DUANIN ÖNEMİ
Dua,
insanda doğuştan var olan bir duygudur. Bu sebeple bütün dinlerde dua
mevcuttur. Üstün bir varlığa inanan her insan, hayatının herhangi bir anında
dua ihtiyacını hisseder. Çünkü her insan, zaman zaman üstesinden gelemeyeceği
birçok olay, üzüntü ve sıkıntı ile karşılaşır. Böyle anlarda insan, Allah’a
sığınma ve O’ndan yardım isteme ihtiyacı hisseder ve dua eder. Normal
zamanlarda dua etmeyen veya Allah’a inanmayan insanlar bile üstesinden
gelemedikleri olaylar karşısında, darda kaldıkları ve sıkıntıya düştükleri
zamanlarda dua ihtiyacı hissederler. Bu da insanın duaya muhtaç olduğunun
delilidir. Yüce Allah, bu durumu Yûnus sûresinin 12. ayetinde şöyle açıklar:
وَإِذَا
مَسَّ الْإِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِهِ أَوْ قَاعِدًا أَوْ
قَآئِمًافَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَنْ لَمْ يَدْعُنَا إِلَى
ضُرٍّ مَسَّهُ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِفِينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
“İnsana bir zarar
dokunduğu zaman, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder;
zararını kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarardan dolayı bize
hiç dua etmemiş gibi davranır. İşte aşırı gidenlere yaptıkları şeyler böyle
süslü gösterilmiştir.” Aynı şekilde,
Lokman sûresinin 32. ayetinde;
وَإِذَا
غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا الٰهّلَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ
فَلَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمَا يَجْحَدُ
بِآيَاتِنَا إِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ
“(Denizde) onları kara
gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O’na halis kılan
gönülden bağlılar olarak Allah’a yalvarırlar. Fakat O, onları kurtarıp karaya
çıkarınca, içlerinden bir kısmı orta yolu tutar. Zaten bizim ayetlerimizi
nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez”
buyrulmaktadır. Bu iki ayetten anlaşılacağı gibi, dua etmek, insanın fıtrî bir
özelliğidir. Yine bu ayetlerde Yüce Allah bize, duanın sadece sıkıntılı
zamanlarda değil, her zaman yapılması gerektiğini de hatırlatmaktadır.
Dua
yaptıktan sonra insan, gönlünde bir ferahlık ve rahatlık hisseder, isteğinin
yerine getirileceği hususunda ümitvâr olur. Bu yönü ile dua, ruhî bunalımlara
karşı koruyucu sağlık tedbiri konumundadır.
1. Dua, İlâhî Bir Emirdir
Dua etmek, ayet ve hadislerde
övülmüş ve teşvik edilmiştir.
اُدْعُوا
رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً
“Rabbinize
yalvararak ve gizlice dua edin.” (A’râf, 7/55; bk. En’âm, 6/63)
وَادْعُوهُ
خَوْفًا وَطَمَعًا
“Korkarak ve
umarak O’na dua edin.” (A’râf, 7/56)
قُلْ مَا يَعْبَأُ
بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ
“(Ey
Peygamberim!) De ki; duanız / ibadetiniz / imanınız olmasa Rabbim size ne diye
değer versin?” (Furkân, 25/77) Peygamberimiz (s.a.s.);
فَعَلَيْكُمْ
عِبَادَ الِّٰهل بِالدُّعَاءِ
“Ey Allah
kulları! Size dua etmenizi tavsiye ederim.” (Hâkim, De’avât, I, 493; Tirmizî,
De’avât, 102)
تَرْكُ الدُّعَاءِ
مَعْصِيَةٌ
“Duayı terk
etmek isyandır, günahtır.” (Heysemî, Ed’ıye, 2, No: 17194)
لَا تَعْجِزُوا
فِي الدُّعَاءِ فَاِنَّهُ لَايُهْلَكُ مَعَ الدُّعَاءِ اَحَدٌ
“Dua etmekte
aciz olmayın, çünkü dua eden hiçbir insan helâk olmaz.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye,
No:871; Hâkim, De’avât, I, 494)
اذَا سَأَلَ اَحَدُكُمْ
فَلْيُكْثِرْ فَاِنَّهُ يَسْأَلُ رَبَّهُ
“Biriniz dua
edip bir şey istediği zaman çok istesin. Çünkü o, Rabbinden istiyor (O’nun
nimeti, keremi ve lütfu çok ve boldur).” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 889)
اِذَا دَعَا
اَحَدُكُمْ فَلْيُعْظِمِ الرَّغْبَةَ فَاِنَّهُ لَا يَتَعَاظَمُ عَلَى الِّٰهل
شَيْئٌ
“Biriniz dua
ettiği zaman istediğini çok ve büyük istesin. Çünkü Allah’a hiçbir şey büyük ve
çok gelmez.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 896) buyurmuştur. Dua eden kimse, Allah
ve Peygamberin emrine uymuş, ibadet etmiş, Allah’ı anmış ve sevgisini kazanmış
olur. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
سَلُوا
الٰهّلَ مِنْ فَضْلِه۪ فَإِنَّ الٰهّلَ يُحِبُّ أَنْ يُسْأَلَ وَأَفْضَلُ
الْعِبَادَةِ اِنْتِظَارُ الْفَرَجِ
“Allah’ın fazlından
isteyin, çünkü Allah kendisinden bir şey istenmesini sever. En faziletli ibadet
(dua edip) bir sıkıntının kalkmasını beklemektir.” (Tirmizî, De’avât, 116)
2. Dua, Bir İbadettir.
Peygamberimiz
(s.a.s.);
اَلدُّعَاءُ مُخُّ
الْعِبَادَةِ
“Dua, ibadetin özüdür.” (Tirmizî, De’avât, 1),
اِنَّ اَفْضَلَ
الْعِبَادَةِ اِنْتِظَارُ الْفَرَجِ مِنَ الله
“En faziletli ibadet, Allah’tan sıkıntıyı kaldırmasını
beklemektir.” (Heysemî, Ed’ıye, 7, No: 17202),
اَلدُّعَاءُ هُوَ
الْعِبَادَةُ
“Dua, mahza ibadettir” buyurmuş, sonra Mü’min sûresinin;
وَقَالَ رَبُّكُمُ
ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي
سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ
“Rabbiniz buyurdu ki: ‘Bana dua edin, duanızı kabul edeyim. Bana
kulluk etmeğe tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir’
anlamındaki 60. ayetini okumuştur. (Tirmizî, De’avât, 1; bk. İbn Mâce, Dua, ;
Ebû Davut, Salât, 358; Hâkim, De’avât, I, 491; İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 890)
Sahabeden İbn Abbâs,
اَفْضَلُ
الْعِبَادَةِ هُوَ الدُّعَاءُ
“En faziletli ibadet duadır” demiş ve yukarıdaki ayeti
okumuştur. (Hâkim, De’avât, I, 491)
3. Dua, Allah Katında Çok Değerlidir
لَيْسَ
شَيْءٌ أَكْرَمَ عَلٰى الِّٰهل مِنَ الدُّعَاءِ
“Allah katında duadan
daha şerefli bir şey yoktur.”
(Tirmizî, De’avât, 1; İbn Mâce, Dua, 1) anlamındaki hadis bunun delilidir.
Çünkü dua eden kimse, Allah’ın varlığını, yüceliğini, kudretini ve kullarına
yardım eden olduğunu, acziyetini ve Allah’a muhtaç olduğunu kabul ve ikrar
etmiş olur.
4. Dua, Rahmet Kapılarını Açan Bir Anahtardır
اَلدُّعَاءُ
مِفْتَاحُ الرَّحْمَةِ
“Dua, rahmet
(kapılarını açan) bir anahtardır”
(Süyûtî, I, 486) anlamındaki hadis, dua eden kimsenin Allah’ın merhametine
mazhar olacağını ifade etmektedir. İnsan, içinden gelerek “Rabbim! Allah’ım!
Nimetlerini ihsan eyle, affeyle, yardım eyle, musibetlerden koru” ve benzeri
dilek ve isteklerini Allah’a arz ettiği zaman, Allah, rahmet kapılarını kuluna
açar, ona yardım eder. 5. Allah, Dua Etmeyene Kızar مَنْ
لاَ يَدْعُو الٰهّلَ يَغْضَبْ عَلَيْهِ “Kim Allah’a dua etmezse, Allah ona gazap
eder.” (İbn Hıbbân, Zikir ve Dua, No: 890; Hâkim, De’avât, I, 491; Tirmizî,
De’avât, 2; İbn Mâce, Dua, 1) anlamındaki hadis, bu gerçeği ifade etmektedir.
Çünkü dua etmeyen insan; hem Allah ve Peygamberin “dua edin” emrine uymamış,
hem de büyüklenmiş, kendisini müstağni görmüş demektir. Bu durum, “kulluk” ile
bağdaşmaz ve Allah’ın gazabını celbeder.
6. Dua, Mü’minin Manevî Silahıdır
اَلدُّعَاءُ
سِلاَحُ الْمُؤْمِنِ وَ عِمَادُ الدِّينِ وَ نُورُ السَّمَوَاتِ وَالْاَرْضِ
“Dua, mü’minin silahıdır,
dinin direğidir, göklerin ve yerin nurudur.” (Hâkim, De’avât, No: 1812; Heysemî, Ed’ıye, 5, No:
17198) anlamındaki hadis, duanın mü’mini birtakım sıkıntı, kaza ve belalardan
koruyacağını ifade etmektedir. Buradaki “silah” izâfî anlamdadır. İnsan “silah”
ile düşman saldırılarına karşı kendini korur. Hadiste dua da silaha
benzetilmiştir. Çünkü insan dua ederek Allah’tan kendisini görünür görünmez
kazalardan, belalardan ve âfetlerden korunmasını ister. Eğer şartlarına uygun
ve ihlâs ile dua edebilirse, Allah onu korur. Böylece dua, mü’minin manevî
silahı olur. Dua etmemizi emreden yüce Rabbimizin, Kur’ân’ın ilk sûresinde bize
nasıl dua edeceğimizi bildirmesi, duanın önemini ortaya koymaktadır: اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ “Bizi sırat-ı
müstakime / doğru yola ilet.” (Fâtiha, 1/6) İnsanın hayatındaki en değerli an,
yüce Allah’a yöneldiği ve onunla baş başa kaldığı zaman dilimidir. Allah ile
baş başa kalmanın en güzel vasıtası ise duadır. Dua eden insan, bütün varlığı
ile Allah’a yönelir ve O’ndan istek ve dilekte bulunur. Ayet ve hadislerde her
konu ile ilgili onlarca dua örneklerinin bulunması, duanın dindeki yerini ve
önemini ifade eder.
DUA KAVRAMININ ANLAMI*
A. SÖZLÜK VE TERİM ANLAMI
Sözlükte;
“çağırmak, seslenmek, davet etmek, istemek ve yardım talep etmek” anlamlarına
gelen dua, din ıstılahında; Allah’ın yüceliği karşısında insanın aczini ve
zafiyetini itiraf etmesi, sevgi ve saygı ile O’nun lütuf, nimet ve yardımını,
dünya ve ahirette nimetler ve iyilikler ihsan etmesini; üzerindeki sıkıntı,
dert ve belayı gidermesini; günah, hata ve kusurlarını bağışlamasını dilemesi;
yalvarıp yakarması ve O’na hâlini arz edip niyazda bulunması demektir. (bk.
Rağıb ve İbn Manzûr, d.’a.v. maddesi) Dua kavramı; “saygı” ve “Allah’ı anma”
(ta’zîm ve zikir) ile “çağrı” ve “istekte bulunma” (nidâ ve istiâne)
anlamlarını birlikte içerir.
Dua; sınırlı, sonlu ve aciz olan insanın bütün benliğiyle
sınırsız, sonsuz ve kudret sahibi olan yüce Allah’a yönelip O’ndan istek ve
dilekte bulunması, O’nunla arasında bir köprü ve diyalog kurmasıdır. Dua eden
insan; bütün zayıflığı, acizliği ve ihtiyaçları içinde, Yüce Allah’ın sonsuz
kudretinin ve yüceliğinin, isteklerini ancak O’nun lütfu ve yardımıyla elde
edebileceğinin bilincindedir. Bu bilinçle yapılan dua; insanın Yaratan’ına olan
inancının, güveninin ve O’na teslim oluşunun bir göstergesidir. İşte bundan
dolayı Peygamberimiz (s.a.s.);[1]
لَيْسَ
شَيْءٌ أَكْرَمَ عَلٰى الِّٰهل مِنَ الدُّعَاءِ
“Allah’a duadan daha değerli
bir şey yoktur” buyurmuştur. (İbn
Hıbbân, Ed’ıye, No: 870; Ahmed, II, 362; Tirmizî, De’avât, 1; İbn Mâce, Dua, 1)
B.
KUR’ÂN’DAKİ ANLAMI
Çok anlamlı kavramlardan biri
olan “dua”; Kur’ân’da yedi farklı anlamda kullanılmıştır. (bk. Ebû’l-Ferec, s.
292-295)
1. Çağrı (nidâ)
يَوْمَ
يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَج۪يبُونَ بِحَمْدِهِ وَتَظُنُّونَ إِنْ لَبِثْتُمْ إِلاَّ
قَل۪يلًا
“Sizi çağırdığı gün, O’na hamd
ederek davetine uyarsınız ve (kabirlerinizde) pek az bir müddet kaldığınızı
zannedersiniz.” (İsrâ, 17/52; bk. Enbiya, 21/45; Fâtır, 35/14; Kamer, 54/10)
2. İstiâne / Birinden yardım isteme
وَإِنْ
كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ
مِثْلِهِ وَادْعُوا شُهَدَاءَكُمْ مِنْ دُونِ الِّٰهل إِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
“Kulumuza indirdiğimiz
Kur’ân’dan şüphe ediyorsanız, siz de onun benzeri bir sûre meydana getirin;
eğer doğru sözlü iseniz, Allah’tan başka, güvendiklerinizi de yardıma çağırın.”
(Bakara, 2/23; bk. Yunus, 10/38; Mü’min, 40/26)
3. Söz (kavl)
فَمَا
كَانَ دَعْوَاهُمْ إِذْ جَاءَهُمْ بَأْسُنَا إِلاَّ أَنْ قَالُوا إِنَّا كُنَّا
ظَالِم۪ينَ
“Azabımız
onlara (helâk ettiğimiz toplumlara) geldiğinde sözleri, ancak ‘biz gerçekten
zalimlermişiz’ demekten ibarettir.” (A’râf, 7/5; bk. Yunus, 10/10; Enbiya,
21/15)
4. İstifhâm / Bir şeyi sormak, anlamak istemek
يَا
أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَج۪يبُوا وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا
يُحْي۪يكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ الٰهّلَ يَحُولُ بَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَأَنَّهُ
إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
“Ey
inananlar! (Elçi), sizi yaşatacak şeylere çağırdığı zaman Allâh’ın ve Elçisinin
çağrısına koşun ve bilin ki, Allah, kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz,
O’nun huzuruna toplanacaksınız.” (Enfâl, 8/24; bk. Bakara, 2/68; Yunus, 10/25;
Kehf, 18/58; Mü’minûn, 23/73; Nuh, 71/5, 8)
5. İstekte bulunmak, yalvarmak (suâl)
وَإِذَا
سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا
دَعَانِ
“Kullarım,
sana benden sorarlarsa (de ki): Ben (onlara) yakınım, dua edip yalvaran, bana
dua ettiği zaman onun duasına karşılık veririm…” (Bakara, 2/186; bk. A’râf,
7/134; Zuhruf, 43/49; Mü’min, 40/49, 60)
6. İbadet
Kur’ân’da birçok ayette “dua”
kelimesi ve türevleri bu anlamda kullanılmıştır. Şu ayetleri örnek olarak
verebiliriz:
قُلْ أَنَدْعُو
مِنْ دُونِ الِّٰهل مَا لاَ يَنْفَعُنَا وَلاَ يَضُرُّنَا
“De ki: ‘Biz
hiç Allah’ı bırakıp da bize fayda da, zarar da vermeyecek şeylere ibadet eder
miyiz?...” (En’âm, 6/71)
وَالَّذِينَ لَا
يَدْعُونَ مَعَ الِّٰهل إِلٰهًا آخَرَ
“Onlar
(Rahman’ın kulları), Allah’ın yanında başka tanrı tutup ona ibadet etmezler…”
(Furkân, 25/68; bk. Mü’minûn, 23/117; Cin, 72/18, 20)
7. İman
قُلْ مَا
يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ
“De ki:
‘İbadetiniz / imanınız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?’...” (Furkân,
25/77) Bu ayetteki “dua” kelimesi ibadet anlamına gelebileceği gibi iman
anlamına da gelir. (Buhârî, İman, 2) İbadet kavramı, iman kavramını da içine
alır. Bir insanın ibadet edebilmesi için her şeyden önce iman etmesi gerekir.
C.
DUA ANLAMINA GELEN KUR’ÂN KAVRAMLARI
1. İbadet
“Dua” kavramı, ibadet
anlamına geldiği gibi “ibâdet” kavramı da dua anlamına gelir. Meselâ şu ayette
geçen “ibâdet” kelimesi, “dua” anlamındadır:
وَقَالَ رَبُّكُمُ
ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي
سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ
“Rabbiniz
buyurdu ki: Bana dua edin, duanızı kabul edeyim. Bana dua (ibadet) etmeğe
tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min, 40/60)
Sahabeden Nu’mân ibn Beşîr, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in minberde,
اَلدُّعَاءُ هُوَ
الْعِبَادَةُ
“Dua ibadettir” dediğini,
sonra sözüne delil olarak bu ayeti okuduğunu söylemiştir. (Tirmizî, De’avât, 2;
bk. İbn Mâce, Dua,
1; Ebû Davut, Salât, 358)
2. Salât
Sözlükte dua anlamına gelen
“salât” kelimesi Kur’ân’da; namaz anlamında kullanıldığı gibi sözlük anlamında
da kullanılmıştır: Şu ayetleri örnek olarak verebiliriz:
وَصَلِّ
عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَهُمْ
“Ve onlara
dua et; çünkü senin duan, onlara huzûr ve sükûn verir.” (Tevbe, 9/103)
أَلَمْ تَرَ أَنَّ
الٰهّلَ يُسَبِّحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالطَّيْرُ صَافَّاتٍ
كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَ تَالَهُ وَتَسْبِيحَهُ
“Görmedin
mi, göklerde ve yerde olan kimseler ile kanatlarını çırparak uçan kuşlar
Allah’ı tespih ederler? Her biri kendi duasını ve tespihini bilmiştir…” (Nûr,
24/41)
3. Nidâ
Sözlükte çağrı anlamına gelen
“nidâ” kavramı, Kur’ân’da dua anlamında da kullanılmıştır. Şu örneği
zikredebiliriz:
وَأَيُّوبَ إِذْ
نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
“(Ey
Peygamberim!) Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, ‘Şüphesiz ki ben derde
uğradım, sen merhametlilerin en merhametlisisin’ diye yalvarmıştı (nâdâ).”
(Enbiya, 21/83)
4. Kavl
Lügatte söz anlamına gelen
“kavl” kelimesi, Kur’ân’da dua anlamında da kullanılmıştır. Şu ayeti örnek
olarak zikredebiliriz:
قَالَ رَبِّ
اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَا يَنْبَغِي لِأَحَدٍ مِنْ بَعْدِي إِنَّكَ
أَنْتَ الْوَهَّابُ
“O, Rabbim!
Beni affet, bana, benden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir mülk (hükümdarlık)
ver. Çünkü Sen, çok lütufkârsın, dedi /diye dua etti.” (Sâd, 38/35; Âl-i İmrân,
3/38)
5. Tazarru
Yalvarmak anlamına gelen
“tazarru” kelimesi dua ile eş anlamlıdır. Şu ayeti örnek olarak verebiliriz:
وَلَقَدْ
أَرْسَلْنَا إِلَى أُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَأَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَاءِ
وَالضَّرَّاءِ لَعَلَّهُمْ يتَضََرعَّوُنَ
“Şüphesiz ki
senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik. Bize yalvarsınlar / dua
etsinler diye onları darlık ve sıkıntı ile yakalayıp cezalandırdık.” (En’âm,
6/42)
6. Suâl
Sözlükte istemek ve sormak
anlamına gelen “suâl” kelimesi, bir kısım hadislerde dua anlamında
kullanılmıştır. Şu örnekleri verebiliriz:
اَللّٰهُمَّ
إِنِّي أَسْأَلُكَ الْهُدٰى وَالتُّقٰى وَالْعَفَافَ وَالْغِنٰى
“Allah’ım!
Senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği istiyorum.” (Müslim, Dua, 72; Tirmizî,
De’avât, 9)
فَإِذَا
سَأَلْتُمُ الٰهّلَ فَاسْأَلُوهُ الْفِرْدَوْسَ
“Allah’tan
cennet istediğiniz zaman Firdevs cennetini isteyin.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Cenne,
4) Allah’tan bir şey istemek, O’na dua etmektir.
7. İstiâne
“İstiâne” yardım istemek anlamında
olup bir kısım ayet ve hadislerde dua anlamında kullanılmıştır. Şu örnekleri
verebiliriz: Yüce Allah, Fâtiha sûresinde bize;
وإَيِّاَك
نسَْتعَِينُ
“Ancak
Senden yardım isteriz” (Fâtiha, 1/5) şeklinde dua etmemizi öğretmektedir.
Peygamberimiz (s.a.s.) de, yaptığı konuşmalarına;
إِنَّ الْحَمْدَ
نَسْتَعِينُهُ ونَسْتَغْفِرُهُ
“Her türlü
övgü Allah’a mahsustur, O’ndan yardım ister ve O’nun bağışlamasını dileriz”
(Tirmizî, Vitir, 116) dua cümlesi ile başlamıştır.
8. İstiğâse
“İstiğâse”, yardım istemek
demektir. Kur’ân’da dua etmek anlamında kullanılmıştır. Şu ayeti örnek olarak
zikredebiliriz:
إِذْ
تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ أَنِّي مُمِدُّكُمْ بِأٰلٰفٍ مِنَ
الْمَلآئِكَةِ مرُدْفِيِنَ
“Siz
Rabbinizden yardım istiyordunuz, O da: ‘Ben size birbiri ardınca bin melek ile
yardım edeceğim’ diye duanızı kabul buyurmuştu.” (Enfâl, 8/9)
9. İstiğfâr
“İstiğfâr”; Allah’tan af ve
mağfiret dilemek demektir. Af ve mağfiret dilemek, Allah’ın affetmesi için O’na
dua etmek, yalvarmak demektir. Nuh Peygamberin, kavmine hitabını içeren şu
ayeti örnek olarak verebiliriz:
فَقُلْتُ
اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ إِنَّهُ كَانَ غَفَّارًا
“Rabbinizden
mağfiret dileyin, çünkü O çok bağışlayandır, dedim.” (Nûh, 71/10)
وَ اِنِّي لَاَ
سْتَغْفِرُ الٰهّلَ فِي الْيَوْمِ مِائَةَ مَرَّةٍ
“Vallahi ben
günde yüz defa Allah’tan mağfiret diliyorum.” (Müslim, Zikir, 41)
10. İstiâze
“İstiâze”, bela, kaza, âfet
ve kötülüklerden Allah’a sığınma, O’ndan kendisini korumasını isteme
anlamındadır. Şu ayet ve hadisi örnek olarak verebiliriz:
قَالَ رَبِّ
إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ لِي بِه۪ عِلْمٌ وَإِلاَّ
تَغْفِرْ لِي وَتَرْحَمْنِي أَكُنْ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“Nuh; ‘Ey
Rabbim! Ben bilmediğim bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Sen
beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen, ben hüsrana uğrayanlardan olurum’
diye niyazda bulundu.” (Hûd, 11/47)
اَللّٰهمَّ إِنِّي
أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْبَرَصِ وَالْجُنُونِ وَالْجُذَامِ وَمِنْ سَيِّىءِ
الْأَسْقَامِ
“Allah’ım!
Alaca hastalığından, delilikten, cüzzam hastalığından ve her türlü kötü
hastalıktan sana sığınırım.” (Ebû Davud, Salât, 367)
11. Tevbe
“Tevbe”, insanın günahına
pişmanlık duyması ve Allah’tan af dilemesi demektir. Tevbe eden insan, Allah’a
dua edip yalvarmış olur.
فَاسْتَغْفِرُوهُ
ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُجِيبٌ
“O’ndan
mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe edin! Çünkü Rabbim yakındır, duaları kabul
edendir.” (Hûd, 11/61) Ayette “tevbe edin” emrinden sonra Allah’ın duaları
kabul eden olduğunun bildirilmesi, tevbe etmenin de dua anlamına geldiğini
ifade eder. “Zikir” (Allah’ı anma), “tesbih” (Sübhânellah / Allah’ı noksan
sıfatlardan tenzih ederim), “hamd” (Elhamdülillâh / Allah’a hamd olsun),
“tehlil” (lâ ilâhe illallah / Allah’tan başka ilâh yoktur), “tekbir” (Allâhü ekber
/ Allah en büyüktür) “senâ” (Allah’ı övme) ve “şükür” (Allah’ın verdiği
nimetlere teşekkür etme), “icâbet”, “istîcâb” ve “tenciye” (duayı kabul etme),
“keşf” (sıkıntıları giderme, kaldırma) kavramları “dua” kavramının mana alanını
oluşturur.
DUANIN
ÇEŞİTLERİ
Dua; söz ve kalple, fiil ve
hâl ile yapılır. Dua, “hayır dua” ve “beddua” şeklinde olabilir. Dua, insanın
kendisine veya başkasına yönelik olabilir. İçeriği açısından dua, maddî veya
manevî isteklere, dünyevî ve uhrevî isteklere yönelik olabilir. Duanın farklı
yönlerden çeşitlerini şöyle özetleyebiliriz:
SÖZLÜ DUA
Sözlü dua, sözle ve kalple
yapılan duadır. Bu tür dua; kalp ve dil ile Allah’ı anmak, O’na saygı ifade
eden cümleleri okumak, dünya ve ahiret ile ilgili isteklerde bulunmak, af ve
mağfiret dilemek şeklinde yapılır. Sözlü duaya, genellikle “ey Rabbim” “ey
Rabb’imiz”, “Allah’ım” ve benzeri hitap cümleleriyle başlanır. Meselâ Hz. Âdem
ile eşi Havva validemizin;
رَبَّنَا
ظَلَمْنَا أَنْفُسَنَا وَإِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَناَ وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ
مِنَ الْخَاسِرِينَ
“Rabbimiz!
Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, muhakkak
ziyana uğrayanlardan oluruz!” (A’râf, 7/23) Zekeriya Peygamberin;
وَزَكَرِيَّا إِذْ
نَادَى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا وَأَنْتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ
“Zekeriyyâ’yı
da (an). O, Rabbine; ‘Rabbim! Beni yalnız başıma bırakma! Sen, vârislerin en
hayırlısısın (her şeyim sana kalacaktır)’ diye dua etmişti.” (Enbiyâ, 21/89)
Peygamberimiz (s.a.s.)’in;
اَللَّهُمَّ
إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ قَلْبٍ لَا يَخْشَعُ وَمِنْ دُعَاءٍ لَا يُسْمَعُ ومِنْ
نَفْسٍ لَا تَشْبَعُ ومِنْ عِلْمٍ لَا يَنْفَعُ
“Allah’ım!
Saygı duymayan kalpten, kabul olmayan duadan, doymayan nefisten ve fayda
vermeyen ilimden sana sığınırım.” (Tirmizî, De’avât, 69)
اَللّٰهُمَّ
رَبَّنَا آتِنَا فيِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفيِ الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا
عَذَابَ النَّارِ
“Allah’ım!
Rabbimiz! Bize dünyada iyilik, güzellik ve nimet ver, ahirette de iyilik,
güzellik ve nimet ver ve bizi ateş azabından koru.” (Buhârî, De’avât, 55)
şeklinde yaptığı dualar, sözle ve kalple yapılan dua örnekleridir. Sözlü
dualar; hayır dua veya beddua olarak iki kısma ayrılır: a) Hayır Dua Kur’ân’da
“hayır dua kavramı” geçmektedir:
لَا يَسْأَمُ
الْإِنْسَانُ مِنْ دُعَاءِ الْخَيْرِ
“İnsan hayır
dua etmekten usanmaz.” (Fussilet, 41/49) Peygamberimiz (s.a.s.), her şeyin
hayırlısını isteyerek “hayır duayı” teşvik etmiştir:
اَللّٰهُمَّ
إِنِّي أَسْأَلُكَ خَيْرَ الْمَسْأَلَةِ وَخَيْرَ الدُّعَاءِ وَخَيْرَ النَّجَاحِ
وَخَيْرَ الْعَمَلِ وَخَيْرَ الثَّوَابِ وَخَيْرَ الْحَيَاةِ وَخَيْرَ الْمَمَاتِ
“Allah’ım!
Senden istenen şeylerin hayırlısını, duanın hayırlısını, kurtuluşun
hayırlısını, işlerin hayırlısını, sevabın hayırlısını, hayatın hayırlısını,
ölümün hayırlısını istiyorum.” (Hâkim, De’avât, No: 1911) İnsanın Allah’tan bir
iyilik ve nimet istemeye, bir beladan ve sıkıntıdan kurtulmaya yönelik olarak
yaptığı dualar hayır dualardır. Bu tür dualar iki kısma ayrılır: aa) Kişinin
Kendisi İçin Yaptığı Hayır Dua En faziletli dua kişinin kendisi için yaptığı
duadır. Hz. Âişe validemizin bildirdiğine göre, Peygamberimiz (s.a.s.)’e,
اَيُّ الدُّعَاءِ
اَفْضَلُ
“Hangi dua
daha fazîletlidir?” diye sorulmuş, Peygamberimiz (s.a.s.) de;
دُعَاءُ الْمَرْءِ
لِنَفْسِه۪
“Kişinin
kendi nefsi için yaptığı duadır” (Hâkim, De’avât, I, 543) buyurmuştur. Onun
için kişiler, öncelikle kendileri için dua ederler. Bu tür dualar, üç kısma
ayrılır: aa1. Allah’ı Övgü İle Anma Allah’ın birliğini, yüceliğini ve kudretini
ifade eden, O’nu öven ve noksan sıfatlardan tenzih eden cümleleri söylemek hem
zikir hem de duadır. Meselâ Âl-i İmrân sûresinin 26. ayeti bunun en güzel
örneğidir.
قُلِ اللّٰهُمَّ
مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ
تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ بِيَدِكَ الْخَيْرُ
إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“De ki:
Allah’ım! (Ey) mülkün sahibi! Sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden mülkü
alırsın; dilediğini yükseltirsin, dilediğini alçaltırsın. Her türlü hayır
(mal-mülk), senin elindedir. Sen her şeye kâdirsin!” Ayette yüce Allah’ın
nitelikleri zikredilerek övülmekte ve zımnen O’ndan hayır, mal-mülk ve nimet
istenilmesine işaret edilmektedir. Kur’ân’da iman edip sâlih amel işleyenlerin,
“sübhânellah” ve “el-hamdülillah” diye dua ettikleri bildirilmektedir:
دَعْوٰيهُمْ
ف۪يهَا سُبْحَانَكَ اللّٰهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ ف۪يهَا سَ مَالٌۚ وَاٰخِرُ
دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟
“Onların
(iman edip salih amel işleyenlerin), orada (cennette) duası; ‘sübhâneke
allâhümme (Allâh’ım! Sen her türlü eksiklikten uzaksın)’, orada selamlaşmaları,
‘selâm (üzerinize olsun)’, dualarının sonu ise, ‘Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn’
(âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun) sözleridir.” (Yûnus, 10/10) Peygamberimiz
(s.a.s.);
أَفْضَلُ
الذِّكْرِ لَا إِلٰهَ إِلَّا الٰهّلُ وَأَفْضَلُ الدُّعَاءِ اَلْحَمْدُ ل
“En
fazîletli zikir; ‘lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilâh yoktur)’ demek; en
fazîletli dua ise, ‘Elhamdülillâh (her türlü övgü Allah’a mahsustur)’
demektir.” (Tirmizî, De’avât,9),
دَعْوَةُ ذِي
النُّونِ إذَا دَعَا وَهُوَ فِي بَطْنِ الْحُوتِ لَا إِلٰهَ إِلاَّ أَنْتَ
سُبْحَانَكَ إنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ فَإِنَّهُ لَمْ يَدْعُ بِهَا رَجُلٌ
مُسْلِمٌ فِي شَيْءٍ قَطُّ إِل اسْتَجَابَ الٰهّلُ لَهُ
“Balık
sahibi (Yunus peygamberin), balığın karnında yaptığı dua; ‘lâ ilâhe illâ ente
sübhâneke innî küntü mine’zzâlimîn (Ya Rabbî! Senden başka ilâh yoktur, seni
noksan sıfatlardan tenzih ederim, gerçekten ben zâlimlerden oldum)’ şeklinde
idi. Bu sözlerle dua eden herhangi bir müslüman yoktur ki Allah onun duasını
kabul etmiş olmasın” (Tirmizî, De’avât, 85) anlamındaki sözleri ile
“Elhamdülillah” ve “lâ ilâhe illâ ente sübhâneke” demenin dua olduğunu
bildirmiştir. Enes ibn Malik’in rivayet ettiği şu hadis de tekbir, tehlil,
tahmîd ve tesbihin dua olduğunu ve bu vesile ile kulun günahlarının bağışlandığını
ifade etmektedir: Peygamberimiz (s.a.s.), yaprakları kurumuş bir ağacın yanına
gitmiş, âsâsı ile ağaca vurmuş ve yapraklar dökülmüş, bunun üzerine şöyle
buyurmuştur: “Elhamdülillâh (her türlü övgü Allah’a mahsustur), sübhânellah
(Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim), lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka
ilâh yoktur), Allâhü ekber (Allah en büyüktür) cümleleri, şu ağacın yaprakları
döküldüğü gibi kulun günahlarını döker.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No:1155) Bu
cümleleri söyleyen kimse, zımnen Allah’a dua etmiş, O’ndan mükâfat ve sevap
talep etmiş olur. Sahabeden Enes (r.a.);
كَانَ رَسُولُ
الِّٰهل يَدْعُو يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ
“Allah’ın
Elçisi, ‘Yâ Hayyü yâ Kayyûm (Ey yaşayan, diri, canlı, ölümsüz, ezelî, ebedî ve
zatı ile kaim olan, her şeyin varlığı kendisine bağlı, uykusu ve uyuklaması
olmayan, varlıkları yöneten, koruyan ve ihtiyaçlarını üstlenen Allah’ım!)’ diye
dua ederdi” demiştir. (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: 1118) aa2. Allah’tan Manevî
İsteklerde Bulunma İnsanın yaptığı duaların bir kısmı; hidâyet, takva, iffet ve
günahların affı gibi manevî istekler; tembellik, iki yüzlülük ve kötü ahlâktan
Allah’ın korumasını isteme gibi taleplerdir. Peygamberimizin yaptığı şu duaları
örnek olarak zikredebiliriz: اَللّٰهُمَّ زَيِّنَّا
بِزِينَةِ اْلِايمَانِ “Allah’ım! Bizi
iman zîneti ile zînetlendir.” (Abdürrazzak, Dua, No: 19646)
اَللّٰهُمَّ
إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الشِّقَاقِ وَالنِّفَاقِ وَسُوءِ الْأَخْ قَالِ
“Allah’ım!
Ayrılıktan, iki yüzlülükten ve kötü ahlâktan sana sığınırım.” (Ebû Davud,
Salât, 367)
اَللّٰهُمَّ
اغْفِرْ لِي وَارْحَمْنِي وَعَافِنِي وَاهْدِنِي وَارْزُقْنِي
“Allah’ım!
Beni bağışla, bana merhamet et, beni doğru yola ilet ve bana rızık ver.” (Ebû
Davud, Salât, 145) aa3. Allah’tan Maddî İsteklerde Bulunma İnsanın yaptığı
duaların bir kısmı, bir nimete kavuşma ve maddî bir sıkıntıdan korunmaya
yöneliktir. Peygamberimiz (s.a.s.)’in yaptığı şu duaları örnek olarak
verebiliriz:
اَللَّهُمَّ
إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْفَقْرِ وَالْقِلَّةِ وَالذِّلَّةِ وَأَعُوذُ بِكَ
مِنْ أَنْ أَظْلِمَ أَوْ أظُلْمََ
“Allah’ım!
Fakirlikten, yokluktan, zilletten Sana sığınırım. Zulmetmektenِ ve zulme
uğramaktan Sana sığınırım.” (Ebû Davud, Salât, 367)
اَللَّهُمَّ
إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ زَوَالِ نِعْمَتِكَ وَتَحْوِيلِ عَافِيَتِكَ وَفُجَاءَةِ
نِقْمَتِكَ وجَمَيِع سَخطَكَِ
“Allah’ım!
Nimetinin yok olmasından, sağlık ve âfiyetin bozulmasından, ansızın belaya
uğramaktan ve her türlü gazabından Sana sığınırım.” (Ebû Davud, Salât, 367) ab)
Kişinin Başkaları İçin Yaptığı Hayır Dua Kişiler, kendileri için dua ettikleri
gibi, çocukları, sağ veya ölü anne-babaları, diğer yakınları, Peygamberimiz ve
bütün mü’minler için de dua ederler. Ayet ve hadislerde de bu tür duaların
örnekleri vardır. Mü’minler, bencil değillerdir. Kendileri için istedikleri
şeyleri mü’min kardeşleri için de isterler, “ben” yerine “biz” diyerek dua
etmeyi tercih ederler. Yüce Allah da Kur’ân’ın ilk sûresinde bize bu hususu
açıkça bildirmekte ve “biz” diyerek dua etmemizi istemektedir:
إِيَّاكَ نَعْبُدُ
وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ * اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ
“(Ey
Rabbimiz!) Biz ancak sana ibadet eder, ancak Senden yardım isteriz! Bizi doğru
yola ilet.” (Fâtiha, 1/5–6) Kur’ân’da hem dünyayı hem ahireti isteyen
mü’minlerin dualarının;
وَمِنْهُمْ مَنْ
يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً
وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
“Onlardan
kimi; Rabbimiz! Bize dünyada da nimet, iyilik ve güzellik ver, ahirette de
nimet, iyilik ve güzellik ver, bizi ateş azâbından koru! der.” (Bakara, 2/201)
şeklinde “biz” hitabıyla olduğu bildirilmektedir. Akıllı insanların dualarında;
رَبَّنَا لَا
تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةًۚ
اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ
“(Onlar
derler ki); Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme,
bize katından bir rahmet ver, kuşkusuz sen çok bağış yapansın.” (Âl-i İmrân,
3/8) Allah’ın Peygamber ve mü’minlerden yapmalarını istediği dualarında;
رَبَّنَا لاَ
تُؤَاخِذْنَا إِنْ نَسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا
إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ
تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِه۪ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا
وَارْحَمْنَا أَنْتَ مَوْلاَنَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
“Rabbimiz!
Unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere
yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri
yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmız (sâhibimiz,
efendimiz)sin! Kâfirler toplumuna karşı bize yardım eyle!” (Bakara, 2/286)
Rahman’ın kullarının yaptığı dualarında;
رَبَّنَا
فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ
الْأَبْرَارِ
“Rabbimiz!
Bizim günâhlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, canımızı iyilerle beraber al”
(Âl-i İmrân, 3/193) şeklinde hep “Rabbimiz” çoğul siygası kullanılmıştır.
İnsanların, dua yaptıkları kişileri şöyle özetleyebiliriz: ab1. Anne-Babaya Dua
Kur’ân’da İbrahim (a.s.)’ın anne-babası için şöyle dua ettiği bildirilmektedir:
رَبَّنَا اغْفِرْ
لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ
“Rabbimiz!
Hesabın görüleceği gün, beni, anamı-babamı ve mü’minleri bağışla!” (İbrâhim,
14/41) İsrâ sûresinde anne-babaya şöyle dua edilmesi tavsiye edilmiştir:
وَاخْفِضْ لَهُمَا
جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِي
صَغِيرًا
“Onlara
acımadan dolayı, tevazu kanadını indir, (onlara karşı alçak gönüllü ol) ve: ‘Ey
(her varlığı terbiye edip yetiştiren) Rabbim! Bunlar, beni küçükken nasıl
(acıyıp) yetiştirdilerse sen de bunlara (öyle) acı!’ de.” (İsrâ, 17/24) Ahkâf
sûresinin 15. ayetinde çocukların anne-babaları için şöyle dua etmeleri
öğretilmektedir:
رَبِّ
اَوْزِعْن۪يٓ اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪يٓ اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى
وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضٰيهُ وَاَصْلِحْ ل۪ي ف۪ي ذُرِّيَّت۪يۚ
اِنّ۪ي تُبْتُ اِلَيْكَ وَاِنّ۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ
“Ey Rabbim!
Bana ve ana babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmemi ve senin hoşnut
olacağın sâlih amel işlememi ilham et. Benim neslimden gelenleri de sâlih
kimseler kıl. Doğrusu ben tevbe edip sana yöneldim. Ve ben gerçekten
Müslümanlardanım.” (Ahkâf, 46/15) Anne-baba için hayır dua etmek, çocukların
temel görevlerinden biri olup bu dua onlar için minnet ve vefa borcudur.
Çocukların yaptığı dua ile anne-babaların, cennetteki manevî dereceleri artar.
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
اِنَّ الرَّجُلَ
لَتُرْفَعُ لَهُ الدَّرَجَةُ فِي الْجَنَّةِ فَيَقوُلُ يَا رَبِّ اَنّٰى لِي
هٰذِه۪ فَيُقَالُ بِاسْتِغْفَارِ وَلَدِكَ لَكَ
“Mü’minin
cennetteki derecesi yükseltilir. Bu kimse, ‘Ya Rabbi! Bu derece nereden
kaynaklandı’ diye sorar. ‘Çocuğunun senin için af dilemesi sebebiyle’ diye
cevap verilir.” (İbn Ebî Şeybe, Dua, 111, No: 29731) ab2. Çocuklara Dua İbrahim
(s.a.s.), çocukları ve gelecek nesilleri için şöyle dua etmiştir:
رَبَّنَا
وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ
“Rabbimiz,
bizi sana teslim olanlar yap, neslimizden de sana teslim olan bir ümmet çıkar…”
(Bakara, 2/128) İmrân, kızı Meryem ve onun nesli için şöyle dua etmiştir:
وَإِنِّي
أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيم
“Onu
(Meryem’i) ve soyunu kovulmuş şeytanın şerrinden sana havale ediyorum /
korumanı diliyorum.” (Âl-i İmrân, 3/36) Anne-babanın, çocukları için yaptığı
duanın kabul olacağını Peygamberimiz bize haber vermiştir. (Ebû Davûd, Salât,
364; Tirmizî, De’avât, 48) ab3. Mü’minin, Mü’minlere Duası Mü’minler;
kendileri, çocukları ve anne-babaları için dua ettiği gibi mü’minler için de
dua ederler. Şu ayette yüce Allah, bize bu konuda nasıl dua edeceğimizi
öğretmektedir:
رَبَّنَا اغْفِرْ
لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ
“Rabbimiz!
Hesabın görüleceği gün, beni, anamı-babamı ve bütün mü’minleri bağışla!”
(İbrâhim, 14/41) Müslümanın, Müslüman kardeşine dua etmesi kendisi için sadaka
olur. Konu ile ilgili olarak Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmaktadır:
اَيُّمَا رَجُلٍ
مُسْلِمٍ لَمْ يَكُنْ عِنْدَهُ صَدَقَةٌ فَلْيَقُلْ فِي دُعَائِهِ اَللّٰهُمَّ
صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ عَبْدِكَ وَ رَسُولِكَ وَ صَلِّ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَ الْمُؤْمِنَاتِ
وَ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ فَاِنَّهَا زَكَاةٌ
“Sadaka
verme imkânı olmayan Müslüman, ‘Kulun ve Peygamberin Muhammed’e rahmet eyle,
mü’min erkek ve mü’min kadınlara, Müslüman erkek ve kadınlara da rahmet eyle’
diye dua etsin, bu onun için sadaka olur.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 903) Bu
hadis, hem mü’minin mü’mine dua etmesi gerektiğini, hem de mü’min için yapılan
duanın sadaka olduğunu ifade etmektedir. Bir mü’minin aksırdığı zaman,
“Elhamdülillâh” demesi, onu duyan kimsenin “yerhamükellâh (Allah sana merhamet
etsin)” diye karşılık vermesi, aksıran kimsenin de ona “yehdîkümüllâhü ve
yuslih bâleküm (Allah size hidayet versin ve işlerinizi ıslah etsin)” diye
mukabelede bulunması da mü’minin mü’mine yaptığı duadır. Konu ile ilgili olarak
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
إِذَا عَطَسَ
أَحَدُكُمْ فَلْيَقُلْ اَلْحَمْدُ عَلَى كَلِّ حَالٍ وَلْيَقُلِ الَّذِي يَرُدُّ
عَلَيْهِ يَرْحَمُكَ الٰهّلُ وَلْيَقُلْ هُوَ يَهْدِيكُمُ الٰهّلُ وَيُصْلِحْ
بَالَكُمْ
“Biriniz
aksırdığı zaman, her durumda ‘Elhamdülillâh’ (Allah’a hamd olsun) desin.
Aksıran kimse buna ‘yerhamükellâh’ (Allah sana merhamet etsin) karşılığını
versin. Diğeri de buna, ‘Allah size hidayet etsin ve işinizi ıslah eylesin’
diye mukabelede bulunsun.” (Tirmizî, De’avât, 37) Mü’minlerin birbirleriyle
karşılaştıkları zaman selâmlaşmaları da birbirleri için bir duadır. Yüce
Allah’ın;
وَإِذَا
حُيِّيْتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِأَحْسَنَ مِنْهَا أَوْ رُدُّوهَا
“Bir selâm
ile selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeliyle selâm verin; yahut
verilen selâmı aynen iâde edin” (Nisa, 4/86) emrine uyarak bir Müslümana
“selâmün aleyküm (Allah’ın rahmeti, mağfireti, güvenlik ve esenliği üzerinize
olsun)” diye selam veren kimse de “ve aleyküm selam (Allah’ın rahmeti,
mağfireti, güvenlik ve esenliği sizin de üzerinize olsun)” diye karşılık veren
kimse de mü’min kardeşi için dua etmiş olur. ab4. Ölüler İçin Dua İslâm
bilginleri, ölüler için yapılan duanın önemli olduğu, bağışlanan sevabın onlara
yarar sağlayacağı konusunda görüş birliği içindedir. Ayet ve hadisler, ölüler
için dua, istiğfar ve bağışta bulunulabileceğine açıkça işaret etmektedir. Bir
ayette şöyle buyrulmaktadır:
وَالَّذِينَ
جَاؤُوا مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَاوَلِإِخْوَانِنَا
الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلّاً
لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَؤُوفٌ رَحِيمٌ
“Onlardan
sonra gelenler ise şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş
olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin
tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.”
(Haşr, 59/10) Bu ayette yüce Allah, kendilerinden önce gelip geçmiş,
mü’minlerin bağışlanmasını isteyen mü’minleri övmektedir. Ölülerin
bağışlanmasını dilemek yararsız bir iş olsaydı, Allah onları övmezdi. Kur’ân’da
Nuh Peygamberin; kendisi, anne-babası ve mü’minler için şöyle dua ettiği
bildirilmektedir:
رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي
وَلِوَالِدَيَّ وَلِمَنْ دَخَلَ بَيْتِيَ مُؤْمِنًا وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ
وَالْمُؤْمِنَاتِۜ وَلَا تَزِدِ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا تَبَارًا
“Rabbim!
Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve
iman eden kadınları bağışla. Zalimlerin de ancak helâkini arttır.” (Nûh, 71/28)
Peygamberimiz (s.a.s.); ölenler için cenaze namazı kılmış ve Müslümanlara da kılmalarını
emretmiştir. Dinimizde farz-ı kifâye olan cenaze namazı, esas itibariyle ölüler
için yapılan dua ve istiğfardan ibarettir. Müslümanların ölen kişi hakkındaki
dua ve şahadetinin Allah katında değeri olduğu ve ölülerin bağışlanmasına
vesile olabileceği unutulmamalıdır. Hz. Peygamber, cenazeyi defnettikten sonra
kabri başında durmuş ve kabir sualinin kolay geçmesi hususunda dua etmiştir.
(Ebû Davûd, Cenâiz, 73) Ölenlerden sadece mü’minler için dua edilir, af ve
mağfiret dilenir, kâfirler için dua edilmez. (bk. Tevbe, 9/113; İbn Hıbbân,
Ed’ıye, No: 981) Kabir ziyaretleri yapıldığında, orada yatanlar için Kur’ân
okunup sevabı bağışlanır, onlara hayır dua edilir, ancak ölülerden yardım
istenmez, bir dilekte bulunulmaz. Aksi takdirde ibadete şirk karıştırılmış
olur. Çünkü Allah’tan başkasına dua/ibadet etmek Allah’a başkalarını ortak
koşmaktır. Putlar ve ölüler, yapılan yardım talebine cevap da veremezler. Bu
hususu yüce Allah, Kur’ân’da şöyle ifade etmektedir:
وَمَنْ أَضَلُّ
مِمَّنْ يَدْعُو مِنْ دُونِ الِّهَل مَنْ لَا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ
“Allah’ı
bırakıp da kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere yalvarandan
daha sapık kim olabilir? Oysa onlar, bunların yalvardıklarından habersizdirler.”
(Ahkâf, 46/5) ab5. Peygamberimize Dua / Salât ü Selâm Ahzâb sûresinin 56.
ayetinde, Allah’ın ve meleklerin Peygambere “salât” ettikleri bildirilmekte,
müminlerin de Peygambere “salât” ve “selâm” etmeleri emredilmektedir:
إِنَّ الٰهّلَ
وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا
صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
“Şüphesiz
Allah ve melekleri Peygambere salât ediyorlar. Ey mü’minler! Siz de ona salât
edin ve selâm edin.” Allah’ın Peygamberine salâtı; ona merhamet ve ihsan
etmesi, onu övmesi, ondan razı olması, şan ve şerefini yüceltmesi, itibar ve
değerini artırmasıdır. Meleklerin ve mü’minlerin salâtı ise; onun şan ve
şerefinin yüceltilmesi, itibar ve değerinin artması için dua etmeleridir.
Sahabeden Ka’b bin Ucre,
يَا رَسُولَ
الِّهٰل اُمِرْنَا اَنْ نُصَلِّيَ عَلَيْكَ وَ اَنْ نُسَلِّمَ عَلَيْكَ فَاَمَّا
السّلَامُ فَقَدْ عَرَفْنَاهُ فَكَيْفَ نُصَلّ۪ي عَلَيْكَ
“Ey Allah’ın
Peygamberi! Sana salât ve selâm getirmekle emrolunduk. Selâmı nasıl
vereceğimizi biliyoruz. Sana nasıl salât edeceğiz?” diye sorduk. (Ebû Davud,
Salât, 183; Nesâî, Sehv, 49) Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.);
قُولُوا
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلٰى
اِبْرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ اَللّٰهُمَّ بَارِكْ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَ
عَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ كَمَابَارَكْتَ عَلٰى اِ بْرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
“Allah’ım!
İbrahim Peygambere (ve ailesine) (Ebû Davud, Salât, 183) merhamet ettiğin gibi
Muhammed (ve ailesine) (Ebû Davud, Salât, 183; Nesâî, Sehv, 49) de merhamet et,
şan ve şerefini yücelt, itibar ve değerini arttır. Sen çok övülen, çok şerefli
olansın. İbrahim’i (ve âilesini) mübârek ve şerefli kıldığın gibi Muhammed’i
(ve âilesini de) mübarek ve şerefli kıl. Sen çok övülen, çok şerefli olansın”
duasını okuyun buyurdu, demiştir. (Buhârî, Dua, 32; Nesâî, Sehv, 49; Müslim,
Salât, 66) Peygamberimiz (s.a.s.), mealini verdiğimiz Ahzab suresinin 56.
ayetinin açıklanması sadedinde şöyle buyurmuştur:
مَنْ صَلّٰى
عَلَيَّ صَ ةَالً وَاحِدَةً صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ عَشْرَصَلَوَاتٍ وَحُطَّتْ
عَنْهُ عَشْرُ خَطَيَاتٍ وَ رُفِعَتْ لَهُ عَشْرُ دَرَجَاتٍ
“Kim bana
bir defa salât ederse, Allah da ona on defa salât eder ve onun on hatasını
bağışlar ve onun derecesini on kat yükseltir.” (Nesâî, Sehv, 55)
مَنْ صَلّٰى
عَلَيَّ مَرَّةً وَاحِدَةً كُتِبَ لَهُ بِهَا عَشْرُ حَسَنَاتٍ
“Kim bana
bir defa salât ederse, bu sebeple ona on hasene (sevabı) yazılır.” (İbn Hıbbân,
Ed’ıye, No: 905) Hadislerde Peygamberimize salât etmemiz teşvik edilmekte,
salât edene mükâfat vaat edilmekte, buna mukabil salât etmeyenler
kınanmaktadır. (Ahmed, II, 254)
رَغِمَ اَنْفُ
رَجُلٍ ذُكِرْتُ عِنْدَهُ فَلَمْ يُصَلِّ عَلَيَّ
“Yanında
ismim geçtiğinde bana salât getirmeyen kimsenin burnu yerde sürünsün.”
(Tirmizî, De’avât, 101; Hâkim, Dua, I, 549; İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 908)
anlamındaki hadis, Peygambere salât etmeyi terk etmenin vebal olduğunu ifade
etmektedir.
اِنَّ اَوْلَى
النَّاسِ بِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ اَكْثَرُهُمْ عَلَيَّ صَ ةَالً
“Kıyamet
günü insanların bana en evlâ olanı bana en çok salâvat getiren/dua edenidir”
(İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 911) şeklinde kendisine salât ve selâm getireni öven
Peygamberimiz (s.a.s.); ismi anıldığında salât getirmeyen kimseyi “cimri”
olarak nitelendirmektedir:
اَلْبَخِيلُ
الَّذِي مَنْ ذُكِرْتُ عِنْدَهُ فَلَمْ يُصَلِّ عَلَيَّ
“Yanında
ismim anıldığı hâlde bana salât etmeyen kimse cimridir.” (Tirmizî, De’avât,
101; Ebû Davud, Vitr, 23; Hâkim, Dua, I, 549)
b) Beddua
İnsanlar; bazen kendileri,
çocukları, yakınları ve diğer insanların aleyhine dua ederler. Türkçe’de buna
“beddua” denilmektedir. Yüce Allah, insanın beddua ettiğini Kur’ân’da şöyle
beyan etmektedir:
وَيَدْعُ
الْإِنْسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءَهُ بِالْخَيْرِ وَكَانَ الْإِنْسَانُ عَجُولًا
“İnsan,
hayra dua eder gibi, şerre de dua eder (hayrı ister gibi şerri de ister.) İnsan
pek acelecidir.” (İsrâ, 17/11) Ayette insanın beddua etmesinin gerekçesi olarak
“aceleci” oluşu zikredilmiştir. İnsan, acele edip istediği şeyin hakkında hayır
mı şer mi olduğunu bilmeden dua veya beddua etmemelidir. Duanın bilerek,
düşünerek ve teenni ile yapılması gerekir. İnsan daima Allah’tan hakkında
hayırlı olanı istemelidir. Çünkü neyin hayır neyin şer olduğunu en iyi bilen
Allah’tır. İnsanın hayır zannettiği şer, şer zannettiği hayır olabilir. (bk.
Bakara, 2/216) Yüce Allah, kâfirlerin kendileri için azap, bela ve kötülüğü
istediklerini Kur’ân’da bize haber vermektedir. Şu ayetleri örnek olarak
zikredebiliriz:
يَسْتَعْجِلُونَكَ
بِالْعَذَابِ
“Senden
azabı acele bekliyorlar.” (Ankebût, 29/53-54),
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ
بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ
“Senden,
iyilikten önce kötülüğü acele istiyorlar.” (Ra’d, 13/6)
وَإِذْ قَالُوا
اللّٰهُمَّ إِنْ كَانَ هٰذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ فَأَمْطِرْ عَلَيْنَا
حِجَارَةً مِنَ السَّمَاءِ أَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
“(Mekke
müşrikleri); hani, ‘Allâh’ım! Eğer bu (Kur’ân), senin yanından gelmiş gerçekse
başımıza gökten taş yağdır, yahut bize acı bir azap getir!’ demişlerdi.”
(Enfâl, 8/32) Dolayısıyla bir Müslüman kendisi, yakınları ve diğer Müslümanlar,
hatta bütün insanlar için hayır dua etmeli, beddua etmemelidir. “Allah, belanı
versin”, “canın cehenneme”, “gözün kör olsun”, “canın çıksın”, “gün yüzü
görme”, “boyun devrilsin”, “Allah, canımı alsın”, “Allah’ım, canımı al” gibi
yapılan beddualar, İslâmî adaba uygun değildir. Peygamberimiz (s.a.s.), bir
sıkıntıdan dolayı bile olsa ölmek için dua etmeyi yasaklamış (Buhârî, De’avât,
29) ve
لَا يَتَمَنَّى
اَحَدُكُمُ الْمَوْتَ لِضُرٍّ نَزَلَ بِه۪ فِي الدُّنْيَا
“Sizden biri
başına gelen bir sıkıntıdan dolayı ölümü temenni etmesin.” (İbn Hıbbân, Ed’ıey,
No. 968; Buhârî, De’avât, 29)
لَا تَدْعُوا
عَلٰى أَنْفُسِكُمْ وَلَا تَدْعُوا عَلٰى أَوْلَادِكُمْ وَلَا تَدْعُوا عَلٰى
أمَوْاَلكِمُْ
“Kendinize
beddua etmeyin, çocuklarınıza beddua etmeyin, mallarınız için de beddua
etmeyin.” (Müslim, Zühd, 74)
لَعَنَ الٰهّلُ
مَنْ لَعَنَ وَالِدَهُ
“Allah,
ana-babasına lanet edene / beddua edene lanet eder” (Müslim, Edâhî, 43)
buyurmuştur. İnsan kendisi, çocukları, ana-babası ve malı mülkü için ancak
öfkeli olduğu zaman beddua eder, bedduası kabul oluverdiğinde ise zararını
kendisi çeker, neticede kendisine, ana-babasına ve çocuklarına zulmetmiş olur.
Peygamberimiz özünde, sözünde ve davranışlarında dürüst olan mü’minin lanetçi
olamayacağını ve lanetçilerin kıyamet günü şefaat ve tanıklık edemeyeceklerini
bildirerek mü’minleri bedduadan sakındırmıştır:
لَا يَنْبَغِي
لِصِدِّيقٍ أَنْ يَكُونَ لَعَّانًا
“Sadık
mü’mine lanetçi olmak yakışmaz.” (Müslim, Birr, 84)
لَا يَكُونُ
اللَّعَّانُونَ شُفَعَاءَ وَلَا شُهَدَاءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
“Lanetçiler,
kıyamet gününde şefaatçi ve tanık olamayacaklardır.” (Müslim, Birr, 84)
İnsanlara örnek olarak gönderilen peygamberler, insanlara hep hayır dua
etmişler, mecbur kalmadıkça beddua etmemişlerdir. Bedduayı da mü’minler için
değil sadece imana yanaşmayan ve inkârda ısrar eden kâfirler için yapmışlardır.
Şu örnekleri zikredebiliriz: Israrla hak dine davet ettiği, ancak bir türlü
imana yanaştıramadığı kavmi için Nuh (a.s.) şöyle beddua etmiştir:
وَقَدْ أَضَلُّوا
كَثِيرًا وَلَا تَزِدِ الظَّالِمِينَ إِلَّا ضَللاَاًً
“(Rabbim!)
Onlar, çok kimseyi yoldan çıkardılar. Sen de o zâlimlere şaşkınlıktan başka bir
şey arttırma.” (Nûh, 71/24)
قَالَ نُوحٌ
رَّبِّ لَا تَذَرْ عَلَى الْأَرْضِ مِنَ الْكَافِرِينَ دَيَّارًا إِنَّكَ إِنْ
تَذَرْهُمْ يُضِلُّوا عِبَادَكَ وَلَا يَلِدُوا إِلَّا فَاجِرًا كَفَّارًا
“Nûh, dedi
ki: Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden tek kişi bırakma. Çünkü sen onları
bırakırsan, kullarını şaşırtırlar ve sadece ahlâksız, nankör (insanlar)
doğururlar.” (Nûh, 71/26–27) Nuh (a.s.), imana yanaşmayan kavmine beddua etmesinin
gerekçesi olarak; insanları hak yoldan saptırmalarını zikretmiştir. Nuh
Peygamberin bedduası kabul olmuş; Allah, kâfirleri helâk etmiştir. (bk. Enbiyâ,
21/76-77) Yüce Allah, mü’minlere kin tutan münafıklar için;
قُلْ مُوتُوا
بِغَيْظِكُمْ
“De ki:
Kininizle ölünüz” (Âl-i İmrân, 3/119) diye beddua edilmesine müsaade etmiştir.
Peygamberimiz (s.a.s.), mecbur kalmadıkça kimseye beddua etmemiştir. Meselâ;
قِيلَ يَا رَسُولَ
الِّٰهل اُدْعُ عَلٰى الْمُشْرِكِينَ قَالَ إِنّ۪ي لَمْ أُبْعَثْ لَعَّانًا وَإِنَّمَا
بُعِثْتُ رَحْمَةً
“Ey Allah’ın
elçisi! Müşriklere beddua et” denildiğinde, “Ben lanetçi olarak gönderilmedim,
rahmet olarak gönderildim” buyurmuştur. (Müslim, Birr, 87) Uhut savaşında yüzü
yaralandığında;
اَللّٰهُمَّ
اغْفِرْ لِي قَوْمِي فَاِنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
“Allah’ım!
Kavmimi bağışla, çünkü onlar, bilmiyorlar” diye dua etmiştir. (İbn Hıbbân,
Ed’ıye, No: 973) Ancak mecbur kalınca kendilerini yok etmek için Medine’ye
saldıran Mekke müşriklerine Uhut savaşında şöyle beddua etmiştir:
اَللّٰهُمَّ
قَاتِلِ الْكَفَرَةَ الَّذِينَ يُكَذِّبوُنَ رُسُلَكَ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِكَ
وَاجْعَلْ عَلَيْهِمْ رِجْزَكَ وَعَذَابَكَ اِلٰهَ الْحَقِّ
“Allah’ım!
Peygamberlerini yalanlayan ve insanları Senin yolundan alıkoyan şu kâfirleri
helâk et, onlara rezillik ve azap ver. (Sen) gerçek ilahsın Allah’ım!” (Hâkim,
De’avât, No:1868) Hendek savaşı esnasında müşriklere şöyle beddua etmiştir:
اَللّٰهُمَّ
مُنْزِلَ الْكِتَابِ سَرِيعَ الْحِسَابِ هَازِمَ الْاَحْزَابِ اَهْزِمْهُمْ وَ
زَلْزِلْهُمْ
“Ey kitabı
indiren, hesabı süratli olan, güçlü toplulukları helâk edebilen Allah’ım!
Müşriklerin kökünü kes ve onları darmadağın et.” (Buhârî, De’avât, 58; Müslim,
Cihad, 20–21)
شَغَلُونَا عَنِ
الصَّ ةَالِ الْوُسْطَي صَ ةَالِ الْعَصْرِ مَلَأَ الٰهّلُ بُيُوتَهُمْ وَ
قُبُورَهُمْ نَارًا
“(Müşrikler)
bizi orta (fazîletli) namazdan (yani) ikindi namazından alıkoydular. Allah,
onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun.” (Müslim, Mesâcid, 205; bk.
Buhârî, Cihâd, 98) Zulme uğrayan insan, zalimin zulmüne meşru yollarla mani
olamazsa, zalime beddua edebilir.
لاَ يُحِبُّ
الٰهّلُ الْجَهْرَ بِالسُّوءِ مِنَ الْقَوْلِ إِلاَّ مَنْ ظُلِمَ
“Allah,
kendisine haksızlık edilen dışında (hiç kimse tarafından) açıkça kötü söz
söylenmesini sevmez.” (Nisa, 4/148) anlamındaki ayet, buna işaret etmektedir.
Peygamberimiz;
مَنْ دَعَا عَلٰى
مَنْ ظَلَمَهُ فَقَدِ انْتَصَرَهُ
“Zalime
beddua eden kimseye Allah yardım eder” (İbn Ebî Şeybe, Dua, 68, No: 29567)
buyurmuş, bu sebeple mazlumun bedduasından sakınılmasını tavsiye etmiştir:
اِيَّاكُمْ وَ
دَعْوَةَ الْمَظْلُومِ فَاِنَّهُ لَيْسَ بَيْنَهَا وَ بَ الِّٰهل حِجَابٌ
“Mazlumun
bedduasından sakının, çünkü mazlumun bedduası ile Allah arasında perde yoktur
(duası kabul olur.)” (İbn Ebî Şeybe, Dua, 37, No: 29361; Abdürrazzâk, Dua, V,
216)
دَعْوَةُ
الْمَظْلُومِ تُحْمَلُ عَلَى الْغَمَامِ وَ تُفْتَحُ لَهَا اَبْوَابُ السَّمٰوَاتِ
وَ يَقُولُ الرَّبُّ تَبَارَكَ وَ تَعَالٰى وَ عِزَّتِي لَاَنْصُرَنَّكَ وَ لَوْ
بَعْدَ حِينٍ
“Mazlumun
duası bulutların üzerine taşınır, sema kapıları onun için açılır, şanı yüce
Allah şöyle buyurur: Belli bir zaman sonra da olsa mutlaka sana yardım
edeceğim.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, 874)
دَعْوَةُ
الْمَظْلُومِ مُسْتَجَابَةٌ وَ اِنْ كَانَ فَاجِرًا فُجُورُهُ عَلٰى نَفْسِه۪
“Mazlum,
fâcir/günahkâr bile olsa bedduası makbuldür, günahı kendi boynunadır.” (İbn Ebî
Şeybe, Dua, 37, No: 29365) Bu hadislerden, mazlumun, kendisine zulmeden kimseye
beddua edebileceğini ve bedduasının kabul olacağını anlıyoruz. “Alma mazlumun
âhını çıkar âheste âheste” atasözümüz de bu gerçeğin ifadesidir. Ebû Ya’lâ, son
hadisi el-Müsned’inde şu şekilde rivayet etmiştir:
اِتَّقوُا
دَعْوَةَ الْمَظْلُومِ وَ اِنْ كَانَ كَافِرًا فَاِنَّهُ لَيْسَ دوُنَهَا حِجَابٌ
“Kâfir bile
olsa mazlumun bedduasından sakının, çünkü Allah ile onun duası arasında bir
perde yoktur (duası kabul olur.)” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: 1092) İbadet
olması hasebiyle kâfir, duası ile Allah’a kulluk etmiş olmaz ve sevap alamaz,
ancak kendisine zulmedene -Müslüman bile olsa- beddua ettiği zaman, duası kabul
olur. Hadis, bu gerçeği ifade etmektedir. Zarar veren ve zulmeden insana beddua
edilebileceği gibi zarar veren başka bir canlıya da onun zararından korunmak
için beddua edilebilir. Sahabeden Enes b. Malik’in bildirdiğine göre
Peygamberimiz (s.a.s.), Medine’yi istila eden çekirge sürüsüne karşı şöyle beddua
etmiştir:
كَانَ رَسُولُ
الِّٰهل اِذَا دَعَا عَلٰى الْجَرَادِ قَاَل اَللّٰهُمَّ اَهْلِكِ الْجَرَادَ
اُقْتُلْ كِبَارَهُ وَ اَهْلِكْ صِغَارَهُ وَ اَفْسِدْ بِيضَهُ وَ اقْطَعْ
دَابِرَهُ وَ خُذْ بِاَفْوَاهِهِمْ عَنْ مَعَاشِنَا وَ اَرْزَاقِنَا اِنَّكَ سَمِيعُ
الدُّعَاءِ
“Allah’ım!
Çekirgeleri helâk et, büyüklerini öldür, küçüklerini yok et, yumurtalarını işe
yaramaz hâle getir, köklerini kes, ağızlarından ekinlerimizi, ürünlerimizi ve
rızıklarımızı al, Sen duaları işitensin.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, 1127)
Peygamberimiz (s.a.s.)’in, görevlerinde kusurlu davranan Müslümanlara beddua
ettiği olmuştur. Meselâ annebabasının hizmetinde bulunmayan kimse için şöyle
beddua etmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.) bir gün;
رَغِمَ أَنْفٌ
ثُمَّ رَغِمَ أَنْفٌ ثُمَّ رَغِمَ أَنْفٌ قِيلَ مَنْ يَا رَسُولَ الِّٰهل قَالَ
مَنْ أَدْرَكَ أَبَوَيْهِ عِنْدَ الْكِبَرِ أَحَدَهُمَا أَوْ كِلَيْهِمَا فَلَمْ
يَدْخُلِ الْجَنَّةَ
“Burnu yerde
sürtünsün, burnu yerde sürtünsün, burnu yerde sürtünsün” demiş, sahabe, “Kimin
burnu yerde sürtünsün ey Allah’ın elçisi?” diye sormuş, Peygamberimiz (s.a.s.);
“Yaşlılıklarında anne-babası veya ikisinden biri yanında olup onlara hizmet
ederek cennete girmeyi hak edemeyen kimsenin burnu yerde sürtünsün”
buyurmuştur. (Müslim, Zikir ve Dua, 9-10) Bu hadisin, İbn Hıbbân’ın
rivayetinde; Peygamberimiz (s.a.s.)’in “burnu yerde sürtünsün” şeklindeki
bedduasını Ramazan ayına yetişip de bağışlanamayan, yanında ismi geçince
kendisine salât ü selâm getirmeyen kimse için de yaptığı vardır. (İbn Hıbbân,
Ed’ıye, No: 908)
FİİLÎ DUA
Fiilî dua; insanın sözlü
olarak Allah’tan istediği şeyin zeminini hazırlaması ve Allah’ın koyduğu
kanunlara (dine ve sünnetüllâha) uyması demektir. Söz gelimi, çocuk sahibi
olmak isteyen bir kimsenin evlenmesi; sağlık ve âfiyet isteyen bir kimsenin
yemesine içmesine, sıcağa, soğuğa ve sağlık kurallarına dikkat etmesi; zengin
olmak isteyen kimsenin çok çalışması, bir sınavda başarılı olmak isteyen
kimsenin sınava iyi hazırlanması, tarlasından, bağından ve bahçesinden bol ürün
almak isteyen kimsenin bağına, bahçesine ve tarlasına iyi bakması, gerektiğinde
sulaması ve gübrelemesi gerekir. Evlenmeden çocuk sahibi olmayı, sağlık
kurallarına uymadan sağlıklı kalmayı, çalışmadan zengin olmayı, iyi
hazırlanmadan bir sınavda başarılı olmayı, gerekli emeği harcamadan bol ürün
almayı istemek sünnetüllâha aykırıdır. Yüce Allah, A’râf sûresinin 56. ayetinde
umarak ve korkarak dua edilmesini istedikten sonra rahmetinin işlerini en güzel
biçimde yapanlara yakın olduğunu bildirerek şöyle buyurmaktadır:
وَادْعُوهُ
خَوْفًا وَطَمَعًا إِنَّ رَحْمَتَ الِّٰهل قَرِيبٌ مِنَ الْمُحْسِنِينَ
“Korkarak ve
umarak O’na dua edin. Muhakkak ki Allâh’ın rahmeti, işlerini en güzel biçimde
yapanlara yakındır.” (A’râf, 7/56) Ayette, Allah’ın rahmetinin “muhsin”
olanlara yakın olduğu açıkça beyan edilmektedir. “Muhsin”; iman edip sâlih
amelleri Allah’ı görüyormuş gibi en güzel biçimde yapan kimseye denir.
Dolayısıyla bir insan, elinden gelen bütün gayretleri gösterdikten, istediği
şeyin zeminini hazırladıktan sonra neticeyi dua ederek Allah’tan istemelidir.
Bunun Kur’ân’da açık örneği, Eyyûb (a.s.)’ın hastalığından kurtulması için
yaptığı dua ve Allah’ın iyileşmesi için ona gösterdiği çözümdür. Uzun yıllar
hastalık çeken Eyyûb (a.s.), hastalığının iyileşmesi ve sıkıntısının
giderilmesi için Allah’a şöyle dua eder:
وَأَيُّوبَ إِذْ
نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
“(Ey
Peygamberim!) Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, ‘Şüphesiz ki ben derde
uğradım, sen merhametlilerin en merhametlisisin’ diye yalvarmıştı.” (Enbiya,
21/83; bk. Sâd, 38/41) Yüce Allah, Eyyûb Peygamberin duası üzerine hastalığının
iyileşmesi için;
اُرْكُضْ
بِرِجْلِكَ هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ
“Ayağını
(yere) vur, işte yıkanacak ve içilecek serin (bir su)” (Sâd, 38/42) buyurur.
Bunun üzerine Eyyûb (a.s.) ayağını yere vurur, çıkan sudan içer ve bu su ile
yıkanır, neticede iç ve dış bütün hastalıkları iyileşir. (Enbiya, 21/84) Yüce
Allah, bu örneği, ibadet/dua eden kulları için bir öğüt olduğunu
bildirmektedir: وَذِكْرٰى لِلْعَابِدِينَ
“(Bu), ibadet eden / dua eden bütün kullar için bir öğüttür.” (Enbiya, 21/84)
Derdinden kurtulmak isteyen bir hasta düşünelim; hasta hem iyileşmesi, şifa
vermesi için Allah’a dua etmeli, hem de hastalığı için gerekli olan tıbbî
çarelere başvurmalı, doktorların tavsiyesine uymalı, ilaç kullanmalı,
gerektiğinde ameliyat olmalıdır. Birinci yapılan, sözlü dua; ikinci yapılan ise
fiilî duadır. Tıbbî çarelere başvurmak ile de yetinilmemeli, “derdi veren Allah
dermanı da verir” inancı ile dua edilmelidir. Eyyûb (a.s.), hem sözlü hem de
fiilî dua yapmıştır. Peygamber Efendimizin; Hendek savaşında sadece sözlü
olarak Allah’tan yardım istemekle kalmayıp şehrin etrafına hendek kazması da
fiilî duadır. Peygamberimiz (s.a.s.); “hendek kazdık, düşman şehre giremez,
kendimizi garantiye aldık” demedi, düşman ordusunun bozguna uğraması için yüce
Allah’a dua etti, yalvardı. Yüce Allah duasını kabul etti. Düşmanın bulunduğu
tarafta çok şiddetli bir fırtına çıktı, düşmanın neyi varsa alt üst oldu, daha
fazla dayanamadı, büyük bir korkuya kapıldı ve Medine’yi terk etmek zorunda
kaldı. Yüce Allah, peygamberimizin sözlü ve fiilî duasını kabul etmiş,
Müslümanları düşmandan korumuştu. Peygamberimiz (s.a.s.), Bedir savaşında da
gerekli bütün askerî tedbirleri aldıktan sonra yardım etmesi için Allah’a dua
etmiş, Allah da bin melekle yardım etmiştir. (Enfâl, 8/9-11) Aynı şeyleri,
manevî ve uhrevî nimetler için de söyleyebiliriz. Meselâ, işlediği günahlarının
affını isteyen bir kimsenin, “ey Rabbim! Beni affet, bağışla” diye yalvarması
sözlü dua, günahları terk edip Allah’ın emrine yönelmesi, işlediği günahlara
bir daha dönmemesi ve sâlih ameller işlemesi, fiilî duadır. Mü’minin,
“Allah’ım! Cennetini bana nasip et” demesi sözlü dua, iman edip sâlih ameller
işlemesi, Allah’ın emir ve yasaklarına uyması fiilî duadır. Sadece sözlü dua
ile yetinmek, fiilî duayı terk etmek, insanı istediğine kavuşturmaz. Mü’min
istediği şeyin zeminini hazırlamalı, fiil öncesinde de sonrasında da dua
etmelidir. Fiil öncesinde yapılan sözlü dua, başarılı olmak için bir hazırlık
ve ruhî bir arınmadır. Fiil sonrasında yapılan sözlü dua ise; o fiilin başarı
ile sonuçlanmasını ve harcanan emeğin ve çabanın boşa gitmemesini yüce
Allah’tan istemek, fiilini O’nun takdir, irade ve yardımına havale etmektir.
Sadece sözlü dua edip fiilî duayı terk etmek de, yalnızca fiilî dua yani
eylemle yetinip, sözlü olarak ilâhî yardımı dilemekten uzak durmak da hatalı
bir davranıştır. Öte yandan insan, iradesi dışında kalan ve gücünü aşan
konularda da Allah’ın yardımını, lütfunu ve ihsanını ister. Allah için her şey
mümkündür, O’nun her şeye gücü yeter. Ayet ve hadislerde bunun örnekleri
vardır. Meselâ Zekeriya (a.s.), yüce Allah’tan bir evlat istemiş, eşi çocuk
yapacak çağı geçtiği hâlde Allah, ona çocuk yapma imkânı vermiş ve Yahya’yı dünyaya
getirmiştir. Kur’ân’da bu husus şöyle ifade edilmektedir:
فَاسْتَجَبْنَا
لَهُ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيَى وَأَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُ
“Biz onun
(Zekeriyya’nın) duasını kabul ile icabet ettik de kendisine Yahya’yı ihsan
ettik ve eşini (doğum yapmaya) elverişli hâle getirdik…” (Enbiya, 21/90) Ayetin
devamında Zekeriya (a.s.) ve eşinin umarak ve korkarak Allah’a dua ettiği
bildirilmektedir. Peygamberimizin bildirdiğine göre yağan yağmur sebebiyle bir
mağaraya sığınan, yuvarlanan bir taşın mağaranın ağzını kapatması ile içeride
kalan üç mü’min, yaptıkları en güzel amellerini dile getirerek Allah’a dua
etmişler, mağaranın ağzındaki taş, dua ile oradan yuvarlanmış ve
kurtulmuşlardır. (bk. duada vesile bölümü) Dolayısıyla mü’minler, yaptıkları
işlerde başarıya ulaşmaları, işlerinin akim kalmaması için iş öncesinde ve
sonrasında dua ettikleri gibi aciz oldukları konularda ve beklenmedik âfet ve
musibetlere karşı koruması için de Allah’a dua ederler. Sonuç olarak dua; biri
fiil ve hâl ile diğeri söz ve kalp ile yapılmak üzere iki kısma ayrılır. Fiil
ve hâl ile yapılan dua, kişinin ulaşmasını arzu ettiği şeyin oluşmasını gerekli
kılan sebeplere başvurmasıdır. Çiftçinin tarlasını sürüp tohumunu ekmesi,
bakımını yapıp onu sulaması fiille yapılan bir duadır. Ürünün elde edilmesi
için gerekli olan bu sebeplere başvuran çiftçi, “Allah’ım! Üzerime düşen
gerekli sebeplere başvurdum. Senden rızık istiyorum” diye dua etmiş demektir.
Lisan ve kalp ile yapılan dua ise, kişinin gücünün yetmediği şeyleri, bela ve
musibetlerden korumasını, işlerinde kolaylıklar ihsan etmesini Allah’tan
istemesi demektir.
DUANIN
USUL VE ADABI
Dua basit bir iş değil, yüce
Allah’a ibadet etme, O’nu anma ve O’na iman etmenin gereğidir. Bu sebeple
duanın makbul olabilmesi için, bir kısım usul, âdâp ve kurallara riayet
edilmesi gerekir. Bu usul, adap ve kuralları şöyle sıralayabiliriz:
1. Duaya Eûzü Besmele, Allah’a Hamd ve Peygambere
Salât İle Başlanmalı Dua
öncesinde Müslüman, rûhen ve bedenen duaya hazır hâle gelmeli, mümkünse abdest
alıp kıbleye dönülmelidir. (İbn Mâce, Dua, 13) Her hayırlı işte olduğu gibi
duaya da eûzü ve besmele çekerek iki rekat namaz kıldıktan sonra başlanmalıdır.
Ayet ve hadislerde hayvanın Allah’ın adı anılarak kesilmesi (En’âm, 6/18),
besmele ile yenilip içilmesi (Ebû Davud, Et’ıme, 15), Allah’ın adı ile (Alâk,
96/1) ve eûzü çekerek Kur’ân okunması (Nahl, 16/98) emredilmektedir. Dua da bir
ibadet olduğuna göre, duaya da eûzü ve besmele çekerek başlanmalı, sonra
Allah’a hamd ve Peygamberimize salât ve selâm getirilmelidir. Peygamberimiz
(s.a.s.) duaya,
سُبْحاَنَ رَبِّيَ
الْعَلِيِّالْاَعْلَى الْوَهَّابِ
“Yücelerin
yücesi ve bağışlayıcı olan Rabbimi, bütün noksanlıklardan tenzih ederim”
diyerek başlamış (Ahmed, IV, 54; Hâkim, Dua, I, 498) ve
إِذَا صَلَّى
أَحَدُكُمْ فَلْيَبْدَأْ بِتَحْمِيدِ الِّٰهل وَالثَّنَاءِ عَلَيْهِ ثُمَّ
لْيُصَلِّ عَلَى النَّبِيِّ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وسَلَّمَ ثُمَّ لْيَدْعُ
بَعْدُ مَا شَاءَ
“Biriniz dua
ettiği zaman, Allah’a hamd ve övgü ile başlasın, sonra Peygambere salât etsin,
sonra dilediği duayı yapsın” buyurmuştur. (Tirmizî, De’avât, 66; Ebû Davud,
Salât, 358) Sahabeden Hz. Ömer,
إِنَّ الدُّعَاءَ
مَوْقُوفٌ بَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ لَا يَصْعَدُ مِنْهُ شَيْءٌ حَتَّى تُصَلِّيَ
عَلَى نَبِيِّكَ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
“Peygambere
salât getirilinceye kadar dua, yer ile gök arasında durur, hiçbir dua O’na
yükselmez/kabul olmaz” demiştir. (Tirmizî, Salât, 347) Peygamberimiz (s.a.s.);
sahabeden Enes bin Malik’e, herhangi bir yeri ağrıdığı zaman, şikayet ettiği
yerin üzerine elini koyup besmele ile şöyle dua etmesini tavsiye etmiştir:
بِاسْمِ الِّٰهل
اَعُوذُ بِعِزَّةِ الِّٰهل وَ قُدْرَتِهِ مِنْ شَرِّ مَا اَجِدُ مِنْ وَجَعِي
هٰذَا ثُمَّ ارْفَعْ يَدَكَ ثُمَّ أَعِدْ ذٰلِكَ وِتْرًا
“Bismillah,
şu çektiğim acının şerrinden Allah’ın gücü ve kudretine sığınırım. Sonra elini
kaldır, sonra bu duayı üç beş defa tekrar et.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No:
1126)
2. Duadan Önce Tevbe ve İstiğfar Edilmeli
Günah işleyen, haramlardan
uzak durmayan bir kulun duası kabul edilmeye lâyık değildir. Peygamberimizin şu
hadisi çok dikkat çekicidir.
اَلرَّجُلُ
يُطِيلُ السَّفَرَ أَشْعَثَ أَغْبَرَ يَمُدُّ يَدَيْهِ اِلَى السّمَاءِ يَا رَبِّ
يَا رَبِّ وَمَطْعَمُهُ حَرَامٌ وَمَشْرَبُهُ حَرَامٌ وَمَلْبَسُهُ حَرَامٌ
وغُذِيَ بِالْحَرَامِ فَأَنّٰى يُسْتَجَابُ لِذٰلِكَ
“Allah
yolunda seferler yapmış, üstü başı tozlanmış bir adam, ellerini semaya
kaldırarak, ‘Ya Rabbi’ ‘Ya Rabbi’ diye yalvarıyor. Oysa yediği haram, içtiği
haram, giydiği haram, gıdası haramdır. Böyle birisinin duası nasıl kabul olur?”
(Müslim, Zekât, 19) Bu itibarla mü’min duaya başlamadan önce günahlarını itiraf
edip ihlâs ile Allah’a tevbe etmeli ve affını dilemeli, sonra dua yapmalıdır.
3. Eller Semaya Açılmalı ve Dua Sonunda Yüze Sürülmeli
Peygamber Efendimiz (s.a.s.),
dua ettiği zaman koltuk altları görünecek kadar ellerini semaya kaldırmıştır.
Sahabeden Ebû Mûsâ el-Eş’arî,
دَعَا النَّبِيُّ
صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثُمَّ رَفَعَ يَدَيْهِ وَرَأَيْتُ بَيَاضَ
إِبْطَيْهِ
“Hz.
Peygamber, dua etti ve ellerini kaldırdı. Ben koltuk altlarının beyazlığını
gördüm” demiştir. (Buhârî, De’avât, 22) Yine sahabeden Enes (r.a.);
كَانَ النَّبِيُّ
يَرْفَعُ يَدَيْهِ فِي الدُّعَاءِ حَتَّى يُرَى بَيَاضُ اِبْطِه۪
“Hz.
Peygamber, duada ellerini (semaya) koltuk altlarının beyazı görününceye kadar
kaldırırdı” demiştir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 877) Sahabeden Abdullah ibn
Abbâs, Peygamberimizin şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
اِذَا سَأَلْتُمُ
الٰهّلَ فَاسْئَلُوهُ بِبُطُونِ اَكُفِّكُمْ وَلَا تَسْأَلُوهُ بِظُهُورِهَا
وَامْسَحُوا بِهَا وُجُوهَكُمْ
“Allah’tan
bir şey istediğiniz zaman avuçlarınızın içi ile isteyin, ellerinizin tersi ile
istemeyin ve ellerinizi (dua sonunda) yüzünüze sürün.” (Hâkim, De’avât, I, 536)
Sahabeden Sehl b. Sa’d;
كَانَ يَجْعَلُ
اِصْبِعَيْهِ بِحِذَاءِ مَنْكِبَيْهِ وَ يَدْعُو
“Hz.
Peygamber (s.a.s.), parmaklarını omuz hizasına kadar kaldırır ve öyle dua
ederdi” demiştir. (Hâkim, De’avât, I, 536) Hz. Ömer;
كَانَ رَسُولُ
الَّهلِ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذاَ رَفَعَ يَدَيْهِ فِي الدُّعاَءِ
لَمْ يَحُطَّهُمَا حَتَّى يَمْسَحَ بِهِمَا وَجْهَهُ
“Hz.
Peygamber, duada ellerini semaya kaldırdığı zaman yüzlerine sürmeden
indirmezdi” demiştir. (Tirmizî, De’avât, 11) Dua ederken mümkünse kıbleye
dönülür (Buhârî, De’avât, 24), ellerin içi / avuç açılır, parmaklar omuz
hizasına kadar, başı geçmeyecek (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 878) ve koltuk altları
görünecek şekilde kaldırılır, dua sonunda eller yüze sürülür. Dua esnasında
gözler semaya dikilmez. Peygamberimiz,
لَيَنْتَهِ
أَقْوَامٌ عَنْ رَفْعِهِمْ أَبْصَارَهُمْ عِنْدَ الدُّعَاءِ فِي الصَّ ةَالِ إِلَى
السَّمَاءِ أَوْ لَتَخْطِفَنَّ أَبْصَارَهُمْ
“Birtakım
kimseler namaz kılarken ve dua ederken gözlerini semaya kaldırmalarından ya
vazgeçerler ya da gözleri kör olur” (Müslim, Salât, 118) buyurmuştur.
4. Esmâ-i Hüsnâ İle Dua Edilmeli
Yüce Allah, Kur’ân’da;
وَ الْأَسْمَاءُ
الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا
“En güzel
isimler Allâh’ındır. O hâlde O’na o güzel isimler ile dua edin” (A’râf, 7/180)
anlamındaki ayeti ile kendisine, esmâ-i hüsnâ ile dua edilmesini emretmekte ve;
قُلِ ادْعُوا
الٰهّلَ أَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَ أَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْأَسْمَاءُ
الْحُسْنٰى
“De ki:
İster Allah diye dua edin, ister Rahmân diye dua edin, hangisiyle dua ederseniz
(edin) en güzel isimler O’nundur” (İsrâ, 17/110) anlamındaki ayet ile “Allah”
ismi veya “Rahmân” ismi ya da diğer isimlerinden biri ile dua edilebileceğini
bildirmektedir. Hem Kur’ân’da hem de hadislerdeki dua örneklerinde bunu
görmekteyiz.
5. Mübarek Gün ve Geceler Tercih Edilmeli
Dua, her zaman ve her yerde
yapılabilir. Bununla birlikte Arefe günü ve geceleri, Ramazan ayları, Cuma ve
bayram gün ve geceleri, seher vakitleri, gecenin üçte ikisi, sabah ve akşam
vakitleri, ezan ile kamet arasında, secdede ve namaz akabinde yapılan duaların
kabul edileceği ile ilgili hadisler vardır (bk. kabul olan dualar bölümü).
Meselâ Kur’ân’da akşam ve sabah dua edilmesine işaret edilmektedir:
وَلاَ تَطْرُدِ
الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ مَا
عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ
شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِمِينَ
“Rab’lerinin
rızasını isteyerek sabah akşam ona dua edenleri yanından kovma. Onların
hesabından sana bir şey yok, senin hesabından da onlara bir şey yok ki onları
kovasın. Eğer kovarsan zalimlerden olursun!” (En’âm, 6/52; bk. Kehf, 18/28)
Muttakîler, Kur’ân’da,
وَبِالْأَسْحَارِ
هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
“Seher
vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dilerlerdi” (Zâriyât, 51/18) diye
övülmektedir.
6. İhlâs İle ve Bilinçli Olarak Yapılmalı
Dil ile dua cümlelerini
söylerken, zihin başka düşüncelere dalmamalı; insan, bütün varlığı ile Allah’a
yönelmeli, bilerek ve isteyerek, ihlâs ve samimiyetle dua etmelidir.
هُوَ الْحَىُّ لَا
اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ اَلْحَمْدُ رَبِّ
الْعَالَمِينَ
“O diridir.
O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde dini sadece Allah’a özgü kılarak
ihlâsla O’na dua edin / ibadet edin. Her türlü övgü, âlemlerin Rabbi Allah’a
mahsustur.” (Mü’min, 40/65; bk. A’râf, 7/29; Mü’min, 40/14)
فَادْعُوا الٰهّلَ
مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
“Kâfirlerin
hoşuna gitmese de siz, dini yalnız Allah’a hâlis kılarak O’na dua edin”
(Mü’min, 40/14) anlamındaki ayetler ile (bk. Yunus, 10/22; Ankebût, 29/65;
Lokman, 31/32)
وَاعْلَمُوا أَنَّ
الٰهّلَ لاَ يَسْتَجِيبُ دُعَاءً مِنْ قَلْبٍ غَافِلٍ لَاهٍ
“Biliniz ki,
Allah gafil bir kalpten gelen duayı kabul etmez” (Tirmizî, De’avât, 66)
anlamındaki hadis, duanın ihlâslı ve şuurlu yapılması gerektiğini ifade
etmektedir.
7. Kabul Olacağına İnanılarak Dua Edilmeli
Yüce Allah’ın güzel
isimlerinden biri “semî’u’d-dua (duaları işiten / kabul eden)”dir. (Âl-i İmrân,
3/38) Bu itibarla mü’min dualarını Allah’ın kabul edeceğine inanarak
yapmalıdır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.);
اُدْعُوا الٰهّلَ
وَأَنْتُمْ مُوقِنُونَ بِالْإِجَابَةِ
“Kabul
edileceğine kesin bir şekilde inanarak Allah’a dua edin” (Tirmizî, De’avât, 66;
bk. Hâkim, De’avât, I, 493) tavsiyesinde bulunmuş ve;
إِذَا دَعَا
أَحَدُكُمْ فَلْيَعْزِمِ الْمَسْأَلَةَ وَلاَ يَقُولَنَّ اَللّٰهُمَّ إِنْ شِئْتَ
فَأَعْطِنِى فَإِنَّهُ لَا مُسْتَكْرِهَ لَهُ
“Dua ettiğiniz
zaman, isteğinizi kesin olarak isteyin. ‘Allah’ım! Dilersen bana ver’
demeyiniz. Çünkü Allah’ı zorlayacak herhangi bir güç yoktur.” (Buharî, De’avât,
21; Müslim, Zikir, 7; İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 977)
لَايَقُولَنَّ
أَحَدُكُمْ اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِي إِنْ شِئْتَ اَللّٰهُمَّ ارْحَمْنِي إِنْ
شِئْتَ لِيَعْزِمِ الْمَسْأَلَةَ فَإِنَّهُ لَا مُكْرِهَ لَهُ
“Biriniz,
‘Allah’ım! Dilersen beni bağışla’, ‘Allah’ım! Dilersen bana merhamet et’ diye
dua etmesin. İsteğini kesin olarak istesin. Çünkü O’na engel olacak hiç kimse
yoktur.” (Ebû Davud, Salât, 358) buyurmuştur. Bu hadisler, duanın kabul
olacağına inanarak yapılması gerektiğini ifade etmektedir.
8. Kısık Bir Sesle ve Yalvararak Dua Edilmeli
Bağırıp çağırarak, yüksek ses
ve riya ile değil yalvararak ve kısık bir sesle dua edilmesi, Allah ve
peygamberin emridir:
اُدْعُوا
رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ
“Rabbinize
yalvararak ve içten dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (A’râf, 7/55)
وَاذْكُرْ رَبَّكَ
فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخِيفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ
وَالْآصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِلِينَ
“Rabbini,
içinden, yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an,
gâfillerden olma.” (A’râf, 7/205)
وَلاَ تَجْهَرْ
بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَ ذَلِكَ سَبِيلًا
“Duanda pek
bağırma, pek de sesini gizleme, bu ikisinin arasında bir yol tut.” (İsrâ,
17/110) Hz. Âişe validemiz, bu ayetin, dua hakkında indiğini söylemiştir.
(Buhârî, De’avât, 16) Sahabeden Ebû Musa el-Eş’arî der ki: Allah Resûlü ile
birlikte bulunduğumuz bir seferde, tepelere çıktıkça, derelere indikçe yüksek
sesle tekbir ve tehlîl getiriyorduk. Bunun üzerine Hz. Peygamber;
يَا اَيُّهَا
النَّاسُ اِرْبَعُوا عَلٰى أَنْفُسِكُمْ فَإِنَّكُمْ لَا تَدْعُونَ أَصَمَّ
وَلَاغَائِبًا إِنَّكُمْ تَدْعُونَ سَمِيعًا قَرِيبًا وَهُوَ مَعَكُمْ
“Ey
İnsanlar! Kendinizi yormayınız. Çünkü sizler sağır ve uzaktaki birine değil,
her an sizinle olan, her şeyi duyan Allah’a dua ediyorsunuz” buyurarak bizi
uyardı. (Buhârî, Cihâd,131; Müslim, Zikir, 44, Dua, 44) Hasan el-Basrî,
دَعْوَةٌ فِي
السِّرِّ تَعْدِلُ سَبْعِينَ دَعْوَةً فِي الْعَلَنِيَّةِ
“İçten
gizlice yapılan dua açıktan yapılan 70 duaya denktir” demiştir. (Abdürrazzak,
Dua, No:19645) Yüksek sesle bağırarak dua etmek adaba da uygun değildir. Çünkü,
وَهُوَ مَعَكُمْ
أَيْنَ مَا كُنْتُمْ
“Nerede
olursanız olun Allah sizinle beraberdir” (Hadîd, 57/4; bk. Mücâdele, 58/7;
Şu’arâ, 26/62) anlamındaki ayet ile;
اَنَا مَعَ
عَبْدِي اِذَا هُوَ ذَكَرَنِي وَ تَحَرَّكَتْ بِي شَفَتَاهُ
“Beni
zikrettiği ve dudaklarını benim için hareket ettirdiği zaman ben kulumla
beraberim.” (Hâkim, De’avât, I, 496)
وَاَنَا مَعَهُ
اِذَا دَعَانِي
“Bana dua
ettiği zaman ben onunla beraberim” (Müslim, Zikir, 19) anlamındaki kutsî
hadislerde beyan edildiği gibi biz nerede olursak olalım Allah bizimle
beraberdir. Allah, biGİRİŞ 79 zim kısık sesle bile olsa yaptığımız duaları
duyar, hatta;
وَنَحْنُ اَقْرَبُ
اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ
“Biz insana
şah damarından daha yakınız” (Kâf, 50/16) anlamındaki ayette bildirildiği gibi
O, bize bizden, şah damarımızdan da yakındır. Yüce Allah, Zekeriya peygamberin,
اِذْ نَادَى
رَبَّهُ نِدَاءً خَفِيًّا
“Hani o,
Rabbine gizli bir sesle yalvarmıştı” (Meryem, 19/3) şeklinde dua ettiğini
bildirerek bize nasıl dua edeceğimizi haber vermektedir. Bu itibarla, duada
bağırıp çağırmak, süslü olsun ve beğenilsin diye yapmacık hareketlerde bulunmak
doğru değildir. Duayı sessizce ve yalvararak yapmak, ihlasın gereğidir. Yüksek
sesle yapılan duaya, riya karışabilir. Bu sebeple Hanefî bilginler, namazda
Fatiha sonunda “âmin” kelimesini sessiz söylemenin daha fazîletli olduğu
içtihadında bulunmuşlardır. Dualar, ibadet şuuruyla, dinî vakar ve ölçülere
uygun olarak yapılmalıdır. Gösterişe düşkün, dinî şuurdan mahrum birtakım
kişileri memnun etmek için, mana yavanlığı taşıyan, tumturaklı ifadelerle hüner
göstermeye girişmek, duanın amacına ve ruhuna aykırıdır. Kur’ân ve Sünnet’te
yer alan dualar, kapsamlı ve veciz sözler tercih edilmeli, tekellüf, kafiye ve
seci yapmaktan kaçınılmalıdır:
كَانَ رَسُولُ
الّٰهلِ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَسْتَحِبُّ الْجَوَامِعَ مِنَ
الدُّعَاءِ وَيَدَعُ مَا سِوَى ذٰلِكَ
“Allah’ın
Resûlü (s.a.s.), dualarda veciz ve kapsamlı sözler ile dua etmeyi tercih eder,
bunların dışındakileri terk ederdi.” (Ebû Davud, Salât, 358) Hz. Âişe
validemiz;
وَاجْتَنِبِ
السَّجْعَ فِي الدُّعَاءِ
“Secili /
kafiyeli sözlerle dua etmekten sakın” demiş, ashap ve peygamberin bunu kerih
gördüğünü bildirmiştir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 979; bk. Buhârî, Dua, 19)
9. Israrla Dua Edilmeli
Mü’min, yüce Allah’tan
isteğinde ısrarlı olmalı, isteğim yerine gelmedi diye duadan vazgeçmemelidir.
Sahabeden Abdullah ibn Mes’ûd, Peygamberimiz (s.a.s.)’in;
كَانَ إِذَا دَعَا
دَعَا ثَ ثَالًا وَإِذَا سَأَلَ سَأَلَ ثَ ثَالًا
“Dua ettiği
zaman üç sefer tekrar eder ve bir şey istediği zaman yine üç sefer tekrar
ederdi.” demiştir. (Müslim, Cihâd, 107) Peygamberimiz,
اِنَّ الٰهّلَ لَيُحِبُّ
الْمُلِحِّينَ فِي الدُّعَاءِ
“Şüphesiz ki
Allah, ısrarla dua edenleri sever” (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah,
No: 1108) anlamındaki sözleri ile ısrarla dua edeni Allah’ın sevdiğini
bildirmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.);
يُسْتَجَابُ لِأَحَدِكُمْ
مَالَمْ يَعْجِلْ يَقُولُ قَدْ دَعَوْتُ رَبِّى فَلَمْ يُسْتَجَبْ لِى
“Rabbime dua
ettim de kabul edilmedi, diyerek acele etmediğiniz sürece Allah dualarınızı
kabul eder.” (Buhârî, De’avât, 22; Müslim, Zikir, 92) anlamındaki hadisi ile
ısrarla dua edilmesini tavsiye etmiş ve;
ماَ مِنْ عَبْدٍ
يَرْفَعُ يَدَيْهِ حَتَّى يَبْدُو إِبْطَهُ يَسْأَلُ الٰهّلَ مَسْأَلَةً إِلاَّ
آتَاهَا إِيَّاهُ مَا لَمْ يَعْجِلْ قَالُوا يَا رَسُولَ الِّٰهل كَيْفَ
عَجَلَتُهُ؟ قَالَ يَقُولُ قَدْ سَأَلْتُ وَسَأَلْتُ ولَمَ أعُطْ شَيئْاً
“Koltuk
altları gözükecek kadar ellerini kaldırıp dua eden hiçbir kul yoktur ki acele
etmediği sürece Allah ona istediğini vermiş olmasın” buyurmuş, ashabın, “Ey
Allah’ın elçisi! Duanın acelesi nasıl olur?” şeklindeki sorusuna, “İstedim,
istedim de Allah hiçbir şey vermedi demektir” diye cevap vermiştir. (Tirmizî,
De’avât, 133) Sahabeden Ebû’d-Derdâ;
مَنْ يُكْثِرُ
الدُّعَاءَ يُوشِكُ اَنْ يُسْتَجَابَ لَهُ
“Kim çok dua
ederse, onun duası daha çok kabul olur” (Abdürrazzak, Dua, No: 19644) demiştir.
Dua ettikten sonra sonucu Allah’a havale etmek gerekir. Allah, kulunun
istediğini hemen verebileceği gibi, daha sonra da verebilir veya kulun isteği,
kendisi için hayırlı değildir, ona daha hayırlı olanı verir veya mükâfatını
ahirete bırakır. (Tirmizî, De’avât, 133)
10. Ümit ve Korku İçinde Dua Edilmeli
İnsan, dua ederken, Allah’a
karşı saygı ve azabından korku içinde bulunmalı, aynı zamanda istekli ve ümitli
olmalıdır. Yüce Allah;
وَادْعُوهُ
خَوْفًا وَطَمَعًا إِنَّ رَحْمَتَ الِّٰهل قَرِيبٌ مِنَ الْمُحْسِنِينَ
“Korkarak ve
umarak O’na dua edin. Muhakkak ki Allâh’ın rahmeti, sözünü ve işini en iyi bir
şekilde yapan mü’minlere yakındır” (A’râf, 7/56) buyurmakta, ümit ve korku
içinde dua edenleri övmektedir:
تَتَجَافَى
جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّا
رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
“Onlar
(mü’minler); yanları yataklardan uzaklaşırlar (gece kalkarlar), korkarak ve
umarak Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için
harcarlar.” (Secde, 32/16) Bu ayette, kendilerine Allah’ın ayetleri
hatırlatıldığı zaman derhal boyun eğen, secdeye kapanan, Allah’a hamd eden,
O’nu noksan sıfatlarından tenzih eden ve asla kibirlenmeyen mü’minlerin, gece
kalkıp korku ve ümit ile dua ettikleri (Secde, 32/15) bildirilerek
övülmektedir.
اِنَّهُمْ كَانُوا
يُسَارِعُونَ فِى الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا وَكَانُوا لَنَا
خاَشعِي۪نَ
“Onlar
(Zekeriya ve Yahya peygamberler); gerçekten hayır işlerinde yarışırlar,
(rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize
derin saygı duyan kimselerdi.” (Enbiyâ, 21/90) Bu ayette iki seçkin
peygamberin, Allah’ın rahmetini umarak ve azabından da korkarak dua etmeleri
övülmektedir. Mü’minlerin bu şekilde dua etmelerine de işaret edilmektedir.
Zikrettiğimiz üç ayette dua ederken insanın içinde bulunması gereken tavrı
ifade eden dört kavram dikkati çekmektedir: “Havf ”, “tama’ “, “rağab” ve
“raheb”. “Havf”, “bilinen veya hissedilen bir işaretten dolayı irkilmek, bir
tehlike karşısında ne olacağı endişesi içinde olmak” (Râğıb, s.161), “gelecekte
hoşlanmadığı bir şeyle karşılaşma düşüncesiyle kalbin yanıp üzülmesi” demektir.
(Gazâlî, IV, 286) Dua ederken korkmaktan maksat ise; günahından dolayı istediği
şeyi hak etmeme düşüncesiyle duanın kabul edilmemesi endişesini taşımaktır.
(Beydâvî, II, 569) “Tama’”; Allah’ın lütfu, ihsanı ve merhametinin çokluğu
sebebiyle duanın kabul edileceğini ummak, istediğinin verileceğinden ümitvâr
olmaktır. (Beydâvî, II, 569) “Rağab”; yaptığı duanın kabul edileceğini, isteğinin
verileceğini kuvvetle ümit etmek ve Allah’a yönelmek demektir. (Beydâvî, IV,
277) “Raheb”; günahları sebebiyle ilâhî azaptan ve duasının reddedilmesinden
korkmak demektir. (Beydâvî, IV, 277) Rağab ve raheb ile havf ve tama’ aynı
anlamı ifade eder. (Nesefî, IV, 277) Bu dört kavram; her iş ve görevde olduğu
gibi dua ederken de mü’minin korku ile ümit arasında bulunması (beyne’l-havfi
ve’recâ) gerektiğini ifade etmektedir. Ayrıca birinci ayette dua eden kimsenin
“muhsin”, ikinci ayette Allah’ın verdiği rızıktan infak eden, üçüncü ayette ise
Allah’a saygı gösteren ve boyun eğen (hâşi’) olması gerektiğine de vurgu
yapılmaktadır. Mü’min, ilâhî azaptan korku içinde bulunmakla birlikte yaptığı
duayı Allah’ın kabul edeceği inancı ve düşüncesini taşımalıdır. Çünkü yüce
Allah, Kur’ân’da,
رَحْمَتِي
وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ
“Rahmetim
her şeyi kaplamıştır” (A’râf, 7/156), bir kutsî hadiste ise,
سَبَقَتْ
رَحْمَتِي غَضَبِي
“Rahmetim
gazabımı geçmiştir” buyurmuştur. (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah, No:
1037) Peygamberimiz (s.a.s.), mü’minlerin Allah hakkında iyi zanda
bulunmalarını tavsiye etmiştir:
يَااَيُّهَا
النَّاسُ اَحْسِنوُا الظَّنَّ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ فَاِنَّ الرَّبَّ عِنْدَ
ظَنِّ عَبْدِهِ
“Ey
insanlar! Âlemlerin Rabbi hakkında iyi zanda bulunun, çünkü Rab, kulunun zannı
üzeredir.” (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah, No: 1012) Bir kutsi
hadiste yüce Allah;
اَنَا عِنْدَ
ظَنِّ عَبْدِي بِي وَ اَنَا مَعَهُ اِذَا دَعَانِي
“Ben,
kulumun bana olan zannı üzereyim ve beni andığı zaman ben onunla beraberim”
(Müslim, Zikir, 19) buyurmaktadır. Çünkü Peygamberimizin beyanı ile;
حُسْنُ الظَنِّ
مِنْ حُسْنِ الْعِبَادَةِ
“İyi zanda
bulunmak, ibadetin güzelliğindendir.” (Beyhakî, Şu’abü’l-İmân, er-Ricâ
Minallah, No: 1018) Bu itibarla mü’min dua ettiği zaman, Allah’ın duasını kabul
edeceğini ve isteğini yerine getireceğini düşünmeli ve inanmalıdır.
11. Meşru Şeyler İstenmeli, Ölçülü Olunmalı, Aşırı Gidilmemeli
İşlenmesi ve istenmesi
dinimizce günah sayılan konularda dua edilmemelidir. Çünkü bu tür dualar kabule
şayan olmaz. Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur:
لاَيَزَالُ
يُسْتَجَابُ لِلْعَبْدِ مَالَمْ يَدْعُ بِإِثْمٍ أَوْ قَطِيعَةِ رَحْمٍ
“Kul, günah
talep etmedikçe veya sıla-i rahmin kopmasını istemedikçe duası icâbet görmeye
(kabul edilmeye) devam eder.” (Müslim, Zikir, 25; bk. İbn Hıbbân, Ed’ıye,
No:881, 976) Dinin haram kıldığı ve yapılması günah olan şeylerin elde
edilmesini istemek, Allah’a saygısızlıktır. Allah’ın bizden yapılmamasını
istediği şeyi Allah’tan istemek edep dışına çıkmak, haddi aşmaktır. Allah,
aşırı gidenleri ve haddi aşanları sevmez (Bakara, 2/190). Resûlullah (s.a.s.),
buyurmuştur ki:
سَيَكُونُ قَوْمٌ
يَعْتَدُونَ فِي الدُّعَاءِ فَإِيَّاكَ أَنْ تَكُونَ مِنْهُمْ
“Bazı
toplumlar duada aşırı gidecekler / sınırı aşacaklardır, siz onlardan olmaktan
sakının.” (Ebû Davud, Salât, 358) Duada haddi aşmak; duanın usul ve adabına
uymamak, istenmeyecek şeyleri istemek, dînen haram ve yasak olan şeyleri
istemek, haram konusunda meselâ oynayacağı kumarda, yapacağı hırsızlıkta,
işleyeceği cinayette veya herhangi bir kötülükte Allah’ın yardım etmesini
istemek, yüksek sesle, bağıra bağıra dua etmek veya tekellüfte bulunmak
şeklinde sözde olur veya insanlara zarar vermeyi ve kıtlık olmasını istemek
gibi meşru olmayan şeyler için dua etmek veya sebeplere yapışmadan zafer
kazanmayı veya çalışmadan zengin olmayı istemek veya günah işlemeye ısrarla
devam ettiği hâlde Allah’tan isteklerde bulunmak gibi duanın içeriğinde olur.
Hem söz hem de içerikte haddi aşmak dua adabına uygun değildir, duanın kabul
edilmemesinin sebebidir.
12. Sadece Sıkıntılı Zamanlarda Değil, Her Zaman Dua Edilmeli
Her insan bir derde, bir
sıkıntıya, bir belaya uğradığı zaman Allah’a sığınır, O’na dua eder. Böyle
sıkıntılı zamanlarda gönüller bütünüyle Allah’a açılır, samimiyetle ve candan
dua edilir. Allah da bu duaları kabul eder. Nitekim bir hadiste Peygamberimiz
(s.a.s);
ثِنْتَانِ
لاَتُرَدَّانِ أَوْ قَلَّمَا تُرَدَّانِ الدُّعَاءُ عِنْدَ النِّدَاءِ وَعِنْدَ
الْبَأْسِ
“İki dua
reddedilmez veya reddedilmesi çok nadir olur: (Bunlar) ezan okunduğu esnada ve
sıkıntı zamanlarında yapılan duadır” (Ebû Davûd, Edeb, 41) buyurmuştur. Ancak
sadece darlıkta, sıkıntıda veya bir korku, kaza ve felâketle karşı karşıya
gelindiği zaman değil varlıklı ve sağlıklı zamanlarda, huzur ve rahatlığın hüküm
sürdüğü anlarda da dua edilmelidir. Kişi sıkıntıya, darlığa ve zorluğa karşı
sabır ve dua ile ayakta kalmaya çalıştığı gibi, nimetlere kavuşması durumunda
da şükredip dua etmelidir. Peygamberimiz (s.a.s.);
مَنْ سَرَّهُ أَنْ
يَسْتَجِيبَ الٰهّلُ لَهُ عِنْدَ الشَّدَائِدِ وَالْكُرَبِ فَلْيُكْثِرِ
الدُّعَاءَ فِي الرَّخَاءِ
“Sıkıntılı
ve musibete uğradığı zamanlarda Allah’ın duasını kabul etmesini isteyen kimse,
rahat zamanlarında çok dua etsin.” (Tirmizî, De’avât, 9)
تَعَرَّفْ اِلَى
الِّٰهل فِي الرَّخَاءِ يَعْرِفْكَ فِي الشِّدَّةِ
“Rahatlık
zamanlarında Allah’a yönel, O’nu tanı ve O’na dua et ki sıkıntılı zamanlarda da
Allah sana yönelsin, seni tanısın ve sana yardım etsin” buyurmuştur. (Beyhakî,
Şuabü’l-İmân, er-Ricâ Minallah, No:1139) Sadece sıkıntılı zamanlarda dua etmek
doğru olmadığı gibi dua edip sıkıntı geçtiğinde ettiği duayı ve sıkıntılarını
unutmak, iman ve ibadetten yüz çevirmek de doğru değildir. Bu hususu yüce
Allah, Kur’ân’da şöyle ifade etmektedir:
وَاِذَا مَسَّ
الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُن۪يبًا اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَا خَوَّلَهُ
نِعْمَةً مِنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُوٓا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ وَجَعَلَ
اَنْدَادًا لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ
“İnsana bir
zarar dokundu mu, hemen içtenlikle Rabbine yönelerek O’na dua eder. Sonra
(Rabbi) ona kendisinden bir nimet verdi mi; önceden O’na yaptığı duayı unutur
da, O’nun yolundan saptırmak için Allah’a eşler koşmaya başlar…” (Zümer, 39/8)
فَإِذَا مَسَّ
الْإِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَا ثُمَّ إِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّا قَالَ
إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا
يَعْلَمُونَ
“İnsana bir
zarar dokunduğu zaman bize dua eder. Sonra, kendisine tarafımızdan bir nimet
verdiğimiz vakit; ‘Bu, (benim) bilgi(m) sayesinde bana verildi, der. Hayır, o
bir imtihandır, fakat çokları bilmiyorlar.” (Zümer, 39/49)
وَإِذَا مَسَّ
الْإِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِهِ أَوْ قَاعِدًا أَوْ قَآئِمًا فَلَمَّا
كَشَفْنَا لِلْمُسْرِفِينَ مَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَنْ لَمْ يَدْعُنَا إِلَى
ضُرٍّ مَسَّهُ كَذٰلِكَ زُيِّنَ كَانُوا يَعْمَلُونَ
“İnsana bir
zarar dokunduğu zaman, yanı üzere yatarken, yahut otururken ya da ayakta iken
bize dua eder; ama biz onun darlığını açıp kaldırınca sanki kendisine dokunan
bir darlıktan ötürü bize hiç dua etmemiş gibi hareket eder. İşte aşırı
gidenlere, yaptıkları iş böyle süslü gösterilmiştir.” (Yûnus, 10/12)
فَإِذَا رَكِبُوا
فِي الْفُلْكِ دَعَوُا الٰهّلَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ
إِلَى الْبَرِّ إِذَا هُمْ يُشْرِكُونَ
“Gemiye
bindikleri zaman, dini yalnız Allah’a hâlis kılarak O’na dua ederler. Fakat
(Allâh) onları salimen karaya çıkarınca hemen (O’na) ortak koşarlar.” (Ankebût,
29/65)
وَاِذَا مَسَّ
النَّاسَ ضُرٌّ دَعَوْا رَبَّهُمْ مُن۪يب۪ينَ اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَآ اَذَاقَهُمْ
مِنْهُ رَحْمَةً اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ
“İnsanlara
bir zarar dokundu mu, Rablerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra (Rableri),
onlara kendinden bir rahmet tattırınca, hemen onlardan bir grup, Rablerine
ortak koşarlar.” (Rûm, 30/33)
وَاِذَا
غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا الٰهّلَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ
فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ وَمَا يَجْحَدُ
بِاٰيَاتِنَآ اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ
“(Denizde)
onları, gölgeler gibi dalgalar sardığı zaman, dini yalnız kendisine has kılarak
Allah’a dua ederler. Fakat O, onları kurtarıp karaya çıkarınca içlerinden bir
kısmı iktisâd eder (Allah’a yönelmeyi kısar, gevşetir); zaten bizim
ayetlerimizi (öyle) nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez.” (Lokmân, 31/32)
لَا يَسْأَمُ
الْإِنْسَانُ مِنْ دُعَاءِ الْخَيْرِ وَإِنْ مَسَّهُ الشَّرُّ فَيَؤُوسٌ قَنُوطٌ
“İnsan hayır
istemekten usanmaz (dâima malının artmasını diler). Ama kendisine bir şer
dokundu mu hemen üzülür, ümitsiz olur.” (Fussilet, 41/49)
وَاِذَآ
اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ
الشَّرُّ فَذُو دُعَآء عَر۪يضٍ
“İnsana bir
nimet verdik mi yüz çevirir; yan çizer. Ona bir şer dokundu mu yalvarıp durur.”
(Fussilet, 41/51)
وَاِذَا مَسَّكُمُ
الضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَنْ تَدْعُونَ اِلَّآ اِيَّاهُۚ فَلَمَّا نَجّٰيكُمْ
اِلَى الْبَرِّ اَعْرَضْتُمْۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ كَفُورًا
“Denizde
size bir sıkıntı (boğulma korkusu) dokunduğu zaman O’ndan başka bütün
yalvardıklarınız kaybolur (artık o zaman, Allah’tan başka kimseden yardım
istemezsiniz. Çünkü O’ndan başka sizi kurtaracak kimse yoktur.) Fakat (O) sizi
kurtarıp karaya çıkarınca yine (Allâh’ı bir tanımaktan) yüz çevirirsiniz.
Gerçekten insan nankördür.” (İsrâ, 17/67) Bu ayetler, insanların genel
psikolojisini ve insanın fıtratında olan din duygusunu, Allah inancını, duaya
olan ihtiyacını, hayır dua etmekten usanmadığını, darlık zamanlarında herkesin
dua ettiğini, duanın ayakta, otururken ve yatarken yapılabileceğini, nimete
kavuşunca bir kısım insanın nankörlük ettiğini, bir musibete uğrayınca dua edip
durduğunu ve ümitsizliğe kapıldığını, nimete kavuşunca yüz çevirdiğini, ilâhî
iradeye uygun olmayan davranışlar sergilediğini, hatta bir kısmının Allah’a
ortaklar koştuğunu, küfre saplandığını ifade etmektedir. Bu tür insanlar;
kınanmakta, darlıkta ve bollukta, rahatlık ve sıkıntılı her zaman Allah’a dua
edilmesi, dua kabul edilip maksada erdikten sonra duanın terk edilmemesi
gerektiğine işaret edilmektedir.
13. Sadece Allah’a Dua Edilmeli
Dua, sadece Allah’a
yapılmalı, araya başka aracılar sokulmamalıdır. Her namazda okuduğumuz Fatiha
sûresinde,
إِيَّاكَ نَعْبُدُ
وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“Sadece Sana
ibadet eder, sadece Senden yardım dileriz” diyerek bunu dile getiriyoruz. Yüce
Allah, bize şah damarımızdan daha yakındır. (Kâf, 50/16) Bu sebeple ne
istersek, aracısız O’ndan istemeliyiz. Bakara sûresinin 186. ayetinde yüce
Allah, şöyle buyurmaktadır:
وَاِذَا سَاَلَكَ
عِبَاد۪ي عَنّ۪ي فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۜ اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ
“Kullarım
sana beni sorarlarsa, gerçekten Ben onlara yakınım. Bana dua edenin duasını
kabul ederim.” Kur’ân’da duanın sadece Allah’a yapılması önemle vurgulanmıştır.
Allah’tan başkasına, putlara veya kendilerine mutlak nitelikler izafe edilen
başka yaratıklara dua ve ibadet edilmesi Kur’ân’da kesinlikle yasaklanmıştır.
Konuyla ilgili ayetlerin bazısı şöyledir:
لَهُ دَعْوَةُ
الْحَقِّ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ ل يَسْتَج۪يبُونَ لَهُمْ بِشَىْءٍ
اِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ اِلَى الْمَاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ
بِبَالِغِه۪
“Gerçek dua
ancak O’nadır. O’ndan başka yalvardıkları ise onların isteklerine ancak, ağzına
ulaşmayacağı hâlde, ulaşsın diye avuçlarını suya uzatan kimsenin isteğine suyun
cevap verdiği kadar cevap verirler.” (Ra’d, 13/14) Bu ayette, Allah’tan başka
varlıklara dua edenler kınanmakta ve Allah’tan başka varlıklara, putlara,
türbelere, ölülere yapılacak duaların, onlardan isteklerin boşa gideceği
bildirilmektedir.
فَ تَدْعُ مَعَ
الِّٰهل اِلٰهًا اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَ
“Öyle ise
sakın Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma, sonra azaba uğrayanlardan
olursun.” (Şu’arâ, 26/213) Bu ayette sadece Allah’a dua edilmesi istenmekte ve
Allah’tan başkasına dua eden kimselerin haddi aşmış olacakları
bildirilmektedir. (bk. En’âm, 6/40-41; Yunus, 10/106; Kasas, 28/88) İnsan her
isteğini sadece Allah’tan istemelidir. Peygamberimiz (s.a.s.);
اِذَا سَأَلْتَ
فَاسْأَلِ الٰهّلَ وَ اِذَا اسْتَعَنْتَ فَاسْتَعِنْ بِالل
“Bir şey
istediğin zaman Allah’tan iste, bir yardım talebinde bulunduğun zaman Allah’tan
yardım talep et” buyurmuştur. (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, er-Ricâ Minallah, No:
1075)
اَلَيْسَ الٰهّلُ
بِكَافٍ عَبْدَهُ
“Allah,
kuluna kâfi değil mi?” (Zümer, 39/36) Allah’ı bırakıp da zararı ve faydası
dokunmayan, hatta zararı faydasından çok olan varlıklara dua edenler
(putlardan, türbelerden, ölülerden yardım isteyenler, medet umanlar) şu
ayetlerde kınanmaktadır:
يَدْعُو مِنْ
دُونِ الَّهلِ مَا لَا يَضُرُّهُ وَمَا لَا يَنْفَعُهُ ذَلِكَ هُوَ الضَّ لَالُ
الْبَعِيدُ
“Allah’ı
bırakıp da kendine ne zarar, ne menfaat veremeyecek şeylere yalvarır. İşte
derin sapıklık budur.” (Hac, 22/12)
يَدْعُو لَمَنْ
ضَرُّهُ أَقْرَبُ مِن نَفْعِه۪ لَبِئْسَ الْمَوْلَى وَلَبِئْسَ الْعَشِيرُ
“Zararı,
faydasından daha yakın olana yalvarır. (O), ne kötü bir yardımcı ve ne kötü bir
arkadaştır!” (Hac, 22/13)
وَمَنْ أَضَلُّ
مِمَّنْ يَدْعُو مِنْ دُونِ الَّهلِ مَنْ لَا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ
“Allah’ı
bırakıp da kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere yalvarandan
daha sapık kim olabilir? Oysa onlar, bunların yalvardıklarından
habersizdirler.” (Ahkâf, 46/5) Bu ayetler; hem sadece Allah’a dua edilmesi
gerektiğini, hem de Allah’tan başkasına yapılacak duaların günah olduğunu ve
boşa gideceğini ifade etmektedir.
14. Esmâ-i Hüsnâ, Salih Amel ve Hayırlı İşler Vesile Edilmeli
Mü’min, duanın kabul olması
için Allah’ın güzel isimlerini, işlediği sâlih ve hayırlı amelleri vesile
etmelidir. Bunun örnekleri hadislerde vardır. Meselâ Peygamberimiz (s.a.s.),
kızı Fatıma’ya akşam ve sabah şu duayı yapmasını tavsiye etmiştir:
يَا حَيُّ يَا
قَيُّومُ بِرَحْمَتِكَ اَسْتَغِيثُ اَصْلِحْ لِي شَأْنِي كُلَّهُ وَ لَا تَكِلْنِي
اِلٰى نَفْسِي طَرْفَةَ عْنيٍَ
“Ey yaşayan,
diri, canlı, ölümsüz, ezelî, ebedî ve zatı ile kaim olan, her şeyin varlığı
kendisine bağlı, uykusu ve uyuklaması olmayan, varlıkları yöneten, koruyan ve
ihtiyaçlarını üstlenen Allah’ım! Rahmetin sebebiyle senden yardım istiyorum.
İşlerimin hepsini ıslah eyle, göz açıp kapayıncaya kadar beni nefsime bırakma.”
(Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: 914) Bu hadiste, Allah’a iki güzel ismi ile
hitaptan sonra “rahmeti” vesile edilmiştir. Geçmiş ümmetlerden üç kişi yaya
olarak yolculuğa çıkarlar. Yolda şiddetli bir yağmura yakalanırlar. Yağmurdan
korunmak için dağdaki bir mağaraya sığınırlar. Dağdan bir taş yuvarlanır ve
gelip mağaranın girişini tamamen kapatır. Birbirlerine; çıkışımızı taş kapattı,
izimiz kayboldu, burada olduğumuzu Allah’tan başka hiç kimse bilmiyor,
kurtuluşumuz ancak dua ile olur, bu sebeple en güvendiğiniz sâlih bir amelinizi
vesile ederek dua edin, belki Allah bir kurtuluş yolu var eder, derler. Biri
şöyle dua eder: “Allah’ım! Bildiğin gibi benim yaşlı bir annem-babam vardı. Bir
de eşim ve küçük çocuklarım. Her gün çocuklarımdan önce anne-babama süt
içirirdim. Bir gün biraz geç kaldım, süt içirmek için anne-babamın yanına
geldiğimde, onlar uyuyorlardı. Onları uyarmaya kıyamadım, uyanmalarını
bekledim. Bu arada çocuklarım ayaklarıma dolanıyor, karınlarının acıktığını
söylüyorlardı. Ben önce âdetim üzere sütü anne-babama içirmek istiyordum.
Sabaha kadar başlarında bekledim, nihayet uyandılar ve onlara sütlerini
içirdim. Allah’ım! Bildiğin gibi bunu ben sırf Senin rahmetini ve rızanı elde
etmek için ve azabından korktuğum için yaptım, bizi sıkıntıdan kurtar.” Bu dua
üzerine mağaranın girişindeki kaya bulunduğu yerden biraz hareket eder, ışık
görünür ve gökyüzünü görürler. İkinci kişi şöyle dua eder: “Allah’ım! Bildiğin
gibi amcamın bir kızı vardı, ben onu çok seviyordum, ona âşık olmuştum. Onunla
birlikte olmak, ondan murat almak istedim, kabul etmedi. Muradıma erebilmek için
yüz dinar para verdim. Bu parayı elde etmek için çok çalışmış, çok yorulmuştum.
Tam ilişkide bulunacağım bir anda bana, ‘Ey Allah’ın kulu! Allah’tan kork,
nikâhsız Allah’ın mührünü açma (kızlığımı bozma)’ dedi. Ben de vazgeçtim.
Allah’ım! Biliyorsun ki bunu ben sırf Senin rahmetin ve rızanı elde etmek için
ve azabından korktuğum için yaptım, bizi sıkıntıdan kurtar, bize semayı
göster.” Bu dua üzerine mağaranın girişindeki kaya biraz daha bulunduğu yerden
hareket eder, ışık iyice görünür. Üçüncü kişi de şöyle dua eder: “Allah’ım! Ben
bir ölçek pirinç karşılığında bir işçi çalıştırmıştım, iş bitince ücretini
vermek istemiştim ancak ücretini almamıştı. Ben de bu pirinci ektim, ürününü
biriktirdim, nihayet ürünleri satıp parası ile sığır ve koyun aldım. Bir zaman
sonra işçi geldi ve bana ‘ey Allah’ın kulu! Allah’tan kork, bana zulmetme,
ücretimi ver’ dedi. Ben de, ‘Bu sığırları ve davarları çobanlarıyla birlikte
al, bunlar senin ücretin’ dedim. Bana, ‘Allah’tan kork ve benimle alay etme’
dedi. Ben de ‘Alay etmiyorum, bütün bu mallar senin’ dedim. İsteseydim, sadece
bir ölçek pirincini verirdim. Allah’ım! Sen de biliyorsun ki ben bunu rahmetini
elde etmek için ve azabından korktuğum için yaptım. Şu mağaranın kapısını
bütünüyle bize açıver.” Bu duanın üzerine taş mağaranın ağzından tamamen
uzaklaşır ve mağaradan kurtulurlar. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No; 897, 971; Müslim,
Zikir ve Dua, 100; Buhârî, Muzâraa,11) Üç kişinin başına gelen bu olay,
günümüzde olsa, bu kişilerin yanlarında cep telefonu bulunsa ve çekse, bulundukları
yeri de bilseler, yakınlarına telefon edip kendilerini kurtarmalarını
isteyebilirler. Olayın kahramanları için o gün böyle bir imkân yoktur. Şiddetli
yağmur yağdığı için iz sürmek suretiyle kendilerine ulaşma imkânı da
kalmamıştır. Bedensel güçleri ile kurtulmaları da mümkün değildir. Allah’ın
yardımından başka çareleri kalmamıştır. Allah’a dua etmeye karar verirler.
Dualarının kabul olması için Allah rızası için yaptıkları bir ameli, işi veya
sırf Allah korkusu ile terk ettikleri bir fiili vesile ederek dua ederler. Her
üç fiil de kul hakkı ile ilgilidir. Birinci, annebabasına hizmeti her şeyin
üstünde tutmakta, bunu herhangi bir dünyevî çıkar için değil Allah rızası için
yapmaktadır. İkincisi çok arzu ettiği bir isteğine kavuşur, son anda Allah’a
olan saygı ve korkusu ağır basar, bir haramı bu yüzden terk eder. Üçüncüsü
çalıştırdığı bir işçinin emeğini zayi etmez, değerlendirir, çoğaltır ve hak
sahibine verir. Her üç davranış da takdire değer niteliktedir, Allah’a iman ve
ahlâk ön plana çıkartılmış, nefse yenik düşülmemiştir. Bu asil davranışlar
vesile edilerek dua edilmiş, Allah da kabul etmiştir. Biz bu hadisten, kabul
olmasını istediğimiz bir duada sırf Allah için yaptığımız amelleri vesile
ederek dua edebileceğimizi öğreniyoruz. Allah’ın güzel isimleri ve böyle sâlih
ameller vesile edilebilir; ancak türbelere, çalılara bez bağlamak, mum yakmak,
adakta bulunmak ve benzeri davranışlar dînen doğru olmadığı gibi bir faydası da
olmaz, hatta bu tür davranışlar, inanca bile zarar verebilir. Hâkim’in Müstedrek
adlı eserinde Peygamberimizin duada vesile edilebileceği ile ilgili şöyle bir
rivayet vardır: Görme özürlü biri gelip Peygamberimizden iyileşmesi için
kendisine dua etmesini ister. Peygamberimiz, bu kimseye güzelce bir abdest
almasını ve iki rekat namaz kılmasını ve şöyle dua etmesini emreder:
اَللّٰهُمَّ
اِنِّي أَسْأَلُكَ وَأَتَوَجَّهُ إِلَيْكَ بِنَبِيِّكَ مُحَمَّدٍ صَلّٰى الٰهّلُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَبِيِّ الرَّحْمَةِ يَا مُحَمَّدُ إِنِّي أَتَوَجَّهُ بِكَ
إِلَى رَبِّكَ فِي حَاجَتِي هٰذِه۪ فَتَقْض۪يهَا لِي اَللّٰهُمَّ شَفِّعْهُ فِيَّ
وَشَفِّعْنِي فِيهِ
“Allah’ım!
Senden (bana şifa vermeni) istiyorum, rahmet peygamberi olan elçin Muhammed
(s.a.s.)’i vesile ederek Sana yöneliyorum. Ey Muhammed! Ben, şu ihtiyacımı
gidermesi için seninle Rabbine yöneliyorum. Allah’ım! O’nu (peygamberini) bana
şefaatçi kıl ve ihtiyacım konusunda onu bana şefaatçi eyle.” (Hâkim, De’avât,
No: 1909, 1929-1930, I, 519, 526) Bu hadiste, Peygamberden bir şey istenmiyor,
istekler doğrudan Allah’a arz ediliyor, sadece Allah’ın en sevgili kulu ve son
peygamberi olan Hz. Muhammed (s.a.s.), duanın kabulü için vesile ediliyor. Konu
ile ilgili üç rivayetten ikisinde, Peygamberimizden bu duayı öğrenen kişinin
dua ettiği ve iyileştiği bildirilmektedir. (Hâkim, De’avât, No: 1929-1930, I,
526)
15. Dua Sonunda “Âmin”,
“Duamı Kabul Et” Denilmeli, Hz. Peygambere Salât ü Selâm Getirilmeli ve Fâtiha
Sûresi Okunmalı Dua bitiminde “âmin” ve
رَبَّنَا
وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ
“Ya Rabbi!
Duamı kabul et” (İbrâhim, 14/40) denilmeli, Peygamberimize salât ve selâm
getirilmeli ve Kur’ân’ın ilk sûresi olan Fâtiha sûresi okunmalıdır.
إِذَا قَالَ
أَحَدُكُمْ آم۪ينْ وَالْمَلَائِكَةُ فِي السَّمَاءِ آم۪ينْ فَوَافَقَ إِحْدَاهُمَا
الْأُخْرٰى غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِه۪
“Biriniz
‘âmin’ dediği zaman gökteki bir melek de ‘âmin’ der. İkisinden biri diğerinin
‘âmin’ demesine denk gelirse geçmiş günahları bağışlanır” (Hemmâm b. Münebbih,
Sahîfetü Hemmâm, No:
10) anlamındaki hadis, dua sonunda “âmin” demenin önemini ortaya
koymaktadır.
Fâtiha sûresinin ilk ayetlerinde
yüce Allah’ın nitelikleri bildirildikten sonra dua ayetleri gelmektedir:
بِسْمِ الِّٰهل
الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
“Rahmân ve
Rahîm olan Allah’ın adıyla”
اَلْحَمْدُ رَبِّ
الْعَالَمِينَ
“Hamd (her
türlü övgü), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.”
اَلرَّحْمٰنِ
الرَّحِيمِ
“O,
rahmândır ve rahîmdir.”
مَالِكِ يَوْمِ
الدِّينِ
“Din (cezâ
ve mükâfât) gününün sâhibidir.”
إِيَّاكَ نَعْبُدُ
وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“(Yâ Rabbi!)
Ancak sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz!” اِهْدِنَا
الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ “Bizi doğru yola ilet.”
صِرَاطَ الَّذِينَ
أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلاَ الضَّالّ۪ينَ
“Nimet
verdiğin kimselerin yoluna. Kendilerine gazap edilmiş olanların ve sapmışların
yoluna değil.” Fâtiha sûresi, sevap bakımından en büyük sûredir. (Buhârî,
Tefsîru’l-Kur’ân, 1, V, 146) Fâtiha’yı okuyan kimsenin duası kabul olur. Bir
kutsî hadiste yüce Allah, şöyle buyurmuştur: “Fâtiha’yı kendim ile kulum
arasında ikiye böldüm: Yarısı benim, yarısı da kulumundur. Kulumun istediği
hakkıdır, kendisine verilecektir.” Hadisin devamında Peygamberimiz şöyle
demiştir: “Bir kul, ‘Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn’ dediği zaman yüce Allah;
‘Kulum bana hamdetti’ der. Kul; “er-Rahmâni’r-Rahîm” dediğinde yüce Allah,
‘Kulum beni övdü’ der. Kul, ‘Mâliki yevmi’d-dîn” dediğinde, Allah, ‘Kulum beni
yüceltti, bana saygı gösterdi’ der. Kul, “İyyâke na’büdü ve iyyâke neste’în”
dediği zaman Allah, ‘Bu benim ile kulum arasındadır (ibadet eden kuluma, yardım
etmek bana aittir). Kulumun istediği verilecektir’ der. Kul,
“İhdina’s-Sırâta’l-müstekîm, sırâta’l-lezîne en ’amte aleyhim ğayri’l-meğdûbi
aleyhim ve la’d-dâllîn” dediği zaman Allah, ‘Bu dilek kula aittir, istediği
verilecektir’ buyurur.” (Müslim, Salât, 38)
Sonuç olarak; dua yaparken
mübarek vakit ve yerler tercih edilmeli, abdest alıp kıbleye dönülmeli, eller
semaya kaldırılmalı, eûzü ve besmele çekilmeli, Allah’a hamd ve Peygambere
salât ü selâm getirilmeli ve günahlara tevbe ederek duaya başlanmalıdır. Dua
eden kişi, konumuna uygun bir edep içinde olmalıdır. Sadece Allah’a dua
edilmeli, duada meşru sınırlar aşılmamalı, meşru isteklerde bulunulmalı, kabûlü
için acele edilmemeli, duanın kabul edileceği inancı taşınmalı, ihlâs ile ve
yürekten, kısık bir sesle ve yalvararak dua edilmelidir. Duada anlamlı ve veciz
sözler seçilmeli, yapmacık sözlerden kaçınılmalıdır. Dua sonunda Hz. Peygambere
salât ve selâm getirilmeli ve eller yüzlere sürülmelidir. (İbn Mâce, Dua, 13)
Dua her zaman ve mekânda; her hâl ve şartta söz gelimi; yürürken, otururken ve
yatarken yapılabilir. (Yûnus, 10/12). Nitekim bir ayette şöyle buyurulmuştur:
اَلَّذِينَ
يَذْكُرُونَ الٰهّلَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ
فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًا
سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
“Onlar
ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve
yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. ‘Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, Seni
eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru’ derler.” (Âl-i İmrân,
3/191) Usul ve adabına uygun bir dua; sadece dil ve dudaklarla yapılmaktan
ibaret olmamalı, kalp ve rûh da duaya katılmalıdır. Eller, dil ve gönül hep
birlikte Allah’a yönelmelidir. Dua esnasında korku ve ümit birlikte bulunmalı,
candan ve yalvararak, ihlâs ve samimiyetle istenmelidir. Dua gönülden, gizlice
ve alçak sesle, günahlara pişmanlık duyularak, kıbleye yönelerek ve Allah’ın
adıyla başlanarak yapılmalı, dua esnasında dinî şuur yoğunlaştırılmalı, kabulü
için acele edilmemelidir. Duanın kabul edileceğine inanılarak ısrarla duaya
devam edilmelidir. Ayrıca isteğini Allah’a arz etmeden önce Allah’a hamd-ü
senâ, Peygamberimize de salât-ü selâm getirmelidir. Abdest alınmalı (Tirmizî,
De’avât, 125), mümkünse kıbleye dönülmeli, dua cümleleri üç defa tekrar edilmelidir.
DUANIN
KABÛLÜ VE İNSAN HAYATINA ETKİSİ
Duanın İnsan Hayatına Tesiri
Dua; mü’minin kendini Allah’a
yaklaştırmak için yaptığı bir çaba, psikolojik bir rahatlık, huzur ve mutluluk
kaynağıdır. Dua; mü’minin Rabbi ile irtibatını sağlar, Allah’a olan inancını ve
güvenini pekiştirir, sıkıntılı ve darlık zamanlarında bir ümit ve sığınak olur,
insanı yalnızlık hissinden kurtarır. Dua; maddî hastalıklara zemin hazırlayan
stres, sıkıntı ve dertleri yok eder, psikolojik ve ruhsal hastalıklara ilaç
olur, maddî hastalıkların iyileşmesini hızlandırır. Dua; insanı görünür
görünmez kaza, bela ve musibetlerden korur, insanın hayır ve hasenat yapmasına
vesile olur, alçak gönüllü olmasını sağlar, insana kulluğu hatırlatır ve onu
yüce Allah’ın gazabından korur. Dua; insanın yalnızlığını giderir, insana dert
ortağı olur. İnsan ancak gücünün yettiği işleri yapabilir ve sıkıntıların
üstesinden gelebilir, fakat gücünü aşan konularda zorlanır. Bu zorluk insana
acziyetini, kulluğunu ve Rabbini hatırlatır, O’ndan yardım istemeye yöneltir.
Zorlukları yenme ve işlerde başarılı olmanın yolu duadan geçer. Pek çok insanın
başarısının arkasında ağzı dualı insanların / anne-babanın hayır duası vardır.
Birçok sıkıntı ve başarısızlığın arkasında zulüm ve mazlumun bedduası vardır.
Dünya nüfusunun yoğunluğuna rağmen birçok insan, yalnızlıktan şikayet eder.
Fertler arasındaki iletişim zayıflığı, sevgi yetersizliği, komşuluk ve
arkadaşlık bağlarının kaybolması sebebiyle insanlar, birbirlerine
yabancılaşmıştır. “Ferdîleşme” olarak adlandırılan bu olgu, bireylerin hayata
bakışlarını olumsuz etkiler. Böylece insan, kalabalıklar içinde yalnızlık çeken
bir varlık konumuna düşer. Bu nedenlerle stres, gerilim, sıkıntı ve yalnızlığın
sonucu “depresif ” hasta sayısı her geçen gün artmaktadır. Endişe, güvensizlik,
trafik sıkışıklığı, ulaşım zorluğu, iş hayatındaki rekabet, gelecek hakkındaki
belirsizlik ve geçimsizlik gibi olgu ve kaygılar, kişinin ruh hâlini olumsuz
yönde etkilemektedir. Bu tür bunalım ve çıkmaza giren bir kısım insanlar,
olumsuz eylem ve davranışlara, sakinleştirici ve uyuşturucu maddelere
yönelmektedir. İşte bu gibi durumlarda insandaki Allah ve ahiret inancı ön
plana çıkar; sabır, irade, azim, çalışma, tevekkül ve dua gibi dinî değerler,
insanları zorluklara karşı motive eder, psikolojik rahatlama sağlar, yalnızlık
hissini ortadan kaldırır, manevî güç verir. Dua; mü’minler için manevî bir
sığınaktır, yardım, moral ve güç tazeleme kapısıdır. Bu itibarla dua,
müslümanın hayatının ayrılmaz bir parçasıdır, gecesinde ve gündüzünde, evinde
ve iş yerinde gönlü ve dili hep duadadır müslümanın. Duası kabul olan kullar arasına
girebilirse insan, dünya ve ahiret mutluluğuna ermiş demektir. Sahabeden Hz.
Enes’in bildirdiğine göre; “Dua eden mü’minin en az üç kazanımı olur: İstediği
hemen verilir veya günahı bağışlanır veya sevabı ahirete bırakılır.”
(Abdürrazzâk, Dua, No: 19649) Peygamberimiz (s.a.s.) de şöyle buyurmuştur:
مَا مِنْ دَاعٍ
يَدْعُو اِلَّا اسْتَجَابَ الٰهّلُ لَهُ دَعْوَتَهُ اَوْ صَرَفَ عَنْهُ مِثْلَهَا
سُوءًا اَوْ حَطَّ مِنْ ذُنُوبِهِ بِقَدْرِهَا مَا لَمْ يَدْعُ بِاِثْمٍ اَوْ
قَطْعِ رَحْمِ
“Dua eden
bir mü’minin; günah olan bir şeyi istemedikçe veya akrabalık ilişkisini kesmek
için dua etmedikçe, Allah ya onun duasını kabul eder veya ondan duası
nispetinde bir kötülüğü uzaklaştırır veya onun duası kadar günahlarını siler.”[2]
KABUL
OLAN DUALAR
Mü’min, usul ve adabına uygun
olarak dua ettiği zaman duası kabul olur ve bunun faydasını ve etkisini dünya
ve ahirette görür. Yüce Allah, ayetlerde dua edenin duasını kabul edeceğini
bildirmektedir:
وَإِذَا سَأَلَكَ
عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ
فَلْيَسْتَجِيبُوا لِي وَلْيُؤْمِنُوا بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
“Kullarım,
sana benden sorarlarsa (onlara söyle): Ben (onlara) yakınım. Dua eden, bana dua
ettiği zaman onun duasına karşılık veririm. O hâlde onlar da bana karşılık
versin (benim çağrıma uysun)lar, bana inansınlar ki, doğru yolu bulmuş olalar.”
(Bakara, 2/186)
أمََّنْ
يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاءَ
الْأَرْضِ أَإِلٰهٌ مَعَ الَّهلِ قَلِي مَا تَذَكَّرُونَ
“Yahut dua
ettiği zaman darda kalmışa kim yetişiyor da kötülüğü (onun üzerinden)
kaldırıyor ve sizi (eskilerin yerine) yeryüzünün sahipleri yapıyor? Allah ile
beraber başka bir tanrı mı var? Ne de az düşünüyorsunuz?” (Neml, 27/62) Birinci
ayette dua edenin duasının kabul edileceği, ikinci ayette ise darda ve
sıkıntıda kalanın sıkıntısının giderileceği bildirilerek Allah’ın dualara
icabet eden olduğuna işaret edilmektedir.
اِنَّ رَبِّي
لَسَمِيعُ الدُّعَاءِ
“Şüphesiz
Rabbim duaları işitendir.” (İbrâhim, 14/39)
هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا
رَبَّهُ قَالَ رَبِّ هَبْ لِي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً إِنَّكَ سَمِيعُ
الدُّعَاءِ
“Orada
(mihrapta) Zekeriyyâ, Rabbine; ‘Rabbim, bana katından temiz bir nesil ver. Sen
duayı işitensin’ diye dua etmişti.” (Âl-i İmrân, 3/38)
فَاسْتَغْفِرُوهُ
ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُجِيبٌ
“O’ndan
mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe edin! Çünkü Rabbim yakındır, (duaları) kabul
edendir” (Hûd, 11/61) anlamındaki ayetlerde ise Allah’ın “karîb (kullarına
yakın)”, “semî’u’d-dua (duaları işiten)” ve “mücîb (duaları kabul eden)” olduğu
bildirilmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.) de;
إِنَّ الَّهلَ
حَيِيٌّ كَرِيمٌ يَسْتَحْيِي إِذَا رَفَعَ الرَّجُلُ إِلَيْهِ يَدَيْهِ أَنْ
يَرُدَّهُمَا صِفْرًا خَائبِتََْنيِ
“Allah, hayâ
sahibidir, çok kerimdir. Bir insan iki elini kaldırıp kendisine dua ettiği
zaman, o kalkan iki eli boş çevirmekten hayâ eder” (Tirmizî, De’avât,118; bk.
İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 876; Hâkim, De’avât, I, 497) anlamındaki hadisi ile
Allah’ın duaları kabul edeceğini beyan etmiştir. Medineli müslümanlardan Ebû
Ümâme adlı sahabîyi mescitte kederli bir şekilde otururken gören Resûlullah
(s.a.s.), ona; “Namaz vakti değil, niçin mescitte oturuyorsun?” diye sorar.
Sahâbî; “Üzüntülerim ve borçlarım sebebiyle buradayım, ey Allah’ın Resûlü!’’ diye
cevap verir. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.); “Söylediğin zaman, Allah’ın
üzüntünü ve borçlarını gidereceği bir dua öğreteyim mi sana?’’ der. Sahâbî;
‘’Evet, öğret ey Allah’ın elçisi!” karşılığını verir. Peygamberimiz (s.a.s.) de
ona şu duayı öğretir ve akşam-sabah okumasını tavsiye eder:
اَللّٰهُمَّ
إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْهَمِّ وَالْحُزْنِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْعَجْزِ
وَالْكَسَلِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْجُبْنِ وَالْبُخْلِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ
غَلَبَةِ الدَّيْنِ وَقَهْرِ الرِّجَالِ قَالَ فَفَعَلْتُ ذٰلِكَ فَأَذْهَبَ
الٰهّلُ هَمِّي وَقَضَى عَنِّي دَيْنِي
“Allah’ım!
Kederden ve hüzünden Sana sığınırım, acizlikten ve tembellikten Sana sığınırım,
korkaklıktan ve cimrilikten Sana sığınırım, borç altında ezilmekten ve
insanların kahrından Sana sığınırım.” Sahabî; “Hz. Peygamberin öğrettiği duayı
okudum; Allah da üzüntümü ve borçlarımı giderdi’’ demiştir. (Ebû Davud, Salat,
367) Sırf sözle yapılan bir dua ile çalışmadan borçlar nasıl ödenecek? Sahabîye
öğretilen duanın cümleleri arasında; “Acizlikten ve tembellikten Allah’a
sığınırım, diye dua et” sözünün bulunması bir mesajdır. Bu mesaj ile; “Ey Ebû
Umâme! Üzüntülerin ve üzüntülerine sebep olan borçların, mescitte de olsa,
oturmakla ortadan kalkmaz, acizliği ve tembelliği bırak, çalış, bu konuda
Allah’tan yardım iste, harekete geç, borçlarını ödemenin yollarını ara,
mescitte oturup beklemekle ne üzüntün, ne de borcun biter” demek istenmiştir.
Dua bir ibadet ve bir zikir olduğu için dua eden mutlaka ilâhî emre uymuş,
itaat etmiş ve sevap kazanmış olur. Dünya ile ilgili isteklerini yüce Allah,
kulun yararına göre hemen verebileceği gibi bir müddet sonra da verebilir veya
duasının karşılığı ahirete bırakılmış olabilir. Dolayısıyla, dünya hayatına
yönelik talepleri karşılanmayan kişi, duam kabul edilmedi, dememelidir.
Peygamberimiz (s.a.s.); dua edene yüce Allah’ın isteğini ya dünyada hemen
vereceğini veya ahirette vereceğini ya da istediği iyilik kadar kötülüğün
giderileceğini bize haber vermiştir:
مَا مِنْ رَجُلٍ
يَدْعُو الٰهّلَ بِدُعَاءٍ إِلَّا اسْتُجِيبَ لَهُ فَإِمَّا أَنْ يُعَجَّلَ لَهُ
فِي الدُّنْيَا وَإِمَّا أَنْ يُدَّخَرَ لَهُ فِي الْآخِرَةِ وَإِمَّا أَنْ
يُكَفَّرَ عَنْهُ مِنْ ذُنُوبِهِ بِقَدْرِ مَا دَعَا مَا لَمْ يَدْعُ بِإِثْمٍ
أَوْ قَطِيعَةِ رَحْمٍ أَوْ يَسْتَعْجِلْ قَالُوا يَا رَسُولَ الِّٰهل وَكَيْفَ
يَسْتَعْجِلُ؟ قَالَ يَقُولُ دَعَوْتُ رَبِّي فَمَا اسْتَجَابَ لِي
“Allah’a dua
eden herhangi bir insan yoktur ki duası kabul edilmiş olmasın. Günah
işlemediği, yakınları ile ilişkisini kesmediği ve isteğinde acele etmediği
sürece Allah ona ya dünyada istediğini hemen verir veya isteğini ahirete
bırakır ya da duası nispetinde günahlarını bağışlar. Sahabe, “Ey Allah’ın
elçisi! Nasıl acele edilir? diye sordular. Hz. Peygamber, “Kulun, Rabbime dua
ettim de duama icabet etmedi, demesidir” buyurur. (Tirmizî, De’avât, 13; bk.
Müslim, Dua, 92) Aynı hadisin Hâkim’in Müstedrek adlı eserindeki rivayetinde;
üçüncü şık;
اَوْ يَصْرِفَ
عَنْهُ مِنَ السُّوءِ مِثْلَهَا
“Ya da duası
nispetinde ondan bir kötülüğü savar” şeklindedir. (Hâkim, De’avât, I, 493)
Kabul olan duaları üç kısımda
ele alabiliriz:
1- Bazı kimselerin yaptığı dualar,
2- Belirli zamanlarda yapılan
dualar,
3- Belirli mekânlarda yapılan
dualar.
1. Duası Kabul Olanlar
Kur’ân’da ve hadis-i
şeriflerde duası kabul edilenlerden bize örnekler verilmiştir. Bunlardan
bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
a) Hz. Meryem’in Annesi
İmrân’ın Duası
İmrân, kızı Meryem için;
وَإِنِّي
أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
“Onu
(Meryem’i) ve soyunu kovulmuş şeytanın şerrinden sana ısmarlıyorum / Senin
korumanı diliyorum” (Âl-i İmrân, 3/36) diye dua etmiştir. Yüce Allah, İmrân’ın
duasını kabul ettiğini şöyle bildirmektedir:
فَتَقَبَّلَهَا
رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا
زَكَرِيَّا
“Rabbi onu
güzel bir şekilde kabul buyurdu; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve
Zekeriyyâ da onun bakımını üstlendi.” (Âl-i İmrân, 3/37)
b) Hz. Eyyûb Peygamberin
Duası
Eyyûb (a.s)’ın, hastalığının
iyileşmesi ve sıkıntısının giderilmesi için Allah’a şöyle dua ettiği
bildirilmektedir: وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ
أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ “(Ey Peygamberim!)
Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine,‘Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen
merhametlilerin en merhametlisisin’ diye yalvarmıştı.” (Enbiya, 21/83)
وَاذْكُرْ
عَبْدَنَا أَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ
وَعَذَابٍ
“Kulumuz
Eyyûb’u da an: (O) Rabbine ‘Şeytan, bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu’ diye
seslenmiş, dua etmişti.” (Sâd, 38/41) Yüce Allah, Eyyûb Peygamberin duası
üzerine hastalığının iyileşmesi için,
اُرْكُضْ
بِرِجْلِكَ هَذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ
“Ona ayağını
(yere) vur, işte yıkanacak ve içilecek serin (bir su)” (Sâd, 38/42) buyurmuş,
Eyyûb (a.s.) ayağını yere vurmuş, çıkan su ile yıkanmış ve sudan içmiş, iç ve
dış bütün hastalıklarından kurtulmuştur. Yüce Allah, Eyyûb’un duasını kabul
ettiğini şöyle bildirmektedir:
فَاسْتَجَبْنَا
لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِهِ مِنْ ضُرٍّ وَآتَيْنَاهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ
مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرَى لِلْعَابِدِينَ
“Biz de onun
duasını kabul etmiş ve başına gelenleri kaldırmıştık. Katımızdan bir rahmet ve
kulluk edenlere bir hatıra olmak üzere ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle
bir mislini daha vermiştik.” (Enbiyâ, 21/84)
c) Yûnus Peygamberin Duası
Yûnus Peygamber, balığın
karnında şöyle dua etmiştir:
وَذَا النُّونِ
إِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي
الظُّلُمَاتِ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ
الظَّالِمِينَ
“(Ey
Peygamberim!) Zünnûn’u (balık karnına girmiş olan Matta oğlu Yûnus’u) da an;
zira (o, kavmine) kızarak (yurdundan) ayrılıp gitmişti, bizim kendisine güç
yetiremeyeceğimizi, (kavminin arasından çıkmakla kendisini kurtaracağını)
sanmıştı. Nihayet karanlıklar içinde (kalıp); ‘(Ey Rabbim!) Senden başka tanrı
yoktur. Senin şânın yücedir, ben zâlimlerden oldum!’ diye yalvardı.” (Enbiyâ,
21/87) Yüce Allah, Yûnus Peygamberin duasını kabul ettiğini şöyle
bildirmektedir:
فَاسْتَجَبْنَا
لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ
“Biz de onun
duasını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. İşte biz, mü’minleri böyle
kurtarırız.” (Enbiyâ, 21/88) Bu ayetlerde Allah, bedensel ve zihinsel her türlü
hastalıktan kurtulmak için tedavi yollarına başvurulması gerektiğini, şifayı
verenin Allah olduğunu vurgulamaktadır. Peygamberimiz (s.a.s.), Yûnus
Peygamberin duası ile ilgili olarak;
دَعْوَةُ ذِي
النُّونِ إِذاَ دَعَا وَهُوَ فِي بَطْنِ الْحُوتِ لَا إِلٰهَ إِلَّا أَنْتَ
سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ فإِنَّهُ لَمْ يَدْعُ بِهَا رَجُلٌ
مُسْلِمٌ فِي شَيْءٍ قَطُّ إِلاَّ اسْتَجَابَ الَّهلُ لهُ
“Balık
sahibi (Yûnus peygamberin), balığın karnında yaptığı duası; ‘lâ ilâhe illâ ente
sübhâneke innî küntü mine’zzâlimîn (Ya Rabbî!) Senden başka ilâh yoktur, seni
noksan sıfatlardan tenzih ederim, gerçekten ben zâlimlerden oldum)’ şeklinde
idi. Bu sözlerle dua eden herhangi bir Müslüman yoktur ki Allah onun duasını
kabul etmiş olmasın” buyurmuştur. (Tirmizî, De’avât, 85; bk. Hâkim, De’avât, I,
505)
ç) Zekeriya Peygamberin
Duası
Zekeriya (a.s.), Allah’a dua
edip kendisine çocuk ihsan etmesini istemişti:
وَزَكَرِيَّا إِذْ
نَادَى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا وَأَنْتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ
“(Ey
Peygamberim!) Zekeriyya’yı da (an). O, Rabbine; ‘Rabbim! Beni tek (yalnız
başıma çocuksuz) bırakma. Sen, vârislerin en hayırlısısın (her şeyim sana
kalacaktır)’ diye dua etmişti.” (Enbiyâ, 21/89) Yüce Allah, Zekeriya
Peygamberin duasını kabul ettiğini şöyle bildirmektedir:
فَاسْتَجَبْنَا
لَهُ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيَى وَأَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُ إِنَّهُمْ كَانُوا
يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا وَكَانُوا لَنَا
خَاشِعِينَ
“Onun
duasını da kabul buyurduk ve ona Yahyâ’yı armağan ettik. Eşini de kendisi için
ıslah ettik (çocuk doğurmağa elverişli bir hâle getirdik). Gerçekten onlar
hayır işlere koşarlar, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi ve bize derin
saygı gösterirlerdi.” (Enbiyâ, 21/90)
d) Süleyman Peygamberin
Duası
Süleyman (a.s.), yüce
Allah’tan mülk istemiştir:
قَالَ رَبِّ
اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَا يَنْبَغِي لِأَحَدٍ مِنْ بَعْدِي إِنَّكَ
أَنْتَ الْوَهَّابُ
“O, ‘Rabbim!
Beni affet, bana, benden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir mülk (hükümdarlık)
ver. Çünkü Sen, çok lütufkârsın’, diye dua etti!” (Sâd, 38/35) Yüce Allah, onun
bu duasını kabul etmiştir:
فَسَخَّرْنَا لَهُ
الرِّيحَ تَجْرِي بِأَمْرِهِ رُخَاءً حَيْثُ أَصَابَ وَالشَّيَاطِينَ كُلَّ
بَنَّاءٍ وَغَوَّاصٍ وَآخَرِينَ مُقَرَّنِينَ فِي الْأَصْفَادِ
“Bunun
üzerine Biz de, istediği yere onun buyruğu ile kolayca giden rüzgârı, bina
kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğerlerini onun
buyruğu altına verdik.” (Sâd, 38/35–38) Zikrettiğimiz bu beş örnekte, insanlara
önder ve rehber olarak gönderilen peygamberlerin çeşitli konularda dua
ettikleri ve dualarının kabul edildiği ve bunun bir öğüt olduğu bildirilerek
mü’minlere yol gösterilmektedir. Peygamberler gibi ihlâs ile usul ve şartlarına
uygun olarak dua eden mü’minlerin duaları da kabul olur. Özellikle bazı
zamanlarda, konumları ve durumları sebebiyle bir kısım insanların dualarının
kabul olacağını Peygamberimiz bize bildirmiştir. Bunların bir kısmını şöyle
özetleyebiliriz:
e) Oruçlu Kimsenin, Âdil
Devlet Başkanının ve Mazlumun Duası
ثَ
ثَالَةٌ لَا تُرَدُّ دَعْوَتُهُمْ اَلصَّائِمُ حَتَّى يُفْطِرَ وَالْإِمَامُ
الْعَادِلُ وَدَعْوَةُ الْمَظْلُومِ يَرْفَعُهَا الٰهّلُ فَوْقَ الْغَمَامِ
وَيَفْتَحُ لَهَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ وَيَقُولُ الرَّبُّ وَعِزَّتِي
لَأَنْصُرَنَّكَ وَلَوْ بَعْدَ حِينٍ
“Üç kimsenin
duası reddedilmez: İftar edinceye kadar oruçlu kimsenin, âdil devlet başkanının
ve mazlumun duası. Allah, mazlumun duasını bulutların üzerine kaldırır ve o dua
için sema kapılarını açar ve ‘İzzetime yemin ederim ki belli bir süre de olsa
mutlaka sana yardım edeceğim’ buyurur.” (Tirmizî, De’avât, 115,129; İbn Mâce,
Siyâm, 48; bk. İbn Hıbbân, Ed’ıye, 17, No:17228) Oruç, riya karışmayan bir
ibadettir. Oruç tutan sırf Allah için tutmuştur. Dolayısıyla Allah oruç tutanın
duasını kabul eder. Devlet başkanı/yönetici olup da yönetilenlere ve halka
adaletli davranabilmek bir meziyettir, dürüstlüktür. Allah, bu kimselerin
dualarını kabul edeceğini bildirerek adaletin önemine vurgu yapmıştır. Mazlum
ise zarara uğramış, kalbi kırılmıştır, dolayısıyla zalime içtenlikle dua
etmiştir. Allah, zalimin değil mazlumun yanındadır. Dolayısıyla mazlumun
duasını kabul eder ve zalimden onun intikamını alır.
f) Misafirin ve
Anne-Babanın Çocuklarına Duası
ثَ ثَالُ
دَعَوَاتٍ مُسْتَجَابَاتٌ لَا شَكَّ فِيهِنَّ دَعْوَةُ الْوَالِدِ وَدَعْوَةُ
الْمُسَافِرِ وَدَعْوَةُ الْمَظْلُومِ
“Hiç şek ve
şüphe yok ki üç kimsenin yaptığı dua kabul edilir: Anne-babanın çocuklarına
yaptığı dua, misafirin duası ve zulme uğramış kimsenin duası.” (Ebû Davud,
Salât, 364; Tirmizî, De’avât, 48; bk. Heysemî, Ed’ıye, 17, No:17229) Dinimiz
misafire ibadetlerde birtakım kolaylıklar tanımıştır. Meselâ isterse Ramazan
orucunu -daha sonra kaza etmek şartıyla- tutmayabilir, dört rekatlı namazları
iki rekat olarak kılar, mestlerin üzerine yetmiş iki saat mesh edebilir. Bu
kolaylıklar, misafire verilen değeri ifade eder. Duasının kabulü de bu
sebepledir. Anne-baba, çocukların hayata gelme sebebidir. Çocukları her türlü
zahmete katlanıp büyütmüşlerdir. Üzerlerinde hakları çoktur. Bu itibarla
çocukları hakkında yaptıkları dua reddedilmez.
g) Mü’minlerin Yüzlerine ve
Gıyaplarında Birbirlerine Yaptıkları Dua
Peygamberimiz (s.a.s.), bir
mü’minin, bir mü’min kardeşinin gıyabında yaptığı duanın en süratli kabul
edilen dua olduğunu şu hadislerinde bildirmiştir:
إِنَّ أَسْرَعَ
الدُّعَاءِ إِجَابَةً دَعْوَةُ غَائِبٍ لِغَائِبٍ
“Hiç
şüphesiz en süratli kabul edilen dua, bir mü’minin bir mü’mine gıyabında
yaptığı duadır.” (Ebû Davud, Salât, 364; Buhârî, Edebü’l-Müfred, No:623)
دَعْوَتَانِ
لَيْسَ بَيْنَهُمَا وَ بَ الِّٰهل حِجَابٌ دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ وَ دَعْوَةُ
الْمَرْءِ لِاَخِيهِ بِظَهْرِ الْغَيْبِ
“İki dua
vardır ki bu dualar ile Allah arasında perde yoktur. Mazlumun duası, kişinin
müslüman kardeşinin gıyabında yaptığı dua.” (Heysemî, Ed’ıye, 17, No:17231)
إِذَا دَعَا
الرَّجُلُ لِأَخِيهِ بِظَهْرِ الْغَيْبِ قَالَتِ الْمَ ئَالِكَةُ آمِينْ وَلَكَ
بِمِثْلٍ
“Bir kimse
kardeşinin gıyabında dua ettiği zaman melekler, ‘âmin, aynısı sana da verilsin’
diye dua ederler.” (Ebû Davud, Salât, 362)
مَا مِنْ مُسْلِمَ
الْتَقَيَا فَاَخَذَ اَحَدُهُمَا بِيَدِ صَاحِبِه۪ اِلَّا كَانَ حَقٌّ عَلَى
الِّٰهل اَنْ يُجِيبَ دُعَائَهُمَا وَ لَا يَرُدَّ اَيْدِيَهُمَا حَتَّى يَغْفِرَ
لَهُمَا
“Birbirleriyle
karşılaşıp tokalaşan iki Müslüman yoktur ki Allah dualarını kabul etmiş,
ellerini bırakmadan onları bağışlamış olmasın.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No:
4139)
اِنَّمَا يَنْصُرُ
الٰهّلُ الْمُسْلِمِينَ بِدُعَاءِ الْمُسْتَضْعَفِينَ
“Allah,
Müslümanlara zayıfların duası sebebiyle yardım eder.” (Taberânî, No: 4160) Bu
hadisler, mü’minlerin birbirlerinin yüzlerine ve gıyaplarında dua etmelerini
hem teşvik etmekte, hem de bu duaların kabul edileceğini bildirmektedir.
ğ) İsm-i A’zâm İle Yapılan
Dua
“İsm-i a’zâm”, en yüce isim,
demektir. Hadis kitaplarında ism-i a’zâm ile ilgili farklı isimler
zikredilmiştir. Bunlardan iki rivayet şöyledir: Sahabeden Enes b. Malik (r.a.)
diyor ki; Hz. Peygamber (s.a.s.), bir gün camiye girdi. Bir sahâbî namaz
kılıyordu. Bu sahâbî namazdan sonra dua etmeye başladı ve duasında şöyle
diyordu:
اَللَّهُمَّ
اِنِّي اَسْأَلُكَ بِاَنَّ لَكَ الْحَمْدُ لَا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ الْمَنَّانُ
بَدِ يعُ السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضِ ذُو الْجَ لَالِ وَ الْاِكْرَامِ يَا حَيُّ
يَا قَيُّومُ
“Allah’ım!
Her türlü övgü sana mahsustur. Senden başka ilâh yoktur. (Sen), mennânsın/çok
nimet verensin, gökleri ve yeri yokken var edensin, celâl ve ikram sahibisin,
ey yaşayan, diri, canlı, ölümsüz, ezelî ve ebedî olan; zatı ile kaim olan, her
şeyin varlığı kendisine bağlı olan, uykusu ve uyuklaması olmayan, varlıkları
yöneten, koruyan ve ihtiyaçlarını üstlenen Allah’ım! cümleleri ile sana dua
ediyor, senden talepte bulunuyorum.” Bu duayı işiten Peygamberimiz (s.a.s.);
لَقَدْ دَعَا
بِاسْمِ الِّٰهل الْاَعْظَمِ الَّذِي اِذَا دُعِيَ بِه۪ اَجَابَ وَ اذَا سُئِلَ
بِه۪ اَعْطَي
“Bu kimse, Allah’ın
ism-i a’zâm’ı ile dua etti ki ism-i a’zâm ile dua edildiğinde Allah bu duayı
kabul eder ve bu isimle istenince Allah verir” (Hâkim, De’avât, I, 504; Ebû
Ya’lâ, Zikir ve Dua, No:1124) buyurdu. Enes bin Malik anlatıyor. Hz. Peygamber
bir adamın;
اَللّٰهُمَّ
اِنِّي اَسْاَلُكَ بِاَنَّ لَكَ الْحَمْدُ لَااِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ الْمَنَّانُ
بَدِيعُ السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضِ ذُو الْجَ لَالِ وَالْاِكْرَامِ اَسْأَلُكَ
الْجَنَّةَ وَ اَعُوذُ بِكَ مِنَ النَّارِ
“Allah’ım!
‘Hamd sana mahsustur, Senden başka ilâh yoktur, sadece Sen varsın, Sen
mennânsın, gökleri ve yeri yaratansın, celal ve ikram sahibisin, isim ve
niteliklerin ile istiyorum. Senden cenneti istiyorum ve cehennemden sana
sığınıyorum” diye dua ettiğini duydu ve;
لَقَدْ يَدْعُو
الٰهّلَ بِاسْمِهِ الْاَعْظَمِ الَّذِي اِذَا دُعِيَ بِهِ.وَ اِذَا سُئِلَ بِهِ
اَعْطَى اجَاَبَ
“Bu adam
Allah’tan, O’nun yüce ismiyle istedi ki Allah’a ism-i azamı ile dua edildiği
zaman kabul eder, bu isim ile istenildiği zaman verir” buyurdu. (Hâkim,
De’avât, I, 504; İbn Mâce, Dua, 9) Hadislerde Allah’ın ism-i a’zâmı olarak
birden çok isim zikredilmiştir. Bu isimlerin başında lafza-i celal; sonra
Rahman, Rahîm, Rab, Mennân, Ehad, Samed, Hayy, Kayyûm, Mâlikü’l-mülk,
Bedî’u’s-semâvâti ve’l-erd, Zû’lcelâli ve’l-ikram, lâ ilâhe illallah, lâ ilâhe
illâ ente isimleri gelmektedir. (bk. Müslim, Salâtü’l-müsâfirîn, 258; Tirmizî,
De’avât, 65; İbn Mâce, Dua, 9; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 14; Ahmed, III, 120;
VI, 461)
h) Hac ve Umre Yapanların
Duası
اَلْحُجَّاجُ
وَالْعُمَّارُ وَفْدُ الِّٰهل إِنْ دَعَوْهُ أَجَابَهُمْ وَإِنِ اسْتَغْفَرُوهُ
غَفَرَ لَهُمْ
“Hacılar ve
umre yapanlar Allah’ın (evininin) ziyaretçileridir/ elçileridir. Kendisine dua
ederlerse dualarına icabet eder, O’ndan bağışlanma dilerlerse onları bağışlar.”
(İbn Mâce, Menâsik, 5)
مَنْ حَجَّ هٰذَا
الْبَيْتَ فَلَمْ يَرْفُثْ وَلَمْ يَفْسُقْ رَجَعَ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ
“Kim Allah
için hacceder de (Allah’ın rızâsına uymayan) kötü söz ve davranışlardan ve
Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, (kul hakkı hariç) annesinin onu doğurduğu
günkü gibi (günahlarından arınmış olarak hacdan) döner.” (Buhârî, Hac, 4;
Nesâî, Menâsikü’l-Hac, 4; Müslim, Hac, 438; İbn Mâce, Menâsik, 1) Bu hadislerde
Peygamberimiz (s.a.s.), Allah’ın, hac ve umre yapan kimselerin dualarını kabul
edeceğini bildirmektedir. Hac ve umre; meşakkatli bir ibadettir, sıcak, izdiham
ve kalabalıkta sırf Allah için sıkıntılara katlanmak samimiyetin gereğidir.
Ayrıca hac ve umre yapanlar, Mescid-i Haram, Kâbe, Mina, Müzdelife ve Arafat
gibi kutsal mekânlarda dua ederler, Allah da onların duasını kabul eder.
i) Allah Yolunda Cihat Eden
Gazilerin Duası
اَلْغَازِي
فِي سَبِيلِ الِّٰهل وَالْحَاجُّ وَالْمُعْتَمِرُ وَفْدُ الِّٰهل دَعَاهُمْ
فَاَجَابُوهُ وَسَأَلُوهُ فَأَعْطَاهُمْ
“Allah
yolunda cihat eden gaziler, hac ve umre yapanlar Allah’ın elçileridir.
Kendisine dua ederlerse dualarına icabet eder, O’ndan bir şey isterlerse onlara
verir.” (İbn Mâce, Menasik, 5) Dini mübîni İslâm için cihad eden, Allah için
beden ve mal varlığını ortaya koyan, gerektiğinde uykusuz ve aç kalan, düşmanla
çarpışan müslüman, bu konumda dua ettiği zaman Allah duasını kabul eder. Her
müslümanın kabul olan bir duası vardır. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle
buyurmuştur:
وَ اِنَّ لِكُلِّ
مُسْلِمٍ دَعْوَةً يَدْعُو بِهَا فَيُسْتَجَابُ لَهُ
“Her
müslümanın kabul olan bir duası vardır.” (Heysemî, Ed’ıye, 10, No: 17215)
2. Belirli Zamanlarda Yapılan Dualar
Müslüman, her zaman dua
yapabilir, ancak bazı ay, gün ve gecelerde Meselâ üç aylarda, özellikle Ramazan
aylarında, Kadir, Berat, Mirac, Regaip, Cuma ve bayram gecelerinde, seher
vakitlerinde, secde hâlinde, ezan ile kamet arasında, namazdan sonra yapılan
duaların kabul olacağı ile ilgili hadisler vardır. Duaların kabul olacağı
zamanları şöyle özetleyebiliriz.
a) Üç Aylarda Yapılan
Dualar
Üç aylar, Recep, Şaban ve
Ramazan aylarıdır. Recep ve Şaban; içinde bin aydan hayırlı olan kadir
gecesinin bulunduğu, Kur’ân’ın indiği ve İslâm’ın beş temel esasından biri olan
oruç ibadetinin tutulduğu, rahmet ve mağfiret ayı olan Ramazan ayına hazırlık
aylarıdır. Peygamberimiz (s.a.s.), bu aylarda diğer aylara nispetle daha çok
oruç tutmuş, bazen Şaban ayının tamamını oruçla geçirmiş (Tirmizî, Savm, 36) ve
إِنَّ الٰهّلَ
تَبَارَكَ وَتَعَالٰى يَنْزِلُ لَيْلَةَ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَانَ إِلٰى سَمَاءِ
الدُّنْيَا فَيَغْفِرُ لِأَكْثَرَ مِنْ عَدَدِ شَعْرِ غَنَمِ كَلْبٍ
“Yüce Allah,
Şaban ayının yarısı olduğunda dünya semasına iner ve Kelp kabilesinin
koyunlarının tüylerinin sayısından çok kimsenin günahını bağışlar” (Tirmizî,
Savm, 38) buyurmuştur. Yüce Allah’ın dünya semasına inmesi, mecazî anlamda olup
duaları kabul etmesi ve günahları bağışlamasından, Kelp kabilesinin
koyunlarının tüyleri ifadesi de çokluktan kinayedir. Hadis, Allah’ın Şaban
ayında mü’minlerin tevbe ve dualarını kabul ettiğini ifade etmektedir. Ramazan
ayı ise rahmet ve mağfiret ayıdır, oruç ayıdır, Kur’ân ayıdır, sosyal yardımlaşma
ve dayanışma ayıdır. Bu ayda dinî duygular yükselir, Allah’a yönelişler artar
ve yapılan dualar kabul olur.
b) İftar Vaktinde Yapılan
Dualar Peygamberimiz (s.a.s.);
إِنَّ
لِلصَّائِمِ عِنْدَ فِطْرِه۪ لَدَعْوَةً مَا تُرَدُّ
“Oruçlunun
orucunu açarken yapacağı dua reddedilmez.” (İbn Mâce, Siyâm, 48) Hadiste, ihlas
ile yerine getirilen bir ibadetin sona erme zamanında, kulun yaptığı duanın
kabul edileceği müjdelenmekte ve dolayısıyla oruç açarken dua edilmesi teşvik
edilmektedir. Sahabeden Abdullah ibn Amr, iftar vaktinde şöyle dua etmiştir:
اَللّٰهُمَّ
إِنِّي أَسْأَلُكَ بِرَحْمَتِكَ الَّتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ أَنْ تَغْفِرَ لِي
“Allah’ım!
Ben Senden her şeyi kuşatan rahmetin sebebiyle beni bağışlamanı diliyorum.”
(İbn Mâce, Siyâm, 48)
c) Cuma Günü ve Gecelerinde
Yapılan Dualar
فِي
يَوْمِ الْجُمُعَةِ سَاعَةٌ لَا يُوَافِقُهَا مُسْلِمٌ وَهُوَ قَاِئمٌ يُصَلِّي
يَسْأَلُ الٰهّلَ خَيْرًا إِلَّا أَعْطَاهُ
“Cuma
gününde bir saat vardır ki Müslüman o saatte namazda Allah’tan bir hayır
isterse, Allah ona istediğini verir” (Buhârî, De’avât, 61) anlamındaki hadis
bunu ifade etmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.), Hz. Ali’ye buyurmuştur ki;
إِذَا كَانَ
لَيْلَةُ الْجُمُعَةِ فَإِنِ اسْتَطَعْتَ أَنْ تَقُومَ فِي ثُلُثِ اللَّيْلِ
الْآخِرِ فَإِنَّهَا سَاعَةٌ مَشْهُودَةٌ وَالدُّعَاءُ فِيهَا مُسْتَجَابٌ
“Cuma gecesi
olduğu zaman gecenin son üçte birinde kalkabilirsen (kalk ve dua et). Çünkü o
vakit, (meleklerin) şahit olduğu bir zaman dilimidir. Bu vakitte yapılan dua
kabul olur.” (Ebû Davûd, Dua, 115) Peygamberimiz (s.a.s.);
اِنَّ مِنْ
اَفْضَلِ يَوْمِكُمْ يَوْمَ الْجُمُعَةِ
“En
faziletli günlerden biri de Cuma günüdür” buyurmuş ve bu günde kendisine çok
salât ü selâm getirilmesini istemiştir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 910)
ç) Arefe Günü Yapılan
Dualar
Peygamberimiz (s.a.s.),
خَيْرُ الدُّعَاءِ
دُعَاءُ يَوْمِ عَرَفَةَ
“En hayırlı
/ kabulü şayan olan dua, Arefe günü yapılan duadır” buyurmuştur. (Tirmizî Dua,
8; Malik, Dua, No: 500)
d) Gece Vakti Yapılan
Dualar
Şu hadisler gece vakti
yapılan duaların kabul olacağını ifade etmektedir:
إِنَّ فِي
اللَّيْلِ لَسَاعَةً لَا يُوَافِقُهَا رَجُلٌ مُسْلِمٌ يَسْأَلُ الٰهّلَ خَيْرًا
مِنْ أَمْرِ الدُّنْيَا أَوِ الْآخِرَةِ إِلاَّ أَعْطَاهُ إِيَّاهُ وَذٰلِكَ كُلَّ
لَيْلَةٍ
“Gecede bir
an vardır ki, kişi ona rastlar da dünya ve ahiret için bir şey dilerse,
şüphesiz Allah dileğini yerine getirir. Bu an, her gecede vardır.” (Müslim,
Salâtü’l-Müsâfirîn, 166)
يَتَنَزَّلُ
رَبُّنَا تَبَارَكَ وَتَعَالَى كُلَّ لَيْلَةٍ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا حِينَ
يَبْقِى ثُلُثُ اللَّيْلِ الْآخِرِ يَقُولُ مَنْ يَدْعُونِي فَأَسْتَجِيبُ لَهُ
مَنْ يَسْأَلْنِي فَأُعْطِيهِ مَنْ يَسْتَغْفِرْنِي فَأَغْفِرُ لَهُ
“Yüce
Rabbimiz her gece yakın semaya iner, gecenin son üçte biri kalıncaya kadar
kalır ve; ‘Kim bana dua ederse ona icabet ederim, kim benden bir şey isterse
ona isteğini veririm, kim benden af ve bağış dilerse onu bağışlarım’ der.”
(Buhârî, De’avât, 13; İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 919–922) Bu hadisin başka bir
varyantında, bu durumun, gecenin yarısı veya üçte birinden sabah oluncaya kadar
devam ettiği bildirilmektedir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 919, 921) Yüce Allah’ın
gece dünya semasına inmesi mecazî anlamda olup bu vakitlerde duanın kabul
olacağını ifade eder. Zira Allah, zaman ve mekândan münezzehtir.
مَنْ تَعَارَّ
مِنَ اللَّيْلِ فَقَالَ لاَ إِلٰهَ إِلاَّ الٰهّلُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ
الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَسُبْحَانَ
الِّٰهل وَالْحَمْدُ وَلَا إِلٰهَ إِلاَّ الٰهّلُ وَالٰهّلُ أَكْبَرُ وَلاَ حَوْلَ
وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِا لِّٰهل ثُمَّ قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي أَوْ قَالَ ثُمَّ
دَعَا اُسْتُجِيبَ لَهُ فَإِنْ عَزَمَ وَتَوَضَّأَ ثُمَّ صَلَّى قُبِلَتْ صَ
تَالُهُ
“Kim gece
uyanınca, ‘Allah’tan başka ilâh yoktur, bir tek O vardır, O’nun ortağı yoktur,
mülk O’nundur, hamd O’na mahsustur, O’nun her şeye gücü yeter. Allah’ı noksan
sıfatlardan tenzih ederim, her türlü övgü Allah’a mahsustur, Allah’tan başka
ilâh yoktur, Allah en büyüktür, güç ve kuvvet ancak Allah ile vardır’ der,
sonra ‘Rabbim! Beni bağışla’ diye dua ederse -veya sonra dua eder, buyurdu-
duası kabul olur. Eğer azmedip abdest alıp namaz kılarsa namazı kabul olur.”
(Tirmizî, De’avât, 26) Peygamberimiz, gece vakti yapılan duanın daha faziletli
olduğunu bildirmiştir:
اَللَّيْلُ
الْآٰخِرُ الدُّعَاءُ ف۪يهِ أَفْضَلُ وَأَرْجٰى
“Gecenin
sonunda yapılan dua daha faziletlidir ve kabul edilmesi daha çok umulur.”
(Tirmizî, De’avât, 80)
يُنَادِي مُنَادٍ
كُلَّ لَيْلَةٍ هَلْ مِنْ دَاعٍ فَيُسْتَجَابُ لَهُ هَلْ مِنْ سَائِلٍ فَيُعْطَى
لَهُ هَلْ مِنْ مُسْتَغْفِرٍ فَيُغْفَرُ لَهُ
“Her gece
bir münadi şöyle seslenir? Dua eden yok mu? Onun duası kabul olur. İsteyen yok
mu? İstediği verilir. Af ve mağfiret dileyen yok mu? Günahı bağışlanır.”
(Heysemî, Ed’ıye, 25, No: 17244) Akşamdan sabah namazı vaktine kadar gece
yapılan duaların kabul olacağı ile ilgili rivayetler vardır. (Heysemî, Ed’ıye,
25, No: 17243-17253) Gecenin yarısında ve üçte ikisinde yapılan dualar daha çok
kabul olur. (Heysemî, Ed’ıye, 25, No: 17252) Gece yapılan dualar samimiyetle ve
gönülden yapıldığı için icabete mazhar olur.
e) Ezan Okunduğu ve Kamet
Getirildiği Zaman Yapılan Dualar
اِذَا
نُودِيَ لِلصَّلٰوةِ فُتِحَتْ اَبْوَابُ السَّمَاءِ وَ اسْتُجِيبَ الدُّعَاءُ
“Namaz için
ezan okunduğu zaman sema kapıları açılır ve yapılan dualar kabul olur.” (Ebû
Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: 4072)
اِذَا كَانَ
عِنْدَ الْاَذَانِ فُتِحَتْ اَبْوَابُ السَّمَاءِ وَاسْتُجِيبَ الدُّعَاءُ وَ
اِذَا كَانَ عِنْدَ الْاِقَامَةِ لاَ تُرَدُّ دَعْوَةٌ
“Ezan
okunduğunda, sema kapıları açılır ve dualar kabul edilir. Kamet getirildiğinde
dua reddedilmez.” (İbn Ebî Şeybe, Dua, 17, No: 29239)
f) Ezan İle Kamet Arasında
Yapılan Dualar Peygamberimiz (s.a.s.);
اَلدُّعَاءُ
لَا يُرَدُّ بَ الْأَذَانِ وَالْإِقَامَةِ قَالُوا فَمَاذَا نَقُولُ يَا رَسُولَ
الِّٰهل؟ قَالُوا سَلُوا الٰهّلَ الْعَافِيَةَ فِي الدُّنْيَا وَالْآٰخِرَةِ
“Ezan ile
kamet arasında yapılan dua reddedilmez” buyurdu. Bunun üzerine sahabe; “Ey
Allah’ın elçisi! Ne dua edelim?” diye sordular. Hz. Peygamber (s.a.s.),
“Allah’tan dünya ve ahirette âfiyet / sağlık isteyiniz” buyurdu. (Tirmizî,
De’avât, 129; bk. Ebû Davud, Salât, 35)
g) Namazda, Secde Hâlinde
ve Farz Namazların Akabinde Yapılan Dualar
Peygamberimiz (s.a.s.);
أَقْرَبُ مَا يَكُونُ
الْعَبْدُ مِنْ رَبِّه۪ وَهُوَ سَاجِدٌ فَأَكْثِرُوا الدُّعَاءَ
“Kulun
Rabbine en yakın olduğu an, secdede bulunduğu andır. O hâlde secde hâlinde
bolca dua ediniz.” buyurmuştur. (Müslim, Salât, 215; Ebû Davud, Salât, 152)
قِيلَ يَا رَسُولَ
الِّٰهل أَيُّ الدُّعَاءِ أَسْمَعُ؟ قَالَ جَوْفَ اللَّيْلِ الْآٰخِرِ وَدُبُرَ
الصَّلَوَاتِ الْمَكْتُوبَاتِ
‘’Hangi dua
kabul edilmeye daha yakındır?” diye sorulan bir soruya Hz. Peygamber; ‘’Gecenin
ikinci yarısında yapılan dua ile farz namazların ardından yapılan dua’’ diye
cevap vermiştir. (Tirmizî, De’avât, 80)
ğ) [[Yağmur Yağarken ve
Kâbe’yi Görünce Yapılan Dua]]
تُفْتَحُ
اَبْوَابُ السَّمَاءِ وَ يُسْتَجَابُ الدُّعَاءُ فِي اَرْبَعَةِ مَوَاطِنَ عِنْدَ
اِلْتِقَاءِ الصُّفُوفِ فِي سَبِيلِ الِّٰهل وَ عِنْدَ نُزُولِ الْغَيْثِ وَ
عِنْدَ اِقَامَةِ الصَّلاَةِ وَ عِنْدَ رُؤْيَةِ الْكَعْبَةِ
“Dört yerde
sema kapıları açılır ve dualar kabul olur: Allah yolunda savaşmak üzere saf
tutulduğunda, yağmur yağarken, namaz kılarken ve Kâbe’yi görünce.” (Heysemî,
Ed’ıye, 25, No: 17253)
h) Yûnus Peygamberin Duası
İle Yapılan Dualar
Peygamberimiz (s.a.s.), Yûnus
Peygamberin balığın karnında yaptığı dua ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
دَعْوَةُ ذِي
النُّونِ إِذْ دَعَا وَهُوَ فِي بَطْنِ الْحُوتِ لَا إِلٰهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَا
نَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ إِنَّهُ لَمْ يَدْعُ بِهَا مُسْلِمٌ فِي
شَيْءٍ قَطُّ إِلَّا اسْتَجَابَ الٰهّلُ لَهُ بِهَا
“Balık
sahibi (Yûnus’)un, balığın karnındaki duası; lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî
küntü mine’z-zâlimîn (Allah’ım! Senden başka ilâh yoktur, Seni noksan
sıfatlardan tenzih ederim, gerçekten ben zalimlerden oldum.) Bu dua ile dua
eden hiçbir müslüman yoktur ki Allah onun isteğini bu dua sebebiyle kabul etmiş
olmasın.” (Hâkim, De’avât, No: 1862–1863)
أَلَا أُخْبِرُكُم
بِشَيْءٍ إِذَا نَزَلَ رَجُلًا مِنْكُمْ كَرْبٌ أَوْ بَ ءَالٌ مِنْ بَ يَالَا
الدُّنْيَا دَعَا بِه۪ يُفْرَجُ عَنْهُ فَقِيلَ لَهُ بَلٰى فَقَالَ دُعَاءُ ذِي
النُّونِ لَا إِلٰهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَا نَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
“(Hz.
Peygamber, ashabına) ‘Size bir şey haber vereyim mi? Sizden birine bir sıkıntı
veya dünya musibetlerinden bir musibet isabet ettiği zaman, bu dua ile dua
ettiği zaman o sıkıntı ve imtihan ondan giderilir.’ (demiş) kendisine ‘evet
haber ver’ denilmiş, bunun üzerine; ‘Balık sahibi Yûnus’un; Lâ ilâhe illâ ente
sübhâne innî küntü mine’z-zâlimîn (Allah’ım! Senden başka ilâh yoktur, Seni
noksan sıfatlardan tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum, şeklinde
yaptığı duadır, buyurmuştur.” (Hâkim, De’avât, No: 1864)
3. Belirli Mekânlarda Yapılan Dualar
Evde, caddede, sokakta, iş
yerinde, tarlada kısaca, tuvalet gibi ibadete elverişli olmayan yerler ile
kumarhane ve meyhane gibi günah işlenen mekânların dışında her yerde dua
edilebilir. Bununla birlikte cami ve Kâbe gibi ibadet yerlerinde, Arafat ve
Müzdelife gibi mübarek mekânlarda yapılan dualar daha faziletlidir. Meselâ
Peygamber Efendimiz; Medine’deki Mescid-i Nebevî’de kılınan bir rekat namazın,
Mescid-i Haram dışındaki diğer mescitlerde kılınan bin rekat namaza denk
olduğunu (Nesâî, Mesâcid, 4), Mescid-i Haram’da kılınan namazın ise diğer
mescitlerde kılınan namazlardan yüz bin kat daha fazla sevap olduğunu (İbn
Mâce, Salât, 195) bildirmiştir. Dua da bir ibadet olduğuna göre Mescid-i
Haram’da ve Mescid-i Nebevî’de yapılan dualar da daha faziletli ve makbul olur.
KABUL OLMAYAN DUALAR
Usul ve adabına riayet ederek
mü’minlerin yaptıkları dualar kabul olur. Mü’min olmayan insanların yaptığı ile
usul ve adabına uymadan yapılan dualar kabul olmaz. Kabul olmayan duaları şöyle
sıralayabiliriz.
1. Kâfirlerin Duası Kabul Olmaz
İmansız insanların duaları
kabul olmaz, çünkü dua bir ibadettir, ibadetlerin kabul olması için iman
şarttır. (Mâide, 5/5; Beyyine, 98/5) İman olmadan yapılan ibadetler boşa gider,
dolayısıyla dualar da boşa gider, kabul olmaz. Bu husus Kur’ân’da şöyle ifade
edilmektedir:
وَمَا دُعَاءُ
الْكَافِر۪ينَ اِلَّا فِى ضَ لَالٍ
“Kâfirlerin
duası daima boşa çıkar.” (Râ’d, 13/14; Mü’min, 40/50)
2. Gafletle Yapılan Dualar Kabul Olmaz
Kabul olması için duanın
şuurlu olarak yapılması gerekir. Çünkü dua bir ibadettir, ibadetler ancak
bilinçli olarak ve samimiyetle yapılırsa kabul olur. Şuursuzca ve gafletle
yapılan dualar boşa gider. Şu hadis, gaflet ile yapılan duaların kabul
olmayacağını beyan etmektedir:
وَاعْلَمُوا أَنَّ
الٰهّلَ لاَ يَسْتَجِيبُ دُعَاءً مِنْ قَلْبٍ غَافِلٍ لَاهٍ
“Biliniz ki,
Allah gafil bir kalpten gelen duayı kabul etmez.” (Tirmîzî, De’avât, 66; bk.
Hâkim, De’avât, No: 1817, I, 493)
3. Allah’a İsyan Hâlinde Yapılan Dualar Kabul Olmaz
Allah’a isyan hâlinde yapılan
dualar kabul olmaz. Meselâ içki içerken, kumar oynarken, gıybet ederken,
hırsızlık yaparken, yalan söylerken yapılan dualar kabul olmaz. Aynı şekilde
haram gıdalarla beslenen insanın duası da kabul olmaz. Haram gıdalar; insanın
inancına, ameline ve ahlâkına olumsuz etki yapar, çünkü haram gıdalar ile
beslenen insan, Allah’a isyan hâlindedir. Hem Allah’a isyan edeceksiniz, hem de
Allah’tan bir istekte bulunacaksınız. Bu, tezat bir durumdur. Şu hadis, bu
gerçeği ifade etmektedir:
اَلرَّجُلُ يُطِيلُ
السَّفَرَ أَشْعَثَ أَغْبَرَ يَمُدُّ يَدَيْهِ اِلٰى السَّمَاءِ يَا رَبِّ يَا
رَبِّ وَمَطْعَمُهُ حَرَامٌ وَمَشْرَبُهُ حَرَامٌ وَمَلْبَسُهُ حَرَامٌ وغُذِيَ
بِالْحَرَامِ فَأَنَّى يُسْتَجَابُ لِذٰلِكَ
“Üstü başı
dağınık, toz toprak içinde yollara düşen, ellerini göğe açıp ‘Ya Rabbi! Ya
Rabbi!’ diye yalvaran, buna karşılık; yediği, içtiği ve giydiği haram olan,
haramla beslenen bir insanın duası nasıl kabul edilir?” (Müslim, Zekât, 65)
4. Kâfirler İçin Yapılan Dualar Kabul Olmaz
Nuh Peygambere kavmi ile birlikte
eşi ve bir oğlu da iman etmemişti. Meydana gelen tufanda babasının çağrısına
aldırmayan oğlu, gemiye binmemiş, bir dağa sığınır kurtulurum demişti (Hûd,
11/42–43). Buna rağmen Nuh (a.s.), iman etmeyen oğlunun kurtulması için Allah’a
şöyle yalvarmıştı:
وَنَادٰى نُوحٌ
رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ابْنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ
وَأَنْتَ أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ
“Nûh,
Rabbine seslendi: ‘Rabbim, dedi, oğlum benim âilemdendir. Senin va’din/sözün
elbette haktır ve sen hâkimlerin hâkimisin!” (Hûd, 11/45) Bunun üzerine yüce
Allah, Nuh Peygambere şöyle seslendi:
قَالَ يَا نُوحُ
إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ فَ تَسْأَلْنِ مَا
لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنِّي أَعِظُكَ أَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
“Ey Nûh,
dedi, o senin âilenden değildir. Çünkü o sâlih olmayan bir amelin sahibidir.
Bilmediğin bir şeyi benden isteme. Sana cahillerden olmamanı öğütlerim!” (Hûd,
11/46) Nuh (a.s.), bu ikaz üzerine şöyle dua etti:
قَالَ رَبِّ
إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ وَإِلاَّ
تَغْفِرْ لِي وَتَرْحَمْنِي أَكُنْ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“Nuh; ‘Ey
Rabbim! Ben bilmediğim bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Sen
beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen, ben hüsrana uğrayanlardan olurum’
diye niyazda bulundu” (Hûd, 11/47) Yüce Allah, şu ayette Peygamberin münafıklar
için yaptığı af dilemeyi kabul etmeyeceğini bildirmektedir:
اِسْتَغْفِرْ
لَهُمْ اَوْ لَا تَسْتَغْفِرْ لَهُمْۜ اِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْع۪ينَ مَرَّةً
فَلَنْ يَغْفِرَ الٰهّلُ لَهُمْۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِالِّٰهل
وَرَسُولِه۪ۜ وَالٰهّلُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟
“Onlar
(münafıklar) için ister af dile, ister dileme, onlar için yetmiş defa af
dilesen, yine Allâh onları affetmez. Böyledir, çünkü onlar, Allâh’ı ve elçisini
tanımadılar/inkâr ettiler; Allah, yoldan çıkan kavmi doğru yola iletmez.”
(Tevbe, 9/80)
5. Riya Karışan Dualar Kabul Olmaz
Duanın riya ve gösterişten
uzak olması, ihlâs ile yapılması gerekir. İbadetlerin kabul olması için ihlâs
ile yapılması gerekir. Yüce Allah, ibadetlerin ihlâs ile yapılmasını
emretmektedir. (A’râf, 7/29; Beyyine, 98/5) İhlâs, ibadetlerin kabul olma
şartıdır.
6. Şirk Karışan Dualar Kabul Olmaz
İbadetlerin yalnız Allah’a
yapılması gerekir. Yüce Allah, pek çok ayette duanın, sadece kendisine
yapılmasını, kendisi ile birlikte başka ilâhlara dua, ibadet edilmemesini
istemektedir. Şu ayetleri örnek olarak zikredebiliriz:
وَلَا تَدْعُ مَعَ
الِّٰهل اِلٰهًا اٰخَرَۢ لَآ اِلٰهَ اِلَّا هُوَ۠ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا
وَجْهَهُۜ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
“Allah’la
beraber başka tanrıya dua / ibadet etme. O’ndan başka tanrı yoktur. O’ndan
başka her şey yok olacaktır. Hüküm O’nundur ve siz O’na döndürüleceksiniz.”
(Kasas, 28/88)
وَاَنَّ
الْمَسَاجِدَ فَ تَدْعُوا مَعَ الِّٰهل اَحَدًاۙ
“Mescitler,
Allah’a mahsustur. Allah ile beraber hiç kimseye yalvarmayın.” (Cin, 72/18)
قُلْ إِنَّمَا
أَدْعُو رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِهِ أَحَدًا
“(Ey
Peygamberim!) De ki: Ben ancak Rabbime yalvarırım ve hiç kimseyi O’na ortak
koşmam.” (Cin, 73/20; bk. Mü’minûn, 23/117) Birinci ayette, başka ilâhlara,
ikinci ayette herhangi bir kimseye dua edilmemesi, üçüncü ayette sadece Allah’a
dua edilmesi ve O’na hiçbir şeyin ortak koşulmaması emredilmektedir.
7. Günah Bir Fiili İşlemek ve Bir Farzı Terk Etmek İçin Yapılan Dua
Kabul Olmaz
Haksız yere yapılan dualar
kabul olmayacağı gibi bir günahı işleme veya bir farzı terk etme konusunda
yapılan dualar da kabul olmaz. Şu hadis bu hususu açıkça ifade etmektedir:
دَعْوَةُ
الْمُسْلِمِ مُسْتَجَابَةٌ مَا لَمْ يَدْعُ بِظُلْمٍ اَوْ قَطِيعَةِ رَحْمٍ اَوْ
يَقُولُ قَدْ دعَوْتُ فَلمَ اجُبْ
“Zulüm olan
bir fiili işlemek veya akrabalık bağlarını koparmak için veya dua ettim de
kabul edilmedi demediği sürece müslümanın duası kabul olur.” (Ebû Ya’lâ, Zikir
ve Dua, 132, No: 2811)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder