedir Harbine katılmış gibidir,
ü  Ayrıca Allâh-ü Teâlâ ona İbrâhîm (a.s.)’e verdiği mükâfaatı verir,
وَاللَّيْلَةَ التَّاسِعَةَ: فَكَأَنَّمَا عَبَدَ اللّٰهَ تَعَالٰى عِبَادَةَ دَاوُدَ التَّآئِبِ وَعِبَادَةَ النَّبِيِّ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ،
9-        Dokuzuncu gece:

ü  Tevbekâr Dâvud (a.s.)’ın ibâdeti,
ü  Rasûlüllâh (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’in taati kadar Allâh-ü Teâlâ’ya ibâdet etmiş gibidir, [2]
وَاللَّيْلَةَ الْعَاشِرَةَ: يَرْزُقُهُ اللّٰهُ تَعَالَى السَّلَامَةَ فِى الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَخَيْرَيِ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَيُشَفَّعُ ف۪ى سَبْع۪ينَ أَلْفًا وَزِيَادَةً،
10-    Onuncu gece:

ü  Allâh-ü Teâlâ kendisine dünya ve âhırette selâmet nasîb eder,
ü  İki cihânın hayırlarını bahşeder,
ü  Ayrıca 70.000 ve daha fazla kişi hakkında şefaatçi kılınır,
وَاللَّيْلَةَ الْحَادِيَةَ عَشَرَ: يَخْرُجُ مِنَ الدُّنْيَا رَيَّانًا وَيَمُرُّ عَلَى الصِّرَاطِ كَالْبَرْقِ الْخَاطِفِ،
11-    Onbirinci gece:

ü  Dünyadan suya kanmış olarak çıkar,
ü  Sıratı göz kapan şimşek gibi geçer,
وَاللَّيْلَةَ الثَّانِيَةَ عَشَرَ: يَكْتُبُ اللّٰهُ لَهُ أَجْرَ سَبْع۪ينَ حَجَّةً وَسَبْع۪ينَ عُمْرَةً مَقْبُولَةً وَجَآءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَالْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ،
12-    Onikinci gece:

ü  Allâh-ü Teâlâ kendisine 70 adet kabul olunmuş hacc,
ü  Makbûl umre ecri yazar,
ü  Kıyâmet günü (mahşere) dolunay gecesindeki ay gibi (nurlu olarak) gelir,
وَاللَّيْلَةَ الثَّالِثَةَ عَشَرَ: يُعْطٰى مِنَ الثَّوَابِ كَمَنْ عَمَرَ بَيْتَ الْمَقْدِسِ وَمَنْ جَاوَرَ ف۪يهِ مِنَ النَّبِيّ۪ينَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَآءِ وَالصَّلِح۪ينَ وَ جَآءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ اٰمِنًا مِنْ كُلِّ سُٓوءٍ،
13-    Onüçüncü gece:

ü  Beyt-i Makdis’i ma’mûr etmiş kimseler,
ü  Orada mücâvir bulunmuş peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlihler gibi sevablara nâil kılınır,
ü  Kıyâmet günü bütün kötülüklerden emîn olarak (mahşere) gelir,
وَاللَّيْلَةَ الرَّابِعَةَ عَشَرَ: كَانَ كَمَنْ أَدْرَكَ لَيْلَةَ الْقَدْرِ وَصَلّٰى مَا بَيْنَ الرُّكْنِ وَالْمَقَامِ إِلَى الصَّبَاحِ وَجَآءَتِ الْمَلٰٓائِكَةُ يَشْهَدُونَ لَهُ أَنَّهُ قَدْ صَلَّى التَّرَاو۪يحَ فَلَايُحَاسِبُهُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ،
14-    Ondördüncü gece:

ü  Kadir gecesine ulaşıp,
ü  Hacerü’l-Esved ile Makâm-ı İbrâhîm arasında namaz kılmış gibi olur,
ü  Melekler onun terâvîh kılmış olduğuna dâir şâhid olarak (mahşere) gelir,
ü  Bu nedenle kıyâmet gününde Allâh-ü Teâlâ kendisini (zor bir hesâb ile) muhâsebeye tâbî tutmaz,
وَاللَّيْلَةَ الْخَامِسَةَ عَشَرَ: يَسْتَج۪يبُ اللّٰهُ دَعْوَتَهُ وَيَقْض۪ى حَاجَتَهُ وَيُعْط۪ى لَهُ مَا لَا يَصِفُهُ الْوَاصِفُونَ وَتُصَلّ۪ي عَلَيْهِ الْمَلٰٓائِكَةُ وَحَمَلَةُ الْعَرْشِ وَالْكُرْسِيِّ،
15-    Onbeşinci gece:

ü  Allâh-ü Teâlâ duâsını kabul eder,
ü  Hâcetini görür,
ü  Anlatanların ta’rîf edemeyeceği kadar kendisine mükâfaat verir.
ü  Ayrıca melekler, özellikle Arş’ı ve Kürsî’yi taşıyan melâike kendisine salâtta bulunurlar (feyz ve rahmet yağdırırlar),
وَاللَّيْلَةَ السَّادِسَةَ عَشَرَ: يَخْرُجُ مِنْ قِبْرِه۪ وَهُوَ يُنَاد۪ى: “أَشْهَدُ أَنْ لٰٓا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ” وَيَكْتُبُ اللّٰهُ لَهُ بَرَآءَةَ النَّجَاةِ مِنَ النَّارِ وَبَرَآءَةَ الدُّخُولِ فِي الْجَنَّةِ،
16-    Onaltıncı gece:

ü  Kabrinden: “Şâhidlik ederim ki; Allâh-ü Teâlâ’dan başka hiçbir ilâh yoktur. Yine şehâdet ederim ki; Muhammed (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) onun kulu ve Rasûlüdür.” diye nidâ ederek (kelime-i şehâdet getirerek) kabrinden çıkar.
ü  Böylece Allâh-ü Teâlâ kendisine cehennemden kurtuluş berâati ve cennete giriş berâati yazar,
وَاللَّيْلَةَ السَّابِعَةَ عَشَرَ: لَايَخْرُجُ مِنَ الدُّنْيَا حَتّٰى يَرٰى مَقَامَهُ فِى الْجَنَّةِ وَيُعْطٰي مِثْلَ ثَوَابِ الْاَنْبِيَآءِ،
17-    Onyedinci gece:

ü  Cennet’teki makâmını görmedikçe dünyadan çıkmaz,
ü  Kendisine peygamberlerin sevâbının bir misli bağışlanır,
وَاللَّيْلَةَ الثَّامِنَةَ عَشَرَ: يُعْطٰى أَجْرَ الْمُجَاهِد۪ينَ وَالشُّهَدَآءِ وَيُنَاد۪ى مَلَكٌ: “يَا عَبْدَ اللّٰهِ! إِنَّ اللّٰهَ رَضِىَ عَنْكَ وَعَنْ وَالِدَيْكَ”،
18-    Onsekizinci gece:

ü  Mücâhidlerin ve şehîdlerin ecrine nâil kılınır,
ü  Bir melek kendisine: “Ey Allâh’ın kulu! Muhakkak ki Allâh-ü Teâlâ, senden de, anan-babandan da râzı olmuştur” diye nidâ eder,
وَاللَّيْلَةَ التَّاسِعَةَ عَشَرَ: كَفَاهُ اللّٰهُ هَمَّ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَيُرْفَعُ اللّٰهُ دَرَجَاتُهُ فِى الْفِرْدَوْسِ،
19-    Ondokuzuncu gece:

ü  Allâh-ü Teâlâ kendisine dünya ve âhıret sıkıntılarına karşı kâfî gelir,
ü  Firdevs (cennetin)’de derecelerini yükseltir,
وَاللَّيْلَةَ الْعِشْر۪ينَ: لَايَخْرُجُ مِنَ الدُّنْيَا حَتّٰى يَرٰى النَّبِيَّ عَلَيْهِ السَّلَامُ وَيُبَشِّرَهُ بِالْجَنَّةِ وَتَزُورَهُ الْمَلٰٓئِكَةُ،
20-    Yirminci gece:

ü  Rasûlüllâh (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’i görmeden,
ü  Kendisini cennetle müjdelemeden,
ü  Melekler onu ziyâret etmeden dünyadan çıkmaz,
وَاللَّيْلَةَ الْحَادِيَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: بَنَى اللّٰهُ لَهُ بَيْتًا فِى الْجَنَّةِ مِنَ النُّورِ يَكْتُبُ اللّٰهُ لَهُ ثَوَابًا بِعَدَدِ مَنْ فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ،
21-    Yirmibirinci gece:

ü  Allâh-ü Teâlâ Kendisine cennette nurdan bir köşk binâ eder,
ü  Ve ona göktekilerle yerdekiler sayısınca sevab yazar,
وَاللَّيْلَةَ الثَّانِيَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَكْتُبُ اللّٰهُ لَهُ أَجْرَ كُلِّ مَنْ أَشْبَعَ يَت۪يمًا وَأَرْمَلَةً مِنْ أُمَّةِ مُحَمَّدٍ وَجَآءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ اٰمِنًا مِنْ كُلِّ غَمٍّ وَهَمٍّ،
22-    Yirmiikinci gece: Allâh-ü Teâlâ ona Muhammed (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’in ümmetinden;

ü  Yetimleri ve dulları doyuran herkes kadar ecir yazar,
ü  Böylece o,  kıyâmet gününe her türlü gamdan ve kederden emîn olarak gelir,
وَاللَّيْلَةَ الثَّالِثَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: كَانَ كَأَنَّمَا اشْتَرٰى أُمَّةِ مُحَمَّدٍ وَأَعْتَقَهُمْ وَبَنَى اللّٰهُ لَهُ مَد۪ينَةً فِي الْجَنَّةِ،
23-    Yirmiüçüncü gece: Muhammed (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’in ümmetinin;

ü  Esirlerini satın alıp onları âzad etmiş gibi (sevâba nâil) olur,
ü  Allâh-ü Teâlâ kendisine Cennet’te bir şehir binâ eder,
وَاللَّيْلَةَ الرَّابِعَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: أَعْطَاهُ اللّٰهُ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ وَكَانَ لَهُ أَرْبَعٌ وَعِشْرُونَ دَعْوَةً مُسْتَجَابَةً،
24-    Yirmiüçüncü gece:

ü  Allâh-ü Teâlâ amel defterini ona sağ elinden verir,
ü  Kendisinin (24) yirmidört adet makbûl duâ hakkı olur,
وَاللَّيْلَةَ الْخَامِسَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَبْعَثُ اللّٰهُ إِلَيْهِ مَلَكَ الْمَوْتِ ف۪ٓى أَحْسَنِ صُورَةٍ وَيُبَشِّرُهُ بِالنَّع۪يمِ الّذ۪ى لَا يَقْنٰى وَيَرْفَعُ اللّٰهُ تَعَالٰى عَنْهُ عَذَابَ الْقَبْرِ،
25-    Yirmidördüncü gece:

ü  Allâh-ü Teâlâ ölüm meleğini ona en güzel bir sûrette gönderir de o onu,
ü  bitmez tükenmez ni’metlerle müjdeler,
ü  Ayrıca Allâh-ü Teâlâ ondan kabir azâbını kaldırır,
وَاللَّيْلَةَ السَّادِسَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: تَشْتَاقُ الْجَنَّةُ إِلَيْهِ وَيَرْفَعُ اللّٰهُ تَعَالٰى لَهُ ثَوَابَ أَرْبَع۪ينَ عَامًا،
26-    Yirmialtıncı gece:

ü  Cennet kendisine âşık olur,
ü  Allâh-ü Teâlâ onun için kırk senelik sevab yükseltir,
وَاللَّيْلَةَ السَّابِعَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَأْمُرُ اللّٰهُ رِضْوَانَ أَنْ يَفْتَحَ لَهُ أَبْوَابَ الْجِنَانِ،
27-    Yirmiyedinci gece: Allâh-ü Teâlâ Rıdvan’a Cennet kapılarını onun için açmasını emreder,
وَاللَّيْلَةَ الثَّامِنَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَأْمُرُ اللّٰهُ الْمَلٰٓئِكَةَ أَنْ يُغْلِقُو عَنْهُ أَبْوَابَ النَّارِ وَيَرْفَعُ اللّٰهُ لَهُ أَلْفَ دَرَجَةٍ فِي الْجَنَّةِ،
28-    Yirmisekizinci gece:

ü  Allâh-ü Teâlâ meleklere kendisine Cehennem kapılarını kitlemelerini emreder,
ü  Ayrıca onun Cennet’te (1000) bin derecesini yükseltir,
وَاللَّيْلَةَ التَّاسِعَةَ وَالْعِشْر۪ينَ: يَكْتُبُ اللّٰهُ لَهُ مِنَ الْاَجْرِ كَثَوَابِ أَيُّوبَ عَلٰى بَلٰٓائِه۪وَيَسْتُرُ عَلَيْهِ سَيِّئَاتِه۪ فَإِذَا كَانَتِ،
29-    Yirmidokuzuncu gece:

ü  Allâh-ü Teâlâ ona Eyyûb (a.s.)’un belâsına karşı (sabretme) sevâbı gibi ecirler yazar,
ü  Kötülüklerini kendisine örter,
اللَّيْلَةَالثَّلَاثُونَ: يَقُولُ اللّٰهُ تَعَالٰى: “يَا عَبْد۪ي كُلْ مِنْ ثِمَارِ الْجَنَّةِ وَغْتَسِلْ مِنْ مَآءِ السَّلْسَب۪يلِ وَاشْرَبْ مِنْ مَآءِ الْكَوْثَرِ أَنَا رَبُّكَ وَأَنْتَ عَبْد۪ي.”  وَيَأْمُرُ اللّٰهُ تَعَالٰى مُنَادِيًا أَنْ يُنَادِىَ مِنْ عَنَلنِ السَّمَآءِ: “هٰؤُ۬لٰٓاءِ عُتَقَآئ۪ي مِنْ عَذَاب۪ى وَعِزَّت۪ى وَجَلَال۪ى وَارْتِفَاعِ مَكَان۪ى لَاُدْخِلَنَّ الْجَنَّةَ الصَّآئِم۪ينَ مِنْ أُمَّةِ مُحَمَّدٍ .
30-    Otuzuncu gece: -Olduğu zaman- Allâh-ü Teâlâ: --- “Ey benim (terâvîh namazlarını bitiren) kulum! Cennet meyvelerinden ye, Selsebîl[3] gözesinden yıkan ve Kevser suyundan iç, Ben senin Rabbinim; sen de Benim kulumsun!” buyurur. Böylece bir münâdiye gökyüzünden doğru (kendisi adına): --- “İşte bunlar azâbımdan âzadlılarımdır! İzzim, Celâlim ve Yûce Makâmım hakkı için; Muhammed (aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’in Ümmetinden oruç tutanları cennete girdireceğim!” diye nidâ etmesini emreder.”[4]
 


 














[1] Beytü’l-Ma’mûr: Ma’mûr, bakımlı ev. Kâbe’nin üst hizâsında bulunan bir yerdir. Diğer bir adı da “Durâh”dır. Beytü’l-Ma’mûr’dan Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bahsedilir:

“Tûr’a, yayılmış ince deri üzerine satır satır dizilmiş Kitâb’a, bayındır eve (beytü’l-ma’mûra), yükseltilmiş tavan gibi göğe, kaynayacak denize andolsun ki, Rabbi’nin azabı hiç şüphesiz gelecektir” (Tûr Sûresi, 52/1-7) Allâh-ü Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’in bâzı yerlerinde kasem ettiği gibi bu Âyet-i Kerîme’de de Tûr Dağı’na, Kur’ân-ı Kerîm’e ve Beytü’l-Mâ’mûra yemîn etmektedir. Buradaki yemînden maksad, bunların kıymetine işâret etmek ve değerlerini yükseltmektir.
Müfessirler bu ayet-i kerîmede sözü geçen Beytü’l-Ma’mûr-u genellikle, yedinci kat semâda, Ka’be-nin üst hizâsında bulunan bir ev olarak tefsîr etmişlerdir. O’nu günde yetmiş bin melek namaz kılmak ve tavâf etmek için ziyâret eder ve kıyâmete kadar da bir daha geriye dönmezler. (Muhtasar’u Tefsir-i İbn-i Kesîr, Nşr. M. Ali es-Sâbünî, Beyrut 1401, III, 388-389; Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul 1936, VI, 4551; el-Hâzin, Lübâbü’t-Te’vîl fî Meâni’t-Tenzîl, IV, 242; el-Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, IV, 467; İsmail Hakkı Bursevî, Rühu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’an, IV, 123).
[2] ﴿ وَهَلْ اَتٰيكَ نَبَؤُ۬ا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ ﴿٢١﴾ اِذْ دَخَلُوا عَلَى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَاتَخَفْۚ خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَآ اِلٰى سَوَآءِ الصِّرَاطِ ﴿٢٢﴾ إِنَّ هٰذَٓا أَخ۪ى لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِىَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ أَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ى فِى الْخِطَابِ ﴿٢٣﴾ قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤٰالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِهِۜ وَإِنَّ كَث۪يرًا مِنَ الْخُلَطَآءِ لَيَبْغ۪ى بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ إِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَاهُمْۜ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ أَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَأَنَابَ سجدة ﴿٢٤﴾ فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ وَإِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ ﴿٢٥﴾ يَا دَاوُ۫دُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِى الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ إِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟ ﴾ [سورة صٓ:٣٨/٢١-٢٦]
21. Sana davacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı aşarak mabede girmişlerdi.
22. Hani Dâvûd’un yanına girmişlerdi de Dâvûd onlardan korkmuştu. Onlar, “Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet” dediler.
23. İçlerinden biri şöyle dedi: “Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken ‘Onu da bana ver’ dedi ve tartışmada beni bastırdı.”
24. Davud dedi ki: “Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esâsen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak îmân edip sâlih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır.” Dâvûd, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allâh’a yöneldi.
25. Biz de bunu ona bağışladık. Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır.
26. Ona dedik ki: “Ey Dâvûd! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allâh’ın yolundan saptırır. Allâh’ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azab vardır.”
﴿ وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِى الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ  غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ [سورة الأنبيآء:٢١/٧٨]
“Dâvûd ile Süleymân’ı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı.  Çünkü halkın koyunları o ekine girmişti. Biz de hükümlerine şâhîd olmuştuk.” (Enbiyâ Sûresi, 21/78)

Tefsir kaynaklarında belirtildiğine göre; bu olayda Hz.Dâvûd, koyunların ekin sâhibine verilerek zararın tazmîn edilmesine hükmetmiş, Hz. Süleymân ise koyunların geliriyle zararın tazmîninin her iki taraf için daha uygun düşeceği yolunda hüküm vermişti.

Kıssa şu şekilde de açıklanabilir. Ayette de belirtildiği gibi Hz. Dâvûd sadece dâvâcıyı dinleyip hüküm vermiş, dâvâlıyı dinlememiş, daha sonra bu tutumunun yanlış olduğunu düşünerek tövbe etmiştir. Olay yine Kur’an’da zikredilen, ekin tarlasına girip zarar veren sürü kıssasıyla da ilgili olabilir. Zira iki kıssada da haksızlık, koyunlar ve Hz. Dâvûd’un hükmünde tam isâbet etmemesi söz konusudur. Sonuç olarak kıssa kesinlikle Hz.Dâvûd’un günah işlediğini göstermemektedir. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb ilgili ayetlerin tefsiri)
Nitekim rivâyete göre Hz. Ali (r.a.); “Kim Hz. Dâvûd’la ilgili bu kötü haberleri anlatırsa, ona iki celde -yüz altmış sopa- vuracağım” (Sa’lebî, Arâisu’l-Mecâlis, s. 284; Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l Kur’an, 15/119; F. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, 26/192) demiştir.

Hz. Dâvud (a.s.)'un zellesini bağışlatmak için kırk gün kırk gece durmadan ibâdet, tevbe ve istiğfâr ettiği de anlatılır.
[3] ﴿ عَيْنًا ف۪يهَا تُسَمّٰى سَلْسَب۪يلًا   [سورة الإنسان:٧٦/١٨] “Orada bir pınar ki ona “selsebîl” adı verilir.” (İnsân Sûresi, 76/18.) Selsebîl: Cennet’te bir çeşme veyâ ırmağın adı. Tatlı, latîf, lezîz su.
[4] Ramazan-ı Şerîf Risalesi/Cübbeli Ahmet Hocaefendi/sh:280-292. (Kitâbü’l-mevâ’ız fî fünûni’l-mecâlis, Zühretü’r-Riyâd, İsmail Hakkı, Mecâlisü’l-va’z ve’t-Tezkîr, sh:88-90, Osman el-Hobevî, Dürratü’l-Vâ’ızîn, sh:16,17, Muhammed Hayrî, Mecâlis-i Hayriyye ve Mefâtîh-ı Ilmiyye ,sh:15-99.); Ay ve Gecelerin Fazileti/İsmail Fındıklı/Yasin yayınevi sh:408-410.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder