2 Mayıs 2015 Cumartesi

YAMAN DEDE-DEN KALPLERE CİLÂ (NA'T-I).... YÂ RABB BELÂY-I AŞK İLE....CEMÂLİNLE FERÂH NÂK-ET Kİ YANDIM...

YAMAN DEDE-DEN KALPLERE CİLÂ (NA'T-I).... YÂ RABB BELÂY-I AŞK İLE....CEMÂLİNLE FERÂH NÂK-ET Kİ YANDIM...

Bir Peygamber Aşığı: Yaman Dede ve Na't-ı

Vedat Ali TOK

Dahîlek Yâ Rasûlellâh

Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşk-dan etme cüdâ beni

Ey Tanrımızın ma'kes-i envârı Muhammed
Allahımızın vâkıf-ı esrârı Muhammed

Mürsellerinin kâfile-sâlârı Muhammed
Her iki cihânın ulu serdârı Muhammed

Sen aşk-ı Hudâ hüsn-i Hudâ lutf-ı Hüdâ'sın
Hallâk-i cemâlin gül-i gülzârı Muhammed

"Levlâk" ile taltîf olunan Şâh-ı Rüsûlsün
Biz ümmetinin yâr-i halâskârı Muhammed

Rahmeyledi âlemlere gönderdi seni Hak
Nûr etti nigâhın gazab-ı nârı Muhammed

Ümmî iken ümmetleri hayretlere saldın
İlmin ebedî kutb-ı şeref-bârı Muhammed

Sen havf u recânın ne büyük rehberi oldun
Kalbin en ulu vâkıf-ı huşyârı Muhammed

Âşıkların âh eyleyerek sîne döğerler
Hûn oldu güneş gördü de ruhsârı Muhammed

Gül yüzlü güneş gözlü Muhammed, meh-i tâbân
Çâk oldu görüp pertev-i dîdâr-ı Muhammed

Derdinle senin hamd ü senâ der de bu gönlüm
Aşkın ile yak sen dil-i bîmârı Muhammed

Aşkınla yanan âteş-i nîrân ile yanmaz
Dûzah çekemez âşık-ı ser-şârı Muhammed

Ümmetleri hüsrân ü mezellette bırakma
En sonra da bu Kâdir-i nâ-çârı Muhammed

"Gönül Hûn Oldu Şevkinden" Yaman Dede...

peygamber aşığı........


Gönül hun oldu şevkinden

Gönül hûn-oldu şevkinden boyandım yâ Rasûlellâh,
Nasıl bilmem bu nîrân-a dayandım yâ Rasûlellâh,
Ezel bezminde bir dinmez figândım yâ
Rasûlellâh
,
Cemâlinle ferâh-nâk-et ki yandım
Rasûlellâh
....

Yanan kalbe devâsın Sen, bulunmaz bir şifâsın Sen,
Mu'azzam bir sehâsın Sen, dilersen rehnümâsın Sen,
Habîb-i kibriyâsın Sen, Muhammed Mustafâ'sın Sen,
Cemâlinle ferâh-nâk-et ki yandım
Rasûlellâh
....

Gül açmaz çağlayan akmaz ilâhî nûrun olmazsa,
Söner âlem, nefes kalmaz felek manzûrun olmazsa,
Firâk ağlar, visâl ağlar ezel mestûrun olmazsa,
Cemâlinle ferâh-nâk-et ki yandım
Rasûlellâh
.....
Erir canlar o gül bûy-i revân bahşın hevâsında,
Güneş titrer yanar dîdârının bak ihtirâsında,
Perîşan bir niyâz inler
hayâtın müntehâsında,
Cemâlinle ferâh-nâk-et ki yandım yâ
Rasûlellâh
........

Susuz kalsam yanan çöllerde can versem elem duymam,
Yanar
dağlar yanar bağrımda ummanlardan nem duymam,
Alevler yağsa göklerden, ve ben messeylesem duymam,
Cemâlinle ferâh-nâk-et ki yandım
yâ Rasûlellâh....
Ne devlettir yumup aşkınla göz râhında can vermek,
Nasîb olmazmı sultânım haremgâhında can vermek,
Sönerken
gözler
im, asan olur ahında can vermek,
Cemâlinle ferâh-nâk-et ki yandım
Rasûlellâh
....

Boyun büktüm perişânım bu derdin sende tedbîri,
Lebim kavruldu ateşten döner pâyinde tezkîri,
Ne dem gönlün murad eylerse, taltîf eyle kıtmîri, 
   Cemâlinle ferâh-nâk-et ki yandım Rasûlellâh...
 
Yaman Dede
 
 
Hûn: Hor ve zelil olmak
Şevk: Arzu
Nîrân: Nurlar, ateşler
Bezm:Sohbet meclisi
Figân: Bağırıp, çağırma
Cemâl: Güzellik, yüz güzelliği
Ferah-nâk: Neşeli, sevinçli
Muazzam: Büyük
Sehâ: Cömertlik
Reh-nümâ: Yol gösteren
Habîb-i Kibriyâ: Hz. Peygamberimizin özel sıfatlarından
Felek: Gök, devir
Manzûr: Bakış
Firâk: Ayrılık
Visâl: Kavuşma
Mestûr: Örtü
Bûy: Koku
Revân: Giden
Dîdâr: Görünme, yüz
Müntehâ: Sona erme
Messeylesem: Dokunsam
Haremgâh: Kişinin kendisine özel, herkesin giremedigi yer
Âsân: Kolay
Leb: Dudak
Pây: Ayak, takat, iz
Taltîf: İltifat, değer
  
Yanar kalbe devâsın sen / bulunmaz bir şifâsın sen
Muazzam bir sehâsın sen / dilersen rûnümâsın sen
Habîb-i Kibriyâsın sen / Muhammed Mustafâsın sen
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah
 
İki cihân güneşi Hz. Muhammed (s.a.s.) için Türk edebiyatında sayısız na't yazılmıştır. Bu na'tlerin içinde dikkat çekenlerden biri de Yaman Dede'nin şiiridir. Dahîlek Yâ Resulullah, "Sana Sığındım Ey Allah'ın Resûlü!" demektir.

Gönüller sultânı Mevlâna'nın meşhur çağrısının yankı bulduğu bir gönül eri Yaman Dede… Gayrimüslim bir aileden doğmasına rağmen, Müslümanca bir hayat süren ve Müslümanca ölen bir dede… İçinde bulunduğu durumdan dolayı Müslümanlığını 55 yıl gizlemek mecburiyetinde kalmış.

Hukuk Fakültesini bitirip 20 sene avukatlığın ardından öğretmenlik yapan bu yürekli insan, Galata Mevlevihânesinde kendisini yetiştirir. Doğduğunda Diyamendi adı verilen Yaman Dede İslâm'la müşerref olduktan sonra adını da "Mehmed Abdülkadir Keçecioğlu" şeklinde değiştirir.

Yukarıya aldığımız na'tin ilk mısraında şair, soyut bir kavram olan gönlüne, somut bir şekil vermiştir: "Gönül, hûn oldu." Gönlün kan olması şiddetli ızdırapların, çekilen acıların beyanı için söylenmiş bir sözdür. Hz. Muhammed'i özlemekten, yahut hiç olmazsa Ona olan sevgisini yıllarca dışa vuramamaktan kaynaklanan bir rûh hâlini dile getiriyor bu mısra. Peygamberine olan hasret ateşi, içinde o denli birikmiştir ki bu ateşi bir yanardağın sıkışan lavlarını püskürtmesi şeklinde dışa vuruyor. Şair hasret yangınını cehennem ateşi ile aynı şiddette görüyor. Zaten ruhlar âleminde bile kendisini sadece bir "feryat"tan ibaret gören şair O'na kavuşup güzelliğini görmek suretiyle rahata erebileceğini anlatıyor. Çünkü O, yanan kalbi serinletir; dert çeken yüreklere bir şifâdır. Maddî ve mânevî anlamda muhtaç olanlara cömertçe davranır. Çünkü O, Habîb-i kibriyâdır. O, Muhammed Mustafa'dır.

Üçüncü kıt'ada şair, Hz. Muhammed'in dünyanın yaratılışına sebep olma özelliğini dile getiriyor: "Ey Muhammed (s.a.s.) senin ilâhî nûrun dünyaya ışık salmasa gül açmaz, sular akmaz; bakışlarını bu dünyadan çevirecek olsan dünya yok olur; hayat diye bir şey olmazdı. Eğer sen olmasaydın bu dünya olmazdı. Ezel ve ebed olmazdı. Ayrılık veya kavuşma diye bir şey olmazdı." şeklindeki ifadelerle "Levlâke levlâk lemmâ halaktü'l-eflâk" kutsî hadîsine telmihte bulunuyor.

Dördüncü kıt'ada Peygamberimizin mübârek vücudu ile terlerinin gül koktuğunu hatırlatan şair, duyabilene, hayat bahşeden o gül kokusunu alan bir insanın duygusuz kalamayacağını ifade ediyor. Bu kıt'ada, sıcak bir havada Güneşe bakıldığı zaman onun titrermiş gibi görülmesini şair, farklı bir şekilde yorumlamak suretiyle hüsn-i ta'lîl sanatı yapıyor. Şair, Güneşin bu titrer gibi görünüşünü ve yakıcılığını Peygamber Efendimizin yüzünü görme hasret ve şevkine bağlayarak, son nefesinde bile O'na olan hasretini dile getireceğini anlatmak istiyor.


Susuz kalsam yanar çöllerde can versem elem duymam
Yanardağlar yanar bağrımda ummanlarda nem duymam
Alevler yağsa göklerden ve ben masseylesem duymam
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah


Peygambere olan sevgi yoğunluğu daha doğrusu aşk, şairde öyle bir hâl almıştır ki dış dünyada olup bitenler onu zerrece etkilemez. Ne soğuk üşütür ne sıcak yakar. Yanan çöllerde susuz kalsa, bu çöllerde can verecek olsa bile elem duymayacağını söyleyen Yaman Dede, bağrında yanan ateşin dış âlemdeki ateşten daha şiddetli olduğunu söylüyor. Öyle ki içindeki ateş bir yanardağ misalidir. Yanardağdan fışkıran lavların yanında, çöl sıcağının hükmü olamaz. Bu yangınla birlikte hasretin ifadesi olan ağlayış ve gözyaşları da ummanlardan daha çoktur. Ummanlar onun gözyaşları yanında ancak bir "nem" mesâbesindedir.

Ateş ve su birbirine zıttır. Şair her ikisinin de kendisinde bulunduğunu söylüyor. Bu iki kavram birbirlerine karşı etki etmeyecek derecede kuvvetlidir. Yani hem ateş hem de su bir arada ve ikisi de varlığını muhafaza edebiliyor. Gökten alevler yağsa ve o alevleri emse bile hissetmeyecek derecede bir yangın içine düşmüştür. Şiddetli sevginin sonu cünun (delilik) hâlidir. Bu kıt'ada "Mecnun" mazmunu vardır. Mecnun da Leylâ'nın aşkından dolayı insanlardan uzaklaşıp, kendisini vahşi bir çölün ortasına bırakıyor. Dışarıdaki çöl sıcağı Mecnun'u hiç etkilemiyor; vahşi hayat da… Zira içinde bulunduğu ruh hâli onun dış dünyadan kopmasına sebep olmuştur. Yani dış âlemdeki olup bitenler onu ilgilendirmeyecek durumdadır. Yalnız, Fuzûlî'nin Leylâ vü Mecnûn'unda, Mecnun:


Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni


diyerek sevgisinin çoğalması, daha doğrusu derdinin artması için dua eder. Çünkü âşık o hâl ile vardır. Yoksa adı sanı silinecektir. Sevgiliden gelen belâ ise âşığa minnettir. Derdin çoğalması âşıklığın pâyesini artırır. Yaman Dede ise bütün sıkıntıları, ateşleri, çölleri, yangınları hiçe saymasına rağmen yine de yandığını ve artık ferahnâk olmak istediğini söylüyor. Bunun için Hz. Muhammed'den imdat diliyor, ona sığınıyor.

Âşık, bir pervâne misâli alevde yok olmayı arzular. Bu, sevginin en şiddetli noktasıdır. Kendini sevdiği varlıkta yok etmek… Bunun tasavvuftaki ifadesi "fenâfillah" (Allah'ta yok olmak)tır.

Altıncı kıt'ada şair, Hz. Muhammed'in yolunda can vermenin büyük bir mutluluk olacağını ifade ediyor. Peygamberimizin kabri başında ölümü diliyor. Ve yine son nefeste Allah ve Resûlünün adıyla yani "Kelime-i Şahâdet" getirerek can vermenin kolay ve güzel olacağını söylüyor.

Son kıt'ada şair niyazda bulunuyor. Derdin dermanı Hz. Muhammed'dir. O'na olan susuzluktan dudakları yanmış, kavrulmuştur. O'nun ayağının ucunda zikredip, dolanıp durmaktadır. Kendisini sahibine yaranmak için ayak ucunda türlü hareketler yapan bir köpeğe benzeten şair, ondan bir işaret bekler. Bir iltifat görse hemen yanına koşacaktır.
 
 
Yaman Dede bir dönem ^^sevgi^^ kavramını kullanan Mason teşkilatına üye olur. Kendisinden herhangi bir konuda ilmi rapor hazırlaması istenir. O da safça tutar İslamiyet’in üstünlüklerini anlatan bir rapor yazar. Ertesi gün dedeyi locadan ihraç ederler....!
İşte bu kadar temiz yüreklidir Yaman Dede. Aynı
zamanda Kayserilidir ve sonradan islamiyeti seçerek müslüman olanlardandır.


 

2 yorum: